31 Ağustos 2010 Salı

Sportif Cümleler Salı Ritüeli #2

Karpaty maçında yaşanan büyük şok, Eskişehir deplasmanında alınan derin nefes. Elbette ön eleme turundan veda edilen Avrupa serüvenini telafi etmenin imkanı yok. Bu konu için transferi geciktiren yönetimden, ruhlarını sahaya yansıtmayan futbolculara kadar hesap sorulabilir. Çünkü bu yaşanan facia bana sorarsanız Tromso olayından bile büyük oldu. Biz de Atilla Ağabey ile biraz olsun bu durumu sorgulamak istedik, bundan sonra yaşanabilecek süreci sorgulamak istedik.

Burak Eren; Eskişehir deplasmanı sıkıntılıdır. Son zamanlarda en iyi dönemlerimizde bile bu deplasmandan boynumuz büyük ayrılırdık. Bu yüzden Eskişehir deplasmanında alınan galibiyete önemli bir mesaj gözüyle bakıyorum. Belki futbol anlamında yine iyi değildik. İkinci yarıda Aydın Yılmaz'ı oyuna almak zaten kadro kalitesinin bir göstergesi ama her şeyden önemlisi alınan bir galibiyet olacaktı. Üstelik deplasmanda. Sen Galatasaray'ı Eskişehir deplasmanında nasıl buldun ve benim söylemim açık kalp masajı yapıldı söylemine ne kadar katılıyorsun?

Atilla Çelik;
Bu maçta elde edilen skorun takımı hayata döndürdüğünü ve bir umut getirdiğini söyleyebilir miyiz? Evet, söyleyebiliriz. Bu yönüyle Eskişehirspor maçında elde edilen galibiyetin bir nevi açık kalp masajı olduğunu rahatlıkla kabul edebiliriz.

Galatasaray’ı, bu deplasmanda önceki maçlarına nazaran ayıran bir özelliği vardı. Geçtiğimiz günlerde Eskişehir tarafından gelen ve Sezer Öztürk’ün de dahil olduğu alaycı söylemlerin takım üzerinde ekstra bir etkisi vardı. Ayrıca son maçlarda alınan kötü sonuçlar, adı sanı duyulmamış bir Avrupa takımına elenip Avrupa yolundan olmak derken, bir kötü sonucu daha kaldırabilecek durumda değildi Galatasaray. Oyunculara yapılan eleştirileri de dikkate aldığımızda bu maçı Galatasaraylı oyuncuların çok istediğini düşünebiliriz. Eskişehirspor’un gününde olmaması ve fiziksel olarak tam olarak hazır olmamasının yanında, Galatasaray’ın önceki maçlarına nazaran daha agresif ve baskılı oynaması bu sonucu getirdi. Özellikle ikinci yarının başlamasıyla birlikte Galatasaray golleri bulana kadar gerçekten iyi oynamıştır. Rakip üzerine önemli baskı kurmuştur. Maç bütünü için Galatasaray’ın çok iyi olduğu söylenemez ama maçın bazı anlarında gerçekten iyi bir tempo tutturduğunu söylememiz lazım. Haftalardır hep aynı oyuncularla oynayıp, onca fiziksel yıpranmaya karşı zor bir deplasmanda güçlü bir direniş göstermek biraz da oyuncuların istekleri ve tavırlarıyla alakalıdır. Bu maç aslında bir onur savaşıydı. Son zamanlarda sürekli dayak yiyen bir boksör vardı. Bu maçta ise ayağa kalkıp rakibine son darbeyi indiren bir Galatasaray.

Şunu unutmamak lazım. Bu oyunculardan oluşmuş bir takımın şiir gibi futbol oynamasını bekleyemezsiniz. Ancak bu tarz mücadele göstermesini bekleyebilirsiniz. Sağ kanada atılmış Barış’tan Messi tarzı yaratıcılık bekleyemezsiniz. Eğer gününde olursa az buçuk yaratıcı olabilecek Aydın’ın birkaç hareketi bile gözlere hoş gelebiliyor. Haftalardır Rijkaard bu oyunculara mahkum ve şiir gibi bir futbol oynatabilecek futbol akıllarına sahip değil.

Burak Eren; Galatasaray'ın diğer adı vizyondur, bu vizyonu da Avrupa arenasında gösterdiği başarılarla elde etmiştir. Bugün Avrupa'da herhangi bir yere gitsek Türkiye dendiğinde ilk söylenecek kelimelerden birinin hala Galatasaray olduğuna inanıyorum. Ne oldu da Galatasaray bu vizyonun oldukça dışında kaldı? Geçtiğimiz yıl Avrupa Ligi ön elemelerinde herkese 4-5 atan takım nasıl olur da Karpaty karşısında pozisyona bile giremez? Avrupa olmadığı iyi oldu, şimdi tamamen lige konsantre oluruz söylemine ne kadar katılırsın?

Atilla Çelik;
Rakibiniz çok yetenekli adamlardan oluşmayabilir. Ama sizden daha hazırlarsa, fiziksel olarak daha üstünlerse ve sizler hem kafa yapısı olarak, hem de fiziksel olarak bir zayıflık taşıyorsanız, oyunun kaderini değiştirebilecek bireysel yeteneklerin azına sahipseniz bu tarz bir sonuçla karşılaşabilirsiniz. Bir de eğer rakip sizden daha fazla istiyorsa o turu geçebilir. Misal bundan yıllar önce Galatasaray’ın Manchester’dan fark yemesini beklerken 3-3’lük bir skorla dönmenin etkisini düşünün. Galatasaray daha fazla isteyen taraftı. Bu istek rakibin üstün ayaklarını kilitleyebilir yeri gelince. Çünkü görece daha zayıf bir takım olsanız da büyük bir takıma karşı daha fazla motive oynarsınız. Karpaty için de geçerliydi bu ruh hali. Rakip Galatasaray. Teknik direktörü dünyaca ünlü Rijkaard. Siz de yeni yeni adınızı duyuracak olan bir takımsınız. Hal böyle olunca fiziksel olarak zaten daha hazırken bir de motivasyon anlamında Galatasaray’ın üzerine çıkıyorsunuz. Her şeye rağmen Galatasaray yine de turu geçiyordu ama inanılmaz bir bireysel hata sonucunda rakibine turu hediye etti.

Bu konuda son olarak genel bir şey söylemek gerekirse, o da sezon başından beri Galatasaray’ın yediği tüm gollerin içler acısı goller olmasıdır. Yani rakipler Barca gibi müthiş organize gelmeden, hiç beklenmedik golleri bulmuşlardır. Galatasaray defansının oldukça kötü goller yediğini biliyoruz. Böyle kırılgan bir yapı varken, sıradan bir takıma elenmek çok şaşırtıcı bir şey olmasa gerek.

Avrupa’nın olmadığı iyi oldu söylemine katılamayacağım. Çünkü Galatasaray’ın Avrupa’da puanlara ihtiyacı vardır. Gelecek yıllarda daha iyi torbalarda yer alabilmesi ve takımın Avrupa’daki prestiji açısından gerekliydi. Elendiğimiz iyi oldu, şimdi tamamen lige konsantre oluruz lafı, savunma mekanizmasından ve bahane üretmekten başka bir şey değildir. Eğer sizin isminiz Galatasaray ise her kulvarda üst düzey konsantre olmak zorundasınız. Zaten bunu yapamadığınız için şu an Avrupa’da yolunuza devam edemiyorsunuz.

Burak Eren; Galatasaray'ın transfer gündemine baktığımızda iki orta saha futbolcusu alınması hedefi var ve büyük ihtimalle gelen futbolcu {biz bu yazıyı yayınladığımızda belki de açıklanmıştır} Elano'nun yerini alacak. Eskişehirspor maçındaki gözlemim, ilk yarıda rakip defans çok fazla öne çıktı ve inanılmaz açıklar verdi. Özellikle kanatlarda boşluklar oldu ama orta sahada bu boş alanlara iyi pas atacak bir isim bulamadık. Beklentimiz Elano'nun bu pasları çıkarmasıydı ama o da geçtiğimiz sezondan farkının olmadığını gösterdi. Sence Elano'yu yedek tutmak kadro kalitesi anlamında önemli mi yoksa fazlasıyla lüks mü? Sonuçta yıllık ücreti 3.5 milyon avrolarda gezinen bir futbolcudan bahsediyoruz...

Atilla Çelik; Alınacak oyuncu ya da oyuncuların Elano’nun yerine alınacağını düşünmüyorum. Çünkü Elano’nun asıl mevkisinde oynatıldığını düşünmüyorum. Geçen yıl oynanan maçların çoğunda Elano geriye mahkum edilmişti. Asıl performansını gösterebileceği mevkide oynayamamıştı. Kendisi bir takım oyuncusu ve takım da kötü olunca, aynı futbol dilinden konuşamayınca başarısızmış gibi göründü. Eskişehirspor maçında ise kanatlara iyi top aktarmak anlamında yapabileceği fazla bir şey yoktu. Çünkü Eskişehirspor maçına oyuncu eksikliği nedeniyle sol kanatta başladı. Aslında Volkan Yaman’ın bulunduğu bölgeye sürekli paslar çıkarıldı, oradan bir çok pozisyon yaratıldı ama Barış’ın yaratıcı bir oyuncu olamaması nedeniyle gollük paslar çıkmamıştı. Dünkü maç açısından konuşursak sorun Barış’a atılacak toplar değil, o pasların bitiricilikle tamamlanamamasıydı.

Eğer Elano’yu gerçek mevkisinde oynatırsanız, takım ivmesi kazanırsanız ve aynı futbol dilini konuşursanız ondan üst seviyede yararlanabilirsiniz. Eğer ofansif bir orta saha oyuncusu alınırsa, Elano’nun özellikle iç saha maçlarında kadroda yer bulacağını düşünüyorum. Rijkaard bence Elano’ya yedek oyuncu gözüyle bakmıyor. Çünkü bu takımda daha çok sakatlıklar olacak. Elano kondisyon ve fizik olarak hala hazır değil. Zor bir sakatlık yaşadı. Kaliteli oyuncuların olduğu bir takımda kendisini bulma ihtimali çok yüksek olacaktır.

Burak Eren; Kulübede yüzü gülmeyen bir adam var: Frank Rijkaard. Eskişehirspor deplasmanında atılan gollerden sonra da sevinmedi ve yüzünü oldukça asık gördüm. Ya da Karpaty faciasından sonra Eskişehir deplasmanında atılan gollerin ne önemi var gibisinden bir ifadedeydi. Şu saatten sonra Galatasaray & Rijkaard ilişkisi hangi boyutta devam eder, sen bu durumu nasıl değerlendiriyorsun? Ayrıca geçtiğimiz hafta sorumluluk almıyor diye eleştirdiğimiz Arda Turan'ın 60. dakikadan sonra Arda olduğunu hatırladığını izledik. Sence Arda'da Karpaty maçından sonra bir şeylerin farkına vardı mı?

Atilla Çelik; Rijkaard’ın yüzünün gülmesi için kaç sebep sayabiliriz? İstediği oyuncuları alamamış bir yönetim var. Oynatmak istediği oyunu oynayabilmesi için ihtiyaçları karşılanmayan bir hoca kendisi. Elindeki mevcut oyuncular ise akıcı futbol oynayabilecek kapasitede değil. Akıcı ve akıllı bir futbol oynatabileceği oyuncular ise sakat. Bu kadar sorunun üst üste bindiği, kötü sonuçların alındığı bir ortamda bir hocanın yüzünün gülmesi beklenemez. Rijkaard’ın geçen sezon takımın başına geldiği ilk günlerdeki haliyle günümüzdeki halini kıyaslarsanız inanılmaz bir farklılık görürsünüz. Onca sıkıntı ve stresten dolayı adamın saçına resmen aklar düştü. Taraftarın stadyumda hep birlikte çığırdığı Halil İbrahim güftesi yerini bulmuştur. Atılan gollere erkenden sevinmemesi doğal bir olgu. Çünkü bu takım çok maçta öne geçti ama gerisini getirememişti. Eskişehirspor gibi zor bir deplasmanda, son dört maçtır yenemediğiniz bir rakibe karşı 1-0 ya da 2-1 öne geçmek sizi rahatlatmaz. Ne zamanki üçüncü golü bulursunuz o zaman rahatlarsınız. Bu yüzden sadece üçüncü gole sevinebildi Rijkaard. Maç sonundaki basın toplantısında ise üzerinden birkaç tonluk yükü atmış gibi bir hali vardı. Biraz rahatlamıştı. Çünkü bu galibiyete hem hocanın hem de oyuncuların büyük ihtiyacı vardı. Hepsi diken üstündeydi.

Galatasaray yönetiminin bu sezon ne olursa olsun Rijkaard’ı yollayabileceğini sanmıyorum. Çünkü Rijkaard’ın hala büyük kredisi var. Kimin gözünde? Taraftarların gözünde! Bu yönetim bu taraftarı çok üzdü, çok tepki gördü taraftardan ve yönetim hal böyleyken bir de Rijkaard’a ters bir şey yapamaz. Eğer yaparsa, Haldun Üstünel, geç olan transferler derken, bir de Rijkaard’ı dışlarlarsa çok zor duruma düşerler.

Arda bence her zaman bir şeylerin farkında. Bu sadece Karpaty maçı ile alakalı değil. Kafa yapısı anlamında yaşadığı psikolojik sorunlar var. Takımı aşırı sevdiği için bazen bu aşırı sevginin getirdiği küskünlük hali siniyor üzerine. Takım kaptanı olarak bir şeylere tepki göstermesi ve oyunu ile kötü duruma isyan etmesi gerekirken, kendini kaybetmiş afacan çocuk tavrında kendi ruhunu unuttuğu oluyor. Bu biraz da özgüven meselesi tabii ki. Takımını 2-1 öne geçirdikten ve birkaç dakika sonra üçüncü golü bulduktan sonra dikkat edin, Arda birden kanatlanmıştır. Ayakta duracak hali yokken bile, rakibe, kendi takımının köşe gönderinde bile basmaya başlamıştır. Skor avantajı nedeniyle zihin olarak bir anda rahatlaması, üzerindeki stresi atması ve özgüvenin gelmesiyle kendini bulur gibi oldu. İşler kötü giderken Arda takımın durumu karşısında aşırı üzülüyor ve aşırı stresten dolayı yemeden içmeden kesilen bir çocuk gibi, futbolundan kaybedebiliyor olabilir. Aşırı sevginin olduğu bir noktada dengesiz tavırlara her zaman hazırlıklı olmak gerekir.

Burak Eren; Son sorum biraz gündem dışı olsun istedim, çünkü bana sorarsan çok önemli bir konu. Şu Galatasaray'ın genç futbolcular meselesi yani her yıl hazırlık kampında harikalar yaratan, geleceğin yıldızları olur dediğimiz futbolcular. Ama ne hikmetse de hiçbirinden beklenen fayda bir türlü sağlamamaz. Geçtiğimiz sezon Serdar Eylik, yıldız olur derken önce Orduspor'a kiralık verildi, şimdi ise Denizlispor'da bonservisi ve harikalar yarattığını söylemeliyim. Bu sezonda da Çetin Güngör. Tecrübe kazanması adına Şanlıurfaspor'a kiralık verildi. Sence nedir bu işin sonu, bu kadar uzaklara gittiklerinde {kötü zeminler vs.} daha iyi mi tecrübe kazanıyorlar, yoksa kaderlerine mi terk ediliyorlar? Geçtiğimiz yıllarda da pilot takım uygulaması vardı ama o aşı da tutmadı, şimdi A2 statüsü değişti diyoruz ama ben bir farklılık göremiyorum.

Atilla Çelik; Bu konuda görüşüm çok açık ve nettir. Eğer genç bir futbolcu gerçekten iyiyse, istikrarlıysa, kendisini diğer oyunculardan ayıran bir özelliğe sahipse kendisini gösterir. Tıpkı Arda’nın çıktığı ilk Avrupa maçında kendisini göstermesi ve o yaşında takımı taşıması gibi. Fırsatlar istenmesine istenir ama bazen bu fırsatı siz yaratırsınız. Söke söke alırsınız o formayı. Sizde bu meziyet varsa eğer, bir hoca bu meziyetten yararlanmayacak kadar aptal değildir.

Genç oyuncular kendilerini gösteriyor gibi olsalar da maalesef gerisini getiremiyorlar. Çünkü ülke futbolunun genel yapısı nedeniyle eğitimci zihniyet değil yarışmacı bir zihniyetle yetişiyorlar. Onlarla her anlamda birebir ilgilenilmiyor. Fiziksel anlamda gerekli yüklemeler yapılmıyor. Her bir gelişme evreleri ve her birinin kendine ait özel zaafları giderilmiyor. Eksikliklerinin üzerine gidilmiyor. Bir futbolcunun yaşamı gerçekten önemlidir. Beslenmesinden hayatını yaşama şekline kadar. Genç bir oyuncu için bu çok daha elzemdir. Çünkü bu oyuncular hala ergen insanlar ve hala büyümekte olan insanlar. Beslenmeleri bile inanılmaz önemlidir. Ama günümüz Türkiye gerçeğinde evine et sokamayan aileler var. Bu oyuncuların nasıl beslenebildiklerini ve hayatlarını nasıl yaşadıklarını bile bilmiyoruz.

Ya da Emre Çolak diyelim. Yeterince şans almıyor mu sizce? Alıyor! Ama Arda abisinin çıktığı ilk maçlarda yaptığı etkinin yüzde kaçını yapabilmiş? Yapamıyor. Çünkü minyon, çünkü fiziksel olarak çok zayıf, çünkü Arda abisi gibi inisiyatif alma konusunda sorunlar yaşıyor ve devamlılığı da yok. Bazı maçlarda bir anda patlıyor, parlıyor ama sonra kaybolup gidiyor. Genç oyuncu dediğin gözümüze gerçekten farklı bir şeyler sunabilmeli, takıma ciddi katkı sağlayabilmeli ve yaptıklarıyla o formayı söke söke almalıdır. Son zamanlardaki oyuncuların yapamadığı şey bu. Bu oyuncuların bir kısmı Ronaldolara karşı oynamış ve kök söktürmüşlerdi. Ama devamı gelmemişti. Nedenleri bir üstteki paragrafta...


Burak Eren; Bazı futbolcular Galatasaray'da güzel tatlar bıraktılar. Mesela Popescu. O ayrıldıktan sonra sürekli ayağı top yapan stoper kavramını aradık durduk ve Almaguer'den, Frank De Boer'e, oradan da Meira'ya kadar uzanan süreç var. Şimdi ise Neill ile birlikteyiz. Aynı şekilde Hagi. Hala Hagi'yi aradığımızı söyleyebilirim ve bulmamız imkansız biliyorum, Hagi gibisi bir daha gelmez ama tarz anlamında ona yakın bir futbolcuya da ihtiyaç vardı. Özellikle de 4-3-3'ün orta sahasında. Sen Misimoviç transferini nasıl değerlendiriyorsun, dengeler hangi yöne doğru kayacaktır ve kısaca şu konuda yorumunu merak ediyorum. Galatasaray'ın tarihine baktığımızda neredeyse bütün önemli yabancılar balkanlardan gelme. Nedir bunun sebebi? Ayrıca yeni sol bek Insua için de neler söylersin?

Atilla Çelik; Misimovic’in ne kadar önemli ve yetenekli bir oyuncu olduğunu bilmeyen yoktur. Bu oyuncunun yeteneklerini sorgulayacak adamın futbol bilgisinden şüphe etmek lazım. Misimovic’in bir numaralı özelliği çok öldürücü pas atan bir adam olmasıdır. Bu özelliğini sadece dar alanlarda değil, geniş alanlarda da gösteriyor. Nesli tükenen klasik 10 numaralara yakın bir oyuncu. Mental olarak karakterli, sağlam ve güçlü bir adam olduğunu söylemek lazım.

Galatasaray’ın yaşadığı en büyük sıkıntılardan biri öne doğru oynayan oyuncuların azlığı ve öne kaliteli pas çıkaracak oyuncu kalitesi eksikliğiydi. Misimovic’in varlığı emin olun çevresindeki oyuncuları çok etkileyecektir ve olumlu anlamda performanslarını daha sağlıklı kılacaktır. Forvet bölgesindeki Baros’un Misimovic ile nasıl bir ortaklık kuracağı muazzam önem taşıyor. Çünkü Misimovic’den ölümcül paslar her zaman gelecektir ama bunu anlamlı kılacak olan tabii ki en uçtaki oyuncuların bu pasları olumlu bitirebilme becerisidir. Takımın daha başarılı hücum organizasyonları kuracağından ve daha iyi pas trafiği sağlayabileceğinden dem vurabiliriz. Tek sorun ise Misimovic’in pek koşan bir oyuncu olmamasıdır. Bu anlamda arkasını iyi toparlayacak oyunculara ihtiyacımız olduğu bir gerçek.

Balkanlardan gelen oyuncuların başarılı olma sebeplerini bulmak zor değil aslında. Coğrafi anlamda yakınlık olmasının yanında geçmişten gelen bir kültür birlikteliği söz konusu. Ayrıca Balkan insanlarının daha güçlü bir karaktere ve daha savaşçı bir ruh haline sahip olduğunu söylemek lazım. Gelişmiş ülkelerde oturmuş bir düzen, ekonomik bir rahatlık ve refah içinde işleyen bir sistem söz konusu iken Balkan ülkelerinde bize benzer kaotik bir yapı söz konusu. Bu kaotik yapı onları bir çok anlamda daha karakterli, savaşçı ve mücadeleci kılıyor. Ruhunda mücadelecilik olan insanlar da ülkelerine benzer yerlerde uyum sıkıntısı çekmiyorlar. Misimovic olayı biraz farklı ama. Kendisi Boşnak olsa bile Almanya doğumlu ve hep Almanya’da yaşadı. Ama yine de bu kültürün içinde olduğunu kabul etmek lazım. Balkan ruhuna Alman disiplinini eklerseniz Misimovic’in sağlıklı bir atılım olduğunu kabul etmek lazım.

Ayrıca Liverpool’dan Emiliano Insua’nın sol bek olarak kiralanması çok önemli. Sol bekte son zamanlarda yokları oynayan Hakan Balta, daha verimli olabileceği stoper bölgesinde ayağa pas yapma yönüyle takımın pas trafiğine olumlu katkıda bulunacaktır. Onu geçtim, Insua zaten çok yetenekli bir adam. Tam anlamıyla bir sol bek ve ileriye büyük destek verecektir. Bu çok önemli bir hamledir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir