8 Şubat 2011 Salı

''O Doğduğum, Büyüdüğüm Şehrin Takımı'' {Cem Dizdar Röportajı}

Sadece Beşiktaşlılar için ya da Samsunlular için değil, sporu spor olduğu için seven ve içerisinde de felsefe barındırdığına inanan herkes için Cem Dizdar çok önemli bir yazardır. Aslında sadece spora da değil, hayata yön veren isimlerin başında geliyor. Ama Samsunlu olduğu için de benim kendisi adına duyduğum sevgi biraz daha farklı. Kendisi çok yoğun olduğundan, bu yoğunluk içerisinde kendi işlerini bile yapmakta zorlandığından daha mini bir söyleşi gerçekleştirdik, diğer söyleşilerin aksine bunu kısa tuttuk ama çok keyif aldığımı söylemem gerekiyor. Kendisine de bu yoğun zamanında bizlere zaman verdiği için çok teşekkür ediyoruz.

Futbolda ekol olmalıyız diye debelenip duruyoruz. Benim için ise ekol olmanın yolu büyük, küçük lig ayrımı yapmadan futbolcularımızın mutlaka yurt dışına gitmelerinden geçiyor. Bugün bütün Dünya'da Brezilyalı ve Arjantinli futbolculara rastlıyoruz. Elbette böyle bir futbol geleneğimiz yok ama Hasan Kabze'nin Montpellier'de, Çağdaş Atan'ın Basel'de oynaması bu konu için güzel örnek olabilir. Sizce Türk futbolunun ekol olmaya ihtiyacı var mıdır ve ekol yolu nerelerden geçiyor?


Cem Dizdar: Batılı bir kavram olan ‘ekol’ malûm ‘okul’ demektir. Bizdeki karşılığı olarak ‘yol’, ‘tarik’ diyebiliriz… Bütün memleketi kaplayan bir ‘ekol’den bahsedebilir miyiz, çok emin değilim. Çünkü yaşadığımız ülke, çok farklı dokulardan mürekkep bir yer. Bunun için türkülere bakmak yeterli… Örneğin, Orta Anadolu’da Kırşehir ile Niğde, Konya türküleri şıp diye birbirlerinden ayrılır… Haliyle buralarda ancak lokal ‘ekol’lerden bahsedilebilir sanıyorum. Yani tüm ülke Neşet Ertaş’ı severek, beğenerek, içine girerek dinler ama diyelim ki ‘bozlak’ dediğimiz tarzı ülkenin başka bir coğrafyasında ‘yeniden üretmek’ mümkün değildir. Haliyle futbolda da herkesi kapsayan bir ‘ekol’den söz etmek çok mümkün görünmüyor. Ayrıca buna gerek de yoktur.

Önemli olan oyuna ‘başka bir renk’, ayrı bir bakış açısı kazandırabilmektir. Jose Mourinho, ki tarzından zerre kadar hoşlanmam, bir Portekiz ‘ekol’ü değildir. ‘Kendinde şey’dir. Bir karşı örnek olarak İtalyan futbolunu verebiliriz. Onlar da ‘ekol’lerini yenilemek hatta parçalamak için başka yollara girmekteler. Her takım kendi oyuncu yapısına göre oynar futbolu ya da oynamayı planladığı tarza göre oyuncu tercih eder. Böyle de olması gerekir, yoksa her şey birbirine benzer. Zaten ilerici tarzlar geçmiş ‘ekol’leri dağıtıp parçalayarak yollarına devam ederler. Kendileri ‘ekol’ olup muhafazakarlaşınca da bir başka ‘ilerici’ aksiyonun hedefi haline dönüşürler.

Yabancı kontenjanı uygulamasını nasıl buluyorsunuz? Milli Takım açısından bu uygulamanın önemi var mıdır yoksa böyle bir kontenjan olmadan da Milli Takım ayakta kalabilir mi ve kulüplerimiz daha başarılı olabilir mi?

Cem Dizdar: Yabancı oyuncu kontenjanı büyük ve paralı takımların lehine işleyen bir durum. Parası olanın iyi oyuncuyu aldığı ve böylece takımlar arasındaki açının sürekli arttığı bir uygulama… Futbolun ‘oyun’ olmaktan çıkıp ileri bir endüstri haline geldiği zamanımızda keşke bunun kurallarını hep beraber tartışıp hep birlikte sonuçlara varabilsek ama burada da iş muktedir olanlarda bitiyor. Benim için bir oyuncunun Türkiyeli ya da Finlandiyalı olmasının hiçbir önemi, sıkıntısı yok. Oyuncu oyuncudur. Sanırım mesele burada değil de, harcanan paraların dengelenmesinde yatıyor. Yabancı oyuncu kontenjanını ‘küçük takım’lar lehine geliştirebilecek bir sistem bulunabilir diye düşünüyorum…

Milli Takım meselesinde de bir sorun olacağını sanmıyorum. En üst liglerden biri olan İngiltere iyi bir örnek… ‘Sonuç’ her şey değildir. İyi oyun iyi oyundur. Futbolu karşına geçtiğimiz bir şey değil, içinde olduğumuz bir şeye dönüştüremedikten sonra bu kontenjan meselesi de hep ‘izlediğimiz’ bir şey olarak kalacaktır.

Galatasaray kötü yönetiliyor, malesef gelecek adına da kimsenin fazla bir umut ışığı yok. Ama Adnan Polat sürekli gelecek adına büyük ışık olduğunu, büyük resmin parlak olduğunu belirtiyor. Genel bir Galatasaray portresi çizecek olursanız neler söylemek istersiniz, temel sorun sizce hangi noktadadır?


Cem Dizdar: Siz de yönetici olsanız aynısını yaparsınız!!!! Yönetemediğin bir şeyi yönetiyor gibi yapabilme maharetinin adıdır yöneticilik bu ülkede, belki de dünyanın her yerinde böyledir bilemiyorum… Sanırım işin gereği bu. Sonuçta futbol da hayat gibi ’umut’ vaat ettiği sürece etrafına insanları toplayabiliyor. Kimse ‘başarısızlığa, ‘yenilgiye’ ‘kaybetmeye’ dayanamıyor’ zamanımızda. Oysa herkes her gün, her yerde bir sürü şey kaybediyor. Ve kayıplar, acılar büyütüyor insanı. Hayatı kayıplarla onarıyor insan. Futbol da bunu en iyi anlatan alanlardan biri ama herkes, özellikle yöneticiler kaybedince sorunu ‘dışarıda aramak’ gibi çok tanıdık bir refleks gösteriyorlar. Bence sorun doğruya yakın teori, ‘inat’ ve ‘kararlılık’ta. Kısa vadede bir şey beklemek yerine uzun vade de her anı eğlenceli ve öğretici hale getirebilmekte. Yöneticiler bütün bunlara taraftarlara doğru kavramlarla anlatabilseler sorun kalmayacak… Buyurun Arsenal örneğine….

Futbolun bir keyifse, bir sanatsa Beşiktaş buna en güzel örneklerden. Takımın belki şampiyonluk umudu da yok ama önemli yıldızlar, ortaya konan güzel futbol derken taraftarlarda sürekli takımın arkasında. Oysa Skibbe zamanında da benzer bir tabloyu Galatasaray yaşamasına rağmen bazı taraftarlar ve yönetim bunun arkasında duramadı. Elbette herşey başarılı olmak, şampiyon olmak için ama futbolun bu görsel ögeleri de sizce çok önemli değil mi?


Cem Dizdar: Beşiktaş sanıyorum iyi bir örnek değil. Çok fazla ‘taşıma suyla değirmen döndürme’ hadisesine benziyor durumu. Bu kadar maliyeti karşılayacak bir gücü var mı çok emin değilim. Skibbe örneğini ise önceki soru da yanıtladım sanıyorum. ‘Arkasında durmak’ doğru bir kavram değil… Taraftara meseleyi anlaşılır ve kabul edilebilir bir dille anlatmayı becerebilmek. Elbette bunun için fazlasıyla ‘hayat bilgisi’ dersi okumuş olmak gerekiyor…



Beşiktaşlısınız ama Samsunspor'a karşı da içinizde bir sempati olduğunuzu söylemiştiniz, Samsun yenildiğinde içim bi cız eder şeklinde cümlenizi hatırlıyorum. Bir Samsunlu olarak sizinle aynı duygulara katıldığımı söylemem gerekiyor. Bu sezona bakınca Samsunspor iyi yolda, son yıllarda hiç olmadığı kadar bir inanmışlık ve önemli yatırımları görüyoruz. Süper Lig yolunda Samsunspor'u nasıl görüyorsunuz ve son olarak Sportif Cümleler için neler söylemek istersiniz?


Cem Dizdar: Samsunspor’a sempatim yok bizatihi Samsun’luyum. O doğduğum, büyüdüğüm şehrin takımı. Bana futbolu sevdiren, oynatan şehrin takımı. Duygum sempatiden öte bir şey… Samsun benim içimde olan bir yer, takımı da öyle. Yenilerse elbette ki içim cız eder… Umuyorum bu sene çıkar ve benim İstanbul’da maça gitme sayım artar…

Site için önereceğim şey, meselelere kolay kabul edilmese bile biraz daha başka pencereden bakmaya gayret etmektir. Çünkü yeni ve ileri olan henüz söylenmemiş sözün içindedir…Herkese selamlar…

2 yorum:

  1. bu adam hayranlık uyandıracak kadar farklı düşünebilen biri. seviyorum şahsen her yazısını ;) teşekkkürler

    YanıtlaSil
  2. cem dizdar doğruları söylüyorsun tebrik ederim

    görevinde başarılar dilerim

    YanıtlaSil

 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir