
Almanya'ya sempatim Euro 96 döneminde başladı. Yine harika bir jenerasyon vardı ama o takımdan en sevdiğim isim Oliver Bierhoff'du. Resmen o adam sayesinde futbolu bu kadar sevdim diyebilirim. Gerçi şimdi de yine tribünde falan görüyorum, eski günleri hatırlıyorum. İçim bir hoş geliyor, çocukluğumun futbolunu hatırladıkça. İşte 2010'un Almanya'sı da beni o günlere götürdü. Harika bir futbol, sistemden falan öte jenerasyonu çok sevdim. Milliyetçiliği bir kenara itmiş, farklı kültürleri de içerisinde benimsemiş, bütün Almanya halkına kucak açmış bir Milli Takım bu. Farkı da biraz buradan geliyor. Üstelik futbol anlamında da sistemini, felsefesini bir kenara atarak. Tabii işin en güzel kısmı da Mesut Özil. Düşünün yılların Almanya'sı, yılların sistem takımı Mesut Özil'in yani bir Türk'ün ayağına bakıyor ve o Türk bu takımı taşıyarak, yarı finale gelmesinde en büyük pay sahiplerinden birisi oluyor. Alman marşını falan okumuyor, maç öncesinde de duasını ediyor, saha içerisinde kanından gelen Türk benliğiyle bazı hareketlerini yapıyor ama içimizde de bir burukluk var. Keşke bu adamı Türkiye için oynatabilseydik ama o çok farklı bir konu.

Podolski'nin de bu saatten sonra ederi ne kadar olur bilemiyorum. Köln'den Bayern Münih'e geçtiğinde beklentiler büyük oldu ama işler istenilen gibi gitmedi. Sonra Köln'e geri döndü ama yine bildiğimiz Podolski yoktu. Dünya Kupası'na baktığımızda ise harika bir Podolski vardı, o da iş Milli Takım'a geldiğinde kendini aşan adamlardan. Bir artı da Neuer'e. Jabulani yüzünden kalecilerin başarılarından konuşmamız gerekirken, yedikleri hatalı gollerden bahsettik ama Neuer yaptığı kurtarışlarla bana göre turnuvanın en iyi kalecisi oldu. Tek tek oyunculardan bahsetmeye de gerek yok aslında. Zamanında yaşattıklarını, bu turnuvada kendileri yaşadılar. Yine de torunlarımıza, çocuklarımıza anlatacağımız bir Dünya Kupası hatırası bıraktılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder