31 Ağustos 2011 Çarşamba

12 Dev Adam "Farklı" Başladı


12 Dev Adam Eurobasket 2011' de ilk maçında zayıf rakibi Portekiz' e karşı farklı bir galibiyet aldı. Sahadan 79-56 galibiyet ile ayrılan milli takımımızda skordan ziyade performansı soru işareti olan Enes, Emir ve Ersan' ın güzel oyunu turnuvanın ilerisi için umutlarımızı artırdı.

İlk periyot kendi oyunumuzu tam olarak sahaya yansıtamadık ve başa baş geçen bir çeyrek izledik. İkinci periyotun başından itibaren benchten gelen Enes ve Emir' in hücumda iyi katkı vermesi ve takım olarak savunmamızın istediğimiz seviyeye çıkması ile farkı yavaş yavaş yukarıya çektik. Bu andan itibaren fark sürekli açıldı ve millilerimiz zorlanmadan ilk galibiyetine ulaştı.

Yazının girişinde belirttiğimiz gibi bazı oyuncuların performansları hakkında şüphelerimiz vardı. Pek de iyi bir hazırlık dönemi geçirmeyen Ersan, 1,5 sezondur basketbol oynayamayan ama yeteneklerinden hiç şüphe duymadığımız Enes ve de ilk defa Milli forma ile bir turnuva geçiren Emir... Ancak üç oyuncumuzda turnuvaya çok iyi başladı ve şimdilik şüphelerimizden kurtulmamıza neden oldu.

İlk maçı Portekiz ile oynamamız bence çok büyük bir avantajdı. Pek iyi bir hazırlık dönemi geçirmediğimizi ve yeni yeni formumuzu bulmaya başladığımızı düşünürsek, turnuvaya nispeten kolay takımlarla maç yaparak başlamak büyük bir avantaj ve biz de bu avantajı çok iyi kullanarak henüz ilk maçta rakiplerimize gerekli mesajları verdik diye düşünüyorum. Turnuvaya çok zayıf bir takımla gelen Polonya' ya karşı, müthiş bir kadroyla mücadele eden İspanya' nın son topa kadar galibiyeti garantileyemediğini düşündüğümüzde milli takımımızın aldığı skorun önemini bir kez daha anlayabiliyoruz.

Millilerimizin sıradaki rakibi Büyük Britanya. Turnuvaya Ben Gordon ve Peps Mensah Bonsu gibi yıldızlarından yoksun gelen Büyük Britanya bizim seviyemizde bir takım değil kesinlikle. Millilerimiz gerekeni yapıp, bir sürprize mahal vermeden ikinci galibiyetlerini alacaklardır. Bu maç için tekrar tebrik ediyoruz ve yarınki maçta başarılar diliyoruz.

28 Ağustos 2011 Pazar

Real Zaragoza 0-6 Real Madrid, 105 ve 40 Kilit Rakamlar

La Liga'da oluşan uçurum büyük. Barcelona ve Real Madrid, devamı ise diğeri. Bu iki takım yine tek tük puan kayıpları yaşar, birbirleriyle oynadıkları maçlar da şampiyonu tayin eder. Bu durum da sürekli böyle devam ettiği sürece ligdeki makas bir o kadar daha büyür. Çünkü mücadeleden falan bahsederdik eskiden, bu takımların zorlandıklarını görürdük. Zaragoza karşısında izlediğimiz Real Madrid'in elini kolunu sallayarak aldığı 6-0'lık bir galibiyet var, bu skor 10-0 da olurdu. Kaleci Roberto'nun 12 kurtarışı var, Real Madrid'in ise 30'un üstünde şutu. 6-0'lık bir maçta 6 gol yiyen kaleci için iyi maç çıkardı diyemezsiniz normalde ama bu maçta durum başka.

Zaragoza'nın mücadele gücünden, dayanıklılığından bahsetmek zor. Maçın başında işi Ronaldo'yu marke edelim, gerisi Allah kerim şeklinde götürmek istediler ama 28. dakikada maç 2-0'a gelince ve bu gollerden birini de Ronaldo atınca bütün planlar bozuldu. 2-0'dan sonra da zaten Zaragoza için çöküşün resmini izledik. Real Madrid'in Benzema arkası ileri üçlüsünün hareketli, paslı ve dikine futbolu ve Zaragoza'nın bu hücumlar karşısındaki sıfır etkisi.

Benzema bu takım adına çok yararlı bir futbolcu aslında, Mourinho da böyle düşünüyor. Forvet oynattığınız bir futbolcudan gol atmasını beklersiniz ama bu takımın gol yükü Ronaldo üzerinde. Benzema ise işin arka üçlüyü besleme, ön alanda pres ve arka üçlünün içerisine karışıp dörtlü bir hücum kombinasyonu yaratma departmanında. Yine işini mükemmel yaptı, ona kağıt üzerinde çizilen görevini uyguladı ama gol vuruşu olmalı bir forvette. Zaragoza karşısında bunu telafi edersiniz, çünkü zaten rakip sahada oynuyorsunuz oyunu. Ama yarın öbür gün güçlü bir ekip karşısında Benzema'nın kaçırdığı bu goller aranır, o goller de kaçtıkça Benzema'ya duyulan güven sıfıra iner, bu iyi özellikleri de bir tarafa itilir. Zaragoza karşısında kaçırdığı net 3-4 pozisyon var.

Diğer bir durum da Mourinho'nun Khedira'yı yemesi, bizlere Nuri Şahin'i neden transfer ettiğini göstermesi. Xabi Alonso, pasör anlamda orta sahada yalnız kalıyor ve bu durum da yine önemli maçlarda sıkıntı doğurabilir. Nuri Şahin gibi bir futbolcunun Xabi'nin yanında oynaması orta saha açısından müthiş bir hücum gücü demek, öndeki dörtlü adına da yeni gol fırsatları anlamına gelir. Coentrao sanırım Nuri dönene kadar orta sahadaki partner olacak, Fatih Terim'in orta sahada Sabri'den beklediğini Mourinho, Coentrao'dan almış gibi görünüyor. Mücadelesi, patlayıcı yönü ve sürati Coentrao'nun ekstrası ama oradaki ihtiyaç Nuri Şahin gibi kontrollü ve teknik bir isim.

Bunun dışında Kaka bir de. Onun adına ekstra bir yazı yazacağım ama şunu söyleyeyim. Ben olsam Di Maria yerine onu kazanma yoluna giderim. Di Maria'nın da sayacağım birçok ekstra yönü olmasına rağmen Benzema misali yaptığı hatalar daha önemli maçlarda sıkıntı olabilir. Oysa Kaka'yı tartışmam bile, kazanılmış bir Kaka Los Galaktikos'un içeriden gelen hamlesi olur. Bu maçta da sonradan girdi ve 1 gol, 1 asist. Gerçi iş işten geçmişti, o da var. Mourinho'nun Kaka üzerindeki planlarını çok merak ediyorum.

Maç yazısı gibi olmadı farkındayım, iyi günündeki Real Madrid'in eksiklerini konuştum sanki ama iyi olanlar zaten iyi bu takımda. Ronaldo'daki görüntü 40 golü geçeceği yönünde, Mesut Özil'deki görüntü geçen sezonun da üstüne koyacağı yönünde, Real Madrid'deki görüntü de 105 golü geçeceği yönünde. Hücumdaki organizasyonlar yine mükemmel, makine düzeni misali herkes ne yapacağını biliyor ve oyun kurucu Mesut Özil, skorer Ronaldo eşliğinde bu tip maçları rahatlıkla kazanıyorlar. Asıl mesela Barcelona karşısında olacak tabii, La Liga'daki makas iyiden iyiye açıldı. Barcelona da bu tip maçları çok oynar, 5-6 golleri çok görür.

Atletico Madrid'in Huzurlarında Arda Turan

Maçı değil ama Arda Turan'ın olduğu dakikaları izledim. Dünya Atletizm Şampiyonası'na çakıştı maç, bundan sonraki süreçte Arda'nın maçlarını kaçırmamayı düşünüyorum. Tabii ilk heyecan, daha yeni henüz. Hem takıma hem de ortama alışma devresinde, bu yüzden henüz ilk maçtan değerlendirmek olmaz. Yine de şunları söyleyebiliriz, Arda bu takımda fark yaratacak gibi. Falcao'nun da katılımı Reyes'in hükümdarlığını bitirir ve önünde de daha etkin bir santraforla beraber Arda'nın çabaları boşa gitmez. Bu maçta sol kanattan ziyade merkeze yakın ve daha çok sağ kanada kat ederek oynadı, hücumun her mevkisinin futbolcusu tabii ama Arda'yı solda izlemek en keyiflisi. Ama Arda'nın transferi olduğunda ondan sağ kanatta oynamayı seviyor gibisinden bahsediyorlardı, benim de tahminim daha merkezi bir rolü olacak, sağa yakın tabii. Bu da farklı bir alışma evresini daha beraberinde getirecek. Yolun açık olsun Arda, potansiyel olarak Atletico Madrid taraftarı yaptın bizi...

Usain Bolt da Bu Günleri Görür

Usain Bolt'un rakibi yine kendisi. İstediği her yarışta rekor kırabilecek, haliyle de rahat kazanma potansiyeli yüksek bir atlet. Ama son 2 yılı sıkıntılı geçiyor, geçen yıl sakatlıklarla geçti mesela. Bir önceki sezon şampiyona olmaması avantajıydı tabii. Bu yıl ise hedef rekor kırmaktan öte Dünya şampiyonu apoleti korumaktı. Tyson Gay, Asafa Powell ve Mullings'in de olmaması avantajınaydı ama atletizm böyle birşey. Özellikle de sprint yarışları. Hatalı çıkış affetmiyor, 110 engellide engele takılmak misali fodeparın geri dönüşü yok, Bolt olsanız bile. Tabii Bolt kudreti bu kuralı değiştirir ama adaletsizliğin de altını çizmeli. Ohuruogu, 400 de fodepar yapınca bu kural kimsenin aklına gelmez ama Bolt kudreti inanın çok başka.

Biz kazanan üzerinden gidelim. Jamaikalı Johan Blake, 100 metrenin kazananı oldu. Tarihin de en genç 100 metre şampiyonu. Onun da özelliği şu, eğer Asafa Powell'ın sakatlığı olmasaydı ve burada yerini alsaydı Johan Blake olmayacaktı. Onun sakatlığı sonrasında kadroya alındı ve 100 metre altınını da kazanmış oldu. Jamaika böyle bir sprint kültürü işte, kadroya giremeyenin bile 100 metre altını kazanacak potansiyeli fazlasıyla var. Walter Dix ikinci ama asıl kazanan Kim Collins galiba. O da tarihin en yaşlı 100 metre finali koşan atleti olmasının yanında, en yaşlı madalya kazanan ismi de oldu. Sprint yarışlarında yaş önemli, mesela uzun mesafe yarışlarında yaş büyüdükçe şarap kıvamı oluşuyor. Tecrübe orada mühim ama sprint yarışlarında yaş olayı büyüdükçe sizin de kıvamınız o kadar düşüyor.

9.93 de oldukça düşük bir derece oldu, Bolt ve Tyson Gay düellolarında Tyson Gay'in ikinci olmasına rağmen 9.70'in altına inen derecesinin ardından. Bolt'dan da beklentim 9.80 civarında bir dereceyle kazanmasıydı.

100 metre adına son olarak söyleyebileceğim ise, Bolt'un Olimpiyatlara intikam için geleceği. Bu yıl ondan rekor beklemiyordum ama Londra'da rekor kaçınılmaz. Umarım bu fodepar olayı 200 metre performansını etkilemez, kafa olarak geriye düştüğünü düşünüyorum malesef.

Asıl mücadele ise erkekler 10bin finalindeydi. Son zamanların en iyi 10bin yarışı diyebilirim hatta. Orada da Bekele'nin dönüşüne sevinirken, acaba üst üste 5. şampiyonluğuna ulaşıp bir ilk gerçekleştirebilir mi derken yine bir Etiyopyalı olan İrahim Jelian destanını izledik. Bu sene pek piyasada olmamasına rağmen Jelian bir anda kendini hatırlattı, 10bin benimdir mesajını verdi. Özellikle de son 100 sprintinin ardından. İkinci olan Farah'ın son 400 sprinti inanılmazdı. Harika bir tempo yakaladı ve bu tempo da Bekele'yi saf dışı bıraktı aslında. Onun da planları tamamen bunun üzerineydi, Bekele'yi geçmeye kurgulamış kendini ama kimse Jelian'ın o sprinti yapıp Farah'ı geçeceğini tahmin etmedi. Farah'ın son 50'de nefesi kesildi diyelim, Jelian müthiş bir iş başardı.

Kadınlar 400'de de sürpriz kokan hareketler vardı bir bakıma. Sanya Richards'ın zorlandığını ve son anda q olarak finale kaldığını görüyoruz. A.Felix'le beraber double yaparlar diyordum ama Sanya'nın verdiği ışık hiç iyi değil. Kadınlar disk atmada ise 66.52'lik derecesiyle Çinli Yanfeng Li altını aldı. Bunu da eklemek lazım.

Ve gelelim bizim atletlere. Karin Melis Mey'den başlayalım, uzun atlamada final yarıştı çünkü. O da zorlandı tabii, yarı finallerde nedense zorlanan ama finalde açılan bir atlet. Dünya 3. apoletiyle geldiği Daegu'dan 8. olarak ayrıldı. Derecesi ise 6.44 . Genel olarak baktığımızda Rittany Reese 6.82 ile altını aldı. Melis Mey'in ise 6.80 atladığı günleri biliyoruz. 7 metrenin hatta 6.90'ın altında biten bir kadınlar uzun atlama da oldukça düşük bir seviyede geçmiş oluyor. Melis Mey'in bu açıdan bakarsak madalya şansı vardı ama bu yılı zaten kötü geçiriyor, yine de bu yıl en iyi seviyesini Daegu'da görmüş oldu. Olimpiyatlarda kendisini daha hazır görebiliriz, final yarışma istikrarı olan ve madalya potansiyelli bir atletimiz kendisi.

1500 de ise Süreyya Ayhan etkisi görüyoruz sanki. Aslı Çakır ve Tuğba Karakaya 1500'de yarı finale yükseldiler ve büyük iş başardılar. Final koşmaları zor görünüyor ama genç atletler, uzun vadede büyük gelecekleri var. Aslı Çakır'ın derecesi 4.08.05, Tuğba Karakaya ise 4.10.38 koştu.

Nuri Şahin'siz 1.5 Ay Daha

Nuri Şahin adına hepimiz heyecanlandık, yıktığı tabulardan, açtığı yollara kadar birçok konudan bahsettik. Onun Real Madrid'e gidişi, bir transferden öte bir durumdu. Yani gelecek adına farklı bir senaryoyu beraberinde getirdi. Mourinho'nun da Nuri Şahin ısrarı önemliydi ama sakatlık belası işte. Şanssızlıklar peşi sıra geliyor. Nuri Şahin, Dortmund'da da son dönemini sakat geçirmişti ama araya yaz tatilinin girmiş olması bu sakatlığının daha kolay geçmesinin yolunu açtı. Tabii bu süreçte sezon başında oynanan tüm hazırlık maçlarını kaçırdı, Mourinho onu ısrarla sakladı, tamamen iyi duruma gelmesini istedi ama yeni bir sakatlık daha hortladı.

1.5 ay daha Nuri Şahin, Real Madrid formasını giyemeyecek. Mourinho'nun da sistemi önemli bir darbe aldı tabii, 1.5 ay daha Khedira ile yola devam edilecek. Oysa planlar arasında, 4-2-3-1'in orta sahasını Xabi Alonso ile Nuri'ye bırakmak vardı ama bu en az 1.5 ay daha gerçekleşmeyecek. Sezona iyi başlamak, kendini kabul ettirmek önemliydi oysa. Genç olması avantajı ama bu süreçte onun önüne geçebilecek ekstra bir futbolcunun çıkması durumunda da Nuri Şahin'in forma şansı zora giriyor.

Hamit Altıntop da aynı sorunu yaşadı gerçi, Real Madrid'e gitmesi büyük sürpriz oldu ama o da sakat gitti, hala da sakat, işi de zor yani. Forma şansı bulamaz diyoruz ve şimdiden ligin devre arası transfer dönemi için ''acaba Hamit'i kiralar mıyız'' rüyasına da yatmış durumdayız. Ayrıca Mourinho yeni sezon adına oluşturulan transfer gündeminin şifresini de vermiş. Gago, Drenthe ve Pedro Leon'un planlarında olmadığını, Diarra'nın gitmesini istemediğini söyledi. Diarra'yı da yedek bırakmak zor tabii, çok değerli bir ön libero. Fark yaratan isimlerdendi ama oynamak istemesi de bir o kadar doğal ve 10 numara da Özil'e kalmış oldu böylece.

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Kenya'nın Atletizm Tarihine Attığı Altın Adımlar

Daegu’da Dünya Atletizm Şampiyonası başlamış bulunmakta ve atletizmi 100 metre ve Usain Bolt üzerinden götürmeden takip etmesi en güzeli. Gerçi Daegu ile saat farkından ötürü sabah seansını kaçırıyorum ama asıl mönü akşam seansında olduğundan fazla bir kaybımız yok.

Türk atletlerle başlayalım. Binnaz Uslu'yla mesela. Çünkü başardığı iş çok önemli. 3000 su engelli yarışında finale kaldı. İşin güzel ise şu. Biz uzun mesafelerde devşirme atletlere yöneliriz genellikle, Elvan'dı Bekele'ydi gider bu liste. Binnaz Uslu ise bizim kendi içimizden çıkardığı bir isim ve geleceği oldukça parlak. Finale kalması bu açıdan büyük başarı, ayrıca Türkiye rekorunu da kırdığını eklemek gerek. Finalde bu rekorun üzerine biraz daha koyabilir, umarım gelecek adına bizler için madalya umudu yaratır. Kazanmak, kaybetmek değil mesele. Mümkün olan her branşta en azından final koşabilen atletler yaratmalıyız.

400 metrede ise Pınar Saka, şanssız bir şekilde elendi. Saliselerin oynadığı sıralamada 25. oldu ve yarı finalin dışında kaldı. O da Binnaz Uslu gibi 85 jenerasyonundan yetiştirdiğimiz bir atlet ve geleceğinin parlak olduğunu düşünüyorum. Bu iki atletimiz günün kazananı oldu bana göre, Karin Melis Mey'i de buna eklesek mi bilemedim. Kadınlar uzun atlamada finale kalmasına rağmen Pınar Saka'ya uğramayan şans Melis Mey'e uğradı ve iyi derecelerin çıkmadığı bir uzun atlama yarı finalinde finale kalmayı başardı. Kendisi son Dünya 3.'sü ama bunu koruması çok zor. Bu yıl onun adına iyi geçmiyor, ama son Dünya Şampiyonası'nda da yarı finalde zorlandığını ve finalde bir anda toparladığını es geçmeyelim. Belki diyoruz yine de, en azından finali görmesi güzel.

Günün değil, her şampiyonanın kaybedeni ise Eşref Apak. 2004 Atina Olimpiyatlarında kazandığı bronz madalyanın ardından her şampiyonada daha da üzerine koymasını beklediğimiz ve madalya umudumuz olan Eşref Apak'ın madalyayı geçtim finalde yarıştığını pek göremiyoruz. Hatırlıyorum, ilk zamanlanlarında zor imkanlarda çalışıyordu ve oradan gelerek bronz madalya sahibi olmuştu. Bu durum da o madalyayı o kadar değerlendirdi ama bundan sonraki süreçte en iyi antrenörlerle çalışmasına, imkanlarının da gelişmesine rağmen istenilen düzeyden çok uzak. Şampiyonalar dışında 75 ile 80 metre arasındaki derecelerine şahit oluyoruz aslında ama farklı bir durum mu var bilmiyorum, şampiyonalarda 70 metreyi göremiyor ve yarı finalde eleniyor. Bundan sonraki yıllar da o eski günlere dönüş zor gibi, farklı sorunları olduğunu düşünüyorum.

Kenya ilk günün kazananı oldu. Kadınlar maratonda da madalyaları süpürdüler, kadınlar 10 bin finalinde de. Bu da Etiyopya ile giriştikleri ezeli rekabette onlara atılan önemli bir tokat, ondan da öte atletizm tarihine atılmış altın adımlar. Cheruiyot, 30:48.98 ile kazandı ve kariyer rekorunu da kırmış oldu.

100 metre ise malumunuz, önden sunulan bir special gibi 2. günde finali yarışılır. Usain Bolt her zaman olduğu gibi uçuyor, sakatlık izlerini de atmış ama rakibi yok. Tyson Gay ve Powell'sız bir 100 metre sunileşmeye yüz tutmuş. Gatlin'i görmek güzeldi, Lemaitre de formda gibi. Bunun dışında ilgimi çeken tek şey, Powell'ın yerine Jamaika kadrosuna alınan
Yohan Blake'in Bolt'un ardından en iyi 2. dereceyi yapması ve yarı finale yükselişi. Son metreleri yürüyerek alınan dereceler bu tabii, Yohan Blake finali de görecektir. Ama Powell olsaydı Dünya Şampiyonasında yer alamayacaktı, işte Jamaika böyle bir ekol.

Sanya Richards-Ross'a da selam söyleyelim, onun dönüşünü görmek güzel. ABD'nin iyice sarsılmaya başladığı atletizm'de ABD'nin en büyük umutlarından biri. Allyson Felix ile beraber 400 metre kadınlarda altını arayacaklar, Jamaikalı atletler Shericka Williams ve Novlene Williams-Mills izin verirse tabii. Amantle Montsho'u da unutmayalım. Serilerde 51 saniyenin altına inen tek atlet oldu...

Volkan Şen & Trabzonspor

Uygulanan yabancı kontenjanı ve gerektiğinden fazla değerlenen yerliler. 1'e piyasası olanın 3'e ya da 4'e gidebildiği bir ekonomik ortam. Dolayısıyla da Anadolu takımları bu durumu iyi kullanıyor ve futbolcu transferlerinden önemli rakamlar elde edebiliyorlar. Bir de bunu şampiyonluk sosuyla harmanladığında eldeki futbolcunun piyasasını tahmin bile edemiyorsun. Futbolcuyu satmama lüksü yaratıp eldeki değeri çok daha kıymetlendirebiliyorsun. Ama atlanmaması gereken bir nokta var. Günü geldiğinde o futbolcuyu satmak zorundasın, zirveyi gördüğünde. O zirveyi aşıp dağın öteki tarafına geçtiğinde futbolcunun piyasası giderek aşağı düşüyor ve ne sen kazanıyorsun, ne de futbolcunun istediği oluyor.

Bursaspor'un atladığı nokta bu oldu. Volkan Şen'i gününde satmadılar, onun zirveyi gördüğü zaman. Aksine ''biz şampiyon takımız, futbolcu satmama lüksü elimizde'' diyerek farklı bir politika izlediler ama düşündükleri olmadı. Bir önceki sezon {ülke içerisinde bir transferde} 7-8 milyon avro'ları yakalayabilecek bir futbolcudan 3.6 milyon avro kazanmayı göze alıyorsunuz. Doğru anda böyle bir transferin gerçekleşmemesi ve Bursaspor'un istediği değişim sonucunda bu futbolcuyu gözden çıkarması bu ortamı oluşturdu.

Bursaspor adına doğru bir hareket oldu ama. Sürekli Volkan Şen ve Sercan Yıldırım gündemiyle uğraşmaktan önlerine bakamıyorlardı, bu futbolcuları kullanma zorunluluğu varmış gibi eldeki daha iyi imkanları kullanamıyorlardı. Şimdi önleri açık, kafalar rahat ve sorunlar da en azından bir süreliğine ortadan kalkmış gibi. En azından Anderlecht maçındaki mücadele bizlere bunu gösteriyor. Değişim şarttı ve daha doğrusu Bursaspor'un kudreti gidenlerin yerini doldurmaya fazlasıyla yeter.

Trabzonspor açısından bakarsak güzel transfer. Ülke piyasasının altında, ülke piyasasının kalbur üstü yeteneklerinden birini kadroya kattılar. Sorunlu futbolcu etiketiyle geliyor tabii ama Şenol Güneş faktörü burada devreye girer. Volkan Şen'i istemişse vardır bildiği, belki de Burak Yılmaz misali birşeyler görmüştür. Gücü azalmaya başlayan yerli rotasyonuna doğru bir parça eklediler bana göre. Artı olarak Volkan Şen'in Şampiyonlar Ligi tecrübesi yabana atılmamalı, bir sene de olsa o ligde mücadele etti, mutlaka birşeyler kazanmıştır. Şenol Güneş nasıl bir sistem yaratır ve o sistemin içerisinde Volkan Şen'in yeri ne olur bilemiyorum, bunu zaman gösterir. Şampiyonlar Ligi'ne katılımın ardından gerçekleşecek önemli transferler olacak çünkü...

Kurulmaya Başlamış Düzen Üzerine, Yeni Düzen İnşası

Geçen sezondan kalan tek yabancı Milan Baros. Onun da geçmişi daha derin tabii, onu mevcut yabancı futbolcular gibi değerlendirmek istemiyorum aslında. Ama geçen sezonla bu sezonu kıyaslayınca da herkesin gittiğini görüyoruz ve o herkes dediğimiz futbolcuların yüzde 99'unda da Adnan Sezgin imzası var. Bu da Adnan Sezgin'in büyük başarısızlık hanesinin içerisindeki küçük bir sıfır aslında. Yine de giden isimler içerisinde Culio ve Pino tuttuğum futbolculardı. Fark yaratmaksa mevzu bi Eboue, Selçuk İnan veya Muslera durumu yoktu elbette ama Culio önemli bir isimdi, Pino ise geleceğe dönük güzel bir potansiyel.

Aslında Adnan Sezgin'in Samsunspor'a gittiğini öğrendiğimde belki Pino'yu aldırır dedim ama olmadı. Belki de oradaki kariyerindeki tek olumlu işi yapmış olacaktı. Mustafa Sarp'ın transferi konuşulmaya başlandı aslında Adnan Sezgin izlerini görmeye başlıyoruz. 5 Eylül'e kadar olan süre içerisinde ondan takıma transfer kazandırması bekleniyor, yeni kurulmaya başlamış bir düzenin üzerine farklı bir düzen daha ekleyecekler. Bu da istikrarı tetikler, İsa Turan'ın ayrılığı bu açıdan iyi olmadı diyebilirim. Bakalım Adnan Sezgin & Petkoviç uyumu nasıl olacak. Ve asıl merak ettiğim, Adnan Sezgin'in Samsun'a kan uyumu tabii.

Bugün her 100 Galatasaraylının 100'ü de Adnan Sezgin'i sevmez, beğenmez. Çünkü başarısız adam, artı olarak geçmişi kirli. Fetret dönemi misali bir sürecin içerisinden geçtik, Adnan Polat dönemi için büyük başarısızlıklarla dolu diyorsak bunun yarı payı da Adnan Sezgin'e. Futbolun yönetiminin bir ayağı da ondaydı sonuçta. İşte, Samsunspor böyle başarısız bir ismi getirdi. Tabii başka şeyler düşünüyor olabilirler, kafalarda farklı bir yapılanma vardır belki. Bunu bilemiyorum ama Süleyman Hurma efekti bekleniyorsa daha çok beklenir. Galatasaray adına kaçırdığı isimleri saymama gerek yok, çok ucuza büyük potansiyelleri kaçırdık durduk. Samsunspor için de beklenen bu olmalı, ucuza büyük potansiyelleri takımda görmek. Oysa Adnan Sezgin'in son yılları büyük paralarla oynamakla geçti, Anadolu'nun kokusunu çoktan unuttu bana göre.

İstanbulspor ve Şekerspor'da geçirdiği yıllar da, Galatasaray'da geçirdiği yıllar da sürekli eğri bir halde. Samsunspor yeni bir başlangıç gibi görünüyor, bakalım neler olacak. Dediğim gibi, yapılan açıklamalarda da ondan ucuz, potansiyelli futbolcu transferleri bekleniyor. Petkoviç'le de girilen süreçte ona katkı sağlaması esas hedef. Ama durum farklı, zaten kurulmaya başlamış bir yapı üzerine farklı bir yapı inşası başladı. Petkoviç'in olası kötü sonuçlarda artık kredisi de kalmadı, sonuçta Adnan Sezgin'in getirdiği bir teknik adam değil ve benim bildiğim Adnan Sezgin'in farklı olanları vardır, teknik adam tercihi başka olacaktır. Samsunspor'un hakkında hayırlısı diyeyim, sanmıyorum ama umarım yanılan ben olurum.

26 Ağustos 2011 Cuma

Barcelona 2-0 Porto, Fabregas'ın Kupaları

Barcelona'nın klasik sezona yavaş başlangıcı. Vitesi yukarı çekmeden, ağır ilerliyorlar. Bu süreçte de aslında sürpriz sonuçlara gebe. Porto karşısında baktığımızda, yüzde 70'lik Barcelona üstünlüğü, pas oranlarını zaten söylemiyorum ama 1-1 bitse biterdi yani. Maç 1-1'e geldiğinde rahatlıkla 2-1 Barcelona lehine de olurdu ama. Öyle bir oyun vardı, Barcelona çaldı söyledi ama Porto her an ense takibini sürdürdü. Özellikle maç başında Hulk'un Barcelona savunması üzerindeki etkisi önemliydi, ayrıca takım olarak yaptıkları hücum presi. İşte bu dakikalarda bir gol çıkarıp, Barcelona'yı biraz da olsa ''ne oluyoruz'' moduna sokmanız lazım. Çünkü ilerleyen anlarda yapacağınız herhangi bir hatayı affetmeyecek isimler var, Messi gibi.

Messi'nin çok iyi olmadığı maçlardan biriydi bu ama maç sonu fark yaratan futbolcunun yine Messi olduğunu söylemek mümkün. Barcelona'nın hücumdaki hata koklamayı seven, kalite yapısı zaten Porto'nun risk almasını engelledi ve Barcelona dediğim gibi dilediği gibi at koşturdu, fazla bir tehlike de yaşamadan kupayı almasını bildi. Porto ise Barcelona'yı iyi analiz etmiş olmasıyla kaldı ama gördüğümüz gibi. İyi analiz etseniz de, açıkları çalışsanız da başarmanız çok güç. Fabregas da oynadığı üçüncü maçta ikinci kupasını kaldırmış oldu. Arsenal'de geçirdiği yılların koca bir yalan olduğunu bizlere gösteriyor sanki, gerçekten müthiş bir başlangıç yaptı. Aldığı iki kupa ve attığı bu golle.

Guardiola da kazandığı 12. kupayla beraber J.Cruyff'u geçmiş oldu. Bu sistem Cruyff'un sistemi ama Guardiola bu sistemin üzerine çok şeyler koydu. Mesela zaten veliaht olmak değil, geldiğin düzenin üzerine birşeyler ekleyerek daha ileri taşımak...

Lugano Paris Saint Germain'de

Süreç kritik, yaşananlar üzücü. Fenerbahçe şu an pamuk ipliğin üzerinde ve dengesini korumaya çalışıyor. Şu anki duruşları doğru olan duruş, ama bunun zamanlaması bir o kadar geç. Yine de bu duruşu göstermiş olmaları onlara yakışan, artık zaman Fenerbahçe adına birlik ve beraberlik adına akıyor. Bu günlerde de gerek yönetim, gerek futbolcular, gerek taraftarlar, hatta tüm branşlara kadar Fenerbahçe'nin kenetlenmeye başladığını görüyoruz. Bu süreçten daha güçlü de çıkabilirler ya da bunun etkilerini yıllar boyunca da yaşayabilirler. Bunu zaman gösterir.

Birlik, beraberlik zamanları dedik. Yaşanan bu zor günlerde yaprak dökümü olması kaçınılmaz ama taraftar fedakarlık ister. Mesela küme düşme olayı olsa da Alex'in takımda kalması, futbolcuların çoğunluğunun ''gerekirse para almadan oynarız'' söylemleri gibi. Yine de yaprak dökümü kaçınılmaz olur, bu tip süreçlerin gerekliliğidir bu. Hem kulüp maddi zararını karşılamak adına böyle bir yola girebilir ve bazı isimlerle yollarını ayırabilir hem de bazı futbolcular önlerini görmek ister.

Lugano gibi mesela. Kendisi sürekli üzerine koyan ve Dünya arenasında da piyasasını her yıl bir üst kademeye taşımış bir isim. Uruguay Milli Takım'ıyla Dünya Kupası ve Copa Amerika günleri, Fenerbahçe ile yaşadığı Şampiyonlar Ligi çeyrek finali, şampiyonluklar onu yukarı taşıyor. Böyle olunca da maddiyattan öte kariyer tercihi ön plana çıkar. Lugano'yu da uzun zamandır İtalyanlar istiyordu. Lazio, Juventus gibi takımlar. Durum da böyle olunca futbolcunun aklı karışır, Avrupa isteği doğar içinde. Küme düşme mevzusu olmasaydı Lugano yine de ayrılmayacaktı, öyle bir zor zamanda gideceğini düşünmüyordum ama bu küme düşme olayının ısınması, Şampiyonlar Ligi haklarının iptal olması neticesinde Lugano ayrılmak istedi, bu da doğal olandır. Aynı filmi Niang ve Andre Santos için de izleyeceğiz, bu da doğal bir süreç olacak.

Bu yüzden Lugano Fenerbahçelileri sattı, zor günde bıraktı gibisinden şeyler yanlış. Taraftar kart falan diyorlar mesela, ekonomik sıkıntı zamanlarında paraya ihtiyaç duydukları için. Lugano da 3 milyon avro kazandırarak ayrılıyor, ama şunu tartışalım. Lugano gibi bir futbolcunun değeri 3 milyon avro mu. Bu da menejerinin uyanıklığı tabii, futbolcunun piyasasını bildiğinden, önünü çok rahat açabilmek adına koydurdu bu maddeyi ve bugün Lugano rahatlıkla takımdan gidiyor. Oysa böylesine Milli Takım performanslarının ardından 7-8 milyon avro'ları, hele de PSG'nin adının geçtiği bir yerde rahatlıkla kazanabilirlerdi. Bu da Fenerbahçe'nin düştüğü ters köşe oldu, yine de Lugano'yu bonservisi olmadan elden kaçırmaktansa, kazanılan 3 milyon avro iyidir.

Lugano, ya sev ya nefret et tarzı bir futbolcuydu. Herkes böyle bir futbolcuyu takımında görmek ister ama rakibi olan bir takımda da böyle bir futbolcuyu sevmez, antipatik bulur. Lugano'nun temel yaşam kaynağı hırs ve mücadele üzerine. Saha içerisinde o gözler fır döner, sertlikten asla kaçınmaz, bunun dozajı da büyür ama önce futbol diyenler de Lugano'nın hakkını vermeli. Çok iyi bir stoperdi, Türkiye kariyeri de oldukça başarılıydı. Bir daha ülkemize gelen böylesine golcü bir stoper görür müyüz, onu da sanmıyorum. Stoperinizin 6-7 gol ortalaması var, bu sizin elinizi o kadar güçlendiriyorki. Lugano da attığı gollerle, rakipler üzerinde yarattığı antipatik havayla, futbol içerisinde gösterdiği kaliteyle ve Fenerbahçelilerin bir ömür unutamayacağı hatıraları bırakarak takımdan ayrılmış oldu.

Bu yaprak dökümünün ilk ve beklenen halkasıydı. Devamının geleceğini düşünüyorum ve bana göre Fenerbahçeli taraftarlar giden herkesi ''neden kalmadın'' gibisinden eleştirmemeli, çok güzel hatıralarla uğurlamalı. Şu ortamda takımına para kazandırarak ayrılan futbolcu candır...

O Neden Yok, Bu Neden Var, Sıkıcı Tartışmalar

Milli Takım kadrosu üzerinden yorum yapmak istemiyorum aslında. Şu neden alındı, bu neden yok gibisinden. Sığ tartışmalar çünkü, cevabı belli sorular bütünlüğü. Galatasaray üzerinden gideyim mesela. Takımın en zayıf karnı olarak gösterilen bölgesi savunma ama tam beş futbolcu savunma rotasyonuna dahil olmuş. Servet Çetin ve Sabri Sarıoğlu üzerinden bu eleştiriyi yapmam ama kalan üç ismin de varlığını sorgularım. Valencia'nın bankosu Mehmet Topal'ı yedek bırakan Selçuk Şahin'i de sorgularım, bu böyle de gider. O neden yok, bu neden yok gibisinden ama kadro bu. Hiddink'in de vazgeçmediği tercihleri var, böyle de gidecek gibi bu. Kalan maçların kritikliğini göz önüne alarak bu kadroya saygı göstermekten başka bir çare yok, futbolumuz üzerinde dolaşan sorun bulutları altında umarım Kazakistan ve Avusturya karşısında istediğimiz sonuçları alırız ve biraz olsun Milli duygularımızı da hareketlendirmiş oluruz. Kadro şu şekilde, yorumlarınızı bekliyorum:


Kaleciler

Volkan Demirel (Fenerbahçe)
Sinan Bolat (Standard Liege)
Tolga Zengin (Trabzonspor)



Savunma

Gökhan Gönül (Fenerbahçe)
Sabri Sarıoğlu (Galatasaray)
Serdar Kesimal (Fenerbahçe)
Gökhan Zan (Galatasaray)
Servet Çetin (Galatasaray)
Egemen Korkmaz (Beşiktaş)
Hakan Balta (Galatasaray)
İsmail Köybaşı (Beşiktaş)
Çağlar Birinci (Galatasaray)



Orta saha

Mehmet Ekici (Werder Bremen)
Tunay Torun (Hertha Berlin)
Selçuk İnan (Galatasaray)
Selçuk Şahin (Fenerbahçe)
Emre Belözoğlu (Fenerbahçe)
Mehmet Topal (Valencia)
Arda Turan (Atletico Madrid)
Gökhan Töre (Hamburg)



Forvet

Burak Yılmaz (Trabzonspor)
Cenk Tosun (Gaziantepspor)
Kazım Kazım (Galatasaray)
Umut Bulut (Toulouse)

25 Ağustos 2011 Perşembe

Arsenal, Manchester City ve Samir Nasri

Arsenal'in kaybı büyük ve bu sefer iyiden iyiye ''sende artık herkes gibisin'' şarkısını söylemeye başladılar. Fabregas ve son Nasri transferi sonrasında durum bu, takım sıradanlaşıyor. Şu eleştiri de iyiden iyiye hakim, bu takım neden para harcamaktan korkuyor. Eskiden borç durumu vardı ve yeni stadın ekmeğini yiyebilmek adına sürekli futbolcu sattılar ama yerini de bir şekilde doldurdular. Kayıpları kupa kazanamamaktı, sürekli sonuna kadar kovalayıp o bitirici hamleyi yapamamak. Bu da takımda sivrilen isimleri sürekli göndermekten geçiyordu ama bu kupasızlıklar futbolcuların bir adım ileriye gitmek istemesine yol açtı. Futbolcu kazanmak ister, sürekli loser gibi anılmak istemez, Arsenalliler de böyle yapıyor. Daha iyisine gitmek istiyor. İşin kötü yanı ise şu, bu sefer gidenlerin yeri nasıl dolacak.

Artık borç kavramı bitti, Arsenal'in parası da var ama Wenger hala stratejisini değiştirmedi. Gençten yana o ama taraftar sabırsız, kazanmak istiyor. Şu ana kadar iyi sinyaller verilmiş değil, bakalım Wenger bu işin içerisinden nasıl çıkacak. Nasri de Manchester City'nin yolunu tuttu, 25 milyon sterlin harcandı bu transfer için. Nasri, Arsenal'in önerdiği ücretin iki katını bu takımda kazanacak.

Manchester City için ise şunu söyleyeyim, sürekli yıldız futbolcu transferi yapıyor gibi görünüyorlar ama takım olma özelliğini de kazanmaya başladılar, çok güzel futbolları var, şampiyonluk için de ışık var haliyle. Geçmiş zamanlardaki soru işaretleri bitti bana göre, Nasri de ballı kaymak oldu Agüero üzeri. Tevez'i de kazanmaya başlamış gibi görünüyorlar, gerçekten heyecan verici bir hücum rotasyonu doğdu.

Stancu Orduspor'a #2

Stancu hakkındaki düşüncelerim sabit. Bu adamın Türkiye'de tutunabilme şansı yok. Bunun da sebebi futbolcunun yeteneklerinden öte karakteri. Geçmişinden kaynaklı bazı durumlardan ötürü Romanya'da kalması Stancu adına her zaman daha makulu olacaktı ama o önünü görmek istedi, 5 milyon avro gibi bir bonservisi de arkasına alarak Galatasaray'a geldi. Sonuç ne dersek, kaybeden hem kendisi hem de Galatasaray oldu. 5 milyon avro'ya gelen bir futbolcu 6-7 ay sonra sadece 350 bin dolar karşılığında Orduspor'a kiralanıyor.

Ama Stancu adına şöyle bir umut ışığı var. Ben Stancu ile çok daha önceden yolların ayrılmasını bekliyordum. Fatih Terim'in de ince bir Rumen aşkı vardır ama yeni dönem ve vizyonda da Culio gibi bir futbolcunun gittiği bir ortamda Stancu hayli hayli gider dedim ama o takımda kaldı. Belki de kiralık gitmese Real Madrid karşısında da şans bulacaktı ama transferi neticelendi.

Fatih Terim'in bu kadar süre Stancu üzerinde durması, onu denemesi, her üç kampın da içerisinde yer vermesi ve futbolcu kiralanırken satın alma opsiyonunun kullanılmaması Stancu adına bir şans. Belli ki Terim bu adamı önümüzdeki sezonlar kullanmak istiyor ama son açıklamasında dediği gibi bazı futbolcuların sık oynamaya, kendilerini göstermeye ihtiyacı var. Stancu'nun da takımda kalması kendisi adına birşey ifade etmeyecekti. Bu yüzden gözler önünde olan bir takımda şans bulacak olması, ülke şartlarını daha iyi kavraması gelecek adına bir şans. Yine de dediğim gibi, Stancu'nun bu topraklarda tutunması zor, biz o 5 milyon avro'nun acısını daha çok yaşarız.

Burada suç Stancu'da değil tabii, ona bu parayı verenlerde ve o dönemki futbol vizyonunda...

Real Madrid 2-1 Galatasaray, Transferin Gerekliliği

Günlerdir Arda'dan bahsediyoruz, 1000 tane yorum yaptık bu konunun üzerine ama bu yorumlar genelde onun saha içerisinde yaratacağı boşluk üzerineydi. Podolski ile bu açığı kapatacağız gibi, o bölgenin transferi tamamdır. Her iki maçta da mevcut kadrodan bir sol açık çıkmayacağını çok açık gördük. Olympiakos maçında Stancu olmadı, Real Madrid karşısında da Kazım. Başka bir maçta da diğer bir futbolcu olmayacaktı, bu yüzden giden kalitenin yerine yeni bir kalite alınması güzel. Ama şöyle birşey de var, Arda'dan sadece futbolcu olarak bahsedemeyiz. İyi veya kötü yaptı, bu tartışılır ama onun bıraktığı lider misyonunu da birine yüklemeliyiz. Bu isim Sabri Sarıoğlu asla değil, olmasının mümkünatı yok. Ona ekstra sorumluluklar kattıkça futboldan da kopuyor. Şöyle demek lazım. Nerede Liverpool karşısındaki orta saha Sabri, nerede Real Madrid ve Olympiakos karşısındaki orta saha Sabri.

Belli ki Fatih Terim onu sağ bek olarak düşünmüyor. Şöyle diyorduk aslında. O gelirse Ujfalusi stopere geçer, bu sağ bek oynar ama hiçbiri olmadı. Sabri de o bölgede denenmiyor, Eboue'yi de açık olarak kullandı. Kazım'ın sola geçmesinden doğan boşluk olarak Eboue sağ açık oynamış olabilir yine de, Podolski'nin gelişiyle birlikte belki bu değişim başlar. Çünkü Ujfalusi bek oynarsa Servet Çetin ve Gökhan Zan ile yola devam edeceğiz. Kısa vadede tamam ama uzun vadede yaşanabilecek sıkıntıları tahmin bile edemiyorum.

Çünkü o bölgede gerekli alternatifler yaratılmadı. Real Madrid maçının anahtarı da burada zaten. Herşey iyi gidiyorken, Servet'in sakatlığı ve Hakan Balta'nın stopere geçişiyle yaşanan savunmasal domino krizi. Bir anda bek Çağlar oldu, Gökhan Zan ve Hakan Balta yeni ikili oldu, o dakikadan itibaren de iyiki bu maç hazırlık karşılaşması dedik. Dört kolluda gibiydik, inanılmaz ağır bir savunma hattı oluştu ve her türlü hamlede de yetersizlikler ortaya çıktı. O dakikadan sonra zaten Galatasaray hücumu unuttu, rakibin esiri oldu ve orta sahanın daha çok savunma aksiyonunda var olmak istemesiyle de Baros ve Kazım'ın ismini pek duyamadık. Hücumculardan da fark yaratmasını bekliyoruz, bireysel birkaç beceri gibisinden. Bu da yok malesef, özellikle de Baros fizik olarak kayıp. Elmander ise farklı bir adam, doğru sistemin içerisinde var olur, şu ana kadar da o sistem oturmuş değil. Doğaldır yani Fatih Terim'in santrafor isteği.

Zamana ihtiyaç var tabii, lige verilen aranın Galatasaray'a yaramadığını zaten söyledik. Bazı şeyler zamanla rayına oturacak ama transferin gerekliliği de kaçınılmaz. Santrafor, stoper ve bir de orta saha gereksinimi var. Bunun dışında yeni transferler için söyleyebileceğimiz şey ise, ilk 11 başlayan bütün transferlerin hepsi nokta atışı, fark yaratan futbolcular. Melo, Eboue, Ujfalusi, İnan ve özellikle de Muslera. Bu kötü savunmanın toparlayıcısı biraz da o oldu, ağır savunmanın ilacıdır zaten libero kaleci...

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Geliyor

Fenerbahçe'ydi, şike gündemiydi, TFF'ydi, UEFA'ydı derken arada kaynar bu durum tabii. Ama ben bütün bunları bir kenara bırakarak gündemimi Podolski üzerine kuruyorum. Görüşmelere başlandığı KAP'a bildirildi ve daha önceki başarısız KAP denemelerini bir kenara bırakalım. Keita gibi, Luis Fabiano gibi ya da Reyes, Forlan gibi. Podolski'nin Galatasaray'a gelme ısrarı transferin şeklini belirledi. Köln'ün ilk açıklaması da zaten bir kapı aralamıştı, Podolski de bu kapıyı ardına kadar açtı. Detayları KAP'tan öğreniriz yine ama bu transferin bittiğini düşünüyorum. Hayırlısı diyelim, sevdiğim, inandığım bir futbolcudur...

Eto'o Bitmiş

Bir futbolcu ne ister sorusuna verilebilecek cevaplara bakalım. Şampiyonlar Ligi'ni kazanmak vardır bunun içerisinde, Real Madrid ve Barcelona gibi takımların formasını giymek, Dünya'nın en iyi 4 liginden ikisinde oynayıp kazanmadık kupa bırakmamak ve çok para kazanmak elbette. Siz kariyer planlarınızı 30 yaşına yeni bastığınız şu zamanlarda tamamlamış olursanız, haliyle de ekonomik açıdan bir çaba içerisine girersiniz. Ne bileyim, Giggs veya Javier Zanetti gibi bayrak futbolcuları ayrı tutuyorum ama çoğu futbolcu bu yaşlara geldiğinde parayı biraz daha fazla düşünür ve biz bunu yadırgayamayız. Eto'o da böyle işte. Henüz 30 yaşında ama kazanabileceği tüm kupaları kazandı, hayatı başarılarla dolu, madalya koleksiyonu paha biçilemez belki de ama vade doldu. Futbolu düşüş göstermeye başlamıştı, bir de buna Inter'in geçmiş yıllardaki transfer savurganlığının sonuçlarını yeni yeni çekmeye başladığını eklediğimizde Anzhi gibi bir takım gelir ve Eto'o yu kadrosuna katar.

Eto'o nun 20.5 milyon avro'luk bir yıllık ücreti var artık. Haliyle de Dünya'nın en çok kazanan futbolcusu olmuş durumunda. Bunun bir süreliğine böyle olduğunu düşünüyorum, mutlaka daha büyük ayarda transferler de olacaktır Anzhi cephesinde. Inter ise 27 milyon avro'luk bir bonservis kazandı. Ibrahimoviç'ten kazandıkları 40 milyon avro, Eto'o nun onlara 2 sezonda kattıkları ve şimdi kazanılan 27 milyon avro eklendiğimizde ne büyük getirisi olmuş Ibrahimovic transferinin diyorum. Büyük kazanç getiren bir anlaşma oldu bu, keşke her takımın başına Anzhi gibi bir talih kuşu konsa...

23 Ağustos 2011 Salı

Dönülmez Akşamın Ufku, Vakit İse Çok Geç

Futbolcunun piyasası oluştuğunda onunla yolları ayıracaksın. O piyasa oluştuğunda futbolcunun da gitme isteği doğar, daha büyük planlar kurmaya başlar. Kağıt üzerinde seninle yola devam eder ve o kağıtın üzerinde yazan sözleşme tarihi, fiyat aralığı da yukarı taşınır belki ama vakit geldiğinde o yolu ayırmasını bileceksin.

Ülkemizdeki transfer dengesi malum. 2'lik birinin 4'e hatta 6'ya gittiğini çok gördük. Ülkemizde futbol ederinin üstünde futbolcu satabilme sanatı olmuş biraz da. Elinde de parlak yerli yetenekler bulunduran takımlarımızın en büyük hayallerinden biri, o futbolcularını uçuk fiyatlara dört büyük diye tabir edilen takımlara yollamak. Bu futbolculara yatırım gözüyle bakma sebepleri de bu biraz, onlar çıkarıyor, parlatıyor ve satıyorlar. Böyle böyle döndü işliyor işte.

Girizgahın sebebi de ortada. Konumuz Bursaspor haliyle. Bursaspor deyince de akla gelen ilk iki isim, Volkan Şen ve Sercan Yıldırım oluyor. Bursaspor'un büyük yatırımlarıydı çünkü onlar. Özkaynak düzeninin onlara sunduğu iki nimet diyelim. Sercan için pek diyemesem de Volkan Şen büyük katkılar sundu bu takıma, şampiyonluk yolunda büyük engellerin aşılmasındaki katkısı zaten onu bu kadar parlattı. Sercan Yıldırım ise potansiyel olarak doğdu, potansiyel olarak hayatına devam ediyor. O patlama hala gelmedi ama kafada var yani o düşünce. Bu adamı biz alırsak mutlaka patlatırız imajı.

Bu futbolcuların son 2-3 sezonda büyük piyasaları oluştu. Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor peşlerine düştü, büyük ücretler önerdiler, ederlerinin çok üzerlerinde rakamları konuşuyorduk ama satmadı Bursaspor. Şampiyon bir tavır gösterdiler sanki, biz artık şampiyon olduk ve futbolcu satma devrinden öte, alma devri başladı gibisinden. Galatasaray Arda'yı Fenerbahçe'ye satıyor mu ya da sallıyorum Gökhan Gönül'ü Galatasaray'a satıyorlar mı gibi. Bu düşünceden yola çıkarak, onlar da şampiyonluk yarışındaki rakiplerine bu futbolcuları satmadı ama gelen çok büyük tekliflere de hayır demeyeceklerini söylediler. O tekliflerin de gelmesi için bu futbolcuların her dakika üzerlerine koyması lazım ama bu olmadı.

Dolayısıyla da vakit geçti ve Bursaspor bu konuda sınıfta kaldı. Şimdi geldiğimiz noktada önlerini daha rahat görebilmek adına bu futbolcularla yolları ayırmak istiyorlar. Volkan Şen ve Sercan Yıldırım'ı çok büyük ihtimalle dört büyüklerinden birinde göreceğiz. Tabii ki ederlerinin altında bir rakama ve bu durumda da kazanan Bursaspor olmayacak. Peki futbolcular mı kazanacak, onu zaman gösterir ama tercihleriyle alakalı tabii bu.

İbrahim Kaş'a ise hiç değinmiyorum, değinilecek bir noktada değil çünkü...

Galatasaray Üzerine Dar Alanda Uzun Paslaştık

Blogun ilk kurulduğu dönemlerde blogun tanınması amaçlı röportajlar yapıyorduk, sonrasında da işi daha büyütüp güzel projelere imza attık. Blogun tanınma, büyüme sürecinden sonra da daha çok konsept işlere yönelmeye başladım, röportajlar da sıklığı azalsa da devam etti tabii ama son zamanlarda bu topa pek girmiyorum. Yine de içimde kalan işler oldu tabii, mesela Uğur Meleke ile birçok kez görüşmeme rağmen kendisini ikna edemedim. Kendisi sevdiğim bir futbol yazarıdır ve en güzel özelliği de mutlaka bir takım tutuyordur ama biz bunu sorgulamıyoruz.

Dar Alanda Uzun Paslar blogunun sahibi Göksel Sert için de böyle söyleyebilirim. O da mutlaka bir takım tutuyordur ama biz bunu sorgulamıyoruz, acaba hangi takımlıdır diye ilgilenmiyoruz. Her takıma eşit mesafede olan, Türkiye futbolunu avucunun içi gibi bilen bir yazar. Bloglar aleminin Uğur Meleke'si derim ben hep ona, en sevdiğim 2-3 bloggerdan biridir. Kendisiyle de daha önceden bir röportaj yapmıştık zaten, şimdi ise daha konsept bir iş yapalım dedik. Yeni sezon başlıyor derken, Galatasaray'ı ben sordum o cevapladı. Ben mesela duygularımı karıştırırım ya da başka bir Galatasaraylı da. Ama sevgili Göksel, hayatın ona sunduğu objektif zırhla beraber harika cevaplar verdi, en güzeli yeni sezonu ondan dinlemek diye düşündüm. Ben sordum o cevapladı, kendisine tekrar teşekkür ediyorum.

Bir önceki sezonu 8. bitirmiş, son üç sezona baktığımızda istediğini alamamış, yönetimi değişmiş ve birbir çeşit sorunla uğraşan bir takım hüvviyeti vardı. Fatih Terim'in göreve getirilmesinden bu yana da çeşitli değişiklikler gözleniyor. Genel anlamda baktığında senin Galatasaray adına gözlemlerin neler. Geçmiş yıllardaki başarısızlıklardan ders alınmış mı ve Fatih Terim'in göreve getirildiğinin açıklanmasından, benim bu soruları hazırladığım 19 Ağustos tarihi arasındaki süreç nasıl geçti?


Göksel Sert: Galatasaray son 3 sezonda adeta fetret devri yaşadı. Aslında bunu Lucescu sonrası Galatasaray’ının tamamı için söyleyebiliriz. Gerets yönetiminde gelen şampiyonluk kulübe büyük bir mutluluk kattı, burası tartışılmaz ama ardından gelen sezonları yedi. Türk takımlarında, özellikle büyük kulüplerde “acil durum çekici” isimler her zaman vardır ve olacaktır. Örneğin Adnan Polat geçen sezon ilk önce Fatih Terim’i istedi, ikna edemeyince Hagi’yi getirdi. Beşiktaş’ta sıkıntı olduğu zaman akla direkt Lucescu gelir, Fenerbahçe’nin ara ara Daum’u getirme arayışına girmesinin başka bir sebebi yok. İşte yeni başkan Ünal Aysal, Polat’ın kıramadığı camı kırdı ve göreve Terim’i getirdi.

Fatih Terim ülke futbolunun köşe taşı. Fakat son yıllarda beklediğini bulamadı. Tıpkı Galatasaray gibi. Şu anki durumda hem Fatih Terim hem de Galatasaray birbirine mecbur. Terim 3. döneminde 2. Döneminde olduğu gibi başarısız olursa kariyerini toparlaması pek kolay olmaz. Keza Galatasaray, çok ağır geçen 10/11 sezonunun ardından yeni bir hayal kırıklığı yaşarsa bir müddet daha kendine gelemez. Söylemek istediğim iki taraf da başarı mecburiyetinde. Örneğin Rijkaard geldiğinde başarılı olma şartını kendinde görmüyordu. Ben Barcelona’da kendimi ispatladım diyordu. Sonucu hep birlikte gördük. Schuster de aynı düşünceyle gelip kendini bir türlü Türk futboluna veremeyince sezonu tamamlayamadan ayrılmak zorunda kaldı. Bu ikilinin hala üst düzey bir iş bulamaması bence manidar! Türkiye’ye getirilecek teknik adamlarda aranması gereken ilk şey hırs olmalı.

Galatasaray’ın böyle bir transfer dönemi geçirmesini bekliyordum. Geçen yılki başarısızlıktan sonra transfer borsasını alt üst etmeleri normal. Şu ana kadar yapılan hamlelere bakınca popülizm bataklığına gömülmediklerini görüyoruz. Kötü dönemlerin ardından popülizme düşmemek çok önemli. Yıldırım Demirören’in başkanlığa seçildiği ilk günleri hatırlayalım. 11 puan farktan şampiyonluk kaçmış, Lucescu’yla yollar ayrılmış, kulüp büyük bir sıkıntıya girmiş. Beşiktaş o günlerde öyle transferler yaptı ki acısı hala yabancı kontenjanı problemi olarak sürüyor!

Rijkaard'dan sonra apaçık ortaya çıkan bir sorundu, orta sahadaki kalitesizlik. Oynatılmak istenen futbolla zıt bir kurgu ama bu kurguyu da ısrarla değiştirmeme çabası. Bugün baktığımızda ise Selçuk İnan, Felipe Melo hamleleri ve artı olarak bir hücumcu orta saha daha alınacağının haberleri geliyor. Yekta, Ceyhun Gülselam gibi isimleri de unutmamak lazım tabii. Benim gözlemim, değişimin temel kalesinin orta saha olduğu, sen bu konuda neler söylemek istersin? Doğru isimler alınmış gibi görünüyor ama bu doğruların üzerine nasıl bir kadro veya sistem oluşabilir?


Göksel Sert: Türkiye’de şampiyonluk orta sahadan geçiyor. Sağlam bir ön liberon ve yaratıcı oyuncun varsa diğer takımların epey önünde yola başlıyorsun. Felipe Melo’ya kiralık olarak büyük bedel ödendi fakat Melo performansıyla bunu karşılayacaktır. Çünkü tam Türk tipi ön libero. Beraber oynayacakları Selçuk savunma anlamında çok iyi değil fakat işin ofansif tarafında ülkenin en iyi yerli orta sahası. Selçuk için kimileri çift yönlü diyor ama ben katılmıyorum. Selçuk’un defansif katkısı Türkiye standartlarında iyi sayılmaz ama dönüşebilecek potansiyeli fazlasıyla var. Galatasaray taraftarı sevmez biliyorum ama Selçuk İnan –oyun anlamında- yeni Emre Belözoğlu olabilir.

Müstakbel yeni transfer klasik 10 numara mı olacak yoksa söylendiği gibi açık oyuncusu mu olacak, burası önemli. Çünkü klasik 10 numara bugüne kadar yapılan çalışmaları boşa çıkartır. Ben, konuşulduğu gibi kanat forvet alınacağını düşünüyorum.

Ceyhun büyük potansiyel vaat ediyor ama Trabzonspor’da bunu maalesef kullanamadı. Galatasaray’da kullanabilecek mi, emin değilim. 11 oyuncusu olacağını sanmıyorum. Aslında ön libero değil de stoper olarak değerlendirilse daha yüksek seviyelere çıkacağını düşünüyorum. Yekta’nın son transferlerle birlikte forma şansı iyice zora girdi. Futbol tarzını Fatih Terim’in istediği seviyeye dönüştürmesi şart. Hazırlık maçları Terim’in taktiği 4-3-3 olacak diyor ama takımın 4-4-2 de oynayabilecek yeterlilikte olduğunu düşünüyorum.

Arda Turan'ın ayrılığı da bir diğer kırılma noktası. Beklenen bir ayrılıktı aslında ama zamanlaması yanlış gibi sanki. Fatih Terim, Arda'yı ikna etti demişken ve planları onun üzerine kurarken yaşanan bu ayrılık transferdeki rotayı da bozdu. Keita gündemi doğdu bir anda, ya da Engin Baytar bunun üzerine transfer edildi. Podolski de konuşuluyor, bunu da eklemek lazım. Hem bu ayrılık için, hem de Arda'dan sonraki süreç için neler söylemek istiyorsun? Sence Galatasaray, Arda'dan doğan boşluğu nasıl doldurabilir?

Göksel Sert: Arda’nın ayrılma zamanlaması yanlış, burası açık. Keşke yönetim, Terim ve Arda daha önce bir araya gelip bu kararı alabilselerdi. Galatasaray’ın 4-3-3 oynayacağını varsayarsak Arda bu taktik içerisinde önemli bir yer tutuyordu. Kulüp, taraftar, medya üzerindeki etkisini hesaba katmıyorum bile. Arda elbette ki önemli bir kayıp.

Keita transferi lüks olacaktı. Çünkü takımın daha acil bir sol açık problemi var. Keita solda oynatılır deniyordu ama aslını alabilecekken suretini almak hedefleri büyültmüş olan Galatasaray’a yaramazdı. Yalnız şu da var, Keita transferi gerçekleşse taraftara bambaşka iç saha maçları izlettirir ve Arena’yı ısıtırdı, orası bir gerçek.

Engin Baytar’ı tartışmak gereksiz. Çok yetenekli ama sorunlarını da hepimiz biliyoruz. Terim kariyeri boyunca bu tür oyunculardan verim almayı bilmiştir. Yine başaracağını düşünüyorum. Ayrıca Engin’e ödenen 1.100 milyon Avro bonservis, böyle bir riske girmek için son derece uygun.

Podolski ihtiyaçlar doğrultusunda doğru bir aday. Alınır mı, alınmaz mı söylemek zor ama Podolski olmasa dahi onun ayarında, ona benzer bir futbolcu transfer edilecektir. Zaten bunu Terim’in meşhur tahtasında açık seçik gördük.

Galatasaray'ın sağa kaydığına yönelik eleştiriler de var. Galatasaray sağa kayıyor gibisinden, senin bu konudaki görüşün nedir? Terazinin dengesi sence de sağ tarafa doğru mu kaydı, Arda'nın da gidişinin ardından.


Göksel Sert: Keita transferi gerçekleşmediği için bu tez biraz çürüdü aslında. Fakat Galatasaray’ın sağ ağırlıklı bir takım olduğu gerçek. Sol kanat-savunmada ve hücumda- üvey evlat muamelesi görüyor. Al Sadd son dakikada sorun çıkartmayıp Keita’yı kiralasa kefeler nasıl dengelenirdi çok merak ediyorum.

Inter ve Liverpool maçlarında hazır bir görüntü veren Galatasaray vardı. Pas oyununu benimsemiş, oyunun hakimi olmaya çalışan, temposunu yüksek tutan bir takım hüviyeti. Liglerin ertelenmesi, yeniden bir 10 günlük tatil derken Galatasaray'ın geriye gittiğini gördük, sanki herşey baştan başlıyormuş gibi. Planların üstüne kurulduğu Arda'nın da gidişinin ardından. Son hamlelerin ardından Fatih Terim'in yeni planları ne olabilir ve liglerin ertelenmesi Galatasaray adına dezavantaj mı yoksa avantaj mıdır?


Göksel Sert: Bu sezon Süper Lig’de en şanslı takım Galatasaray. Çünkü rakipleri akıllara dahi gelmeyecek belalarla uğraştı/uğraşıyor. Anadolu takımları da azami düzeyde kuvvetlenmişken 0’dan takım yaratmak hiç kolay değil. Galatasaray için bu sezon her şey tozpembe gitmeyecektir. Hele ki ligin ilk yarısında. Fakat şu an şampiyonluk adayın kim diye sorarsan, rakiplerinin psikolojisi nedeniyle Galatasaray derim. Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor bu sıkıntıları yaşamasa Galatasaray yeni bir takım kurduğundan rekabete 1-0 yenik başlayacaktı ama şimdi işler değişti ve önde olan taraf Galatasaray.

Liglerin ertelenmesi kısa vadede Galatasaray’a zararı dokunmuş gibi gözükse de faydalı olduğu/olacağı kanısındayım. Hatta sadece Galatasaray’a değil tüm Süper Lig takımlarına. Arda’nın lig oynandığı sırada gittiğini bir düşünsene. Bu bunalımı atlatmak Galatasaray’ın en az 3-4 haftasını alırdı. Hem –yeni kurulduğu için- zamana ihtiyacı en fazla olan takım Galatasaray. Bu yüzden erteleme mutlaka iyi gelecektir.

Baros'un kazanılmaya çalışıldığını görüyoruz, Elmander de bu rotasyon içerisine dahil edildi ama hala santrafor gündemi var. İlk etapta daha ateşli bir santrafor isteği olsa da bu istek zaman geçtikçe azalıyor gibi ama medyada Baros'un ayrılabileceği ihtimali var. Gündemdeki isimler ise Drogba ve Forlan. Sen bu santrafor gündemini nasıl yorumluyorsun? Benim görüşüm Baros'un kazanılması ve bu ikili üzerine de yeni bir santrafor alınmaması, gelecek yeni ismin lüks olacağını düşünüyorum. Sen neler söylemek istersin?

Göksel Sert: Galatasaray tek hedef santrforla oynayacak gibi. Şahsi görüşüm 1 kişilik kontenjan için en az 3 isim gerektiği. Galatasaray’da şu an Baros ve Elmander var. Elmander tipik bir golcü değil. Baros önemli bir isim ve formda olduğu zaman büyük işler çıkartıyor ama formda zamanını yakalamak biraz güç. Baros takımda kalacaksa sözleşmesi maç başı ağırlıklı olarak yenilenmeli. Böyle bir motivasyon belki onu sürekli kılar. Diyelim ki Baros takımda kaldı. Elmander de elde. Bu demek ki 2 hedef santrfor var. Ama bence yetmez. Yeterli olabilmesi için Pino’nun elde tutulması lazım. Aslında bu olasılık gerçekleşse bile soru işaretleri tam olarak silinmiyor. Pino şampiyonluğa oynayacak Galatasaray’ın ağırlığını kaldırabilecek mi, burası önemli.

Bana göre bir forvet transferi fena olmaz. İlla yıldız oyuncu almaya da gerek yok. PR’ı Stancu’dan iyi, Baros’la eşit veya az kötü bir genç transferi Galatasaray’ı hayli hayli götürür. Sakatlanmasaydı Beşiktaş’taki Bebe’yi bu duruma örnek gösterebilirdim. Drogba, Forlan elbette büyük silahlar ve takıma direkt seviye atlatacak isimler ama şu an için çok da elzem görünmüyor. Ama bu gibi isimleri transfer etmenin tek geri dönüşü saha içinde olmuyor. Drogba ya da Forlan’dan birinin transfer edilmesi demek TT Arena’daki kombinelerin tükenmesi, medya desteğinin arkaya alınması, vs. demek. Yani bu tür isimler lüks gibi görünse de geri dönüşleri gelir-gider tablosunu zorlanmadan toparlıyor.

Muslera transferi ise birçok açıdajn tabu yıktı. Galatasaray'a gelen yabancı kalecilerin geneli 30 yaş üstü olurdu ve bonservis bedeli olarakta büyük rakamlar asla ödenmezdi. Mondragon'dan sonrası da facia tabii. Muslera olayı ise farklı. Genç bir kaleci alındı ve toplam değere bakınca da 12-13 milyon avro gibi bir rakam, büyük bir yatırım. Muslera'nın son yaptıklarından sonra da beklentiler bir o kadar büyük, artı olarak Taffarel faktörü. Bu kaleci sorunsalını kökten çözüme götürmek istedi Galatasaray ve sana göre tünelin ucundaki ışık ne yönde? Doğru bir adım mı oldu Muslera?


Göksel Sert: Öncelikle şunu söyleyeyim. Galatasaray Muslera’ya harcadığı parayla Süper Lig için hayli hayli yetecek 2 kaleci transfer edebilirdi. Cana’nın bonservisini hesaba katarsak Muslera 12 milyon Avro gibi bir fiyata geliyor ki Süper Lig için inanılmaz bir rakam. Eğer Galatasaray Muslera’yı sadece kalede sorun yaşamayayım diye transfer ettiyse hata yapmıştır çünkü aynı görevi daha ucuza yapacak bir eldiven rahatlıkla bulabilirdi. Fakat düşünce Muslera’yı birkaç sene oynatıp iyice parlatmak ve kâr elde etmekse ancak saygı duyarım. Muslera henüz 25 yaşında ve kalecilikte 25 yaş, 18-21 yaş dönemiyle eşdeğer.

Uruguay milli takımıyla Copa America kazandı ve Musleralı Uruguay başarılarına ilerleyen dönemde de devam edecekmiş gibi görünüyor. Bunların üstüne bir de Galatasaray’da iyi işler yaparsa 15 milyon Avro gibi bir bedelle rahatlıkla satılabilir ve kâr edilebilir. Eğer Galatasaray yönetimi ve teknik heyet böyle düşündüyse tebrik edilmesi gereken bir hareket. Yoksa soruda bahsettiğin gibi 30’una gelmiş, bonservis bedeli takriben 3 milyon Avro olan bir kaleci(ör: Mondragon) de Galatasaray’ın işini hayli hayli görürdü.

Herkesin kafasında gönderilecek isimler oluşmuştu, giden isimlere de baktığımızda tutarlıklıkta var. Biri hariç tabii, özellikle de son çıkan yabancı kuralının ardından Culio'nun gönderilmesi bir o kadar anlamsızlaştı. Ben artı olarak Pino'yu da ekleyebilirim buna ama Terim'in kararı bu yönde. Gidenler tahtasına baktığımızda ne düşünüyorsun, kadrodaki değişimin sağlanması adına beklediğin isimlerle mi yollar ayrıldı ve doğru veya yanlış diyebileceğin hangi adımlar atıldı?

Göksel Sert: Culio konusunda aynı fikirdeyim. Hele yabancı sınırının kalktığı şu dönemde Culio önemli bir joker olabilirdi. Pino’nun gönderilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü adam bariz yetenekli. İş yapacağı maçlar mutlaka olacaktır. Stancu’dan ses seda yok diyorduk ama Orduspor’a kiralandığı haberi geldi. Stancu’nun ilerleyen dönemde de Galatasaray’a katkı yapabileceğini zannetmiyorum. Galatasaray günün birinde Hagi’yi yeniden teknik direktörlüğe getirirse yabancı transferini ona bırakmamak gerek. Bırakılırsa da Romanya ile bağı olmayan futbolcular almasını sağlamak.

Gönderilen futbolcular beni şaşırtmadı. Zaten beklenen, düşünülen isimlerdi. Gidenlerden Cana’yı bir kenara koymak isterim. Cana geçen yıl iyi performans sergileyemedi ama kalitesi belli. Belki takımda tutulabilirdi fakat yerine Melo’nun kiralanmış olması bu gerekliliği ortadan kaldırıyor.

Ligdeki kaos ortamı hala geçerliliğini koruyor ama liglerin bu şekilde başlayacağını varsayarak Galatasaray'ı ligde hangi noktaya koyuyorsun ve beklentilerin neler?


Göksel Sert: Şu an her şey karmakarışık. Tam şike mevzusuna alışmıştık ki bu defa TFF’nin play-off ısrarı çıktı. 2011-2012 sezonu başından sonuna çok garip ve çapraşık bir futbol sezonu olacak. Yukarıda da söylediğim gibi Galatasaray psikolojik açıdan rakiplerinin bir adım önünde. En ciddi rakipleri Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın yaşadıkları ortada. Trabzonspor bir nevi yeniden yapılanmaya gidiyor. Şu anki ortam Galatasaray’ı rakiplerinin önüne taşıyor. Yeni takım olmanın zorluklarını aşabilirlerse hedefe varmaları zor değil. Fakat takım olabilecekler mi, önemli olan o.

Ayrıca şunu söylemek zorundayım. Bu sezon Gaziantepspor da şampiyonluk potasına girmeli. Anadolu takımları için bugüne dek bundan daha iyi bir dönem gelmedi ve kolay kolay da gelmeyecek. Galatasaray geçen sezondan farklı bir grafik çizemezse ligimizin 6. şampiyonuyla karşı karşıya gelebiliriz. Elbette Beşiktaş, Fenerbahçe ve Trabzonspor’u yabana atmıyorum ama yaşananlardan sonra toparlanmaları kolay değil. Bu üçlü ligin ilk yarısını az hasarla kapatırsa şampiyonluk yarışına tam anlamıyla dâhil olacak.

Sözün özü bu sezon her şey olabilir. Tahmin yürütmesi en zor yılı yaşayacağız.

Selçuk İnan, Ceyhun Gülselam, Muslera, Felipe Melo, Eboue, Engin Baytar, Ujfalusi ve Fatih Terim. 1-2 cümleyle tek tek bu isimlerin için son olarak söylemek istediklerin neler, genelde transferler üzerinden gittik, öyle bitirelim...

Göksel Sert:

Selçuk İnan: Hücumcu merkez orta sahalar arasında ligin en iyisi. Savunma yönünü kuvvetlendirdiği zaman 2. Emre Belözoğlu olabilir. Elbette oyun anlamında.

Ceyhun Gülselam: Muhteşem bir potansiyel vaat ediyor ama henüz kendini gösteremedi. Sezona yedek başlayacağını düşünüyorum. Stopere çekilse daha fazla verim alınabilir.

Muslera: Büyük bir meblağa transfer edildi. Yukarıda bahsettiğim gibi eğer Muslera kale sağlama alınsın diye transfer edildiyse yanlış, geleceğe yatırım düşüncesiyle transfer edildiyse doğru bir hamle.

Felipe Melo: Her ne kadar uçuk bir kiralama bedeli karşılığında transfer edilse de büyük katkı yapacaktır. Tam Türk tipi ön libero!

Eboue: Joker kıvamında bir oyuncu. Ayrıca transferiyle takımdaki birkaç taşı yerinden oynattı. Ujfalusi, Sabri bunlardan en önemlileri. Defansif anlamda Fatih Terim’in elini çok rahatlatacaktır. Fiyatı da uygun, kısacası güzel transfer.

Engin Baytar: Çok yetenekli bir oyuncu ama sorunları malum. 1.100 m Avro’luk bonservisiyle alınabilir bir risk. Yapacağı her pozitif hareket Galatasaray ve Terim için kâr olacaktır. Engin’in Galatasaray’daki müstakbel performansı hakkında tahmin yürütmek çok zor. İzleyip göreceğiz.

Ujfalusi: Ujfalusi transferi biraz aceleye geldi. Forlan-Reyes-Ujfalusi paketi derken elde bu üçlüden en az tercih edilen oyuncu Ujfalusi kaldı. Eboue’nin gelişiyle birlikte Ujfalusi direkt stoper rotasyonuna yazılacaktır. Ujfalusi için kötü futbolcu demem imkansız ama mevcut imkanlar dahilinde daha iyisi alınabilirdi.

Fatih Terim: Terim kariyeri açısından hayati bir sınava çıkacak. 2. Galatasaray döneminden bu yana belirgin bir düşüş yaşıyor. EURO 2008’deki tarihi başarıyı saymazsak zor günler yaşadı ve yeniden dünya futbol piyasasına çıkması için başarılı olması şart. Terim’in 3. Dönemi büyük bir şansla başladı. En büyük rakipleri hiç beklenmedik bir maddi-manevi buhrana düştü. Bir başka şansı da medyanın şike mevzusuna gömülerek Galatasaray’ı unutması oldu. Terim istediği gibi hazırlık maçları oynadı, istediği oyuncuları büyük paralara transfer etti. Normal zamanda medya bu fırsatların üstüne mutlaka giderdi ama gündem çok yoğun olduğu için yüzünü çevirip bakmadı bile. Fatih Terim, Galatasaray’daki 3. dönemine tıpkı ilk döneminde olduğu gibi rüzgârı arkasına alarak başlıyor. Neler yapacak, bizlere nasıl bir takım izletecek hep birlikte göreceğiz!

22 Ağustos 2011 Pazartesi

10'dan Öte 66

Arda Turan gündemi de böylece biter. Ne transferini konuşuruz, ne de özel hayatını artık. Ya da Galatasaray'daki geleceğini. Hem biz hem de medyamız seviyor yıldız isimlerle uğraşmayı ama bundan sonra yeni heyecanlara yol alacak gibiyiz. Bir Arda Turan daha çıkarırız çıkarmasına ama kısa vadede böyle birşey beklemediğimden, bir süre daha gündemimiz boş kalabilir. Şike gündemi, ülkemize gelen yıldız yabancılar, pahalı transferler derken bir şekilde oyalanırız.

Anketimiz de sonuçlandı. Arda Turan'ı ve transferini sormuştuk sizlere. Yüzde 42'lik kesim 10'dan öte 66'yı sevdim demiş ve büyük farkla anketi lider bitirdi. Çünkü ortak kanı bu. 66'dan 10'a geçiş Arda adına büyük bir milat olmuştu ama duraklama ve gerileme dönemini yaşatan bir milat. 66 numaralı Arda, mücadeleci bir futbolcuydu, savaşırdı, didinirdi, forması için elinden geleni yapardı, sorumlulukları daha azdı ve kafası çok daha rahattı. 10'a geçişten sonra ise sorumluluklar büyüdü, beklenti arttı, medya da üzerine gelince ayakta kalamayan Arda'nın düştüğünü gördük. Şimdi ise 14'e geçişini izleyeceğiz, umarım bu milat Arda'yı en tepeye taşır.

Yüzde 26'lık kesim ise Arda'nın Galatasaray'a, Galatasaray'ın da Arda'ya zarar verdiğini söylemiş. Bu da ortak bir kanıydı. Gitmek isteyen futbolcuyu burada tutanamazsınız, onu buraya odaklamak zor iştir. Fatih Terim bunu yapabilirdi, denedi de, hatta tamam Arda kaldı dedik, yeni planları onun üzerinden kurduk ama yaşanan ayrılık kaçınılmaz bir son gibiydi. Zamanlaması çok kötü oldu sadece, bunun dışında ayrılık olması gerekendi. Her iki tarafın da bu işten kazançlı çıktığını söylemek lazım.

Yüzde 24 ise Arda'nın boşluğu mutlaka doldurulmalı diyor. Bu da doğru bir kanı. 1.5 senesi ne kadar kayıp olsa da takımın en önemli futbolcusu gidiyor ve giden adam futbolcudan da öte bir isimdi. Podolski deniyor, eğer gelirse bu boşluk doldurulur. Mevcut kadro içerisinden Arda'dan doğan boşluğu doldurmak imkansız. Stancu, Aydın veya sağdan devşirme sol kanatlar gibisinden şeyleri geçelim. Yüzde 18 de mutlaka gitmesi gerekiyordu, yüzde 15 ise Arda'nın gidişinin artık Atletico Madrid'i tutma sebebi olduğunu söylemiş. Doğru da aslında, Barcelona'yı Real Madrid'di derken kendi ülkemizden yetişen bir futbolcunun takımını desteklemek bence daha güzel.

Yüzde 11 Galatasaray onu çok arar diyor. Bunu zaman göstecek tabii, şimdiden konuşmak güç. Son olaraksa yüzde 10'luk kesim Nuri ve Hamit'in Real Madrid'e gidişinden daha büyük bir olay diyor bu transfer adına. Sonuçta onlar her ne kadar Milli Takımımız için oynasalar da Almanya orjinli futbolcular. Onların Real Madrid'e gidişi Milli Takım seçimleri konusundaki tabuyu yıktı ama Arda'nın gidişi de yepyeyi kapıları açabilir. Mutlaka devamı gelmeli, Mehmet Topal'ı da unutmadan bu tip transferler daha da artmalı.

Litvanya Öncesi 12 Dev Adam

Eurobasket-2011 için hazırlıklarını sürdüren A Milli Erkek basketbol takımımız İzmir' de düzenlenen Spor Toto World Cup 10' un ardından, Almanya' da Beko Super Cup turnuvasını da yoğun eleştirilere maruz kalarak tamamladı. İki turnuvada oynadığı altı hazırlık maçında sadece iki galibiyet alabilen ve galibiyetten ziyade oyun yapısı olarak da ümit vermeyen takımımızın Litvanya öncesi son provası ise İstanbul' da düzenlenecek olan Adidas Cup olacak.

Hazırlık sürecinde yazı yazma imkanımız olmadı o yüzden kısa kısa iki turnuva ve genel olarak milli takımın performansından bahsedelim. Spor Toto World Cup ile değerlendirmeye başlarsak turnuvayı sadece ilk günde aldığımız Ukrayna galibiyeti ile tamamladık ve eleştiriler de bu turnuva ile beraber başladı. Ancak milli takımın bu dönemi aşırı yükleme yaparak geçirmesi ve henüz maç ritmini bulamaması geçerli bir mazeret benim gözümde. Dünya ikincisi olduğumuz şampiyona öncesinde de berbat bir hazırlık dönemi geçiriyorduk ve ben dahil bir çok kişi gerek Tanjevic gerek milli takım hakkında zaman zaman eleştirinin dozu kaçırıyordu. Hazırlık döneminde görüntü geçen seneye paralel, umarım turnuva sonunda kazandığımız başarı da geçen seneye paralel olur.


Almanya' da düzenlenen Beko Super Cup da eleştirilerin zirve yapmasına neden oldu. Özellikle ilk gün Diamantidis' ten Spanouliss' ten, Papoloukas' tan ve Big Sofo' dan yoksun Yunanistan' a karşı alnına farklı mağlubiyet (38-62) taraftarlarımızı umutsuzluğa itti. İkinci gün Belçika karşısında ufak ufak umut vermeye başlayan takımımız turnuvadaki ilk galibiyetine de ulaştı. Dün oynanan Almanya maçında ise ilk üç periyot kabul edilebilir bir oyun sergilendi ancak dördüncü periyodun başından itibaren yenen seri ve farkın birden açılması ise Almanya karşısında da mağlup olmamıza neden oldu.

Yazının içinde belirttiğim gibi geçtiğimiz sene de benzer bir hazırlık dönemi geçirmiştik. Şimdilik en büyük avuntum bu. Elbette eleştiriler, eksiklikler olacak ama bunlar yıkıcı değil yapıcı olmalı. Bu turnuvayı bu staff ile geçireceğiz. Bize düşen şimdilik onlara elimizden geldiğince destek olmak. İnanıyorum ki Adidas Cup ile beraber takımımız toparlanacak ve maç ritmini bulup Litvanya' ya istediğimiz zaferleri kazanmaya hazır bir vaziyette gidecek.

Diego Forlan

İlginç bir transfer öyküsü olacak bu. Hangi takıma gider bilmem ama neredeyse iki senedir bu adamı konuşuyoruz. 2010 Dünya Kupası'nın mvp'si seçilmesinden başlayıp, hakkında söylenen transfer haberlerine kadar. Belli ki Atletico yola onunla devam etmek istemiyor, zaten değişim içerisindeler ve bu değişimin bir halkası da Forlan'ın gidişi olacak. Bonservisi de geçtiler bence, ona ödenen yıllık ücretten kurtulmak istiyorlar. Forlan'ı ise tartışmaya gerek yok, çok değerli bir isim 7'den 77'ye herkesin istediği bir futbolcu. Inter de onu istiyor, Milan'la da adı geçiyor, para babası PSG için de adı geçiyor, yakında Anzhi haberleri de okuruz ve tabii ki Galatasaray. Ünal Aysal'ın büyük projesi misali Forlan'dan vazgeçmediğini görüyoruz. Kafaya taktı sanki, transferi adına herşeyi yapacak ve yapıyor. İddia ise şu yönde, Baros Anzhi'ye veya Zenit'e satılacak ve Forlan & Podolski adına bir boşluk yaratılacak. Fatih Terim'in Baros'u kazanmak istiyor ama bir o kadar da kaliteli bir santrafor istiyor. Forlan bu isim olabilir, hem santrafor hem de 4-2-3-1 gibi bir sistemde santraforun arkasındaki beyin olacak. Burada tabii Forlan'ın tercihi önemli, para mı diyecek yoksa kariyer mi...

21 Ağustos 2011 Pazar

Fatih Terim & Ali Dürüst

İnternette gezerken bu fotoğrafa rastladım. 4 senelerin ya birincisi, ya ikincisi. Bunu kestirmem güç, kazanılan kupa da şampiyonluk kupası büyük olasılıkla. Türkiye Kupası da olabilir, bilemem bunu. Uçakta çekinilmiş, nostaljik bir kare. Umarım devamı da gelir bu fotoğrafların...

Podolski'nin Olası Galatasaray'a Transferi


Kağıt üzerinde baktığımızda takımın en önemli futbolcusu Arda Turan'dı. Son 1.5 sezon istenilen gibi gitmese de Arda'nın potansiyeli ve gücü yeni sezonda takımı kendi üzerine kudruracak kudrete sahipti ve Terim'in de planları bu yöndeydi. Olmadı ama, gerçekleşmesi doğru ama zamanlaması yanlış bir transfer izledik. Planlamalar yapılmış, sistem belirlenmiş ve transfer stratejisi de son hali almaya başlamış. Arda'nın ansız gidişi bütün herşeyi sil baştana götürdü ve bugünlere geldik.

Geldiğimiz nokta da Arda Turan'ın boşluğunu doldurmak zorundayız. Galatasaray sağa kayıyor gibi eleştiriler geliyor, yapılan transferlerin geneli sağ kanat eksenli çünkü. Arda'nın da sol kanat rotasyonundan çıkması ve mevcut kadrodan yerine koyacağımız kimsenin olmaması bu bölgeye transferi şart haline getirdi, şart haline getirmesinden de öte kaliteli bir ismin gerekliliğini ortaya koydu. Fark yaratacak bir futbolcuya, hem sistemi ileriye taşıyacak, hem de bireysel becerilerle anı geldiğinde takımı ipten alacak.

Lucas Podolski böyle bir futbolcu ama transferi de bir o kadar zor. Türkiye'ye gelmesinden öte başka durumlar var. Kendisi Köln'ün 26 yaşındaki bayrak futbolcusu konumunda, orada bir idol olmuş ve takımıyla şu sıralar ne kadar sorunu olursa olsun vazgeçilemeyecek bir isim.

Bayern Münih'e büyük umutlarla transfer olmuştu aslında. Beklentiler çok büyüktü, çünkü Köln ve Milli Takım macerasında muazzam işlere imza atmıştı. Bayern Münih'in se sömürge anlayışı gereğince Bundesliga da her yıldızı parlayan futbolcu gibi bu takıma geldi ama beklenenden çok uzaklardaydı. Sonrasında da takımına döndü ve Köln formasını giymeye devam ediyor.

Ama istikrarsızlıklar içerisinde. Milli Takım'ın vazgeçilmez ismi konumunda ve neredeyse her Milli maçta farkını ortaya koyuyor. İş Köln tarafına geldiğinde ise Podolski beklenen Podolski olamayabiliyor. Bunun da açıklaması şurada olabilir. Podolski, iyi bir takım kurulduğunda ve bu düzenin içerisinde müthiş bir futbolcu. Sağlam bir sistemde, kaliteli futbolcular topluluğunda kalitesini ön plana koyarak, hem kendini hem de takımını daha da kalitelendiriyor. Mevcut Köln rotasyonunda ise yapabilecekleri kısıtlı, takımın da beklentileri o kadar büyük değil. Bu yüzden de Podolski transferi her zaman bir kumar olarak görünebilir. Acaba çok büyük takımlar neden bu adamın peşine düşmüyor da denilebilir ama Podolski'nin kalitesinden asla şüphe edilemez.

Dediğim gibi zor bir transfer, gerçekleşmesi güç ama imkansız değil. 8-9 milyon avro gibi bir bonservis rakamı, futbolcuya ise yıllık 3 ila 3.5 milyon avro arasında bir ücret düşünülüyor. Son haberlere baktığımızda da Podolski buraya gelmeye hazır ama Köln'ü ikna konusu var. Bakalım neler olacak, hep birlikte göreceğiz. Gerçekleşmesi durumunda bu sezonun en değerli transferi olur ve nokta atışı diye tabir ettiğimiz durum gerçekleşir. Hem Arda'nın boşluğu doldurulur, hem 26 yaşında olan bir isim kazanılır {30'lu yaşlardaki ve devasal pahalı yıldızlardan iyidir} hem de mevcut kalite üzerinde güzel bir süsleme izlemiş oluruz. 10 numarayı da alır, yeni 10 numaramız deriz kendisine.

Köln sempatim de vardır benim, yalan söyleyemem. İki kuzenimin orada oluşundan kaynaklı biraz da, bu yüzden de Podolski'yi ayrı bi severim...

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Sasha Vujacic'in Ülkemizdeki İlk Fotoğrafı

Sasha Vujacic, dün itibariyle Türkiye topraklarını adımını atmış bulunmakta. Kendisi Anadolu Efes'in sükseli transferlerinden biri oldu, beklentiler çok büyük. Anadolu Ajansı da anlamlı bir fotoğraf çekmiş aslında, büyük ihtimalle ayarladılar bunu ama güzel olmuş...

La Liga Defterine Güiza'yı da Yazıyoruz


Herkesden beklenen katkı bir yana, santrafordan beklenen katkı bir yana. Sonuçta futbol gol oyunu ve golü de atması beklenenler santraforlar. Gelen her santrafordan beklenti büyüktür, özellikle de büyük takımlarımız adına. Özellikle Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş üçlüsü son yıllarda yıldız futbolcu tercihlerini de santraforlardan yana kullanıyorlar.

Bir noktada da kumar bu iş. Yıldız bir yabancı santrafor alıpta ülkemizde iş yapan Baros var, Niang var ama üçüncü bir ismi hatırlayamıyorum. Genelde gelen bekleneni karşılayamıyor ve geldiğinin çok daha düşük bir fiyata takımdan ayrılıyor. Sonra da basamaklardan giderek aşağı düştüklerine şahit olabiliyoruz. Kezman gibi mesela. Geldiğinde Hollanda Ligi'nin gol kralı, kariyerinde Chelsea olan bir futbolcuydu ama bekleneni bir türlü veremedi, sorunlu bir şekilde de ayrıldı. Bugün nerede bilmiyorum, alakasız alt liglerde forma giyiyordu en son.

Peki Kezman yanlış bir hamle miydi, hayır. Doğru bir hamleydi ama dediğim gibi bu iş bir kumar. Baros da tutmayabilirdi mesela, bunun garantisi yoktu ama tuttu. Aynı şekilde Niang da. Güiza ise Kezmangillerden oldu, tutmayan sınıfına girdi ve üç sezon içerisinde bonservisi olmadan gitti.

Burada bıraktığı anılar var tabii. Artık her gol kaçıran çocuğa Güiza mısın diyoruz.

Yukarıda da dedim, santrafor olayı bir kumar ve beklentilerin de yüksek olduğu bir iş. İspanya Ligi'nin gol kralı olmuş, İspanya Milli Takım'ında yer alan ve 14 milyon avro gibi bir bonservisle transfer olan bir futbolcuysan insanlar senden harikalar yaratmanı bekler. Ama o sezon yaşanan kötü bir sezon senin ipini çekebiliyor, o kötü sezonun içerisinde sen de yoğruluyorsun, o sezonun yaşanmasının bir ferdi oluyorsun. Sonra seni kazanmak istiyorlar, oynatıyorlar, ilk başlarda da bu yönde ışıklar saçıyorsun ama devamında yine olmuyor. O karakteri gösteremiyorsun çünkü, kafan sürekli aşağıda ve ben yapamayacağım duygusunun içerisindesin.

Türk insani duygusaldır, Güiza'ya da üzüldü. Onun direğe yaslanmış hallerine, kaçırdığı gollerden sonraki surat ifadesine, geçen sezon Bucaspor maçında attığı golden sonraki hallerine üzüldü. Şunu hatırlamadık ama, bu Dünya'da üzülecek birçok şey var ama bekleneni veremediği her sezon adına 3 milyon avro civarı kazanan bir futbolcu için üzülmek çok manasız. Bugünlerde de bunu daha iyi anlıyoruz, başarısız oldu Güiza. Bunun üzerine konuşmak lazım. Atılan çok yanlış bir adımdı, götürdüğü şeyler çok oldu, inanılmaz kötü bir biçimde anılacakken Bucaspor maçında attığı gol onu biraz olsun kurtardı. Güiza adına ancak bunları söylebiliriz.

Ama Getafe formasıyla iyi işler yapacağından şüphem yok, çünkü o ayarda bir isim. Mallorca'da da harikalar yaratıyorken böyle bir ortam vardı. Fenerbahçe çok büyük bir sorundan kurtuldu bana göre, zararın neresinden dönerse kardır düşüncesi doğdu bu konuda...

Forlan, Podolski, Benayoun / Transferin Şifreleri

Engin Baytar transferinin bizlere getirdiği bir şifre oldu bu. Bizler, teknik ekip tam da kavgalı Süper Kupa'yı izliyor ve Baytar bu mevzunun üzerine geldi diye espiriler yapıyorken meğer esas mevzu başkaymış. Farkedilmeyen bir durum olmuş bu ama gözden kaçmadı tabii. Fatih Terim ve teknik ekibi Forlan, Podolski ve Benayoun denklemi üzerinde hem maliyet tablosu çıkarmış hem de hangisi gelse ne olur gibisinden bir çalışmaya dalmış. Bakalım hangisi veya hangi isimler gelecek. Belki de o tablodan iki isim gelir, bu da beklentiler arasında.

19 Ağustos 2011 Cuma

Engin Baytar Galatasaray'da

Belki sıkıldınız ama tekrar dile getireyim. Şenol Güneş'e saygım, sevgim büyük. Çok beğendiğim, inandığım bir teknik direktör, ondan öte ise müthiş bir insan, futbol filozofu. Zoru sever o da, ilk olarak kaybetmekten öte kazanmayı sever. Yetenekli futbolcuya değer verir, ona katlanır, herşeyi yapar kazanmak adına.

Ama bazı futbolcu da vardır çok zordur, bir türlü kazanamazsın. Adın Şenol Güneş olsa bile. Şenol Güneş'in mizacı farklı tabii, bazen hitap edemediği futbolcular olabiliyor. Herkesin de olabilir, farklı futbolcu yapıları var çünkü. Mesela Balotelli'yi Mourinho kazanır ama yine futbolcu kazanmasıyla ünlü başka bir teknik adam bir sezonun sonunda kapı önüne koyar. Engin Baytar da bu ayarda sanki, kazanılması bir o kadar zor, hatta imkansız. Bu yüzden de gittiği her takım adına büyük bir kumar kendisi ama kafayı da futbola yonttuğunda harikalar yaratan bir yetenek. Girilir bu kumara dersiniz, hele de takımın başında Fatih Terim varsa.

Kazım'a gidiyor akıllar tabii, biz bu hikayeyi daha önce yaşadık çünkü. Kazım da yetenekleri asla tartışılmayacak ama o kafayı bir türlü futbola odaklayamayan bir isimdi. Öyle bir noktaya geldi ve bir anda kendisini kapı dışında buldu, Aykut Kocaman acımadı bile. Ama kazanmak istedi, bunu denedi, olmadı. Galatasaray'a gelişinde de yine bu tip eleştirileri duyduk, isteyenden fazlası istemeyendi, büyük tepki gösterildi ama geldiğimiz nokta da Kazım'ı kazandığımızı görüyoruz. Hagi bunu başardı, Fatih Terim ise üzerine koydu.

Engin Baytar açısından da beklenti bu yönde. Onu kazanacaksa Fatih Terim kazanır, ötesi de yok bu durumun. Engin Baytar da son şansı olduğunu biliyordur herhalde, herhangi gideceği bir takım {yurt dışı dahil} Galatasaray'dan iyi olmayacaktır, kimse bu kumara girmez. Fatih Terim, beklediğimiz gibi girdi bu kumara, üstelik transferin de maliyeti düşünülünce doğru bir hamle yaptık diyorum, akılcı bir transfer. Futbolcuyu kazanamasak bile uğruna büyük paralar dökmedik diyebileceğimiz bir hamle. Bu yüzdendir akılcı dememin sebebi.

Arda Turan'ın halefi gibi görmeyelim tabii Engin Baytar'ı. Orjini hücumdur, her iki kanatta da oynayabilir, tekniği ile mücadelesini harmanlar. Hırslıdır, savaşır, didinir ama olmadık bir yerde senin belini bükebilir. Ayrıca sadece kanat rotasyonuna da yazmamak gerekli, orta sahada da oynayabilen bir futbolcu, hatta bek oynamışlığını bile hatırlarım. Bu da mücadelesinden kaynaklı tabii, Hasan Şaş'ın da Kalli döneminde var böyle bek macerası. Eboue kadar olmasa da Engin Baytar da hücumun jokeri oldu diyebiliriz, forvet haricinde hücumun her noktasında kullanılabilecek bir futbolcumuz daha oldu. Sağ kanadı güçlendirdiğimiz şu günlerde, sol taraf adına da atılan bir adım aslında. Sadece lig olduğunu da düşünerek yabancı bir sol açık hamlesine gerek kalmadı bana göre.

Bakalım bu kumardan nasıl çıkılacak, Fatih Terim'in attığı zar istediği gibi gidecek mi. Avantaj şuradan geliyor, Fatih Terim bilir işini, hangi zarı atacağını önceden ayarlar. Ama alanın razı, verenin razı olduğu bir transfer tabii. Trabzonsporluların geneli çok mutlu...
 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir