13 Şubat 2012 Pazartesi

Futbol Hasbihalleri #1

Hasbihal dememin nedeni aslında başlığın biraz daha alengirli olmasını istediğimden, yoksa özel bir nedeni yok. Siz buna sohbet veya muhabbet diyebilirsiniz. Yeni bir yazı dizisi gibi düşünün. Takip ettiğim, sevdiğim ama daha önce ulaşmadığım blogger dostlarla güzel bir futbol muhabbeti yapma amacındayım ve ilk seriyi de futbolsandigi.blogspot.com'dan Tansu Gürsel'le başlatıyoruz. Hem kendisinden, hem blogundan hem de Galatasaray ağırlıklı futbol konularından bahsettik ve kendisine de kırmadığı için bizleri çok teşekkür ediyorum.

Futbol Sandığı'nın hikayesiyle başlayalım aslında. Nasıl doğdu bu blog, blogu açarken düşüncelerin ne yöndeydi ve bugün geldiğin noktada Futbol Sandığı'yla ilgili neler düşünüyorsun?


Tansu Gürsel: Futbol Sandığı'nın doğuşu aslında kısa bir süreç değildi. Blog yazmaya başlamadan önce bir sözlük sitem vardı ve aynı zamanda sitenin yöneticiliğini de yapıyordum. Sözlükte futbolla ilgili birçok entry yazmıştım ancak kısıtlı bir kitleye ulaşabiliyordum. İlk olarak kız arkadaşımın telkinleriyle, o siteden bir arkadaşımla birlikte Futbol Sandığı'nı açtık. Diğer arkadaşım çok fazla yazamaz oldu ve onun yanına yine sözlükten bir arkadaşım olan Berk Kalkan'a blogda yazmasını teklif ettim. O da sağ olsun, beni kırmadı. Blogu açarken hedef, tabii ki mümkün olduğunca çok insana ulaşmak ve geri dönüş almaktı. Bugün geldiğimiz noktada, bunu başardığımızı görüyorum. Mutluluk verici bir duygu tabii ki. Bu işe kalkıştığım ilk günlerde blog tutmanın hayatımdan bu kadar büyük bir zaman alacağını söyleseler herhalde inanmazdım.

Blogu bir kenara bırakırsak Tansu Gürsel neler yapar, bize kendini nasıl tanıtırsın?


Tansu Gürsel: Blog haricinde gayet sakin olmaya çalışan bir insanım :) Marmara Üniversitesi Almanca İşletme Enformatiği mezunuyum ancak bir inşaat firmasında çalışıyorum. Her ne kadar gençliğimde uzunca bir süre kulüp bazında basketbol oynamış olsam da futbol her zaman en büyük hobim oldu. Futbol hobi olunca, haliyle her Türk vatandaşı gibi futbol hakkında fikir yürütmek de kaçınılmaz oluyor. İşbu sebepten dolayı, kendi işim haricinde futbol yazmakla ilgili başka işler de yapıyorum. Mesela Eurosport Türkiye için gurbetçi futbolcularla ilgili yazılar, haberler hazırlıyorum. Eurosport için her pazartesi Gurbetçi Raporu'nu yazıyorum. Burada elit liglerden alt lig ve yaş kategorilerine kadar birçok gurbetçi futbolcunun, o hafta nasıl performanslar sergilediklerini derlemeye çalışıyorum.

Yorucu ancak zevkli bir iş. Ayrıca Yunanistan'da yayımlanan bir bahis dergisi ve derginin web sitesi için Türkiye ligi maç tahminlerini yapıp maçları yorumluyorum. Bir de televizyon programı var. Pazar günleri Bugün TV'deki Canlı Gool programına katılıp bir de oradan sesimi duyurmaya çalışıyorum. Tabii pazar günü söz konusu olunca, her hafta fırsat bulamayabiliyorsunuz. Ben her programa katılamasam da işim olmadığı sürece televizyonu ihmal etmemeye çalışıyorum.

Buradan doğru olayı futbola bağlamak gerekirse geçişi Galatasaray'la yapalım derim. Önce genel tabloya bakarak, Fatih Terim'in gelişiyle beraber kısa vadede nasıl bir Galatasaray hayal ediyordun ve şu an gelinen nokta senin hayallerinin hangi noktasında duruyor?

Tansu Gürsel: Fatih Terim her ne kadar bu ülke futbolunun en önemli başarılarının altına imzasını atmış olsa da, ben teknik direktör olarak gelmesi gereken noktaya gelemediğini düşünenlerdenim. Bunun sorumlusu olarak da yine kendisini görüyorum. Milan sonrası dönemdeki hataları, onun gelişimine çok olumsuz etkilerde bulundu ve ben de bu nedenle normalde Fatih Terim ismine pek sıcak bakmıyordum. Ancak bu sezon durum farklıydı. Fatih Terim'in Galatasaray teknik direktörlüğü için adının geçtiği ilk günden bu yana savunduğum bir şey var. Geçen seneki takım, özgüvenini neredeyse tamamen kaybetmiş, inanılmaz derecede kırılganlaşmış ve özünden sapmış bir takımdı.

İsmi Galatasaray'dı ancak gerek psikolojisi, gerekse de atmosferi bambaşka bir hal almıştı. İşte bunu değiştirebilecek olan yegane isim de Fatih Terim'di. Bana göre Fatih Terim göreve gelmeli, takıma yeniden kazanma alışkanlığını, büyük takım olma bilincini ve özgüvenini aşılamalı, takımı yeniden alışık olduğu yer olan Şampiyonlar Ligi'ne götürmeli, hiç yapmadığı şeyi yapıp yerine yeni birisini yetiştirmeli ve sözleşmesi bitince de idari bir görev almak üzere Galatasaray teknik direktörlüğünü yerine hazırladığı kişiye devretmeliydi. Şimdilik işler bu yönde ilerliyor. Eğer yönetim bazında bir kriz yaşanmazsa, sezon sonu geldiğinde yeniden büyük olmayı hatırlamış ve kazanma alışkanlığına sahip bir Galatasaray futbol takımı olacak karşımızda. Muhtemelen Şampiyonlar Ligi'nde de yer alacağız.

Artık maçlarda yenik duruma düştüğümüzde "nasıl olsa atarız bir tane" diyebiliyoruz. Bunu geçen sene kesinlikle diyemiyorduk. Eğer yerine Hasan Şaş ve Ümit Davala gibi isimlerden birini hazırlıyorsa, tam kafamdan geçtiği gibi bir dönem geçirmiş olacağız. Ki bana göre de en ideali budur.

Galatasaray'ın yakaladığı en temel doğru takım savunması ve mücadele gücü oldu. Devamında da 4-4-2 formasyonuna geçişle beraber yakalanan galibiyet serisi, iyi futbol, gollü galibiyetler derken yaşanan düşüş evresi ama yıkılmayan bir Galatasaray var. Bu inişli grafiğin asıl nedeni eksikler midir sana göre ve Eboue'nin dönüşü tüm sorunlara çare olur mu ya da eksikler çok daha mı başka?


Tansu Gürsel: Ben aslında Galatasaray'ın düşüş yaşadığını pek düşünmüyorum. Evet, seri galibiyetlerin ardından birkaç maçta puan kaybı oldu ancak bu normal işleyen bir sürecin parçasıydı bana göre. Kolay değil, üst üste 8-9 tane maç kazandı bu takım. Böyle bir seri, 96-2000 arasındaki altın dönemde bile yakalanamıyordu. Mutlaka bazı maçlarda tökezlenecekti ve bu gerçekleşti.

Önemli olan, buradan tekrar kalkabilmekti. İyi oynamaktan öte kazanmaktı. Şimdilik bu da gerçekleşmiş görünüyor. Kayıpları eksiklere bağlayabiliriz tabii ki. Eboue'yi aradı takım. Ancak sezonun ikinci yarıları her zaman ilk yarılardan daha zor geçer. Bunu da göz önüne almak lazım. İklim koşullarını da mutlaka hesaba dahil etmeliyiz. Son dönemde yaşadığımız zorlu koşullar, Galatasaray gibi top oynamak isteyen takımları bozar. Nitekim bozdu da... Ancak tabii ki hiçbir şey toz pembe değil. Takımda mutlaka eksikler var. Hakan Balta'da bir düşüş var. Sağ kanatta Emre Çolak ve Engin Baytar gibi oyuncularla idare etmeye çalışıyoruz. Forvette Sercan halen daha yapması gereken katkıyı yapamadı. Böyle birçok şey sayabiliriz.

Kazım'ın gidişiyle ilgili ne düşünüyorsun? Beklenmedik bir durumdu aslında, bir anda gidiyor dendi ve gitti. O bölgeye bir futbolcu daha bakıyorken bir anda eldekini de kaybettik. Aslında genel de bir Colin Kazım profili çizmeni istiyorum, çünkü ona sıcak bakanlar kadar çok soğuk bakanlar da var.


Tansu Gürsel: Açıkçası Kazım'ı Fenerbahçe'deyken pek de sevmezdim. Galatasaray'a transfer olduğunda da çoğunluk gibi temkinliydim. Kafamda çokça soru işareti vardı ancak önyargılı olmamaya çalıştım. Neticede Kazım yetenekli oyuncuydu ve belli bir motivasyonla faydalı olabilirdi. Blogda da benzer bir görüş paylaşmıştım hatta. Nitekim Kazım bu şekilde düşünenleri haklı çıkardı. İyi niyetle çalıştı ve düzelmek istediğini somut olarak gösterdi. Bu sezon takımda en çok eleştirilenlerden birisiydi ancak ben yine de tutuyordum Kazım'ı. Ne var ki takım içinde bir huzursuzluktan bahsediliyor kendisiyle ilgili.

Böyle bir şey varsa Kazım'dan verim alamazsınız. Son maçlarda bu durumu az çok gözlemleyebiliyorduk. Kafası biraz başka yerlerde gibiydi. Motivasyonunu kaybetmiş bir Kazım, gazı kaçmış bir kola gibi olacağı için, doğru karar onu göndermekti ve gönderildi. Keşke hırsı ve isteği diri tutulabilseydi. Galatasaray bana göre Kazım'dan daha uzun bir süre yararlanabilirdi ancak araya böyle bir soğukluk girdikten sonra işlerin düzeleceğini sanmıyorum. Tahminime göre Kazım'ın geri dönüşü olmaz. Ya Olympiakos alır ya da başka bir kulübe satılır gibi bir intiba var bende.

Shaqiri ile beklentilerin üst seviyeye çekildiği bir ara transfer döneminde Yiğit Gökoğlan ve Necati Ateş'le birlikte bu dönemi bitirdik. Bu transferlerle ilgili neler söylemek istersin?


Tansu Gürsel: Transfer konusunda Galatasaray'ın bir sıkıntı yaşadığı kesin. Sezon başında gerek Fatih Terim, gerekse de Ünal Aysal devre arası transfer döneminde alınmak üzere bir golcü futbolcuyu işaret etmişlerdi. Hatta Aysal, yakışıklı, beyaz tenli diye ayrıntı bile vermişti :) Ancak ikisinin de kastettikleri ismin Necati Ateş olduğunu sanmıyorum. Necati belli ki cepte olan bir isimdi ve son çarelerden birisiydi. Ve belki de hatta golcü alınsa bile transfer edilecekti. Buradan Necati'ye karşı olduğum anlamı çıkmasın. Ben, onun geri dönüşünü destekleyen grubun içindeyim. Türkiye liginde Necati Ateş gibi oyuncular size çok kez nefes aldırır.

Nitekim Necati de etkisini gelir gelmez gösterdi. Geride kalan iki maç itibariyle ben kendisini başarılı buldum. Yiğit konusu ise biraz daha muğlak. Yiğit Gökoğlan, çok yetenekli ancak bir o kadar da tecrübesiz ve istikrarsız bir oyuncu. Manisa'da oynadığı dönemde gece hayatıyla ilgili bazı sorunlar yaşamıştı. İstanbul'da da bu konuda başı ağrıyacaktır ancak Fatih Terim bu konuda yeterince tecrübeli. Yiğit'ten nasıl faydalanacağını muhakkak hesap etmiştir. Ben onun da kafasını futbola verebilirse Galatasaray'a yararlı olacağını düşünüyorum. Çok yönlü bir oyuncu ve yerli oyuncu rotasyonuna değer katabilecek bir isim. Bu iki transferi genel olarak yorumlayacak olursak, yönetimin aklındaki ilk isimler olmadığını net olarak söyleyebiliriz. Ancak ilk yarıdaki Galatasaray'da maç sıkıştığında kenardan bir tek Sercan Yıldırım hamlesi yapılabiliyorken, şimdi bu seçenekleri artması muhakkak ki iyi oldu.

Milan Baros sorunsalı da doğdu aslında. Necati Ateş'in dönmesiyle birlikte artık yeri garanti olmayan bir nitelikte. Ama oynadığı zamanda iş yapan, ondan daha iyisini de bulamayacağımızı düşündüğüm bir futbolcu. İstikrarlı bir golcü çünkü, bu kimliği kazandı ama sakatlıklar ve bir de bunun üstüne eklediği gereksiz kartlarla beraber ayrılık süreçleri büyüyor. Bir kesim artık Baros devri bitti derken, mesela ben Baros'un iki gol atması durumunda yine kral ilan edileceğini düşünüyorum. Sen neler söylemek istersin?

Tansu Gürsel: Bir şey nasıl başlarsa öyle gider. Ben bundan sonra Baros'un senede 30 maç oynayıp 25 gol atacak bir duruma geleceğini sanmıyorum. Ama 10 maç oynayıp 2 golde kalacak adam da değil Baros. Kesinlikle sağlam haliyle ligin en kaliteli santrforu diyebiliriz. Ancak ne var ki, sakatlık ve kart problemi onu çok kısıtlıyor. Ona göre plan yapan Galatasaray'ı da kısıtlıyor. Ben her ne kadar çok sevsem de Baros tecrübesinde bir adamın son gördüğü kırmızı kartı kabullenemem. Pozisyon gereği bir kart görse anlarım ancak burada Baros kendisini attırmak için neredeyse özel bir çaba sarfetti. Bu sebepten dolayı silinmeli de diyemiyorum çünkü senin de dediğin gibi iki gol atar, tekrar kral olur.

Burası Türkiye. Üç maç boş geçmesi halinde kuyruğuna teneke de bağlanabilir. Arada ince bir çizgi var. Kimse ne oynadığına bakmaz. Attığı ya da atamadığı gollere bakar. Peki Baros başarısız mıydı bu sezon? Bence kesinlikle başarılıydı. 17 lig maçı oynadı ve bunlarda 7 gol atıp 9 golün de pasını verdi. Çok çok yeterli bir katkı bana kalırsa. Necati gelmemiş olsaydı Baros'un eksikliğini daha da derin hissedebilirdik. Tahminime göre cezası bitince oynayıp oynamayacağı biraz da Necati'ye bağlı. Necati verimli olduğu sürece sahada olacak gibi görünüyor. Onun olmadığı yerde de Baros devreye girecek. Fatih Hoca özellikle play-off maçlarında Baros'tan faydalanacaktır. Faydalanmalıdır da aynı zamanda.

Lig için neler söylemek istersin? Şampiyonluk yarışını nasıl görüyorsun, hangi takımlar beklentini aştı, hangi takımlar hayal kırıklığı, küme düşme potası, play-off mücadelesi derken senden şöyle genel bir analiz istesem.

Tansu Gürsel: Lig uzun süredir görmediğimiz bir puan sıralamasına şahit oluyoruz bu sezon. İlk dört sırayı dört büyükler paylaşıyor. Play-off maçlarında muhtemelen bu dört takımı izleyeceğiz. Aslında play-off sisteminin getiriliş amacını da düşündüğümüzde ilk dört sırada dört büyüklerin olması pek şaşırtıcı değil. Lige genel bir bakış attığımızda özellikle Gençlerbirliği ve Sivasspor'un beklentimi aştıklarını söyleyebilirim. Tabii yalnız benim değil, pek çok kişi onların düşme hattına yakın yerlerde konumlanmasını bekliyordu ancak durum hiç de öyle olmadı. Özellikle Gençlerbirliği, transferde fazla para harcamadan, kadrosuna çok ciddi takviyeler yapmadan çok önemli yerlere geldi. Bunda Fuat Çapa'nın da payını teslim etmek lazım.

Normalde futbola bakışını ve iletişim konusunda gösterdiği çabayı takdir ettiğim bir hocadır ancak Türkiye gibi bir ülkede başarılı olabileceğini sanmıyordum. Hatta sezon başında şöyle bir tezim vardı. "Fuat Çapa gibi bir hoca Türkiye'de başarılı olamaz ancak ülkedeki tüm hocalar Fuat Çapa gibi olsa Türkiye çok daha başarılı olur" diyordum. Fuat Hoca beni yanılttı. Beklentimi aşanlar olduğu kadar altında kalanlar da var. Gaziantepspor, Samsunspor, Kayserispor ve Karabükspor'un daha iyi sonuçlar almasını beklerdim. Yine de çok şey değişir. Henüz vakit var. Bu sezon, puan sıralamasındaki değişimler açısından daha çok su kaldırır. Çünkü aralardaki puan makasları çok dar.

Oğuzhan Özyakup'un da Türkiye'yi tercih ettiğini görüyoruz. Bu açıdan zirve dönemdeyiz aslında, yurt dışındaki yetenekli gençlerin Türkiye'yi tercih ettiğini görmek güzel. Hiddink hiçbirşey yapmadıysa bile bunu başardı diyebilirim ve o yoldan şimdi de Abdullah Avcı devam ediyor. Bu yeni düzeninde nasıl bir Milli Takım beklentin var? Hiddink'le neler yanlış gitti, Abdullah Avcı ile de neler doğruya yönelebilir?


Tansu Gürsel: Hiddink konusunda ülke ikiye bölünmüş durumda aslında. Kimi hiç başarılı bulmazken kimi de suçlu olarak yine bizi seçiyor. Hiddink'in profesyonellik seviyesine çıkamadığımızı savunuyorlar. İki görüşün de haklı olduğu yanlar var. Ben, sorumluluğun daha çok Hiddink'te olduğunu düşünen taraftayım. Buraya daha fazla vakit ayırmalıydı. Maçlardan birkaç gün önce Türkiye'ye gelip, Oğuz Çetin'in seçtiği oyuncularla bu işin yürümeyeceği belliydi. Sonlara doğru ipleri eline almaya başlamıştı ki, süresi yetmedi. İş işten geçmişti. Ancak senin de dediğin gibi gurbetçi oyuncuların milli takımı tercih etmelerinde Hiddink'in büyük payı oldu.

Aslında bu bile büyük bir hizmettir bizim için. Abdullah Avcı da bu yetenekli oyuncuları tespit edip işleyebilecek bir teknik direktör. Ve tabii TFF için çalışan bir de Tolunay Kafkas var. Onun da elinde iyi bir genç/gurbetçi oyuncu portföyü olduğunu biliyoruz. Umutlu olmak için bir engel yok. Şimdi önemli olan, Oğuzhan Özyakup gibi elit takımlarda oynayan, geleceği parlak gurbetçilerin sayısını çoğaltıp onların milli takıma entegrasyonunu kısa yoldan sağlamak. Bu entegrasyon da ancak onların Türkiye'ye ve Türk insanına olan entegrasyonlarını sağlamakla mümkün olabilir. Gurbetçi futbolculara bizden biri olduklarını hissettirebilirsek, onları hiç de alışık olmadıkları abicilik hiyerarişisiyle karşı karşıya bırakmazsak bu projeden bir sonuç alabiliriz.

Neticede bugün, dünyanın en iyi birkaç takımından biri kabul edilen Real Madrid'in yatırım yaptığı ve ilerleyen dönemde faydalanmayı düşündüğü Nuri Şahin bile bu milli takıma henüz tam anlamıyla adapte olabilmiş değil. Bunu da aslında kendisi bir röportajında açıklamıştı. Nuri o röportajda idman sırasında ayağına yanlışlıkla bastığı dönemin kaptanı Hakan Şükür'den defalarca özür dilemek zorunda kaldığını anlatmıştı. Ki bu durum aslında her şeyin açıklamasını içeriyor.

Sosyal medya son dönemin bir numaralı olayı aslında, özellikle de twitter. Ben mesela twitter'a az yazıyorum diye övünüyorum ama büyük bir tiryakilik bende de var çünkü her an girip okuma isteği duyuyorum. Sen nasıl bakıyorsun bu olaya ve twitter'ın senin ve bloglar üzerindeki önemi nedir sana göre?


Tansu Gürsel: Sosyal medya hepimiz için çok önemli artık. Twitter da bunun bir parçası. Müthiş bir iletişim enstrümanı olarak görüyorum Twitter'ı. Ben biraz geç tanıştım ancak çok faydasını gördüm. Olabildiğince verimli kullanmaya çalışıyorum. Blogu açma amaçlarım arasında kitlelere ulaşmakla ilgili bir şeyler söylemiştim. Twitter, bu konuda bize çok yardımcı oluyor. Birçok şeyi ilk ağızdan öğrenebiliyorsunuz ayrıca. Ancak dikkatli kullanmak, kelimeleri doğru seçmek lazım. Çünkü inanılmaz bir linç kültürü de oluştu. İnsanımız da ne yazık ki biraz kolay galeyana gelebildiği için zaman zaman Twitter üzerinde istenmeyen şeylere şahit olabiliyoruz. Bir de blog tutma olayını olumsuz etkiliyor tabii. Twitter'dan önceki blog tutma tarzımla sonraki tarzım arasında fark olduğunu düşünüyorum. Şimdi daha kısa anlatabileceğim şeyleri tembellik edip sadece Twitter'a yazıyorum. Öyle olunca da tabii daha kısa sürede kaybolup gidiyor yazılar.

Futbol Sandığı blogunun sana neler kattığını sorsam neler söylersin ve genel olarak bloglar üzerindeki düşüncelerin neler? Hangi blogları takip ediyorsun?

Tansu Gürsel: Futbol Sandığı'nın hayatımda yol açtığı en büyük değişiklik, hiç şüphesiz ki insanlara daha kolay ulaşmak oldu. Gerek blog, gerekse de blog sayesinde yaptığım ekstra bazı şeyler aracılığıyla, düşüncelerimi daha çok insana aktarabiliyorum. Bu benim için çok kıymetli. Takip ettiğim bloglara gelince, gerçekten emek harcanmış hemen hemen tüm blogları takip etmeye çalışıyorum. Sportif Cümleler, bunların içinde önemli bir yere sahip. Ayrıca Alman futbolu için Borges, Fransız futbolu için Turkusev, İspanya için Prorroga gibi blogların yanı sıra, Divane Aşık Gibi, Sihirli Krampon, LucarelliBreitner ve şimdi ismi aklıma gelmeyen birçok blog sayfasını takip etmeye çalışıyorum.

Son olarak söylemek istediklerin neler ve Sportif Cümleler'le de ilgili düşüncelerini merak ediyoruz tabii.

Tansu Gürsel: Sportif Cümleler, benim çok değer verdiğim bir blog. Tabii ki bu düşünceleri seninle röportaj yaptığım için söylemiyorum. Gerçekten özenle vakit harcanmış, sürekli güncel tutulmaya çalışılan, kırmadan dökmeden derdini anlatmanın peşinde bir blog. Gerek tasarım, gerekse de içerik olsun, farkını belli ediyor. Bu vesileyle senin de eline sağlık demek lazım. Bana bu şekilde yer ayırdığın için de ayrıca teşekkür ederim...

1 yorum:

  1. Belli oluyor ki siz bu sohbetden büyük zevk almissiniz.Bizde Keyifle alarak okuduk elinize sağlık

    YanıtlaSil