
98 Dünya Kupası'nda yarı finalde Brezilya & Hollanda mücadelesini hatırlıyorum. Maç penaltılara kalmıştı ve tahminim Hollanda'nın penaltılarla Brezilya'yı geçeceği yönündeydi. Ama penaltılar sırasında kimin kimi daha ciddiye aldığı ortaya çıktı. Her penaltıdan önce orta sahada bekleyen Hollanda'lı futbolcular ilginç ilginç fotoğraflar falan çekiniyorlardı, penaltı atmaya gittiklerinde karşılarında Taffarel'i buluyorlardı. Brezilya'da penaltılarla Hollanda'yı yenerek finale kalmıştı ama onlar da finalde Zidane engeline takıldılar. Tabii o Dünya Kupası'ndan hemen sonra Taffarel'in Galatasaray'a transfer olabilme ihtimali üzerine hiç düşünmemiştim. Ama 98 Dünya Kupası'nın bitmesinin ardından Taffarel ile Galatasaray'ın yolları kesişti ve Uefa & Süper Kupa'yı alan kadronun en temel parçalarından birisi oldu. Taffarel'e yönelik aklımda kalan ilginç anektod ise, 98 Dünya Kupası'nda kurtardığı penaltılarla nam salan bu adamın, Galatasaray'da karşılaştığı ilk penaltı sonrası {sanırım Altay maçıydı} gol yemesinden sonra ilginç eleştiriler gelmişti, penaltı yorumları yapılmıştı.

Bazı futbolcular vardır, rakip takım taraftarlarına çok antipatik görülürler ama kendi takım taraftarları tarafından çok sevilirler. Lugano ise bunun en büyük örneği. Fenerbahçe dışında neredeyse bütün takımların en sevmediği futbolcu olarak görülüyor ama Galatasaray veya Beşiktaş'ta oynasa takımların en çok seveceği futbolcu olur. Ama ben Lugano'yu Fenerbahçe forması altında da sevenlerdenim. Bu yüzden Uruguay'ın da başarılı olmasını istiyorum. Kaptan Lugano önderliğinde Uruguay'dan beklentiler aslında fazla. Gruptan çıkma avantajları büyük olmasının yanında gözler Henry ile mücadeleleri üzerine. Acaba Lugano, Fransa'nın İrlanda'yı elle kolla elemesi sonrasında neler düşünüyordur. Kendisi sinirli bir abimiz olduğundan belki de bütün İrlanda'nın intikamını alacaktır. En azından Fransa'yı yenen Uruguay'ın takım kaptanı olarak.

Nev-i şahsına münhasır bir kaleciydi Campos. Günümüz kalecilerine baktığımızda en az 1.80 boy, kalıplı insanlar topluluklarını görüyoruz. Hatta kalecinin boyu 1.80'i geçtim 1.90'lara dayandı. Uzun boylu kaleci daha iyidir gözüyle bakıyoruz ama Campos'un boyu 1.68'di. Bir bakıma kedi gibiydi diyebilirim. Oradan oraya sıçrar, boyu da kısa olduğu için kurtarışları çok estetik görülürdü. Bir bakıma futbolun Nate Robinson'u gibi. NBA'de smaç yarışmasına katılsa kısa boyun avantajını o da en iyi şekilde kullanırdı. Bu adamın geçmişte forvet de olduğunu söyleyenler var ama ben kalecilik dönemini yakaladım. 38 yaşına kadar futbola devam etti, futbolu bırakana kadar da Milli Takım'ın vazgeçilmez kalecilerinden birisi oldu. Şimdilerde Ochoa falan var ama zamanında da Campos vardı. Tabii ilginç forma dizaynlarını da unutmamak gerekiyor.

2002 Dünya Kupası'nda Türkiye adına en parlayan yıldız İlhan Mansız oldu. Normalde bu kupalarda yıldızını parlatan futbolcular Avrupa'ya transfer olurlar, piyasalarını da oldukça genişletirler. Ama İlhan Mansız'ın saç modeli, Roberto Carlos'a attığı çalım, Senegal karşısında turu getirmesi, Kore karşısında 2 gol atması falan derken Japonya'nın çok sahiplendiği bir futbolcu oldu. Beşiktaş maçlarına gelen Japonları falan hala unutamam. Adamın orada özel bir hayran kitlesi vardı ama bu durum beni üzüyordu. Beckham misali İlhan Mansız'da o yoldan ilerledi. Oysa ben bu büyük yeteneğin futboluyla farklı noktalara gelmesini isterdim. Sonuçta, 2004 yılında gelen çok iyi teklif karşısında Beşiktaş, İlhan Mansız'ı hem de en iyi dönemlerinden birinde Japonya'ya gönderdi ve o hamle futbolcunun işini bitiren durum oldu. Bir daha İlhan Mansız'ı büyük bir keyifle izleyemedik. Zaten Japonya'da da sadece 2-3 maça çıkabildi. Yani ne onlara ne bize yar oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder