30 Eylül 2011 Cuma

Stoke City'nin Ağırlığı Premier Lig'den Mi Kaynaklı?

Çok hakim olduğum bir konu olmasa da şunu demeliyim. Stoke City'nin bu ağırlığı ekolden mi yoksa Premier Lig'in ağırlığından mı kaynaklı. Stoke City adına ekol denmesinin sebebi eski günleri olsa gerek ama o günlerin mazide kaldığını da söylemek lazım. Premier Lig'in ağırlığı ise her zaman var, en kötü durumda olan takımıyla bile oynarken ''Premier Lig'' takımı diyorsunuz.

Stoke City için de bunları söyledik. İçeride güçlü bir atmosferi olan, Manchester United, Chelsea ve Liverpool gibi takımlarla başa baş oynayabilen, kendini de sistemiyle kanıtlamış bir takım. Yüksek toplarla oynuyorlar, oyunu rakibin oynamasına izin veriyorlar ama akabinde repertuara şutları da ekleyerek yüksek toplar ve uzaktan atılan şutlarla sonuca gitmeye çalışıyorlar. Beşiktaş karşısında da yaptıkları buydu ve Stoke'e puan kaybeden her takım gibi ''bu takıma nasıl kaybettik'' dedik ve genel kanı da Beşiktaş'ın iyi oynadığı yönündeydi.

Schuster dönemi başarısız geçti. Bir felsefe oturtmaya çalıştı, hücumu benimsedi ama futbolun hücum dışında da var olduğunu unuttu sanki, ön taraf için en kaliteli malzemeleri kullanırken, arka taraf adına malzemeden çaldı bir bakıma. Dolayısıyla da bina çöktü. Bu sezon ise farklı, yine aynı hücum var Beşiktaş'ta. Hatta daha alternatifli takviyelerle ve daha güzeli savunma adına da büyük bir revizyon yapıldı, arka tarafta sağlam. Arkayı da sağlama alınca, önde oynayan kaliteli hücum ayaklarına dayanarak felsefesinizi hücum olarak belirlemeniz lazım ve Stoke City karşısında da yapılması gereken buydu aslında.

Ama Beşiktaş temkinli oynadı, Fernandes'in orta sahadan hücuma çıkıp oyun yönlendirmeleri ışığında sürekli Quaresma üzerinden oynadı, bireysek yeteneklere dayandı yani ve o bireysel yeteneğin attığı muhteşem pas ışığında da 1-0'ı buldu. Buna rağmen Türk futbolunun genel hastalıklarından biri olan uzun top hastalığına onlar da yakalandı, hele de Stoke City gibi varını yokunu buna dayamış bir takım karşısında da işiniz çok daha zor ve Stoke City, duran toplar ve yüksek atılan toplar ışığında 1-1'i buldu, ikinci yarıda da yaptığı oyuncu değişiklikleriyle hız faktörünü de devreye sokmaya başladı ve genel baskıyla da 2-1'i buldular. Basit bir penaltıyla ama o golün geleceği de belliydi sanki.

Beşiktaş'ın sorunu 1-1'den sonra oyunu yönlendirememek. Burada beraberlikle ayrılmak elbette başarı ama kazanılabilecek bir maçın 1-1 bitmesi beni üzen taraf. Necip Uysal konusunda fikir ayrılığına düştüm mesela. Savunma anlamında harika bir iş çıkardı ama ondan bir diğe beklenti de hücum tarafında. Ona verilen görev bu muydu bilmiyorum ama Necip'in de hücuma katkı vermesi Fernandes'i, dolayısıyla da Beşiktaş'ı rahatlatabilirdi. Fernandes bu açıdan tek kaldı ve Simao'nun da aynı tempoyla Quaresma'ya eşlik etmemesi hücumlarda farklılık getirmedi.

Edu üzerinden hiç konuşmuyorum bile, rakip 60. dakikada üç değişikliği gerçekleştirip, oyunun yönünü kendi tarafına çekerken, Holosko 2-1'den sonra oyuna giriyor ve sizin de santraforunuz piyasada yokken gol atmanız bir o kadar zorlaşıyor. Ancak Quaresma alakasız bir yerden vurur, rakibe çarpar ve direğe değil de kaleye gider top. Gol böyle gelebilirdi bu maçta ve gelmedi haliyle de.

Savunma, mücadele anlamında gösterilen emek muhteşem, bu açıdan baktığımızda Necip ve Aurelio gibi isimler maçın adamı bile seçilirler ama yanlış felsefenin doğruyu yapan parçaları oldu onlar ve o yanlış felsefe de beklenen puanı getirmedi. Eğer beraberlik için değil de kazanmak adına birşeyler yapılsaydı ben galibiyetin kaçınılmaz olduğunu düşünüyordum. Ernst kafadan sahaya sürülebilirdi mesela ya da Edu'ya bu kadar sabredilmeyip, Pektemek veya Holosko faktörleri düşünülebilirdi. Bu da ağır rakibe karşı size hız silahını kazandırırdı, yüksek toplara oranla da sizin kazanma şansınız daha fazla olabilirdi.

Benim kanım, Beşiktaş yanlış felsefeyi çok iyi oynadı ama o yanlış felsefe puanı getirmedi Beşiktaş'a. Doğru felsefe buradan mutlak puanı çıkarırdı...

1 yorum:

  1. Tony Pulis PL'ye ilk çıktıklarında hem parasızlıktan hem İngiliz genlerinden ötürü böyle bir sistemle oynamayı tercih etti. İngiliz geni olayını hafif aralayayım. Charles Reep'den fazlaca etkilenmiş klasik bir İngiliz menajer Pulis. Bunun yanına Stoke halkının keyif aldığı oyun türünün de bu olduğunu söyleyelim. Stoke-on-Trent işçilerin yaşadığı, işçi kültürünün futbola da hakim olduğu muhafazakar bir İngiliz şehri. Pulis ilk sezondan sonra baktı ki bu olay tutuyor, kım ligde kaldıkça ve doğru orantılı olarak para geldikçe sistemi daha kaliteli oyuncularla devam ettirdi. Böylece Britannia'da yenilmeyen bir takım ortaya çıkardı. Şimdi bu deplasmana kim gitse daha iyi oynadığını, rakibi baskı altına aldığını söylüyor. Norwich kendi evinde oynarken de aynı şeyi hissetti ama Jones'un son dakika golüyle Stoke 1 puanı aldı. Kısaca şöyle söyleyelim; Swansea Britannia'ya geldiğinde sezonun en güzel futbolunu oynar kendi adına ama maçı Stoke rahat bir skorla kazanır. Beşiktaş için de aynısı oldu. Kaldı ki Stoke PL'de çok daha sert oynayan bir takım. Kabul edersiniz etmezsiniz ama Avrupa maçı olduğu ve İngiliz olmayan bir hakem yönetttiği için istedikleri kadar rahat olamadılar. İlk bakışta abartı gibi görebilirsiniz ama Britannia'da oynanan maçlara bir bakarsanız, bu stadda United'ın, Liverpool'un, City'nin, Chelsea'nin favori olmadığını, 1 puanı iyi olarak gördüklerini farkedersiniz. Buraya Barça gelse 15 dakikada yıldırır bu adamlar.

    YanıtlaSil

 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir