Sabri geçtiğimiz hafta Gaziantepspor maçında kırmızı kart görerek oyun dışında kaldı. Maçtan sonra kartın doğru olmadığı söylense de, Kayseri deplasmanında sadece seyirci olarak kaldı. Gaziantepspor maçında, yaptığı faulün ardından çıkardığı isyan, çimleri, topu yumruklaması, oyundan atılmasının ardından da hakeme verdiği tepki, Sabri Sarıoğlu'na neden kimsenin dil uzatamayacağının göstergesi gibiydi. Neden Sabri biliyor musunuz? İşte bu yüzden;
31 Ekim 2011 Pazartesi
Seni Sevmeyen Ölsün!
Çok eleştirildi o, çok geyiğin malzemesi oldu. Ama bi günden bi güne çıkıp da, ne diyorsunuz siz diye laf etmedi kimseye. Lisede edebiyat öğretmenimiz yazılılarda kopyaya yeltendiğimiz zaman bi kere öksürürdü. Sonra da "eğin başınızı görün işinizi" derdi. O zamanlarda gülerdim bu cümleye. Gel gelelim ne kadar doğru olduğunu fark ettim. Sabri de tam başını eğip işini gören adamlardan. Son senelerde eleştirildiği tüm noktaları pozitife çevirerek gönüllerin kaptanı olmuştu zaten. Arda'nın gidişiyle de, Galatasaray kaptanlığına yükseldi ki, kaptanlığı şu takımda en çok hak eden adamdı zaten.
Sabri geçtiğimiz hafta Gaziantepspor maçında kırmızı kart görerek oyun dışında kaldı. Maçtan sonra kartın doğru olmadığı söylense de, Kayseri deplasmanında sadece seyirci olarak kaldı. Gaziantepspor maçında, yaptığı faulün ardından çıkardığı isyan, çimleri, topu yumruklaması, oyundan atılmasının ardından da hakeme verdiği tepki, Sabri Sarıoğlu'na neden kimsenin dil uzatamayacağının göstergesi gibiydi. Neden Sabri biliyor musunuz? İşte bu yüzden;
Sabri geçtiğimiz hafta Gaziantepspor maçında kırmızı kart görerek oyun dışında kaldı. Maçtan sonra kartın doğru olmadığı söylense de, Kayseri deplasmanında sadece seyirci olarak kaldı. Gaziantepspor maçında, yaptığı faulün ardından çıkardığı isyan, çimleri, topu yumruklaması, oyundan atılmasının ardından da hakeme verdiği tepki, Sabri Sarıoğlu'na neden kimsenin dil uzatamayacağının göstergesi gibiydi. Neden Sabri biliyor musunuz? İşte bu yüzden;
Fatih Terim Gözden Kaçırsada, Asıl Joker Yekta'ydı

İlk gelen haberler 4-5 ay olamayabileceği yönündeydi, belki de bu saatlerde durumu belli olmuştur ama ciddi bir sakatlık yaşadı, burası kesin. Tesellim şu, geçtiğimiz sezonda da böyle bir teşhis vardı, uzun sürer sakatlığı denmişti ama çabuk döndü. Bu sefer ne olur bilemiyorum ama Galatasaray'ın da bundan derin yara alabileceğini düşünüyorum.
Fatih Terim bu son maça kadar her ne kadar görmezden gelse, farklı şeyler denese de Yekta Kurtuluş bu rotasyonun en değerli isimlerinden biridir. Hani Eboue'e joker diyoruz ya, Yekta'dır aslında hücumun jokeri, hatta orta sahanın. Hücumun sağında, solunda, ortasında, orta sahanın derinliklerine kadar birçok pozisyonun oyuncusuydu ve hırslı, mücadeleci, o Galatasaray ruhu dediğimiz olguyu da taşıyan bir isim. Her oynadığı maç elinden geleni yapar, Kayserispor maçında da fazlasıyla yaptı aslında, harika bir futbol ortaya koyuyordu ama yaşanan sakatlık ve Aydın Yılmaz'ın oyuna girişi derken takımın standartı bir o kadar bozuldu.
Yekta'sız bir kulübe derinliğini kaybetmiş demektir, sık sakatlıklar yaşanan şu ortamda da işimiz zorlaştı diyorum, değerli bir hücum alternatifinden bir süre uzağız. Hatta şöyle diyelim, Aydın Yılmaz'a biraz daha muhtacız sanki, bu sakatlık sonrasında, inanamıyorum cidden...
Amrabat'ın Startı Verildi

Hakan Ünsal, Fatih Terim'in Amrabat'ı çok istediğini söylemiş. Hakan Ünsal'a normal şartlarda pek güvenmem ama Fatih Terim'e de yakın bir isimdir, bu yüzden doğruluk payı olabilir. Hakan
Ünsal'ı da karıştırmadan aslında şöyle düşünmeli. Amrabat'ı kim istemez. 88 doğumlu, müthiş yetenekli, çok daha büyük bir takımda daha da fazlasını vereceğine inandığım bir isim. Disiplin sorunu olabilir, istikrarsız da olabilir ama Kazım Kazım'ın ehlileştiği bir yerde de Amrabat'dan canavar yaratılır diyorum, üstelik bu disiplinsiz söylemi de ona yapışmış bir olgu. İçini bilmeyiz ama istikrar sorunu da yok değil. Geçtiğimiz sezon Yattara'nın son sezonları misaliydi, bi var bi yok ama olduğunda da fark yaratan. Bu sezon ise sürekli var ama takım yok, yine de o farkını yenildikleri maçta bile ortaya koyabiliyor ve o da biliyor ki, çıtayı yüksek tutmanın gerekliliğini.
Bu tip bir transfer durumu olsa kesinlikle gelmek ister ama Galatasaray'ın Kayserispor'dan da herhangi bir futbolcu alabileceğine ihtimal vermiyorum aslında, vermezler. Ülke şartları malum, inanılmaz yüksek fiyatlarla uçacağız yine. Mesele de şu aslında, neden bu tip isimleri ilk olarak biz göremiyoruz ve sonrasında çok büyük fiyatları gözden çıkarmak zorunda kalıyoruz.
Son olarak şunu ekleyeyim, bizim bir kanat adamına ihtiyacımız var, hatta iki. Riera'yı dün övdük ama ondan önceki haftalar gömdük, sonraki haftalar ise ne olur bilmem. Riera iyi duruma ulaşsa da, Kazım çok istikrarlı oynasa da, bu futbolcuların alternatifinin hala Aydın Yılmaz olduğunu görüyoruz. Yokluklarında ise yaşanan sıkıntılar büyük, Eboue açık oynuyor ya da Aydın Yılmaz, en olmadı doğru bulunup Yekta ama onun da uzun sakatlığı var. O alternatifi ben olsam yaratırım, Amrabat belki çok lüks olur ama gerekliliği ve geleceği olan bir isim. Riera'dan da Kazım'dan da daha faydalı olacağı görüşündeyim, Kazım'ı çok sevsem de.
Keşke gerçekleşse yani, hatta şöyle düşünüyorum. Fenerbahçe'de de müthiş iş yapar bu adam, Amrabat > Stoch ve Dia desem kimse alınmaz sanırım bana. Aynı şekilde Amrabat > Riera ve Kazım bile diyebilirim, yetenek ve sunacağı gelecek anlamında...
30 Ekim 2011 Pazar
Kayserispor 0-2 Galatasaray / Elmander'im Var

Riera'nın Yükselişi Hücumdaki Üretkenliği Getirdi
Öncelikli konuşmamız gereken budur. Haftalardır konuştuğumuz konu bu ve ben de dahil olmak üzere çoğu arkadaşımız şimdiden Riera'yı gömmüştü. Riera'dan temel beklenti hücum çünkü, o üretkenliği sağlaması. Hücumda da üretken olamamamızın temel sebeplerinden biri Riera'nın bu kötü performansıydı. 4-1-4-1 oynuyoruz, Elmander de arkasındaki dörtlüyü yükseltmek adına muhteşem bir performans sergiliyor ama sol tarafı etkili kullanmamamız bu hücumların o kadar da organize olmamasında önemli bir etmendi. Kayserispor karşısındaki Riera ise farklı, savunma aksiyonu kadar ondan asıl beklenti olan hücum aksiyonunu da yansıttı, bu da Engin Baytar ve Kazım gibi futbolcuların yokluğunda oluşabilecek kısırlığı bir yana itti, hatta özellikle ilk yarıda en iyi hücum performansımızı da beraberinde getirdi. Yekta'nın da bunda büyük payı var, asla es geçmemek gerekiyor ama Kayserispor maçının genel olarak bizlere getirdiği en güzel şey, hücum üretkenliğini de yaşamamız oldu.
Semih Kaya > Herhangi Bir Stoperimiz Geyiğine Girmeden
Her iyi performanstan sonra yapılır, şu futbolcu büyüktür bundan gibisinden. Klişe söylemler yani, bu tip söylemleri ben de yaptım zamanında ama Semih Kaya için yapmayacağım. Yediği sarı kart dışında hatasız bir futbolu vardı, güven verdi, en az Ujfalusi kadar mücadeleciydi ama sessiz sedasız işini yaptı. Bu da en güzeli zaten. Agresif olmak kadar soğukkanlılığı da beraberinde taşımalıdır stoperler, çünkü sürekli mücadelenin içerisindeler ve kart yeme olasılığı da en yüksek futbolculardır onlar. Gökhan Zan'ın, Servet Çetin'in yokluğunda çok çok iyiydi. Eboue için de bir parantez açılabilir aslında, o da haftaların gezgini ama kendi yerini bulduğunda da karşısında Amrabat gibi bir isim olmasına rağmen gayet iyiydi.

Sadece bu maçta değil, her maçta bunu görüyoruz. Galatasaray, 1-0 öne geçiyor ve oyunun da kontrolünü elinde bulunduruyor ama hücumu tamamen unutuyor sanki. Sürekli ayağa paslarla rakibin direncini kırmak temel felsefe gibi ama 2-0'ı da rahatlıkla bulabilecekken oynanan bu futbolun çoğu zaman rakibi uyandırdığını gördük, Kayserispor'un uyandığı gibi. Bursaspor maçı misali ilk yarısı farklı ikinci yarısı farklı bir futboldu aslında, 2-0'ı bulana kadar. İlk yarıda müthiş bir Galatasaray, üretkenliği de eline almış, pozisyonlar buluyor ama ikinci yarıda Kayserispor'un başlayan üstünlüğü ve Ömer Şişmanoğlu'nun oyuna girmesiyle beraber golü kokladığı dakikalar. Hızlı geldi rakip, ayağa oynayarak etkili oldu, savunmamızın da kanatlardaki dengesini bozdu. Bu dakikalarda top yapmak yerine, oyunu rakip sahaya yıksak bunlar yaşanmazdı diyorum, neyseki o anlarda 2-0 geldi ve maç o anda bitti. Öne geçtikten sonra gereksiz bi duraksıyoruz, mutlaka aşmak lazım bunu.
Elmander'im Var
Bu da Galatasaray'ın son haftalardaki olmazsa olmazı aslında. Fatih Terim'in Hakan Şükür'lü günlerini hatırlayalım, savunmayı önde başlattığı zamanlara. Hücumda başlıyordu savunma, top rakibe geçtiğinde muhteşem bir ön alanda baskı izliyorduk ve bu mücadele gücü de maç boyunca korunuyordu. Şimdilerde ise bu mücadeleyi bütün maça yaymaya çalışıyoruz ama bunu henüz başarabilmiş değiliz. Ama bu mücadeleyi ortaya koyduğumuz anlarda da Galatasaray'in çok iyi futbolu ortaya çıkıyor, bunun da önderi Elmander. Hücumu bir yana bıraktım, savunma için bile bu adam vazgeçilmezdir. Son maçlarda da golcü kimliğini ortaya koymaya başladı, uyum süreci de aşılmaya başladığında Elmander'in hücumdaki etkisinin aslında arkasındaki futbolculara nasıl da yansıdığını görüyoruz. Riera ve Yekta da bu uyumun içerisine girdi ve ilk yarıdaki o üretken hava oluştu. İkinci yarıda ise Aydın'ın Yekta'nın yerine oyuna girmesi bizi sarsan temel unsurdu diyebilirim ama Elmander'in varlığı bir şekilde Galatasaray'ı ileride tutuyor.

KAYSERİSPOR: 0 - GALATASARAY: 2
Stat: Kadir Has
Hakemler: Cüneyt Çakır, Bahattin Duran, Tarık Ongun
Kayserispor: Navarro, Hasan Ali, Eren Güngör, Khizanishvili, Gökhan Ünal (Dk. 54 Ömer), Amrabat, Jonathan Santana (Dk. 75 Tiroisi), Riveros, Sefa Yılmaz (Dk. 75 Cem Sultan), Okay Yokuşlu, Pekarik
Galatasaray: Muslera, Selçuk İnan, Elmander (Dk. 90 Ceyhun), Melo, Riera, Ujfalusi, Ayhan (Dk. 88 Emre Çolak), Hakan Balta, Semih Kaya, Eboue, Yekta Kurtuluş (Dk. 46 Aydın)
Goller: Dk. 39 Elmander, Dk. 72 Selçuk İnan (Galatasaray)
Sarı kartlar: Dk. 24 Semih Kaya (Galatasaray), Dk. 32 Hasan Ali, Dk. 37 Santana, Dk. 73 Amrabat, Dk. 89. Pekarik (Kayserispor)
Semih Kaya Mı, Devşirme Stoperler Mi?

Sezon puan kayıplarıyla başladı aslında, bütün büyük takımlar için bunu söylüyorum. Liderin 8 haftada 5 galibiyet ve 3 beraberlik aldığını görüyoruz, yani sık puan kayıpları yaşanacak. Burada da iş yine deplasmanlara düşecek, istikrarın kalbi de deplasmandan gelecek 3 puanlarda. Galatasaray ise bunu bu sezon da başaramadı sanki, en azından iyi başlayamadı bu konuda. Ankaragücü maçını en zayıf halka konumunda olduklarından bir kenara bırakıyorum, tablo bu. Hücumdaki üretken olamama hali deplasmanlarda pozisyon kısırlığını da beraberinde getiriyor, gol sorunu yaşıyoruz. İçeride oynanan maçlarda {hakem faktörü aleyhimize değilse} oluşan coşkuyla o gol siz atmasanız da geliyor ama deplasmanlarda oyuna hakim olmak kadar üretken olmakta lazım.
Kayserispor deplasmanı bu açıdan önemli bir mesajdır, Kayseri'den alınan 3 puan ayrıca çok da büyük bir moraldir. Genel itibariyle baktığımızda lige iyi başlamadılar, iyi de devam ettiklerini söylemek güç ama ilk haftaya oranla futbollarında bir toparlanma var. Amrabat'ın biraz daha ehlileşme sürecine girmesi ve performans yükseltmesinin takım üzerinde direk bir etkisi oldu. Bu bile onları istikrarlı bir konuma getiremedi, hala bir arayış var. Şu anki görüntüler, her takımı yenebilecek seviyede ama şu maçı da kesin kazanırlar, puan alabilirler diyemiyoruz. Çünkü her hafta aynı performans yok, sürekli bir iniş halinden inişli çıkışlı bir duruma geçtiler ve bu da onlar açısından asla yeterli olmayacaktır. Tabii sakatlıklar da onların en büyük sorunsalı, yıllardır bununla uğraşıyorlar, çare de bulamadılar.
Galatasaray açısından düşünülecek tek şey var aslında, stoper olarak kim oynayacak. Gökhan Zan sakat, Servet Çetin cezalı ve sezon başında da stoper rotasyonu aslında dar dediğimiz anları hatırlar gibiyim. Eldeki alternatifler ise, Semih Kaya'nın direk oynaması ya da Hakan Balta, Ceyhun Gülselam veya Eboue'nin stoper oynayabilme özelliklerini kullanma. Benim bu konudaki görüşüm sabit, elde direk bir stoperin varsa devşirmeye yönelmeyeceksin {Sergio Ramos misali hem bek hem stoper oynadığında aynı etkiyi verebilecek bir adamın yoksa}. Semih Kaya da yıllardır formayı bekliyor, çeşitli takımlarda kiralık olarak oynuyor ve şu an yine kadroda. Bu adamı da gözden çıkarmayıp kadroda tutuyorsan bu maç oynatacaksın, başka yolu yok. Yaptığı bir hatanın onu asacağımız konuma getireceği bir maç değil bu, bu yüzden mutlaka oynamalı ama benim görüşüm Ceyhun Gülselam oynar yönünde. Umarım yanılırım.
Sabri'nin de cezalı olduğunu düşününce, eldeki tek alternatif Eboue kalıyor. Engin Baytar'ın da bu maç olmayacağını söyleyelim, bir merak konusu da o aslında. Sistemin sürekli 4-4-2'ye gelmesini istiyorum, çift santraforla daha verimli olacağımızı düşünüyorum. Antalyaspor karşısındaki Elmander ve Baros'un aynı anda sahaya sürülmesi durumu 4-4-2 olmamıştı, 4-1-4-1'in farklı bir varvasyonuydu, Elmander ve Baros'u sağ açık olarak denemek. Ben yine aynı sistemin ve kurgu sahada olur diyorum ama tercih Sercan Yıldırım'dan yana olabilir. Rakibin çok hızlı ve hamleli bir savunması yok, bu açıdan Sercan doğru tercihtir.
Kayserispor'un gol atma konusunda da sıkıntısı yok ama gol yeme konusundaki sıkıntılar büyük. 12. durumda olup +1 averaja sahip olmaları onların hücum gücünü de gösterir, savunma konusundaki zaaflarını da. Gökhan Ünal'ın toparlanma sürecinde olduğunu görüyoruz, Amrabat zaten çok etkili ve istediğinde maçın seyrini değiştirebilecek bir silah. Santana ve Furkan da iyi hücum silahları. Onlar da büyük ihtimalle Galatasaray'ın stoper alternatifsizliği üzerine gidecek ve savunmamızın kısmen ağır olduğunu düşünerek hızlı oynamak isteyecekler. Geçmişten gelen alışkanlıkları bunlar, kanatları çok iyi ve etkili kullanıyorlar. Bu açıdan da baktığımda aslında Hakan Balta'nın stoper değil de bek olarak oynaması sonucunu ortaya çıkarıyorum ama takım savunmamız gayet iyi, son maçın istisna olduğunu düşünerek savunma konusunda pek sıkıntı yok. Yine de o iyi 4'lüden 2'sinin olmayacağını söyleyelim.
Sabri'nin yokluğu da hücum gücünü azaltacak ve Kazım da bu noktada olmazsa olmaz. Mutlaka oynayacaktır, yine riske edilecektir. Sol taraftan zaten bir hücum verimliliği göremiyoruz ve bu yüzden de sağ kanadı da kaybedemeyiz. Hasan Ali Kaldırım'ın önünde avantaj var aslında, sakat bir Kazım ve Sabri'nin yokluğu. Eboue'nin bek performansı diğer oynadığı mevkilere oranla daha iyi olabilir ama son haftaların yıldızı Sabri gerçeğini de ne kadar değiştirir bilemiyorum.
Kısacası önemli bir 3 puan, geleceğimizi görebilmemiz için önemli bir ışık. Bu sezonun olmazsa olmaz tabusu mücadelemizi koruduğumuz sürece pes eden taraf asla olmayız ama sakatlıklar da fazlasıyla can sıkıyor. Çünkü Fatih Terim'in belirlediği bir sistem var, o sistemin dışına da pek çıkmıyor. Sakatlıklar da gelmeye başlayınca gelenin gideni fazlasıyla arattığını görüyoruz, neyse diyorum Eboue sağ bek oynamak zorunda. Yoksa Engin Baytar'ın bölgesinde onu görebilirdik. İlk gündüz maçımız ve hakkımızda hayırlısı...
Not: Bu benim ideal kadrom, Fatih Terim nasıl bir kadro sürer üzerinden girmedim pek olaya...
Nerede kalmıştık?
29 Ekim 2011 Cumartesi
Nuri Şahin'in Dönüşü Real Madrid'le Mi, Milli Takım'la Mı?

28 Ekim 2011 Cuma
Tugay Kerimoğlu Görevinin Başındadır

Tugay Kerimoğlu hamlesi ise sezon öncesinde geldi, yeni bir proje gibi. Adnan Polat'ın da böyle bir düşüncesi vardı, bir türlü istediği imkanı sağlamadığı Rijkaard'dan bir sistem oturtmasını bekledi ve devamında da Tugay Kerimoğlu, Guardiola misali göreve gelecekti. Bu sürece kadar ise Tugay Kerimoğlu'nu altyapının başına getirdiler, bir teknik direktörten öte spordan gelen bir yöneticiydi aslında ve bu da ülkemizde fazla görülmeyen bir durum aslında.
Böyle bir sorun var ama, kimse görevinde kalamıyor. Tepede oturan bir anda kendini teknik adam olarak görebiliyor ve şöyle de birşey var. Futboldan gelen ve profesyonel yönetici olmanın hayalini kuran, bu konuda adımlar atan kaç kişi var aslında. Bu işin zirvesi teknik direktörlük gibi görülüyor ve temel hedef bu.
Tugay Kerimoğlu'nda sevdiğim özellikler fazlasıyla var. Geçtiğimiz sezon Hagi'nin de, Bülent Ünder'in de yardımcılığını yaptı ama hiçbir zaman ön plana çıkma hevesi olmadı. Hatta Hagi'den sonra göreve tek başına o da gelebilirdi ama bunu da yapmadı. Kendisine verilmiş olan altyapı sorumluluğu görevini daima önceliği kabul ederek, kulüp içerisinde düşülen zor durumda elinden gelen yardımları da yaptı farklı görevlerde ve bugün tekrar olması gereken noktada.
Çok konuşuluyor bu, özellikle de Fatih Terim'in gelişinin ardından. Konuşulma sebebi de, fazla ön planda olmak istememesi, hatta hiçbir şekilde ön plana gelmeyişi. Algılarda şu var, Fatih Terim eğer Tugay Kerimoğlu'na sıcak baksaydı onu yanına kulübeye alırdı gibi ama aksine. Profesyonel bir havaya bürünmek isteyen bir camia var artık, Ünal Aysal'ın getirilerini istiyoruz. Futbol alanında da Tugay Kerimoğlu bunun en değerli parçalarından ve geçen sezondan gelen görevini de hala sürdürmekte, sürdürecektir de. Müfit Erkasap gibi teknik adamlar da artık Galatasaray altyapısında, bunlar da unutmamak gerekiyor.
Dolayısıyla da Tugay Kerimoğlu ile ilgili çıkacak her haberin doğruluğuna pek inanmam. Şu ana kadar gösterdiği tutum da, sanki teknik direktör olmaktan öte bu işin profesyonel alanında kalıp, olduğu yere böyle hizmet etmek. Güzel de olur aslında, Türkiye'de ilklerden biri. Futbolcuğunda da zaten ilkleri yaşatan bir isim olmuştu ve yine yaşatır. Ama Tugay Kerimoğlu'nun üzerine oynamanın ve onu şu sıralar ısrarla teknik direktörlüğe çekmenin de bir manası olmayacaktır.
27 Ekim 2011 Perşembe
Beşiktaş 2-2 Fenerbahçe / Az Hata Yapan Kazanacaktı

Maçtan önceki temel beklentim kısır bir maç olması ve galibiyetin anahtarının savunmadan geçtiği yönündeydi. 0-0 veya 1-1 gibi skorlar da beni şaşırtmayacaktı ama anahtarı hücumcular belirledi, özellikle de Quaresma ve Caner Erkin.
Simao'nun golünden sonra savunmaya çekilen, Pektemek'e atılan uzun toplarla, onun sırtı kaleye dönük yaratacağı pasörlüğü kullanmak istedi Beşiktaş. O da bu servisi iyi yaptı aslında, fazlasıyla boş alanlar da bulundu, Quaresma da özellike ikinci yarıda bu silahı iyi kullandı. Simao ise golden sonra yine kayboldu ve aynı etkiyi kendi kanadında kullanamaması Beşiktaş'ın eksik yönüydü. Fenerbahçe ise genel itibariyle oyuna hükmeden, ilk yarıda Caner Erkin'le, ikinci yarıda ise Alex faktörüyle oyuna hakim olmaya çalışan, daha organize görünen taraftı ama forvet etkisi işte. Ne Bienvenu ne de Semih'in rakip savunma üzerinde bir caydırıcı tarafı yok, bu da Fenerbahçe'nin geçen sezona oranla en büyük handikapı ve savunmada direnç gösteren, sağlam kalan takımlar karşısında da etkisini fazlasıyla gösteriyor.
Ernst'in hücuma çıkışları haricinde orta sahaların da ağır etkisi oldu dediğimiz bir maç olmadı bu, son derece tempolu ve zevkli bir maçı bizlere getirdi. Benim de görüşüm aslında Mustafa Denizli misali yüzde 51 Fenerbahçe'nin hakettiği bir maçtı yönünde ama santraforsuzluk bunu onlara getirmedi. Cristian'ın golünde de vurursa atar dedim ve attı, çünkü sert ve isabetli vuran bir isim ama Alex orta açar misali kurulan bir baraj vardı, dolayısıyla da burada bir hata var. Caner Erkin'in oyundan çıkarılması da bir diğer hata, o kadar aktif, iyi ve top rakibe geçtiğinde de pres gücü bulunan bir futbolcuyu oyundan almak Fenerbahçe açısından olumlu değildi. Tıpkı Holosko tercihi gibi, Quaresma'nın hücumda top tutma, top saklama özelliklerini hiçe sayıp, kontraya geçiş ve devamında da 2-2 olunca buna çaresiz kalmak. Simao neden çıkmadı da Quaresma çıktı, inanın çok basit bir hata bu ama Carvalhal klasiği.
Sol Taraf

Bu işin bir tarafı, diğer tarafında da Hakan Balta var. Hakan Balta daima süper bir hücum beki olmadı, aksine kontrol ve istikrar futbolu taraftarıydı. Yani 10 üzerinden ne 8 ne de 6, daima 7 gibi. Son 1-2 yılda o performans 6'lara, 5'lere indi ama bu sezon Terim'le beraber yeniden 7'lere geldi diyebiliriz ama eski görüntüsüne de hala ulaşılamadı. Ama benim anlayışımdaki bek kavramında, hücum katkısını daha çok bekliyorum ben, Sabri Sarıoğlu'nun da sağ taraftan yardırmaya başladığı şu zamanlarda aynı katkının soldan gelmemesi kanat dengesizliği oluşturdu ve Balta'nın da önüne Riera'yı koyduğumuzda sol kanat falan kalmadı Galatasaray'da.
Bunun da sağlamasını Ujfalusi son maçta yaptı. 10 kişiyiz, yenik durumdayız, risk almalıyız, yani hücumcuların hücum etmesinden öte gerideki bazı isimlerin de ekstra işler yapma zamanı gelmiş ama hücumcunun yapamadığını yaparak değil. Hakan Balta ve Riera'nın sol tarafta bütün maç yapmadığı işi stoper Ujfalusi sol kanattan bindirmeler yaparak yaptı, bu da sol kanadımızın geldiği noktanın en güzel özetidir aslında. Olumsuz açıdan bakınca, takımın genel sorunlarının en başında bu geliyor yani. 10 numara diyoruz, santrafor diyoruz ama sol açık lazım bize, birşeyler denemek lazım...
Forma Alırsam Elmander'in Adını Yazdıracağım

Sabri Sarıoğlu'na bakalım. Bizim adımıza maçın adamı, sağ tarafı domine etti neredeyse. Üstlelik 10 kişi oynayan bir takımda, 11.'yi de yaratan onun oyunuydu. Ama temelinde agresiflik ve öfke var, o noktada bende aynı tepkiyi verirdim. Basketbolda da bu var aslında, saçma bir kural gelmişmiş ve nefes alan futbolcu bile itiraza dayalı sarı kart yiyebiliyor. Sabri'nin de iki sarı kartı bu yüzden oldu ve şimdi düşününce ikinci pozisyonda o tepkiyi vermeyip, bir şekilde sineye çekmeliydi. İş biraz daha soğuyunca akıllı düşünebiliyor insan aslında ama o noktada ben de o tepkiyi verirdim bence, temelim de bu var çünkü.
Elmander ise farklı, aslında onu konuşmak istiyorum. Tam bir İskandinav. Mücadeleci, işini iyi yapan, yaptığı işe saygı duyan ve yenilgiye isyan eden bir futbolcu. Dün de harika mücadele etti, hırslıydı, takımını ayakta tutmak istedi ama her hırslı futbolcunun patır patır sarı kart yediği bir maçta da kart yememeyi başardı. Bunu kazanmalıyız aslında, öfkeyi bir şekilde içeride kontrol etmek gerekiyor, soğukkanlılık. O anı o anda yaşamadan, daha sonrasına bırakmak. Bitmemiş şeyler var çünkü, hala şansın var ama sen o anın öfkesine kapılarak takımını daha da zor duruma düşürebiliyorsun, Sabri'nin bu soğukkanlılığı göstermesi lazımdı diyoruz, iş soğuyunca da çok daha sağlıklı düşünmeye başladık ama öyle kararlar oldu, öyle şeyler yaşadıkki, evin içerisinde duvara attığım tekme ışığında bugün sağ bacağımı hissetmiyorum.
Elmander'in futbolu da duruşu da, akıllı hareket edişi de beni her hafta daha da etkilemeye devam ediyor ve eğer bir forma alacak olursam arkasına Elmander yazdırmaya karar verdim. Takım olarak baktığımda ise dün 3 puan kaybettik ama bugün çok daha büyük şeyler kazandık. Biraz daha öfke kontrolüyle, bu müacdeleci ve hırslı, yenilgiye, haksızlığa isyan eden futbolumuzu harmanladığımızda çok daha etkili olacağız...
26 Ekim 2011 Çarşamba
Gurur, Onur, Biraz da Haysiyet

Ne kadar konuşmak doğru bilmem ama yine de cımbızla ayıklayalım futbolu. Topu ayağında tutan, mücadele eden, rakibe fazla pozisyon vermeyen, hücum oynayan ama üretken olamayan bir kimlik var Galatasaray'da. Engin Baytar ve Kazım'ın yokluğunda da bu daha da hissedildi, bu yüzden de Fatih Terim risk alarak iyileştikleri dakika bu iki isme şans verdi ama dediğimiz gibi risk. Bir yerde patlama olasılığı yüksekti, Kazım'da yaşadık bunu. Muhteşem mücadelesiyle ilk golü yaratan isim oldu ama Kazım'lı Galatasaray'ı sadece 15 dakika izleyebildik ve bundan sonra hücumda daha duraksayan, Antalyaspor maçında olduğu gibi sol kanadından sonra sağ kanadını da kaybeden, dolayısıyla da hücum verimliliği düşen bir hava oluştu, genel sorunumuz yani.
Bu maçın anahtarı mücadeleydi, maça da böyle başladık. Muhteşem bir hücum pres, rakibe bir anda neye uğradığını şaşırtarak maça 1-0 önde başladık aslında. Kazım'ın çıkışı hücum verimliliği açısından olumsuzdu ama o mücadeleyi korumasını bildik bir bakıma. O hücum presi azaltan ise hakemin verdiği faullerin yüzde 60'ının faulle alakası olmadığıydı, bu da bizi geri çekti. Şanssızlık faktörü de var tabii, Gökhan Zan da sakatlık geçirdi, o ara 10 kişiyiz derken 1-1 oldu ve yaşanan bu şokla da beraber gelen 2-1, Popov'un muhteşem golü.
Yine de ayakta kaldı Galatasaray, maçı çevirebileceğinin mesajını veriyordu {hücum verimliliği, organizasyonla olmasa da mücadelesiyle} ama Servet Çetin'in hatasında gelen alakasız kırmızı kart ipleri koparma noktasına getirdi. Gol şansı falan yok orada, kırmızı çok yanlış ama Servet'in de o hatası gözden kaçamaz. Semih Kaya > Servet Çetin modudur bu bir bakıma, Gökhan Zan'ın iyi halini falan geçtim.
10 kişi kalmışsınız, iki oyuncu değiştirme hakkını kullanmışsınız, 2-1 geridesiniz, bu durumda ne yapılabilir. Bütün planlar çöpe ve mücadelenin ayağa kalktığı anlar. 10 kişi gibi oynamadıkta, çok iyi bir mücadele, rakibi kendi sahasında çok iyi tuttuk, 10 kişi kalmamıza rağmen hata oranımız da bir o kadar düşüktü ve 2-2'yi de bulduk, 3-2'yi de bulabilirdik, Galatasaray inandırdı buna ama o savunma hatası gerçekten inanılmazdı, olmaması gerekiyordu ama oldu. Alınan riskin bir diğer getirisi de bu oldu ama Sabri'nin kesinlikle faulle alakası olmayan bir pozisyonda faul diye durdurulması, haliyle de öfke damarlarımızın zirve yaptığı o dönemde Sabri'nin öfke patlaması da olayı 9 kişiye getirdi, maçın da seyri böylece belirlenmiş oldu. Yani, hakemin fazlasıyla ön plana çıktığı, maç skorunda bire bir etkide bulunduğu bir günü geride bıraktık. Kazanımlarımız, bugün kaybettiğimiz 3 puandan fazlası, bunu da asla es geçmiyorum.
Sabri Saroğlu ve Elmander maçın adamlarıdır. Muhteşem bir mücadele gösterdiler, ruhu ayakta tutan önderler onlardı. Sabri'nin sağ kanatı tek başına domine etmesi, Elmander'in rakip savunma karşısındaki etkisi, yaptığı hücum pres, arkasındaki oyunculara pasör oluşu {ama o pasörlüğün Eboue ve Riera gibi isimlere faydasının olmaması, bu ikilinin hücumunun neredeyse sıfır oluşu} maçın unutulmaz etmenleriydi.
Şunu da ekleyerek tabii, Galatasaray'ın sol tarafı o kadar kötü durumdaki, stoper Ujfalusi bir ara sol taraftan bindirme yapmak gereksinimi duyuyordu, bunu da not etmeli. 10 numara, santrafor falan derken bize bir sol açık, hatta sol bek dahi lazım.
Bu onurlu, gururlu ve haysiyetli mücadelen için teşekkürler Galatasaray, bu değerleri saha içerisinde hiçe sayanların utanacağı bir gündü bu...
Hiçbirşey Demesek, Bir Agüero Değil Deriz

Tevez de o modun futbolcusu. Dengesiz müzisyenler gibi müziğin zirvesindeyken bir anda müziği bırakma mesajları verir, bırakır, sonra geri dönüyorum der ya da tarz değiştirmek ister. Sonra da yaptığım bu işten nefret ediyorum bile diyebilir ama bir Batistuta asla olamaz. Arkasından anmayız yani ''bir de futbolu sevse neler olurdu acaba?'' gibisinden.
Genç yaşlarda parladı, kendi ülkesinden öte rakip Brezilya'nın transfer rekorlarını kırdı, Avrupa yollarına düştü, Premier Lig derken Manchester United dedi ama City ile de çok güzel iki sezon geçirdi aslında. Oynadıkça atıyor, Robinho misali gitmek uğruna saha içerisinde yatışını görmedik ama oyuna girmeyi reddeden, idmana çıkmayan bir ruha büründü. Kazanılmak istendi, Balotelli misali belki de ama dengeleri bozmamak adına üzerinde de durulmadı o kadar, doğru bir kararla.
Agüero, Dzeko, Balotelli derken zaten şehvetimsi bir havaya bürünmüş, Manchester United'in sahasında rakibine 6 gol atmış ve yılların Ferguson'una en acı günlerini yaşatmış bir takım oldu bu. Haliyle de Tevez'i kimse düşünmez, bugün yollasan kimsenin canı acımaz. Parayla işleri yok ama şunu da eklemeli, City bu işten büyük zarara uğrayacak. Yaklaşık 1 milyon sterlinlik cezayı da kestiler, yani gitmesi adına her yol deneniyor. Ben de CM oynarken futbolcu gitmek istesin diye moralini bozmak adına garip cezalar verirdim ama Tevez'in zaten buna ihtiyacı yok, çoktan girmiş o moda.
Ocak ayında ne yapacağını merak ediyorum. Para uğruna Katar'a gitse şaşırmam ya da Avrupa diyerek yine sükseli bir takıma transfer olsa. Hiç olmadı Brezilya veya Arjantin liglerine, herşeyi yapar bu adam. Yapamayacağı tek şey ise, bundan yıllar sonra Tevez'i çok da iyi hatırlamayacak olmamız.
Hiçbirşey demesek, bir Agüero değil deriz.
Not: Şunu da ekleyeyim, Tevez'i çok severim, sayarım, futboluna bayılırım ama şu moda girmesi de artık bir yere kadar dedirtti bana...
Kim?

Bu tarz bir sistemde daha istikrarlı bir golcü isterim. Sebebiyse Baros'un istenen kıvamda olması, o eski güçlü zamanlarından uzak olması, şu anki fizik kalitesi son 15-20 dakikayı taşıyacak gibi. Uzun sakatlıklar onu çok yıprattı ve şu sıralar Nonda kıvamında. Baros'un da aldığı yıllık ücrete bakınca bu tarz bir futbolcu için fazla lüks derim ve yeni transfer şart olur.
Ünal Aysal'ın da yaptığı açıklamalara bakınca gündemin yeni bir santrafor olduğunu görüyoruz, Fatih Terim de dile getiriyor zaten bunu. Ligin devre arasında yeni bir santrafor gelecek gibi ve belki de Baros'la yolların ayrıldığını göreceğiz. Drogba değil tabii bu isim, belli ki yaz döneminde bu transfer için uğraşılıyorken birşeyler yaşanmış ve bu defter kapanmış, açılmaz da. Aysal'ın yaptığı tariften yola çıkarak adaylarınızı siz yazın, transferin şifresi verilmiş sanki.
''Kafamdaki oyuncu Avrupa liglerinden, özellikle İngiltere de oynayan oyuncu tipi. İri yapılı, beyaz tenli, güçlü yakışıklı falan diyebilirim''
25 Ekim 2011 Salı
Hakan Şükür'ün Ligdeki 200. Golü

Sen Neymişsin Be Abi

Öyle ki, Cristian ve Bilica gidecek diye beklerken takımın bir anda çok önemli parçalarına dönüştüler, işte bu mevcut kadroyla Fenerbahçe hala ayakta. Bunun tarifi istikrar da olabilir ya da birlik beraberlik. Olaya objektif olarak bakacak olursak, bu yaşananlar olmasaydı ve giden bu isimler gitmese, alınacak olan o ön libero da gelse Şampiyonlar Ligi'nde de Zico zamanında olduğu gibi ses getirebilen bir Fenerbahçe olabilirdi.
Emenike mevzusuna dönelim biz. Büyük umutlarla geldi, üstünde çok konuşuldu. Türkiye'nin gerçeği bu, yurt içi transfer piyasasında fiyatlar çok uçuk. Alakasız ücretler ödeniyor, ödenmeye de devam edecek. Emenike için de bunlardan biri dedik, 7+2 milyon avro'luk bonservisi görünce. Emenike'nin kalitesinden kimsenin şüphesi yoktu ama bu ücret büyük bir soru işaretiydi.
Şike mevzularında yıprandı Emenike ve takımdan ayrıldı, Fenerbahçe de 1 milyon avro da olsa kazanç sağladı bu işten ama kaybettiğinin çok daha büyük olduğunu şimdi görüyoruz. Emenike bu ligde çok ses getirdi, Karabükspor gibi bir takımda harikalar yarattı, takımın geldiği noktada da emeği inanılmaz büyük oldu, müthiş bir bir para kazandırarak ayrıldı. Ama Rusya'daki Emenike'ye baktığımızda da ''sen neymişsin be abi'' nidaları atılıyor yani.
Bazı futbolcular için söylenir, ''bu Anadolu futbolcusu, büyük takımda iş yapamaz'' diye. Geçmiş yıllarda bunu doğrulayan örnekleri de çok gördük ama Emenike'nin şu anda bizlere gösterdiği de daha fazlası, yani çok daha yukarıları. Emenike kalsaydı, Niang gitseydi Fenerbahçe'nin bu işten kazancı daha yüksek olacaktı sanki, Emenike tam bir büyük takım futbolcusu, oynadığı büyük takımda da bizlere göstermediklerini izleten bir isim. Spartak Moskova günleri bizlere bunları gösteriyor ve bu güzel günleri de onu Chelsea'e taşıyabilir, takip altına alındı.
Şike mevzularında neredeyse hapise girecek bu adamın kaderi birkaç ay içerisinde müthiş şekilde değişti...
24 Ekim 2011 Pazartesi
Özgüven Puanıydı Bu

Samsunspor'dan da bu ölçüde beklentilerim vardı. Orduspor'a ya da Mersin İdman Yurdu'na oranla daha fazla sabretmesi gereken bir takım, yeni bir teknik adam ve felsefesi olan bir hoca. İyi futbol oynatan, hızlı ve dinamik bir takım felsefesi yaratan bir isim, Young Boys'dan biliyoruz zaten. Yeni bir ülke, yeni bir takım, son dakika gelen birçok transfer, sportif direktör değişimi derken iyiye yönelen kimyaya bir darbe vuruldu ve yeniden bir kimya denendi, bunun için de zamana ihtiyaç vardı ama ilk Gençlerbirliği ile son Fenerbahçe maçı arasındaki görüntü hiç iyi olmadı.
Samsunspor da ideal bir 4-4-2 takımı. Selim Teber'in sakatlığı bu orta saha düzeni adına çok büyük bir darbe olsa da bu sistemle yola devam edilmeli. Mustafa Sarp'lı şekilde değil ama. Fenerbahçe karşısında da bu 4-4-2 çok güzel uygulandı, tercihler harikaydı çünkü. Zenke'yi kazanma yoluna gitmek, Bance ile birlikte harika bir hücum ikilisini doğurur. Özellikle de bu tip maçlarda, rakibin kazanmak istediği ortamda siz bulduğunuz açık arazide kontra hücumlarla işi bitirirsiniz, ilk yarıda bu olabilirdi. Ufuk Bayraktar ve Murat Yıldırım hem kreatif, hem hızlı, hem de tempolu futbolcular, dün Fenerbahçe beklerini savunmaya kitlediler ve beklerden fazlasıyla beslenen Fenerbahçe hücumları da bu silahlarından mahrum kaldı.
Bance ve Zenke ile de özellikle ilk yarıda etkili olundu ama ikinci yarıda Samsunspor'un rakip sahada top tutabilme olayı bitti, Fenerbahçe'yi izlemeye başladık. Fenerbahçe'yi bu sezon Galatasaray'dan ayıran temel özellikleri üretken olmaları. Savunma konusunda sıkıntıları var, fazlasıyla pozisyon da veriyorlar ama üretkenler, bu üretkenlikte kazanma alışkanlığını getiriyor. Ama üretkenlikleri olmasına rağmen de yaşadıkları sıkıntı var, bu da santraforsuzluk. Semih Şentürk bitmiş bana göre, Bienvenu konusunda da zaman gerekli belki ama Niang asla değil. Bu durumda da sahne ya Alex'e ya da orta sahanın hücum yüzüne bakıyor, olmadı Stoch, Dia veya Caner Erkin gibi isimler sahneye çıkabiliyor.
Samsunspor savunması güzel çalışmış Fenerbahçe hücumlarına. Alex'in o etkisini göremedik, Stoch da ikinci yarıda daha tempolu olsa da istenileni veremedi ve sıkıntı buradan doğdu. Kemal Tokak'ın savunmada yarattığı harikalar, Ertuğrul Taşkıran'ın güven vermesi, ısrarla üzerinde durulması gerekiyor dediğimiz Adem Alkaşi'nin Stoch karşısındaki harika oyunu derken bir puan geldi, işin güzel tarafı ise güven tazelendi.
Bu kadro üzerinde ısrar edilirse, rotasyon ve sistem değişikliklerine de fazla gidilmezse bu ligi rahat bir konumda bitirebilir Samsunspor ama o istikrarı görmemiz lazım.
Kibritçi

23 Ekim 2011 Pazar
Elmander, Baros Ya da Daha İstikrarlı Bir Golcü
Selçuk İnan'ı Unutmak Mümkün Değil

"Mesela ben Galatasaray’ın yerinde olsam Trabzon’daki karşılaşmada Selçuk’u oynatmam. Bu doğru bir şey değil belki. Ancak futbolcunun karşılaşabileceği yoğun tepkiyi önlemek için bazen böyle davranmak gerekebilir."
Anlamadığım şeydir bu, futbolcu satın alır veya kiralarsın ama futbolcuyu aldığın takıma karşı oynatamazsın. Çünkü o futbolcuyu sana yollayan takım korkusundan mıdır bilinmez ama böyle bir saçma kuralı yıllardır görüyoruz. Gerçi kiralama anlaşmalarında bu yaşanırdı ama satın alınan bir futbolcuda böyle bir kuralı pek nadir gördüm, Volkan Şen'in olayı gerçekten garip. Bursasporluların ona karşı bir tepkisi var mı bilmiyorum, aslında tepki göstereceklerini tahmin de etmiyorum ama Sercan Yıldırım için böyle bir kural konulmayıp, Volkan Şen için böyle bir kuralın olması da inanın çok garip ama düşünülmesi gereken bir durum.
Asıl mevzu ise daha başka, Sadri Şener'in ısrarla bitmeyen Selçuk İnan takıntısı. Şöyle diyeyim, Burak Yılmaz'ın bu sezonki gösterdiği çıkışı bir kenara bırakırsak, Selçuk İnan kağıt üzerinde o takımın en değeri olan futbolcusuydu, Burak Yılmaz ise şimdi aştı olayı tabii. Haliyle de en değerli olan o futbolcunuzu, bonservis bedeli kazanamadan rakibinize kaptırırsanız bu acıtır içinizi, çok doğal bu. Futbolcuya da tepki koyarsınız, Egemen Korkmaz'a mesela güle güle dersiniz ama Selçuk İnan'a tepki gösterirsiniz {şu an baktığımızda Egemen'in daha büyük kayıp olduğunu düşünmeme rağmen}.
Bunun da sebebi, dile getirilmesede Egemen'in boşluğunu nasılsa dolar ama Selçuk İnan büyük kayıptır düşüncesi. Benim düşüncem bu yönde, mutlaka Trabzonsporlu arkadaşlar buna karşı çıkacaktır ama bu konudaki fikrim sabit. Şu da sağlamam yani, Selçuk İnan'ı diline doluyor sürekli Sadri Şener ama Egemen Korkmaz demiyor, Engin Baytar'ı anmıyor. Volkan Şen'i verilen sözlerle oynatmıyorlar ve gereksiz sebebler sunuluyor. Selçuk İnan'da da aynısı isteniyor sanki, TT Arena'da Bilbao ile maç oynansın, Engin Baytar satılsın havaları da bir anda bozuluyor, Galatasaray'a yine sallanıyor gibi.
Tabii buradaki asıl mesele Selçuk İnan da değil, Volkan Şen'in çok saçma şekilde oynamaması, ilginç sözler, garip olaylar...
Eboue'e Yer Bulmaca #2

Uzun yılların Arsenal günleri tabii, Premier Lig zamanları. Uyum süresi mutlaka uzun olacak ama Eboue'nin Eboue günlerine dönmesi adına da istikrar lazım. Yani, onun etinden ve sütünden misali değil de kendi mevkisinde onu kullanmak, ya da bir mevkinin futbolcusu yapmak. Zorda kalırsın, Eboue'nin bu özelliği senin en büyük özelliği olur ama Eboue'nin şurada oynadığı 3-4 maç var ve baktığımızda da stoper ve forvet harici her mevkide forma giydi, bir sonraki maçta da sistemin hangi tarafında yer alacağını kendi bile bilmiyor.
Bu da onun uyum sürecini haliyle daha da uzatacak, süreç daha sancılı olacak. Maceraya girmeden sağ bek veya sol bek olarak onu kullanabiliriz, şu durumda da Eboue'yi sağ açık kullanmak yerine, Sabri'yi sağ açık gibi kullanmak, Eboue'yi beke çekmek bence en doğrusu. Bunun dışı macera gibi, bunu en iyi Antalyaspor karşısında gördük.
4-1-4-1'in göbeğindeydi Eboue ama maç içerisinde orta sahada, 10 numara gibi, sol ve sağ açık gibi de izledik. Savunma özelliği olan hareketli bir futbolcuyu hücumda kullanmanın getirisi var ama basit anlamda sistemini değiştirmiyorsan, yerine oynattığın futbolcudan o verimi beklersin yani Engin Baytar'ın veya Kazım'ın yaptıklarını Eboue'nin yapmasını. Eboue'nin ise ceza sahasının hemen dışından attığı bir şut dışında ekstrası olmadı, biraz da sol tarafa geçtiğinde getirdiği hareketlilik. O da Riera ve Aydın Yılmaz'ın yetersizliği, hatta Hakan Balta'yı da eklersek sol taraftaki hücum kısırlığından.
Şu anki görüntü, Eboue'yi oynatmak için oynattığımız sanki. Riera'da da vardı bu 1-2 haftadır ama o kesik yedi, Servet Çetin de dönemiyor takıma. Eboue'e ise takım içerisinde mevki aranıyor hala, bulunabilmiş değil. O pozisyonun futbolcusu Yekta olabilecekken ya da 4-4-2'ye geçip Baros & Elmander kullanılacakken farklı birşey denendi, tutmadı. Şuna benzettim hatta, geçen sezonki orta saha yetersizliğinde Hakan Balta falan orta saha oynasın, farklılık yaratalım düşünceleri oluşurdu ve Eboue geçen sezon olsa o pozisyonunda fark yaratırdı. Bu sezon ise farklı bence. Gaziantepspor karşısında da Eboue ilk 11 çıkacaktır ama umarım doğru bir sistem ve çok doğru bir mevkide, yoksa fazlasını yine alamayacağız...
22 Ekim 2011 Cumartesi
Kewell'ın Ölüsü > Riera'nın Dirisi

Şimdi soru şu. Riera, Kewell'ın mı yoksa Arda'nın mı boşluğunu doldurmaya geldi. Şu anki görüntü her ikisinin de boşluğunu dolduramayacak yönde, hele ki Kewell'la kıyaslamıyorum bile. Aldığı üç milyon avro'nun hakkını henüz veremedi, pek umutlu da değilim ama yine de zaman diyorum. İyi durumda değil en azından, farklı frekansta çalıyor bunu söylemek lazım. Fatih Terim de Riera'ya bu haftalık kesik atmasının sebebi budur zaten.
Yanlışlar denizi ise bu noktada başlıyor. Ben de bir 4-4-2 manyaklığı var. Çünkü bu rotasyona en uygun sistemin o olduğunu düşünüyorum. 4-2-3-1, 4-3-3 ya da şu an oynadığımız 4-1-4-1 gibi sistemlerde 10 numara ararsınız, oyun kurucu gibi oynayan bir futbolcu. Mevcut rotasyonda da bu tarza en yakın isim Engin Baytar ama o da olmadığında 4-1-4-1 görünümlü 4-2-3-1 de nasıl zorlandığımızı gördük. Hücum oynadığımız, oyuna hükmettiğimiz, topu ayağımızda tuttuğumuz ve pozisyon vermediğimiz bir maçta üretken olamadık. Bunun da sebebi organizatör, kiliti açan bir futbolcu olmaması. Akıllara Selçuk İnan geliyor ama o bu isim değil.
Karabükspor maçının ilk 10 dakikası ve Samsunspor maçının son 30 dakikasını örnek veriyorum hep, yani 4-4-2'ye döndüğümüz çift santrafor oynadığımız maçlar. Etkili olduğumuz, pozisyonlar bulduğumuz zamanlardı bunlar. Engin Baytar ve Kazım'ın yokluğunda da Baros ve Elmander'in beraber kullanılacağını düşündüm ama 4-1-4-1 devam etti, Elmander sağ açık başladı, Baros'la da dönüşümlü oynadılar. Haliyle de ikisinden de beklenen verim alınamadı. Elmander'in sırtını kaleye döndüğü, arkasındaki isimleri hücum anlamında beslediği zamanlarda Engin Baytar ve Kazım etkisini görüyorduk ama Eboue ve Aydın Yılmaz'dan aynı verimi alamadık, tabii Riera da bu listeye girer. Haliyle de sıfır hücum verimliliği, girilen sıfır pozisyon neredeyse.

Gerçek anlamda deplasmandan 3 puan aldık dememiz adına önemli bir maçtı bu, malesef bir puanla yetindik, Muslera'nın da son dakikada çıkardığı topla da bir puan iyidir bile dedik. Zaman önemli ilaç tabii, bu hücum verimliliği mutlaka bir noktada aşılır ama bu sistem devam ediyorsa eğer mutlaka iyi bir 10 numaranın varlığı şart...
20 Ekim 2011 Perşembe
Sportif Cümleler Almanak




Blogun 5000. postuna birkaç post kala, dünden bugüne paylaşımlar yapmak istedik blogla ilgili. Elimizdeki en sağlam arşivlerden birinin de banner arşivimiz olduğuna karar verdik. Bannerlarımızın olduğu klasör bizim için blogun almanağı adeta.. Çünkü hemen hemen her önemli olaya dair bir bannerımız mevcut. Dünden bugüne olan bannerlardan birkaç tanesini eklemek ve elimden geldiğince kısa kısa da açıklamalar yazmak istedim bu yazıda. Tarihe saygı, eskiye vefa, emeği geçen arkadaşlara da teşekkür babında olacak yazı. Yukarıdaki banner en son yaptığım banner. İki fotoğrafı gördükten sonra, bi anda aklıma gelen ve bu sezona uğurlu gelmesini dilediğim banner.
Kişilere özel yaptığım ilk bannerlar. Photoshop'a ilk merak saldığım günlerden. Sağdan soldan öğrendiğim birkaç efekt ile süslemeye çalışıp Burak'a gönderdiğim. Avustralyalı etkisini ve Cana'ya vurgu yaptığımız bu bannerlar acemiliğime denk gelse de, kişiler sebebiyle sanırım en özendiğim bannerlardı (itiraf.com). Kişiye özel bannerlar demişken, blogdaki yabancı hayranlığımızı da göz ardı etmemek lazım. Kişiye özel diğer bannerlar şu şekilde sıralandı;
Bunlar da Galatasaray'a dair karışık bannerlar. İçinde çoğunluğu Ufuk'a ait olmak üzere, benim de yaptıklarım mevcut. Tabii Ufuk ve benim aramdaki fark bi bakışta anlaşılacak kadar belirgin olduğu için, anlamakta güçlük çekmeyeceğinizi düşünüyorum. Arada efsanelerle ilgili bannerlarımız da var tabii. Derwall gibi, Hagi gibi, Rijkaard gibi.. Rijkaard'dan da ne umutlarımız vardı dimi?
Futbol deyip de, derbileri es geçmek olmaz. Fenerbahçe derbilerine özel bannerlar da en az derbiler kadar özel olmuşlar.
Özel demişken, doğum günümüzde, Bursaspor şampiyonluğunda ve Barış Manço'nun ölüm yıldönümünde eklediğimiz bannerlar da arşivimizin enlerinden oldu.
Yapılan bannerlar içinde en özelleri Fatih Terim ve Mourinho bannerlarıydı şüphesiz. Burak'la nadir ortak paydalarımızdan birisi aynı teknik adamları çok sevmemiz. Bize göre en iyi yerli ve yabancı teknik adamlar olunca, ikisinden de güzel işler çıktı. Hele Galatasaray-Real Madrid maçında ikisi bir araya gelmedi mi, zevkten dört köşe olduk desem yeridir.
Sondan bir önceki seri Burak'a özel seri. Onun Samsun'u, onun Ronaldinho'su, onun Real Madrid'i, onun efsaneleri.. Durun siz ama. Ben de Manchester United'lı bi banner yapıp blogun tepesinde sergilemezsem bana da Serap demesinler!
Tema barındırmayan bannerlar da oldu. Sadece blogun adıyla, elbette sarıyla kırmızıyla süslü. Benim favorilerim arasında olmadıkları için de sanırım böyle en sona kaldılar.


Dünden bugüne serisi gibi oldu, sayfayı kaplayacak ama idare edeceksiniz. 5bin yazı da her gün olan bişey değil. Bu yazı da bize bi hatıra olsun, blogun bi yerinde dursun istedik. Banner da yazılır mıymış diyenler olacaktır. Hep okunsun diye değil ya, bi kere de kendimiz için, hatıra olsun diye yazıyoruz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)