9 Aralık 2010 Perşembe

Pino ve Kewell’dan Başka? / SC Ritüeli #13

Shabani Nonda, Atilla Abi ve benim ortak idolümdü. Nonda istikrarlı bir futbolcuydu, takımı için büyük mücadele gösteriyordu ve ortada bir başarı varsa, bunda Nonda'nın da payı büyüktü. Şimdi ise Pino bu idol kavramına girmeye başladı, en azından Atilla Abi ve benim için. Galatasaray'a geleli henüz 4-5 ay olmuş olabilir ama bizlere bu kadar kısa süre içerisinde izlettiği fragman, yayına girecek sinema filmi için büyük bir heyecan kaynağı yarattı. Pino transfer olmadan önce, bu futbolcu hakkında araştırma yapıyorken Mourinho'nun Pino hakkındaki sözlerine rastlamıştım. Doğal olarak Jose'nin beğendiği bir futbolcu benim daha da ilgi alanıma girmişti ve Pino'nun da geçen sürede mükemmel bir transfer olduğuna kanaat getirdim. Biraz daha sağlam hareket etse, enerjisini ekonomik kullansa, son vuruşlarda daha soğukkanlı olsa iki sene içerisinde Pino'nun buradan başka diyarlara gidebileceğini garantisini verebilirim. Bu yüzden bu haftaki ritüeli Pino'ya adadık diyebilirim.

Tabii yeni konseptimiz de var. Nostalji bölümünü biraz daha açarak, eski bir Galatasaraylı futbolcu konuşmamızın yanında çeşitli video ve fotoğraflarla da olayı süslemek istedik. Neyse, ritüelle sizi baş başa bırakalım...

İki senedir yaşadığın en temel iki sorundan biri orta sahanın yetersiz oluşu. Diğeri ise santrforsuz geçirdiğin zamanlar, yani Baros'suzluk. Daha da kötüsü alternatifsizlik. İşte bu yüzden Baros'suz zamanlarda Galatasaray'ı gol yollarında kim ayakta tutuyorsa başımın üzerinde taşırım. Bu geçen sezon Kewell için de geçerliydi, bu sezon Pino için de geçerli. Ama Ayhan Akman benim gibi düşünmüyor. Kendisi büyük bir lidermiş gibi, hatta diktatör misali sağa sola fırça kayıyor. Oysa kendi yaptıklarından, Pino'yu da küstürme evresine soktuğundan habersiz. Ayhan Akman, liderlik veya diktatörlük kelimeleri Galatasaray adına sana ne ifade ediyor ve Pino için neler söylemek istersin?


Atilla Çelik: Futbolu seven birey futbol maçını izlerken ne ister? Güzel futbol, göze hoş gelen bir futbol, sürekli atak oynayan ve atak üstüne atak yapan bir takımın sergilediği futbol, sağlı sollu atakların olduğu, kaleye sürekli şutların boca edildiği bir futbol.. Ve tabii ki bunları sergileyebilecek oyuncular.. Bizlere heyecan verecek ve her an her şeyi bekleyebileceğimiz nitelikteki yetenekler..

Allah aşkına son dönem Galatasaray’ın izlenecek ne kadar çok şeyi var ki? Pino ve Kewell’dan başka? Neill, Cana veya Sabri’den başka? Son maçlar itibariyle izlenecek başka şeyler varsa söylesinler bana. Hagi var ya denebilir. O başka. Gözümüz sahanın içindeki oyuncularda. Şimdi Galatasaray’ın son dönem performansına göz attığımızda sizleri en çok heyecanlandıran adam kim olmuştur? Bana göre tartışma götürmeyecek şekilde Pino’dur. Pino futbolu heyecanlı kılan bir unsur.

Kaç zamandır kaleyi sürekli bombalayan bir futbolcudan uzaktık. Geçmişte bu oyuncular neden kaleye şut çekmez ki diye dövünür dururduk. Futbol bu. Gol olur ya da olmaz. Ama bu bir heyecan değil mi? Pino’nun her noktadan çektiği şutlar sizleri heyecanlandırmıyor mu? Topu aldığında hızı ve yeteneği ile rakip oyuncuları ekarte etmesi size bir göz zevki yaşatmıyor mu? Belki çok gol kaçırıyor, şimdiye kadar çoktan gol kralı bile olabilirdi ama bir şeyi unutmuyor musunuz? Geçen yıl Kewell santrfor oynamadı mı? Keita oynamadı mı? Hatta Arda bile oynamadı mı? Ama hangisi Pino kadar çok pozisyona girebildi, tehlike yaratabildi ve kaleyi şu kadarcık maçta 52 kere bombalayabildi? Kaleye çekilen onca şutun, yaratılan onca tehlikenin ve kaçan onca golün en büyük öznelerinden biridir Pino. Çok kaçırıyor, bir türlü sağlıklı son vuruşu yapamıyor, doğrudur ama, 23 yaşında bir futbolcu bahsettiğimiz çocuk. Demek ki bu oyuncuda ışık var. Potansiyel var. Yapılması gereken Pino gibi bir adamın son vuruşlarına çalışmasıdır. Son vuruş anında sakinlik dürtüsünü yükleyebilmesidir. Şimdi o değil de Mehmet Batdal oynasaydı kaç pozisyon yaratabilirdiniz? Kaleye kaç şut çekebilirdiniz? Pozisyonların içinde ne kadar yer alabilirdiniz? Bu pozisyonlar Pino’nun becerisi ile alakalı.

Ve bence Pino, Hagi’nin en beğendiği ve değer verdiği oyuncuların başında geliyordur. Ona önemli bir potansiyel gözüyle bakıyordur. Aldığı alt tarafı beş kuruş para. Oldukça komik bir para. Sarp ve Barış’tan bile az alıyor ama ya futbolu, yaptıkları ve bizlere verdiği zevk? Kıyaslanamaz..

Fenerbahçe maçında Pino ilk kez santrfor oynadığında ve Fenerbahçe kalesini dövüp durduğunda muazzamdı da, diğer maçlarda bunu devam ettiren Pino goller kaçırıp durdu diye kötü mü oldu? Pino an itibariyle beni en çok heyecanlandıran Galatasaray oyuncusudur. Benim için bir heyecan kaynağıdır. Şimdiden gönlümde sonsuz krediye sahiptir. Çünkü o değil de bir başkası olsaydı ne kadar heyecanlanabilirdiniz ki? Ben şahsen Pino ile gurur duyuyorum. Umarım kendisini iyice geliştirir. Eğer son vuruşları da muazzam bir hal alırsa, onu takımda tutmak imkansıza yakın olur zaten.

Pino salt sürati ile oynayan bir oyuncu değil. Eğer sizde yetenek yoka, ne kadar hızlı olursanız olun bunca pozisyonu yaratamazsınız. Ve Pino çok sportif bir genç. Çok centilmen. Bir maç hatırlıyor musunuz, kendisine faul yapıldığında dellendiği ya da çıldırdığı? Ve yahut da rakibine terbiyesizlik yaptığı. Tamamen futbol oynamayı düşünüyor bu genç yetenek.

Ayhan Akman ise bildiğimiz Ayhan. Beyni ve aklından bağımsız hareket eden bir bedene sahip. Sadece Pino’ya değil Hakan Balta’ya da aynısını yapmıştı. Kendisi kusursuzdur, en iyidir, en muhteşemdir! Diğerleri ise dövülecek evlatlardır. Topu sürekli ayağında gevelemesi, ileriye dikine pas çıkarmaması ve bazen saçma sapan şeyler yapması dururken, bunları düşünmeksizin diğer arkadaşlarına sataşıp durması bir Ayhan klasiği ola gerek.

Özlemişiz gol atmayı, özlemişiz pozisyona girmeyi. Kaçan goller bile bana büyük bir keyif verdi, çünkü bütün sezon girmediği kadar pozisyona girdi Galatasaray. Ama şunu da düşünüyorum. Geçtiğimiz sezon oynadığımız her iki Kasımpaşa maçı da bizi sarhoş etmişti ve sonraki haftalarda neler olacağını kestiremeden rüyalar alemine dalmıştık. Bunu da göz önüne alarak, Kasımpaşa maçı Galatasaray'ın daha iyiye gittiğine yönelik işaret olabilir mi yoksa konuşmak için çok mu erken?


Atilla Çelik: Aslında bir önceki ritüellerde de söylemiştik. Hagi’nin geldiği günden beri Galatasaray’ın oyununda zaten bir değişim söz konusu. En azından bir iki maç hariç oynadığı oyun, futbol denen şeye benziyor. Manisa maçı hariç oynanan tüm maçları kazanabilirdi Hagi’li Galatasaray. Eldeki verileri ele alıp bu oyuna baktığınızda ki takım kaç maçtır gerçek bir santrfora sahip olmadan, takımın bir çok şeyi olan Arda’ya ve yaratıcı adamların çoğunluğundan muaf olarak oynuyor. Böyle bir durumda oynanan futbola çok kötü, ışık yok diyemeyiz. Kasımpaşa’ya üstünlük kurmanın en büyük sebeplerinden biri Kasımpaşa’nın açık oynamaya çalışması ve organizasyon sıkıntısı yaşamalarıdır. Galatasaray da hala bir takım olamadı ama Kasımpaşa bu sezon hiç olamadı gibi bir şey.

Konuşmak için erken değil aslında. Bu takıma yapılacak birkaç takviye ve gereksiz oyuncuların yollanması başlı başına mesafe kat etme sebebi olacaktır. Galatasaray takım olarak kademe atlayacaktır. Ama bunun için zamana ihtiyaç var.

Liderlik kavramını bana biraz açar mısın? Ben Galatasaray'ın Neill, Cana, Kewell gibi önemli liderlere sahip olduğunu ama liderliği çok yanlış yerlerde aradığını düşünüyorum.


Atilla Çelik: Liderlik çok basit bir olgu değil. Dar bir alana hapsedemezsiniz. Birden fazla alanı ve uygulaması söz konusudur. Yüzyıllar önce Sun Tzu’nun fikirleri Savaş Sanatı isimli bir edebi eserde bir araya getirildiğinde, bu kitabın günümüz zamanına kadar el üstünde tutulacağını ve bir çığır açacağını hayal edemezdik bile. Bu eser günümüz liderlerinin en büyük baş ucu eserlerinden biridir. Orada liderliğe dair olarak şöyle bir kelam geçmektedir: Liderlik; zeka, güvenirlilik, adalet, cesaret ve otorite meselesidir.

Bu daha çok askeri, siyasi anlamda kullanılan bir liderlik tarifidir ama bunu hayatın her alanında uygulayabilirsiniz. Sahadaki lideriniz vardır, saha dışındaki lideriniz vardır. Saha içinde yeteneği ile kendini belli eden lideriniz vardır Hagi gibi ya da oyunu çevirme becerisine sahip olmayıp karakteriyle lideriniz olanlar vardır Cüneyt Tanman gibi.. Neill ve Cana gibi isimler oyun yapıları ve karakterleri itibariyle savaşçı bir yapıdan örnekler sergileyip futbol savaşında en önde görebileceğiniz oyunculardır. Kewell ise bu yapıya yeteneğini de ekler. Ama bu oyuncuların hiçbiri Hagi gibi bir lider de olamaz. Hagi’nin farkı her an her şeyi yapabilecek olmasıydı. İnanılmaz hırslı olmasıydı. Takım arkadaşlarını pataklayabilecek kadar Galatasaraylı olmasıydı. Topu Hagi’ye bıraktığınız zaman gözlerinizi kapatıp arkanıza rahatça yaslanabilirdiniz.

Lider dediğiniz şey kaya gibi sert ve güçlüdür. En zor zamanlarda sırtınızı güvenerek yaslayabileceğiniz bir kaya gibidir. Siz hangi kayaya sonuna kadar güvenerek sırtınızı yaslayabilecekseniz, o da o kadar liderdir.

Ben izleme fırsatı bulamadım ama senin büyük bir Roman Kosecki hayranı olduğunu biliyorum. Kosecki dediğimiz anda sen bize neler dersin?


Atilla Çelik: 1990-91 sezonuydu. Galatasaray için işler pek yolunda gitmiyordu. Devre arasında düşünülen çarelerden biri, o sırada Legia Varşova’da oynayan ve Polonya Milli Takımı’nın en önemli oyuncularından biri olan santrfor Roman Kosecki’yi transfer etmekti. Kosecki’nin Galatasaray’da yaptıkları bazı kesimlerce pek yeterli görülmemiştir. 38 maçta 19 gollük karnesi, Galatasaray gibi nice santrforların fabrikası olan kulüp için yeterli görülmemiştir.

Ben Kosecki’ye hayran olan kitle içinde yer alıyorum. O esnada 14-15 yaşında bir velettim ve oyun yapısı ile beni çok etkilemişti. Kosecki’nin aklımda kalan en önemli özelliği, çok hızlı olması ve topu ayağına aldığında direkt çalımı düşünen yapısıydı. İlk geldiği zamanlarda Kosecki’ye dair çok önemli bir sorun vardı. Hani, günümüzde Anadolu takımları oyuncularının yıldız oyunculara kasap gibi müdahalede bulunduğunu, yıldızların korunmadığını konuşuyoruz ya, o zamanlar daha beteri Kosecki’ye yapılıyordu. Öyle ilginç bir oyun yapısına sahipti ki, rakipler onu oldukça sert darbelerle durdurabiliyordu. Kosecki sürekli bu durumdan şikayet ediyordu. Bacakları darbelerden mosmor oluyordu. Topu ayağına alır almaz peş peşe 2-3 kere yere indirildiğini, bu durum karşısında çıldırıp hakeme patladığını ve hakemin rakip oyuncuya değil Kosecki’ye sarı yapıştırdığını bile hatırlıyorum.

Hangi maçtı hatırlamıyorum ama bir Beşiktaş maçında harikalar yaratmıştı. Beşiktaş defansı onu bir türlü durduramıyordu. Sol çizgiden topu alıp, büyük bir süratle ceza alanı çizgisine yaklaşıp, ceza sahası çizgisinin önündeki yay yuvarlağına kadar paralel bir şekilde gelerek, oradan çektiği bir şutla Beşiktaş’ı avladığını hatırlıyorum. Bence çok etkili bir oyuncuydu ama bir noktadan sonra kimyalar maalesef uyuşmadı. O ayrıldığında Hakan Şükür yeni gelmişti ve santrfor bölgesinde bir efsane doğacaktı.

Kosecki’nin neden yollandığı konusu ise bir şehir efsanesidir. Bir efsaneye göre Adnan Polat Kosecki’yi otelde uygunsuz bir vaziyette yakalayınca hemen takımdan kovmuştur. Bu uygunsuz vaziyet efsanelerinden birisi de gay olmasıdır. Gay olup olmadığını bilemem ama farklı bir yaşam çizgisine sahip olduğunu biliyorum.

Kosecki şu an bir siyasetçi. 2005 yılında Polonya’da milliyetçi bir partiden siyasete atılmıştır.

Resim Ritüeli

Ormanda yiyecek kavgası başlamış, bir kısım topluluk yemeğin keyfini çıkarmakta. Fakat arkadaşlardan biri açıkta kalmış, Tanrı’ya yakarıyor, hani benim yemeğim diye. Ya da yemeğime dokunursan seni pişman ederim bakışı mevcut. Cidden bu adamın bazı gol sevinçleri tam bir barbar gibi hırslı ve gazdı.

Sizce bu görüntü Sarı Kırmızılı forma altında çok mu farklı? Bu adamlar Avustralyalı. Ülkelerine çok içten bir şekilde bağlılar. Ülkeleri için canlarını verecek kadar! Kendi vatanları için haklarını sonuna kadar aramaları gayet doğal. Ama aynısını Galatasaray için de yapmaları nasıl değerlendirilmeli? Ekmek parası, profesyonellik, aidiyet duygusu, formayı seviş, işin hakkını veriş? Hangisini koysanız olur zannedersem..

Bu Galatasaray taraftarlarının belki de en sevdiği pozlardan biridir. Onların duygularına, hırslarına, ayakta durma savaşına ve mücadele isteğine bir tercüman. “Kafana taş yesen bile Galatasaraylılık duruşundan asla vazgeçmeyeceksin”in bir yansıması. Ya günümüzdeki Galatasaraylılık duruşu? Şuradaki Gerets gibi olamamak? Onun cevabını da sizler verin.

Video Ritüeli



Bu videoyu ilk gördüğümde ne yalan söyleyeyim, şok olmuştum. Bu nasıl bir şeydir diye gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Şuradaki Cana performansını hala göremediğimizi de söylemek gerek. Görmemeliyiz de. Çünkü Cana’nın oyundan atılmadığı maç sayısı bir elin beş parmağını geçmezdi. Terminatör’ün yeşil zeminde vücut bulmuş halidir Lorik Cana..



Bu videoyu ilk gördüğümde inanılmaz şaşırmıştım. Benim bildiğim Mourinho tek bir göz yaşı damlası bile dökmezdi. Mustafa Denizli Türk futbolunun makus talihini Köln’de sonlandırdığında “yarabbim şükürler olsun” diye göz yaşı dökebilirdi ya da Fatih Terim Kopenhag’da iki eliyle yüzünü kapatarak ağlayabilirdi ama narsistin Allah’ı olan bir adamın göz yaşı dökmesi? Ne de olsa o da bir Akdenizli, neden ağlamasın ki denebilir. Ama Mourinho bu! Herhangi bir milliyet ile bağdaştıramıyorsunuz bile.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir