29 Eylül 2014 Pazartesi

25 Şubat 2010, Gianluca Rocchi ve Galatasaray

Hakem konuştuğumuzu çok görmemişsinizdir, sevmiyorum hakem muhabbetlerini. Çok ekstra bir durum olmadığı sürece de değinmem, saha içerisinde kalmak isterim ama şu an yazacağım durum ekstra durumlardan biri. Çünkü Galatasaray tarihinin kırılma noktalarından biridir bana göre.

Gianluca Rocchi, meşhur Galatasaray - Atletico Madrid maçının hakemiydi. Arsenal maçına da o atanmış, o meşhur 25 Şubat 2010 tarihinden bu yana da kendisiyle karşılaşmamıştık. Şimdi kendisinin Arsenal maçına atandığını görmek, haliyle eski anıları gözler önünde getirdi.

Rijkaard'lı Galatasaray dönemi, hepimizin Total Futbol aşkıyla tutuştuğu yıllar. Barcelona'da yarattığı etkiyi Galatasaray'da görmek en doğal hakkımızdı ama bu işin Mustafa Sarp, Barış Özbek, Ayhan Akman veya Dünya Kupası yatışında olan Elano'yla olmayacağını sonradan öğrendik.

Ama o sezona yönelik akıllarda iki şey kalacaksa, birincisi Galatasaray'ın lige yaptığı müthiş başlangıç (6'da 6). İkincisi ise Avrupa Ligi gruplarında yarattığı etki. 6 maçta 4 galibiyet, 1 beraberlik ve son formalite maçında gelen mağlubiyet. Son maça liderliği garantilemiş şekilde çıkmıştık, ötesi yok. Şanssızlık ise 3. turda karşımıza Atletico Madrid'in gelmesi. Atletico Madrid, o sezon Avrupa Ligi'ni kazanmıştı.

Galatasaray ise ligin ikinci yarısına değişim içerisinde başlamış. Baros ve Kewell'ın sakatlıklarının ardından, Jo ve Giovani Dos Santos gibi isimler alınmış, Nonda gönderilmiş ve statü gereği de Jo'yu Avrupa Ligi'nde kullanamıyoruz. Bu anlamda da saçma bir transfer olduğunu yine hatırladım. O forvetsiz Galatasaray'da da Arda Turan, Keita ve Giovani Dos Santos gibi isimler değişmeli forvet oynuyorlar. Düşündüm de, biz bu yapıda ligi iyi bile bitirmişiz, o sezon Rijkaard'ın hakkını biraz olsun yedik bence.

Konuya dönersek, ilk maç Calderon'da ve Keita'nın mükemmel performansı, attığı golle de maç 1-1 bitmiş. Avantaj büyük ama Galatasaray'ın iyi oynamadığını da söyleyelim. Ali Sami Yen'de yine maç 1-1 giderken, 79. dakikada Caner Erkin'in olduğu bir pozisyon vardı. Rakip oyuncu topu yerde engelledi, bunu herkes gördü, hadi hakem görmedi diyelim, o sezon yeni uygulanan kale arkasında olan hakem de görmedi. Gözü önünde üstelik. 

O gün 6. hakem mevzusuna olan olmayan inancımı da yitirdim. O penaltıyı görmeyecekse o hakemin işi ne, neden orada ya da ne işe yarıyor. Bu soruyu yıllar boyunca kendime sordum, henüz bir cevap veremedim. Cevabı bulanlar yorum bölümüne yazabilirler.

Caner Erkin de verilmeyen penaltının gazıyla birer dakika arayla ikinci sarı karttan kırmızı kart yedi, akabinde 89. dakikada golü de yedik ve 2-1'le turu kaybettik. Sonra o Atletico Madrid gitti kupayı kazandı, Caner Erkin sezon sonunda Fenerbahçe'ye gitti, şimdilerde ise o gün sol bek oynadığı için eleştirilen adam, bugün en iyi sol beklerden biri oldu. Rijkaard desek belki o gün bir devrim yaratacakken bugün nerede bilmiyorum bile. Yıllar içerisinde Atletico Madrid'le de dostluk ilişkileri ilerledi, karşılıklı futbolcu transferlerini gördük, bugün Arda Turan orada aldı yürüdü.

En üzüldüğüm nokta ise, Leo Franco'nun Galatasaray kariyerinde tek iyi oynadığı maçlar da Atletico Madrid serisiydi, adamın başka iyi maçı da yok, performansına yazık oldu..

27 Eylül 2014 Cumartesi

Chedjou'yu Hepimiz Yeni Tanıyoruz


Chedjou konusu, bu sezon konuşulması gereken bir numaralı konudur. Bu yüzden de maç yazısı içerisinde değil de, ayrı olarak değinmek istedim. Onun bu yükselişi konuşulması gerekiyor, şu an performasıyla tartışmasız şekilde takımın bir numarası. 

Fedakar futbolcuyu seviyorum, Chedjou'nun duran toplarda ileri çıkıp attığı goller bir yana, Anderlecht maçında olduğu gibi ya da Sivasspor karşılaşmasının son bölümünde ileri çıkıp, kanattan yaptığı asist denemesi fedakarlıktır. İşin savunmak, bu tekniği de ortalama bir stopere göre büyük ekstrası belki ama fedakar futbolcu, işin hücum tarafında da ben buradayım diyor. Bu da kötü başlayan sezon içerisinde Galatasaray'ın fark yaratabildiği durumlardan biri oldu.

Geçen sezonun hayal kırıklıkları oylamasında birinci sırada yer alabilecek bu adamın, bu sezon gösterdiği bu yükseliş gerçekten inanılmaz. Büyük beklentilerle geldi, tarzı itibariyle de "uzun" yeni Popescu listemizin üyelerinden biriydi ama hem yaşadığı sakatlıklar, yabancı kontenjanı, uyum sorunu derken Chedjou'yu geçtiğimiz sezonun sonlarına doğru izlemeye başlamıştık. O sezonda bile, duran toplarda ileri çıkıp attığı kritik goller vardır, Chelsea maçı gibi. Fenerbahçe yıllarca Lugano'dan bu anlamda çok ekstra goller kazandı, belki bu anlamda bir Lugano değil ama Galatasaray'ın son döneminde de gol sayısı iyi olan bir stoperi olmamıştı.

Bu sezon başlarken de, 5+3 sarmalında neredeyse hepimizin kulübede düşündüğü bir isimdi. 5+3'ü de geçin, Balanta hayalleriyle yaşadık. Balanta potansiyel bir stoper olabilir ama Chedjou varken yeni bir yabancı stoper hamlesinin gereksik olduğunu hep söyledim, ayrıca yeni bir yabancı stoperin yeni bir kumar olacağını da. Bunu da Chedjou'nun futbolu kanıtladı. Sezon ilerliyor, Pandev ve Dzemaili gibi yeni yabancılar da geldi ama 5 yabancılı 11 kuralına rağmen Muslera'nın ardından ilk yazacağınız yabancı bugün Chedjou'dur.

Sivasspor karşısında attığı golün ardından Erkan Koyuncu'ya selamı ise onun ne kadar "adam" olduğunu bizlere göstermiştir. Çok karakterli, güzel bir futbolcu. 2. sezonu belki ama hepimiz yeni yeni tanıyoruz diyebilirim Chedjou'yu...

26 Eylül 2014 Cuma

Galatasaray 2-1 Sivasspor, Tribün Gibi Tribün


Passolig'in yansımaları, geçen sezon 40 bin ortalamayla oynayan bir takım 10 bin kişiye oynayabiliyor ama bir detay var. Galatasaray tribünlerini sezon başından bu yana konuşuyoruz, takımı ne kadar olumsuz etkileyebileceklerini. Belki bugün tribünler boştu ama mevcut taraftar kitlesi de doğru bir taraftardı, takımını öne taşıyan, Galatasaray'ın ihtiyaç duyduğu. Zamanla bu tribünler dolar mı bilmem ama bu 10 bin kişi gelecek adına doğruyu hepimize gösterdi.

Maça geçersek, Prandelli denemeye devam ediyor. Futbolcu tercihlerinde de, sistem arayışlarında da. Hala doğruyu bulamadı, deneye deneye bulacak belki ama bu süreçte kaybedilebilecek puanların lig maratonunda sıkıntı yaşatması muhtemel. Mancini döneminde de bunu yaşadık, Prandelli döneminde de yaşıyoruz. Sezon başında ciddi hazırlık maçı yapmamanın ya da az sayıda maç oynamanın faturası da olabilir bu, Prandelli eleştirilecekse öncelikle bu noktada eleştirilebilir.

Prandelli, sezon başında bu sezon dörtlü savunmayla oynayacaklarının kesin olduğunu söylemişti ama Sivasspor karşısında 3-5-2'yi izledik. Bir anlamda İtalya Milli Takım'ından sonra sandığa kaldırdığı sistemine geri döndü de diyebiliriz. 3-5-2 keyifli sistemdir, doğru uygulanması durumunda bundan zevk alırsınız ama Galatasaray açısından riskli bir sistem, uzun vadede götürdükleri de olabilir. 3-5-2 için çok da uygun bir kadro yapımız olduğuna inanmıyorum.

Sivasspor hücumu seven bir takım, bu maçta da hücum oynadılar. İlk yarı maçta 2-0 da öne geçebilirlerdi, 2-2 de bitebilirdi ilk yarı ya da ikinci yarıda yakaladıkları ivmeyle maçı da çevirebilirdi. Savunma anlamında, özellikle de her hızlı yakalandığında iflas etmeye yakın bir Galatasaray izledik. 

Ama maçın hareketini yapan isim de Prandelli ve kattığı bu artı saha içerisinde gördüğümüz birçok eskiden çok daha değerli. Sneijder'i bu pozisyonda oynatmak için almadık elbet, belki uzun vadede daha farklı sonuçlar ortaya çıkacak ama kötü durumda yaptığı bu yeniliğin takımı özellikle de hücum anlamında yukarıya taşıdığını düşünüyorum. Orta sahanın en gerisinde oynayan isim Sneijder'di bugün ve takımın oyun kurması, olumlu pas atabilmek ve Selçuk İnan'u yükseltmek açısından çok değerli bir hamleydi.

Sneijder'in böylelikle oyun içerisinde daha çok kaldığını düşünüyorum, çok daha fazla topla haşır neşir oldu, bu da hücumda daha pozitif bir Galatasaray yarattı. Orta sahada veya hücumda top alan isimler geriye dönmek zorunda kaldıklarında döndükleri isim Sneijder'di ve böylelikle hücum tıkanmadı, daha düzenli bir yapı izlediğimizi düşünüyorum. Selçuk İnan'ın da pas istatistiği oldukça iyiydi ve Dzemaili'nin de yükselmesi durumunda bu orta saha yapısı Galatasaray açısından çok değerli.

Prandelli'yi eleştirdiğim diğer nokta, maç 2-0 gidiyorken Bruma'nın ortamı doğmuştu ama onu oyuna almadı. Bulduğu boşlukları iyi değerlendiremedi Galatasaray, hızlı çıktığında etkili olamadı. Sivasspor fazlasıyla risk almıştı ve oyun tempo kazandığında Bruma ile işi bitirebilirdi. Maç 2-1 olduğunda ise Hamit Altıntop'un oyuna girmesi oldukça değerliydi. Yekta Kurtuluş takım her hızlı hücuma çıktığında hücumda kaldı ve geri dönemedi. Yediğimiz kontralarda Sivasspor'un boşlukları bu kadar rahat bulması biraz da bu yüzden, Hamit Altıntop son 15 dakikada Galatasaray orta sahasına akıl katmıştır, keşke daha fazla oynayabilse. Fark yaratacağına inanıyorum.

Chedjou'nun yükseliğini konuşabiliriz ya da Olcan Adın faktörünü. Olcan Adın da fazlasıyla katkılı oldu, onun saha içerisinde gezgin yapısı Burak Yılmaz'ı da oldukça rahatlattı ve ayrıca Burak Yılmaz'ın sadece bir kez ofsayta düştüğünü görüyoruz, bu da önemli bir gelişme. Hücumda daha kontrollü olabilirsek ve biraz daha organizasyon kurabilirsek fark yaratıp, bu tip maçları kopartabileceğiz ama 3-5-2 ne kadar tutacak, bunu Prandelli'nin düşündüğünü ne kadar yapabileceği belirleyecek.

Maç içerisinde, Olcan Adın sol bek oynasa, Hamit Altıntop sağlıklı dönse ve Dzemaili'nin yerinde kullansak, Bruma'yı da Burak Yılmaz'ın yanına atsak diye düşündüm. Veysel Sarı'dan verim alamıyoruz, sol tarafta Hakan Balta'yı yazdığımızda da bu kanat bekli sistemde verimli olması imkansız, Cicinho ikinci yarıda otoban yaptı orayı, ayrıca hücum bakımından da fayda gösteremedi Hakan Balta. Yenilen golün başlangıcında yaptığı hata cabası. Olcan Adın'dan iyi bir sol bek yaratılabilirdi ama burada oynamak isteyeceğini hiç düşünmediğim gibi, Hamit Altıntop'un da sağlıklı kalmasının bir garantisi yok.

Pandev'in yokluğunu da sorgulamak lazım aslında, 18'de bile yoktu. Topu hücumda tutmak gerektiğimizde ve kapalı savunmalara karşı hızlı hücumlarda zorlandığımızda fazlasıyla iş yapabilecek bir isim ama hala hazır olmaması şaşırtıcı bir nokta. Dzemaili geldiğinin ertesi formayı kaptı ama Pandev'i hala doğru dürüst izleyemedik.

İşin özü, Galatasaray daha iyi olur, zaman vermek gerekiyor. Prandelli zaman verilmek için değen bir hoca, 3 haftada silip atmanın kimseye bir faydası yoktu. Lig yeni başladı, uzun ve bu sezonun yapısı da şampiyonluk puan barajının aşağısında kalacağını gösteriyor. Puan kayıpları sık yaşanacak..

25 Eylül 2014 Perşembe

Galatasaray İçin; Ünal Aysal

Daha önce de yazdım, yine yazıyorum. Benim bu konuda safım belli, Ünal Aysal'ın devam etmesini istiyorum. İşin ekonomik boyutuncan çok anlamam, ben işin sportif başarı tarafındayım ve bu konuda da Ünal Aysal'ın çok başarılı olduğunu görüyoruz. Sanırım yaptığı en büyük icraat, işi sadece futboldan çıkarıp diğer branşlara da yayabilmesi ve Galatasaray'a tekrar spor kulübü olduğunu hatırlatabilmesidir.

Futbol tarafına indiğimizde, her sezon Şampiyonlar Ligi oynayan, Sneijder, Drogba, Mancini veya Prandelli misali hamleler yapabilen bir yapı var. Göreve geldiğinde Galatasaray'ın konumunu hatırlayın ve şu an geldiği noktayı. Burada konuyu Fatih Terim'e bağlayanlar da olacaktır ama Ünal Aysal'ın Fatih Terim'i takımın başına getirmesi ne kadar doğru kararsa, onu takımdan göndermesi çok daha doğru karardır. Dün Ünal Aysal'ın bu konuda açıklamalarını dinledik ve karşı taraftan aski yönde de bir açıklama gelmedi. Bu anlamda da Ünal Aysal'a fazlasıyla hak veriyorum.

Ortada yaratılmış bir vizyon, tekrar hatırlanan bir Galatasaray markası var. Bunu da başaran isim benim gözümde Ünal Aysal'dır. Elbette yanlışlar var, bunlar da konuşulur ama doğru ve yanlışları teraziye koyduğumuzda doğrular çok daha ağır basıyor ve Ünal Aysal'ın devam etmesini çok istiyorum ama bunun da çok zor olduğunu görüyoruz. Büyük ihtimalle geri dönmeyecektir, umarım ısrarlar fikrini değiştirir ve daha güçlü bir yönetimle, daha güçlü bir yapı kurulur.

Üzüldüğüm konu ise dün Ünal Aysal'a başkan ol, bizi kurtar diyenlerin bugün Ünal Aysal'ın başkanlığını yıkmak istemesi ve dün olduğu gibi Alp Yalman'ın etrafında toplanmalarıdır. Alp Yalman'ı severim, akil adamdır, beyfendi bir kişiliktir ama ortam savaş ortamı, bu savaş ortamını da Alp Yalman'ın duruşu itibariyle yürütebileceğini sanmıyorum. 

Bu yüzden de Galatasaray için Ünal Aysal diyorum..

24 Eylül 2014 Çarşamba

Galatasaray Liv Hospital 2014-2015


Galatasaray'ın Euroleague günü yapıldı ve Galatasaray Store'nin üretiminde olan formalardan biri de gün yüzüne çıkmış oldu. Bu formanın anlamı, efsane ismimiz Dawkins'li yılların forması olması. Futbolda üç parçalı misali, basketbolda da bir nostalji harekatı var. Fotoğrafta Jawai'nin instagram hesabından..

22 Eylül 2014 Pazartesi

Bir Futbolcu Söyleyin, Gol Sevinci Attığı Golden Güzel Olan


Son yıllara baktığımızda, reyis sıfatında anabileceğimiz futbolcuların geneli yabancı isimlerden oluşuyor. Yabancı kontenjanı, yerli ağırlığı diyoruz ama takımını kayıtsız şartsız sahiplenen, yenilgiye isyan edebilen, beraberinde liderlik vasıflarını getirebilen isimlerin geneli yabancı. Kewell, Elmander, Ujfalusi, Baros diye uzatabilirim bu listeyi. Bu tablo da aslında bugünün Galatasaray'ında olayın özeti.

Bugün Harry Kewell'ın doğumgünü olduğundan, büyük üstadı analım, biraz nostalji yapalım istedim. Kewell'ın benim için önemi büyük, Kewell kadar inandığım, güvendiğim, sevdiğim futbolcu sayısı çok azdır. Bu adamın Galatasaray forması giymiş olması, iyisiyle kötüsüyle üç sezon geçirmiş olması benim için ayrı bir gurur kaynağı. Kewell söz konusu olduğunda objektif veya gerçekçi olamam, bunu da beni takip edenler bilirler.


Bir futbolcu söyleyin ki gol sevinci attığı golü gölgelesin. Beşiktaş deplasmanında attığı güzel golün ardından o sevinci attığı golü fazlasıyla gölgelemişti ve hala da ezberimizdedir. Unutamam o anı ve Kewell & Galatasaray denildiğinde bu tip unutulmayacak anlar fazlasıyla vardır.

İşin taktik boyutuna da inebiliriz. Galatasaray formasıyla 91 maç 34 gol ve 18 asist. Yanıp tutuşuyoruz ya, kanatlar neden gol atamıyor diye, Kewell'dan bu yana gelen bir sorun bu. Kewell bu anlamda müthiş bir kanat oyuncusuydu. Skibbe'nin 4-2-3-1'in de sağ kanatta oynadı mesela, sol kanat oyuncusu olmasına rağmen ya da Rijkaard döneminde Baros'un sakatlığı sonrası forvet oynadı. O sezonun ilk yarısına baktığımızda da ligin en iyisiydi, taa ki o da sakatlanana kadar. Belki alışık olduğu ama kendisine ters gelecek pozisyonlarda da oynamasına rağmen işini müthiş yapmıştır. 

Şanssızlık noktası ise yaşadığı sakatlıklardı, maalesef kariyeri boyunca bunlarla uğraştı. Müthiş Liverpool kariyerini de bitiren bu durumdur, daha ötesi de olabilirdi onun için. Gerçi bir futbolcunun ulaşabileceği en yüksek noktaları da gördü (Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu gibi) ama daha farklı noktalarda olabilirdi, olmadı. Belki de olmaması onu Galatasaray'a taşıdı, bu açıdan da bakmak lazım ama Galatasaray formasıyla da bu sakatlık hadiseleriyle çok uğraştı. Yine de herkesin bitti dediği anda yeniden ortaya çıktığı, sahne aldığı forma da Galatasaray oldu, bu anlamda Kewell için Galatasaray çok değerli.



Diyorum ya, lider vasıf diye, işte bunun en büyük örneği de Hamburg maçlarıydı. Meira satılmış, elde sağlam stoper olarak Emre Aşık kalmış, Hakan Balta stopere çekilmiş ve Hamburg maçları da sezonun en önemli maçları. Hamburg'u geçsek, Avrupa Ligi'nde alıp yürüyeceğiz. Bir de işin Bülent Korkmaz boyutu var, kendisi büyük Galatasaray efsanesidir ama o dönem için yeni bir teknik direktördü ve bir anda ateşten gömleği giydi. İşte o an, Kewell bu noktada devreye giriyor ve teknik direktörüne "altyapılarda stoper oynadım, oynayabilirim" diyor. Bu sorumluluğu kaç futbolcu alır. Kewell'ın stoper oynaması doğrudur, yanlıştır bunu tartışırız ama burada asıl konuşulacak nokta Kewell'ın aldığı bu sorumluluk, gerçekten çok büyük olaydır bu.

Galatasaray'ın iyi olmadığı dönemlere denk geldi belki ama yaşattığı üç sezonla da herkesin unutmayacağı bir futbolcu oldu. Bugün kendisini anıyoruz, yarın da anacağız, sonrasında da. Belki günün birinde Galatasaray'la yolları da kesişir, bilinmez. Türkiye'de futbol Galatasaray'a karşı oynanan bir oyundur diyen, bugün twitter'da kendisini takip ettiğimizde hala Galatasaray için ölüp biten, bizleri takip eden, unutmayan gerçek bir değer olduğunu düşünüyorum..

20 Eylül 2014 Cumartesi

Yaratılan Bu Algı Galatasaray'ı Zaten Başarılı Kılmaz


Her kötü sonucun ardından yaratılan bir Fatih Terim algısı var ve bu algının yaratılmasında da çaba gösteren herkesin Galatasaray'ı tanımadığını düşünüyorum. Galatasaray, Fatih Terim'e mecbur gibi bir hava yaratılıyor ve bizim yanlışlarımız saha içerisinden çok saha dışında. Galatasaray sadece saha içerisinde savaşmıyor diyordum ve arttırarak, Galatasaray kendi içerisinde de savaşıyor diyorum. Keşke saha içerisinde kalabilsek, o zaman yanlışlar biraz daha kolay düzeltilebilirdi.

Herkes Prandelli'ye takılı kalmış durumda. Ligin henüz başı olmasına rağmen, futbol olarak umut vermediğimiz doğrudur, yapılan yanlışlar, özellikle de formayı hak etmeyen bazı isimler üzerinde durulan ısrarlarla Prandelli'yi ben de eleştirebilirim ama iş Prandelli'yi bitirme noktasından, onun futbolu bilmediğine kadar çok derin bir boşluğa doğru yöneltiyor. Klasik Türkiye eleştirileri bir anlamda ama Galatasaray'ın kendi içerisinde yaşadığı kavga henüz 3. haftadan havluyu atmaya çok yaklaştı.

Çare Lucescu'lardan, Mustafa Denizli'ye, Fatih Terim'cilere kadar uzayan bir liste. Mancini takımın başında kalmalıydı diyenlerin sayısı az ama onlar da var. Unutulan nokta ise Bursaspor galibiyetinin ardından baba figürü çizilen Prandelli'nin nasıl oldu da üç kötü sonuçla bu noktaya getirildiği. Galatasaray kendi içerisinde savaşmaya devam etsin, gerçekten başka düşmana ihtiyaç yok.

Gelelim maça, kötü oynadı Galatasaray açık ve net. Topa sahip, ilk yarıda kanatlardan sağlı sollu gelen, hücumda kalmayı da başaran ama pozisyon üretemeyen bir yapı. Karambol toplar hariç, bir tane organize atağımız, Sneijder'in ceza sahası içerisinden bir şutu dışında şu gol de nasıl kaçar dediğimiz bir pozisyonumuz yok. Özetlerden biri bu, hücum planı yok Galatasaray'ın.

Özetlerden ikincisi ise son 15 dakika Emre Çolak'ın sol bek oynaması. Bu da Galatasaray'ın bir planı olmadığının göstergesidir, panik halde, ne yaptığını bilmeyen, her futbolcudan solo performanslar bekleyen ve takım olmanın çok uzağında kalan bir Galatasaray. Kaçımız ikinci yarıya girerken bu maçın çevrilebileceğine inandı, yoksa 2-0'lardan çok maçlar çevirmiştir Galatasaray. Geçen sezon Bursaspor deplasmanını hatırlayın en kötü, 2-0'dan 5-2. Yeter ki o ruh, inanmışlık olsun ama takım kaptanının kafa olarak bittiği, Melo dışında isyan bayrağını açar diye inandığımız bir futbolcunun dahi olmadığı bir takımda da bunu beklemek ne kadar gerçekçi?

Yasin Öztekin'in sağ bek oynaması gibi durumlar konuşulacak son konu bence, denenebilir bu tip maçlarda. Tutar tutmaz bilinez ama farklılık denersin. Sol bek sorunu yaşarken Riera'yı sol bek kazanman gibi, kumardır bu ama girersin, Prandelli de girdi.

Pozitif düşünmeye çalışıyorum ama pozitif nokta çok fazla yok. İlk yarıda takıldım ben. 20 küsür orta yaptık, rakibin tek ortası yokken. Sanki Drogba hala takımda gibi ya da iyi bir pivot santrafor varmış misali. Burak Yılmaz'ı böyle kullanamazsın. Zaten tek santrafor olarak kullanamazsın ama kanat ortalarda ondan kafa golü beklemek Burak Yılmaz'ı tanımıyorum demektir. Böyle oynanacaksa Umut Bulut 11 başlasın, daha faydalı olur.

Bruma değişikliği de hatalı mesela, takımın Sneijder'le birlikte çabalayan iki isminden biriydi ve onun oyundan çıkması Galatasaray'ın zaten az olan hareketliliğini bitirdi. İkinci yarıya hemen 2 değişikle başlamamak diğer hata, bu da olmayan heyecanı daha da öldürdü. Bunun gibi tonla hata sayabilirim ve fatura elbette Prandelli'nin ama zaman tanımadan, yaratılan bu algı Galatasaray'ı zaten başarılı kılmaz. 

Futbol şans oyunu da, Balıkesirspor haddini bilerek, güzel iş yaptı. Defansta kalıp, Alanzinho'nun atacağı toplarla Sercan Yıldırım ve Gökhan Ünal'la birer pozisyona girdi, 2-0'ı buldu. Hızlı hücumlar onlar adına silahtı, iyi kullandılar. Sercan Yıldırım yıllar sonra gol atmayı geçtim, iyi bir maç çıkardı bu sayede. İki gol de seken top belki, bunun dışında Muslera'yı da görmemiş olabiliriz ama bunu futbol şansından öte akıllı oynamaya bağlarım. Galatasaray bir tane pozisyona girmedi, bu da konuşulmalı ve Balıkesirspor tebrik edilmeli.

Orta sahası kötü bu takımın, üçüncü özet bu. Melo da olmayınca daha da bitiyor. Selçuk İnan'ın ahlarda olduğunu, vahlara gelmesinin an meselesi olduğunu görüyoruz. Dzemaili de ortada yok derken, Yekta Kurtuluş'a kalıyor topla dikine çıkıp, pas organizasyonu denemek. Prandelli'nin de en büyük yanlışı buradan gelmekte, bazı gereksiz ısrarlar.

Olcan Adın gibi bir ismin bu takımda olması gerektiğini düşünüyorum, bu konuyu daha uzun konuşuruz. İşin özü, iş taraftarda bitiyor, bu algıyı onlar dağıtacak..

Ronaldinho & Neymar


David Beckham & Zlatan Ibrahimoviç


Sağ Bek Yasin Öztekin?

 
Galatasaray'ın 11'ini maç sabahı öğrenmenin sıkıntılı bir durum olduğunu düşünüyorum. Teknik ekibin bu yönde bir tasarrufu olduğunu düşünmüyorum, eskiden Fatih Terim şov niyetine bir gün öncesinden bazı maçlar öncesinde 11'ini açıklardı ama bu daha farklı bir durum. Köstebek, sızma gibi tabirler de kullanmak istemem ama aşılması gereken bir sorun olduğunu düşünüyorum.

Yansıyan Galatasaray 11'ine baktığımızda Muslera - Yasin Öztekin, Chedjou, Semih Kaya, Tarık Çamdal - Yekta, Dzemaili, Selçuk İnan - Bruma, Burak ve Sneijder'i görüyoruz. Prandelli, 4-3-1-2 dediğimiz formasyonuna devam ediyor ve burada konuşulacak iki durum, Selçuk İnan ısrarı ve sürpriz diyebileceğim sağ bek Yasin Öztekin tercihi.

Zamanında, Kalli de yoklukta Hasan Şaş'ı sağ bek oynatmıştı. Ya da, Fatih Terim'in Kazım Kazım'ı Eskişehirspor deplasmanında oyuna sağ bek olarak soktuğunu hatırlarım. Yiğit Gökoğlan'ı da sağ bek oynatma düşüncesiyle transfer ettiğini biliyorum ayrıca ama bunu hiç denemedi. Bu anlamda Yasin Öztekin'in sağ bek oynatılma düşüncesi de bana ilginç geldi ama denemeye değer.

Yasin Öztekin'in Dortmund altyapısında sağ ve sol beklerde de oynadığını duydum. Ne derece katkı vermiştir, verebilir bilinmez ama Prandelli'nin böyle bir tasarrufu olmuş anlaşılan. Mancini de yeni şeyler denemeyi severdi, bu yönde kazanımları da olmuştu. Semih Kaya'dan sağ bek, Sabri Sarıoğlu'ndan sol bek çıkarabilmişti. Prandelli neden Semih Kaya'yı sağ bekte de düşünmez, Koray Günter stoper ihtimalleri arasına neden hiç yanılmaz bilemiyorum ama bu akşam Yasin Öztekin'i sağ bekte izleyeceğiz, umarım başarılı olur.

Olcan Adın ve Telles tercihlerini de konuşmak lazım aslında. Olcan Adın'ın da sağ ve sol beklerde oynamışlığı vardır, alışık olduğu pozisyonlar ama Olcan Adın değerlendirilmediği gibi, kamp kadrosuna dahil alınmaz oldu. Hepimizin umut beslediği, çok sevindiği bir transferdi ve son döneme de baktığımızda damga vurmuş yerlilerden biri olduğunu düşünüyorum ama Prandelli neden böyle bir karar aldı bilinmez. Telles tercihini anlayabiliyorum, hiç gelişme gösteremedi ve geriye gidiyor ama Olcan Adın kullanılmalı diye düşünüyorum. Teknik direktör belli olmadan transfer yapmanın bir anlamda zararları aslında, bu ihtimali de düşünmek lazım.

19 Eylül 2014 Cuma

Veteran Lig "Hindistan", Son Yolcu Elano


Hindistan Ligi ilginç bir hal almaya başladı. Eski efsanelerin günümüzde oynadığı maçları da severiz, "vay be şu adam neydi" demeyi severiz. Hindistan Ligi'nin de geldiği konum bu, tam anlamıyla bir veteran lig olma yolundalar ve bu tarzın da seveni çok. Alessandro Del Piero, Marco Materazzi, Fransız Nicolas Anelka, David Trezeguet ve Robert Pires, Luis Garcia, Joan Capdevila, Sergio Contreras Pardo, Freddie Ljungberg, James Keene ve David James gibi isimler bu ligde boy gösterecekler, daha da gelecekler var.

Son olarak Elano Blumer'in de Hindistan Ligi'ne gittiğini görüyoruz. Katar, Çin, ABD gibi ülkelere müthiş bir alternatif olmuş durumdalar. Elano'nun gidişini böyle açıklayabiliriz, çünkü Elano 33 yaşında olan bir futbolcu ve Hindistan'a giden futbolcuların yaş ortalamasına baktığımızda 33 yaş aslında o kadar da büyük bir yaş değil.

Elano özeline inersek, olmamış, olamamış bir futbolcu olduğunu görüyoruz. Lucescu'nun Shakhtar'a getirdiği Brezilyalıların çoğu tutan, devamında yıldız olan isimler. O havuzu çok iyi kullanıyor ve bu anlamda da büyük paralar da harcıyorlar. Elano'yu da böyle almışlardı ama tutmamıştı. Shakhtar'dan sonra gelen Manchester City kariyeri de Elano adına bir fırsattı ama olmadı. 

Avrupa'da son durak olan Galatasaray kariyerinin de bir fırsat olduğunu düşünürken, önce 2010 Dünya Kupası yatışı, sonrasında da Galatasaray'ın içinde bulunduğu kötü hal neticesinde Misimovic, Elano gibi isimlerin aslında bir hiç uğruna gittiklerini düşünüyorum. Elano'nun çok başarısız olduğunu düşünmeme rağmen.

2010 Dünya Kupası'nı hatırladım da, Elano iyi maçlar oynasın, piyasa yapsın diye Brezilya'yı tutuyordum. Elano da iyi başlamıştı kupaya, tam piyasa yaptı derken yaşadığı sakatlık onu geriye götürdü ve o sezonun ortasında ülkesine döndü. Neymar'lı Santos'da da Elano'yu izlemek zevkti aslında, güzel işler yaptılar ama yaş 33'lere geldiğinde de para kazanmak bazı futbolcular için biraz daha ön plana çıkıyor ve Elano da bu yolun yolcularından..

18 Eylül 2014 Perşembe

Galatasaray Markasını Tekrar Hatırlamamız Ünal Aysal Sayesindedir

 
Tam emin olmamakla birlikte, ilk kez Ünal Aysal için bir yazı yazıyorum. 2011 Mayıs'ında başkan olmasına rağmen 3 yıl sonra böyle bir yazı yazma gereği duyuyorum, o geçen üç yılda da gelen büyük başarıların farkındalığıyla.

Özhan Canaydın ve Adnan Polat dönemlerinin oldukça başarısız olduğunu ve Galatasaray'ın dip yaptığını benim gibi herkes düşünüyordur. Özhan Canaydın, büyük bir karakter ve çok güzel bir insandır (bu anlamda da asla unutulmayacak) ama onun dönemi başarısız bir dönemdi. Kurtarıcı mahiyetiyle gelen Adnan Polat döneminde ise ortaya konulan içi boş vizyonun yarattığı başarısızlık Galatasaray'ı dip noktaya çekmiştir ve en acı tarafı da Galatasaray belki de hiçbir dönemde o kadar pasif bir görüntü çizmemişti. Bu saha içerisinde oynanan futbol değildir, saha dışarısında Galatasaray'ı düşürdüğü konumla alakalı.

Ünal Aysal dönemi ise bu dip noktadan yeniden başarıya ulaşılan dönemdir. Sadece futbol da değil, basketbol ve diğer branşlarla da birlikte yeniden spor kulübü olduğunu hatırlayan, başarıya odaklanan, daha önemlisi Avrupa kimliğini hatırlayan ve pasif görüntüden kurtaran bir dönem. 

İşin maddi boyutu tartışılır, maddi kısımdan pek anlamam ama ben başarı için geldim diyen ve başarılı olan bir başkan var ortada. Galatasaray'a büyük bir vizyon katmıştır ve bu vizyonun etrafında da yapılan önemli hamlelerle birlikte Galatasaray'ın geldiği noktayı görüyoruz. Tek tek gerçekleşen başarıları yazmama bile gerek yok, görmesini bilen herkes bunun farkındadır.

Fatih Terim üzerinden Ünal Aysal'ın üzerine gidildiğini görüyoruz. Fatih Terim için ilk teknik direktörümüz demesi bence de yanlıştır ama konuşulması gereken konu o değildir. Fatih Terim ismi üzerinden bir gruplaşmaya gidildiğini görüyoruz, Ünal Aysal'cılar ve Fatih Terim'ciler gibisinden. Bu kongre için de değil taraftarlar açısından da geçerli.

Bu tip gruplaşmalar Galatasaray'a zarar verir. Ortada illa bir grup varsa ben Ünal Aysal'ın tarafındayım ama herkesin görmesi gereken şu, Fatih Terim dönemi iyisiyle kötüsüyle bitti. İyi anmak isteyene de kötü anmak isteyene de saygım var (Galatasaray'dan ayrılık süreci ve sonrasında Fatih Terim'i fazlasıyla hatalı ve yanlış buluyorum) ve bu dönem Ünal Aysal'ın dönemi. Geçmişe takılı kalmanın kimseye faydası yok, camiaya da olmayacağı gibi. 

Ünal Aysal'ın başkanlıktan ayrılması Galatasaray'ı en az 10 yıl geriye götürür diye düşünüyorum. Zirve yapmış bir yapı mevcut ve gelen ismin bu vizyonu kaldıramayacağını düşünüyorum. Derin bir Galatasaray var mıdır bilinmez ama Ünal Aysal'ın karşısına çıkacak isim de kimler tarafından çıkarılır az çok biliniyor, muhalif isimler malumunuz.

Elbette Ünal Aysal'ın da hataları olmuştur, en büyük hatası da yönetimini yenileyip bu mevcut yönetimle çalışması. Bu açıdan da mevcut yönetimi yenilemesi, seçime gitmesi ve yeniden başkan seçilip daha güçlü şekilde koltuğuna oturması gerektiğini düşünüyorum.

Galatasaray'ın gelmiş olduğu noktadan ben memnunum. Her sezon Şampiyonlar Ligi'nde oynayan, 3 senede 2 kere şampiyon olmuş, yıllar sonra erkekler basketbolda şampiyon olmuş, Euroleague'de her sezon oynamaya başlamış, kadınlar basketbolda Euroleague şampiyonu olmuş, yıllar sonra lig şampiyonluğuna uzamış, almadık kupa bırakmamış, Galatasaray markasını bizlere tekrar hatırlatmış. Ünal Aysal çok büyük, efsane bir başkandır..

17 Eylül 2014 Çarşamba

Şampiyonlar Ligi'nde 16 maç 9 Gol


Sürekli olumsuzu görmeyelim, bazı olumlu istatistikler de var. Şu an Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi'nde en golcü futbolcusu 13 golle Hakan Şükür ve Burak Yılmaz'ın dün attığı golle birlikte 9 gole ulaştığını söyleyelim. Üçüncü sırada da 6 golle Mario Jardel var ve Jardel'in bunu sadece bir sezonda yaptığını görüyoruz ama o farklı bir mevzu.

Selçuk İnan özelinde olduğu gibi Burak Yılmaz da eleştirilerin odak noktası durumunda. Performansı onun da iyi seviyede değil ama Burak Yılmaz'ı Selçuk İnan'dan ayıran bir özellik varsa, Burak Yılmaz her dönem eleştirildi, en iyi olduğu günler de bile beğenmeyeni vardı. Çok tepki yedi ama o formasını bırakmadı mesela, aksine oynamaya devam etti, Galatasaray'ı da en iyi yaşayan isimlerden biri olduğunu düşünüyorum. 

Karakter farklılıkları, Selçuk İnan belki en iyi arkadaşı ama aslında ondan çok farklı bir karakter yapısına sahip. Ayrıca Burak Yılmaz'a da maç içerisinde tepki göstermek onu daha iyi yapmayacak ya da Galatasaray'ı daha iyi noktaya taşımayacak.

Selçuk İnan'ın düşüşü kafaca bir durum, Selçuk İnan'ın dinlendirilmesi, kendini dinlemesi şart. Burak Yılmaz'ın düşüşü ise tamamen sistem, taktik gibi konularla alakalı. Tek forvet olarak Umut Bulut, Burak Yılmaz'dan daha etkili mesela, yapısı buna müsait. Burak Yılmaz tek forvet oynayamaz, onu kanat forvet gibi kullandığında da geçen sezon olanlar yine olur. 

Ondan en iyi verimi almak çift santrafor oynatmaktan geçiyor ve Pandev uyumu sağladıkça Burak Yılmaz'ın da yükseleceğini düşünüyorum, bu yüzden mevcut düzen içerisinde ısrar etmek gerektiğini düşünüyorum.

Ayrıca Galatasaray forması altında da Hakan Şükür'ün herhangi bir rekorunu kırmak, buna yaklaşmak çok büyük olaydır, konuşulması gereken bir konudur.

Bu Adam Takımın Kaptanı, Unutulmamalı


En dip noktayı görmüş olan Galatasaray'ın yeniden yükselişinde ki en önemli 2-3 isimden biridir Selçuk İnan. Bir anlamda onun Galatasaray'a transfer olması Türk futbol tarihinin de kader noktalarından biri olmuştur ve ilk şampiyonlukta da Selçuk İnan'ın katkısını tartışamayız.

Sadece bir sezon içerisinde Galatasaray'ın simge isimlerinden biri konumuna geldi ve takım kaptanlığına kadar da yükseldi. Geçen yılları birazdan tartışırız, performansı, futbolu inanılmaz bir düşüş içerisine girmiştir ama şu an yaşadığımız süreç Selçuk İnan'ı kaybetme sürecidir ve acil önlem alınmazsa son kaçınılmazdır.

Hala Selçuk İnan'ın önemli bir değer olduğunu düşünüyorum, benim çok sevdiğim futbolcuların başında gelir. Futbolunu ben de beğenmiyorum, en ağır eleştiriyi de ben getiriyorum ama geçmişi ve onun karakterini de unutmadan. Selçuk İnan'ın yeniden toparlanmaması için hiçbir neden yok, bu anlamda Prandelli çok büyük bir değer ama şu sıralar Selçuk İnan'ı sürekli 11 başlatmaktan öte, onu en azından 2-3 hafta yedek oturtabilmek en azından kafa olarak Selçuk İnan'ı geri getirebilir. 

Bu adam takımın kaptanı, bu unutulmamalı. Ayrıca aldığı para üzerinden eleştiriler geliyor, Burak Yılmaz'la ikisinin sözleşmesinin uzatılması da o sırada yanlış bir hareketti ama bunun sorumlusu bu futbolcular değil yönetimdir. Para üzerinden eleştiri yapmak çok çirkin ya da doğru eleştiri doğru kişilere yapılmalı.

Fatih Terim'le gelen 2. şampiyonluğu hatırlayın. Melo felaket girmişti sezona ve her maç kötü oynuyor, takıma geç katılması üzerinden eleştiriler geliyordu. Melo'yu birkaç maç yedek bırakınca, Melo'nun nasıl toparladığını gördük. Aynı şekilde, bir Kasımpaşa maçının ardından Burak Yılmaz'ı da iki hafta yedek oturttu, ısınmaya dahi gönderilmedi ve dönüş yaptığı Antalyaspor maçıyla birlikte çıkışını yeniden izledik.

Selçuk İnan için de yapılması gereken bu, kimsenin forması garanti olmamalı. Kafa olarak kendisini toparlamaya ihtiyacı var bu adamın, gittiği yolun adı tükenmişlik sendromu olacak ve geri dönüşü olmayan bir yola da girmek üzereyiz. İşin tepki boyutunu maalesef ayarlayamıyoruz, doğru yerde doğru zamanda o tepkiyi gösteremiyoruz.

Henüz 2 lig maçı oynadı bu takım ve ilk Şampiyonlar Ligi maçına çıktı. Evet, içeride oynanan Anderlecht maçının telafisi yok ama günah keçileri çıkarmak adına da çok erken bir dönem. Nasıl başarsak öyle gider, bu haftalarda böyle tepkiler geliyorsa ilerleyen haftaları düşünemem. Destek döneminde olduğumuzu düşünüyorum ve biraz zaman vermek gerektiğini düşünüyorum. Bütün takım için bu söylediğim.

Prandelli'nin adaletine güveniyorum ve umarım Selçuk İnan'ı biraz dinlendirir. Onu en iyi şekilde kazanmanın yolunu Prandelli biliyor..

Galatasaray 1-1 Anderlecht, Chedjou'yu Pamuklara Saralım


Chedjou'nun yaptığı asist, onun ulaşabileceği en yüksek seviye, performansını taçlandırabileceği doruk noktası oldu. Maçın sonunda sorumluluğu alıyor ve onca kanatın arasında Chedjou sahneye çıkıyor ve yaptığı asistle takımını mağlubiyetten kurtarıyor. Chedjou adına destanlar yazabiliriz ama genel manada Galatasaray için mevzuya eğildiğimizde ise trajikomik bir durum.

Zor bir maç olacaktı, öyle de oldu. Anderlecht, Galatasaray gibi takımlar açısından ters bir takım, nedeni de Galatasaray'ın bu maçlarda nasıl oynayacağını kestirememek. Geçmiş yıllarda da baktığımızda bu tip maçlarda kaybedilen puanları görüyoruz ve şaşırmadık. Görece olarak, kağıt üzerinde en rahat maç bu görünüyordu, kendi sahanda Anderlecht'den alacağın 3 puanla yola başlamak ama grup 3.'lüğü için dahi avantaj kaybedildi. Yine de ucuz kurtardık, Şampiyonlar Ligi'nde kazanamıyorsan kaybetme felsefesi fazlasıyla geçerli.

Baskıyı kurduğunda, bunu sonuca döndüremezsen Anderlecht cezayı rahatlıkla kesiyor. Yaş itibariyle genç bir ekip ama tecrübe ve akıl üst düzey. Anderlecht için ne durumda olursa olsun, önemli bir kültür dememin de nedeni bu, felsefeleri değişmiyor. Galatasaray karşısında da cezayı kestiler, tam baskının geldiği, rakip sahaya oyunu yıktığımız anda Anderlecht golü geldi, kazanmaya da fazlasıyla yaklaştılar. Çıktıkları her hızlı hücum potansiyel tehlikeydi ve Chedjou, Semih Kaya ve Muslera gibi isimleri her maç olduğu gibi yine ön plana çıkarıyoruz.

Galatasaray'ın çıkabileceği en iyi 11 buydu aslında. Maç öncesi Veysel Sarı yerine Tarık Çamdal'ı yazmıştım sadece, genelin düşündüğü kadro buydu ama maç geneline baktığımızda Veysel Sarı ve Telles'in yapamadıklarını, Tarık Çamdal'ın 10 dakikada yapması bazı şeyleri de özetliyor aslında. İşin bir de Selçuk İnan boyutu var, ayrı bir parantez açılması gereken. Ne hücumda ne de savunmada var, yenilen golde nasıl geçildiğini gördünüz. Dzemaili'nin de savunma zaaflarını konulşabiliriz ve Melo'nun dönüşü bu anlamda Galatasaray'ı kurtardı, her ikisinin yarattığı savunma zaaflarını kapatabileceği kadar tek başına kapattı.

Bruma'nın oyuna girmesi de Galatasaray'ı hareketlendirdi, Pandev henüz uyum aşamasında. Bu yüzden de beklenen hücum organizasyonları gerçekleşmiyor. Sneijder'in aldığı sorumluluğun da altını çizebiliriz, müthiş mücadele etti, özellikle de Selçuk İnan oyundan çıktıktan sonra sazı tamamen eline aldı ama o da sonuca gitmekten henüz uzak.

Tribün profili de konuşulmalı. Ben her şartta Galatasaray'ın, özellikle de Şampiyonlar Ligi'nde yalnız bırakılmaması gerektiğini düşünüyorum. Yaratılan birbir angaryanın farkındayım, tepkiler fazlasıyla anlaşılabilir ama gerek tribünlerin tamamen dolmaması, gerek (haklı gerekçeleri olmasına rağmen) işin tepki boyutunun destek boyutundan önde olması ve her ne olursa olsun Selçuk İnan özelinde başlayan ve bazı isimlere yayılan tribün tepkisinin işin rengini değiştirmesi üzücü. Galatasaray bu maçı kurtardı ama içeride oynayacağımız diğer maçlar açısından tribün boyutunu doğru ayarlayıp, taraftarı takımın rüzgarı yapmak zorundayız.

Ucuz kurtardık, tekrar yazıyorum. Kazanamıyorsan kaybetme ama Anderlecht'i TT Arena'da yenmek zorundaydık, bu maçın telafisinin olacağını düşünüyorum. Ancak Arsenal deplasmanından koparılabilecek puan tekrar bizi iddialı yapabilir, bunu da yapabiliriz ama şu görüntü imkansızı zorladığımızı gösteriyor, her ne kadar imkansızları geçmiş yıllarda imkanlı hale getirmiş olsak.

Önde Özen de çok güzel söyledi "Biz 97'li oyuncuyu A2 takımına koyunca "oo büyük iş yaptık" diyoruz, adamlar bu oyuncuları Şampiyonlar Ligi'nde oynatıyor." diyerek. Bu da Anderlecht'in ortaya koyduğu kültür ile alakalı.

Şu uyum dönemini bir an önce atlatır ve önümüze daha sağlıklı bakarız umarım. Tarık'ın son 10 dakika yaptıkları bile beni heyecanlandırmaya yetti, durum o kadar da vahim değil ama treni kaçırdıktan sonra yola girmek Galatasaray'a ne derece değer katabilir?

15 Eylül 2014 Pazartesi

Başlıyoruz "Şampiyonlar Ligi"

Eskişehirspor maçında kaybedilen puanın telafisi var, ligin henüz 2. haftası ve son gün gelen transferler, bu isimlerin de banko oynayacak futbolcular olması derken telafi edilebilir, zaman gerekiyor. İşin Şampiyonlar Ligi boyutuna indiğimizde ise içeride oynayacağımız Anderlecht maçının telafisinin olduğunu düşünmüyorum, böyle de bir gerçek var.

Eskişehirspor maçında oynanan futbola bakarak Galatasaray için karalar bağlamam. Kötü bir futbol vardı, hücum anlamında keyif vermedi belki ama işin Avrupa noktasında Galatasaray değişiyor. Başında hangi teknik adam olursa olsun söz konusu Avrupa olduğunda Galatasaray kimlik değiştiriyor, bu da Avrupa geniyle alakalı bir durum. Bu yüzden Eskişehirspor maçında şöyle oynadık, Anderlecht maçında da aynısı olur demek mümkün değil.

Zor ama keyifli bir grup. Real Madrid ve Juventus'lu gruba göre daha imkanlı belki ama çok zor. Böyle zor bir grupta da Anderlecht maçlarını kazanmak zorundasın, ortaya bir iddia koyacaksan. Dortmund veya Arsenal gibi takımlar Anderlecht maçlarına 6'şar puan yazabilirler belki ama maalesef Galatasaray'ın bu tip takımlara karşı zorlanabildiğini görüyoruz.

Arsenal veya Dortmund'a karşı kazanmak, puanlar almak Galatasaray adına sürpriz olmaz bence, geçmiş yıllara baktığımızda bunu görüyoruz. Geçen sezona bakın, Juventus'tan 4 puan alabildik, Kopenhag deplasmanında ise kaybettik. Anderlecht'in de ne yapacağını kestirmek güç, belki grubun en zayıf halkası durumundalar ama onlar da önemli bir futbol kültürü, bunun altını çizmek gerekiyor. Galatasaray için de telafisi olmayan ama o kadar da kolay geçmeyecek bir maç

Yabancı sınırının olmaması Galatasaray'ı daha alternatifli kılıyor tabii, 8 yabancısını en iyi şekilde kullanabilir. Mesela, Tarık Çamdal'ı sağa atıp Telles'i solda oynatmak mümkün. Ligde 6 yerliyi seçmek için karalar bağlanırken, Anderlecht karşısında asıl Galatasaray'ı izleyebiliriz. Melo da oynayacak, seyirci de olacak, Pandev, Dzemaili gibi isimler de birlikte oynayabilecek derken Prandelli'nin eli daha rahat.

İşin özünde ise Şampiyonlar Ligi yatıyor, sonunda başlıyoruz, gerçekten özledik. Galatasaray'ın ait olduğu yerin bu lig olduğunu düşünüyorum, Şampiyonlar Ligi'nin verdiği keyif ve heyecan çok başka. Yarın da Galatasaray'ın yapması gereken Avrupa kimliğini ortaya koyması, bu geni hatırlaması. Zor bir gruptayız ama ortada bir iddia varsa bu da Galatasaray'ın geçmişte başardıklarıyla ilgilidir..

13 Eylül 2014 Cumartesi

Galatasaray 0-0 Eskişehirspor, Lig Uzun Ama Şampiyonlar Ligi?


Eskişehirspor'un eksiklerinden dem vurduk, savunmanın tecrübesiz isimlerden kurulu olduğunun üstünü çizdik ve Galatasaray'ın baskıyla oyuna başlaması gerektiğini düşünürken o baskıyı maç boyu izleyemedik aslında. Maça hızlı başlaması gerekilen bir zamanda bunu yapamadığımız gibi, tempo sorununu 90 dakika boyunca yaşadık ve ortaya bu sonuç çıktı.

Transferin son günü yapılan transferler var ve bu isimlerden ikisi henüz birkaç idmandır takımla birlikteler. Bu transferlerin de 11 içerisinde banko olacaklarını düşünüyorum. Bu yüzden zamana ihtiyaç var, gelen ilk puan kaybından enseyi karartmak istemem ama ufukta Anderlecht maçı var ve Şampiyonlar Ligi'nde ki en olmazsa olmaz maçımız. Eskişehirspor maçının telafisi var ama TT Arena'da oynanacak Anderlecht maçının telafisi olacağını düşünmüyorum.

Bursaspor maçıyla Eskişehirspor maçının farkı Burak Yılmaz'dan gelmekte. Bursaspor maçında rakip savunma arkasına atılacak toplarla Burak Yılmaz'ı etkin kılma düşüncesi vardı ve bu başarılı oldu. Zaten Burak Yılmaz'ı tek forvet oynatıyorsanız böyle oynamak zorundasınız. Eskişehirspor karşısında bunu gördük. 

Ortadan gelemedi Galatasaray. Dzemaili'nin tüm dikine oynama çabalarına rağmen, Selçuk İnan'ın aynı şekilde geriye oynama çabası Galatasaray'ın orta sahada hücum direncini bitirdi. Bu sebeple kanatlardan gelmeye çalışıldı, kısmen etkili de olundu ama kanat ortalarıyla da Burak Yılmaz'ı buluşturmak imkansız. Tarık Çamdal'ı beğendim, Veysel Sarı ise hücuma ısrarla çıkmasına rağmen pas hataları yaptı ama bekler hücum anlamında en azından istedi. Bu gelecek adına bir artı olabilir.

Hep aynı şeyi yazıyoruz, hücumda top tutamuyor Galatasaray ve burada Burak Yılmaz'a kalıyor yine iş. Sneijder'in varlığıyla ceza sahası etrafında etkili olabiliriz, pas organizasyonlarıyla hücum daha etkili olacak ama henüz orada kalmayı başaramadık. Pandev'in 11'e girişi belki bu yönde bir etki yapacak, bir anda Sneijder, Burak Yılmaz, Dzemaili gibi isimlerin performansı böylelikle artabilir.

Buna rağmen işi bitirebilecek 2-3 pozisyon var ama esktra pas aşkı bu pozisyonları engelledi. Dzemaili'nin, Bruma'nın mutlaka kaleye vurması gereken toplar ama onlar pas tercihi yaparak bu kötü futbolda çölde bulunan vaha misali heyecan yaratacak olan golün de önüne geçti.

Chedjou'nun yeniden kendini bulması beni sevindiriyor, form anlamında mükemmel durumda. Bunun dışında da pozitif konuşacağım çok şey yok, kötü bir beraberlik oldu. Ama dediğim gibi, telafisi var ve ilk puan kaybında enseyi karartmamak lazım, lig uzun.

Sportif Cümleler Instagram'da

Instagram'ı da blogun sosyal medya hesapları arasına dahil ettik. Bir süre çok güncel kullanamam ama kısa bir zaman sonra orada da aktif olarak paylaşımlar yaparız, fotoğraf paylaşımlarının ağırlığını daha çok oraya kaydıracağım. Galatasaray, futbol ve kendimle ilgili paylaşımlar olur, takipleri bekliyorum..


12 Eylül 2014 Cuma

Marka Değeri


Forma sponsoru gündemi, Galatasaray'ın en büyük gündem maddelerinden biriydi. Maddi tabloya baktığımızda belki geçen sezon ki kazanılan miktar yine karşılandı ama Eylül ayındayız ve haneye eksi yazacakken bu haneyi artıya çevirdik ve daha önemlisi ise Galatasaray'ın anlaştığı firmaların büyüklüğü.

Türkiye sınırları içerisinde olanları tartışırız, tartışırsınız ama Avrupa sınırlarında Galatasaray'ın önemli bir marka değeri var. 3. sezon üst üste Şampiyonlar Ligi arenasındayız ve bu arenada da her dönem iddialı bir konumdayız. Geçmişte Galatasaray'ın kazandıkları, başardıkları bir yana, günümüze de baktığımızda Avrupa kimliğini hatırlamış bir Galatasaray'ın marka değeriyle çok önemli adımlar atabildiğini görmek sevindirici.

Ligde ayrı Şampiyonlar Ligi'nde ayrı sponsorlar Türkiye için yeni bir durum olabilir. Geçmişte bir örneği var mıydı bilmiyorum ama benim hatırladığım geçmişte bunun başka bir örneği yok. Şampiyonlar Ligi'nde Türk Hava Yolları yeni sponsorumuz, lig için ise Huawei şirketiyle anlaşmış durumdayız. Ayrıca, Ünal Aysal'ın bu sezon bitiminde 5 yıllık bir anlaşmadan söz ettiğini biliyoruz, bu firmalardan biriyle mi yola devam edilir yoksa yeni bir firma mı gelir bilmiyorum ama forma sponsoru konusunda şu ana kadar beklediğimize değdi.

Türk Hava Yolları bildiğiniz gibi, Avrupa'da çok önemli ekiplerin sponsoru durumunda. Barcelona, Manchester United, B.Dortmund gibi takımları örnek gösterebiliriz. Basketbolda da Euroleague'nin isim sponsoru derken Türkiye içerisinde ilk defa böyle bir yatırım yaptılar ve onlar adına da Galatasaray en uygun tercihti. Her dönem Şampiyonlar Ligi'nde oynayan ve Dünya'da en çok tanınan Türk takımı olan Galatasaray'la anlaşmak Galatasaray'dan öte Türk Hava Yolları için çok büyük ve doğru atılmış bir adım. Yurt dışında böyle sponsorluklar yapan bir Türk firmasının kendi ülkesinin en büyük markasıyla da çalışıyor olması önemli.

Uzak Doğu pazarına açılmakta oldukça önemliydi. Çıkan haberler daha çok Azerbaycan veya Kazakistan ağırlıklıydı ama Galatasaray bu hamlelerle de herkesi ters köşe yaptı diyebiliriz. Huawei önemli bir teknoloji devi konumunda ve onlar da PSG, Dortmund gibi önemli ekiplerin sponsorluğunu yapıyorlar. O pazara açılabilmek ve pazarı ülkemize çekebilmek oldukça önemliydi ve yukarıda dediğim gibi, Galatasaray çok önemli bir marka ve bu markanın parlatılmasında da Ünal Aysal faktörü oldukça değerli..

En İyi Transfer?

Ve anketlerimiz neticelendi. Öncelikle Avrupa'yla başlayalım, bu sezon transfer piyasası oldukça yoğundu ve takımların çok önemli hamleler yaptığını gördük. Finansal fair-play rüzgarı sadece bizim gibi takımlara esiyor sanki ya da biz bazı noktalarda çok yanlışlar yaptık ve maalesef bu işi bilmiyoruz.

Di Maria yüzde 35 ile 1. sırada yer almış. Manchester United çok kötü bir başlangıç yaptı ve bu kötü başlangıcın da biraz rüzgarıyla transferin son günlerine doğru inanılmaz paralar harcadılar. Di Maria da en büyük yatırımları oldu. James Rodriguez ve Kroos hamlelerinin ardından Di Maria bana yol göründü diyerek Manchester United'e transfer oldu, bakalım neler yapacak. Dünya üzerinde hakkı yeterince verilmeyen isimlerden biridir.

Yüzde 21'er oyla Luis Suarez ve Diego Costa 2.'liği paylaşmışlar. Luis Suarez'in Barcelona'ya transferi gerçekten olay bir transferdi, Barcelona bu sezon transfere çok büyük paralar ödedi, ufukta 1.5 sezonluk transfer yasağı olduğundan tüm yatırımı şimdiden yaptılar. Diego Costa ise Chelsea formasıyla ayın futbolcusu seçildi, herkesin soru işareti olarak baktığı bir transferdi bekli ama Mourinho, Diego Costa'dan nasıl verim alacağını biliyor ve bu çıkışı oylamaya da yansımış.

Toni Kroos transferi yüzde 17 ile 4., Falcao ise yüzde 14 ile 5. sırada. Bu sezon yılın transferi bana göre Kroos oldu, öyle bir transfer ki Real Madrid'de tüm taşları yerine oturtacak cinsten. Hatta bunun sonucunda Xabi Alonso da Bayern Münih'e gitti ve onlar da Kroos'un yerini ancak bu kadar mükemmel şekilde doldurabilirlerdi. Falcao ise beklenen ama geciken bir hamle. Real Madrid derken, Falcao da Real Madrid diye tutuşurken Manchester United dedi ve bir sezon daha Şampiyonlar Ligi'nden uzak kalmayı göze aldı. Van Persie, Rooney ve Falcao'dan biri kulübede oturacak diyorlar, bakalım hangisi.

Galatasaray cephesinde ise Sneijder'in takımda kalması yüzde 44 ile birinci. Sneijder'in bu kadar fazla transfer söylentisinin ve bu kadar iyi geçirdiği bir Dünya Kupası'nın ardından takımda kalması bana göre yeni transfer etkisidir ve benim de oyum kendisine gitmişti.

Olcan Adın yüzde 30 ile 2. olmuş. O da çok konuşulan, beklenen ve beklentinin de yüksek olduğu bir transfer. Şu ana kadar beklenileni göremedik belki ama ilerleyen dönemde Galatasaray'ın en önemli parçalarından biri olacaktır. Pandev ise yüzde 20 ile 3. olmuş. Dzemaili ve Tarık Çamdal ise yüzde 14 ile 4.'lüğü paylaşıyorlar. Genel anlamda baktığımda da tüm transferler yerli yerinde, ihtiyaca yönelik nokta atışlar.

"Ben de Türkçe Konuşan Bir Yabancı Gibiydim"; Muhsin Ertuğral

Ben Muhsin Ertuğral'ı yeni yeni tanımaya başladığımızı düşünenlerdenim. Müthiş ve farklı bir kariyere sahip, bu farklı kariyeri onu belki de hep göz önünden uzak tutandı ama bugünlerde yaptığı yorumları dinledikçe, twitter'da yazdıklarını okudukça futbolumuzun en akil isimlerinden biri olduğunu görüyoruz. Kendisiyle çok keyifli bir röportaj gerçekleştirdik, özellikle de bu çabuk dönüşü için kendisine çok teşekkür ediyoruz..



Trabzonspor'da yardımcı hocalık maceranızın ardından Güney Afrika maceranızı başlattınız ve uzun yıllar bu kıtada çalıştınız. Bu macera nasıl başlamıştı, size teklif nasıl geldi ve böylesine ezber bozan bir kariyer sizin adınıza bir risk miydi ve o günlere baktığınızda bugün ne düşünüyorsunuz?

Muhsin Ertuğral: Trabzonspor'dan önce 18 ay kadar Zaire Milli Takım'ının teknik direktörü olarak Afrika'da görev almıştım. Trabzonspor’dan sonra ise Köln Spor akademisini tamamlayarak Nelson Mandela'yı onore edilmesi adına düzenenlenen bir organizasyon için Güney Afrika’ya geçtim. Bu arada Milli Takımlar veya lig takımları tercihi vardı. En iyi tekliflerinden biri de Kaizer Chiefs'den geldi. Kıtanın en büyük kulüplerinden bir takımın başında olmak onur vericiydi ama tabii ki riskliydi. Arkasından da büyük başarılar geldi.

Sivasspor maceranız da çok soruluyor. Şampiyonluğa oynadıktan sonra beklentileri büyüyen ama büyük bir boşluğa düşmüş bir camianın başına geçtiniz. Sivasspor kariyeriniz neden kısa sürdü, işlerin istediğiniz gibi gitmemesinde ne gibi sorunlar vardı?

Muhsin Ertuğral: Önemli bir deneyimdi. Birkaç ay önce şampiyonluğu kıl payı kaçırmış bir takımın başına geldim. Taraftarların, medyanın, yönetimin, oyuncuların aklında halen şampiyonluk varken, 9 haftada 4 puanı olan ve kadrosundan önemli oyuncuları ayrılmış bir takımın psikolojik, sıkıntılı bir dönemi vardı. Ara transfer dönemine kadar en altlardan çıkmayı başardık. Bu arada şunu ifade etmek isterim; yabancı teknik direktörlerin genelde ülkemizde niye başarılı olamadıklarını anladım. Ben de Türkçe konuşan bir yabancı gibiydim.

Ara transfer döneminde maddi sıkıntılar yüzünden ancak bonservis bedeli olmayan veya çok az olan isimler almak zorundaydık. Ayrıca ara transferlerin uyumu çok zordur ve kariyerlerinde başarılar elde etmiş ama serbest olan oyuncuları getirdik. Hemen uyum sağlayamadılar. Çalışma prensipleri ve farklı görüş açısı yüzünden istifa ettim. Şunu eklemek isterim; Mecnun Başkan ve yönetimi gerçekten çok değerli ve olumlu idarecilerle çalıştım, tekrar çalışmak isterdim. Daha fazla ifade etmek istemiyorum.

Bizlerin sizi yeni tanıdığını düşünüyorum. Şu açıdan söylüyorum, teknik direktörlük kariyerinizde bilinen ama çok tanınmayan bir isimdiniz. Bugün ise yaptığınız futbol yorumlarıyla gündem haline geldiniz, müthiş bir öngörünüz olduğunu düşünüyorum. Sivasspor maceranızdan bu yana da takım çalıştırmadınız, bundan sonrası için ne düşünüyorsunuz, nasıl bir kariyer hedefiniz var?

Muhsin Ertuğral: Teşekkür ederim. Geçen sezon tekrar Ajax‘a döndüm ve Cape Town'de pilot takımı küme düşme hattında bulunurken tekrar büyük ricalarla ana kulüpten son 4 maç için döndüm ve 3 galibiyet ve bir beraberlikle ligde kaldık. Biliyorsunuz, Amsterdam’ın çok önem verdiği kulübü kurtarabildik. Bu arada Türkiye'ye gelip U20 FİFA Teknik Ekibinde yer aldım, hemen ardından tekrar Ajax‘a dönüp yeni yapılanmaya yardımcı olarak, takımı ara döneme kadar ligde yarış içine sokup, klasmanda 6. sıraya kadar yükselmişken Adnan Şenses amcamın vefatından sonra istifa edip hemen aile şirketin başına geçmek zorunda kaldım. Bu ana kadar teklifleri geri çevirip aile sorumlulukları üstlendim. Pek yakında tekrar teklifleri değerlendirip teknik direktör veya sportif direktör görevlerime devam edeceğim.



Sezon başında isminiz Galatasaray'la geçiyordu, futbol direktörlüğü adına. Bu haberin gerçeklik payı var mıydı ve Beşiktaş'ın Önder Özen macerasından yola çıkarsak Türkiye'de futbol direktörlüğü kavramı işleyebilir mi ve sizin ileride böyle bir tasarrufunuz olabilir mi?

Muhsin Ertuğral: Evet, vardı ama gerçekleşmedi. Bence sportif direktörler çok önemli ve bu yapılanmaya gidilmesi gerekiyor. Tabii ki her kulübün kendi yapısına göre görev alanları değişebilir. Son yıllarda bana bu anlamda benzer teklifler geldi, ilerde neden olmasın.

Önümüzde nasıl bir Türk futbolu var, sizce nereye gidiyoruz ve Türk futbolunun ileri gitmesi adına atılması gereken adımlar nedir? Ülke futbolu neleri değiştirirse daha ileriyi hedefler?

Muhsin Ertuğral: Bu çok uzun değerlendirilmesi bir konu. Öncelikle şunu ifade etmek istiyorum, acı ama gerçek başarı yakalama şansımız fazlasıyla gerçek dışı. Nedenine gelirsek çok basit, yarıştığımız uluslararası platformda oyuncuların eğitimi en az 8 -10 yıl arası, bize gelince 4-6 yılı geçmez ve eğitim kalitesi düşük. Siz oyuncularınızı ortaokuldan sonra üniversiteye yolluyorsunuz, karşı taraf ise liseyi en iyi şekilde tamamlayıp üniversiteye hazırlıyor. Öncelikle kendi eğiticilerimizin eğitilmesi gerekiyor. Almanya örneğinin değerlendirilmesi önemli. 2000 yılından sonra tüm profesyonel kulüplerde mecburi yatılı akademiler kurdular. Meyveleri ortada. Bunlar çok kısa ve özet. Başka platformda çok detaylı konuşabiliriz.

Yabancı sınırlaması için ne düşünüyorsunuz, sizce ülkemiz futboluna ne gibi yararları veya zararları var bu kuralın? Gerçekten Milli Takım'a bir etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

Muhsin Ertuğral: Fazla uzatmadan, Almanya'yı örnek alırsak ve yabancı sınırı olmadığına bakarsak, Milli Takımları son Dünya Şampiyonu.



İzlanda maçı yorumlarınızla gündem oldunuz, öngörünüz doğru çıktı ve İzlanda karşısında bir hezimet yaşandı. İzlanda maçı sonrasına bakarak, sizce Fatih Terim bundan sonrası adına neler yapmalı, nelerden vazgeçmeli ve grupta iddiamız sizce ne ölçüde?

Muhsin Ertuğral: Keşke doğru çıkmasaydı ve kazansaydık. Fatih Hoca çok tecrübeli ve oyun planı o akşam için uymadı. Olabilir, bence 3-4-3 dizilişi uyum olmadığı için problem doğurdu. Oyuncuların da psikolojisi karşılaşma içinde daha da kendi dinamiğini aldı. Misal top kayıplarında zaman önemliydi ve İzlanda'nın 4-4-2 oynayacağı belliydi. Ayrıca Caner ve Gökhan’ın arkasında yaşanan boşlukları İzlanda iyi değerlendirebilecek bir kadroya sahip. Bu sistemin olmayacağı belliydi ve devre arasında değişmesi gerekiyordu.

Galatasaray'ı da sormak istiyorum, Galatasaray adına yeni sezondan beklentileriniz neler? Prandelli tercihi ve yeni transferlere bakarak nasıl bir Galatasaray bizleri bekliyor olabilir?

Muhsin Ertuğral: Prandelli çok çalışkan ve basit oynamayı tercih eden bir teknik direktör. Takımın eksikleri çok belli. Forvet hattı için bence çok iyi bir transfer yapıldı. Pandev kendini kanıtlamış bir oyuncu ve uyum sağlar. Dzemaili çok iyi ve lider oyuncu, ayrıca savunmaya dayalı oyuncu olmasına rağmen gol atan bir oyuncu. Bu arada ne kadar çabuk kadro da uyum sağlanacaklar önemli. Bu kadro yapısında Sneider'e çok önemli rol düşüyor. Chedjou tartışmaları ise çok gereksiz, çünkü çok iyi bir oyuncu. Ben Galatasaray'ın iyi bir sezon çıkaracağına eminim.



Size göre Türkiye'de çalışmanın ne gibi zorlukları var? Siz uzun yıllar sonrasında yeniden Türkiye'de çalışırken ne gibi zorluklar yaşadınız?

Muhsin Ertuğral: Başta günlük çalışma içersinde haftalık programların çok düşük olduğuna inanıyorum. Üst düzey kadrolar haftada en az 12 ile 14 saat arası çalışılıyor, bunun içine bireysel programlar, analizler ve taktik çalışmaları bulunuyor.

Artık kulüpler multi kültürel platformlar oluşturuyor. Oyuncu adaptasyon için daha fazla eğiticiler yer almak zorunda. Sir Alex Ferguson'un teknik kadrosu 12 kişi oluşturuyordu. Arsene Wenger sadece fizik gücü ve bireysel idmanlar için bir özel ekibi oluşturdu. Daha çok bilimsel yaklaşılması gerekiyor. Üniverstelerden ve spor akademilerden faydalanılmıyor. 

Bu ortamlar artık multi million dolar business oldu, ona adapte olunması şart. Oyuncuların yapısının değişmesi gerekiyor ve günde sadece 1,5 saat idman yetmiyor. Daha derin bir ortam oluşturulması gerekiyor, bu konu çok önemli. Basketboldan örnekler alınabilir, çok daha başarılılar ve eğitimliler.

Ben, twitter'da da sizin mutlaka takip edilmeniz gerektiğini düşünüyorum, sizden öğrenebileceğimiz, aydınlanacağımız çok nokta var. Bizleri kabul ettiğiniz için teşekkür ederken son olarak bizlere neler söylemek istersiniz?

Muhsin Ertuğral: Öncelikle sizlere teşekkür ederim ve her zaman sorularına cevap vermeye hazırım.

11 Eylül 2014 Perşembe

Bu Ülkenin En İyi Yerli Kalecisi


Bu tip algı operasyonlarına son dönemde alıştık. Melo mevzusu malum, İzlanda maçının ardından bile İzlanda hezimetini unutturma kapsamında Ünal Aysal'ın Melo'ya verdiği desteğin üzerine gitmişler ve bunun gibi birçok konu var.

İzlanda maçının faturasını da Onur Kıvrak'a kesmeye kalkmışlar. Bir maçtan yok etme çabaları, Volkan Demirel'in kadroda olmaması bir anda İzlanda maçının kaybedilmesine bağlanmış. Oysa unutulan birşey varsa, 2014 Dünya Kupası'na gidemememizin temel nedenlerinden biri Volkan Demirel'in hatalarıdır. O tecrübede bir kalecinin Romanya ve Macaristan maçında yediği golleri unutmadık.

Olabilir tabii bunlar, hatadır, futbol hatalar oyunudur. Sıkıntı olan, o dönem Volkan Demirel'in üstüne kimse gitmezken, bugün ihale Onur Kıvrak'a bırakılmış durumda. 

İş saha içi boyutunda değil, başka meseleler var ama biz yine de saha içerisinde kalalım. Onur Kıvrak'a kadar Fatih Terim'in İzlanda'yı küçümsemesini, daha önce örneğini görmediğimiz 3-4-2-1 taktiğini, Selçuk İnan'ın kötü oyununu, Burak Yılmaz'ın topla dahi buluşamamasını, Olcan Adın tercihini, Hakan Çalhanoğlu'nun neden 11'de olmadığını, Ömer Toprak'ın yediği kırmızı kartı, Onur Kıvrak'ın yediği ilk golde Ersan Gülüm'ün Onur Kıvrak'a faul yapması, 1.85 boy ortalamasında olan rakibe karşı uzun toplarla ilerlemek istediğimiz gibi milyon tane hatayı konuşalım ve bu hezimette bir ihale bırakılacaksa bunu kime bırakmamız gerektiğini iyi düşünelim.

Onur Kıvrak benim için en iyi yerli kalecidir. Karakter mevzusuna hiç girmiyorum, müthiş bir insandır orası ayrı ama saha içerisinde kalalım biz, saha dışında olanlar zaten herkesin malumu. Onur Kıvrak'a bu operasyonun neden yapıldığı, haftasonu oynanacak maç derken neyin ne olduğu da belli aslında.

Çok garip işler dönüyor, bu sezon şampiyon olmak gerçekten çok zor ama bir o kadar değerli..

10 Eylül 2014 Çarşamba

Johan Elmander & Didier Drogba


Helal Olsun Muhsin Ertuğral'a



Hasan Şaş derdi ki, "İzlanda elle oynasa, üç kere bizim kalemize gelemez". Maç sonunda da Rıdvan Dilmen'le birlikte, İzlanda hakkında bilgisiz yorumlar gelmeye devam etti. Bu da spor medyamızın acı taraflarından biri, böyle yönlerimiz de var. İzlanda teknik direktörü maç sonunda söylediklerinde haklı, Türkiye cidden şaşırtmıyor. Futbolu bilen ve yaşayan isimlerin yaptığı yorumlar ise farklı, Muhsin Ertuğral bunun en güzel örneği..

"Radikal Şekilde Düşünmek, Akılcı Düşünceden Uzaklaşmamak"; Volkan Yılmaz

Bu sezonun ana gündem maddelerinden biri finansal fair-play. Uefa'nın PSG ve Manchester City gibi takımlara yaptırımlarını gördük, Galatasaray'a ise bir uyarı gelmişti ve bu uyarı çerçevesinde hareket edilmeye çalışılıyor. Biz de Galatasaray'ın ekonomisini bu işin ehli olan sevgili Volkan Yılmaz'a sorduk ve bizleri kırmayarak, sorularımıza cevap verdi..


Finansal Fair-Play konusu Galatasaray adına çok sık gündeme geliyor. Ünal Aysal da bu durumun altını sıklıkla çiziyor ama buna rağmen özellikle yerli transferi konusunda önemli harcamalar yapıldı, herhangi bir bonservis geliri de elde edilmedi. Siz bu transfer dönemini nasıl karşıladınız, ekonomik anlamda Galatasaray bu transferler sonrası şartları karşılayabiliyor mu?

Volkan Yılmaz: Bu transfer döneminde ileride yaşayabileceğimiz sıkıntılar için yeterince yazdım, çizdim sanırım. Uyarının temelinde giderlerin kısılması gerekliliği yanında FFP tarafında verilen sözlerde yatıyor. Türkiye' de transfer döneminde yaşanılan toplu histeriye kapılmamak biliyorum çok zor. Ama bundan kaçınabilmek zaten başarılı yönetim mottosunun kapısını açıyor. Ortada çok temel bir kavram var. FFP bunu vurgularken basit bir mantık ile hareket ediyor: Denk Bütçe. Paran ya da ödeme imkanın var ise transferi yap; yoksa yapma diyor. Bunun uygulanması için süre verildi kulüplere.

Denetleme aşaması geçildikten sonra nasıl ve hangi kararlılıkla bunların uygulandığını göreceğiz. Bu transferler sonrası gerekli yükümlülükleri karşıladık mı? Tam olarak hayır. İstenen şart 2014-15 sezonunda yapılacak futbolcu ve teknik ekip ödemelerinin 2013-14 sezonu ödemelerini geçmemesi. Bunun rakamsal detayları mutlaka kulüpte vardır. Ancak çok basit bir mantıkla hesaplamayı; ödenen bonservis/peşinat/kira gideri ve sözleşmenin o yıla ait ödemeleri toplamı olarak yapabiliriz. Önceki yıla göre bu toplaın bu sezon biraz aşıldığını söylemek gerek. Kadroya alınmayan futbolculara yapılacak ödemelerden kaçınabilirsek sanırım bu sınırı tutturabileceğiz.

Sponsor konusunda çeşitli haberleri okuyoruz ama herhangi bir gelişme olmadı, şu an Galatasaray'ın bir forma sponsoru yok. Forma sponsorluğundan gelecek gelir Galatasaray'ı hangi noktaya getirir, nasıl bir anlaşma kulübü rahatlatır ve olası bir anlaşmanın olmaması finansal fair-play şartlarında Galatasaray'ı hangi duruma sokar?

Volkan Yılmaz: Öncelikle forma sponsorluğu ticari gelirlerin bir kısmı. Ama önemli bir kısmı. Yıllık 7.5 milyon USD gelirin bir anda yok olması veya bu kadar bir gelir var iken tutarın 8-10 milyon € bedele çıkması olumlu veya olumsuz hava yaratır elbet. Üstelik bunun sadece parasal getirisi olmaz; o markanın Galatasaray' a yaptığı yatırım anlamına da gelir ki... bu katma değer yaratabilen bir farktır. Türk Telekom sponsorluğu sonrasında hala bir marka ile anlaşılamaması bu anlamda gelirinizi azaltıyor.

Elbette kötü etkisi var. Ancak kulübün toplamda elde ettiği ticari gelirlerin yine de fena bir noktada olmadığını görüyoruz. Bu gelirler tarafında Galatasaray; Fenerbahçe ve Beşiktaş'ı geçiyor. Bunu önemsemek gerekli. Ancak madalyonun diğer tarafını da unutmayacağız. Sponsorluk gibi kulüpleri uzun süreli ayakta tutacak gelirler önemli vebublardan mahrum kalınmamalı. Burada eleştirilecek bir nokta var; bunu da atlamamak gerekir. Sponsorluğun biteceği dönem belli iken görüşmelerin bu döneme kalmıyor olması gerekirdi... Bunun da yapısal bir eleştiri olarak alınması gerekli.

Ekonomik anlamda Mancini döneminde atılan adımlarla, Prandelli döneminde atılan adımlar arasında ne gibi farklar var, hangi dönem daha makul?

Volkan Yılmaz: Tabi ki Prandelli dönemi daha makul. Tabi geçen dönem devre arası tarnsferlerinin Mancini tarafından istenip istenmediğini bilmiyoruz. Bu işin başka bir yönü. Ancak dönemsel olarak bakıldığında Mancini döneminde yapılan transferler daha fazla. Son 10 yıldır Galatasaray'ın en az harcama yaptığı sezonlardan birisi olabilir bu sezon.


Sözleşme yenileme konusu da çok tartışılıyor, Galatasaray sözleşme yenilediği isimlere önemli rakamlar ödeyecek. Selçuk İnan ve Burak Yılmaz gibi isimlere verilecek rakamlar çok tartışılıyor, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Volkan Yılmaz: Tamamen yanlış buluyorum. Sözleşme yenilemenin bir mantığı olduğunu kabul ediyorum. Ancak bu anlamda sadece iki ismin yenilenmesini kabul edebiliriz: Semih Kaya ve Fernando Muslera. Bu iki isimden Semih Kaya belirli bir süredir zaten az bir sözleşme bedeli karşılığında oynuyordu; tutarın Türkiye koşullarına çekilmesi normal karşılanabilir. Muslera nın sözleşmesi ise Dünya Kupası öncesinde yapıldı. Mevcut sözleşmenin tamamlanmasına 2 yıl vardı. Bu sezon sonrası ise sözleşmenin son senesine girileceği için muhtemel bir satışta bonservis bedeli düşecekti. Ya da 6 ay kala başka kulüp ile de sözleşme imzalanabilecekti. Muslera gibi bir kaleci için bu fark göze alınabilir. Ancak diğer futbolcularda bu koşullarda bir iyileşmeden söz edemiyoruz. Üstelik geçen sezonun performansı ortada... Belki performansa dayalı bir artış düşünülebilirdi.

Son olarak, gelecek sezon adına Uefa'nın getirdiği şartları karşılamak için neler yapılmalı, gidilen yol doğru bir yol mu, hatalar ve doğrular ne ölçüde?

Volkan Yılmaz: Giderleri kısmalıyız. Gelirde belli noktaya getirebildik durumu. Ama bunun kalıcı olması ve anlam kazanması için kar yaratabilir noktada olmalıyız. Zaten kar yaratamaz isek öngörülen zarar sınırını aşıyor olacağız. Gidilen yoldan zaman zaman sapıldığını söylemek lazım. Pek anlam veremediğimiz sözleşme artışları, devre arası transferler, kur farkları gibi şeyler bunların sonucu. Ancak nihai hedef belli. Bunun için radikal şekilde düşünmek, akılcı düşünceden uzaklaşmamak ve popülizmden uzak durmak lazım.

12 Dev Adam


İzlanda 3-0 Türkiye, Ucuz Kurtulduk

 
Hakan Çalhanoğlu'nu yedek bırakabildiğimiz bir düzende, olağanüstü bir kadro derinliğine sahip olmalıyız. Klasik bir ifade belki ama Hakan Çalhanoğlu ve Arda Turan'ı 11'e yazar, onların etrafında bir sistem ve takım kurarsınız. Özel yetenek bu isimler. Hadi Arda Turan sakatlıktan çıktı, yine de 11'de. Hakan Çalhanoğlu'nun neden olmadığına yönelik bir soruya ise verecek cevabım yok.

Abdullah Avcı'yı Mehmet Ekici, Sercan Sararer ve Tunay Torun gibi isimlere verdiği şanslar yüzünden eleştiriyorduk. Aradan 1-2 yıl geçti ve Hakan Çalhanoğlu yedek kalabiliyor. Düzen mi değişti diyelim bu durumda?

Bu işin ortasını cidden tutturamıyoruz. Çok uç futbol tarzlarıyla yola devam ediyoruz ve şu an Fatih Terim'in yaratmak istediği düzeni de anlayabilmiş değilim ki Fatih Terim'i çok iyi tanıdığımı düşünen biriyimdir.

Garip bir düzen vardı bugün. Üçlü savunma, Gökhan Gönül ve Caner Erkin ileri çıkarılmış ama onların da önünde Olcan Adın ve Arda Turan var. Kağıt üzerinde baktığınızda kanat oyunu oynamanız beklenir ama kanat oyunu izleyemedim ben. Selçuk İnan ve Emre Belözoğlu'nun kullandığı her top başarısızdı, bir anlamda hücum organizasyonu sıfır kaldı.

Üçlü savunma oynamanız da savunmanızı daha güçlü kılmıyor. Orta sahada zaten bir direnç yok, o anlamda Mehmet Topal'ın orta sahada olmaması hissedildi. İzlanda da hücumun her şeklini izletti bizlere. Kanatlarda da etkiliydiler, uzun toplarla da iyi geldiler, oyunu rakip sahaya yıkıp pas oyununda da etkili oldular, şutlarıyla da can yaktılar. Değil 3-0, çok daha vahim bir skor izlemekte mümkündü.

İzlanda hafife mi alındı bilmiyorum, öyle bir hava hissettim ben. Farklı denemeler yapılacak bir maç değildi, alakasız bir sistemde de facia bir skorla karşılaşıldı. Burak Yılmaz'ı da hücumda tek bırakıp, ondan duvar olmasını beklemek diğer bir hata, bunu da ekleyelim. Ki o Fatih Terim'in Burak Yılmaz'ı Galatasaray'da nasıl kullandığı malum, neden burada böyle bir deneme?

Hak edilmiş bir skor, hak edilen bir mağlubiyet. Görüldi ki, İzlanda da Çek Cumhuriyeti de ilk 3 adına ağır adaylar. İlk 2'yi cepte görürken, play-off hesapları yapacak gibi görünüyoruz. Toparlanmanın yolu da Milli Takım'ın özüne dönmesinden geçiyor, yani kaos futbolu. Uygun bir formasyonla, yaratılacak kaos düzeni Milli Takım adına iddia yaratabilir, başka türlü bir futbol oynayamıyoruz, oynayamadık bugüne kadar.
 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir