
Spor spikerliği denilince benim aklıma gelen sayılı isimlerden birisiniz, Eurosport'un Türkiye ayağının da oluşmasıyla beraber harika spor spikerleri bizlerle buluşur oldu. Sizin bu spor sevginizin temeli neye dayanır ve hep merak etmişimdir. Bu kadar fazla spor dalını aynı anda takip edebilmek nasıl mümkün olabiliyor?
Dağhan Irak: Öncelikle teşekkür ederim. Daha önce de söylemişimdir, hazır 8 Mart üzeriyken tekrar etmekte sakınca yok, ben spor sevgimi tamamı sporsever kadınlardan oluşan ailemden aldım. Çocukluğuma dair en eski anılar beraber seyrettiğimiz Olimpiyat Oyunları, Wimbledon Tenis Turnuvaları, Artistik Patinaj, Basketbol Dünya Şampiyonaları... Farklı spor dallarına olan ilgi de sanırım buradan geliyor. Bir de tabii bizim çocukluğumuzda tek kanallı televizyon ve orada spora gösterilen büyük ilgi vardı. Örneğin Eskişehir ETİ - Beşiktaş Hentbol Türkiye Kupası finalini o tek kanaldan izleyebilmiştik. Şimdi öyle bir spor yayıncılığı yok, çünkü her şey reytinge, popüler ve tüketilebilir olana dayalı. Böyle olunca spor kültürü de eriyor. Eurosport biraz bunun antitezi gibi, hem ticari olup da hem spor kültürüne sahip çıkabilen bir yapı. Ama tabii yalnızca Türkiye'ye yayın yapsaydı, Eurosport da böyle olamazdı. Farklı sporlara ilgi gösteren Avrupa izleyicisinin sayesinde biz de bu sporları izletebiliyoruz.
Türk takımlarının Avrupa müsabakalarını izlediğimizde spikerlerin çok bağırdıklarını, kendinden geçtiklerini, hatta ağızlardan çıkan bazı kelimelerin de sonrasında çok can yaktığını görüyoruz. Futbol konusunda da bu durum giderek artıyor. Sizin anlattığınız bir Galatasaray maçına denk gelmiştim ve maçı son derece sakin, duruydu. Çok da keyif almıştım. Sormak istediğim ise bu spor spikerliği olayının gittiği nokta nedir?
Dağhan Irak: Yine reyting bazlı yayıncılığa gelip takılıyoruz. Spor yayıncılığında son on senedir hakim bir akım var. İzleyiciye sansasyon pazarlanıyor. Ciyak ciyak bağrılmayan maç sanki maç değilmiş gibi bir algı yaratıldı. O yüzden yerli yersiz bağırıyor arkadaşlarımız. Aslında bu yalnızca sporda değil, örneğin haberde de böyle. Büyük kanalların haber bülteninde arkada sürekli bir gergin müzik; kocaman, renkli, hareketli yazılar, efektler, sesler... İzleyici sansasyon müptelası hâline getirildi. Bundan çıkış var mı, koşulsuz reyting ve kâr ön planda olduğu sürece yok.

Sizce bu işin zirvesi neresi olabilir? Galatasaray - Fenerbahçe derbisi anlatmak mı, Şampiyonlar Ligi finali anlatmak mı ya da bunlar gibi sporun zirve anlarında sesinizle yer alabilmek mi ve kariyerinizin ilerleyen dönemindeki hedefleriniz nelerdir?
Dağhan Irak: Bence bu işin zirvesi Olimpiyat'tır. Ben üç Olimpiyat'ta görev aldım, bir de stüdyoda değil de yerinden anlatabilsem kendi adıma zirve olur. Ama kendimi bir spiker değil, daha ziyade bir gazeteci olduğumu söyleyeyim. Dolayısıyla hedeflerim de spikerlikten çok gazetecilik odaklı. Öncelikli olarak üzerine akademik çalışma da yaptığım taraftar örgütlenmeleri hakkında bir kitap yazmak istiyorum. Bir de yine taraftar merkezli bir televizyon programı projem var. İki proje de şu an yapım aşamasında, umarım gerçekleşecek.
Ekol olmak sizce nedir ve ekol kelimesi kullanıldığında Türkiye'de kimleri örnek verebilirsiniz bu konuyla ilgili?
Dağhan Irak: Spikerlikten bahsediyorsak örneğin Murat Murathanoğlu ekoldür benim için. Çünkü anlatım tekniğinden ziyade anlatılan şeyin içeriğini ve akıcılığını öne çıkaran benim bildiğim ilk yerli spikerdir. Kendime de başından beri örnek aldığım bir numaralı isimdir. Zaten dikkatli izleyiciler yayın sırasında sohbet etme tarzımızın benzer olduğunu fark etmişlerdir. Taklit değil ama onun izleyiciyle kurduğu ilişki beni hep etkilemiştir.
Endüstri ve spor ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz? Çok takip edilen sporların içerisine endüstri fazlasıyla girmiş durumda ve bazı sporcular da aslında ülkelerinden çok bu endüstri şirketlerinin yüzü olmuş gibi. Mesela, Usain Bolt dendiğinde Jameika'dan çok Puma markası aklıma gelir oldu. Futbolda ise bu işin ulaştığı nokta gözümü iyiden iyiye korkutuyor, eskiden aldığım keyifi şimdilerde alamadığımı düşünüyorum. Siz neler söylemek istersiniz bu konuyla ilgili...
Dağhan Irak: Endüstri değil de kapitalizm ya da sermaye diyelim bunun adına. Buraya kadar söyledim, bu iş medyasıyla, sahadaki oyunuyla, organizasyonuyla çok fazla kâra dayanıyor. Futbolda önemli olan zevk ya da teknik üstünlük değil, kârlılık. Mesela İngiltere'de tribünlerde eskisine göre çok daha cansız, keyifsiz taraftar var, o 1970'lerin şovlarından eser yok ama kimsenin pek umrunda değil, çünkü keseler doluyor. İşin kötü tarafı, bunun normal ve doğru bir şey olarak kabul ettirilmeye çalışılması. Türkiye'de de bankacılık, finans sektörü vs. kökenli yazarlar kârlılık üzerine kurulu bir futbol dünyasının doğru olduğunu, bunu sağlayamayanın yok olmayı hak ettiğini cevaz veriyor. Ama futbol hâlâ sıradan insanın güzel bir pastan ya da şuttan aldığı hazdır, heyecandır. Belki hayatla yalnızca para üzerinden bağ kurmaya çalıştıkları için bunu anlayamıyorlar ve her şeyi yanlış okuyorlar. Elimizden geldiğince düzeltmeye çalışıyoruz.
Olimpiyatlara ev sahipliği yapmak Türkiye'nin en büyük hedefi. 2008 için son dört adaydan biriydik ama şimdilerde biraz daha geri planda gibiyiz. Direk Olimpiyat adaylığından çok bunun altyapısını sağlamaya çalışıyoruz, çeşitli büyük organizasyonları Türkiye'ye getirerek. Sorum ise şu, Olimpiyat şehri dendiğinde akıllara hep İstanbul gelir ama benim için eğer Türkiye'de Olimpiyat düzenlenecekse bu şehir İzmir olmalıdır. Çünkü yapısı çok uygun ve Universiade başarısı da ortada. Siz günün birinde Türkiye'nin Olimpiyat düzenleme ihtimalini nasıl görüyorsunuz ve bu gerçekleşecekse doğru adres İstanbul mu?
Dağhan Irak: Ben İstanbul 2000 adaylığında Olimpiyat gönüllüsüydüm, sene 1992'ydi. O zaman da tesis, organizasyon peşinde koşuyorduk, şimdi de bunların peşinde koşuyoruz. O zamandan beri değişmeyen bir şey de hâlâ sporcu sayısı yetersiz, hâlâ spor kültürü zayıf. Çünkü o kadar yıl boyunca biz insana değil, inşaata yatırım yaptık. Bugün deseler ki "alın Olimpiyat sizin", ne sporcumuz var, ne o yarışları hakkıyla izleyecek seyircimiz. Stadı yaptık, orada atletizm yarışları yapılıyor, Carolina Klüft geliyor, gelen 50 kişi. Olimpik sporların kaçının kurallarını kaç kişi biliyor orası meçhul. Bunların olmadan Olimpiyat olmasının da bir anlamı yok. Para artık inşaatlara değil spor kültürü inşa etmeye yatırılmalı.

Futbol için gerileme dönemine girdik desek yeridir. Geçmişe oranla harcamalarda çok daha büyümesine rağmen Avrupa beklentileri bir türlü karşılanamıyor, hatta giderekte dibi görmeye doğru gidiyoruz diyebilirim. Oysa buralardayken sabah akşam eleştirilen, saçından tutun duruşuna kadar laf söylenen ve Galatasaray'dan kovarcasına, Beşiktaş'ta ise kaosun içerisinde kaybolan ve giden Lucescu şimdilerde Shakhtar imparatorluğunu kurdu, Avrupa'nın da elit takımlarından biri olduğunu Roma karşısında kanıtladı. Futboldaki sorunumuz size göre nedir, bu işi profesyonellere bırakmamak mı yoksa her sene başarı arzusu mu?
Dağhan Irak: İkisi de. Bir şeyi doğru yapmanın sistemli bir yolunu bulamıyoruz, çünkü bir şeyi doğru yapmak umrumuzda değil, biz başarı istiyoruz ve bunu hemen istiyoruz. Lucescu Ukrayna'da kaç senedir görev yapıyor, kaç kere başarısız oldu, hâlâ orada ve bir yapı oturtmayı başardı. Bunun yarısı kadar sürede Türkiye'de iki takımı şampiyon yaptığı hâlde ikisinden de kovuldu. Ki bahsettiğimiz ülke de Ukrayna, çok az alanda bizden fazlası olabilecek bir ülke. Sorun şu; biz sporu spor için, iyi bir şey üretmek için yapmıyoruz, başarı için yapıyoruz. Eğer civciv beslemek istiyorsanız, yumurtayı tavuğun altından alıp tavaya kırmazsınız. Bu kadar basit.

Ayrım yapmak zordur ama anlatırken en çok zevk aldığınız spor, sporcular kimlerdir. Bir de anlatırken en çok zorlandığınız sporlar tabii?
Dağhan Irak: Kadınlar futbolu anlatmaktan özel bir zevk alıyorum. Daha kolektif ve daha öz verili geliyor bana. Kelly Smith benim için gerçek bir kahramandır, onun yarı sahadan attığı bir golü anlatma şansım oldu, paha biçilemez bir deneyimdi. Hayatımın hiçbir döneminde İngiltere erkek takımını tutmadım ama evimde K.Smith yazılı bir İngiltere forması var. Bu hafta Taraf'taki köşeme Kelly Smith'in hikayesini yazmayı düşünüyorum. Çok zor bir yoldan gelerek zirve görmüş gerçek bir spor kahramanı. Bunun dışında kadınlar voleybolu anlatmayı da severim, özellikle Japonya maçlarını. Bireysel sporları anlatırken biraz daha zorlanıyorum, mesela tenis anlatırken sporcularla bağ kurmakta biraz zorlanırım. Zaten o işin uzmanları var, onların acil bir işi çıkmadıkça tenis anlatmıyorum.
Eskiden bir program uğruna o programın yayınladığı tv gün boyu kararırdı. Şimdi de aynı durum blogger yasakları için geçerli. 2-3 blogun yaptığı illegal davranışlar birçok masum blogu etkilemiş durumda ve ben de bu yasağın getirdiği zorlukları derinden yaşayanlardanım. Sizce bu işin gittiği yer nedir ve kısa vadede çözüm ışığı var mıdır?
Dağhan Irak: Bu iş yine para kazanma hırsından buralara geldi. Medyayla ilgili yasalar hazırlanırken büyük şirketlerin çıkarı çok fazla gözetildi. RTÜK Yasası da böyledir. Eğer bir ülkede şirket çıkarı kamu çıkarının önüne geçmişse orada böyle saçmalıkların yaşanması normal. Bir şirket kendi ticari çıkarını korumak için hiç suç işlememiş insanları mağdur edebilir mi? Bir ülkenin mahkemeleri buna çanak tutabilir mi? Akıl alır bir şey değil.
Çözüm ancak yurttaşın yasama, yürütme ve yargıyı kamu çıkarını savunmaya zorlamasıyla bulunabilir. Kamu çıkarına aykırı yasaların çıkması engellenmeli, yasaların kamu çıkarı aleyhine yorumlanmasına itiraz edilmeli. Aynı şekilde şirketlere baskı kurularak kamu çıkarının aleyhine işler yapmaları engellenmeli.
Tabii olayın bir de demokrasi tarafı var, ki zaten o nokta da 5-0 yenik olduğumuz aşikâr. Yine bu noktada da mücadele gerekiyor.
Son olarak bizlere söylemek istedikleriniz neler ve bir gelenek olduğu üzere Sportif Cümleler için neler söylemek istersiniz?
Dağhan Irak: Amacın üzüm yemek olduğu bir spor ortamında buluşabilmeyi diliyorum. Birileri para kazanacak diye ucuzluğun, basitliğin ve vasatlığın tahakküm kurmadığı, "kazanmak" dışında da kazanma biçimlerinin olduğu bir spor ortamı eminim ki hepimize daha fazla nefes alma şansı tanıyacak. O zaman sizinki gibi sitelerin de kıymeti daha çok ortaya çıkacaktır.
Şahane röportaj. Hem Burak sana hem de Dağhan abiye teşekkürler.
YanıtlaSilçok güzel röportaj..
YanıtlaSil2 Sene Öncesine Kadar Snookerı Hiç Duymamıştım. Eurosport sayesinde öğrendim ve devamlı ilgiyle izliyorum. spor yayıncılığında seyircinin seçme şansı olsa çok farklı sporlar inanın izlenecektir. ama reklam verenler reyting denen öyle bir sistem kurmuşlarki kendilerini riske atmadan işin kolaycılığına kaçıyorlar. Televizyon çağımızın bence en kötü icadıdır insanların nasıl sömürüldüğünü düşünülürse.
YanıtlaSil