24 Ağustos 2009 Pazartesi

Fırat Topal {Flying Dutchman} Röportajı


Blogu ilk açtığımız günlerde Fırat Abi'ye mail atmıştım ilk iletişimimiz bu vesileyle olmuştu. Geçtiğimiz günlerde de röportaj yapmak niyetinde olduğumu belirten ikinci bir mail attım. Sağolsun kırmadı bizi ve röportaj teklifini kabul etti. Flying Dutchman'dan futbolun geldiği noktaya kadar bir çok konuda konuştuk ve tatmin edici cevaplar aldık. Özetle biz eğlendik. Dilerim sizde eğlenirsiniz. Ben susarım Fırat Topal konuşur (:

1- Öncelikle tanımayanlar için bir tanıtım yazısı alalım. Kimdir Flying Dutchman (uçan Hollanda'lı)?

İsmim Fırat Topal, blogu takip eden çoğu kimse biliyordur zaten. 1981'de Kadıköy-Göztepe Hastanesi-Doğum Kliniği doğumluyum dolasıyla çok yaşlı sayılmam daha 1,5 senemiz var intihara. Tabi Kadıköy doğumlu olmamın bir başka getirisi Galatasaray'ın ezeli rakibine attığı bir çalımdır tamamen. Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi 2003 yılı mezunuyum. 2007 yılının Kasım ayına kadar Türkiye'de bankacılık sektöründe çalıştım. Aynı yılın Aralık ayında Hollanda'ya aile birleşimi yoluyla geldim ve burada evlendim. Bir süredir çalıştığım finans sektöründen kısa süre önce ayrıldım, Hollanda'da olduğum sırada Milliyet Taktik ve Hürriyet Spor gazetelerinde yazarlık yaptım. (Bana gıcık olan ve dolayısıyla "yolumuz düşerse gidip şunu dövelim" diyenler için) Amersfoort'ta yaşıyorum.

2- Blog arşivini kurcaladığımda Eylül 2007'den beri blog tutmaya başladığınızı gördüm. Nasıl karar verdiniz blog yazmaya ve neden Flying Dutchman?

Bu çok geniş bir konu ama özetlemeye çalışayım. Ülke futbolu ve tribünleri gün geçtikçe baş aşağı giden bir yolda ilerliyorlar. Futbolun problemleri çok açık. Tahammülsüz yöneticiler, Türk halkının genel karakter yapısına uygun olarak anlık başarı isteyen camialar, kurumsal yapıya ulaşmamış ve kişilerin hakimiyetiyle işleyen yönetimler, disiplinsiz futbolcular, harcanan gereksiz paralar, yetenek avcılığı denilen ve dünya futbolunun çok önemli bir parçasını oluşturan aktiviteye zerre değer vermeyen teknik adamlar, yöneticiler ve tabi bütün bu kaostan okunabilirlik çıkarmaya çalışan, 1990’ların ortasından itibaren sırasıyla futbol gazeteciliği-skor gazeteciliği-transfer gazeteciliği-asparagas gazeteciliği çizgisini izleyen basın. Basının bir sonraki adımı ne olacak merak ediyorum.Tamamen yukarıda bahsettiğim basının gidişi. Türkiye’de bugünkü Türk basınının ortaya çıkardığı rezalet tablonun dışında futbolun kendisini okumayı talep eden bir kitle hep vardı Türkiye’de. Bu kitleden birisi olarak diğer insanlarla birlikte bir alternatif oluşturalım dedik.

Flying Dutchman efsanesini çok sevdiğim bir Wagner operasıdır, Pirates Of The Caribbean serisinde de kullanılmıştır hatta son olarak ki orada da çok hoş bir hikayesi vardır. E Hollanda tarafına da atıf yapınca ve insanın aklında kolay kalan bir ifade olunca kullanmak istedim.

3- Şu anda siz dahil 12 kişi yazıyor blogda. Bu sıkışıklığa neden oluyor mu yoksa oturmuş bir sistemi var mı Dutchman'ın? Sonuçta herkes yazmak istese ve birer yazı yazsa günü tamamen tüketebilirsiniz.

Oturmuş bir sistem var kesinlikle. Günlere ve yazarlara yayılmış 2 sistemimiz var. Pazartesi günleri, hafta sonundan dönüşün de etkisiyle tamamen spora yönelik yazılar yazıyoruz. Salı-Çarşamba-Perşembe 4-5 spor + 1-2 spor dışı yazılarla gidiyoruz. Cuma günü ise tatile girişin de serbestisiyle bir kısıtlamamız yok, yemek, sinema, ilginç sporlar, tenis vs. hepsini karıştırıyoruz. Hafta sonu ise pek yazı girmiyoruz, zira hem herkesin tatili var hem de hafta içi yazıları okuyamayanlar için iyi bir fırsat.

Yazarların da aşağı yukarı yazdıkları konular belli. Yurt dışında yaşayanlar genelde kendi ülkeleriyle ilgili yazarken Türkiye'deki arkadaşlar da periyodik kendi köşelerini ele alıyorlar. Tunchay'ın Hafta Sonu Notları serisi ya da Gorky'nin yurt dışı ziyaretleri yazıları gibi.

4- Blog ödülleri 2009'da spor kategorisinde birinci oldunuz ödüllü bir blogsunuz. Bu nasıl bir duyguydu?

Ben yarışmaya, aslında süre bittikten sonra, eklenen son ilave başvuru gününde mailime gelen bir davetle eklendim. Yani aslında haberim bile yoktu böyle bir organizasyonun varlığından. Oylama ilerledikçe blogdaki okuyucu potansiyelinin bize ödülü kazandıracağını düşündüm ve blogdan 1-2 çağrı yaptım. Okuyucuların % 10'unun oylarıyla kazandık doğruyu söylemek gerekirse. Ödül sorası yazdığım yazıda olduğu gibi, benim için en sevindirici şey, sadık bir okuyucu kitlesine sahip olduğunun kanıtıydı. Yarışmada diğer dereceleri alanların da bu ödülü hakettiğimizi itiraf etmeleri de hoş tabi. Ama dediğim gibi, özdül bir araç oldu bunlara yoksa nihai bir amaç değildi.

5- Çok fazla spor blogunun arasından sıyrılıp günlük ortalama 2500 ziyaretçiyi nasıl kazandığınızın ipuçlarını sorsak blog yazarları için neler önerirsiniz?

Öncelikle ortalama 3.500'e ulaştığımızı belirteyim naçizhane. Aslında benim için hep felsefe şu olmuştur. Bir okuyucu UEFA, FIFA, Soccernet, BBC, CNN ve Türk haber portallarında manşetten okuyacağı haberi girip bloglardan okuyacaksa o konuyu yazmanın bir anlamı yoktur. Yani Ronaldo Real Madrid'de gibi bir yazıyı Flying Dutchman'da bulmanız zordur. Biz hep konuşulmayanı, Türk basınında yer almayanı aktarmayı hedef olarak gördük. Yani Arsenal'in Everton'a attığı 6 golü haber vermek yerine, o 6 golün nasıl atıldığını anlatmak, Mellberg'in Olympiakos'a transferi yerine, Yunan Ligi'nin yükselen yıldızlarını anlatmak bizim için daha önemliydi hep. Tam ifadesiyle bir zamanlar NTV'de de yayınlanan "Futbol Mundial" programı çok önemli bir referanstır blogun bu seviyeye gelmesi açısından.

Tabi bir çok farklı renkten yazar ve okuyucuyu bir araya getirip onların gayet saygılı bir üslupla alışverişe girmelerini sağlamak da önemli. Bir ara blogu açan ben Galatasaray'lı olmama rağmen, blog kadrosunda Fenerbahçeliler çoğunluktaydı.

6- Futbolun bilinmedik, ince detaylarını yazmayı çok seviyorsunuz sanırım. Herkesin aksine futbolun gündemde olan yanlarının aksine yastık altında kalan kısımlarını takip etmeyi nasıl başarıyorsunuz özel bir ilgi alanı mı diyelim buna?

Valla beşinci soruya cevap verirken bu soruyu görsem o kadar uzatmazdım, zaten konu anlaşılmış gördüğüm kadarıyla, madem öyle bir örnek daha vereyim. Benim için hep ayrıntılara takılmak, futbol sahasındaki çok ince mimikleri incelemek ve global anlamda da futbol dünyasını etkileyen kıyısa köşede kalan hadiseleri incelemek önemlidir. Yani Şampiyonlar Ligi yarı finalindeki Chelsea-Barcelona maçında herkes Iniesta'nın son dakika golünü konuşurken, Chelsea'yi öne geçiren golü atan Essien'in, aslında yenilen golde son dakikada topu ıskalamasının payı olduğunu konuşmak daha çekicidir. Futbol dünyasında göz önünde kalanların dışında geçmişte ve bugünde ders çıkarılacak ve hala bizim ele almadığımız yüzlerce hikaye var.

7- Eskiden futbol zevk için yapılan, büyük keyif veren bir spordu. Kendimden örnek verirsem 92 - 2000 yılları arasında aldığım tadı artık alamıyorum. Futbolun içine endüstri girdikçe futbol daha çok bir rant kavgası halini aldı. Siz futbolun böylesine endüstrileşmesini, atılan her adımın paraya dönüştürülmesini nasıl karşılıyorsunuz?

Para denen şey insan hayatına bu kadar girmişken futbola da bulaşması kaçınılmazdı elbet. Şahsen benim, bizde çok yaygın olan, paranın futbola etki ettiği her noktada "endüstriyel futbola hayır" sloganıyla ortaya atılanlar gibi katı bir tutumum yok. Örneğin Galatasaray'ın stadyumunun adının, belli bir süre Türk Telekom Arena olarak anılmasına gösterilen tepkiyi yersiz buluyorum. Dünya üzerinde benzer anlaşmaları yapan bir dolu kulüp var. Borussia Dortmund taraftarlarının hiçbirisi stadyumlarından bahsederken "Signal Iduna Park" ifadesini kullanmazlar. Onlar için orası Westfalen'dir, öyle de kalacaktır. Kaldı ki bu örnekte anlaşma süreli bir kontrat. Zaten o süre zarfında da Galatasaray'lı taraftarların stadyuma Seyrantepe diyeceği aşikar, kimse "Türk Telekom'a gidiyoruz" diye konuşmayacak birbiriyle. Ama bu, paranın, yeşil sahalara hükmettiği her şeye icazet vereceğimiz anlamına gelmiyor. Forma sponsorlukları, sponsorların isteğiyle bazı sakat oyuncuların zorla maçlara çıkarılması, bilet fiyatları, seyirci davranışlarının ve stadyumdaki özgürlüklerinin sınırlanması gibi konularda bizim de itiraz ettiğimiz bir çok uygulama var elbet.

8- Galatasaray - Fenerbahçe derbisi Dünya'nın en büyük derbileri arasında gösteriliyor. Bu iki takımın ligde iddasının olmadığında karşılaştıkları maçlar bile aylar öncesinden konuşulmaya başlıyor. Geçmişten günümüze bakarsak bu derbinin geldiği nokta sizce hangisidir?

Geçmişte hem taraftarlar hem futbolcular arasındaki dostluk ortamıyla bugünün saha içi ve tribünlerdeki savaş tarafındaki farka değinmeyeceğim o herkes tarafından biliniyor. Benim son yıllarda gördüğüm, bu iki kulübün, büyüklük kavramını "diğerinden büyük olma" şeklinde algılamaları ve tüm politikalarını bunun üzerine kurmaları. Halbuki bu iki kulüp global bir başarıyı hedefleyerek daha büyük bir yarışa girebilirler. Ancak medya, yöneticiler ve bu ikisinin güdülediği taraftarlar kendi kulüplerinin büyüklüğünü ezeli rakibi küçümsemek olarak algılamaya başladılar. Bunun sonucunda da geçen sezonun ikinci yarısındaki futbol kalitesi neredeyse sıfır olan ve maç sonu horoz dövüşüne dönen iğrenç maç çıktı ortaya. Beşiktaş'ın bu iki takımın mahalle kavgası sürecinde duble yapması bence her iki kulübe de çok önemli bir ders olmalı. Basından yana bir ümidim yok, onlar hala "x'in y'ye transfer çalımı" sığlığında görüyorlar olayı ama yönetici ve taraftarlar anlamında hala kurtarılacak bir şeyler var.

9- Şu an Dünya'da en popüler ve en sevilen futbol sistemi 4-3-3 olarak görünüyor. Total futbol oynamaya çalışan takımların oynadıkları futbol yenselerde, yenilselerde büyük keyif veriyor. Galatasaray'da Rijkaard'la beraber bu sisteme geçmeye çalışıyor. Şu ana kadar Galatasaray'ı nasıl buldunuz ve bu sistem Türkiye'de tutarsa Galatasaray'ın veya bu sistemi oynamaya çalışan takımlarımızın geleceği nokta neresi olur?

Şimdi klişe yorumdur ama doğrudur. Futbolda kuracağınız sistem elinizdeki futbolculara uygun olmalıdır. Hem savunma hem hücum tarafını çok iyi oynayan iki kanat oyuncunuz varsa 3-5-2'yi çok iyi oynayabilirsiniz. Yok birbiriyle uyumlu oynayabilen defans ve açıklarınız mevcutsa 4-4-2 uygun olabilir. Hücuma dönük orta saha oyununda çok iyi olan ve defansif yönü kuvvetli orta saha oyuncularınız ile iyi bir hedef santraforunuz varsa 4-2-3-1 oynayabilirsiniz. 4-3-3 benim çok sevdiğim bir sistem değil. Oyuncularınızın saha içi yardımlaşma ve takım oyununu çok iyi oynamasını gerektiren bir sistem.Zira bu sistemin en büyük özelliği hücum hattında fazla sayıda adam bulundurup orta sahanın, özellikle ortasındaki kalabalığı azaltması. Bir görüşünüze katılmıyorum sadece, bu futbolu oynamaya çalışıp göze hoş gelen bir oyun ortaya koysa da yenilen takımların pek iyi hatırlandığını, en azından kendi açımdan söyleyemeyecğim. Buna en son örnek Euro 2008 Hollandasıdır. Grupta şampiyonluğun tek adayı haline gelip sonra makine düzenindeki bir Rusya'ya yenilmeleri o güzel oyunlarının tümünü bir çırpıda unutturdu.

Galatasaray'ı sağlıklı değerlendirmek için Eylül ortasına gelinmesi gerektiğini ve örneğin bir derbi, arkasından bir Avrupa maçının ardından tabloyu göreceğimizi düşünüyorum. Ben atılan onca gole ve net skorlara rağmen takımın % 100 güven verdiğini söyleyemem.Bunun için 10. haftaya kadar zamanımız var.

10- Fenerbahçe'de Alex'in transfer olmasından sonra Daum tek forvet ve arkasında Alex'in oynadığı sistemi getirdi. Bazen değişiklikler gösterselerde 4-4-1-1 oynamayı tercih ettiler. Daum ayrıldıktan sonra Zico kendi sistemini yaratacaktı olmadı o da 4-4-1-1'de karar kıldı. Aragones geldi başlarda kendi sistemini yaratacakken o da başaramadı ve 4-4-1-1 oynadı. Şimdi Daum geri döndü ve hala aynı sistem. Fenerbahçe'nin artık başka sistemde futbol oynama lüksü yokmu yoksa bu sisteme uygun futbolcular mı alıp duruyorlar?

Mehmet Demirkol'un sevdiğim bir saptaması vardır. "Süper Kupa'yı Lucescu değil, Fatih Terim'in takımı, Terim'in ikinci dönemindeki ilk Avrupa galibiyeti olan 2-0'lık Lokomotiv Moskova maçını da Terim değil, Lucescu'nun takımı kazandı" demişti. Çok yerinde bir saptamadır bana göre. Teknik adamların göreve geldiklerinde bir önceki sistemin işleyişini değiştirme gibi bir zorunlulukları yok. Fenerbahçe'de de değiştiremeyeceğiniz bazı şeyler var. Fenerbahçe hala Alex gibi savunma yönü çok zayıf ama hücumda önemli işler yapablen bir oyuncuyla oynuyor. Böyle bir anda ilave 2 forvet koyarsanız, günümüz futbolunda çok kırılgan bir yapıya imza atmış olursunuz. Oyunun sadece bir yönünü oynayan 3 oyuncu. Bu yüzden Fenerbahçe hocaları, öndeki 2 adamı hücum özellikleri de olan orta saha oyuncuları ile destekleyen bir yapıyı tercih ediyor ve bence doğru da yapıyorlar. Bu sistemin daha üretken olmasının çaresi bugün Mark Hughes'un, bir çok yetenekli adamdan aynı anda yararlanma isteğiyle Robinho'yu kanatlara kaydırması gibi Alex'i kaydırmaktır ama Robinho'nun dahi performansının sınırlandığı bir ortamda Alex kanatta bunu kotarabilir mi şüpheliyim. Bence sistemin son 2 senedeki teklemesinde Kezman ve Guiza'nın da önemli payı vardı.

11- Tigana sportif açıdan başarısız göründüysede kurduğu futbolcu izleme ağıyla birçok kaliteli genç futbolcuyu Beşiktaş'a kazandırmıştı. Devamında gelen Ertuğrul Sağlam'da genç futbolculara şans veriyordu. Mustafa Denizli antrenör olduktan itibaren günü kurtarma politikasıyla geçen sezon şampiyonluğu yakaladı. Kadro geneline bakarsak altyapıdan gelen isimler şans bulamıyor ve dışarıdan birçok transfer yapılıyor. Mustafa Denizli'nin bu politikasını nasıl buluyorsunuz ve Beşiktaş bu sezon neler yapar?

Mustafa Denizli kariyeri boyunca özellikle 2000 sonrası görevlerinde, gençlere çok şans veren bir adam olmadı. Fenerbahçe ile kazandığı şampiyonlukta payı olan isimler genelde Rapaic, Revivo, Andersson gibi yabancı transferleriydi ki geçen seneki şampiyonluğuyla benzeşiyor bu. Ben genç oyunculara yapılan yatırmı hep desteklemiş bir insanım ama Türkiye'de yabancı kısıtlaması nedeniyle dışarıdan genç oyuncu transfer etmek yöneticiler açısından tercih edilmeyen bir durum. Halbuki önümüzde Ilie, Ribery gibi örnekler varken. Manchester United'ın son transferlerinden 18 yaşındaki Adem Ljajic'in, daha önce 3 büyük takımdan birisine önerildiğini ama yaşı nedeniyle reddedildiğini biliyorum. E içeriye döndüğünüzde de genç oyuncuları sahaya sürdüğünüzde kamuoyundan "çoluk çocukla sahaya çıkılmaz" tepkisini alıyorsunuz. Bu uygulama biraz zor kısacası.

Ben Beşiktaş'ın şampiyonluk şansının çok az olduğu kanaatindeyim. Aynen FB ve GS'ın alması gereken dersler olduğu gibi Beşiktaş da son 5 yılda şampiyon olduğu tek sezonun her iki rakibinin de çok kötü olduğu bir sezonda gerçekleştiğini unutmamalı. Bunun üzerine takımı daha ileriye götürmeleri gerekiyordu ama yapmadılar. Bedelini ödeyecekler diye düşünüyorum. Nihat Kahveci transferinin de giderek takım zarar verdiği her hafta biraz daha hissettiriyor. Bu rüzgarı geri döndüremezlerse problem yaşayabilirler. Özellikle Şampiyonlar Ligi'nde.

12- Son olarak bizim bloga dönersek Sportif Cümleler'i takip ediyor musunuz? 5 aylık bir blog olarak önümüz açık mı sizce?

Sportif Cümleler'i çok sık olmasa da takip ediyorum. Zaten ortada futbolla ilgili bir dolu blog varken, yeşil çimlerin dışına çıkabilen her iş dikkate değer olmalı. Basketbol, voleybol, atletizm ve tenise yer vermenizi çok önemli bulmaktayım. Bu işte kendini geliştirmek ve bir hobiyi zevk alarak yapabilmek önemli. Naçizhane tavsiyem yazıları biraz daha ayrıntılaştırmanız, ama o büyük ihtimal kendi yazı stilimin hüsnü kuruntusundan geliyordur. Böyle de pek bir şikayetimiz yok. Sportif cümleler kısa kurulsa da ruhundan çok bir şey kaybetmiyor.


Röportaj için teşekkürler, herkese selamlar

Flying Dutchman

8 yorum:

  1. Bu ne hız yahu, önce Ali Ece, sonra FD. Çok güzel olmuş, bravo.

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel olmuş,emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  3. serap ablam yaparda güzel olmazmı ya eline sağlık ablacım iyi bir söportaj(:

    YanıtlaSil
  4. Çok teşekkür ederiz. Yalnız röportaj sadece benim değil Burak'la ortak çalışmamız :)

    YanıtlaSil
  5. eminim büyük pay senindir (:

    YanıtlaSil
  6. iyi öyle olsun kıskanç(=

    YanıtlaSil

 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir