
30 Nisan 2012 Pazartesi
Zidane & Ronaldinho

Lucas Podolski Arsenal'de

Fenerbahçe 2-1 Beşiktaş, Futbol Sonuç Oyunu

Bu maç öncesindeki düşünceler Fenerbahçe yönündeydi aslında. Sow sezonu kapattı, Alex yok, Emre Belözoğlu'na maçtan bir gün önce tedbir kararı geldi ve özellikle de hücum cephesinde büyük eksikler yaşandı. Süper Final'de de her maça kazanma parolasıyla çıkıyorsunuz ve doğru hücum kadrosu elinizin altında olmak zorunda.
Karabükspor maçı Semih Şentürk adına önemli bir sınavdı, Sow'un yokluğunda kim oynar sorusuna yönelik bir cevap. Bu sınavı da o maçta geçti. Ama yanlış şurada başlıyor. Alex'in olmadığı maçlarda Alex varmış gibi, onun görevini başka futbolculara yükleyemiyorsunuz. Özel bir futbolcu olmasının yanında onun tarzına yakın bir isim yok ama yine de santrafor arkalı sisteminizden vazgeçmiyorsunuz. Ben Alex'in orta sahadan öte forvet oyuncusu olduğunu savunurum ve onun varlığında aslında çift forvet gibi oynuyorsunuz. Alex yokken ise Stoch, Caner Erkin ve Mehmet Topuz'u dönüşümlü kullanıp bir forvet arkalı sistem yaratıyorsunuz ama bu sizi öncelikle hücumda tutamıyor, pozisyon bulma anlamında da sıkıntıya düşürüyor.
Cristian ve Selçuk Şahin'den oluşan bir orta sahanız da var. Yani hücumda o kadar etkili olma şansınız yok, iş bireysel yeteneklere bakıyor ve her bireysel yetenek anında da Cristian ortaya çıkıyor, bu da ilginç detay. Cristian'ın bu sezon çok büyük oynadığını düşünüyorum. Şu kaotik ortam olmasa belki de sezon başında gönderilecekti, bunu da unutmadan.
Beşiktaş'ta bir değişim yok. 4-3-3 devam ediyor, sistem tamamen bireysel yeteneklerin üzerinde. Fernandes'in çabaları takımı ayakta tutmaya çalışıyor, çünkü Quaresma ve Simao'dan beklediğiniz etkiyi artık alamıyorsunuz. Forvette de Edu ile başlamışsınız zaten, kafalarda olay bitmiş bir bakıma. Buna rağmen Beşiktaş son haftalara oranla çok iyi oynadı. Orta sahada bir kişi fazla olmanın avantajını iyi kullandılar, orta sahadan çabuk çıktılar, bazı anlarda da Quaresma'nın az biraz kıpırdanması onları süratli bir hale soktu. Ama neredeyse son paslar ve şutlardaki tercihlerin hepsi hatalıydı, bu da organize olamamanın eseri.
Maç ikinci yarıda müthiş bir tempo kazandı ve her iki takım da orta sahaları hızlı geçti. Kağıt üzerinde de baktığımızda Beşiktaş bu anlamda daha güçlü görünüyor ama tempo Fenerbahçe'nin işine yaradı. 1-1'i çabuk bulmaları önemliydi, devamında da Quaresma'nın şutunda Volkan Demirel'in müthiş kurtarışı. Ama teknik direktör zafiyetiniz var. Aykut Kocaman, bir şekilde maç öncesi yaptığı yanlışı düzeltiyor ve takımını 4-4-2'ye getiriyor. Tayfut Havutçu ise hamle yapmak adına maçın 2-1'e gelmesini bekliyor, üstelik çıkardığı isimler Quaresma ve Simao. Giren isimler ise Mehmet Akyüz ve Mustafa Pektemek. Olayın özü bu aslında.
Yine de Beşiktaş kazanabilirdi, uzun zaman aranın ardından onları bu kadar istekli gördüm ama sezon başından bu yana gelen yanlışlar iyi oynadığınız maçlarda bile ortaya çıkıyor. TT Arena'da 3-2 kaybederken de bunları yaşadı Beşiktaş, yine yaşayabilir. Fenerbahçe ise kötü oynadığı maçlarda kazanabiliyor, bu da bir beceri. Rakibi ısıramıyor belki, o baskıyı kuramıyor ama sonuca gidebiliyor ve futbolun da bir sonuç oyunu olduğunu söylememiz lazım. Yine de girdikleri süreç zorlu. Beşiktaş ve Trabzonspor deplasmanları var, Galatasaray ise bu takımlarla içeride oynayacak.
29 Nisan 2012 Pazar
Nuri Şahin & Hamit Altıntop ve Transfer

Hamit Altıntop adına aslında Real Madrid transferi çok ekstra oldu. Kimse beklemiyordu cidden. Hamit Altıntop'tan Türkiye hamlesi beklerken bir anda Real Madrid'e imza attığını öğrendik ve bu durum hem gurur verici, hem de şaşırtıcı bir durumdu. 29 yaşında ve bonservisi olmayan bir futbolcuydu. Artı olarak Bayern Münih de onunla devam etmeyi düşünmedi.
Böyle bir durumda Real Madrid'e gitmek büyük olaydır ama beklediğimiz gibi sezon onun adına iyi geçmedi. Ligin devre arasında takımdan ayrılır diye beklerken ben sezonu tamamladı bir şekilde. Şans da yakaladı, hatta bir El Clasico'da 11'de dahi başladı ama olmadı. Bu yüzden de Hamit Altıntop'un sezon sonunda Real Madrid'den ayrılacak olması ekstra bir haber değil. Bonservisi olmadan transfer edildiği için de Real Madrid şartları fazla zorlamaz ve bonservis anlamında onu isteyen takımlar adına makul bir transfer olabilir.
Nuri Şahin'in şanssızlığı ise sezona sakat girmesi oldu. Geçen sezonun son döneminde de oynamamıştı ama Bundesliga'da yarattığı etki inanılmaz oldu ve Dortmund'un da onu tutabilmesi çok güç bir durumdu. Nitekim, Mesut Özil misali Real Madrid bu transferi de bitirdi ve Mesut Özil'i de Nuri Şahin'i de çok makul fiyatlara aldılar aslında.
Nuri Şahin'in dediğim gibi şanssızlığı sakat girmesiydi sezona. Hazırlık kampına katılamadı, dönüşünde fizik olarak bir türlü kıvama gelemedi ve orta sahadaki rotasyonun da bir hayli kalabalık olduğunu söyleyelim. Bir dönem Khedira falan da sakattı ama ona rağmen Granero'nun orta saha rotasyonunda şans bulduğu takımda Nuri Şahin gerilerde kaldı, şimdilerde de 18'e dahi alınmıyor. Üstelik Real Madrid'in de hemen hemen formalite maçlarına çıktığını söylemek lazım. Ama onun şansı genç olması ve hala beklentilerin büyük olması.
Gelecek sezon onun adına farklı olabilir ama Canales misali bir sezon kiralık olarak büyük bir takımda forma giymesi daha sağlıklı gibi. Real Madrid'in de bu yönde bir adım atılacağı söyleniyor ve Nuri Şahin'in de talibi çok olacaktır. Mesela, ligin devre arasında Nuri Şahin'i Inter çok istedi ama vermediler. Bu da ondan beklentilerin olduğunun göstergesidir.
Açık konuşayım, Hamit Altıntop'u Galatasaray'a bekliyorum ben. Bu transfer gerçekleşecek gibi geliyor bana. Joker bir futbolcu, her formasyonun adamı. Artı olarak kaliteli bir yerli, dahası yok yani. Nuri Şahin'i ise kiralamak büyük bir hayal, imkansız değil ama talibinin çok olacağını düşündüğümden zor bir durum. Yine de keşke gelse dediğim iki futbolcu, sezon sonunda da bu tarzda adımlar atılmak istenecektir, bakalım neler olacak. Bir de Lass mevzusu var tabii, o da başka bir hikaye...
Prekazi
Maçın Adamı Eboue, Fotoğraf İse Anlayana

Ligin ilk yarısına damga vurdu bu anlamda, Afrika Uluslar Kupası'na gittiğinde de onun yerini asla dolduramadık. Geri dönüşünde ise, ligin ilk yarısındaki etkisinden biraz uzaklaşmıştı, idare edermiş gibisinden bir performansı vardı ama play-off döneminde yeniden o formda Eboue'yi tekrardan izliyoruz. Son Trabzonspor karşılaşmasında da onun adına zaten iyi geçen bir sezonda gösterdiği en iyi performansı gösterdi. Sağ tarafı resmen otobana çevirdi, hücumdaki etkisi çok büyük oldu ve bu da galibiyetteki en önemli anahtardı aslında. 1 gol 1 asisti var ve her ikisi de efsane denilecek cinsten.
Fotoğraf ise çok anlamlı. Önce şunu diyeyim, Olcan Adın'a adamlığın tanımını yaptığı için teşekkürler. Hem bu forma mevzusunda, hem penaltı mevzusunda. Ama fotoğraf bu dediğimden de öte, anlayana denilecek cinsten birşey...
28 Nisan 2012 Cumartesi
Trabzonspor 2-4 Galatasaray, Değişen Yok Aslında

Galatasaray'ın 11'i, sistemi, formasyonu belli. Kimseye özel önlem de alması gerekmiyor, yapması gereken kendi futbolunu oynaması. Bu üç kombinasyonla da bu sezon için her takımdan daha iyi bir konumda olduğumuzu düşünüyorum. Ama bu futbolu istikrarlı bir şekilde yansıtmak mesele ki, Galatasaray'ın bunu da yaptığını düşünüyorum. Galatasaray'ın orta sahasının rahat nefes aldığı bir günde kazanma ihtimali çok yüksek ve play-off arenasında her takımın da maçı kazanmak için oynaması gerektiği için rakiplerin de müthiş önlemler almadığını görüyoruz. Bu da özellikle Selçuk İnan'a çok rahat imkanlar kılıyor ve o istediğini yapabildiğinde Galatasaray'ı da mükemmel şekilde yönlendiriyor.
Çok özel bir futbolcu gerçekten. Geçen sezonda gösterdiği performans bile bizlerin hayallerini süslüyordu, keşke bizim takımımızda olsaydı hayal denizindeydik. Oldu da, hatırlıyorum. Sanki bir kupa almış gibisinden bir sevincim vardı, onun imza attığını öğrendiğimde. Şöyle bir şey var ama, Selçuk İnan'ın geçen sezonun üstüne koyduğu ortada, hem de x3 gibisinden. Hem skorer bir kimlik kazanması, hem takımın mutlak lideri olması, aldığı sorumluluğun onu daha da güçlü kılması ve bu pozitif etkinin onun değerini katlaması. Her maç farkını ortaya koyuyor ve bu maçta da farkı izledik. Frikik kullanırken, sanki penaltı misali bir rahat duygu içerisindeyiz. Her duran top çok büyük bir silah oldu ya da top onun ayağındayken o düzeni görmek çok büyük bir keyif.
Trabzonspor için şunu söyleyebilirim. TT Arena'da oynanan ve 1-1 biten maça bakalım. O maçta Trabzonspor'un silahı hızdı. Orta alanda kaptıkları hızlı toplarla çok etkili oldular. Burak Yılmaz bu tarz bir futbol için büyük bir koz, onun yokluğu elbette çok etkiledi onları. Ama Trabzonspor, Beşiktaş maçındaki düzeni bozmak istemedi gibi, Galatasaray'a karşı nasıl etkili olacaklarını unuttular. Serkan Balcı'yı sağ açık gibi oynatıp, Adrian'ı 11'de kullanarak, temposu daha düşük, biraz daha savunmacı ama fazlasıyla kontrollü, pas yapmak isteyen bir yapıda oynadılar. Bu da Galatasaray'ın ekmeğine yağ sürer. Alanzinho ve Volkan Şen gibi isimlerin daha etkili olacağını düşünüyordum, oyuna girdiklerinde oldular da. Gerçi iş işten geçmişti o dakikalarda. Colman'ın da ayrıca her Galatasaray maçındaki ekstra performansları bir gelenek halini aldı ve bugün de iki gol attı. Bazı futbolcular bazı maçları seviyor.
Maç 3-1'e geldiğinde bir şeyler olabilirdi aslında ama hemen ardından maçın 4-1'e gelmesi de önemli. Oyun, Galatasaray'ın kontrolündeydi ama yine de anlık hatalar olabiliyor. Ayrıca Fatih Terim'in hafta içerisinde oynanacak maçı düşünerek bazı değişiklikleri erken yaptığını gördük ve bu da ikinci yarıdaki diğer bir sıkıntı oldu. Bunun dışında beklenenden daha kolay geçen bir maç, güzel galibiyet ve önümüzdeki iki maçı da içeride oynayacağımız düşünülünce avantaj büyük.
27 Nisan 2012 Cuma
Bir Gün Bile Konuşamadan
Vakit Geldi Pep

Guardiola ama bu izlenimi hiç vermedi. Uzattığı birer yıllık kontratlar bunun göstergesi. Bizler her sezon, Guardiola acaba takımın başında kalacak mı sorusunu mutlaka soruyoruz ama cevap kalacak yönünde oldu sürekli.
Bazen değişim istersiniz, buna saygı duyarım. En iyi takımın başında olsanız bile, o farklı dünyaya adımları atmak istersiniz. Futbolculuk döneminde de yapmıştı bunu Guardiola, teknik direktörlük kariyerinde de yapması beklentilerim arasındaydı. Bir noktadan sonra iş, ''Guardiola'yı Barcelona dışında da görmek isteriz'' mevzusuna gelecekti çünkü. İnsanların kafasında şu soru işareti var:
Acaba Guardiola mı Barcelona'yı yüceltiyor yoksa Guardiola mı Barcelona sistemi içerisinde yüceliyor?
Benim görüşüm çok net. Guardiola'nın zaten iyi olan sistemi çok daha kudretli bir konuma eriştirdiğini düşünüyorum ben. İlk geldiği zamanlarda işi hiç kolay değildi ama bunu başardı ve çok daha erişilmez konuma getirdi sistemi. Ama ne kadar iyi olursanız olun, o istikrarı yıllara yaymak zor. Bir noktada tökezlemek mümkün ama yeniden ayağa kalkmanız çabuk olur, çünkü o sistem sizde.
Guardiola'nın bu ayrılığı benim için bir noktada kaçış. Zirvede bırakmadı çünkü, gelen ilk başarısızlığın ardından ayrılma kararı verdi. Gideceği, başka heyecanlar deneyeceği bilinen bir durumdu aslında ama şu noktada ayrılığın tanımı bende bu.
Guardiola için asıl sınav şimdi başlıyor. Ne yapacak, nasıl bir karar verecek? Benim görüşüm en az bir yıl ara verdikten sonra bu zorlu sürece başlayacağı yönünde. Birçok dev Guardiola'yı isteyecektir. Başta da Inter ama devamı mutlaka gelir. Guardiola'nın ara verip vermeyeceği bu noktadaki sorun.
Rijkaard geliyor akıllara. Barcelona kariyeri onun kamburu oldu resmen. Galatasaray'dan biliyoruz bunu, beklentilerimizi hatırlayın. Total futbol, 4-3-3 hayallleri ile uyuduk ama hayal kırıklığımızın tanımı yok. Guardiola'dan da Barcelona'daki futbolu, sistemi beklemek yine hayal olacak. Hangi takımın başına giderse gitsin üstelik.
Mourinho'ya en iyisi dememin sebebi bu aslında. Belirli bir formasyonu yok, sistemini gittiği takımın ve ülkenin şartlarına göre belirliyor, başarılı da oluyor. Porto, Inter, Chelsea ve Real Madrid gibi örnekler ortada. Dört farklı yapı ama dört büyük başarı hikayesi. Guardiola'nın da yapması gereken bu olabilir, gittiği ülkenin ve takımın şartlarına uyabilmesi. Bana göre de bunu yapacaktır, onun Rijkaard'la arasında çok büyük farklar olduğunu düşünüyorum. Guardiola çok önemli bir karakter hepsinin ötesinde.
Barcelona'nın da geleceği merak konusu. Bu yapıyı koruyacaklar mı yoksa var olan sistemin içerisinde farklılıklar mı deneyecekler. Bielsa konuşuluyor mesela, takımın başına o gelebilir. Ya da benim adayım olan Löw. Barcelona'nın bu yapısına çok yakıştırıyorum Löw'ü. Yoksa Guardiola misali bir örnekten yola çıkarak, yine Barcelona içerisinden çıkmış bir teknik adam mı? Luis Enrique geliyor burada da akıllara.
Ama şu açık, bundan sonraki süreç Barcelona'yı da Guardiola'yı da fazlasıyla gündeme taşır, hergün konuşuruz bu mevzuyu...
Atletico Madrid Vs. Athletic Bilbao

Nitekim, Simeone gelir gelmez Arda Turan'ı 1-2 maçta yedek başlattı ama Arda Turan'ın kademe kademe yükselişini gördük ve takımın da iyi gidişatı içerisinde Arda Turan'ın payı büyük oldu. Özellikle de bu son dönemde iyi futbol anlamında istikrar içerisinde, kendisinden fazlasıyla söz ettiriyor. Avrupa Ligi'nde finale atılan adımlarda da katkısı çok büyük oldu, Arda Turan'lı Atletico Madrid Mehmet Topal'ı Valencia'yı kupanın dışına itti.
Şunu da ekleyelim. Arda Turan'ın Galatasaray'da forma giyerken söylediği bir numaralı söylem, Avrupa Kupası kazanma isteğiydi. Şimdi bunu henüz ilk sezonunda başarma arifesinde. Üstelik futbol anlamında da sürekli üzerine koyuyor, repertuarını geliştirmeye devam ediyor. Atletico Madrid'e gitti diye eleştirenlere de çok güzel bir cevap vermiş durumda. Benim ise onunla ilgili görüşüm net. Bu dolaylar hakkında konuşmasın, sadece işine odaklansın, zaten gerisi gelecek, biz her türlü onun arkasında olacağız. Sitem sevgiden doğuyor, Arda Turan bu camianın bir evladı.
Birisi adına üzüldüm, diğeri adına sevindim ama genele vurunca işi Atletico Madrid sempatimin daha büyük olduğuna karar verdim, bunun da Arda Turan'la çok fazla alakası yok aslında. Atletico Madrid açısından da Avrupa Ligi geni oluştu sanki. Her şekilde yarı final ve ötesini görmeyi başarıyorlar, bu kupayı inanılmaz seviyorlar ve bu konuda da müthiş bir istikrar yakaladılar.
Finalde rakip Athletic Bilbao. Onların hikayesi çok daha büyük, yazdıkları destan gerçekten inanılmaz. Bielsa ortaya mükemmel bir iş çıkardı. Hatta bu işi de mükemmel kavramıyla bile açıklamak güç. Final ortada, her iki takıma da yakın ve benim için Şampiyonlar Ligi finalinden daha öte bir final olacak, heyecan anlamında...

26 Nisan 2012 Perşembe
Manuel Neuer

Buffon'dan sonrası da benim için Casillas. Kimine göre hala en büyüğü Casillas, gerçekten inanılmaz bir kaleci. Çok genç yaşlardan bu yana Real Madrid ve İspanya kalesini koruyor. Gerçekten istikrar kavramı diye birşey varsa, bunun yaşatan anıtıdır. Bir dönem Cech ve Julio Cesar ile en iyi üçlü deniliyordu onlar için, üçü arasında bir çekişme var gibiydi ama onlar da eskisine oranla biraz daha geri plana düştüler gibi. Cech'in son Şampiyonlar Ligi performansı yine efsane ama Cech'in de Julio Cesar'ın da zirve dönemi sanki geçti gibi.
Bugünlerde ise yarış Neuer ve Casillas arasında. Hangisi daha iyi buna siz karar verin ama bitmek bilmeyen bir Neuer fırtınasının olduğunun altını çizmek lazım. 26 yaşındaki bu kalecinin inanılmaz bir yükselişi var ve Schalke 04 performansının ardından Bayern Münih günleri de bir o kadar efsane geçiyor ve Kahn'ın ardından mükemmel bir kaleci bulmanın mutluluğunu yaşıyor olmalılar. Almanya'da, Bayern Münih'de emin ellerde diyebilirim.
Neuer, dün yine imzasını attı yarı final maçında ve kurtardığı penaltılarla takımını finale taşıyan isimlerden biri oldu. Bayern Münih'in Bundesliga üzerinde kurduğu transfer sömürgesi ağına o da bu sezonun başında 25 milyon avro gibi bir rakama takılmıştı ama daha çılgın rakamları da konuşmak mümkünmüş. Elime de güzel fotoğrafları geçmişken, mini bir Neuer foto galerisi yapayım diyorum...








Kaybedenler Kulübü


Özellikle de Messi adına alışık olmadığımız bir tablo ama her ikisi de Avrupa arenasında kaybedenler arasına adlarını yazdırdılar. Kaçırdıkları penaltıları daha çok konuşuruz. Mourinho da bir yerde haklı ama, bu iki takımın da dinlenmeye hiç fırsatı olmadı. Chelsea ve Bayern Münih ise ligi 2. plana atabildiler. Sonuçta Premier Lig 5.'si ile Bundesliga 2.'si finali oynayacaklar. Tabii hak ettiler bu finali fazlasıyla, orası ayrı konu. Yine de Messi ve Ronaldo'nun birer gün arayla böyle çöktüklerini görmek tahmin etmediğimiz bir durumdu. Bugün için yeniden ''hangisi daha iyi'' tartışmalarını yaşamamız beklenirken, finali nasıl kaçırdıklarını konuşuyoruz...


Onlar ise kazanan tarafta...
Kupa 1'e Elveda


25 Nisan 2012 Çarşamba
Peter Schmeichel & Diego Maradona
Yaş 21 ve Döneminin Parlayan Yıldızlarından

Xabi Alonso & Mikel Arteta


Topun Canı & Chelsea'nin Savunması

23 Nisan 2012 Pazartesi
Siz Olsaydınız?

"70'de maç 1-1 bitse herkes kabul, ama biz kabul etmedik, Galatasaray kabul etmemeli beraberliği.''
Tartışılması gereken konu bu aslında. Merak ediyorum sizlerin de ne düşündüğünü. Maçın 1-1 bitmesi, Galatasaray'ın şampiyonluk şansını yüzde 80'de tutacaktı. Bu çok açık. Hatta şöyle de diyorum, ''kazanamıyorsan kaybetme'' bir felsefedir ama bu maç için değil. Fatih Terim'in de karakterinde ayrıca bu yok, oynanan futbola, kaçan pozisyonlara bakıldığında kazanılması gereken bir maçtı ve mağlubiyet riskini göze aldınız.
Bu yüzden de mağlubiyet için birşey diyemiyorum, bu tip maçlar bazen olur ama futbol da sonuç oyunu. Futbol dışı etmenler olmadığı sürece, kazanan daima haklıdır durumu da var aslında. Fenerbahçe 4 pozisyona giriyor 2 tanesini gol yapıyor, siz ise sayısız pozisyonda golü bulamıyorsunuz. Biraz da beceri işi futbol ama dediğim gibi, bu tip maçlar bazen olur.
Şu da bir karakterdir mesela. Kötü oynadığın maçta bile kazanabilmek. Ama Fenerbahçe için bu maçta bu yorumu getirmek imkansız, çünkü kötü bile oynamadılar. Volkan Demirel ve Bekir İrtegün haricinde gerçekten performans anlamında iyi konuşulabilecek birşey yok, tamamen beceri ve şans kavramlarıyla açıklanabilecek bir maç.
Ben size sormak istiyorum. Fatih Terim değil de siz olsaydınız, maçın 1-1 bitmesi adına ya da galibiyeti getirmek adına daha fazla mı kontrollü oynardınız ya da Fatih Terim gibi hücumcu yapıyı daha da güçlendirip galibiyeti mi arardınız?
Bu Bir Tribün Yazısıdır
Gerçi bir kısım rakip taraftar ve futbolcular önemli olan sahada kazanmak falan diyor ama bizim de şöyle bir huyumuz var ki bazı işleri çok iyi yapıyoruz. Futbol oynamak gibi, edebimizle hem galibiyeti hem mağlubiyeti sindirebilmek gibi ve tabii ki tribünün gereği neyse layığıyla yerine getirmek gibi.. Dün akşam Galatasaray kaybetti, doğrudur. Giden üç puan olsun dedik işimize bakıyoruz.
Şimdi gelelim koreografi işine.. 10-15 gündür Galatasaray-Fenerbahçe maçında şahane bir koreografi yapılacağı konuşuluyordu. Öyle ki, itiraf etmem gerekirse takımdan o kadar emindim ki maçı, skoru, oyunu falan bırakıp koreografiyi merak etmeye başlamıştım. Dün akşam 6.30 oldu, Lig Tv açıldı giren her reklamda laflar edildi falan..
Efendime söyleyeyim, koreografiyi rezil etmedi Lig Tv sağolsun. Önce İstanbul silueti çıktı sonra köprüler yükselmeye başladı. Bendeki heyecan yükselmeye devam ediyor tabii.
Köprülerden sonra Saraçoğlu Stadı ve aslan figürü çıktı ortaya.
Hemen ardından da "Saraçoğlu'nu yakın, Şampiyonluk daha yakın" pankartı açıldı.
Galatasaray'ın karşı yakaya geçerek Saraçoğlu'nda alınacak şampiyonluk kupasını kaldırmasını temsil eden koreografinin son hali de bu şekilde oluştu. Ve Galatasaray taraftarı yine yeniden şahane bir koreografiyle hem yüzümüzü güldüren hem de dün akşama renk katan taraf oldu. Dilerim ki, bu koreografi gerçeğe dönüşsün ve bu sezonun hakkı olan ve olması gereken en kısa sürede olsun.
< reklam >Maç yazım< reklam >
Şimdi gelelim koreografi işine.. 10-15 gündür Galatasaray-Fenerbahçe maçında şahane bir koreografi yapılacağı konuşuluyordu. Öyle ki, itiraf etmem gerekirse takımdan o kadar emindim ki maçı, skoru, oyunu falan bırakıp koreografiyi merak etmeye başlamıştım. Dün akşam 6.30 oldu, Lig Tv açıldı giren her reklamda laflar edildi falan..
Efendime söyleyeyim, koreografiyi rezil etmedi Lig Tv sağolsun. Önce İstanbul silueti çıktı sonra köprüler yükselmeye başladı. Bendeki heyecan yükselmeye devam ediyor tabii.
Köprülerden sonra Saraçoğlu Stadı ve aslan figürü çıktı ortaya.
Hemen ardından da "Saraçoğlu'nu yakın, Şampiyonluk daha yakın" pankartı açıldı.
Galatasaray'ın karşı yakaya geçerek Saraçoğlu'nda alınacak şampiyonluk kupasını kaldırmasını temsil eden koreografinin son hali de bu şekilde oluştu. Ve Galatasaray taraftarı yine yeniden şahane bir koreografiyle hem yüzümüzü güldüren hem de dün akşama renk katan taraf oldu. Dilerim ki, bu koreografi gerçeğe dönüşsün ve bu sezonun hakkı olan ve olması gereken en kısa sürede olsun.
< reklam >Maç yazım< reklam >
Arda Turan ve Golleri

22 Nisan 2012 Pazar
Galatasaray 1-2 Fenerbahçe, Futbol ve Adaleti

Kazanamıyorsan kaybetme olayı bir felsefedir. Şimdi düşünüyorum, daha sakin durumdayım. Maç berabere bitmiş olsa fark 5 ve bu da şampiyonluk şansını otomatik olarak yüzde 75'e getirir. Ama bu maçta kazanamıyorsan kaybetme diyemezsin, bu maçın değeri kazanmak. İkinci yarıdaki genel hava buydu zaten, çok sayıda pozisyon kaçırdık, hatta 1-1'den sonraki döneme bakınca da her bir dakika başına bir Galatasaray pozisyonu düşüyor.
Fenerbahçe'yi kroki duruma getirdi yani Galatasaray. Ligin ilk yarısındaki 3-1'lik maçı sürekli konuşuyor, o maçta oynanan futbolu. Ya da Fenerbahçe deplasmanında 2-0'dan 2-2'e maçın geliş hikayesini. Bu iki maçtan da daha iyi oynadı Galatasaray, inanılmaz bir baskı vardı. Zaten genel felsefe ön alanda basmak ve mücadele etmek. Ama bu maçın Fenerbahçe maçı olmasının getirdiği ekstra motivasyonla da beraber o mücadelenin üstüne çarpı iki daha ekledik. 1-1'den sonra bile santradan kaptığımız top pozisyon oldu. Daha da hırslandık, çok daha fazla mücadele etmeye başladık, pozisyonları da bulduk ama yakalanan bir kontra topta gelen gol hayallerin hepsini suya düşürdü. Bu riski de aldı Galatasaray, bu maçta beraberlik için oynamak Fatih Terim'in karakterinde yok ve onu da özel kılan unsur bu zaten.
Galatasaray'ın kalbi orta sahasında atıyor dedik, eğer Galatasaray kazanırsa da maçın adamı Selçuk İnan olur diyordum. Kazansaydı eğer gerçekten olurdu. Melo'nun maçın başında yediği sarı kart onu oldukça bozdu ama ilerleyen bölümde mücadelesini yükseltti. Bu da Selçuk İnan'a daha fazla hücumda var olma imkanı tanıyor. Fenerbahçe orta sahası bu anlamda istediğini yapamadı aslında. Ne Selçuk Şahin ne de Cristian bu ikili karşısında duramadılar. Galatasaray orta sahası da bu kadar hür bir ortam yakaladığında maça damgasını vuruyor, önceki maçlarda da bunu gördük.
Fenerbahçe adına maça damgasını vuran isim Volkan Demirel. Bir maçta kaleci eğer maçın adamı oluyorsa zaten o maçın özeti olur. Ama futbol akılları bu maçta ortaya çıkar. Alex'in gösterdiği performansı eleştiririz ama ilk goldeki futbol aklı ortadaydı. Ziegler'in de orada pozisyonu kovalıyor oluşu ve attığı gol.

30 şuta 4 şut, 20 pozisyona 2 pozisyon, yüzde 65 topa sahip olmaya yüzde 35 topa sahip olma gibi oranlar var. Fenerbahçe iki tane pozisyona girdi ve ikisi de gol oldu. Galatasaray ise girdiği tüm pozisyonları harcadı, bu açıdan bakınca olaya Fenerbahçe'yi kazandığı için kutlarım. Sonuç oyunu sonuçta bu. Oynadığınız futbol sizin geleceğinizi şekilllendirir ama ortada gelecek diye bir durum yok. 4 maç kaldı, ipin bir ucu da Fenerbahçe'ye verildi. Aynı zamanda şu da var. Beşiktaş kötü gidiyor ya da Trabzonspor'u her türlü yeneriz gibi düşünceler yanlış. Her iki takım açısından da. O maçlarda da neyin ne olacağını belli olmaz. Bu yüzden de şampiyonluk maçının Fenerbahçe - Galatasaray maçında belli olacağı düşüncesi de yanlış.
Futbol olarak daha fazla konuşulacak birşey yok. Sistem, formasyon herşey hikaye. Fenerbahçe yediği bütün pozisyonlara karşı dağılmadı ve kazanabilecek pozisyona getirdi kendisini. Biz ise sürekli kaçırdık, bazen Volkan Demirel'i geçemedik, bazen ise doğru şut tercihleri veya pas tercihlerini yapamadık ama genel anlamda futbol olarak çok üstündük. Bu da üzücü olan taraf işte. Baros'un Saraçoğlu'nda direkten dönen topunu hala anar dururum, üzülürüm. Bu maçıda çok uzun bir süre unutamam...
Bir Premier League Klasiği | Manchester United 4-4 Everton
Bugün günlerden derbi. Ben bir Galatasaray taraftarı olarak Galatasaray - Fenerbahçe maçına kadar hem vakit geçsin hem bugünkü stresim biraz azalsın hem de bir United sempatizanı olarak United maçını izleyeyim diye geçtim maçın karşısına. Stresim azalsın diye oturduğum yerden baş ağrıları ile kalktım. Zira maçın skoru 4-4'e kadar geldi.
Maça istekli başlayan taraf ve Old Trafford'a mağlup olmamak için gelen taraf olan Everton, maç boyunca yaptığı baskı ile United'ı tutmayı başardı diyebiliriz. United 2 kez öne geçmesine rağmen skoru koruyamadı ve Manchester City ile arasında geçen şampiyonluk mücadelesinde bir soluklanma molası verdi. Böylece atılan 4 gole rağmen United, 41 yıl sonra ilk kez 4 gol atmasına rağmen Old Trafford'da galip gelemedi. Maçın bir diğer özelliği de Premier League gol krallığı yarışında Robin Van Persie ile Wayne Rooney arasındaki gol farkının bu maçta Rooney'nin attığı iki golle tek gole inmesiydi ki, sezon sonunda kendisini 20 yaşını kutlayan Premier League gol krallığı koltuğunda görmeyi isterim şahsen. United'ın berabere kalmasını üzülmekle birlikte, Everton'ın şahane oyunuyla maça ortak olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Maçın hakkı beraberlikti, öyle de oldu, çok da güzel oldu.
Maça istekli başlayan taraf ve Old Trafford'a mağlup olmamak için gelen taraf olan Everton, maç boyunca yaptığı baskı ile United'ı tutmayı başardı diyebiliriz. United 2 kez öne geçmesine rağmen skoru koruyamadı ve Manchester City ile arasında geçen şampiyonluk mücadelesinde bir soluklanma molası verdi. Böylece atılan 4 gole rağmen United, 41 yıl sonra ilk kez 4 gol atmasına rağmen Old Trafford'da galip gelemedi. Maçın bir diğer özelliği de Premier League gol krallığı yarışında Robin Van Persie ile Wayne Rooney arasındaki gol farkının bu maçta Rooney'nin attığı iki golle tek gole inmesiydi ki, sezon sonunda kendisini 20 yaşını kutlayan Premier League gol krallığı koltuğunda görmeyi isterim şahsen. United'ın berabere kalmasını üzülmekle birlikte, Everton'ın şahane oyunuyla maça ortak olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Maçın hakkı beraberlikti, öyle de oldu, çok da güzel oldu.
Cristiano Ronaldo'nun Damga Vurduğu Bir El Clasico

Mourinho'nun bir şekilde, ondan istenen her başarıya ulaşabileceğini hep söyledim. Geçen sezon oluşan tablo çok karamsardı. Barcelona'nın yükselişinden bu yana, sürekli onları kovalayan taraf Real Madrid oldu, bu uğurda her sezon teknik direktör değiştirdiler. Mourinho'nun ismi büyük ama, her teknik adamın başına gelenler sadece bir sezonda onun başına gelmez. O da bir şekilde olayı yoluna koydu ve Barcelona'yı deplasmanda yenmeyi başardı, futbol olarak işi biraz daha dengeye getirdi {anti Barcelona futbolunu bu sezon hiç görmedik} ve deplasmanda aldığı bu galibiyet, şampiyonluğun hemen hemen garantilemiş olması ve Şampiyonlar Ligi yarı finali. Ben bu iki takımın Şampiyonlar Ligi finalinde de karşılaşacağını düşünüyorum ve asıl El Clasico o olacak.
Ayrıca şu da güzel, bu maçların en çok eleştirilen futbolcusu daima Cristiano Ronaldo olmuştur. Messi'nin Real Madrid maçları malum, aynı etki doğal olarak Cristiano Ronaldo'dan beklendi ve inanılmaz istatistiklerine rağmen taraftarlarından tepki gördüğünü bile gördük. Bu da aslında Real Madrid'in egosunun sebebi, daima başarı istiyorlar. Dediğim gibi, bu maçın güzelliği de Cristiano Ronaldo'nun El Clasico'ya damga vurmasıdır. Aynı şekilde Mesut Özil'i de bu listeye dahil etmeli, onun bu futbol sanatçılığından zevk almayan yoktur sanırım.
21 Nisan 2012 Cumartesi
Her İki Takım Adına da Şampiyonluk Maçı Bu

Beraberlik halinde bile yüzde 70 şansımız olacak. Maçın kaybedilmesi durumunda ise Fenerbahçe şampiyon olur, ne kadar iyi durumda olursak olalım ya da Fatih Terim faktörü var diyelim, her şartta dağılabiliriz. Bu yüzden de çok önemli bir maç. Kazanılması gereken ama maçın getireceği şartlar içerisinde kazanmıyorsan kaybetme felsefesini de beraberinde getirebilecek.
Gergin olan tarafın bir adım geride olduğu maçlardır bunlar. Galatasaray bunu yıllarca yaşadı, her Fenerbahçe maçı öncesi gergin olan taraftı ve son yıllardaki Fenerbahçe serisi de malum. Bu sezon ise Galatasaray açısından işler değişti, bir adım öne geçen taraf oldu. Yani bu gerginlik Fenerbahçe üzerinde olacak. Kazanmak zorundalar çünkü, beraberliğin bile yaramadığı bir ortam var. 5 puanlık avantaj gerçekten çok önemli ve bu avantaj Galatasaray'ın maça bir adım önde başmasını sağlıyor.
Kazanmak zorunda olan taraf sahaya ofansif oyuncularla çıkar. Fenerbahçe'deki ofansif dengede şu yönde olacak. Sağ tarafta Stoch mu yoksa Mehmet Topuz mu başlar. Eğer Stoch ile başlanırsa maça Mehmet Topuz bu sefer orta sahaya geçecek ve Cristian'la orta sahada oynayacak. Bu da ofansif bir yapı olur ama Stoch'un son haftalardaki fizik yetersizliği Fenerbahçe'yi biraz daha kontrollü futbola iter. Bu da aslında olması gereken, rakip çünkü Galatasaray.
Geriye düştüğü maçlarda bile skor anlamında geriye dönmesini bilen bir takım. Bu yüzden de Mehmet Topuz sağ tarafta, Caner Erkin solda, orta sahada da Cristian ve Selçuk Şahin ikilisini izleriz diyorum.

Selçuk İnan'a bu yüzden büyük önem düşecek ve şöyle de bir durum var. Bu sezonu geçtim, sadece Fenerbahçe maçlarına bakarak şunu söylüyorum. Selçuk İnan, büyük bir lider misali bu maçlarda karakterini ortaya koyuyor ve sorumluluk almaktan asla kaçmıyor. Yani, Fenerbahçe kazanmak istiyorsa Selçuk İnan'a özel önlem almak zorunda.
Galatasaray, öne geçtiği maçlarda skoru korumasını iyi biliyor. Takım savunması anlamında ligin en iyi takımı ve Galatasaray'a karşı skor olarak geriye düşmemek önemli. Şu da var ama, skor olarak Galatasaray'a karşı üstünlük sağlasanız bile Galatasaray bir şekilde maçın içinde kalıyor ve skoru yeniden lehine çevirebiliyor. Bu da futbol karakteriyle alakalı bir durum ve her zaman için büyük bir özgüven sebebi.
Saraçoğlu'nda ilk 15 dakikada 2-0 geriye düşmemize rağmen, kaybetmişiz hissiyatı oluşmadı ve skorun 2-2'e geldiğini gördük, hatta kazanabilirdik. Bu durum da psikolojik anlamda Galatasaray'ı avantajlı kılıyor aslında.
Riera'nın Beşiktaş karşısındaki futbolu düşünceleri doğurdu tabii. Sol tarafta kimin tercih edileceğini merak ediyorum. Fatih Terim, yeniden Riera'yla başlayabilir. Ofansif etkisinden öte defansif etkisi oldukça pozitif Riera'nın. Fenerbahçe'nin bu tip maçlarda daima ön plana çıkan bir Gökhan Gönül faktörü var.
Aynı şekilde Mehmet Topuz üzerine koyarak ilerliyor ve bu durum da Fenerbahçe'nin sağ tarafını etkili kılan unsur. Benim düşüncem Riera oynar yönünde ama Emre Çolak'ın da TT Arena'daki Fenerbahçe maçıyla beraber yükselişe geçtiğini unutmayalım.

Bu da kullanılabilir ama Riera oynarsa otomatikman Necati Ateş 11'de başlayacak ve Elmander'le beraber yine uyumlu bir ikili yaratılabilir. Yani birçok hamle şansı var Galatasaray'ın. Kenardan getirebileceğiniz bir Aydın Yılmaz avantajı da doğdu. 60'dan sonra oyuna girerek, enerjisiyle hücuma büyük bir verimlilik katıyor.
Ne olursa olsun derbi tabii, her skora açık. Oluşabilecek herhangi bir gerginlik bir anda kartları yeniden dağıtabilir. Emre Belözoğlu'nun olmaması Fenerbahçe adına avantaj ama. Bu ortamda dağılmasını beklediğim bir futbolcuydu. Saraçoğlu'ndaki maçta da gördük, Alex ve Sow'un attığı muhteşem golleri. Futbol akılları bu maçta ön plana çıkar, bu yüzden de akıla giden damarları iyi analiz etmek ve kesmek gerekiyor.
Galatasaray'ın Alex üzerinde, Fenerbahçe'nin de Selçuk İnan üzerinde özel önlemi mutlaka olur. Tahminim ise Galatasaray'ın bu maçı kazanacağı ve şampiyonluğunu da ilan edeceği yönünde. Ama maç içerisindeki şartlar kazanamıyorsan kaybetme unsurunu beraberinde getirebilir, tekrar etmek lazım bunu...
20 Nisan 2012 Cuma
Leeds United - Galatasaray / Elland Road Fatihi

Bir dönemin gerçek anlamda prens takımıydı aslında Leeds United. Müthiş bir ivme yakalamışlardı ve önce Uefa Kupası'nda yarı final, bir sonraki sezonda da Şampiyonlar Ligi yarı final gördüler. Çok iyi bir takımları vardı. Leeds deyince tabii Harry Kewell'ı anmadan olmaz.
Bunu anlatmalıyım. Eskinin fanatizmi bir başkaydı. Çocukken olaya çok daha hırslı bakıyordum ve bu çıkan olaylar falan derken, ortam iyice gerildi ve o kafayla da rakip takımın en iyi gördüğünüz futbolcusuna bir anda en büyük antipatiyi beslersiniz. Ben de o dönem Kewell'ı kendime hedef aldım ve kendimce onun üzerine oynadım. Sonra turu atladık, kupayı aldık falan ama Kewell'ı bu anlamda hiç unutmadım diyebilirim.
Sonra bir gün Harry Kewell'ın Galatasaray'a transferini duyunca da oldukça şaşırdım, bir anda şok anını dahi yaşadım ama 2000'lerin en antipati beslediğim futbolcusu bir anda benim gelmiş geçmiş en çok sevdiğim futbolcu konumuna ulaştı. Kewell'ın yeri ve önemi çok farklıdır benim için, blogda da takip edenler bilir zaten Kewell apaçiliğimi.
Bugünün ise önemi, Uefa Kupası'nda Leeds United'ı eleyip finale çıkmamızın yıldönümü olması. Elland Road atmosferinden 2-2 ile çıkmayı başarmıştık. O gergin ortam gerçekten inanılmazdı ve unutulmayan şeyler yaşandı aslında. Hatta bu olaylar Kopenhag sokaklarında Arsenal'li taraftarlarla kavgaya kadar sürüklendi ve bir sonraki sezon Leeds United ile Beşiktaş, Şampiyonlar Ligi'nde aynı gruba düştüklerinde de düşündürücü olmuştu.
Hakan Şükür'ün attığı muhteşem gole de saygımızı sunalım aslında, kariyeri boyunca inanılmaz goller attı ama benim için attığı en inanılmaz gol budur.






Kaydol:
Kayıtlar (Atom)