30 Nisan 2012 Pazartesi

Zidane & Ronaldinho

2006 Dünya Kupası'ndan bir kare. Brezilya adına hayal kırıklıklarıyla dolu bir kupa ama Fransa adına tam tersi. Her yönüyle Zidane'nin damgası var...

Lucas Podolski Arsenal'de

Podolski ve Köln ilişkisi tamamen bir gönül ilişkisidir. Podolski, Köln'e bağlı bir futbolcu, oranın genini taşıyor. Şu zamana kadar takımdan ayrılmamasının sebebi de budur. Bayern Münih'e gidişinde ve kısmen başarısız olmasının ardından Podolski'nin Köln dışında bir takıma transfer olmak istememesi neden olarak gösterilir ama o Köln'e bağlılığından bunu yapmadı. Tabii bu bağ bir yere kadar, bir noktada ayrılık kaçınılmaz. Çünkü Köln ile ulaşabileceğiniz sınır belli, ötesi yok ama daha aşağısı kısmen mümkün. Bu yüzden de yaş 26 olduğunda biraz daha kariyer düşüncesi ortaya çıkıyor ve popüler bir futbolcuysanız ayrılma isteği doğuyor. Sezon başında Galatasaray'ın da Podolski üzerinde bir gündemi oldu ama Podolski'nin ederi çok daha yukarısı. Nitekim uzun zamandır konuşulan Arsenal transferi resmiyet kazandı. Podolski, gelecek sezon Arsenal forması giyecek. Bu tip transferler son güne kalmaz, şimdiden bitirilir. Marko Marin'in Chelsea'e transferinin ardından bu da ikinci bomba oldu. Arsenal açısından bakınca da olaya, gelecek sezon için farklı bir yapılanma hedefinde oldukları açık. Temel hedef başarı olacak gibi ve pamuk eller cebe girmeye başlıyor...

Fenerbahçe 2-1 Beşiktaş, Futbol Sonuç Oyunu

Beşiktaş adına üzücü olan nokta şu. Süper Final'de onlarla oynayan her takım otomatik olarak kazanmak parolasıyla sahaya çıkıyor ve hiçbir özel önlem almadan. Hele de kendi sahanda böyle bir maça çıkıyorsan, 3 puanı rahat alırız düşüncesi doğuyor. Beşiktaş'ın ilk olarak bu tabloyu değiştirmesi gerekiyordu ve bu maçta da bunu kısmen başardığını düşünüyorum. Kazanamadılar ama dişlerini gösterdiler, potansiyel var dediler. Tayfur Havutçu'ya rağmen üstelik.

Bu maç öncesindeki düşünceler Fenerbahçe yönündeydi aslında. Sow sezonu kapattı, Alex yok, Emre Belözoğlu'na maçtan bir gün önce tedbir kararı geldi ve özellikle de hücum cephesinde büyük eksikler yaşandı. Süper Final'de de her maça kazanma parolasıyla çıkıyorsunuz ve doğru hücum kadrosu elinizin altında olmak zorunda.

Karabükspor maçı Semih Şentürk adına önemli bir sınavdı, Sow'un yokluğunda kim oynar sorusuna yönelik bir cevap. Bu sınavı da o maçta geçti. Ama yanlış şurada başlıyor. Alex'in olmadığı maçlarda Alex varmış gibi, onun görevini başka futbolculara yükleyemiyorsunuz. Özel bir futbolcu olmasının yanında onun tarzına yakın bir isim yok ama yine de santrafor arkalı sisteminizden vazgeçmiyorsunuz. Ben Alex'in orta sahadan öte forvet oyuncusu olduğunu savunurum ve onun varlığında aslında çift forvet gibi oynuyorsunuz. Alex yokken ise Stoch, Caner Erkin ve Mehmet Topuz'u dönüşümlü kullanıp bir forvet arkalı sistem yaratıyorsunuz ama bu sizi öncelikle hücumda tutamıyor, pozisyon bulma anlamında da sıkıntıya düşürüyor.

Cristian ve Selçuk Şahin'den oluşan bir orta sahanız da var. Yani hücumda o kadar etkili olma şansınız yok, iş bireysel yeteneklere bakıyor ve her bireysel yetenek anında da Cristian ortaya çıkıyor, bu da ilginç detay. Cristian'ın bu sezon çok büyük oynadığını düşünüyorum. Şu kaotik ortam olmasa belki de sezon başında gönderilecekti, bunu da unutmadan.

Beşiktaş'ta bir değişim yok. 4-3-3 devam ediyor, sistem tamamen bireysel yeteneklerin üzerinde. Fernandes'in çabaları takımı ayakta tutmaya çalışıyor, çünkü Quaresma ve Simao'dan beklediğiniz etkiyi artık alamıyorsunuz. Forvette de Edu ile başlamışsınız zaten, kafalarda olay bitmiş bir bakıma. Buna rağmen Beşiktaş son haftalara oranla çok iyi oynadı. Orta sahada bir kişi fazla olmanın avantajını iyi kullandılar, orta sahadan çabuk çıktılar, bazı anlarda da Quaresma'nın az biraz kıpırdanması onları süratli bir hale soktu. Ama neredeyse son paslar ve şutlardaki tercihlerin hepsi hatalıydı, bu da organize olamamanın eseri.

Maç ikinci yarıda müthiş bir tempo kazandı ve her iki takım da orta sahaları hızlı geçti. Kağıt üzerinde de baktığımızda Beşiktaş bu anlamda daha güçlü görünüyor ama tempo Fenerbahçe'nin işine yaradı. 1-1'i çabuk bulmaları önemliydi, devamında da Quaresma'nın şutunda Volkan Demirel'in müthiş kurtarışı. Ama teknik direktör zafiyetiniz var. Aykut Kocaman, bir şekilde maç öncesi yaptığı yanlışı düzeltiyor ve takımını 4-4-2'ye getiriyor. Tayfut Havutçu ise hamle yapmak adına maçın 2-1'e gelmesini bekliyor, üstelik çıkardığı isimler Quaresma ve Simao. Giren isimler ise Mehmet Akyüz ve Mustafa Pektemek. Olayın özü bu aslında.

Yine de Beşiktaş kazanabilirdi, uzun zaman aranın ardından onları bu kadar istekli gördüm ama sezon başından bu yana gelen yanlışlar iyi oynadığınız maçlarda bile ortaya çıkıyor. TT Arena'da 3-2 kaybederken de bunları yaşadı Beşiktaş, yine yaşayabilir. Fenerbahçe ise kötü oynadığı maçlarda kazanabiliyor, bu da bir beceri. Rakibi ısıramıyor belki, o baskıyı kuramıyor ama sonuca gidebiliyor ve futbolun da bir sonuç oyunu olduğunu söylememiz lazım. Yine de girdikleri süreç zorlu. Beşiktaş ve Trabzonspor deplasmanları var, Galatasaray ise bu takımlarla içeride oynayacak.

29 Nisan 2012 Pazar

Nuri Şahin & Hamit Altıntop ve Transfer

Gelen haberler bu ikilinin sezon sonunda takımdan ayrılacağı yönünde. Ben hep şunu savundum, Hamit Altıntop'u bonservisiyle, Nuri Şahin'i de kiralık olarak gönderirler. İkisi adına kayıp bir sezon oldu, bu çok açık. Belli dönemler parladıkları anlar vardı, o şansı da yakaladılar ama istikrar anlamında başarısız bir sezon geçirdiler.

Hamit Altıntop adına aslında Real Madrid transferi çok ekstra oldu. Kimse beklemiyordu cidden. Hamit Altıntop'tan Türkiye hamlesi beklerken bir anda Real Madrid'e imza attığını öğrendik ve bu durum hem gurur verici, hem de şaşırtıcı bir durumdu. 29 yaşında ve bonservisi olmayan bir futbolcuydu. Artı olarak Bayern Münih de onunla devam etmeyi düşünmedi.

Böyle bir durumda Real Madrid'e gitmek büyük olaydır ama beklediğimiz gibi sezon onun adına iyi geçmedi. Ligin devre arasında takımdan ayrılır diye beklerken ben sezonu tamamladı bir şekilde. Şans da yakaladı, hatta bir El Clasico'da 11'de dahi başladı ama olmadı. Bu yüzden de Hamit Altıntop'un sezon sonunda Real Madrid'den ayrılacak olması ekstra bir haber değil. Bonservisi olmadan transfer edildiği için de Real Madrid şartları fazla zorlamaz ve bonservis anlamında onu isteyen takımlar adına makul bir transfer olabilir.

Nuri Şahin'in şanssızlığı ise sezona sakat girmesi oldu. Geçen sezonun son döneminde de oynamamıştı ama Bundesliga'da yarattığı etki inanılmaz oldu ve Dortmund'un da onu tutabilmesi çok güç bir durumdu. Nitekim, Mesut Özil misali Real Madrid bu transferi de bitirdi ve Mesut Özil'i de Nuri Şahin'i de çok makul fiyatlara aldılar aslında.

Nuri Şahin'in dediğim gibi şanssızlığı sakat girmesiydi sezona. Hazırlık kampına katılamadı, dönüşünde fizik olarak bir türlü kıvama gelemedi ve orta sahadaki rotasyonun da bir hayli kalabalık olduğunu söyleyelim. Bir dönem Khedira falan da sakattı ama ona rağmen Granero'nun orta saha rotasyonunda şans bulduğu takımda Nuri Şahin gerilerde kaldı, şimdilerde de 18'e dahi alınmıyor. Üstelik Real Madrid'in de hemen hemen formalite maçlarına çıktığını söylemek lazım. Ama onun şansı genç olması ve hala beklentilerin büyük olması.

Gelecek sezon onun adına farklı olabilir ama Canales misali bir sezon kiralık olarak büyük bir takımda forma giymesi daha sağlıklı gibi. Real Madrid'in de bu yönde bir adım atılacağı söyleniyor ve Nuri Şahin'in de talibi çok olacaktır. Mesela, ligin devre arasında Nuri Şahin'i Inter çok istedi ama vermediler. Bu da ondan beklentilerin olduğunun göstergesidir.

Açık konuşayım, Hamit Altıntop'u Galatasaray'a bekliyorum ben. Bu transfer gerçekleşecek gibi geliyor bana. Joker bir futbolcu, her formasyonun adamı. Artı olarak kaliteli bir yerli, dahası yok yani. Nuri Şahin'i ise kiralamak büyük bir hayal, imkansız değil ama talibinin çok olacağını düşündüğümden zor bir durum. Yine de keşke gelse dediğim iki futbolcu, sezon sonunda da bu tarzda adımlar atılmak istenecektir, bakalım neler olacak. Bir de Lass mevzusu var tabii, o da başka bir hikaye...

Prekazi

Prekazi: "TT Arena'ya gitmek içimden gelmiyor. Sami Yen'i seviyorum"
Ceyhun Yılmaz: "Sami Yen mi kaldı abi toprak oldu"
Prekazi: "Babam da öldü ama hala seviyorum"

Maçın Adamı Eboue, Fotoğraf İse Anlayana

Eboue'nin transferinde en sevindiğim noktası onun joker kıvamında olmasıydı. Sağ bek oynar, sol bek oynar, orta sahanın ortasında veya her iki kanadında da oynar gibisinden şeyler. Oynadı da birçok bölgede, sezonun başında Fatih Terim'in de arayışları vardı ve Eboue de bu arayışlar içerisinde sezona iyi başlayamadı. Sabri Sarıoğlu'nun sakatlığı derken, Eboue asıl mevkisi olan sağ bek'e geçti ve sezonun en iyi sağ bek'i o oldu bana göre. Galatasaray'ın da yıllardan bu yana gelen bir sağ bek özlemi olmuştur, Perez'den bu yana diyelim hatta. Eboue, bu açlığı gidermenin yanında çok daha iyisi, bu çok net.

Ligin ilk yarısına damga vurdu bu anlamda, Afrika Uluslar Kupası'na gittiğinde de onun yerini asla dolduramadık. Geri dönüşünde ise, ligin ilk yarısındaki etkisinden biraz uzaklaşmıştı, idare edermiş gibisinden bir performansı vardı ama play-off döneminde yeniden o formda Eboue'yi tekrardan izliyoruz. Son Trabzonspor karşılaşmasında da onun adına zaten iyi geçen bir sezonda gösterdiği en iyi performansı gösterdi. Sağ tarafı resmen otobana çevirdi, hücumdaki etkisi çok büyük oldu ve bu da galibiyetteki en önemli anahtardı aslında. 1 gol 1 asisti var ve her ikisi de efsane denilecek cinsten.

Fotoğraf ise çok anlamlı. Önce şunu diyeyim, Olcan Adın'a adamlığın tanımını yaptığı için teşekkürler. Hem bu forma mevzusunda, hem penaltı mevzusunda. Ama fotoğraf bu dediğimden de öte, anlayana denilecek cinsten birşey...

28 Nisan 2012 Cumartesi

Trabzonspor 2-4 Galatasaray, Değişen Yok Aslında

Fenerbahçe maçının yarattığı handikap büyük. Ama bu handikap, beyinlerde değil de kağıt üzerinde bir etki yarattı. Kafalar o maçta değil, dağılmıyor takım. Fatih Terim faktörü de elbette çok mühim ama esas mesele Fenerbahçe karşısında oynanan futbol. O tip maçlar nadir olur, mühim olan telafisinin olması. Finalden bir önceki maçtı o, avantajı hiç kullanamadık. O maçın hakkı galibiyetti ve kazanmak adına, 1-1'den sonra Fatih Terim kazanmak adına doğrusunu da yaptı ama maç 1-1 bitse bile, yarın Fenerbahçe'nin kazanması durumunda da fark 5 olacaktı ve içeride üst üste iki maç oynuyoruz, son maç Fenerbahçe'yle. Olmuşla ölmüşe çare yok tabii, bu yüzden kendi önümüze bakmalıyız. Bu anlamda da Trabzonspor deplasmanı büyük önem taşıyordu ve çok iyi ama bunun ötesinde rahat bir futbolla istediğimizi aldık.

Galatasaray'ın 11'i, sistemi, formasyonu belli. Kimseye özel önlem de alması gerekmiyor, yapması gereken kendi futbolunu oynaması. Bu üç kombinasyonla da bu sezon için her takımdan daha iyi bir konumda olduğumuzu düşünüyorum. Ama bu futbolu istikrarlı bir şekilde yansıtmak mesele ki, Galatasaray'ın bunu da yaptığını düşünüyorum. Galatasaray'ın orta sahasının rahat nefes aldığı bir günde kazanma ihtimali çok yüksek ve play-off arenasında her takımın da maçı kazanmak için oynaması gerektiği için rakiplerin de müthiş önlemler almadığını görüyoruz. Bu da özellikle Selçuk İnan'a çok rahat imkanlar kılıyor ve o istediğini yapabildiğinde Galatasaray'ı da mükemmel şekilde yönlendiriyor.

Çok özel bir futbolcu gerçekten. Geçen sezonda gösterdiği performans bile bizlerin hayallerini süslüyordu, keşke bizim takımımızda olsaydı hayal denizindeydik. Oldu da, hatırlıyorum. Sanki bir kupa almış gibisinden bir sevincim vardı, onun imza attığını öğrendiğimde. Şöyle bir şey var ama, Selçuk İnan'ın geçen sezonun üstüne koyduğu ortada, hem de x3 gibisinden. Hem skorer bir kimlik kazanması, hem takımın mutlak lideri olması, aldığı sorumluluğun onu daha da güçlü kılması ve bu pozitif etkinin onun değerini katlaması. Her maç farkını ortaya koyuyor ve bu maçta da farkı izledik. Frikik kullanırken, sanki penaltı misali bir rahat duygu içerisindeyiz. Her duran top çok büyük bir silah oldu ya da top onun ayağındayken o düzeni görmek çok büyük bir keyif.

Trabzonspor için şunu söyleyebilirim. TT Arena'da oynanan ve 1-1 biten maça bakalım. O maçta Trabzonspor'un silahı hızdı. Orta alanda kaptıkları hızlı toplarla çok etkili oldular. Burak Yılmaz bu tarz bir futbol için büyük bir koz, onun yokluğu elbette çok etkiledi onları. Ama Trabzonspor, Beşiktaş maçındaki düzeni bozmak istemedi gibi, Galatasaray'a karşı nasıl etkili olacaklarını unuttular. Serkan Balcı'yı sağ açık gibi oynatıp, Adrian'ı 11'de kullanarak, temposu daha düşük, biraz daha savunmacı ama fazlasıyla kontrollü, pas yapmak isteyen bir yapıda oynadılar. Bu da Galatasaray'ın ekmeğine yağ sürer. Alanzinho ve Volkan Şen gibi isimlerin daha etkili olacağını düşünüyordum, oyuna girdiklerinde oldular da. Gerçi iş işten geçmişti o dakikalarda. Colman'ın da ayrıca her Galatasaray maçındaki ekstra performansları bir gelenek halini aldı ve bugün de iki gol attı. Bazı futbolcular bazı maçları seviyor.

Maç 3-1'e geldiğinde bir şeyler olabilirdi aslında ama hemen ardından maçın 4-1'e gelmesi de önemli. Oyun, Galatasaray'ın kontrolündeydi ama yine de anlık hatalar olabiliyor. Ayrıca Fatih Terim'in hafta içerisinde oynanacak maçı düşünerek bazı değişiklikleri erken yaptığını gördük ve bu da ikinci yarıdaki diğer bir sıkıntı oldu. Bunun dışında beklenenden daha kolay geçen bir maç, güzel galibiyet ve önümüzdeki iki maçı da içeride oynayacağımız düşünülünce avantaj büyük.

27 Nisan 2012 Cuma

Bir Gün Bile Konuşamadan

Barcelona farkı bu noktada çıktı. Löw'ü yakıştırıyordum ben, medya Bielsa üzerinde duruyordu ama alayımız ters köşe. Barcelona, çoktan yapmış planlamasını ve Guardiola'nın yerine göreve gelecek olan isim Tito Vilanova. Uzun süredir Guardiola'nın yardımcılığını yapıyordu kendisi. Barcelona B takımında da beraber çalıştılar, devamında Barcelona'nın başına geldiler ve büyük başarılar yaşadılar. Yani, Barcelona sisteme devam dedi. Rijkaard'ın ardından dediği gibi. Üstelik bu mevzuyu da bir gün bile konuşma imkanını tanımadılar bizlere. Guardiola'dan sonraki süreç çok daha ilginç olacak gibi...

Vakit Geldi Pep

Büyük başarılar kazanıyorsunuz, Dünya'nın en keyif veren futbolunu siz oynuyorsunuz ve canavar gibi işleyen bir özkaynak düzenine sahipsiniz. Böyle bir takımın başında insan bir ömür kalmak ister. En iyisi sizsiniz sonuçta ve bugün tökezleseniz bile, yarın ayağa yeniden kalkarsınız.

Guardiola ama bu izlenimi hiç vermedi. Uzattığı birer yıllık kontratlar bunun göstergesi. Bizler her sezon, Guardiola acaba takımın başında kalacak mı sorusunu mutlaka soruyoruz ama cevap kalacak yönünde oldu sürekli.

Bazen değişim istersiniz, buna saygı duyarım. En iyi takımın başında olsanız bile, o farklı dünyaya adımları atmak istersiniz. Futbolculuk döneminde de yapmıştı bunu Guardiola, teknik direktörlük kariyerinde de yapması beklentilerim arasındaydı. Bir noktadan sonra iş, ''Guardiola'yı Barcelona dışında da görmek isteriz'' mevzusuna gelecekti çünkü. İnsanların kafasında şu soru işareti var:

Acaba Guardiola mı Barcelona'yı yüceltiyor yoksa Guardiola mı Barcelona sistemi içerisinde yüceliyor?

Benim görüşüm çok net. Guardiola'nın zaten iyi olan sistemi çok daha kudretli bir konuma eriştirdiğini düşünüyorum ben. İlk geldiği zamanlarda işi hiç kolay değildi ama bunu başardı ve çok daha erişilmez konuma getirdi sistemi. Ama ne kadar iyi olursanız olun, o istikrarı yıllara yaymak zor. Bir noktada tökezlemek mümkün ama yeniden ayağa kalkmanız çabuk olur, çünkü o sistem sizde.

Guardiola'nın bu ayrılığı benim için bir noktada kaçış. Zirvede bırakmadı çünkü, gelen ilk başarısızlığın ardından ayrılma kararı verdi. Gideceği, başka heyecanlar deneyeceği bilinen bir durumdu aslında ama şu noktada ayrılığın tanımı bende bu.

Guardiola için asıl sınav şimdi başlıyor. Ne yapacak, nasıl bir karar verecek? Benim görüşüm en az bir yıl ara verdikten sonra bu zorlu sürece başlayacağı yönünde. Birçok dev Guardiola'yı isteyecektir. Başta da Inter ama devamı mutlaka gelir. Guardiola'nın ara verip vermeyeceği bu noktadaki sorun.

Rijkaard geliyor akıllara. Barcelona kariyeri onun kamburu oldu resmen. Galatasaray'dan biliyoruz bunu, beklentilerimizi hatırlayın. Total futbol, 4-3-3 hayallleri ile uyuduk ama hayal kırıklığımızın tanımı yok. Guardiola'dan da Barcelona'daki futbolu, sistemi beklemek yine hayal olacak. Hangi takımın başına giderse gitsin üstelik.

Mourinho'ya en iyisi dememin sebebi bu aslında. Belirli bir formasyonu yok, sistemini gittiği takımın ve ülkenin şartlarına göre belirliyor, başarılı da oluyor. Porto, Inter, Chelsea ve Real Madrid gibi örnekler ortada. Dört farklı yapı ama dört büyük başarı hikayesi. Guardiola'nın da yapması gereken bu olabilir, gittiği ülkenin ve takımın şartlarına uyabilmesi. Bana göre de bunu yapacaktır, onun Rijkaard'la arasında çok büyük farklar olduğunu düşünüyorum. Guardiola çok önemli bir karakter hepsinin ötesinde.

Barcelona'nın da geleceği merak konusu. Bu yapıyı koruyacaklar mı yoksa var olan sistemin içerisinde farklılıklar mı deneyecekler. Bielsa konuşuluyor mesela, takımın başına o gelebilir. Ya da benim adayım olan Löw. Barcelona'nın bu yapısına çok yakıştırıyorum Löw'ü. Yoksa Guardiola misali bir örnekten yola çıkarak, yine Barcelona içerisinden çıkmış bir teknik adam mı? Luis Enrique geliyor burada da akıllara.

Ama şu açık, bundan sonraki süreç Barcelona'yı da Guardiola'yı da fazlasıyla gündeme taşır, hergün konuşuruz bu mevzuyu...

Atletico Madrid Vs. Athletic Bilbao

Atletico Madrid, sezona gerçekten kötü başlamıştı. Bu kötü giden takımın içerisinde de Arda Turan'ın ilk etapta beklentilerden uzakta olduğunu söylemek lazım. Uyum sorunu, yeni bir lig, farklı ortamlar falan büyük etmenler tabii ama o giderken, kafamda yarattığım Arda Turan profilinin de dışındaydı. İstikrarsız bir gidişat gösteriyordu ve takımın başına Simeone'nin gelmesinin ardından da kaygılarım daha da büyüdü.

Nitekim, Simeone gelir gelmez Arda Turan'ı 1-2 maçta yedek başlattı ama Arda Turan'ın kademe kademe yükselişini gördük ve takımın da iyi gidişatı içerisinde Arda Turan'ın payı büyük oldu. Özellikle de bu son dönemde iyi futbol anlamında istikrar içerisinde, kendisinden fazlasıyla söz ettiriyor. Avrupa Ligi'nde finale atılan adımlarda da katkısı çok büyük oldu, Arda Turan'lı Atletico Madrid Mehmet Topal'ı Valencia'yı kupanın dışına itti.

Şunu da ekleyelim. Arda Turan'ın Galatasaray'da forma giyerken söylediği bir numaralı söylem, Avrupa Kupası kazanma isteğiydi. Şimdi bunu henüz ilk sezonunda başarma arifesinde. Üstelik futbol anlamında da sürekli üzerine koyuyor, repertuarını geliştirmeye devam ediyor. Atletico Madrid'e gitti diye eleştirenlere de çok güzel bir cevap vermiş durumda. Benim ise onunla ilgili görüşüm net. Bu dolaylar hakkında konuşmasın, sadece işine odaklansın, zaten gerisi gelecek, biz her türlü onun arkasında olacağız. Sitem sevgiden doğuyor, Arda Turan bu camianın bir evladı.

Birisi adına üzüldüm, diğeri adına sevindim ama genele vurunca işi Atletico Madrid sempatimin daha büyük olduğuna karar verdim, bunun da Arda Turan'la çok fazla alakası yok aslında. Atletico Madrid açısından da Avrupa Ligi geni oluştu sanki. Her şekilde yarı final ve ötesini görmeyi başarıyorlar, bu kupayı inanılmaz seviyorlar ve bu konuda da müthiş bir istikrar yakaladılar.

Finalde rakip Athletic Bilbao. Onların hikayesi çok daha büyük, yazdıkları destan gerçekten inanılmaz. Bielsa ortaya mükemmel bir iş çıkardı. Hatta bu işi de mükemmel kavramıyla bile açıklamak güç. Final ortada, her iki takıma da yakın ve benim için Şampiyonlar Ligi finalinden daha öte bir final olacak, heyecan anlamında...

26 Nisan 2012 Perşembe

Manuel Neuer

Schmeichel'la başladım ben bu olaya, ilk hatırladığım mükemmel kaleci o. Sonra Kahn'la tanıştık, o girdi hayatımıza ve uzun yıllar boyunca da hem Almanya'nın hem de Bayern Münih'in kalesini o korudu. Kaleci sendromunu biz Galatasaraylılar iyi bilir, Bayern Münih de Kahn'ın ardından bunu bir süre yaşadı. Büyük kaleciler bıraktıklarında yarattıkları izlenim de çok büyük oluyor, onlardan sonraki geçiş süreci sıkıntılı oluyor. Kahn'dan sonrasına gelince de Buffon'a rastlıyorum. Hala da çok büyük kaleci ama zirve zamanları vardı Buffon'un. Şimdi biraz daha arka planda ama.

Buffon'dan sonrası da benim için Casillas. Kimine göre hala en büyüğü Casillas, gerçekten inanılmaz bir kaleci. Çok genç yaşlardan bu yana Real Madrid ve İspanya kalesini koruyor. Gerçekten istikrar kavramı diye birşey varsa, bunun yaşatan anıtıdır. Bir dönem Cech ve Julio Cesar ile en iyi üçlü deniliyordu onlar için, üçü arasında bir çekişme var gibiydi ama onlar da eskisine oranla biraz daha geri plana düştüler gibi. Cech'in son Şampiyonlar Ligi performansı yine efsane ama Cech'in de Julio Cesar'ın da zirve dönemi sanki geçti gibi.

Bugünlerde ise yarış Neuer ve Casillas arasında. Hangisi daha iyi buna siz karar verin ama bitmek bilmeyen bir Neuer fırtınasının olduğunun altını çizmek lazım. 26 yaşındaki bu kalecinin inanılmaz bir yükselişi var ve Schalke 04 performansının ardından Bayern Münih günleri de bir o kadar efsane geçiyor ve Kahn'ın ardından mükemmel bir kaleci bulmanın mutluluğunu yaşıyor olmalılar. Almanya'da, Bayern Münih'de emin ellerde diyebilirim.

Neuer, dün yine imzasını attı yarı final maçında ve kurtardığı penaltılarla takımını finale taşıyan isimlerden biri oldu. Bayern Münih'in Bundesliga üzerinde kurduğu transfer sömürgesi ağına o da bu sezonun başında 25 milyon avro gibi bir rakama takılmıştı ama daha çılgın rakamları da konuşmak mümkünmüş. Elime de güzel fotoğrafları geçmişken, mini bir Neuer foto galerisi yapayım diyorum...

Kaybedenler Kulübü


Özellikle de Messi adına alışık olmadığımız bir tablo ama her ikisi de Avrupa arenasında kaybedenler arasına adlarını yazdırdılar. Kaçırdıkları penaltıları daha çok konuşuruz. Mourinho da bir yerde haklı ama, bu iki takımın da dinlenmeye hiç fırsatı olmadı. Chelsea ve Bayern Münih ise ligi 2. plana atabildiler. Sonuçta Premier Lig 5.'si ile Bundesliga 2.'si finali oynayacaklar. Tabii hak ettiler bu finali fazlasıyla, orası ayrı konu. Yine de Messi ve Ronaldo'nun birer gün arayla böyle çöktüklerini görmek tahmin etmediğimiz bir durumdu. Bugün için yeniden ''hangisi daha iyi'' tartışmalarını yaşamamız beklenirken, finali nasıl kaçırdıklarını konuşuyoruz...



Onlar ise kazanan tarafta...

Kupa 1'e Elveda

El Clasico'nun bu sezonki son tangosu oldu adeta. Şampiyonlar Ligi formatına, 3.lük maçı gibi birşey eklemezler tabii ama gelinen nokta bu. Real Madrid adına tarihi bir fırsat kaçtı demek mümkün. Barcelona'nın olmadığı bir ortamda oynanacak Şampiyonlar Ligi finalinde Real Madrid favori olacaktı. Sezon başında lig ve Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu, hepsinin ötesinde ise Barcelona'yı alt etmek gibi hedefler vardı. Lig tamam, Barcelona da tamam ama Şampiyonlar Ligi'nin Real Madrid için en büyük hasretlerden biri olduğunu söylemek lazım. Mourinho'nun bu tablosu zaten olayın özeti. Bayern Münih ise finali haketti, Mourinho'dan da bir bakıma intikamı aldılar. Neuer'in ulaştığı seviyeyi düşünemiyorum bile, farklı bir boyutta o. Messi ve Ronaldo için bu dünyadan değiller gibi tabirler yaparız ama Neuer'in de bu isimlerin kaleci şubesi olduğunu belirtelim. Penaltılara kalan maçta damgasını yeniden vurdu, Cristiano Ronaldo da dün Messi'nin yaptığı gibi penaltıyı kaçırdı. Altın Top'u kazanmasını bekliyorum ama bu sezon Cristiano Ronaldo'nun. Her ne kadar kaçan bu final biraz olsun sekteye uğratsada bu durumu. Finalin adı Chelsea - Bayern Münih. El Clasico derken farklı bir finale adım attık.

25 Nisan 2012 Çarşamba

Peter Schmeichel & Diego Maradona

İşin Gordon Ramsey kısmı beni ilgilendirmez, ben Scmeichel ve Maradona özeline bakarım olayın. İki efsane yan yana gelmiş nitekim. Fotoğraf 2006 yılından bu arada. Aradaki uçurum boy farkı da gözlerden kaçmıyor tabii...

Yaş 21 ve Döneminin Parlayan Yıldızlarından

Rigobert Song, bu fotoğrafta 21 yaşındaydı ve o dönemlerin de yıldızı parlayan futbolcularından biriydi. Nitekim, Salernitana'dan doğru durağı Liverpool oldu ve tam iki sezon Liverpool formasını giydi. Song'un kariyeri böyle, genellikle inişli çıkışlı bir grafik ve oynadığı takımlarda da üç sezonun üstünde pek kalmamış. Sadece Galatasaray var işte dört sezon formasını giydiği...

Xabi Alonso & Mikel Arteta

Oynadıkları takımı çözemedim, bu yüzden ne desem boş. Ama bu ikilinin rekabeti ezelden demek mümkün. Hatta Xabi Alonso, Arteta ile girdikleri dostane rakabet sayesinde top tekniğinin bu kadar iyi olduğunu söyler. Aklıma Arda Turan'ın ''çalım atmasını Serdar Özkan'dan öğrendim'' demesi geldi bir anda. Xabi Alonso Real Madrid formasını, Arteta ise Arsenal formasını giymekte bu günlerde ama ortada bir rekabet olmuşsa bunun galibi fazlasıyla Xabi Alonso olmuş gibi...

Topun Canı & Chelsea'nin Savunması

İşte futbol bu denilen günleri yaşıyoruz. Neyin ne olacağını kestiremediğimiz zamanlar. Maçın geneline baktığımızda bize okunan farklı senaryo ama bu senaryonun dışına çıkıp, doğaçlama yapan futbolcular. Chelsea'nin bugün başardığı gerçekten büyük mucizedir. Güntekin Onay bu maçı fazlasıyla dramatize etti ve abartının doruk noktalarında gezindi ama gerçekten çok büyük bir maç oldu. İlk maçtaki 1-0'ın ardından, Chelsea'nin bu futbolu oynamasını bekliyordum ama maçın 2. dakikasında Messi'nin kaçırdığı pozisyonun ardından da Chelsea çabuk dağılır dedim. 2-0 olduğunda da skor, bu iş bitti derken ve televizyonu kapatmaya niyetlenirken gelen Chelsea golü, ''burada adamı umut bitirir ama yaşatır da'' dedirten cinsten oldu. İkinci yarıda da gelen Kanije Savunmasını izledik. 10 kişilik savunma hattı, Barcelona'nın en iyi gününde oynadığı futbol kadar zevk verdi bu savunmayı izlemek. Bu tip savunmalarda da karakterler ön plana çıkar ve o karakteri gösterdi Chelsea. Akıllara Barcelona - Inter maçı geldi hemen, Inter'in de 10 kişi kaldığı ve tüm futbolcularıyla savunma yaptığı gün. Eto'o nun efsane bek performansı. Aynısını Drogba'dan da izledik. Torres'in golü de işin imzası oldu, Torres'den böyle bir gol yemenin ayrı bir efsane olduğunu da belirtelim. Barcelona adına kötü bir sezon ama her kötü geçen sezonun Kral Kupası misali kupalar telafisidir, onlar da bunu kovalar artık. Chelsea için ise şu söylenir, Boas'ı neden sallamadınız babalar...

23 Nisan 2012 Pazartesi

Siz Olsaydınız?

"70'de maç 1-1 bitse herkes kabul, ama biz kabul etmedik, Galatasaray kabul etmemeli beraberliği.''


Tartışılması gereken konu bu aslında. Merak ediyorum sizlerin de ne düşündüğünü. Maçın 1-1 bitmesi, Galatasaray'ın şampiyonluk şansını yüzde 80'de tutacaktı. Bu çok açık. Hatta şöyle de diyorum, ''kazanamıyorsan kaybetme'' bir felsefedir ama bu maç için değil. Fatih Terim'in de karakterinde ayrıca bu yok, oynanan futbola, kaçan pozisyonlara bakıldığında kazanılması gereken bir maçtı ve mağlubiyet riskini göze aldınız.

Bu yüzden de mağlubiyet için birşey diyemiyorum, bu tip maçlar bazen olur ama futbol da sonuç oyunu. Futbol dışı etmenler olmadığı sürece, kazanan daima haklıdır durumu da var aslında. Fenerbahçe 4 pozisyona giriyor 2 tanesini gol yapıyor, siz ise sayısız pozisyonda golü bulamıyorsunuz. Biraz da beceri işi futbol ama dediğim gibi, bu tip maçlar bazen olur.

Şu da bir karakterdir mesela. Kötü oynadığın maçta bile kazanabilmek. Ama Fenerbahçe için bu maçta bu yorumu getirmek imkansız, çünkü kötü bile oynamadılar. Volkan Demirel ve Bekir İrtegün haricinde gerçekten performans anlamında iyi konuşulabilecek birşey yok, tamamen beceri ve şans kavramlarıyla açıklanabilecek bir maç.

Ben size sormak istiyorum. Fatih Terim değil de siz olsaydınız, maçın 1-1 bitmesi adına ya da galibiyeti getirmek adına daha fazla mı kontrollü oynardınız ya da Fatih Terim gibi hücumcu yapıyı daha da güçlendirip galibiyeti mi arardınız?

Bu Bir Tribün Yazısıdır

Gerçi bir kısım rakip taraftar ve futbolcular önemli olan sahada kazanmak falan diyor ama bizim de şöyle bir huyumuz var ki bazı işleri çok iyi yapıyoruz. Futbol oynamak gibi, edebimizle hem galibiyeti hem mağlubiyeti sindirebilmek gibi ve tabii ki tribünün gereği neyse layığıyla yerine getirmek gibi.. Dün akşam Galatasaray kaybetti, doğrudur. Giden üç puan olsun dedik işimize bakıyoruz.


Şimdi gelelim koreografi işine.. 10-15 gündür Galatasaray-Fenerbahçe maçında şahane bir koreografi yapılacağı konuşuluyordu. Öyle ki, itiraf etmem gerekirse takımdan o kadar emindim ki maçı, skoru, oyunu falan bırakıp koreografiyi merak etmeye başlamıştım. Dün akşam 6.30 oldu, Lig Tv açıldı giren her reklamda laflar edildi falan..


Efendime söyleyeyim, koreografiyi rezil etmedi Lig Tv sağolsun. Önce İstanbul silueti çıktı sonra köprüler yükselmeye başladı. Bendeki heyecan yükselmeye devam ediyor tabii.


Köprülerden sonra Saraçoğlu Stadı ve aslan figürü çıktı ortaya.


Hemen ardından da "Saraçoğlu'nu yakınŞampiyonluk daha yakın" pankartı açıldı.


Galatasaray'ın karşı yakaya geçerek Saraçoğlu'nda alınacak şampiyonluk kupasını kaldırmasını temsil eden koreografinin son hali de bu şekilde oluştu. Ve Galatasaray taraftarı yine yeniden şahane bir koreografiyle hem yüzümüzü güldüren hem de dün akşama renk katan taraf oldu. Dilerim ki, bu koreografi gerçeğe dönüşsün ve bu sezonun hakkı olan ve olması gereken en kısa sürede olsun.


< reklam >Maç yazım< reklam >

Arda Turan ve Golleri

İlk golünü önce izledim, övüyordum bu golü ama ikinci golünü görene kadar. Galatasaray'daki ilk parladığı zamanlarda ikinci golündeki hareketleri yapıyordu, bunu gördüm tekrardan. Sevindirici durum bu, Arda Turan adına. Ama ilk golü de harika, o vuruşu yapabilmesi. Daha önce ondan görmediğimiz, beklemediğimiz türden bir atletik vuruş oldu o. Hep söylediğimiz ama bir türlü gelemediği kıvamdı aslında. Zaten bu yüzden gidersin Avrupa'ya. Mehmet Topal'ı da izliyoruz ve futbolunun üzerine gerçekten çok şeyler ekledi. Ya da maziye dönüp Tugay Kerimoğlu diyelim. 30'lu yaşlardan sonra futbolunu getirdiği noktayı. Arda Turan, konuşmadığı zamanlar güzel işler yapıyor, kafası rahat olsun, buralara pek bulaşmasın. Biz zaten onu seviyoruz ve daima da destek vereceğiz elbette. Vitesi de yükseltti bu arada, en önemli zamanda hem de. Ligde Avrupa biletini alma yolunda ve Avrupa Ligi'nde de final arifesinde...

22 Nisan 2012 Pazar

Galatasaray 1-2 Fenerbahçe, Futbol ve Adaleti

Ne diyeyim, nasıl bir yorum yapayım. Yorumu yarına bırakırım ama böyle bir maç gerçekten çok az görülür ama o az içerisinde çok fazla Galatasaray - Fenerbahçe maçlarıdır bu. Klişe bir yorum aslında, atamayana atıyorlar, böyle de oldu. 2 pozisyon 2 gol. İşin Galatasaray boyutunda ise kaçan sayısız pozisyon, inanılmaz bir futbol ama ama ama işte. Kötü oynarsın yenilirsin ama bir sonraki maç ayağa kalkarsın. Bu tip mağlubiyetlerin ise demo demoralizasyonu ağır oluyor, yine de Fatih Terim burada büyük faktör. Ama ipleri Fenerbahçe'nin eline vermek kötü, maç öncesindeki düşüncemi koruyorum bir bakıma ama futbolun adaleti gerçekten bu değil. Temiz bir maçtı ama, galibiyet galibiyettir.

Kazanamıyorsan kaybetme olayı bir felsefedir. Şimdi düşünüyorum, daha sakin durumdayım. Maç berabere bitmiş olsa fark 5 ve bu da şampiyonluk şansını otomatik olarak yüzde 75'e getirir. Ama bu maçta kazanamıyorsan kaybetme diyemezsin, bu maçın değeri kazanmak. İkinci yarıdaki genel hava buydu zaten, çok sayıda pozisyon kaçırdık, hatta 1-1'den sonraki döneme bakınca da her bir dakika başına bir Galatasaray pozisyonu düşüyor.

Fenerbahçe'yi kroki duruma getirdi yani Galatasaray. Ligin ilk yarısındaki 3-1'lik maçı sürekli konuşuyor, o maçta oynanan futbolu. Ya da Fenerbahçe deplasmanında 2-0'dan 2-2'e maçın geliş hikayesini. Bu iki maçtan da daha iyi oynadı Galatasaray, inanılmaz bir baskı vardı. Zaten genel felsefe ön alanda basmak ve mücadele etmek. Ama bu maçın Fenerbahçe maçı olmasının getirdiği ekstra motivasyonla da beraber o mücadelenin üstüne çarpı iki daha ekledik. 1-1'den sonra bile santradan kaptığımız top pozisyon oldu. Daha da hırslandık, çok daha fazla mücadele etmeye başladık, pozisyonları da bulduk ama yakalanan bir kontra topta gelen gol hayallerin hepsini suya düşürdü. Bu riski de aldı Galatasaray, bu maçta beraberlik için oynamak Fatih Terim'in karakterinde yok ve onu da özel kılan unsur bu zaten.

Galatasaray'ın kalbi orta sahasında atıyor dedik, eğer Galatasaray kazanırsa da maçın adamı Selçuk İnan olur diyordum. Kazansaydı eğer gerçekten olurdu. Melo'nun maçın başında yediği sarı kart onu oldukça bozdu ama ilerleyen bölümde mücadelesini yükseltti. Bu da Selçuk İnan'a daha fazla hücumda var olma imkanı tanıyor. Fenerbahçe orta sahası bu anlamda istediğini yapamadı aslında. Ne Selçuk Şahin ne de Cristian bu ikili karşısında duramadılar. Galatasaray orta sahası da bu kadar hür bir ortam yakaladığında maça damgasını vuruyor, önceki maçlarda da bunu gördük.

Fenerbahçe adına maça damgasını vuran isim Volkan Demirel. Bir maçta kaleci eğer maçın adamı oluyorsa zaten o maçın özeti olur. Ama futbol akılları bu maçta ortaya çıkar. Alex'in gösterdiği performansı eleştiririz ama ilk goldeki futbol aklı ortadaydı. Ziegler'in de orada pozisyonu kovalıyor oluşu ve attığı gol.

Sow'un çıkması aslında Galatasaray'ın avantajı oldu. Fenerbahçe, hücumda top tutamadı ve 1-0 olduktan sonra maç inanılmaz şekilde geriye çekildiler. Eğer maç daha erken 1-1 olmuş olsa çok daha farklı bir durum söz konusu olabilirdi. Aykut Kocaman'ı bu anlamda eleştiriyorum ama Alex'i oyundan alıp Stoch'u oyuna almak doğru bir hamleydi. Bu kontra imkanı size doğuruyor ve daha diri bir Özer Hurmacı'nın da oyuna girmesiyle beraber bunu iyi kullandı Fenerbahçe. Ama bu riski Galatasaray aldı, bu yüzden de yenen gol için birşey diyemiyorum.

30 şuta 4 şut, 20 pozisyona 2 pozisyon, yüzde 65 topa sahip olmaya yüzde 35 topa sahip olma gibi oranlar var. Fenerbahçe iki tane pozisyona girdi ve ikisi de gol oldu. Galatasaray ise girdiği tüm pozisyonları harcadı, bu açıdan bakınca olaya Fenerbahçe'yi kazandığı için kutlarım. Sonuç oyunu sonuçta bu. Oynadığınız futbol sizin geleceğinizi şekilllendirir ama ortada gelecek diye bir durum yok. 4 maç kaldı, ipin bir ucu da Fenerbahçe'ye verildi. Aynı zamanda şu da var. Beşiktaş kötü gidiyor ya da Trabzonspor'u her türlü yeneriz gibi düşünceler yanlış. Her iki takım açısından da. O maçlarda da neyin ne olacağını belli olmaz. Bu yüzden de şampiyonluk maçının Fenerbahçe - Galatasaray maçında belli olacağı düşüncesi de yanlış.

Futbol olarak daha fazla konuşulacak birşey yok. Sistem, formasyon herşey hikaye. Fenerbahçe yediği bütün pozisyonlara karşı dağılmadı ve kazanabilecek pozisyona getirdi kendisini. Biz ise sürekli kaçırdık, bazen Volkan Demirel'i geçemedik, bazen ise doğru şut tercihleri veya pas tercihlerini yapamadık ama genel anlamda futbol olarak çok üstündük. Bu da üzücü olan taraf işte. Baros'un Saraçoğlu'nda direkten dönen topunu hala anar dururum, üzülürüm. Bu maçıda çok uzun bir süre unutamam...

Bir Premier League Klasiği | Manchester United 4-4 Everton

Bugün günlerden derbi. Ben bir Galatasaray taraftarı olarak Galatasaray - Fenerbahçe maçına kadar hem vakit geçsin hem bugünkü stresim biraz azalsın hem de bir United sempatizanı olarak United maçını izleyeyim diye geçtim maçın karşısına. Stresim azalsın diye oturduğum yerden baş ağrıları ile kalktım. Zira maçın skoru 4-4'e kadar geldi.

Maça istekli başlayan taraf ve Old Trafford'a mağlup olmamak için gelen taraf olan Everton, maç boyunca yaptığı baskı ile United'ı tutmayı başardı diyebiliriz. United 2 kez öne geçmesine rağmen skoru koruyamadı ve Manchester City ile arasında geçen şampiyonluk mücadelesinde bir soluklanma molası verdi. Böylece atılan 4 gole rağmen United, 41 yıl sonra ilk kez 4 gol atmasına rağmen Old Trafford'da galip gelemedi. Maçın bir diğer özelliği de Premier League gol krallığı yarışında Robin Van Persie ile Wayne Rooney arasındaki gol farkının bu maçta Rooney'nin attığı iki golle tek gole inmesiydi ki, sezon sonunda kendisini 20 yaşını kutlayan Premier League gol krallığı koltuğunda görmeyi isterim şahsen. United'ın berabere kalmasını üzülmekle birlikte, Everton'ın şahane oyunuyla maça ortak olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Maçın hakkı beraberlikti, öyle de oldu, çok da güzel oldu.

Cristiano Ronaldo'nun Damga Vurduğu Bir El Clasico

Puan farkının 4'e kadar inmesi panik unsurudur. 10 puanlık fark 4'e kadar indi ve Barcelona ile deplasmanda oynuyorsunuz. Büyük bir psikolojik handikap. Son yıllardaki Barcelona üstünlüğü malumunuz, futbol anlamda da Real Madrid'in çok önündeydiler ve rakibe göre düzen kurma işi Real Madrid'indi. Bu da böylesine maçlarda önemli bir kozdur ama her ne olursa olsun, kazanmak zorunda olan tarafın Barcelona olması onları bile gergin bir yapıya büründürüyor ve bu durum da Real Madrid'in avantajı oldu, geçen yılların tam aksi bir tablo.

Mourinho'nun bir şekilde, ondan istenen her başarıya ulaşabileceğini hep söyledim. Geçen sezon oluşan tablo çok karamsardı. Barcelona'nın yükselişinden bu yana, sürekli onları kovalayan taraf Real Madrid oldu, bu uğurda her sezon teknik direktör değiştirdiler. Mourinho'nun ismi büyük ama, her teknik adamın başına gelenler sadece bir sezonda onun başına gelmez. O da bir şekilde olayı yoluna koydu ve Barcelona'yı deplasmanda yenmeyi başardı, futbol olarak işi biraz daha dengeye getirdi {anti Barcelona futbolunu bu sezon hiç görmedik} ve deplasmanda aldığı bu galibiyet, şampiyonluğun hemen hemen garantilemiş olması ve Şampiyonlar Ligi yarı finali. Ben bu iki takımın Şampiyonlar Ligi finalinde de karşılaşacağını düşünüyorum ve asıl El Clasico o olacak.

Ayrıca şu da güzel, bu maçların en çok eleştirilen futbolcusu daima Cristiano Ronaldo olmuştur. Messi'nin Real Madrid maçları malum, aynı etki doğal olarak Cristiano Ronaldo'dan beklendi ve inanılmaz istatistiklerine rağmen taraftarlarından tepki gördüğünü bile gördük. Bu da aslında Real Madrid'in egosunun sebebi, daima başarı istiyorlar. Dediğim gibi, bu maçın güzelliği de Cristiano Ronaldo'nun El Clasico'ya damga vurmasıdır. Aynı şekilde Mesut Özil'i de bu listeye dahil etmeli, onun bu futbol sanatçılığından zevk almayan yoktur sanırım.

21 Nisan 2012 Cumartesi

Her İki Takım Adına da Şampiyonluk Maçı Bu

Süper Final'e Beşiktaş deplasmanıyla başlamak güzeldi. Beşiktaş'ı en zayıf haliyle yakaladık çünkü ve eksikleri de bulunuyordu. Nitekim 3 puan geldi ve 5 puanlık avantaj korunuyor. Fikstürün bu açıdan Galatasaray adına avantaj olduğunu söylüyordum işte. Fenerbahçe ile içeride oynuyoruz şimdi ve kazanılacak 3 puan bizi yüzde 99.9 şampiyon ilan edecek.

Beraberlik halinde bile yüzde 70 şansımız olacak. Maçın kaybedilmesi durumunda ise Fenerbahçe şampiyon olur, ne kadar iyi durumda olursak olalım ya da Fatih Terim faktörü var diyelim, her şartta dağılabiliriz. Bu yüzden de çok önemli bir maç. Kazanılması gereken ama maçın getireceği şartlar içerisinde kazanmıyorsan kaybetme felsefesini de beraberinde getirebilecek.

Gergin olan tarafın bir adım geride olduğu maçlardır bunlar. Galatasaray bunu yıllarca yaşadı, her Fenerbahçe maçı öncesi gergin olan taraftı ve son yıllardaki Fenerbahçe serisi de malum. Bu sezon ise Galatasaray açısından işler değişti, bir adım öne geçen taraf oldu. Yani bu gerginlik Fenerbahçe üzerinde olacak. Kazanmak zorundalar çünkü, beraberliğin bile yaramadığı bir ortam var. 5 puanlık avantaj gerçekten çok önemli ve bu avantaj Galatasaray'ın maça bir adım önde başmasını sağlıyor.

Kazanmak zorunda olan taraf sahaya ofansif oyuncularla çıkar. Fenerbahçe'deki ofansif dengede şu yönde olacak. Sağ tarafta Stoch mu yoksa Mehmet Topuz mu başlar. Eğer Stoch ile başlanırsa maça Mehmet Topuz bu sefer orta sahaya geçecek ve Cristian'la orta sahada oynayacak. Bu da ofansif bir yapı olur ama Stoch'un son haftalardaki fizik yetersizliği Fenerbahçe'yi biraz daha kontrollü futbola iter. Bu da aslında olması gereken, rakip çünkü Galatasaray.

Geriye düştüğü maçlarda bile skor anlamında geriye dönmesini bilen bir takım. Bu yüzden de Mehmet Topuz sağ tarafta, Caner Erkin solda, orta sahada da Cristian ve Selçuk Şahin ikilisini izleriz diyorum.

Galatasaray'ın kilit noktası orta sahası, Galatasaray'ı durdurmak istiyorsanız orta sahada atan kalbini yavaşlatmak zorundasınız. Selçuk İnan, hür irade oynarsa eğer maçın adamı olur. Aynı şekilde Melo da önemli bir faktör ve Galatasaray orta sahasının Fenerbahçe orta sahasına kağıt üzerinde bir üstünlüğü var. Melo belki biraz daha Alex'e yakın oynayarak, Fenerbahçe'nin maç içerisinde organize olmasını engelleyebilir ve bu da hücum aksiyonunu düşürür.

Selçuk İnan'a bu yüzden büyük önem düşecek ve şöyle de bir durum var. Bu sezonu geçtim, sadece Fenerbahçe maçlarına bakarak şunu söylüyorum. Selçuk İnan, büyük bir lider misali bu maçlarda karakterini ortaya koyuyor ve sorumluluk almaktan asla kaçmıyor. Yani, Fenerbahçe kazanmak istiyorsa Selçuk İnan'a özel önlem almak zorunda.

Galatasaray, öne geçtiği maçlarda skoru korumasını iyi biliyor. Takım savunması anlamında ligin en iyi takımı ve Galatasaray'a karşı skor olarak geriye düşmemek önemli. Şu da var ama, skor olarak Galatasaray'a karşı üstünlük sağlasanız bile Galatasaray bir şekilde maçın içinde kalıyor ve skoru yeniden lehine çevirebiliyor. Bu da futbol karakteriyle alakalı bir durum ve her zaman için büyük bir özgüven sebebi.

Saraçoğlu'nda ilk 15 dakikada 2-0 geriye düşmemize rağmen, kaybetmişiz hissiyatı oluşmadı ve skorun 2-2'e geldiğini gördük, hatta kazanabilirdik. Bu durum da psikolojik anlamda Galatasaray'ı avantajlı kılıyor aslında.

Riera'nın Beşiktaş karşısındaki futbolu düşünceleri doğurdu tabii. Sol tarafta kimin tercih edileceğini merak ediyorum. Fatih Terim, yeniden Riera'yla başlayabilir. Ofansif etkisinden öte defansif etkisi oldukça pozitif Riera'nın. Fenerbahçe'nin bu tip maçlarda daima ön plana çıkan bir Gökhan Gönül faktörü var.

Aynı şekilde Mehmet Topuz üzerine koyarak ilerliyor ve bu durum da Fenerbahçe'nin sağ tarafını etkili kılan unsur. Benim düşüncem Riera oynar yönünde ama Emre Çolak'ın da TT Arena'daki Fenerbahçe maçıyla beraber yükselişe geçtiğini unutmayalım.

Aynı zamanda şu da düşünülüyor. Fatih Terim, sürpriz yapmayı sever bu maçlarda. Emre Çolak'ı sol kanatta kullanıp, Elmander'in partneri olarakta Baros'u sahaya sürmek. Fenerbahçe savunmasını o kadar güçlü görmüyorum, Yobo faktörü tamam ama Bekir İrtegün her ne kadar bu sezon büyük aşama kaydederse kaydetsin, onun karşısında Baros gibi dikine oynayan bir santraforu oynatmak bir avantaj.

Bu da kullanılabilir ama Riera oynarsa otomatikman Necati Ateş 11'de başlayacak ve Elmander'le beraber yine uyumlu bir ikili yaratılabilir. Yani birçok hamle şansı var Galatasaray'ın. Kenardan getirebileceğiniz bir Aydın Yılmaz avantajı da doğdu. 60'dan sonra oyuna girerek, enerjisiyle hücuma büyük bir verimlilik katıyor.

Ne olursa olsun derbi tabii, her skora açık. Oluşabilecek herhangi bir gerginlik bir anda kartları yeniden dağıtabilir. Emre Belözoğlu'nun olmaması Fenerbahçe adına avantaj ama. Bu ortamda dağılmasını beklediğim bir futbolcuydu. Saraçoğlu'ndaki maçta da gördük, Alex ve Sow'un attığı muhteşem golleri. Futbol akılları bu maçta ön plana çıkar, bu yüzden de akıla giden damarları iyi analiz etmek ve kesmek gerekiyor.

Galatasaray'ın Alex üzerinde, Fenerbahçe'nin de Selçuk İnan üzerinde özel önlemi mutlaka olur. Tahminim ise Galatasaray'ın bu maçı kazanacağı ve şampiyonluğunu da ilan edeceği yönünde. Ama maç içerisindeki şartlar kazanamıyorsan kaybetme unsurunu beraberinde getirebilir, tekrar etmek lazım bunu...

20 Nisan 2012 Cuma

Leeds United - Galatasaray / Elland Road Fatihi


Bir dönemin gerçek anlamda prens takımıydı aslında Leeds United. Müthiş bir ivme yakalamışlardı ve önce Uefa Kupası'nda yarı final, bir sonraki sezonda da Şampiyonlar Ligi yarı final gördüler. Çok iyi bir takımları vardı. Leeds deyince tabii Harry Kewell'ı anmadan olmaz.

Bunu anlatmalıyım. Eskinin fanatizmi bir başkaydı. Çocukken olaya çok daha hırslı bakıyordum ve bu çıkan olaylar falan derken, ortam iyice gerildi ve o kafayla da rakip takımın en iyi gördüğünüz futbolcusuna bir anda en büyük antipatiyi beslersiniz. Ben de o dönem Kewell'ı kendime hedef aldım ve kendimce onun üzerine oynadım. Sonra turu atladık, kupayı aldık falan ama Kewell'ı bu anlamda hiç unutmadım diyebilirim.

Sonra bir gün Harry Kewell'ın Galatasaray'a transferini duyunca da oldukça şaşırdım, bir anda şok anını dahi yaşadım ama 2000'lerin en antipati beslediğim futbolcusu bir anda benim gelmiş geçmiş en çok sevdiğim futbolcu konumuna ulaştı. Kewell'ın yeri ve önemi çok farklıdır benim için, blogda da takip edenler bilir zaten Kewell apaçiliğimi.

Bugünün ise önemi, Uefa Kupası'nda Leeds United'ı eleyip finale çıkmamızın yıldönümü olması. Elland Road atmosferinden 2-2 ile çıkmayı başarmıştık. O gergin ortam gerçekten inanılmazdı ve unutulmayan şeyler yaşandı aslında. Hatta bu olaylar Kopenhag sokaklarında Arsenal'li taraftarlarla kavgaya kadar sürüklendi ve bir sonraki sezon Leeds United ile Beşiktaş, Şampiyonlar Ligi'nde aynı gruba düştüklerinde de düşündürücü olmuştu.



Hakan Şükür'ün attığı muhteşem gole de saygımızı sunalım aslında, kariyeri boyunca inanılmaz goller attı ama benim için attığı en inanılmaz gol budur.

 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir