8 Ağustos 2011 Pazartesi

Sportif Cümleler Röportaj; Emre Özcan

Eurosport spikeri, Tardini Büfe blogunun sahibi, eski NBA Türkiye yazarlarından ve bunun gibi spora yönelik birçok projenin içerisinde sizi görüyoruz. Sizi tanıyan tanıyordur, bu yüzden gelişen bu spor sevgisinin kaynağını sormak isterim...


Emre Özcan: Aslında bunun kesin bir cevabını vermek kolay değil.. Öncelikle bence spor yapmak çok önemli, bu anlamda şanslı bir aileden geliyorum.. Annem eski basketbolcuydu ve benim 6 yaşında baskete başlamamı sağladı, bunun etkisi büyüktür.. Bizim ülkede çok popüler olan futbol sevgisiyle birleşince doğal bir şekilde küçük yaşlardan itibaren ben de ilgi duymaya başladım.. Temelde futbol ve basketbolla başladı, büyüdükçe ve diğer sporları tanıyınca diğerlerine doğru budaklandı.. İlk cevap annem, sonra kendi tercihlerini yapan ben..

İlginç ama çoğumuzda da olan bir durumdur bu. Mesela Galatasaraylılar sarı lacivert veya bu renkleri andıran takımlardan uzak durur ya da Fenerbahçeliler sarı kırmızı takımlardan. Ama Lakers o kadar büyük bir camiaki renklerin üzerinde bir durum sanki. Lakers'ı da haliyle tutan birçok basketbolsever var ülkemizde ve bunlardan biri de sizsiniz. Ayrıca Parma taraftarısınız da. Bakınca da renk tezatlığını görüyoruz ama bu işin şakası. Sormak istediğim bu üç camianın da taraftarlığı sizde nasıl başladı ve gelişti?

Emre Özcan: Galatasaray taraftarlığında yine ailenin katkısı büyüktür.. Anne - baba Galatasaraylı olunca başka taraflara gitmek çok kolay olmuyor.. Her ne kadar hatırlamasam da doğuştan Galatasaraylı olmadığımı söylüyorlar ama kendimi bildiğim günden beri Galatasaraylıyım.. Özellikle yine annem gönülden taraftardı, heyecandan birçok maçı izleyemezdi, yine onun üzerimdeki etkisi çok büyüktür..

Lakers'ta baba faktörü ön planda.. O dönemde takımda oynayan Kareem Abdul-Jabbar'ın müslüman olması o neslin büyüklerini direkt bir şekilde Lakers'a yaklaştırıyordu.. Lakers taraftarı olduğumda babama göre 7 yaşındaydım ki 87 ve 88'de gelen şampiyonluk sonrasında hem televizyonda Lakers'ın en ön plandaki takım olması, hem Magic - Kareem ikilisi, hem de diğer faktörlerle Lakers basketbolu sevmemde çok büyük rol oynamıştı..

Parma'nın ise hikayesi çok daha farklı tabii ki.. 1990/1991 sezonunda tarihinde ilk defa Serie A'da oynayan bir takımın 2 sezon sonra Avrupa'da UEFA Kupası'nı kazanması o güne kadar çok tekrarlanan öykülerden biri değildi.. Özellikle bu başarılar gelirken televizyondan yayınlanan bazı maçlar, sanıyorum bir UEFA maçında Asprilla'nn kornerden gelen topa gelişine vuruşu ve 90'a gönderdiği top (ki kornerden gelen topa vurulduğunu ilk gördüğüm maçtı), özellikle Brolin - Asprilla ikilisi çok etkili oldu.. Sonrasında gerek altyapıdan çıkan oyuncular, gerek takımın maddi gücünün de yardımıyla yaptığı transferlerle oluşan efsane kadrolar sevgiyi artırdı tabii..

Şike gündeminden uzaklarda Galatasaray ile başlayalım. Yeni yönetimdi, Fatih Terim tercihiydi, yapılan transferlerdi derken genel hava üzerine neler söylemek istersiniz. İlk etapta atılan adımlar doğru mu yoksa değişim diye zikrederken o değişimin yeterince sağlanamadığını mı düşünüyorsunuz?

Emre Özcan: Genel hava bence son derece olumlu.. Özellikle Liverpool maçında gelen galibiyetin de bunda büyük etkisi var.. Pool maça yedek kadroyla çıktı ve Galatasaray için çok kolay bir hazırlık maçı oldu ama hem takımın, hem de o günlerde Terim hakkında çıkan haberler ışığında hocanın buna ihtiyacı vardı ve Terim'in eli oldukça güçlendi.. Atılan ilk adımlar bence doğru değildi ama sonrasında özellikle transfer bağlamında doğru işler yapılmaya başladı.. Atletico Madrid'den paket halinde alınacak üçlü beni çok rahatsız etti zira takımdaki sorunlar net belliyken hala onlar üzerine gitmeyi tercih etmeyip güçlü bölgeleri upgrade etmeye çalışmak mantıklı gelmiyordu.. Ama sonrasında bu gerçekleşmedi, önce Melo transferi, sonrasında çıkan haberler doğrultusunda yine doğru adamlara gitmeyi seçen Terim güven vermeye başladı..

Yönetim kısmında ise büyük hayal kırıklıklarım mevcut.. Ünal Aysal'ın geldikten sonra yaptığı açıklamaların (idari anlamda) büyük çoğunluğunun gerçekleşmediğini görüyorum.. Profesyoneller iş başı yapmadı, geçmiş yönetimlerden farklı bir üst yapı kurulmadı, yönetim içinde çok büyük uyumsuzluklar mevcut ve işin kötü tarafı bu sık sık basına yansıyor.. Özellikle iki yöneticinin, başkan ve yardımcısının yaptığı birbirinden alakasız açıklamalar sıklıkla Galatasaray'ın imajına zarar veriyor.. Özellikle Aysal'ın bu işte tecrübesiz olması şu an için sırıtıyor ve taraftar tepkisiyle karar değiştiren bir görünüm sergiliyor Aysal.. Ama zamanla öğrenecektir, ligin içinde bulunduğu kaos bu anlamda belki de Aysal'ın ve Galatasaray'ın şansı olacak..

Galatasaraylılar içerisinde yüzde 80'lik kesim Fatih Terim ismi dendiğinde büyük heyecan duyuyorsa, yüzde 20'lik kesim ise Fatih Terim'den ölümüne nefret ediyor. Maç izlemem diyenden, kombinemi iptal ederim hatta taraftarlığımı askıya alırıma kadar uzanan bir nefret zinciri de var. Geçmiş başarılardan öte başarısızlıklar düşünülüyor, kısacası Fatih Terim'e yapılan çok sıradan bir hoca muamelesi de var. Bu nefret beni rahatsız ediyor, siz ne düşünüyorsunuz? Gerek futbolculuk gerekse teknik adamlık geçmişiyle Fatih Terim, Galatasaray için çok iyi bir figür değil midir?


Emre Özcan: Fatih Terim benim ölümüne sevdiğim bir teknik adamdır ve ben senin deyiminle o %80'lik bölümün içindeyim, hatta başlardayım.. Muazzam bir 4 sezondan sonra ikinci gelişi çok sıkıntılı oldu.. Bunda kendisinin büyük hataları da mevcuttu ama hiç destek görmediği bir üst yapının altında, çok kötü işlerin çıktığı bir yönetimle çalıştığını da unutmamak gerekir.. Yaklaşık 3 yıldır Fatih Terim'in mutlaka bir kez daha Galatasaray'ın başına geçeceğini düşünüyordum, Polat bunun denemelerini yaptı ama iyi ki olmadı.. Doğru zamanda, yeni şeyler vadeden bir başkanla birlikte geldi Terim..

Terim gelirse taraftarlığımı askıya alırım diye grup için bir şey diyemem.. Ama seçilmişe değil de atanmış olana tepki göstermek bana fazlasıyla anlamsız gelir.. Bu nedenle ben hiçbir zaman oyuncuya büyük tepki göstermem, onu oynatan hocadır zira.. Sarp'la dalga geçmenin, yerin dibine sokmanın fazla bir anlamı yoktur.. Benzeri hocalar için de geçerli.. Terim'e tepki varsa bunun gösterileceği yer hocadan çok yönetim ve başkandır.. Bu yönetim olduğu sürece takımı desteklemiyorum demek daha mantıklı gelir bana mesela..

Bunun dışında Terim, Hakan Şükür'le birlikte bu kulüp adına en sevdiğim iki figürden biridir.. Ki Şükür'den de nefret eden önemli bir güruh vardır.. Ben ikisini de çok iyi Galatasaraylılar olarak görürüm, biri benim için gelmiş geçmiş en iyi Türk oyuncu, diğeri de hocadır.. Terim'e yapılan sıradan hoca muamelesini yalanlayan gerçek 1996-2000 dönemidir.. Gelen başarıları geç, Terim'in futbolu şekillendiren, başka hocaları etkileyen, günün çok çok ilerisinde bir sistem oluşturmaya çalıştığı ve bunda önemli ölçüde başarılı olduğu gerçeği var önümüzde.. Geçen 11 yıl içinde futbol çok ilerledi ve belki de Terim o gelişimi sağlayamadı, belki günün biraz gerisinde de kaldı.. Bunu ilerleyen zamanda göreceğiz ama bir döneme dünyada damgasını vurmuş adama bu anlamda yapılacak olan muameleler sadece gülümsetir.. Özellikle geldikten sonra yaptığı açıklamalarla son 3-4 yıl içinde dünyayı da iyi takip ettiğini düşünmeye başladım ki buna artık burada girmeyelim..

Yıldız futbolcu hatta sporcu olgusu ülkemizde çok büyük. Galatasaray için konuşmak gerekirse Drogba diyoruz Forlan diyoruz ama maliyetleri geçtim, mevcut kadroda Baros, Elmander hatta Stancu gibi isimleri düşünmüyoruz, düşünmüyorduk en azından. Gündem değişti derken bu hava da bozuldu gibi. Yine de Drogba ve Forlan'ı neden istedik diye sorulduğunda ilk olarak forma satışı, stadyumun dolması gibi cevaplar verildi. Bu yıldız algısı için neler söylemek istersiniz, sırf stadyum ve forma satışlarını düşünerek yıldız bir isim almak {büyük maliyetlerle ve o bölgede de iyi futbolcular varken} ne kadar doğru ve siz mutlu musunuz? Ayrıca bonservisi elinde veya maliyeti düşük bir isimle Baros ve Elmander'i alternatiflendirmek daha doğru olmaz mı?


Emre Özcan: Dünya, transfere böyle yaklaşan kulüplerin sonsuz başarısızlıklarıyla dolu.. Ama iş de bu kadar basit değil zaten.. Bana göre de Baros, Elmander, Stancu ve üstüne naturel pozisyonu forvet olan Colin Kazım Richards varken forvet transferine gitmek mantıksız ama Fatih Terim ben forvet istiyorum dedikten sonra bunun önemi yok ki.. Hocanın kendi kafasında düşündüğü bir şeyler var ve bu bize uymuyor.. Genelde bu işler de böyledir zaten.. Sağda Sabri varken ve solda da Balta - Çağlar ikilisi duruyorken bir bek transfer için herkes sola gider ama Terim, Eboue'yi zikrediyor.. Hocaların her zaman için düşündüğü farklı şeyler vardır ve biraz da bunları anlamlandırmaya çalışmak gerekiyor.. Fatih Terim ısrarla ben forvet istiyorum dedikten sonra bekleyip yine oluşacak süreci takip etmek gerek derim..

Atletico Madrid çıkarması sizce başarısız mı oldu ve 1.2 milyon avro gibi bir ücret alan Neill yerine 2 milyon avro bonservis verip, üstüne 2 milyon avro civarı da yıllık ücret verip Ujfalusi'yi almak ne kadar doğru?

Emre Özcan: Bence çok doğru değildi.. Ujfalusi'nin sağ bekteki performansı biraz sürpriz oldu ama tandemde ben hala Servet için doğru partner olmadığını düşünüyorum.. Aynı sıkıntıyı Servet'in yanına Meira'yı getirdiğinde de yaşadı Galatasaray.. Kısa mesafede nispeten yavaş, ağır iki stoperle oynamak çok kolay değil.. Fatih Terim yine hücumu düşünen, önde pres yapan ve bunun için de savunmayı öne çıkararak takımın boyunu kısaltmaya çalışan bir anlayış içinde bir ekip yaratmaya çalışacak.. Servet - Ujfalusi ikilisiyle savunmayı öne çıkarmak TSL'deki birçok maçta takıma büyük problem çıkaracaktır.. Bunun olmaması futbolun genel geçer doğruları içinde mümkün değil.. Yeni bir takım, yeni oyuncular, yeni teknik adam ve bunun sıkıntıları mutlaka olacak.. Ve böyle bir arka tarafla işler çok kolay da yürümeyecek.. Ama Ujfalusi'nin son performansı sonrasında beke kayması gibi bir durum söz konusu olup da tandemde başka bir tasarruf içine girilirse (Zan dışında) elbette farklı olabilir..

Neill da çok iyi bir oyuncu değildi ama hem çok iyi liderdi, hem de Servet için daha doğru bir partnerdi.. Özellikle onun fazla alışık olmadığı stoperdeki sıkıntıları 2010 Dünya Kupası'nda çok net ortaya çıkmıştı ama gerek teknik özellikleri, gerek fiziğiyle, takımı da tanıması avantajıyla bence daha doğru bir isimdi ama Ujfalusi'nin biraz da paket program dahilinde tranfer edildiğini düşünüyorum.. Forlan ve Reyes işin içinde olmasa muhtemelen Galatasaray'a gelmeyecekti..

Malum, son zamanlarda kaleci olayı Galatasaray için lanetli bir durum oluşturdu. Mondragon'dan bu yana dikiş tutturulamayan bir süreç ve gelinen bu nokta. Patlamaya hazır bombalar gibiyiz, olası bir kaleci hatasında direk Muslera'yı da yerin dibine sokabiliriz. Yine de güzel gelişmeler var, kaleci değiştirmenin ötesinde işin köküne inip Taffarel gibi bir değer tekrar kulübe kazandırıldı ve son yılların yaşlı kaleci transferlerinin aksine de Muslera gibi geleceği olan bir kaleci getirildi. Muslera ve Taffarel etkisi ne ölçüde olur?

Emre Özcan: Taffarel nasıl bir etki içinde olur bilmiyorum.. Nasıl her iyi futbolcu iyi bir hoca olamıyorsa Taffarel de dünya tarihinin en iyilerinden biriyken kaleci hocalığı yeterli olmayabilir, Muslera'ya pozitif etki getirmeyebilir.. Ama hem tanınan bir figür olması, hem de camia içinde çok sevilmesi elbette takım içindeki hava için olumlu.. Fernando Muslera ise 2010 Dünya Kupası'ndan beri çok beğendiğim bir kaleci ve benim için dünyanın en iyi 10 kalecisi arasında.. Bu anlamda yapılan transfer muazzam, özellikle Copa America öncesinde bu transferin bitmesi de büyük başarı oldu yönetim adına.. Verilen bonservisin çokluğuyla da bir taraftar olarak çok ilgilenmem ama Muslera'nın değeri ölçüsünde bir meblağdır o da..

Kaleciyi önündeki tandem, hatta defans dörtlüsünden ayrı değerlendirmek mümkün değil.. Ülkenin geneli ise böyle yapmayı tercih ediyor.. İşte bu nedenle önünde 11 farklı defans oyuncusunun oynadığı (Harry Kewell ve Semih Kaya dahil) Morgan De Sanctis bu ülkeden kötü kaleci olarak gönderilip bir sonraki sezon Serie A'da harikalar yaratıyor.. Muslera da önündeki sıkıntılı dörtlüyle birlikte büyük problemler yaşayabilir.. Zira pozisyonu verdiğiniz zaman kalecinin yapabileceği şeyler çoğunlukla azalır.. Bu anlamda geldikten sonra savunma sıkıntıları çeken bir Galatasaray'da adı kötü kaleciye çıkarsa şaşırmam..

Peki Felipe Melo'nun gelişi ve Culio'nun ayrılığı?


Emre Özcan: Felipe Melo'nun geldiği günden beri ideal bir oyuncu olduğunu düşünüyorum ve bunu Liverpool maçında biraz ortaya koydu.. Bir maç elbette yetmez ama en azından Bidone D'oro saçmalıkları arasında Sarp'la bağlantı kuranları dümdüz etmesi iyi oldu.. Eğer merkeze bir oyuncu gelecekse Esteban Cambiasso'ya tercih ederdim ben Felipe Melo'yu zira savunma önü son derece önemli.. Keza Terim'in bazı maçlarda deneyeceği 4-4-2'de Selçuk'u kesinlikle çok daha iyi tamamlayacak ve çift merkezi çok daha iyi işletecek bir oyuncu tipi.. Sert, mücadeleci, bölgesi için oldukça teknik ve dinamik.. Yanlarına bir oyuncu daha gelirse bence harika olacak ki bunu da Culio'nun gidişiyle birlikte yorumlayabiliriz..

Geçen sene takıma geldikten sonra fena işler yapmayan Culio'nun iyi bir rotasyon topçusu olacağını düşünüyordum ama onun gidişiyle bence orta sahaya yapılacak transfer de kesinleşti gibi.. Ama o transfer gelmezse sezon içinde merkezde bazı sıkıntılar yaşayabilir takım.. Bu anlamda dikkatli olmak ve takımın saha içi liderliğini de Selçuk İnan'a bırakmak gerek..

Skibbe sempatinizi biliyorum, hatta çoğumuzda var bu sempati. Büyük sorunlar denizinin içerisinde gemisini Avrupa'da yüzdürmesini bilmişti ve bizlere unuttuğumuz iyi alışkanlıkları hatırlatmıştı da. Sonrası istenilen gibi olmadı ama Skibbe'yi şimdilerde Eskişehirspor'da izlemek güzel olacak. Geç gelmesi, şu anki kadronun onun kadrosu olmaması derken handikaplar büyük ama ben Skibbe'ye zaman da tanınırsa Eskişehirspor gibi güzel bir camia içerisinde başarılı olur diyorum. Skibbe & Eskişehirspor birlikteliği nasıl olur ve böylesine felsefesi olan teknik adamları ülkemizde görmek neden bu kadar zorlaştı?


Emre Özcan: Michael Skibbe'nin Türkiye içinde çok başarılı olma şansı yok.. Zira şartlar bu tip güzel adamların çoğunlukla çuvallamasına neden oluyor burada.. Michael Skibbe elindeki imkanlara göre her zaman çok iyi futbol oynayan, çok sağlam bir hücum takımı ortaya çıkarıyor. Eldeki kısıtlı imkanlarla Frankfurt'a oynattığ futbol da ortada, bir sene önce ligin en zayıflarından biri olan takımı kaçıncı yaptığı da.. Geçen sene de yine ilk yarı çok iyilerdi ama sonrasında çok keskin bir düşüş oldu.. 2 milyonluk transferi yapamayan bir kulüpte elindeki imkanlar dahilinde bence yine iyi performans gösterdi ama yaşanan düşüşü temizleme imkanı verilmedi ve Daum'la birlikte takım ivmeyi yukarıya doğru döndüremedi..

Michael Skibbe, Eskişehirspor'da futbol adına yine güzel işler yapacak.. Bunun için de yeterli oyuncular elinde mevcut.. Özellikle Boyd, Camara ve Dede transferi çok olumlu.. Skibbe referansıyla Almanya'dan başka güzel adamlar da gelebilir.. Ama başarı? Bilmiyorum.. Bu sene takımı 5. yapıp öönümüzdeki sezon ilk 5 maçı kaybetse kovulabileceği gerçeğiyle çalışmak zorunda.. Taraftarı olan bir futbol şehrinde çalışacak olması avantaj.. Ben özellikle Eskişehir halkının zamanla ona güveneceğini düşünüyorum.. Seneye bizim ülke için çok iyi top oynayan bir takıma sahip olacağız, bunun garantisini şimdiden verebilirim.. Ama fazlası için bir şey söyleyemiyorum.. Skibbe sadece sahadaki oyunla ilgilenir, bu anlamda ciddi bir futbol eğitmeni ve düşünürüdür benim için.. Ama arkada oyuncular arasında oluşan sorunlarla ilgilenmez, çünkü öyle bir yapı içinden gelmiyor.. Bu anlamda Borges'in her zaman söylediği sağlam sportif direktör gerçeğini es geçmemek gerekir.. Aynı sorunları Ersun Yanal da yaşıyor.. Bu adamları saha içinde tutup arkalarını sağlama almak gerekiyor.. Başarıya gitme yolları Türkiye'de ancak bu olabilir..

Biraz da basketbola geçelim, tabii yine Galatasaray üzerinden giderek. Oktay Mahmuti ile yola devam etmek en büyük transfer gibi duruyor ama geçen seneki yapının da üzerine önemli transferler yaptık, takımı Eurolegue vizyonuna boyamaya başladık gibi. Yine de gelen eleştiriler, gerçek bir 5 numaranın olmadığı yönünde. Yeni sezona yönelik sizin beklentileriniz neler?

Emre Özcan: Öncelikle şunu söyleyeyim, geçen seneki Galatasaray Basketbol Takımı taraftar olarak izlemekten en çok keyif aldığım, izlerken en çok gurur duyduğum takımlardan biriydi benim.. Özellikle Fenerbahçe'ye şampiyonluğun kaybedildiği Abdi İpekçi'deki son maç da yine benim gördüğüm en muazzam taraftar performansıdır.. Daha iyisini görmedim, bundan sonra görür müyüm bilmiyorum.. Bu anlamda müthiş bir sezon geçirdi takım ve Mahmuti'nin kalışı elbette büyük avantaj..

Jaka Lakovic ve Darius Songaila transferleri mutkala hedef yükseltme ama savunmaları itibarıyla bu oyuncuların Mahmuti için ne kadar doğru olduğunu zaman gösterecek, bu anlamda kafamda soru işaretleri var.. Songaila mücadeleci bir oyuncu ama bence iyi bir savunmacı değil.. Keza Lakovic de kariyeri boyunca en çok bundan sıkıntı çekti.. Gordon bu anlamda faydalı olabilir ama kesinlikle iyi bir 5 numaraya da ihtiyaç var.. Luksa Andric kaldı (ki gerekli miydi bilmiyorum), Furkan Aldemir geldi ama gerçekte 4 numara olan Songaila'nın yanına mutlaka çok kaliteli bir 5 numara gerekiyor.. Cevher ve Ender transferleri de Türk rotasyonunun yetersizliği nedeniyle bence çok iyi.. Shumpert'in yne Türk statüsüne geçtiği bu sezon çok daha iyisini yapmamız gerekiyor ama özellikle Efes o kadar güçlendi ki şampiyonluk yine hayal olabilir.. Ama geçen seneki takımı ben ruhsuz bir şampiyona tercih ederim.. O nedenle bu çok takıldığım bir konu değil..

Kadın basketbolunda ise hedef lig şampiyonluğunun da ötesinde Euroleague finali gibi. Taurasi, Tina Charles derken çok önemli yabancı oyuncuları kadromuza kattık ama Milli Takım'ın Avrupa Şampiyonası'nda yakaladığı 2. başarısını görünce azalan eleştiriler hala mevcut. Yani Ceyhun Yıldızoğlu'nun bu kadroya ne kadar hakim olacağı yönünde sorular var. Ligi bir kenara bırakırsak, Ceyhun Yıldızoğlu ve Galatasaray Eurolegue için ne kadar hazır durumda?


Emre Özcan: Bu sene kurulan takımda özellikle Avrupa'da ilk 5 çıkması muhtemel Epiphany Prince, Diana Taurasi, Alba Torrens, Tina Charles ve Sylvia Fowles beşi muhtemelen kadın basketbolu tarihinin en kuvvetli ekiplerinden biri.. Yapılan bütün transferler muazzam ama bunları rotasyonla Türkiye'de kullanmak çok rahat olmayacak.. Ceyhun Yıldızoğlu'nu çok yeterli bir hoca olarak görmüyorum, geçtiğimiz sezon daha iyi bir kadroyla Fenerbahçe karşısında varlık gösterememizin baş sorumlusuydu ama Türkiye Kadın Milli Basketbol Takımı'yla bu yaz yaptıkları mutlaka takdir edilmesi gereken bir konu.. Kadın basketbolunda teknik ve taktikten çok motivasyon çok daha önemli bir unsurdur zira kadınların oyunu yorumlayışı da çok çok farklıdır.. Bu anlamda Ceyhun Yıldızoğlu'ndan beklentim iyi motivasyon ve doğru rotasyon..

NBA'deki lokavtın da Avrupa basketbolu üzerindeki etkisi büyük olacak gibi. Eurolegue seviyesindeki çoğu takımın bu topa pek girmediğini görüyoruz ama önemli takımlar da bu NBA yıldızlarının peşinde. İlk olarak Beşiktaş, Deron Williams hamlesini gerçekleştirdi. Lokavtın da uzun süre devam edeceği konuşuluyor, bu durum NBA ve Avrupa dengesini ne ölçüde bozar? Bundan yıllar sonra NBA yıldızları için anlatacak anı olarak mı kalır yoksa bu oyuncuların kendi liglerimizde oynayarak bizlere öğreteceği çok şey mi var?


Emre Özcan: Bu oyuncuların Avrupa insanına, bize öğreteceği bir şey olamaz zira en fazla 1 yıl kalacaklar ve bu sürenin kısalma imkanı var.. Avrupa'nın dengesini çok bozmaz zira Avrupa'da hedefi olan hiçbir takım bu tip tasarruflar içine girmez, giremez.. 3 ay sonra gitme ihtimali olan bir oyuncuyu alarak sezon ortasında ortada kalma durumuyla kimse karşılaşmak istemiyor.. Ama Deron Williams ve Kobe Bryant gibi isimlerin gelmesi kötü mü olur? Buna evet demek de kolay değil.. Kobe'nin gelmesi ciddi anlamda bu sene Sinan Erdem'den en az 5 Beşiktaş maçı izlememe neden olur, böyle bir ortamda şikayetçi olmam mümkün değil..

Sizin gibi bir Lakerslıyı da bulmuşken sormak lazım. Phil Jackson'la geçen güzel yıllar, büyük başarılar ama geçen sezon yaşanan büyük hayal kırıklığı. Devamında da Phil Jackson ekolünü bir kenara bırakıp takımın başına getirilen Mike Brown. D.Howard'ın da takas dedikoduları var derken Lakers'ı nasıl bir değişim bekliyor?

Emre Özcan: Lakers'ı büyük bir değişim bekliyor çünkü zaten Mike Brown, takım sahipleri tarafından bu değişiklik istendiği için başa getirildi.. Ben Phil Jackson'un stilinden, yaptıklarından, sisteminden çok memnundum ve bu anlamda tercihim Brian Shaw olurdu ama istenen şey farklıysa yapılacak şey bekleyip süreci zamanla yorumlamak.. Dwight Howard, eğer Andrew Bynum ve Lamar Odom karşılığında alınacaksa hemen gelsin derim ama hem Lakers'ın şu anda böyle bir isteği yok, hem de Magic için şu anda bu söz konusu bile değil.. Mike Brown çok güvendiğim bir hoca değil ama kesinlikle yerin dibine sokulacak biri de değil.. Hatta çok önemli vasıflarının olduğunu düşünüyorum ama özellikle Kobe'nin oluru alınmadan yapılan bu hamlenin Lakers'a büyük güzellikler getireceği konusunda şüphelerim var.. Buss'lar bu süreçte önemli hatalar yaptım, umuyorum takım bunun diyetini ödemez.. Bu anlamda da Kobe'nin olgunluğuna ihtiyacı var Lakers'ın..

Endüstri ve spor ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz? Çok takip edilen sporların içerisine endüstri fazlasıyla girmiş durumda ve bazı sporcular da aslında ülkelerinden çok bu endüstri şirketlerinin yüzü olmuş gibi.

Emre Özcan: Eğer söz konusu "endüstriyel futbol" ve bunun diğer spor dallarındaki uzantısıyla bununla çok büyük bir sorunum olmadığını her zaman söylüyorum.. Futbolun, sporun eninde sonunda girmesi gereken bir yoldu bu, sadece bunu doğru yönetmek gerekiyor.. 7 yaşındayken, sokakta top oynarken gerçek olmayan bir Galatasaray forması giyip hep futbolcuların üstündeki formaların aynısının bende olmasını hayal eden biri olarak şu anki durumdan şikayetçi olmam çok mantıklı olmazdı.. Bu anlamda endüstriyel futbolun güzelliklerini, negatif özelliklerine üstün tutarım ben.. Ama söylenen şey 1998 Dünya Kupası'ndaki Nike - Brezilya iş birliğinin uzantısı olan sıkıntılarsa elbette bunu desteklemem mümkün değil.. Futbolun 30 yıl öncesine göre daha güzel olduğunu düşünüyorum, böyle düşünmeyenler içinse yapabileceğim bir şey yok..

Ayrım yapmak zordur ama anlatırken en çok zevk aldığınız spor, sporcular kimlerdir. Bir de anlatırken en çok zorlandığınız sporlar tabii?

Emre Özcan: Açık bir şekilde bunun cevabı snooker ve Ronnie O'Sullivan.. En başta benim için snooker'ın yeri çok ayrı ve bu işin ciddileşmesi çoğunlukla snooker sayesinde oldu.. Ronnie O'Sullivan da benim en çok sevdiğim 2-3 sporcudan biri, yeteneği ve aykırı kişiliğiyle büyük bir ilham kaynağı.. Son zamanlarda yeni yeni başladığım futboldan da çok büyük keyif alıyorum ki ilk başta çok zor, hatta imkansız geliyordu denemeden önce.. Ama U-17 ve U-20 Dünya Kupası'yla birlikte çok sevdim..

Zor olanlar çoğunlukla tempolu sporlar.. Basketbol ve futbol bu anlamda söylenebilir.. Yine pist bisikleti ilk denememde çok zorlamıştı, ilk sırada onu söyleyebilirim..

Ekol olmak sizce nedir ve ekol kelimesi kullanıldığında Türkiye'de kimleri örnek verebilirsiniz bu konuyla ilgili?

Emre Özcan: Ekol, bir bakıma okul demektir ve eğer söz konusu futbol ve basketbol gibi ana spor dallarıysa buna Türkiye'den örnek vermek çok kolay değil.. Belli bir tarz üzerine yoğunlaşamıyoruz, zira gündelik yaşıyoruz.. Galatasaray'ın Derwall sonrası yapmaya çalıştığı şeyler vardı ama UEFA Kupası sonrası bu bozuldu.. Basketbolda Efes Pilsen'in savunmayı temel alan mücadeleci basketbolu tarz ve ekol olma yolunda emin adımlar attı ama onun da devamını getiremedik.. Türk futbolu genel olarak 20 yıl önce yurt dışında teknik ve yetenekli oyuncuların barındığı bir alan olarak değerlendirilirdi ama bu anlamda TSL'nin de özellikle son 10 yıl içinde teknikten çok mücadeleye doğru biraz da amaç dışı bir şekilde evrildiğini görüyoruz.. Ekolü ancak güreş ya da halter gibi çok dominant olduğumuz alanlarda kullanabiliriz belki ama o konularda da bilgi sahibi olmadan ahkam kesmenin çok anlamı yok..

Spor blogları giderek artıyor ve medyadan öte alternatif bir medya da oluştu diyebiliriz. Siz de bu blogların ilk ve en eski neferlerinden birisiniz. Hem bu bloglar hem de Tardini Büfe adına neler söylemek istersiniz?

Emre Özcan: Bloglar çok önemli bir boşluğu doldurdu ama şimdi o hacim içinde neler olduğunu tam olarak çözemiyorum.. Bu anlamda bir gerileme var gibi, ki belki de doğal bu.. Özellikle yaklaşık 1 sene önce zirveyi gördük, sonrasında bir duraklama dönemi geldi.. Ben de bu anlamda bu süreçte çok aktif değildim..

Blogların en büyük özelliği interaktif olması ve gerçekten yazdığı çerçeveyi çok iyi takip eden insanların yarattığı farktı.. Öğlen saat 15.00'te açıklanan bir transferin gazetede en erken yer alma şansı ertesi sabahtı ve böyle bir ortamda bloglar insanlara bilgiye ve yoruma çok çabuk ulaşma şansı verdi.. Aynı şey maç yazıları için de geçerli.. NTV'deki Rıdvan Dilmen'den sonraki en çabuk maç yorumları her zaman için bloglarda yazıldı, bu da çok önemli bir olaydı.. Ama sonrasında gerek internet medyasının iyice yayılması, gerek sosyal paylaşım ortamlarının tamamen tavan yapması blogları biraz düşürdü.. Dediğim gibi muhtemelen doğal bir sürecin sonucu..

Ben de İstanbul'a taşındıktan sonra çok aktif kullanamadım blogu ama yeni sezonla ve başka projelerle birlikte eski aktifliğini yakalamasını istiyorum.. Hayrettin Demirbaş'ın kısfmetiyle sonlandırmak lazım bunu..

Son olarak bizlere söylemek istedikleriniz neler ve bir gelenek olduğu üzere Sportif Cümleler için neler söylemek istersiniz?


Emre Özcan: Konsept blog her zaman iyidir.. Son zamanlarda az ve özü de buldu burası ve bence iyi oldu..

2 yorum:

  1. Röportaj çok keyifli olmuş, elinize sağlık.

    Dipnot: Emre'nin Kadın Basketbol Takımımızın Euroleague için önerdiği ilk 5'in o şekilde çıkması mümkün değil. Kıta dışı 2 oyuncu hakkı var ve 3 Amerika'lı dan biri dışarıda kalmak zorunda.

    YanıtlaSil

 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir