30 Haziran 2011 Perşembe

Nasıl Elit Kulüp Olunur?


‘Futbol Sadece Futbol Değildir’ kitabının yazarı ve Financial Times gazetesinin köşe yazarı Simon Kuper’in futbola dair yazdıkları futbol ile yakından ilgilenenler için her zaman ilgi çekici olmuştur. Yakın bir dönemde yazdığı bir makalesini elime geçirdim ve orada Galatasaray’a dair yazdığı bir cümle oldukça ilgimi çekmişti. Makalenin belli bir bölümünü elimden geldiği kadar Türkçe’ye çevirdim. Buyurun..


10 yıl önce Leeds United, Valencia, Rangers ve Lazio gibi takımların milyon avro bütçeli elit takımlar statüsüne gireceğine inanılıyordu. Bu yüzden şunlar bekleniyordu: Eğer üst düzey oyuncular alırlarsa uluslararası kupalar alabilirler ve bu kupaların sonucunda dünya çapında taraftarlar kazanıp artan gelirler sonucunda uzun dönemde elit kulüp olabilirlerdi. Siz buna elit kulüp olabilmek için gerekli olan büyüme modeli adını verebilirsiniz.

Şimdi bu büyüme modelinin başarısızlığa uğradığını biliyoruz. Kulüplerin büyük çoğunluğu şimdi seçkin kulüpler listesine giremeyeceklerini kabulleniyorlar. Sürekli büyüme yolunda gitseniz bile Barcelona, Liverpool ve Bayern Münichleri yakalayabilmek gerçekçi bir yol olarak görünmüyor. Büyüme modeli işe yaramadı. Bazı kulüplerin bütçeleri 100 milyon avrolar seviyesine çıktı. Hala gerçekten çok önemli ve fazla sayıda oyuncuları bünyelerine katıyorlar ama yeni bir Manchester United olabileceklerini sanıyorlar, 10 yıl önce Leeds United’ın sandığı gibi.

Elit bir kulüp olmak için geriye iki yol kalıyor.

1. Çok güçlü tarihsel marka oluşunuzu yüksek gelire çevirebilirsiniz. – Barcelona, Bayern Munich ve Manchester United’ın kullandığı metot.
2. Milyarder bir para babasına sahip olabilirsiniz. – Chelsea ve Manchester City’nin kullandığı metot.

Biz ilk modele göz atalım. Son on yılda bazı kulüplerin her geçen zaman markalarını büyüttüklerini, marka değerlerini arttırmak için çılgınca denemeler yaptıklarını keşfediyoruz. Aşağıda Avrupa’nın en çok taraftarına sahip popüler kulüpleri yer alıyor.
Kulüp adı ve milyon üzerinden taraftar sayısı:

Barcelona 44,2
Real Madrid 41,9
Manchester United 37,6
Chelsea 25,6
Zenith 23,9
Liverpool 23
Arsenal 21,3
AC Milan 21
Bayern Munich 19,8
Juventus 17,5
CSKA Moskova 11,1
Inter Milan 10,3
Olympique Lyon 9,4
Olympique Marsilya 9,4
Galatasaray 9
Spartak Moskova 8,1
Fenerbahçe 7,3
Wisla Krakow 6,5
Ajax 6,5
Dinamo Moskova 5,7

Kaynak: Sport + Markt, 2008

İlk 10’a göz atın. Buradaki takımların çoğu 1970’lerden beri büyük olan kulüplerdi. Sadece Chelsea buna dâhil değil ama Sport + Markt’ın araştırması burada kırılgan bir hal alıyor. Tahminlere göre geçtiğimiz yıl Chelsea taraftarları 6 milyon rakamına yaklaşmıştı. Eğer Abramovich Chelsea’yi bırakırsa elitlik elden uçup taraftar kaybı yaşanabilir. Görüldüğü üzere küresel seçkinlikte Chelsea diğer takımlara nazaran daha kırılgan bir statüye sahip.

Dünyanın en güçlü marka değerine sahip sadece 8-9 tane kulüp var: Arsenal, Bayern, Barcelona, Real Madrid, Manchester United, Liverpool, Milan, Juventus ve Inter. Sadece Galatasaray’ın bu listeye girmesi gerçekçi görünmektedir. Zenit’in ise Rusya dışında taraftarı olmadığı için işi zor.

Diğer bir elit kulüp olabilme seçeneği ise bir para babasına sahip olmaya bakıyor; Chelsea, Manchester City, büyük Rus ve Ukrayna kulüpleri gibi.. Günümüzde para babalarının Avrupa futbolundaki konumları, faydalı olup olmadıkları tartışma konusu. Söylenebilecek şey ise futbolun içinde kalmaya devam edecekleri.

Michel Platini özellikle para babalarından hoşlanmıyor. Futbol haricinde birçok iş planına sahipler. Alman kulüpleri henüz para babalarının kulüp satın almalarına müsaade etmiyor.

29 Haziran 2011 Çarşamba

Bu da Benim Yıllık İznim

Yeni sezon başladı ama benim biraz kafa dinleme zamanım geldi. Tabii yine gündemden kopuk kalamıyoruz, rüyalarıma kadar giriyor ama en azından Samsun'da olduğum sürede 7 ile 10 gün arasında blogdan ayrıyım. Dönüşümüz hızlı olacaktır tabii...

28 Haziran 2011 Salı

Kaymağı Galatasaray Değil Türk Futbolu Yiyor

Fatih Terim'in dönüşü, Selçuk İnan transferi, Arda Turan'ın takımda kalması derken heyecan veren birçok gelişme yaşıyoruz. Şu ana kadar oluşan tablo olumlu bana göre ama kafama takılan bir soru var. Bu sorular bitmez bende, 23 yaşında yaşlandım bu yüzden. Her gece Galatasaray'ı düşünerek uyu, Galatasaray'ı aklına getirerek uyan derken beynimde FM oynama ötesi birşey yaşıyorum aslında. Şimdiki mevzum da A2'de oynayan ya da başka takımlara pişmesi adına gönderilen genç futbolcuların birer birer yuvadan uçması.

Üstelik takımın başına da Fatih Terim gelmişken. Tam o gençlerin şans bulmaya başlama zamanı geldiğinde.

Erhan Şentürk'den bahsetmiyorum tabii. O, A takım seviyesinde de şans buldu. Sonrasında da birçok takıma kiralık gitti, döndü derken o şansları kaybetti o. Anlatmak istediğim Cem Sultan, Cumhur Yılmaztürk, Sinan Osmanoğlu, Çetin Güngör gibi isimler. Şimdi de Caner Öztel'in Rize semalarına doğru yol alacağı söyleniyor. Semih Kaya, Serdar Eylik gibi futbolcuların da eli kulağındadır.

Yani bir genç göçü yaşanıyor ve bu göç sayesinde de kazanan Galatasaray değil Türk futbolu. Zaten Arda Turan'dan sonra A takımda fark yaratan genç bir futbolcu göremedik. Aydın Yılmaz var bir de, o da torpilli. Malesef o köprü yıkılmış durumda, altyapıdan bir üst yapıya futbolcu naklini gerçekleştiremiyoruz. Umudum da Tugay Kerimoğlu'nun o işin başında olması ve Fatih Terim'in varlığı. Ama bu göç neden başladı bilemiyorum. En azından kampta görülemez miydi bu futbolcular diye de sormak istiyorum ama vardır bildikleri.

87 jenerasyonundan çok umutluyduk, şimdilerde o jenerasyon Türk futboluna dağılmış. Aynı şekilde bu yeni jenerasyonda Anadolu turu atıyor, en son Çetin Güngör de Gaziantepspor'la 4 yıllık sözleşme imzaladı. Yani altyapımız, özkaynak düzenimiz çok iyi çalışıyor, iyi futbolcular çıkarıyor ama bunun Galatasaray'dan öte Türk futbolu kaymağını yiyor.

Furkan Aldemir Galatasaray'da

Geçtiğimiz sezon basketbol transfer pazarının en çok konuşulan mevzusu idi Furkan Aldemir-Galatasaray transferi. Galatasaray Furkan Aldemir için çok ciddi paralar vermiş, taraflar anlaşmaya yaklaşmış; ancak daha sonra taraftar tepkisinden çekinen Karşıyaka yönetimi transferden vazgeçmişti.

Bu sezon ise Furkan' ın, Galatasaray' da oynama isteğini Karşıyaka' ya iletmesinin ardından, Karşıyaka' nın yapabileceği pek bir şey kalmadı ve Furkan' ı, İlkan Karaman+bir miktar para karşılığında Galatasaray' a verdiler.

Furkan Aldemir henüz 19 yaşında ve bu yaşına rağmen Türkiye' nin en iyi uzunlarından. Üstelik hala gelişmeye açık bir oyuncu. Pota altında Ermal' i kaybettikten sonra Cevher ve Furkan hamleleri geldi. Üç oyuncu da stilleri birbirine benzemeyen oyuncular. Furkan belki de Ermal' in hücumda yarattığı çeşitliliği yapamaz ancak yine Ermal' e göre çok daha komple bir oyuncu. İşin savunma yönünde zaten Ermal' in önünde ama iyi bir çalışmayla hücum olarak da başka bir oyuncu olabilir.

Furkan' ın gelmesiyle gelecekte çok şey beklediğimiz isimlerden bir diğeri olan İlkan' ı bir seneliğine Karşıyaka' ya yolladık. Bu hamleyi eleştirenler var ancak ben doğru yapıldığını düşünüyorum. İlkan' ın bir seviye yukarıdaki performansını görelim hem de bizim rotasyonda kaybolup gitmesin. İnşallah o da Karşıyaka' da çok iyi bir sezon geçirir de seneye kadronun en önemli elemanlarından birisi olur.

Transfer gündemi çok yoğun, gelenler kadar gidenler de oluyor. Sezon içinde çok eleştirilen ancak final serisindeki performansıyla herkesin saygısını kazanan ve aceba kalsa mı diye düşünülen Jerry Johnson Kazakistan' ın Astana takımına; uzun süre sonra Galatasaray' da üst üste iki sezon geçiren yabancı olmayı başaran ve içimizden biri olan Radoslav Rancik Ukrayna' nın Azovmash takımı ile anlaşmış. İki oyuncumuza da verdikleri katkı için teşekkürler. Bu sezon kadromuzda olan hiç bir oyuncumuzu unutmayacağım. Hepsi' nin yeri bende ayrı olacak.

Yeni Sezonun Şifreleri

Ali Dürüst'ü nasıl biliriz diye sorduklarında başarılı bir yönetici deriz. Galatasaray içerisinde ağırlığı olan, sevilen, sayılan ve işini de başarıyla yürütür. Ama şöyle de bir huyu vardır. O a'yı işaret eder ama olacak olan b'dir. Petre ve Bratu ile ilgimiz yok der ama birkaç saat içerisinde o futbolcuların uçaktan indiğini görürüz.

Bu sefer ise durum biraz daha değişik. Dün yaptığı açıklamalar toplanan yönetim kurulu sonrasıydı ve o da basın sözcüsü misali toplantının içeriklerini ve Galatasaray'ın yeni sezondaki şifrelerini verdi. Yani a deyip b'nin geleceğini bu sefer sanmıyorum. Drogba alternatifler arasında yok dediyse yoktur bence, vatan millet Forlan misali onun için uğraşıyorlar. Durum bunu gösterdi.

Asıl merak edilen ise başka. Bülent Tulun mevzusu uzun zamandır konuşuluyor. Adnan Sezgin'den memnun olmayanların Bülent Tulun'dan memnun olması söz konusu olamaz, çünkü bu zihniyeti sevmiyoruz. Profesyonel yapıyı herkes destekler, herkesin inanacağı bir sportif direktörü özellikle. İşini mükemmel şekilde yapan, geçmiş yıllarda da büyük yararlılıklar göstermiş futbol akıllarını. Ama Bülent Tulun değildi bu isim ve onun da bu kadar fazla ön plana çıkmaya başlaması da Fatih Terim'i rahatsız etti.

Bir inanış vardır, Fatih Terim geliyorsa eğer tek adamdır misali. Bir noktaya kadar doğru bu. Hoca, özgür hareket etmek ister. Ama doğru bir yapıya da ses çıkarmaz, sağlam bir profesyonel yapının içerisindeki en önemli dinamo olur. Racon kesmiyorum, kafa kesiyorum misali ortalarda dolaşmaz bana göre. Yapılanmaya gelirsek doğru işler yapılıyor, güzel adımlar atılıyor. Bunun bir anda olması imkansız ama zamanla doğru bir noktaya gelinecek. Şu zamanda ise uzun vadeli düşünmek ama kısa vadeli hareket etmek lazım. Bu yüzden iplerin Fatih Terim'e verildiğinin belgelenmesi güzel oldu, özellikle de Bülent Tulun'u pasifize ederek.

Transfer olayı da merak edilen ikinci konu. Sabırsız şekilde transferleri bekliyoruz, bir an önce birşeyler olsun istiyoruz. Gökhan Zan'la başlayalım transfer olayına, bu sözleşmenin yenilenmesi yeni bir stoper transferinin önüne geçer. Bir yabancı stoper daha alınması düşüncesindeyim ama Ujfalusi, Servet, Gökhan Zan, Ceyhun Gülselam hatta stoperimsiler Hakan Balta ve Cana derken o rotasyonun dolduğunu düşünüyorum.

Kaleci, orta saha ve santrafor transferleriyle bu işin bitirileceği düşüncesindeyim. Yerli transferi olarakta gelişmeler olabilir. Okan Derici misali gurbetçiler takıma kazandırılabilir ya da ülke içerisinden bu tip genç hamleleri bekliyorum. Ama asıl hedef kaleci, orta saha ve santrafor olmak üzere üç yabancı futbolcunun gelişi. Reyes'e ihtimal vermiyorum artık, Terim'in de Kallström'ü veto etmesine anlam verebiliyorum. Kallström gibi bir isim tartışılmaz diyebiliriz ama ne olursa olsun orta saha rotasyonuna baktığımızda Selçuk İnan, Culio, Yekta, Cana, Ceyhun Gülselam gibi isimler var. Bana sorarsanız gelecek ismi kimse tartışmamalı, öyle kalitede biri gelmeli. Ya pahalı ama genç bir yabancı, ya da maliyeti daha düşük, tecrübeli ve yine kimsenin tartışamayacağı bir isim.

Kaleci konusunda ise ibre Victor Bagy'den yana. Sanırım kaleci transferi o olacak, Taffarel'in de bu işin üzerinde çalıştığını söyleyelim. Belli olmaz yine de ama Muslera, Doni gibi defterler bence kapandı.

Fatih Terim'in de imza attığını öğrendik. Bunca hafta boşuna bu konunun tartışmasını yapmışız diyorum. Hasan Şaş, Ümit Davala, Taffarel ve Tugay Kerimoğlu da yardımcıları. Ayrıca Tugay Kerimoğlu altyapı sorumluluğuna da devam edecek. O konuda çok sevinçliyim, Tugay Kerimoğlu bir senedir bu yapının içerisinde ve şartları en iyi o biliyor. Ayrıca kafamda bir 2. adam sorusu da vardı, Tugay Kerimoğlu'nun da ekibin içerisinde olması bu soruyu sildi diyebilirim. Müfit Erkasap niye yok dersek, o da altyapıyla ilgili bir görevde olacak.

Cuma günü Fatih Terim'in basın toplantısı var. 2 aydır beklediğimiz gün cuma, kafalardaki tüm sorular bitecektir...

27 Haziran 2011 Pazartesi

River Plate'nin Büyüklük Gerçeği Değişmez Ama İnsanlar Bunu Konuşur

Ülkemizde pek bilmeyiz böyle bir acı. Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş hiç küme düşmedi ya da Avrupa'daki en köklü takımların alt liglerdeki maceralarını göremedik. Galatasaray için geçen sezon bu tip geyikler yapılıyordu ama bir yandan da böyle birşeyin imkansız olduğunu biliyorduk. Nitekim 14. sıralardan 8. olmayı gördük, son hafta gelen galibiyetleri.

River Plate'nin durumu da biraz böyleydi aslında. Arjantin'in olmazsa olmaz üç takımından biri, hatta bu sayıyı biz ikiye indirelim. Independiente alınmasın ama Arjantin denilince ya da Arjantin'i hiç karıştırmadan sadece futbol denilince bile Boca - River rekabetini konuşuruz. Bu iki takımın da son zamanlarda kötü gittiği ortada ama herhangi birinin küme düşeceği akıllara bile gelmezdi. Üstelik yaratılan bu kadar fazla imkana rağmen. Bu iki takımın kötü gidişini görüpte çıkarılan yeni kurallara rağmen. Hiçbiri engel olamadı River Plate'nin küme düşmesine ve dün itibariyle Arjantin futbolunun en kara günleri başlamış bulunmakta.

Deriz ya, Galatasaray olmadan Fenerbahçe olmaz ya da Fenerbahçe olmadan Galatasaray olmaz diye. Bir yandan da rakibimizin çok başarısız olmasını isteriz. Düşünüyorum da bu söz hakikaten doğru, Fenerbahçe'nin olmadığı bir lig düşünemem ben. Şimdi de Bocalılar aynı ikilemde. Yıllarca dalga geçilecek bir mevzu ellerine geçmesine rağmen gelecek sezon River'le oynayamayacak, rekabet edemeyecek olmaları da onlar adına önemli bir dram.

Asıl dramı da elbette Arjantin'in futbol ekonomisi yaşayacak. Boca - River rekabetinin üzerine kurulu olan bu düzen önemli bir yara aldı, gelirler inanılmaz düşecek, büyük bir sarsıntı var o konuda da. Galatasaray kötü gidiyor diye ağlıyordu da Digitürk yetkilileri, decoder satamıyoruz diye. Şimdi Arjantin'de büyük yas var asıl, River Plate olmadan nasıl geçecek bu lig anlamak güç. Umarım River Plate hatalardan ders alıp, şu ibretlik olayın üzerine güzel bir inşa yaparlar. Bir sonraki sezonda da güçlü bir şekilde lige dönerler. Onlar düşmesin diye bunca getirilen yeni uygulamaya rağmen küme düşmeleri, beraberinde değişimi getirmek zorunda.

Burada ağlaması gerekenler River Plate taraftarları. Futbolculara baktım geleneksel şekilde maç sonu ağlama şenliklerine katılmışlar. Bütün sezon aklınız neredeydi derler adama ama bu hazin sondan sonra da kimsenin aklına gelmez tabii bu.

Anlayacağınız bu dünyada olmazsa olmaz diye birşey yok. River Plate de küme düşer, yarın başkası da. Bütün bunlar River Plate'nin büyüklüğünü değiştirmez ama insanlar bunu konuşur. Üstelik yıllarca...

Gökhan Zan & Okan Derici

Ülkede yerli stoper kıtlığı var, bu yüzden de yapabileceğin hamle sayısı kısıtlı. Ya bütün rotasyonu yabancılar üzerine kuracaksın, ya da aza tamah edeceksin. Ersan Gülüm'ü alamadın, Serdar Aziz'i alamıyorsun, Serdar Kesimal'i de alamadın derken Gökhan Zan'la sözleşme uzatmak zorundaydın. Tabii kendi şartlarında, bundan 2 sezon öncesinin şartlarında değil.

Aslında işi altyapı genelinde değerlendirmek lazım. Arda Turan gibi özel yetenekler nadir bulunur, özel yetenekleri olan forvetlerde ya da oyunun iki yönünü oynuyor dediğimiz orta sahalarda. Ama altyapıdan stoper bulamamak ilginç bir durum. Günümüzün stoper kavramı da evrim geçirdi ama rotasyon içerisinde bulundurabileceğin isimleri takıma kazandıramıyorsan bu stoper kıtlığını yaşarsın ve Ujfalusi'ye yıllık 2.2 milyon avro da verirsin, Gökhan Zan'la da sözleşme yenilersin.

Gökhan Zan deyince ne hatırlarız, sık sakatlıklar. Bu yüzden kendisine asla güvenemeyiz, 2 maç üst üste oynadıktan sonra 3. maçın garantisi yok. Rijkaard döneminde yaşadık bunu. Servet ve Gökhan Zan ikilisiyle iyi başlayan sezon Gökhan Zan'ın sakatlanmasının ardından sendelemişti ve stoper açığı doğmuştu. Sonrasında da sık sakatlıklar devam etti, eskisi kadar forma şansı bulamadı derken bugünlere kadar geldik.

Bundan 2 sene önce kendisini transfer ederken şartlar onun elindeydi aslında. Bugün ise o şartlar Galatasaray'ın eline geçti ve Gökhan Zan takımda kalmak istiyorsa maddi anlamda fedakarlıklar yapmalıydı. Yıllık 1.2 milyon avro'dan 700 bin avro'ya kadar düştü bu ücret. Bu parayı da başka bir takımda kazanması zor, üstelik Galatasaray ağırlığında bir takımda. Gökhan Zan'ın da bunu göz önüne aldığını görüyoruz. Ersan Gülüm, Serdar Kesimal gibi futbolcuların alınamadığı bir durumda da Gökhan Zan'ı takımda tutmak dışında yapılabilecek birşey yoktu. Fatih Terim'in ne olursa olsun sevdiği bir futbolcudur, ondan en iyi şekilde faydalanmasını bilir. Şu sık sakatlanma olayını da aşabilirse çok verimli bir futbolcuya da dönüşebilir.

Yine de eklemeden geçemedim. Servet Çetin, Ujfalusi, Gökhan Zan ya da Hakan Balta, Ceyhun Gülselam ve Lorik Cana gibi stoperimsi futbolcular yetmez bu rotasyona. Mutlaka bir yabancı stoper transferi daha gerekli ve Garay ismi geçiyor. Çok isabetli bir hamle olur bu.

Okan Derici transferi var bir de. Sürekli bahsediyoruz, neden Galatasaray bu gurbetçi pazarının içerisine girmiyor diye. Özellikle Kayserispor ve Gaziantepspor gibi takımlar bu pazarın ekmeğini çok yedi. Ülke içerisinde de yerli transferi anlamında maddi dengesizlikler var, bu yüzden genç ve ucuz gurbetçilere yönelmek en doğrusu. Okan Derici de işte bu yüzden olumlu bir transferdir. Futbolcuyu pek tanımıyorum ama araştırdığım kadarıyla çok yönlü bir isim. Forvet özellikleri çok ağır basmasına karşın 10 numara pozisyonunda, sol kanatta da forma giyebiliyor. Çok iyi bir sol ayağı var ve bu futbolcunun Almanya tercihi olmasına rağmen 17 yaşında Türkiye Milli Takımı için kazandırıldığını söyleyelim. Milli Takım için de gelecek beklenen bir futbolcu. Fatih Terim'in de bu genç hamlelerine devam edeceğini düşünüyorum.

Erdal Keser gibi önemli bir değer Almanya'da. Yeniden göreve dönmesiyle beraber Milli Takım için harika çalışmalar yapıyor, birçok futbolcuyu da bünyemize kazandırdı. Kendisi Galatasaray için de bu tip hamleleri yapabilir, eski futbolcumuz sonuçta. Bu kanalı da kullanmamız gerekiyor. Yerli transfer dengesinin çok yükseklerde uçtuğu, 17 yaşındaki Okay Yokuşlu için 2.3 milyon tl ödendiği bir ülkede gurbetçi futbolcular candır. Hem kalite, hem altyapı, hem de maddi anlamda.

Yeni Sezon Başladı, Hakkımızda Hayırlısı

Dün Derwall'in ölüm yıldönümüydü. Galatasaray ve Türk futbol tarihinin akışını değiştiren adam. Derwall'i dün değil de bugün anmamın sebebi Galatasaray'ın yeni sezonu bugün itibariyle açması. Derwall'in şu sözleriyle başlayalım yeni sezona...

"Florya'daki antrenman sahasında, oyunculardan ne istediğimi onlara ellerimle ve ayaklarımla göstererek, takım kaptanı Fatih Terim'in yardımıyla İngilizce anlatmaya çalışıyordum. 'Bundan daha kötü bir başlangıcı ancak Alaska'da yapabilirsin' diyordum kendi kendime."

O Fatih Terim yeniden görevde. Önündeki süreç ise ilk sezonuyla ikinci sezonunun bir harmanı aslında. Yaşayacağımız günler Fatih Terim'in hangi yolu tercih ettiğini gösterecek. Hatırlayın birinci Terim dönemini, neredeyse sıfırdan bir kadro inşası başlandı ve başarıya gidildi. Burada Hagi misali transferlerden öte eldeki futbolcuların kafa olarak resetlenmesiyle başarıya ulaşıldı. İkinci döneminde ise zaten iyi giden bir kadroya vurulan baltaydı. Fatih Terim'in eleştirdiğimiz bütün yanları baskın çıkarak ortaya 2 sezonluk bir kaos çıktı.

Kafa olarak resetlenmeye ihtiyaç duyan futbolcularımız var. Aynı şekilde önemli transferlere de. Servet Çetin, Hakan Balta, Arda Turan gibi futbolcuların özlerine döneceğini düşünüyorum. Bunu da başarabilecek yegane isim Fatih Terim'dir. Kadronun yüzde 100'ünü değiştirmek imkansız, hatta yüzde 50'sini bile. Bu maddi güç bizde yok ve mutlaka o enkazın içerisinden bazı şeyleri de kurtarmak lazım. Fatih Terim tercihi bu yüzdendir.

Selçuk İnan transferi olmazsa olmazdır. Yurt içinden zaten o kalitede alabileceğin kimse yok ve yurt dışından da o ayarda bir futbolcu getirebileceğimizi düşünmüyorum. Selçuk İnan'ı alarak büyük bir adım arttık. Selçuk İnan'ın etrafına takımı kurabilecek lüksümüz var artık. Bir diğer olmazsa olmaz da Arda Turan'ın takımda kalması olacak. Çünkü o ayarda da getirebileceğimiz bir futbolcu yok ve kaliteli kadro isteniyorsa önce eldeki kalitelere bakmak lazım.

Transferlerin geciktiğine ise katılmıyorum. Hepimiz heyecanlı ve sabırsızız. Ünal Aysal'ın fırtına gibi girişi, iddialı açıklamaları, Selçuk İnan ve Elmander transferleri derken beklenti büyüdü ve beklentimiz de hala en yüksek seviyede. Ama henüz tarih 27 Haziran. Kampa kadar mutlaka hamleler olacaktır ama bu sezon Avrupa'da olmayacağımızı unutmayın. Herşey bizim için biraz daha geç başlayacak, önümüzde zaman var ve bu kamp döneminde de Fatih Terim'in takımdaki eksikleri göreceğini, bazı isimleri göndereceğini düşünüyorum. Bir anda transfer denizi içerisine girmek yerine önce eldekileri görmek mantıklı, bakalım kimler necidir.

Bu sezon olmazsa olmaz bir sezon. Mutlaka başarı gelmek zorunda, başarısızlığı kabullenecek bünyeler rafa kalktı. Bundan beş sene sonrasını düşünmek yerine bugünü düşünmenin zamanı geldi, bu yüzden de yapılacak transferlere yaşlıydı, pahalıydı demeden önce bunu düşünmeliyiz. Bu sezon Avrupa'da yokuz ve Avrupa'nın kalbur üstü futbolcuların neden bizi tercih edeceğini unutmayalım. Tabii ki paraya gelecekler. Genç ve geleceğe dönük isimleri bende görmek isterim ama o sistem malesef yok. Dolayısıyla da garantiye gitmek zorundasınız.

Yeni sezon resmen başladı. Umarım hakkımızda hayırlısı olur, bir an önce Galatasaray adını unutanlara tekrar hatırlatmaya başlarız. Ben Fatih Terim'e güveniyorum. Şu ana kadar yakaladığım izlenim, Fatih Terim'in geçmiş hatalarından sıyrıldığı yönünde ama bu işler icraata bakar.

26 Haziran 2011 Pazar

Tyson Gay Olmadan Usain Bolt, Daegu'a Tatile Gider

Geçen yıl atletizm adına boş bir sezondu. Ne Olimpiyat vardı ne de Dünya Şampiyonası. Bu yüzden de Avrupalı olmayan atletler açısından Diamond League'de boy göstermenin amacı bir sonraki yıla hazırlıksız yakalanmamak olmalıydı.

Tabii bu durum Tyson Gay için geçerli değildi. Onun bir amacı var, Usain Bolt'u bir şekilde geçmek. Şunu da ekleyelim, son zamanların en güzel rekabeti yaşanıyor aslında. Eski 100 metre yarışlarının öncesinde bir atlet başka bir atlete laf atardı derken ortam gergin olurdu. Burada ise sadece kendi işine bakan adamlar var. Usain Bolt rekorlarını geliştirmeye çalışıyor, Tyson Gay ise onu kovalıyor.

Unutulmaması gereken şey ise Usain Bolt'a Tyson Gay'in gerek olduğu. Bunu hep söylüyorum ve sürekli de arkasında olacağım. Rekor kırabilmek adına Bolt'un o gün onu istemesi yeterli ama hiç rakibi olmadığında da bu adam yarışmaya gittiği yerde tatile gitmiş olur. Powell veya Mullings'in Bolt'a rakip olabileceğini düşünmüyorum, bu üçlü ancak 4x100 finalinde rekora rakip olabilir. O da bir araya geldiklerinde.

Tyson Gay, bu yılın en hızlı koşan adamıydı ve geçtiğimiz yıl da Usain Bolt'u geçmeyi başardı. Her ne kadar Bolt sakat olsa da. Yaşattığı heyecan bile yeterliydi bize ama sakatlığı yüzünden 100 metre seçmelerinden çekildi, 200 metreden de çekilmesi bekleniyor. Bir ihtimal 4x100 için yarışması ama onu da sanmıyorum. Tyson Gay, sezonu kapattı desek yeridir. Yazık oldu Dünya Şampiyonası öncesinde, çok can sıkıcı bir durum. Artık Usain Bolt, Güney Kore'ye tatil yapmaya gider ve rekor kırmadan rahatlıkla altınını alır.

Golden Öte Potansiyele Saygı

Her güzel gol atandan müthiş futbolcu olmaz kabul, hatta bu futbolcunun da sürekli düşüşte olduğu da ortada. ABD'li Adu misali. Kariyer anlamında sürekli düşüş yaşıyor ama iş Milli Takım'a gelince de müthiş bir parlama gösteriyor. Giovani Dos Santos'un da kariyeri bu yönde gelişiyor. Her sezon bir alt kademe takımına doğru iniyor gibi ama o potansiyeline gösterilen saygı hala mevcut. İşte bu yüzdendir Giovani'nin üzerine sürekli düşmem, mümkün olduğunda blogda 1-2 kelam etmem. Ben bu adama bizim Keita'dan, şimdiki Pino'dan daha çok güveniyordum. Altyapısı sağlamdı, inanılmaz bir yetenekti ama Rijkaard'a inanmayan zihniyet bu futbolcuya nasıl inanacaktı. Bonservisini de almadık haliyle, futbolcunun da şanssızlığı mı bilinmez arkasından ''şu adamı nasıl kaçırdık'' şeklinde bir ifade kurdurmuyor bizlere. Ama böyle yeteneklerde kolay bulunmuyor, ben hala inanıyorum. Giovani Dos Santos birgün mutlaka bundan 2-3 sene önce düşünülen patlamayı bir takımda yapacak, ona inanan ve arkasında duran takım kazançlı çıkacaktır. Şu gole bakın Allah aşkına, kaç futbolcu atabilir böyle bir gol...

Arevalo Rios, Pal Lazar ve Ivan Ergiç

Samsunspor'un transferde geç kaldığı düşünülebilir. Normalde de Bank Asya'dan yeni gelen ekipler bir anda transfer denizinin içerisinde yüzmeye başlarlar. Birçok futbolcu gelir, birçok futbolcu gider derken tam bir transfer denizi oluşur. Mersin İdman Yurdu ve Orduspor'un hareketliliğine bakınca Samsunspor biraz ağırdan geliyormuş gibi gelebilir, şu ana kadar resmileşen tek transfer Altay'dan Burak Çalık.

Ama durum bu değil tabii ki. Benim hep savunduğum bir konu var, Samsunspor'un kadrosu inanın çok iyi. Yerli rotasyonuna da bakınca birçok futbolcu Süper Lig seviyesinde. Bu takımın bir önceki sezonda şampiyonluğu çoktan garantilemesi gerekiyordu, bunu hep söyledim. Hüseyin Kalpar'ın da hakkını yemek istemem, elbette payı vardır bu Süper Lig yürüyüşünde ama bu takımı çok da iyi oynatamadığı, Süper Lig düşünüldüğünde de hiç güven vermediği ortadaydı. Bu yüzden de teknik direktör hamlesinin erken gelmesi, özellikle de Petkoviç gibi heyecan veren bir isim olması çok iyi.

Ülkemizde 6+2+2 yabancı kuralı var. Mehmet Ali Aydınlar başkan seçildiğinde bu kural değişecek gibi duruyor ama mevcut kural üzerinden konuşalım. Bank Asya'dan gelen bir takım her ne kadar kadro istikrarını korursa korusun birçok yabancı transferi yapmak zorunda. Elinde en fazla 2 yabancı olabiliyor ve 8 tane hak doğmuş durumda. Bunun da 6'sı ilk 11'de oynayabilir. Bunu da düşünerek ince eleyip sık dokumak lazım, sağlam hamlelerde bulunmak lazım. Geçen sezon Karabükspor'un Yücel İldiz ve kadro istikrarını övüyorduk ama başarılarındaki en büyük etmenlerden biri de transfer ettikleri yabancıların etkisiydi. Cernat mesela, eğer sakatlık süreci yaşamasaydı belki çok daha farklı noktada olacaklardı.

Samsunspor'da da Simon Zenke takımda kaldı, Agbetu gitti. Agbetu kalabilirdi elbet, hem takımı tanıması büyük avantajdı da. Ama yollar ayrıldı, Agbetu Bank Asya'nın kralı olma yolunda adım atıyor. Burak Çalık'la bir yerli hamlesi geldi, bu yönde birkaç hamle daha gelebilir ama öncelik yabancı transferi üzerinde. Çünkü fark yaratacak futbolcular onlar.

Uruguaylı Arevalo Rios, Macar Pal Lazar ve Bursassporlu İvan Ergiç ile anlaşma sağlandı. Genel olarak baktığımızda sağlam hamleler gibi görünüyorlar. Özellikle de Rios. Kendisi Uruguay Milli Takımı'nda da forma giyiyor ve ön libero mevkisinde oynuyor. Sağlam ve sert bir futbolcudur. Petkoviç'in yaratacağı ofansif sistem de düşünülürse bu sistem içerisinde oynayan ön liberonun önemi büyük. Çünkü orta sahanın bütün defansif aksiyonu onun üzerine kalıyor ve onun vereceği katkı da sizin kaderinizi tayin ediyor. Rios bu açıdan da iyi hamle.

Ergiç'i ise anlatmama gerek yok aslında, bilen biliyor. Bursaspor'da çok önemli bir macerası oldu. Takımın şampiyonluğunda kilit isimlerden biriydi. Orta sahada iki yönlü oynuyor dediğimiz futbolculardandır ve daha önemlisi karakter anlamında çok üst düzeyde bir isim. Tecrübesi, lider özellikleri derken Samsunspor'u sırtlayabilecek bir isim. Pal Lazar ise sağ bek. Geçtiğimiz sezon o bölgede Adem Alkaşi vardı ve performansı da iyiydi bana göre ama bir yabancı transferi uygun görüldü ve Lazar geldi. Kendisini çok tanımıyorum ama öğrendiğim kadarıyla çakılı bir bek. Hücumla pek işi olmaz, genelde olayın savunma tarafıyla ilgilidir. Bu yüzden önünde oynayan adamı oldukça rahatlatır ama önünde oynayan futbolcu hücum anlamında iyi durumda değilse bu sefer de işin hücum kısmında sorun doğar. Çünkü savunmadan destek gelmiyor. Murat Yıldırım var o bölgede, bu ikilinin sağ kanat performansı o sorunu doğurur bana göre.

Ilgaz Çınar'a bana verdiği Rios ve Lazar bilgileri için çok teşekkür ediyorum...

25 Haziran 2011 Cumartesi

Doğru Tercih: Mahmuti Parkede Kalıyor

Geçtiğimiz haftada Can İşbakan' ın duyurduğu kulübün Oktay Mahmuti' yi CEO yapma fikri gündeme bomba gibi düşmüştü. Daha takıma geldiği ilk senede, kulübü 21 sene sonra finale taşıyan ve bunu da çok kısıtlı imkanlarla yapan Mahmuti' nin parkeden ayrılması ve şubenin başına geçirilmesi fikri taraftarların neredeyse tamamının tepkisine yol açmıştı. Neyse ki Hakan Üstünberk' in resmi siteye yaptığı açıklama bu karardan vazgeçildiğini ve en azından bu sene Mahmuti' nin takımın koçu olarak göreve devam edeceğini müjdeledi.

Mahmuti şu anda tüm taraftarlar için bir simge durumunda. Onu benchte görmek herkese ayrı bir güven veriyor. Sırf bu sebep bile Mahmuti' nin orada durması için yeterliyken üstüne üstlük müthiş koçluk yetileri, nerede ne yapılması gerektiğini bilen yapısı ve dinamizmi Mahmuti' yi niye koçluk mevkisinde görmeyi istediğimizi açıklamak için yeterli.

Mahmuti geldiği ilk gün demişti ki; üç yıllık bir yapılanma yaptık. Benim düşüncem; en azından bu üç yılda Mahmuti' nin koç olarak devam etmesi ve hedeflediğimiz; özlediğimiz başarılara onunla ulaşmamız. Yeni yapılanmanın henüz ilk yılında finale çıktığımızı düşününce önümüzdeki senelerde neler yapabileceğimizi hayal dahi edemiyorum.

Kulübün yapmaya çalıştığı sisteme gelirsek çok doğru aslında. Şubenin başına ''etkin'' bir kişi geçirilmeli ama bu isim Mahmuti olmamalı. Mahmuti ayarında bir koç bulmak çok zor ancak o noktaya o işi Mahmuti' den daha iyi yapabilecek bir kişiye bulmak oldukça kolay diye düşünüyorum. ULEB nezdinde etkili olabilek, gerekli lobi faaliyetlerini yürütecek, takımının hakkını savunacak ve şubeye hakim bir kişi gelmesi şüphesiz bizleri çok mutlu eder. Umarım kulüp planladığı sistemi hayata geçirir ama Mahmuti' nin pozisyonuna dokunmadan.

İdeal Av, Yıldız Diye Kafayı Duvara Vuranlara

Şu sıralar Galatasaray yıldız transferi peşinde. Sanki öncelikler bir kenara bırakılmış gibi hücumcu aranıyor, şov parfümü taraftar üzerine sıkılmak isteniyor. Bu yüzdendir Elmander, Baros derken Drogba'nın veya Forlan'ın peşinde koşmak ya da gözlerin Keita'yı aramasındandır Reyes'i istemek.

Bütün bunların yanında da Diego'nun Wolfsburg'la yollarını ayırmaya karar vermesi onun da adını mutlaka Galatasaray'la andırır. Lincoln, Elano, Misimovic derken hiçbirinde aranan bulunamadı ya da bulmak istenmedi. Diego'nun da bu halkaya dahil olabileceğini düşünüyorum. Wolfsburg'dan aldığı yıllık ücret 8 milyon avro civarı aslında ve bir o kadar da bonservisi tutar. Diego da herhangi bir takıma giderse gitsin o yıllık ücretten fedakarlık yapacak ama sorulacak soru şu. Diego için o riske girmeye değer mi ya da Drogba'yı yöneticilerin aklına sokan ruh Diego'yu da sokar mı?

Wolfsburg'la aramız iyi. En son Misimovic konusundan kalma bir dostluk var. Adamlar gözden çıkardıkları bu futbolcuları bize göndermeyi seviyor. Diego konusunda da sıkıntı yaratmazlar bence ama içimden geçen ses Diego'nun da son zamanların trendine kapılacağını söylüyor. Yani hayde memlekete sendromu. Ronaldinho'nun bile Brezilya'ya döndüğü düşünülerek Diego'nun da böyle bir yola gireceğini düşünüyorum.

26 yaşında bu adam gerçi. Henüz erken diyebilirsiniz ama Elano da 35 yaşında dönmedi yani. Yüce Santos'un süper üçlüsünün bir parçasıydı Diego da. Kendini kanıtlamaya ihtiyacı var, Werder Bremen günlerinden bu yana düşüş yaşıyor. Juventus formasıyla olmadı, Wolfsburg'la ise bildiğiniz çakıldı. Kendini bi rehabilite edip tekrar Avrupa yollarına düşebilir ama Galatasaray gibi yıldız arzusuyla yanıp tutuşan takımlar için de ideal av görüntüsünde.

Eğer transfer etmek istersek alınacak risk büyük olacak, önemli bir maddi külfet doğacak ama her gelen yıldızın ardından deriz ya, ama ........... be abi. Buradaki ............... herhangi bir futbolcu adı. Kimi koyarsak koyalım, Diego için de koyarız belki...

Mustafa Sarp Algısı

Mustafa Sarp artık bir futbolcudan öte. O isim travma algısıdır Galatasaray adına. BAM tanımı gibi birşey bu ama Mustafa Sarp'ta başlı başına bir tanım. Orta saha rotasyonu adına gelen, giden ya da piyasaya çıkan ne olursa olsun Mustafa Sarp'la kıyaslanıyor. Gelenin ardından diyoruz bu adam hala mı bu takımda, gidenin ardından diyoruz Mustafa Sarp varken o neden gitti. Mustafa Sarp'ta gitmeden bu algı değişmez ama büyük günah keçisi oldu bu adam.

Önce bi günah çıkarmamız lazım. Rijkaard'ın ilk günlerine dönelim, Mustafa Sarp'ın kahraman ilan edildiği zamanlara. Kahraman ilan eden de bizdik aslında. Resmen şapkadan çıkan tavşandı. Böyle bir katkıyı hiçbirimiz beklemiyorduk ama tuttu. Ağır eleştirerek gönderdiğimiz Bülent Korkmaz'ın bize son sunduğu bir nimet gibiydi. Ama ne bilelim, bina dikilir gibi olurken enkaza döndü bir anda. Mustafa Sarp'ta haliyle o enkazın günah keçisi, haketti de ama bunu.

Şimdi geldiğimiz nokta ise Mustafa Sarp'ın modern futbola bir tepki olarak var olması ve olmazsa olmaz bir şekilde takımdan ayrılmasının gerekliliği.

Ayrıca o takımdan ayrılmıyorken Cumhur Yılmaztürk'ün bonservisiyle beraber Rizespor'a verilmiş olması da diğer bir garip durum. Ne diyorduk, Fatih Terim geldi ve gençler olduğunca fazla şans bulacaklar. A takıma da giren her genç yeni transfer gibidir. Cumhur Yılmaztürk ise çabuk gözden çıkarılmış, en azından kampa bile götürülebilirdi. Altyapı konusunda yeni hamleler var ve tüm personel değişiyor. Büyük olasılıkla da bu futbolcu için referanslar alındı, böyle bir karar çıktı diyorum. Futbolcu da Galatasaray'da forma şansı bulmasını zor gördüğünden Rizespor yolunu tuttu. Cem Sultan misali.

Yine de gitmesi gereken isimlerin hala gitmediğini görüp, sürekli genç futbolcu kaybetmek benim canımı acıtıyor. Bunun da en derin sebebi herkes gibi bende de oluşan Mustafa Sarp algısıdır.

24 Haziran 2011 Cuma

Ayıya Dayı, Her Santos'luya da Pele Deme

Son zamanlarda en büyük antipati duyduğum kişi Sadri Şener. İkinci kim diye soracak olursak, cevabım Pele. Dünya'nın en büyük futbolcusu da olsan biraz tevazu iyidir. Mesela Larry Bird ile Nowitzki'yi kıyaslamam ben ama Bird'e sorulduğunda ''Nowitzki ile kıyaslanmak benim için büyük onurdur'' diyor. Sen ise Messi sorulduğunda dalga geçer gibi cevaplar veriyorsun, karşındaki kişiye gram saygı duymuyorsun. Aynı durum Maradona'da pek yok aslında ama o da işine gelince. Messi için benden büyük der tabii, bir de Cristiano Ronaldo sorulsun bakalım da cevabı ne olacak?

Mesele ise bu değil. Asıl mesele Neymar. Şu günlerde Brezilyayı sallıyor bu çocuk. Zamanında Robinho'nun yaptığı gibi. Ama onun gibi karakter düşüklüğü yaşamadı henüz. Real Madrid ile adı geçmesine rağmen depresyonlara girmedi gideceğim diye. Robinho'yu Real Madrid istediğinde bu adamın yapmadığı kalmamıştı. Sonra da Manchester City'e gitmek için aynısını yaptı, sonrasında ülkesine dönmek için ve bir sonrasında daha Milan'a gidebilmek için.

Robinho adam olmaz yani. Ama Neymar'da o ışık var. Saçlar apaçi model, çok havalı bir görünüş altında hiç de fena olmayan bir karakter. Tabii ki yeni Pele falan değil, o Neymar olmalı. Robinho bir yana Neymar'ın Pele ile kıyaslanması ilginç olan aslında ama bir o kadar da onur verici. Gerçi Pele söz konusu Santos'lu biri olunca pek konuşmaz ama Robinho damdan düşmüş. Sanırım hafif bir kıskançlık başladı. Çünkü Robinho'dan beklenipte onun yapamadığı herşeyi Neymar yapacak gibi.

Tabii onun için de soru işaretleri var. Avrupa'da o fizikle neler yapabilir gibisinden. Sadece yetenek ile çark dönmüyor, bu imkansız. Karakter olarakta güçlenmelisin, saha içerisinde fizik güç anlamında da. Messi'yi görüyorsun, dışarıdan baktığında ben bu adamı uçururum dersin ama o kısa boyuna rağmen Dünya'nın en güçlü savunmacıları deviremiyor onu. Messi olmak hiç de kolay değil, umarım Neymar olmakta kolay olmaz.

Eğer Real Madrid'e gelirse Mourinho'nun tornasından geçecek olması onun adına büyük avantaj. Bu da beni düşündürmüyor değil aslında, Mourinho pek tutmazdı bu tarzda futbolcuları. Acaba Mourinho da mı değişti?

Tuncay Şanlı & Fenerbahçe

Bazı takımların bayrak oyuncuları vardır. Tuncay Şanlı da onlardan biri. Tabii herkesin bayrak futbolcu tanımı farklı olabilir. Kimi çok uzun yıllar bir takımda oynaması lazım der, kimi ise oynadığı sürede takımına verdiği katkıdan ve o farklı tılsımdan bahseder. Tuncay Şanlı da Fenerbahçe'de çok uzun yıllar oynamaktan ziyade oynadığı sürede takımına farklı tılsımı verenlerdendi. Mücadele ve hırs anlamında her zaman takımını yukarıda taşıdı, hareketleriyle taraftarlarının sevgilisi oldu ama her popüler futbolcu gibi şansın geldiğini inanarak Avrupa yolunu tuttu. Üstelik takımına da bonservis bedeli kazandırmadan.

İşte bu Tuncay Şanlı adına kırılma noktası. Kafalarda şu soru oluşuyor. Biz bu futbolcudan herhangi bir bonservis kazanmadık, üstüne bonservis vererek neden transfer edelim diyorlar. Hadi buna da tamam dendi ve Tuncay Şanlı için gerekli şartlar oluştu. Peki Tuncay neden transfer edilsin ve bu takıma katıldığında kendine nasıl yer bulsun?

Tuncay Şanlı'nın kariyerinde uzun sakatlıklar yok ama futbol olarakta her yıl geriye giden bir isim. Oynadığı takımların çapını geçtim, bu futbolu Milli Takım'a olumsuz yansıyor. Tuncay çok doğru olanı yapmıştı Premier Lig'e giderek. Orada sonuna kadar zorladı, takımları kötü gitti ama o her zaman futboluyla alkış topladı. Yine de oradaki Tuncay Şanlı ile Fenerbahçe'deki Tuncay Şanlı bir değildi.

Bu adamı da getirdiğinde yedek bırakamazsın, büyük sorun olur. Beşiktaş'ın Nihat Kahveci için yaşadıklarını düşünün, bir benzeri de Tuncay Şanlı'ya olur. Niang ve Emenike, Afrika Kupası'na gittiğinde Tuncay'ı direk forvet oynatırsın ve bu artı bir nokta ama başka bir artı göremiyorum. Stoch, Dia, Mehmet Topuz, Niang'ın sol kanada yakın oynaması, Caner Erkin, Uğur Boral derken tam bir kanat cenneti. Ayrıca aldığın yerliler var ve kadron daha da derinleşti. Bu durumda Tuncay Şanlı'ya bonservis verip, ona iyi bir yıllık ücret bağlayıp takımına katmanın pek bir alemi yok.

O çok iyi bir Fenerbahçeli olsa da. Tuncay gelsin gerisi boş mantığı devreye girse de. Onun adına daha vakti değil, vakit gelmedi.

"Fenerbahçe’ye kesin olarak gitmiyorum. Orada ne yapayım?" bu sözler ise yanlış, talihsiz. Belli ki geri dönmek istedin, bu konuda bütün şartları zorladın ama o kapı şu an için sana kapalı. Ama orada ne yapayım dersen o kapılar bir daha sana açılmayabilir, iyi olan izlenimin zedelenir. 1-2 sezon sonrasını da düşünmek lazım. Tuncay Şanlı'ya asıl ihtiyaç bence 1-2 sezon sonra, tecrübe için arayışlara gidileceğinde olacak.

Peki Tuncay Şanlı, Fenerbahçe dışında bir Türk takımına gelir mi dersek cevap gelmez olur. Her ne olursa olsun o çok iyi bir Fenerbahçeli ve bunu bozmaz. Şunu da ekleyeyim ama, eğer böyle bir yola gitmeye kalksa oynadığı takımda da formanın hakkını verir. Bu yönünü severim Tuncay Şanlı'nın...

Basketbolu Geçtim, Türk Sporu İçin Dev Adım

Samsun'da yapılan Türkiye Yıldızlar Basketbol Şampiyonası'nda tanışmıştım bu adamla. O dönem açıköğretim sınavları için Samsun'daydım ve bu şampiyonadan da haberim yoktu. Yaşar Doğu'da belki maç vardır diye gittiğimde şampiyonanın yarı finaline denk geldim. Fenerbahçe'nin rakibi Işıkspor'du yanılmıyorsam. Maç başladı, henüz ilk periyotta maç koptu. Enes Kanter tek başına fişi çekti ve sadece bir periyot oynadı o maçta.

Genç basketbolcuları pek tanımadığımdan Enes'in o tek periyottaki performansı beni etkilemedi. Çünkü kafam başka yere takıktı. Maça girmeden önce Efes Pilsen'li çocuklar münibüslerini bekliyordu ve diğer oyuncuların yanında Yao Ming misali uzun kalan birini gördüm. Efes Pilsen'in de finale kaldığını duyunca bu uzun adamı izlemeye gelelim dedik.

Final ise malum. 85-75 Fenerbahçe kazandı. Enes Kanter tek başına kazandı maçı, Fenerbahçe de dememek lazım aslında. 46 sayı, 26 ribaund. %75 saha içi isabeti, %100 serbest atış. Asist ve blok sayısı aklımda yok. Efesli o uzun çocuğu tutan da Enes'ti, savunmada bitiren de, hücumda üzerinden smaç basan da.

Bu performansı görünce şok olduk tabii. Yanımda da kuzenim vardı. O da benim gibi bir Galatasaraylıdır ve hiç kıvırmaya gerek yok Efes Pilsen'i tutuyorduk o maçta. Üstelik de tam Fenerbahçe bench'inin arkasındaydık. Şaşırdı tabii o da, ben ona baktım o bana baktı. Sonra da kalktım ayakta alkışladım Enes Kanter'i.

Bu ilk ve tektir. Fenerbahçeli bir sporcuyu ayakta alkışladığım görülmemiş birşey ama öylesine bir performansı da değil ayakta amud vaziyette alkışlarsın.

İşte o Enes Kanter yıllar içerisinde inanılmaz bir noktaya geldi. İlk tur 3. sıradan Utah Jazz tarafından draft edilerek Türk spor tarihine altın adımını atmış oldu. Kuzenimle Enes'in o maçını izlerken bu adam günün birinde ilk 3 sırada seçilir diyordum ama o zaman performansa bakarak söyledim bunu. Lafımın yerde kalmaması güzel yine de ve şu kadarını söylemek lazım. Bu adam Türk spor tarihinin gelmiş geçmiş en büyük sporcusu olacaktır, basketbolu da geçtim. Tabii çok büyük şanssızlıklar yaşamazsa.

Utah Jazz'a gitmesi güzel. Oranın güzel bir geleneği vardır ve Mehmet Okur da büyük avantaj aslında. İyi bir akıl hocası olabilir ona. Enes Kanter için korkum ise Milli Takım yönünde. Bazı yıldızlar nazlıdır, bi gelir bi gelmez. Konuşmak için erken ama Enes Kanter'de de bu var. Ncaa uğruna 2009 Avrupa Şampiyonası ve 2010 Dünya Şampiyonası'nı da kaçırdı. Şimdi de yeni draft oldu, yaz ligiydi derken gelmeyebilir. Lokavt olursa gelmeyi düşünüyorum dedi zaten, umarım o fikri değişir ve Milli Takım'da yer alır. Çünkü bu adam çok uzun yıllar bizi taşıyacak, en az 10 sene boyunca Enes Kanter'i konuşacağız.

Umarım Utah Jazz uzun temizliğine başlar, Enes Kanter'e yol açar ve beklentiler de karşılanır. Artık bizim de düzenli All-Star olabilen, çok kaliteli bir basketbolcumuz var deriz.

23 Haziran 2011 Perşembe

Mourinho'nun Öğrencisi Ama Varisi Değil

Bazı teknik direktörler yetiştirdikleri futbolcularla övünür. Şu futbolcuyu bu teknik adam buldu deriz, onu parlattı deriz ya da onu Dünya futbol sahnesine sundu deriz. Bazıları da bunun aksine teknik direktör de yetiştirirler ve özgürlüğüne kavuştururlar.

Artık futbolculuktan öte teknik direktörlüğün de güzel bir hayal olduğunu görüyoruz. 20-21 yaşlarında futbolcu olan biri ben futbolcu değil, teknik direktör olmak istiyorum diyebiliyor. Jose Mourinho da bunu dedi, Andre Villas-Boas da. İkisinin de gelişimi birbirine çok benziyor. Mourinho da önemli teknik adamların yanında yetişti ve 48 yaşına geldiği şu günlerde yakalamadığı başarı kalmadı.

Andre Villas-Boas da Mourinho'nun yanında yoğruldu. Porto, Chelsea ve Inter günlerini beraber yaşadılar. Sonra Porto teknik direktör arayışına girdi, Mourinho'ya danıştılar bu konuyu ve o da Boas'ı işaret etti. Nitekim başarılar yine gelmeye başladı, adam 33 yaşında Uefa Kupası'nı kaldırdı ve harika bir Porto yarattı. 33 yaşında böyle bir başarı yakalaması mükemmel ama daha da mükemmel birşey varsa 33 yaşında Chelsea'nin başına geçmek olacak.

Bu kaçınılmaz gerçek. Mourinho ve Boas sürekli karşılaştırılacaklar. Kariyer planlamaları da birbirine benziyor üstelik. Porto'dan doğru Chelsea'ye geçmek ve beklentiler büyük haliyle. Premier Lig ve Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu isteniyor. Boas ise bunu başarabilir mi bilinmez ama geleceğinin çok daha parlak olduğu kesin.

Yine de bir sezon daha kalıp, Porto ile Şampiyonlar Ligi'nde mücadele etmesini isterdim. Bu sefer de ''Mourinho, ikinci sezonunda Şampiyonlar Ligi'ni kazanmıştı ama Boas kazanamadı'' derler miydi diye merak ediyorum. Boas bu hareketiyle böylesine bir kıyaslamadan kurtulmuş oldu ve Chelsea'de yapacaklarıyla Mourinho'nun bir adım önüne geçebilir. En azından Chelsea için.

Porto da futbolcuları geçtim teknik direktörden bile 15 milyon avro kazandı. Üstelik Boas'ın da Chelsea'ye taşıyacağı futbolculardan {Falcao ve Moutinho gibi} büyük paralar kazanacağı kesin. Porto'nun bu açıdan çok üzüldüğünü söyleyemem. Zamanında Mourinho'nun Chelsea'ye geçişinin ardından da önemli paralar kazanmışlardı.

Şunu da eklemek lazım. Boas için Mourinho'nun varisinden öte öğrencisi diyoruz ama Boas'ın da Mourinho'dan farklı bir tarzı var aslında. Bu da güzel olan zaten. Cem Karaca gırtlağını taklit edip onun şarkılarını söyleyerek Cem Karaca varisi olamazsınız. O yoldan gidip, kendi tarzınızı ortaya koyarsanız bir yerlere gelirsiniz. Boas da Mourinho'nun aksine daha sakin bir adam. Yıllar onu da değiştirir mi bilinmez ama daha sakin ve akil bir yapısı var. Oynatmaya çalıştığı futbolda da farklı ve akıcı bir anlayışı var. Rakibi durdurmaktan öte kendi anlayışını sahaya yaymayı seviyor ama o da henüz Barcelona ile karşılaşmadı. Bunu atlamamak lazım.

Çünkü Mourinho için ne zaman böyle bir yorum yapsak bunun dayanağı olarak Barcelona maçlarını gösteriyoruz...

Son Yılların En Keskin U Dönüşü

Son zamanların en büyük transfer çalımı oldu bu, açık ve net. Mehmet Topuz olayına da, Yusuf Şimşek mevzusuna da benzemiyor üstelik. U dönüşünden de öte bir dönüş demek lazım. Herkes bu transfere bitti gözüyle bakarken bir anda başka birşey konuşuyoruz. Uzun zamandır böyle birşey görmedik diyebilirim. Artık Trabzonspor - Eskişehirspor maçları çok daha farklı bir statüde.

Eskişehirspor açısından üzüldüm. Bir aydır bu transfer için uğraşıyorlardı, futbolcuyu Eskişehir'e getirdiler, daha dün sabah resmi sitelerinde futbolcunun fotoğraflarını yayınladılar. Ümit Karan'ın da bu ilk icraatı olacaktı aslında ama ne zaman Halil Altıntop, İstanbul yolunu tuttu ve Sadri Şener attığı ağla beraber Halil Altıntop'u yakaladı.

Trabzonspor açısından çok başarılı bir transfer. Nokta atışı dedikleri cinsten, özellikle de Umut Bulut ayrılığından sonra. Henrique ve Brozek'in ardına yerli bir santrafor almak zorundaydılar. Yerli anlamında zaten santrafor kıtlığı var, fazla bir şansın yok. Cenk Tosun'u istesen bu piyasada kesenin ağzını açmak zorundasın ve onun dışında da şampiyonluğa oynayabilecek bir takımın alabileceği yerli yok bu ülkede. Halil Altıntop, biraz da bu yüzden nokta atışı.

Halil Altıntop'un son seneleri iyi geçmedi. Özellikle de Frankfurt günleri. Kendi mevkisinden uzaklarda, sol kanat, 10 numara gibisinden izledik onu ve bununla da beraber hem performansı hem de gol oranı düşmüş oldu. Onun bu durumu kafaları karıştırıyor aslında, Halil Altıntop'u iyi bir transfer değilmiş gibi gösteriyor. Oysa bu adam kendi bölgesinde oynadığında en azından gol sayısı Umut Bulut'dan fazla olur, onun kaçırdıklarını bu atar ama Umut Bulut'un da yaratacağı ekstra etkiyi alamazsınız.

Dediğim gibi, Umut Bulut bir forvetten öte. Savunmayı başlatan adamdır, maç içerisinde sıklıkla pozisyon değiştirir, pasör özelliği de vardır ama bir forvetten sonuç olarak gol atmasını beklersiniz. Oluşan bu psikolojiyle de Umut Bulut'un devam etmesi zordu, ayrılığı bu yüzden hayırlı oldu. Halil Altıntop ismine bakarakta beklentilerin büyük olacağını söyleyelim. İlk defa Almanya dışına çıkacağından ilk zamanları zorlu geçecek, özellikle de Trabzon'un şartları onu çok zorlayacak. Şenol Güneş ise bu konuda her zaman olduğu gibi en büyük avantaj.

Gelelim Sadri Şener cephesine. Bu transferin ardından yine efsane sözleri var. ''İkiz futbolcuların birinin iyi, birinin kötü çıkma ihtimali yok." Yani diyebileceğim birşey yok, bundan 1-2 sene önce olsa espirili başkandır der geçerdim ama son 1 yılda yarattığı antipati inanılmaz. Selçuk İnan transferinin ardından etik dersi veren başkanın Halil Altıntop transferinden sonra nasıl bir yaklaşım içerisine gireceği merak konusu. Eskişehirspor bu transferi beklerken bir anda böyle bir u dönüşünün gerçekleşmesi çok can acıttı.

Benim için mesele yok, serbest piyasa sonuçta. Anlaşsaydın derler adama, neden İstanbul'a gitmesine izin verdin, sözleşme imzalamadın derler. Futbolcunun da sonuçta imkanları elinde ve istediği kulübe gidebilir. Ama sen Selçuk İnan konusunda dayanaksız sallıyorken böyle bir hamle yaparsan kutsal etik kitabı açılıyor ve tozlu sayfalarına yenisini ekler.

Halil Altıntop için hayırlı olsun ve bu kararı vermesinde de Trabzonspor'un Avrupa faktörünün büyük olduğunu düşünüyorum. İş şehirde bitiyorsa, Eskişehir'den güzel bir şehir az bu ülkede...

22 Haziran 2011 Çarşamba

Halil Altıntop Aslında Galatasaray'da

Radikal internet sayfası Galatasaray'a odaklanmış sanırım :)

En Sonunda Umut Bulut'un Toulouse Günleri Başlıyor

Bir süredir beklediğimiz transferdi. Umut Bulut'un artık Trabzonspor'da devam edemeyeceği açıktı aslında. Olay futboldan ziyade biraz psikolojiye dayandı. Hep derim, çok beğendiğim bir futbolcudur Umut Bulut. Diyoruz ya, Hakan Şükür'ün veliahtı şu bu diye. Her gördüğümüz uzun forvet oyuncu için o tanımı yapıyoruz, işte Umut Bulut'dur asıl veliaht.

Tabii bir de gol vuruşu olsa, ayaklar yere daha sağlam basabilse. Türkiye'nin Hakan Şükür'den sonra rakibe baskı yapan, savunmayı en önden başlatan başka bir forveti olmadı. Bu özellikler de elbette birer altın bilezik. Ama siz forvetten gol atmasını beklersiniz, Trabzonsporlular da bunu bekledi. Umut Bulut ise yaptıklarından ziyade kaçırdıklarıyla gündem oldu. Mesela geçen sezon puan kaybedilen maçlarda {Ankaragücü beraberliği gibi} çok basit kaçırdığı gollerden birini atabilse başka bir şampiyondan konuşuyor olacaktık.

100. gol baskısıydı, Güiza misali üzerine yapışan bu basit golleri kaçırma travmasıydı derken Umut Bulut'un yoluna Trabzonspor'da devam etmesi imkansızdı aslında. Biraz da bu güven meselesi aslında. Şenol Güneş kendisine çok güvendi, sürekli yabancı bir santrafor transferleri gerçekleşmesine rağmen ondan formayı almadı, önceliği ona tanıdı. Burada da Semih Şentürk misali kimse ona güvenemedi, bu takımın ilk santraforu Umut Bulut olmamalıydı denildi. Onun da bu ortamda kalması, başarılı olması zordu elbette.

Toulouse'a gitmesi doğru bir tercihtir bu yüzden. 3.5 milyon avro'da bonservisi. Ülke içerisinde transfer yaparken bonservis ücretlerinin ne kadar uçuk rakamlar olduğuna bir örnek daha. Yaş 28'e geldi ve artık birşeyleri kanıtlama zamanı. Orada da bu denli baskılar oluşmaz, taraftarlar Umut Bulut'un gol atmak dışında yaratacaklarına daha çok odaklanacaklardır ama şu gol atma psikolojisini orada yenmek zorunda.

Galatasaray ve Türk Futbolunun Başı Sağolsun

Tribün Dergi'den aldım bu fotoğrafı. Coşkun Özarı bir Galatasaray idmanındayken çekilmiş. Gerek Galatasaray gerekse Milli Takım için çok önemli bir futbol değeriydi. Galatasaray ve Türk futbolunun başı sağolsun...

Derya Büyükuncu ve Londra 2012

Olimpiyatlarda atletizmden sonra en çok madalya dağıtan spor yüzmedir. Ama bizler çoğu konuda olduğu gibi yüzme sporunda çağın çok gerisindeyiz. Nedenini ise bilmem, üç tarafımız denizlerle çevrili geyiklerine de girmemek lazım. Havuzda yapılıyor bu spor ama pahalı bir dal. Şartları da çok zor, belki de bu yüzdendir yıllardır yüzmede atılım yapmamamız.

Yine de spor konusunda atılımlar yapmak isteyen ülkemizin yüzme sporunda neden bu kadar geri kaldığı sorusuna cevap bulamayız. Alakamızın olmadığı bazı sporlarda bile emekleyebiliyoruz ama iş yüzmeye geldiğinde önemli şampiyonalarda final yüzebilen bir yüzücümüz bile yok.

Yüzme de deyince ülkemiz içerisinden aklımıza bir tek Derya Büyükuncu geliyor. O da son yıllarda tanınmaya başladı aslında. Yok Böyle Dans, Survivor derken herkesin konuşur olduğu bir isim oldu. Nihat Doğan karşısında gösterdiği sabrı takdir etmemiz derken inanılmaz bir popülarite elde etti. Oysa yıllardır Türkiye'yi yüzme sporunda neredeyse tek başına taşıyan adam. Alması gerekeni çok sonralarda aldı diyebilirim.

Bu Survivor olayı da aslında onun zedelenen imajı düzeltme adına atılan güzel bir adımdı. Yüzme Federasyonu'yla sıkıntılar yaşadı, maaşı kesildi derken imkan anlamında oldukça yıprandı. O konuda federasyon haklıydı aslında ama Derya Büyükuncu'yu da bu yola itenler utansın. Başka yapacağı birşey kalmayınca, o da geleceğini düşünmek zorunda. 35'e dayandı artık yaşı.

Bu ülkenin en büyük yüzücüsü hala o. Hayatında hiçbir dönem Michael Phelps olamadı elbet. Onu da geçtim herhangi bir olimpiyatta madalyası da yok ama 5 kere Olimpiyatlara katılmış bir yüzücüden bahsediyoruz. Şimdi de 6. için hazırlanıyor. Bugüne kadar da cebinden çok büyük paralar harcadı yoluna devam edebilmek adına, şimdi de harcayacak. Arkasında artık federasyon desteği de kalmadı, sanırım kulüpten de ayrıldı. Olimpiyat barajını geçecek mi bilmiyorum ama eğer 6. kez bunu başarması durumunda bir daha kırılması güç bir rekora imza atacak.

Bu yüzden de yok öyle başarısızdı, yok böyleydi gibisinden çamur atmanın alemi yok. Bu ülkenin şartları budur, yüzme konusunda San Marino ayarında bir ülkeyiz. Bugüne kadar hiçbir imkanı da yaratmadık, belki yeni yeni başlıyoruz bu konuya. Yıllarca da bu ülkeyi temsil etmiş Derya Büyükuncu'yu saygıyla anmamız lazım.

Yıllarca hem Türkiye'yi hem de Galatasaray'ı başarıyla temsil ettiğini düşünüyorum...

21 Haziran 2011 Salı

Biz Efes Pilsen'den Oyuncu Koparalım Derken

Geçtiğimiz sezonun başlangıcı yeni bir uyanıştı bizim adımıza. Oktay Mahmuti ismi zaten bir marka ve o başa getirildiyse hedefler büyük oluyor ama şartlar da göz önüne alınınca bunu en az 3 yıla yaymak gibi bir durum oluştu, hedefe yavaş yavaş gidilmeliydi. Ama ilk sezondan gelen BBL finali ise bu hedefleri sanki biraz daha hızlandırdı.

Yeni sponsor, maddi imkanların artması, Eurolegue'nin kapısına dayanılması derken iyi bir kadro kurmak hedefi vardı ve özellikle de Efes Pilsen'in yerlilerine göz diktik. Kerem Tunçeri, Kerem Gönlüm ve Ender Arslan gibi isimleri düşünüyorken, Ender Arslan'ı takıma getirdik ama asıl hedef olan Keremler yola Efes Pilsen'le devam ediyoru.

Efes Pilsen'in de durumu aslında her geçen sezon biraz daha zorlanıyor. Eskiden onlar kulüpler bazında Milli Takım gibiydiler, hepimiz potansiyeli bir Efes Pilsen'liydik aslında. Ama üç büyükler biraz daha palazlanınca, özellikle de Fenerbahçe hakimiyet kurmaya başladıkça Efes Pilsen büyük güç kaybetti. Bir de bunun üstüne Galatasaray daha aktif olmaya başladı, Beşiktaş'ın da hareketlenmesi derken taraftar da kaybettiler. Onlar güç kaybettikçe de daha pahalı transferler yapmaya başladılar, eldeki kalite isimleri tutmak adına çok daha fazla ücret ödemeye başladılar, Kerem Tunçeri örneğinde olduğu gibi.

Şimdi de Ermal Kuqo'yu bu güçlerini kullanarak transfer ettiler. Biz Efes Pilsen'den oyuncu koparalım derken onlar bizden kopardı. Aslında Ermal Kuqo'nun Oktay Mahmuti ile sorunları olmuştu diyorlar ama ben buna pek ihtimal vermiyorum. Ülke içerisinde geniş bir yerli rotasyonu yok ve alınabilecek kalitedeki yerliler belli. Bu yüzden de transfer yapmak zor ve eldeki yerlileri mutlaka tutmak zorundasınız. Bu açıdan Ermal transferiyle Efes Pilsen önemli bir iş yaptı, biz ise kan kaybettik.

Yeri telafi edilebilir tabii. Sağlam bir yabancı pivot alırsın, Cevher Özer'i getirdin zaten, Furkan Aldemir gündeminde derken o rotasyonu sağlarsın ama kafama takılan şey başka.

Final serisini izledik. Fenerbahçe'nin yanında bu işe Galatasaray da girince neler olduğunu. Harika bir seri izledik, her maçta full tribünler gördük ve uzun yıllardır da bir final serisinden bu denli keyif aldığımızı düşünmüyorum. Ermal'in de bu ortamı nasıl bıraktığını anlamıyorum. Para için büyük ihtimal, Efes Pilsen sevgisi aşırı olsa neden oradan ayrılıp Galatasaray'a geldin derler adama. Orada istediği süreleri de alamıyordu gerçi, geldi Galatasaray'a yeniden parlattı kendini ve geri döndü. Sanki bir sezon kiralık oynadı bizde ama o sürede gösterdiği katkı da çok iyiydi.

Açıklamaları ise felaket. Kendimi kanıtlamam gerekiyordu demesi. Daha kötüsü Galatasaray'ı küçük görmesi. Oysa bilmiyor, yarı finalde elenip bench'in derinliklerinde oturacağını. Asla bir zıplama tahtası değiliz, bunu da önümüzdeki sezon tekrar göreceğiz...

Ender Arslan Galatasaray'da

Milli Takım'ın da geniş bir guard rotasyonu yok. Kerem Tunçeri ve Ender Arslan geliyor akıllara. Kerem Tunçeri, bütün Avrupa'nın kabul ettiği kalitede bir guard ve oynadığı her takımda da farkını yaratır. Ender Arslan'ın ise durumu farklı. Asla birinci guard olabilecek bir konuma gelmedi ve işin kötüsü yıllar geçtikçe bench'in de derinliklerine doğru yol aldı. Son zamanlarda Efes Pilsen'de istediği süreleri aldığını söyleyemem, Semih Şentürk misali ona hiç güvenilmedi ve her zaman yabancı bir guard'ın arkasına düştü. İş Milli Takım'a geldiğinde ise elinden gelenin en iyisini yaptı ve takımın da en önemli kozlarından biri oldu.

Bu yüzden de takımdan ayrılmak en doğrusu. Yine şampiyonluğa oynayacak, daha fazla süreler alacağın bir takımda. Üstelik o takımın başında da Oktay Mahmuti varsa. Ender Arslan bana göre en doğru tercihi yaptı ve Galatasaray'ın yolunu tuttu. Daha fazla süreler alacağı kesin, Milli Takım'da gösterdiği hırsı, mücadeleyi burada da yakalar.

Tabii ince bir detay var. Eğer biz Ender Arslan'a güvenip, arkasında da Tutku Açık var diyerek yabancı bir guard almazsak işimiz iş. Mutlaka oraya çok iyi bir yabancı guard getirilmeli. Jerry Johnson acaba kalsa mı diyorum bazen, iki tane oyun kurmasını seven guard'ın yanına bir de skorer bir guard gibisinden. Ama onun da istikrarsız basketbolu beni düşündürüyor. Bu yüzden sağlam bir yabancı guard gelmeli ama Ender Arslan'ın da süreleri bundan asla etkilenmemeli.

Oktay Mahmuti'nin sevdiği bir tarz oyuncu değildir aslında Tutku Açık. Yine de geçtiğimiz sezon finale giden yolda katkısı büyüktü ve kendisini hocasına kanıtladı diye düşünüyorum. Ama Ender Arslan ve olası bir yabancı guard hamlesinin Tutku'yu Ender'in Efes Pilsen'de düştüğü duruma düşüreceğini düşünüyorum ama geniş bir kadro ve işin ucu Eurolegue'yse 12 kişilik kadronun 12 oyuncusunun da bu ayarda olması önemli.

Ender Arslan hamlesi hayırlı olsun. Uzun zamandır beklenilen hamleydi...

20 Haziran 2011 Pazartesi

Sınıf Atladık Atlamasına Ama Nevin Yanıt

Atletizmde ilerliyoruz, bu açık ve net. Geç başlayan hem de güç başlayan bir ilerleme oldu bu ama bir noktadan başlamak önemliydi. Şimdi ise atletizmin neredeyse her branşında öyle ya da böyle sporcularımız var, çoğu da güzel dereceler yapıyorlar. Bundan birkaç yıl sonra mutlaka çok daha iyi bir noktaya geleceğiz. Devşirme sporculara ne kadar karşı olsam da artık bu Dünya üzerinde bir gelenek haline geldiğine göre söyleyebilirimki genç ve kaliteli yabancı atletler ülkemize gelip, bizler adına yarışıyor. En önemlisi ise Süreyya Ayhan'dan bu yana pek görmediğimiz ülke içerisinden atlet çıkarabilme olayında da ilerledik.

Bütün bunların neticesi olarak zaten sınıf atladık. Avrupa Takımlar Atletizm Şampiyonası 1. Lig yarışlarını topladığı 329 puanla ilk sırada tamamlayarak Süper Lig'e yükseldik. Tabii bu arada çok sayıda Türkiye rekoru da geldi, bazı atletlerimizin durumunu da gördük ama bir isim beni şaşırttı.

Geçen sene Avrupa Şampiyonu olan bir Nevin Yanıt vardı, hatırlarsınız. O benim çok uzun zamandır takip ettiğim bir atletti. Bunun da sebebi sprint gibi bize çok uzak olan bir dalda olması ve kendi içimizden çıkan bir sporcu olmasıydı. Bu gurur daha da farklı oluyor tabii. Bekele'nin kazandığı Avrupa şampiyonluğuyla Nevin'inki bir değil.

Bir önceki sezon Avrupa Şampiyonluğu gelince, haliyle bu yıl çıta daha da yukarı çıktı. Kendisi de zaten çok iddialı olan bir atlet. Favori olmadığı, final koşmasının bile büyük başarı olacağı çoğu yarışta birinci olmak hedefim der. Zaten sürekli üzerine koyması, gelişim göstermesi çok büyük bir artı. Ama Dünya Şampiyonası öncesinde gelen dereceler hiç iyi değil. Avrupa Atletizm Takımlar yarışlarında gelen dereceler oldukça kötü Nevin Yanıt standartlarından çok uzaklarda.

Beklenti büyüdü, atletizmi çat pat takip edenler Nevin'den Dünya şampiyonluğu bekliyor olabilir ama onun adına final koşmasının büyük bir başarı olacağını sürekli vurguluyorum. Ama bu halde final bile hayal olarak sanki, durumu pek iyi değil. Belki de sezona yavaş başlamak istedi, tempo anlamında sonradan kendisini yukarıya taşıyacak olabilir. Bunu bekleyip görmek lazım diyorum. Tabii Diamond League gibi prestijli yarışlara katılması onun adına daha önemli. Mesela Bekele de kendi standartlarına göre iyi durumda sayılmaz ama onu Diamond League'de izleyebiliyoruz. Nevin de asıl rakipleriyle ne kadar çok yarışırsa onun adına iyi...

Durdurduk Viking Gemisini, Kaptanı İndirdik, İmzala Dedik

Hatırlıyorum bundan 2 gün öncesini. Atilla Abi'ye Ujfalusi geldi dediğimde nasıl burun kıvırdı. Şu an ise bu adamın en büyük fenomeni oldu diyebilirim, çünkü bu adam bizi hiçbirşey yapmasa bile imajıyla etkiledi. Ben zaten severim bu tip sert futbolcuları, benim de karakterimde var bu. Hırs ve mücadele yaşam biçimimiz olmuş bizim...

Futbolcunun maliyeti de açıklandı bu arada. Bonservis olarak 2 milyon avro ödenecek ve yıllık ücret olarakta 2.2 milyon avro. 2 yıllık sözleşme yapıldı. Bana sorarsanız 33 yaşında olan bir isim için ücret çok fazla. Bonservis ödemek ayrı, alacağı yıllık ücret ayrı. Umarım şu imajında yarattığı olumlu etkiyi futbolunda da yansıtır ve kısa vadeli de olsa savunmada sıkıntı yaşanmaz...

Erkeklerde Cevher Özer; Kadınlarda Epiphany Prince Galatasaray' da


Epiphany Prince adı uzun süredir geçiyordu ve oyuncunun gelmek istediği ancak Spartak Moskova' nın da Prince' i elinden kaçırmamak için uğraştığı biliniyordu. Cevher Özer ismi ise final serisinin bitmesinin ardından piyasaya düşmüş ve yerli pazarından istediğini alamayan Galatasaray' ın alternatiflerinden biri olarak adı geçmişti.

Epiphany Prince ile başlayalım: Guard adayları arasında Becky Hammon ile beraber o bölgenin en güçlü adayıydı. Biz blogumuzda yazdığımız yazılarda aldığı sürede maksimum katkıyı verecek ve oynamaktan çok oynatmayı düşünecek bir guard istediğimizi belirtmiştik. Bu nedenle benim ilk tercihim Becky Hammon' du. Çünkü ligde yabancı sınırlaması var bildiğiniz üzere. Bu neden Alba-Taurasi-Fowles-Tina varken guardın çok da fazla süre alabileceğini düşünmüyorum. Prince ise hem Spartak da hem de WNBA' de yaklaşık 35 dakika ortalamayla oynayan bir oyuncu. Bizim istediğimiz rolde oynamaya ne kadar sıcak bakacak şüpheliyim.

Euroleague' i düşündüğümüzde ise, Avrupa pasaportu olmasından dolayı çok önemli bir transfer. Ligde bulamadığı süreleri Avrupa' da fazlasıyla bulacağını düşünüyorum. Kağıt üzerinde baktığımızda bu takım Euroleague' in en büyük favorilerinden birisidir ancak işlerin bu kadar kolay olmadığını biliyoruz. Bu noktada koç Ceyhun Yıldızoğlu' na çok önemli görevler düşüyor. Şu kadroyla Euroleague Final Four' u bile yapabilir ancak Ocağı göremeden takımdan da ayrılabilir.

Kadınlara şimdilik nokta koyup, erkeklere gelirsek: Dün gece Ermal' in Efes ile anlaştığı haberi bomba gibi düştü. Galatasaray' da kariyerinin en iyi sezonlarından birini yaşayan Ermal Kurtoğlu, Oktay Hoca' dan gitmek için bizzat izin istemiş ve Oktay Hoca da kendisiyle birlikte olmayan adama beklenildiği gibi yol vermiş. Ermal takım için bir kayıp ancak kesinlikle yeri doldurulamayacak bir adım değil. Hani bu transferde kaybeden taraf Galatasaray değil de Ermal' dir bana göre.

Gidene güle güle dedikten sonra; yeni transferimiz Cevher' e de hoş geldin diyelim öncelikle. İlk parladığı günden bu yana Cevher' den her zaman daha fazlası beklendi ve beklenmekte de haklıydı. Çünkü uzun oyuncular için şutörlük çok önemli bir özelliktir. Ancak Cevher seneler içinde sadece şutör özelliklerini geliştirip diğer konularda sürekli geriye gitti bana kalırsa. Çok daha komple bir oyuncu olabilirdi ama şu an iyi şut atan sıradan bir uzun konumunda bana kalırsa. Ancak bu konuda Oktay Hoca' ya inanılmaz güveniyorum. Cevher' den çok çok önemli bir oyuncu yaratmasını umuyor ve bekliyorum.

Transfer gündemi çok yoğun. Furkan Aldemir ismi yüksek sesle söylenmeye başladı. Yabancı oyuncu konusunda bombalar olabileceği söyleniyor. Şimdilik yazımıza nokta koyalım; ilerleye günlerde hem erkeklerde hem kadınlarda daha detaylı yazılar yazarız.

TT Arena'nın İlk Golünü Atan Adam

Bazı isimler için herkes gider ama o kalır derim. En son Nezih Ali Baloğlu devrimi gerçekleşti. Şimdi ise aynı durum Servet Çetin için mi geçerli diyoruz?

Servet Çetin konusu ilginç aslında. İkiye bölünmüşlük var çünkü. Kimi Servet Çetin'in arkasında durur, hakkını verir. Kimi ise kendisini hiç sevmez, gittiği gün kurban keser. Çünkü Servet çok iyi olan imajını sürekli profesyonel futbolcuyum vurgusuyla, Rijkaard döneminde yaptıklarıyla çöpün içine attı.

Oysa Servet Çetin sevilirdi. İnsanlar, oynadıkları takımın taraftarı olan futbolcuları severler ama Servet'in bu profesyonelimsi düşüncesi hoşumuza gidiyordu. Formanın da hakkını veriyordu, doğru bir futbolcu izlemini vardı. İşte, Marsilya'ya transferi o dönem gerçekleşseydi efsane gibi de ayrılacaktı. 8 milyon avro bonservis, dile kolay. Hangi Türk futbolcusu, Türkiye'den doğru böyle bir bonservisle transfer oldu ki?

Servet Çetin olacaktı işte ama kısmet. Marsilya başkanı zamansız öldü.

Sonraki dönemde ise Rijkaard'la uyuşamadılar, Hagi geldi onunla birlikte takım Osmanlının gerileme döneminden yıkılma dönemine geçişi misali bir tablo yaşıdı, Bülent Ünder de dağılışın resmiydi derken bugün yeni bir yapı kurmaya çalışıyoruz.

Bu yeni düzenin içerisinde ise Servet Çetin yine değişilmez parça olacak. Bazen pek sevmediğimiz isimlere katlanmak zorunda kalabiliriz, kabul edelim ki şu aşamada Servet Çetin de vazgeçilmez bir futbolcu. Hem bizim için, hem de Milli Takım adına. Yerli stoper kıtlığı içerisinde yine de en istikrarlı olan o, oynadığında da öyle ya da böyle katkı veren isim o. Şunu da biliyorum ama, bu Servet Çetin artık Galatasaray'dan başka bir yere gidemez. Avrupa falan unutsun artık, burada biter onun olayı. Tabii bir gün sözleşmesi biter ve dört büyüklerden biriyle anlaştığını duyarız, buna da şaşırmam.

Son olarak bunu ekleyeyim, Terim ismini duyunca bazı yerlilerin performansını arttıracağı sonucu ortaya çıkıyor. Bunların da başında Servet Çetin geliyor haliyle.

Baktım da Servet Çetin'in bu 5. sezonu olacak Galatasaray'la. Bu süreçte de birçok partneri olmuş ama onun yeri asla değişmemiş. Dün twitterda da bir araştırma yaptım, arkadaşlar beni sağolsunlar daha da aydınlattılar.

Song, Bouzid, Emre Güngör, Emre Aşık, Meira, Semih Kaya, Lorik Cana, Ali Turan, Hakan Balta, Mehmet Topal, Gökhan Zan, Harry Kewell ve Neill bu takımda stoper olarak forma giydi. Şimdi de Ujfalusi...

19 Haziran 2011 Pazar

Dünya Basketbolundaki Devşirme Aşkı

Kafadan şununla başlayayım. Devşirme sporcu olayına karşıyım, özellikle de takım sporlarında. Ama basketbol bu konuda almış yürümüş, başka bir Milli Takım forması giysen bile bir diğer Milli Takım forması da giyebiliyorsun. Hatta devşirme basketbolcular üzerinde de aynı bir kontenjan da var sanki.

Durum da böyle olunca yapacak birşey kalmıyor. Dünya ikincisi bir kadron olsa bile bu tip isimlere yer açabiliyorsun ve bir terslik çıkmazsa Emir Preldzic, Türkiye formasını giyecek. Tanjeviç'in bize sunduğu bir isim, bugünlerde 23 yaşında ve gösterdiği gelişim de inanılmaz. Şunu da söyleyebilirim, Hidayet Türkoğlu'ndan bu yana böylesine bir tarzı olan başka bir oyuncumuz yok.

Hidayet'in en önemli artısı o uzun boyuna rağmen birçok pozisyonda oynayabilmesi ve çok üstün olan pas sezgisi. Oyun kurucu olarak rahatlıkla oynayabiliyor ve ellerin titrediği anlarda da kendisi sahneye çıkıyor. Milli Takım'ın ise bir eksiği şuydu. Hidayet sahada olmadığında onun görevini üstlenebilecek başka bir isim. Uzun rotasyonu veya oyun kurucu anlamında sıkıntımız yok aslında, tek sıkıntı dış skorer anlamında yaşanıyor. Emir ise hem bu skor ihtiyacına yönelik, hem de Hidayet'in olmadığı anlarda sahneye çıkabilecek, tepeden kuracağı oyunlarla hücumlara farklı varyasyonlar katacak bir isim. Bu açıdan büyük yarar sağlayacağını düşünüyorum. Final serisine de baktığımızda büyük fark yarattığını gördük zaten tarzıyla.

Asıl mesele ise farklı tabii. Sürekli aynı konular açılır. Bu kadar büyük bir ülkede neden devşirme sporcuya ihtiyaç duyuyoruz. Her sporda durum böyle ama bu trende de kapılmaktan başka bir yol yok gibi sanki. Devşirme sporculara ne kadar karşı olsam da eğer bir yabancı takıma katılacaksa bu Emir Preldzic olsun diyorum. Altyapısını burada almasa da basketbol gelişimini bu ülkede sağladı ve uzun yıllar boyunca da buralarda kalacak gibi.
 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir