9 Mart 2011 Çarşamba

Hanri Gibi #1

Merhabalar,

Öncelikle böyle bir proje için benimle konuşmuş olan Burak Eren’e tekrar teşekkür etmeliyim. Umarım güzel geçecektir. Bazı gecikmeler, bazı hatalar olursa şimdiden affola.

Öncelikle biraz Galatasaray gündemini değerlendirelim;

Malumunuz olduğu üzere Galatasaray çok zor bir dönem geçiriyor. Bu zor dönemin mimarlarından biri ise Adnan Sezgin’di. Tek ve en büyük sorumlu değildi evet. Bu yüzden takımdan ayrılması benim için sevindirici bir gelişme olmadı. Zaten olası kötü bir durumda verilecek kurbanlardan biri olduğunun az çok herkes bilincindeydi sanırım. Bundan sonra sırada Hagi olduğunu da şimdiden söyleyelim.

Adnan Sezgin’in gönderilmesi aslında pek bir şey değiştirmeyecektir. Zira göndermek işin en kolay kısmıdır. Adnan Sezgin’i seçen zihniyetin hala görev başında olduğunu düşündüğümüzde, doğru bir ismi oraya atama ihtimallerinin pek yüksek bir olasılık olmadığını gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Bu yüzden gelenin, gideni aratması durumu da başımıza gelir ki bir o kaldı zaten.

Adnan Sezgin’in yerine kim gelecek diye Adnan Polat mantığını bırakıp, kendi aklımızla düşünürsek eğer bana göre en doğru seçim; İşin ehli bir yabancı profesyonel ve ona ülkeyi, futbolu, kültürü, taraftarları en iyi şekilde anlatabilecek bir yerli asistan olmalıdır. Sezon sonuna kadar, belki de uyumlu çalışmaları durumunda her daim yanında böyle bir desteği olan işin ehli yabancı takımın hem transfer, hem futbol sorunlarını baya baya temizleyip, teknik direktörlerin eline sorunlardan arınmış bir takım bırakabilir ki iyi futbolun en önemli lazımlarından biri sorunlardan arınmış futbolculardır. Galatasaray’ın teknik direktörleri artık sadece futbola odaklanmalıdır. Oyuncunun ev sorunu, araba sorunu, aile sorunu teknik direktörün işini engellememelidir. Bu işleri yapabilecek bir sportif direktör şu an için Türkiye’de bulunmuyor sanırım. Daha evvel bu işi teknik direktör olarak yapmış olan Fatih Terim örneği ise direkt o mevkiye getirilebilecek yaşta değil henüz. Önünde uzun bir kariyer daha olduğunu düşünüyorum. 10 sene sonra bu mevki için düşünülmesi gereken ilk ve tek adam olacaktır Türkiye’de bu ayrı.

Adnan Sezgin konusundan olması muhtemel seçimlere geçelim biraz;

Adnan Polat’ın başkanlığının bitmesi için bildiğiniz üzere imza toplanıyor. Galatasaray’ın böyle bir yola düşmesi hem üzüntü verici hem de kulübün sahipsiz olmadığını göstermek adına umut verici bir gelişme. Fakat işin açıkçası orada bulunan hiçbir ismin samimiyetine zerre inanmadığımı söylemek zorundayım. Özellikle TT Arena açılışından sonra Galatasaray’ın yaşadığı sıkıntılarda çıkıp hesap soran, Galatasaray devletine çok para kazandırmış diyen, kısaca hepimizin bildiği gerçekleri kamuoyuna inatla sunan tek bir adam vardı; Hayrettin Kozak. Bu isim dışındaki isimler kesinlikle beni samimi olduklarına inandıramazlar. Özellikle sürekli Telegol gibi rezalet bir yapıma katılan İnan Kıraç’ı ciddiye bile almam mümkün değil.

Galatasaray’ın geleceğini şu an Adnan Polat’ın gitmesinden çok Adnan Polat’ın yerine gelecek kişi belirleyecektir. Eğer sadece Adnan Polat’ın gitmesine odaklanırsak başarısızlık yine kaçınılmaz olacaktır. Ve maalesef özellikle taraftarımız bu konunun sadece gönderme kısmıyla ilgileniyor. Hem teknik direktör, hem oyuncu, hem de yönetimsel bazda değişikliklerde gitmesi kadar önemli olan gidenin yerine gelecek kişi konusunu pek önemsemiyor. Bu yazılarda, bunu konuşmalarda anlayabiliyoruz.

Galatasaray’ın sorunlarını ileri haftalarda daha da açarız. Şimdi biraz da haftasonu oynanan derbiden bahsedelim;

Öncelikle Trabzonspor’a ayrı bir sempati beslediğimi söylemeliyim. Bunun tek sebebi de bana göre özellikle ligin ilk yarısı ligin en iyi top oynayan takımı olmalarıydı. Aynı oyunu Karabükspor, Beşiktaş vs. oynasa yine aynı sempatim olurdu. Tabii ki aynı denize girmenin getirdiği bir kan çekme durumu da var ama futbol olarak hakikaten hem göze, hem futbolun gerçeklerine bu kadar uyan bir takımı uzun zamandır izlememiştik.

Beşiktaş ise yaptığı yabancı yıldız takviyeleriyle bir parlama yapmıştı. Fakat sadece Simao, Guti ve Quaresma ile bu işin olmayacağını, önce takımı inşa etmek, sonra yıldızlarla süslemek gerektiğini Fenerbahçe ve Galatasaray gibi Beşiktaş da uygulayarak öğrendi. Elanolar, Ortegalar, Keitalar, Lincolnler, Anelkalar vs. Bu isimler bir takımı çok çok üst seviyeye taşıyabilir fakat bir takımı takım yapmaya yetecek isimler maalesef değil. Bir takımı Ernstler, Culiolar, Luganolar oluşturur. Bu gibi direkt iş odaklı isimler takımı takım yapar ve yıldızların sadece işini yapmasına imkan sağlar. Tabii ki takım olmak için yerliler de çok mühim. Fakat hem Beşiktaş, hem Fenerbahçe, hem de Galatasaray bunu zamanında pek düşünmediler. Maalesef bir takımda hem Ekrem Dağ, hem de Quaresma olmaz. Bir takımda hem Elano hem Barış olmaz vs.

Maça geldiğimizde Trabzonspor ve Beşiktaş’ın arasında sürekli gidip geldi maç. Bana göre çıkan iki ilk 11’de doğru seçimlerden oluşuyor. Hilbert ve Ekrem Dağ’ın hücumdaki etkinliğini Cale ve Piotr ile kapatmayı düşünmüş Şenol Güneş. Öte yandan Selçuk ve Colman’ın ortasahadaki olası hakimiyetini ise Fernandes ve Necip ile engellemeye çalışmış Schuster. İki takımda başarılı olduğu için maç sürekli gidip geldi iki takım arasında. Önce Serkan aşırı gereksiz bir kırmızıyla dengeleri bozdu. Maç Beşiktaş lehine döndü devre sonuna kadar. Muhtemelen devre sonuna kadar gelecek bir gol Trabzonspor’u yıkardı. Fakat Trabzonspor hem çok güzel dayandı, hem de kontralarla vurabileceğini gösterdi.

Devre arasında ise maçı Trabzonspor’un istediği gibi ortaya atan bir hamle geldi Schuster’den; Nobre – Fernandes değişikliği. Takımı sakin tutup, TS’nin 10 kişi kalmasından yararlanmak yerine Nobre’yi oyuna sokup ortasahayı Necip’le birlikte çok iyi tutan Fernandes’i çıkardı Schuster. Böylece Trabzonspor kaybettiği ortasaha üstünlüğünü yeniden kazandı. Guti etkisiz hale geldi, Necip tek başına pasif kaldı.

Fakat bütün bunlara rağmen oyun tekrar Beşiktaş’a güldü ve Onur’un büyük hatasından Bobo yararlandı. Aslında Trabzonspor hemen golü bulmasaydı muhtemelen maçı çeviremeyeceklerdi. Fakat Ceyhun hemen golü buldu ve üstüne de Sivok oyundan atılınca artık maçın Trabzonspor’a döndüğü belli oldu iyice. Önce Burak gol atmak yerine penaltı ve kırmızı kart almayı düşündü. Golü kaçırdı. Daha sonra çok zor bir pozisyonda müthiş akıllı bir vuruşla Trabzonspor’a 3 puanı getirdi.

Penaltı pozisyonu için bir şey diyemeyeceğim. Markus Merk penaltı ve kırmızı kart gerektiğini söylemiş. Eh Markus Merk bunu diyorsa bize bir şey demek düşmez. Fakat ben Burak’ın istese golü atabileceğini düşünüyorum. Yani o pozisyonda oyuncu tercih yapar. Ya bırakır kendini penaltı bekler, ya da düştüğü gibi kalkıp pozisyonu sonlandırmaya çalışır. Penaltının avantajı olmaz zaten. Burak bence en azından denemeliydi. Zira bu sene çok formda, bir dolu gol atmış durumda ve böyle bir oyuncunun “kendini yere atıyor” diye damgalanması çok yazık. Maalesef kendi gayet hakederek böyle bir algı oluşturdu hem taraftarda, hem de hakemler üzerinde. Umarım en kısa zamanda bu hatasını da düzeltir ve böylece sempatik bir oyuncu olur. Zira Burak gibi mükemmel yetenekleri olmayan bir adamın taraftar desteğine ihtiyacı çoktur.

Son olarak Salı günü hayatını kaybeden 1995 doğumlu genç voleybolcumuz Ayşe Himmetoğlu’na Allah’tan rahmet, ailesine ve sevenlerine sabır dilerim. Tüm camianın başı sağolsun. Gencecik yaşta bir insanı kaybettik. Mekanı cennet olsun.

Neyse baya uzun oldu şimdiden. Umarım okurken kimse sıkılmaz. İlk yazı olduğu için elimin ayarı biraz kaçmış olabilir. Şimdiden özür diliyorum ve herkese iyi bir hafta diliyorum.

Yazı: Anıl Tatar / twitter.com/hanrigibi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir