31 Ocak 2015 Cumartesi

31 Ocak 2005, Frank Ribery Galatasaray'da


Galatasaray tarihine geçmiş, nesilden nesile aktarılacak bir hikaye. Ülkemize gelen birçok potansiyel futbolcu gördük, tanıdık, hala da Bruma ve Telles gibi futbolcuları yaşıyoruz mesela. Birkaç yıl sonra nerede olurlar, ne yaparlar bilinmez, potansiyellerini ne ölçüde değerlendirirler. 

Frank Ribery ise o potansiyeli değerlendirenlerden, bugün Dünya'nın en iyi birkaç futbolcusundan biri durumunda. Hatta 2013 yılının en iyisi bile diyebiliriz. Bugünün yükselen değeri olan Bayern Münih'in büyük kozu. İşte o Ribery'i Galatasaray'ın bulup, getirmesi ne kadar büyük bir olaysa, elinden 200 bin avro gibi bir rakam yüzünden kaçırması da o kadar büyük bir olay.

Özhan Canaydın'ı severim. Çok beyefendi bir başkandı, hala özlemle andığımız bir isim. Ama futbol yönetimi bir o kadar başarısızdı, maalesef bunu da kabul etmek gerekiyor. Sadece Ribery'nin kaçması değil mevzu, yaşanan ekonomik sorunlar, plansız hareketler, 2. Terim dönemi gibi birçok etmen sayılır. Bugünün yükselen borçlarında Canaydın döneminin de payı büyük oldu, maalesef 2000 sonrası Canaydın döneminde o kadar iyi geçmedi.

Ribery'e gelirsek. Galatasaray'a gelmeden önce benim tanımadığım bir futbolcuydu. 2004-2005 sezonunun devre arası transfer döneminde geldi, hatta o dönem Fenerbahçe de Anelka'yı almış ve Ribery transferi sonrasında Anelka'nın bonusu tarzında yorumları da okuduk. Tabii o dönem Anelka büyük futbolcu, gerçi Fenerbahçe'den ayrıldıktan sonra da büyümeye, Chelsea formasıyla da istikrar kazanmayı başardı ama Ribery'nin geldiği nokta çok farklı oldu.

O yarım sezonda oynadığı 17 maç var ve 6 asist 1 gol. Yaş ise 22. Oynadığı futbol hala aklımda, unutlmaz 5-1'lik Fenerbahçe galibiyetini de atlamayalım, Hagi'nin tarihi hatası sonucunda Ribery'i erken oyundan alması farkın daha başka boyutlara gelmesini engellemişti. 

Ribery'nin bu yükselen formu sonrasında da bir sonraki sezon adına biz Galatasaraylılar büyük heyecan duyarken ve yeni bir yıldız kazandık diye düşünürken Ribery'nin elden kaçırıldığı haberini aldık. 200 bin avro, şaka gibi. Özhan Canaydın ise 10 milyon avro'luk madde var, biz haklıyız diye bizleri oyalarken (belki de Canaydın başkaları tarafından kandırılırken) Ribery ise Marsilya formasıyla aldı yürüdü, 2006 Dünya Kupası'nda kendisini tanıttı, 2007 yılında Bayern Münih derken kulüp bazında kariyerinde kazanmadığı kupa kalmadı, Dünya'nın sayılı futbolcularından biri oldu.

Birkaç gün önce rüyasını gördüm aslında, twitter'da da paylaşmıştım. Ribery tekrar Galatasaray'a transfer oluyordu. Olabilir, hayat bu tip sürprizlere açık ama şu sıralar Ribery'i gördüğümüzde düşündüğümüz tek şey, "Ribery bir dönem Galatasaray formasını giydi, şaka gibi"..

Aralık 2000, Bir Türk Takımının Ulaştığı En Yüksek Nokta


Unutmadığım bir tarihtir. 2000 yılı Aralık ayında IFFHS tarafından Dünya'nın en iyi futbol kulüpleri sıralamasında 1. sıraya yükselmiştik. Bir Türk takımının da ulaştığı en yüksek nokta bu olmuştu ve ilerleyen yıllarda biz dahil hehangi bir Türk takımı da bu başarının yakınından dahi geçemedi. Çok uzun yıllar geçebilecek gibi de görünmüyor. O dönem başka, o Galatasaray çok farklıydı..

Anlam Veremediğim Bir Sevda; Stoper Aşkı


Şu an bulunduğu noktaya büyük saygı duyduğumu söyleyerek başlamak istiyorum. Galatasaray dönemini çoğumuz hatırlamaz bile. İstanbulspor'dan transfer edilmişti ve yaz döneminde Gerets'in özel olarak defanstan top çıkarmak üzerine Yalçın Ayhan'ı çalıştırdığını hatırladım. Song & Tamas ikilisinin arkasına alternatif olarak gelmişti ama Song'un Afrika Uluslar Kupası'na gittiği dönemde bu şansı iyi kullanamadı, devamında Emre Aşık yeniden Galatasaray'a döndü derken o sezon şampiyon kadronun içerisindeydi ama katkı sağlamadı. 

Devamında da takımda kalması imkansızdı zaten. Alternatif anlamında bir sonraki sezon Tolga Seyhan geldi, kalite ve tecrübe anlamında bir adım öndeydi ama o da olmadı mesela. Farklı bir konu tabii bu.

Yalçın Ayhan'a saygı duymamın nedeni ise, Galatasaray'dan ayrıldıktan sonra kendisinden herhangi bir beklentim yoktu, bugün olduğu noktaya gelebileceğini tahmin etmezdim ama geldi. İyi bir Süper Lig futbolcusu oldu, Antalyaspor formasıyla istikrarlıydı mesela. Gaziantepspor forması giydi, Orduspor'da oynadı, Kasımpaşa'da kaptanlığa kadar yükseldi derken yaş aldıkça değerlenin bir isim oldu ve sezon başında Beşiktaş'ın kapısından döndüğünü söyleyelim. 31-32 yaş aralığında yapıyor bunu, saygı duyulacak nokta da bu zaten.

Şimdi de Başakşehir formasıyla iyi bir sezon yaşıyor. Ligin en az gol yiyen takımı durumundalar, Yalçın Ayhan da o savunmanın önemli bir parçası. Galatasaray'ın da stoper krizi diye adlandırılan ama bence herhangi bir kriz olmayan bu döneminde gündeme gelmiş, hatta Chedjou erken dönüş yapmasaydı bu transfer de gerçekleşecekti. Büyük hikaye olurdu cidden, Necati Ateş'in yıllar sonra dönüşü misali ama ondan daha büyük bir hikaye. Galatasaray'dan birşey olmayacak diye gönderilen, bir futbolcuydu, yıllar sonra dönüşü olay olurdu.

Yine de kendisine ne kadar saygı duyuyor olsam da Galatasaray'ın ayarında bir stoper olmadığını söylemem gerekiyor, transferi durumunda zaten bunu görürdük. Sadece onun özelinde de konuşmamak lazım, hep yazdığım şeyleri tekrar edeceğim belki ama Serdar Aziz vari bir isim de gereksiz ya da herhangi bir x stoper. Chedjou'nun da erken dönmesi eli rahatlattı. Ayrıca Hakan Balta ve Koray Günter ikilisi o kadar da sırıtmadı, 1-2 haftaya Semih Kaya da geliyor zaten.

Uğur Demirok eğer Trabzonspor'a gitmeseydi Galatasaray'a gelecekti. Yalçın Ayhan, Chedjou dönüşü sonrası rafa kalktı. Bunun adı da transfer yapmak için transfer yapmak, Hamza Hamzaoğlu'nu anlamadığım noktalardan biri. Yine ısrarla stoper istiyor, ben mantığını çözemedim? Mantığını çözemediğim bir konu daha var, onu da ilerleyen saatlerde yazayım. 

27 Ocak 2015 Salı

CIA Ajanı Değilim, Meçhul Şarkıcı Erhan Güleryüz de; Koçum Kosecki

Twitter üzerinden severek takip ettiğim bir karakter Koçum Kosecki. Kendine has tarzıyla olayları yorumluyor, kendisini severek takip ediyoruz. O da sağolsun bizleri kırmadı ve uzun bir aradan sonra beni röportaj olayına geri döndürdü. Hem kendisini merak edenler için, hem de Galatasaray üzerine güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. 


Herkesin merak ettiği soruyla başlayalım, neden Koçum Kosecki, bu nick ile yola devam etmeye nasıl karar verdin?

Koçum Kosecki: Abi herkes merak etmiyordur bunu : ) Öncelikle ropörtaj verecek kalibrede birisi olduğumu düşünmüyorum, soruları “ben kimim ki yahu” cümlesiyle karşıladım ama teveccüh gösterip sorduğun için cevaplamak boynumun borcu tabii.

90 yılında Galatasaray’a gelen Kosecki’yi en çok babam seviyordu sanırım. Ben 5-6 yaşındayken bi idmanı izlemeye gittik. Sarı yelekli takımla, kırmızı yelekli takım maç yapıyordu. İkisi de Galatasaray. Babama “biz hangi takımı tutuyoruz” dedim, “ikisini de tutuyoruz” dedi. Olmaz, bi takımı tutalım diye tutturunca da “sarı takımı tutuyoruz” demişti, “Kosecki sarı takımda.” O dönem ağzından düşürmediği laf da “Koçum Kosecki”ydi. Kosecki gol atıyor “Koçum Kosecki”, başkası gol atıyor “Koçum Kosecki”, son düdük çalıyor, babam eve beni omzunda taşırken yol boyu “Koçum Kosecki” diye mırıldanıyordu.

Kosecki 1992 yılında gitti. Babam da 1993 yılında. Ben daha 7 yaşındaydım kaybettiğimizde. Aklımda çok az şey kalmış, onlardan biri de “Koçum Kosecki”. Vaktiyle Galatasaray Sözlük’e üyelik alırken aklıma direkt bu isim geldi. Öyle de kaldı.


Herkesin bir takım tutma hikayesi de vardır, senin Galatasaray sevdan nasıl başladı, nasıl gelişti ve Galatasaray için unutmadığın, unutamadığın isimler, anlar hep merak ettiğimiz konular.

Koçum Kosecki: Aslında yukarıda bir nevi cevabını vermişim. Babam kendimi bildim bileli beni maça, idmana götürürdü. 92 yılında bi gün iki baklava alıp yine idmana gitmiştik. Babam oyunculara baklava yedirirken foto çektirip evin duvarına asmayı planlıyordu. Gittik, herifin biri koli koli muz getirmiş, oyuncular şişmiş. Babamın baklavalarla ve futbolcularla foto çektirme planı yattı tabii. O an bi baktım oyuncular idmandan çıkıyor. Bi anda Stumpf, Falco, Arif ve Hakan Şükür’ün arasındayım. O neslin yeri ayrıdır her zaman.

Hakan ilk geldiğinde 9 numaralı formasını almak için tutturmuştum. Sene 92. Store filan hak getire. Merter’e girip babamla fellik fellik aradık. Forma var, ama numarası 9 değil. Ben tutturmuşum illa 9 olacak, Hakan Şükür olacak. Akşama kadar aradık bulamadık. Baktık 8 var. Arif’in numarasıydı o zaman yanlış hatırlamıyorsam. Aldı babam, 8’in sol alt kenarını özene bezene kesti. Oldu sana 9. Öyle gururla giymiştim 9’u. Kralı çok severdim o zamanlar.

Yani Galatasaraylılığım öyle Nick Hornby’ninki gibi ani, tutkulu filan olmadı. Normal, düz, Florya’dan, Merter’den geçen, babadan kalma bir Galatasaraylılık.


Twitter'da takip edilen, çok sevdiğimiz bir yüzsün. Esprili bir tarzın var ve seni de farklı kılan yön bu. Sen kendini nasıl tanımlıyorsun, sosyal medyada bu yönle tanınmak nasıl bir olay?

Koçum Kosecki: Üzerine çok kelam edilecek bi şey yaptığımı düşünmüyorum. Tweet yazıyoruz işte : ) Ama Twitter’ı bi yandan küçümserken, bi yandan hakkını verelim. Ortalama 400 insan takip ediyorsam bu 400 kişinin herhangi bir konudaki görüşlerini direkt olarak alabiliyorum. Gerçek hayatta bunu yapmak imkansız. Gerçek hayatta kimi dinleyeceğini seçmen zordur, seçmek yerine bolca maruz kalmak vardır. Twitter bu açıdan gerçekten mühim. Yayın akışını kendin belirleyebiliyorsun, güzel hadise.


Soruları hazırlamaya başladığım tarih Drogba'nın Galatasaray'a transfer olduğu tarihe denk geliyor, 2. yılındayız. Sadece Drogba için sormak istemiyorum, Sneijder'i de işin içerisine katarak yaratılan bu vizyonun devamı neden gelmedi de, şu an yaşadığımız süreç yaşanmaya başladı?

Koçum Kosecki: Drogba ve Sneijder nefis transferler ama vizyon denir mi bilmiyorum. Muhteşem transferler, elbette, fakat bana sonrası düşünmeden yapılmış, etraflıca planlanmadan girişilmiş hamleler gibi geliyor. En azından 2013 ocağında Sneijder ve Drogba’yı alan ekibin 2014 ocağında iyi de para harcayarak yaptığı transferler bu vizyon teorisine ters düşüyor.

Toplama bilgisayarlarda parça uyumu diye bir şey vardır. Eski kasaya yeni bellek kartı takmak istediğinde uyum göstermez. Ya eski bir kart takman lazımdır, ya da tüm kasayı yenilemen. Biz Sneijder ve Drogba’yı aldıysak, tüm kasayı yenilememiz lazımdı. Mevcut takım bu ikiliyi o dönemki fizik kaliteleriyle kaldıracak durumda değildi. Takımı yönetenler o esnada birbirlerini yiyor olmasaydı yine de kısa vadede başarı gelebilirdi, gelmedi.

Maçları coşkuyla beklediğimiz 2013 Şubat ayından bir lig 11’i:

Muslera-Eboue-G.Zan-Dany-H.Balta-Hamit-Selçuk-Sneijder-Amrabat-Drogba-Burak

2015 kadrosunun, gördüğümüz bu kadrodan çok daha kalitesiz olduğu söylenebilir mi? Bence söylenemez. Ama aradan geçen 2 yılda sadece bonservise harcanan toplam 50 küsur milyon Euro’ya çok daha kaliteli bir takım kurulabilirdi. Bu fırsatı kaçırmamız, ve hoca tercihlerindeki epik hatalar bugünü hazırladı bize biraz.


Seveni var, sevmeyeni var, kaçıp gitti diyeni var, kaçırıldı diyeni var, geri dönsün diyen var derken hakkında birçok soru barındıran isim Ünal Aysal. Sen kendisi için ne düşünürsün, nasıl bir başkan profili izledik?

Koçum Kosecki: Bana başkan ve yöneticileri çok sevmek, ateşli şekilde desteklemek çok doğru gelmiyor. Galatasaray’ı, Fener’i, Beşiktaş’ı canından çok seven adamlar bu kulüplere başkan olacak süreçleri tamamlayamazlar. Hiçbir zaman vatanını tüm çıkarlarının önünde seven bir başbakan ya da kulübünü bir taraftar kadar hesapsız seven bir kulüp yöneticisi göremeyeceğiz. Çıkarcı bi kitlenin domine ettiği futbol yönetimi ortamında bize daha çok kupa kazandıran, başımızı daha az öne eğen adamı kendimize yakın bulmaktan, “yiyor ama çalışıyor” der gibi desteklemekten başka çaremiz de yok. Ünal Aysal da takımı oyunda tutmuş, camianın yitirmek üzere olduğu özgüveni geri kazandırmış olmasıyla öveceğim birisi. Ansızın gitmesiyle sonuçlanan son dönemi de sitemi hak ediyor.

Biz futbolu çok iyi niyetle izliyoruz ve arkada dönen tatsız planları çoğunlukla bilmiyoruz. Belki de olay bambaşka şekilde gelişti ve biz burada boşuna konuşuyoruz. Şu sisli ortamda yine de, başkanlar kazandığı kupalar kadar hatırlanır diyebiliriz. Hakan Şükür’ün attığı golden fazla kaçırdığı vardır. Ama bugün kaçırdıkları hatırlanmıyor. Ünal Aysal için de yıllar sonra akla 2 şampiyonluk ve Çeyrek Final gelecek. Bu tabloyu daha unutulmaz da kılabilirdi tabii, yazık oldu, yapacak bir şey yok.


Geleceğe yönelik Galatasaray'la ilgili beklentilerin nedir peki, ne olmasını isterdin de ne oldu veya olmalı?

Koçum Kosecki: Galatasaray’dan en büyük beklentim, çok büyük bir takım olmaya çalışmaması. Biz hiçbir zaman Bayern Münih gibi başarılı olmayacağız. Bayern Münih kadar başarılı olsak bile, Bayern Münih gibi, yani onların tarzıyla başarılı olmayacağız. Barcelona gibi altyapıyla, Real Madrid gibi transferle kupaları kucakladığımız günler gelmeyecek.

Hagi’nin yer aldığı 96-2000 dönemi muhteşem bir dönemdi ama bizi de büyük bir yanılgıya itti. Başarının sadece çok kaliteli ve tecrübeli 2-3 yabancının yanına konan cengaver gibi yerlilerle geleceğini, tek modelin bu olduğunu düşündük. Bu tabii ki bir modeldir ancak bunun işlemesi için Hagi gibi, Popescu gibi, Taffarel gibi 10 yılda bir görülecek adamlara denk gelmen gerekir. Bir zamanların Akçaabat Sebatspor’unu hatırlıyorum. Takımdaki 11 oyuncunun neredeyse tamamı bir zamanlar büyük takımların formasını giymiş oyunculardı. Ama Akçaabat çok çok düşük puanlar alarak küme düştü. Büyük takımlardan aldıkları oyuncuların ne kalitesi ne de top oynama hevesi kalmıştı.

Benim en büyük korkum, Şampiyonlar Ligi seviyesinin Akçaabat Sebatspor’u olmak. Biz başarıyı yakalayacaksak, muhtemelen Atletico Madrid gibi yakalayacağız. Geniş davranan Türk oyuncusuna sahayı dar edecek otoriter bir hoca, kendini dünyanın en büyüğü saymayan yerli, “nereye geldim ben” demeyen yabancı futbolcular ve keyfine göre hareket etmeyen, hocayı dinleyen bir yönetim. Koşarak, mücadele ederek, uğraşarak yakalayabiliriz başarı yakalayacaksak. Yıldız değil, yıldızlaşan futbolcular olacak kadroda. Bizi yenebilen Anadolu takımlarının yaptığını yapacağız büyük takımlara. Anca böyle gelir eski günler, eski günleri yerine getirmeye çalışarak geleceğini sanmıyorum.


Gerçek ismini bilmediğim gibi merak da etmiyorum, zaten seni de özel kılan şey bu. Herkes benim gibi düşünüyordur. Tüm bu internet dünyası dışında neler yaparsın, zamanını nasıl geçirirsin, ne işle meşgulsün. Bu profilin altında yatan kişi kim? (artık öğrendim :) )

Koçum Kosecki: Yani CIA ajanı değilim, meçhul şarkıcı Erhan Güleryüz de değilim. Zamanında nickle başladım, şimdi bi anda kendi fotomu koyup kişisel hesaba dönmek garip geldiği için böyle devam ediyor.

Yıllardır yazarak para kazanıyorum. Senaryo, reklam, yarışma programı derken yazmadığım şey kalmadı. Şimdi de bir ajansta sosyal medya için metin yazarlığı yapıyorum. Markaların sosyal medyada olmasından nefret ederim. Yani iş tekliflerine açığım :(


Bizleri kabul ettiğin için teşekkür eder ve Sportif Cümleler için ne söylemek istersin, ne düşünürsün, hakkımda senden eleştiri almak isterim :)

Koçum Kosecki: Blog hadisesi genelde geniş bir kadro ve büyük bir hevesle açılıp ikinci ayda “beyler bloğu boşlamayın” a evrilen, 4-5 aya kalmadan da tarihin tozlu sayfalarına karışan örneklere tanıklık etti. Sportif Cümleler bu açıdan takdire şayan, büyük bir emekle, özveriyle, kaliteden sapmadan uzun zamandır gidiyor. Bunun yanı sıra blogda yemek tarifleri bölümü olsa iyi olur.(gülüşmeler) Hayatımda ilk kez röportaj veriyorum bir şekilde olayı gülüşmelere bağlamalıydım. Sevgiler.

Sadece Kupa Değil, Tarih de Galatasaray'ın


1995 - 1996 sezonu Türkiye Kupası finali. Yer Şükrü Saraçoğlu Stadyum'u. O zaman final çift maç üzerinden oynanıyordu ve ilk maçı da Ali Sami Yen'de 1-0 kazanmıştı Galatasaray. Rövanş maçında ise normal süre Fenerbahçe'nin 1-0 üstünlüğüyle geçildi ama 116. dakikada Saunders'in muhteşem golü sadece kupayı değil tarihi de Galatasaray'a getirdi. Souness'in Ulubatlı unvanını kazandığı maçtan bahsediyorum, normal bir derbi veya final değildi bu. Fotoğafta da kupa kaldırılıyor, Saraçoğlu'nda kalkan kupalardan biri daha..

26 Ocak 2015 Pazartesi

Jose Mourinho 52 Yaşında, "The Specieal One"


Seven var, sevmeyen var, hatta öyle ki seven aşırı seviyor, sevmeyen nefret ediyor. Sevgi anlamında ortası olmayan bir futbol insanı. Benim için ise büyük bir idol, sadece futbol anlamında da değil, hayat görüşü olarak.

Efsane 52 yaşına girdi. Bu yaşa kadar yakaladığı başarılar yukarıda. Porto, Inter, Real Madrid ve 2 dönem olmak üzere Chelsea. Bundan sonrasını da düşünerek, bu başarıların yanına farklı başarıları da eklemek mümkün olacak. Teknik direktör için 52 yaş çok genç, Mourinho ise o kadar uzun zamandır hayatımızda ki.

Mourinho'nun çalıştırdığı her takıma büyük sempati duydum, hala da duyarım ama Inter'in yeri bende de bir başka, Mourinho'ya sorduğumuzda onun için de bir başkadır. Birbirine bu kadar yakışan iki farklı karakterdi, henüz 2. sezonunda öyle bir başarı geldi ki Inter adına misyon çok kısa bir zamanda tamamlandı.

Porto'da yaptığı işi ise herhangi bir teknik direktör yapabilir gibi gelmiyor. Önce Uefa Kupası, bir sonraki sezon Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu. Double yapmanın böylesi, üstelik teknik direktörlüğe ilk adım atılan yıllarda.

Real Madrid farklı bir konumda, farklı kuralları olan, farklı yönetilen bir takım. Mourinho isminin de ön plana geçmesini istemediler, istikrarlı başarı bu yüzden gelmedi ama belki Barcelona'ya karşı oynadığı maçlarda değil ama lig mücadelesinde bu hakimiyeti yıkıp lig şampiyonu olması da en kötü döneminde bile istenilen başarıyı yakalayabildiğinin kanıtı.

Chelsea ise onunla özdeşleşen kulüp. Abramoviç'in futbol dünyasında nam saldığı dönem Mourinho ile birlikte gerçekleşmiştir. Büyük transferlerin, paraların takımı olmuştur Chelsea ama Mourinho'dan sonra bir futbol düzeni oturmuş ve yıllar sonra gelen Premier Lig şampiyonlukları gelmiştir. Şampiyonlar Ligi'nde ise yarı finalde Liverpool'a elendikleri maçı hatırladım da. Mourinho'nun o dönemini kapatan maç oldu belki de ama 2. Chelsea dönemi de gayet sağlam bir şekilde yükseliyor.

Henüz yaş 52, teknik direktörlük anlamında genç bir yaş. Sevmeyebilirsiniz ama takdir etmek zorundasınız. Bu adam başka..

FIBA Yılın Oyuncusu; Alba Torrens


Euroleague şampiyonu olan Galatasaray'ın en önemli kozlarından biri de Alba Torrens'di ve bugün boşluğunu dolduramadığımızı da görüyoruz. Böyle önemli bir oyuncunun boşluğunu da doldurmak güç. Üzüldüğüm nokta şu kadroyu koruyamamak oldu. Alba Torrens, Işıl Alben ve Zellous gibi isimlerin yeri doldurulamadı. Euroleague'de de işler iyi gitmiyor, lig için görüntü mükemmel olabilir ama Euroleague şampiyonu olmuş bir takımın bir sonraki sezonda gruptan çıkma şansını dahi zora sokması üzücü bir tablo.

Alba Torrens'in Galatasaray'da geçirdiği üç sezon var. Euroleague şampiyonu unvanıyla gelmişti, şanssız sakatlıklar da yaşadı, sezonu kapattığı oldu ama Galatasaray kendisinden vazgeçmedi. O da muhteşem bir dönüş yaparak, geçen sezon kazanılan Euroleague şampiyonluğunun en önemli yüzüydü belki de. Finallerin MVP'si olmuştu ve sezon sonunda da iyi bir kontrat karşılığı, kadın basketbolu ekolü olan UMMC Ekaterinburg'un yolunu tuttu.

Alba'nın sevdiğim yönü taraftarlarla olan bütünleşmesiydi. Taraftar çok seviyordu kendisini, bu tip yabancılar hangi branş olursa olsun çok sevilirler. Bu açıdan da Alba Torrens asla unutulmayacaktır ve günün birinde Galatasaray formasıyla tekrar izleyebileceğimizi düşünüyorum.

Bu yazıyı yazma nedeni de FIBA Yılın Oyuncusu ödülünü kazanmış olması. Galatasaray'da geçirdiği muhteşem sezonun ardından Ekaterinburg'la da bunun devamını getiriyor. Kariyerinde de 2. kez bu ödülü kazandığını söyleyelim. Yapılan oylamada Sancho Lyttle da 2. oldu, Işıl Alben ise 5. sırada yer aldı.


Futbolcuya Dayalı Düzen?

Galatasaray'ın başarılı bir sağlık heyeti var. Özellikle de sakat oyuncuları beklenen zamandan önce döndürme konusunda başarılı işler yapılıyor. Dün Koray Günter'i 11'de izledik mesela, 2-3 hafta bir zaman verilmişti ama birkaç günde döndürüldü. Aynı şekilde Burak Yılmaz için 1 ay konuşuluyordu ama 1 haftada 18'e girebildiğini gördük. Semih Kaya da Bursaspor maçının ardından dönüş yapacak derken bu anlamda başarılı işler yapılıyor. 

Yener İnce'yi bu konuda tebrik etmek gerekiyor. Geçtiğimiz günlerde UEFA Elit Doktorlar Zirvesi'nde de futbolcuları geri döndürmede 32 takım arasında 1.oldu mesela, bu konuda gerçekten iyi durumdayız.
 
Yine de sabırlı olmak, doğru anı beklemek gerekiyor. Burak Yılmaz konusunda bunu yaşadık. Futbolcuyu 18'e almak benim de desteklediğim bir karardı, çünkü Burak Yılmaz geri döndü mesajıdır bu. Şampiyonluk yolunda çok değerli bir isim ve Burak Yılmaz'ın olası kaybı 4. yıldız önünde en büyük handikap olacaktı. 
 
Kulübede Pandev ve Sinan Gümüş gibi isimlerin olması da Burak Yılmaz oyuna girmez düşüncesine itti beni, zaten Hamza Hamzaoğlu da maç öncesinde Burak Yılmaz'ı riske atmak istemediğini söyledi. Bu durumda maç 2-0 gidiyorken bu risk alınmaz. Taraftar Burak Yılmaz için bağırmış olabilir, Burak Yılmaz oynamak için diretmiş olabilir ama Hamza Hoca'nın o riski almaması gerekiyordu. Oyuna girmesiyle çıkması bir oldu, bunu gördük. Sakatlık ileriye de atabilirdi, daha kötü sonuçlara da yol açabilirdi ama korktuğumuz başımıza gelmedi, Burak Yılmaz'ın Bursaspor maçında sahada olabileceği açıklandı.
 
Bu hatayı başka bir teknik direktör yapsa bugün asmıştık kendisini ama Hamza Hamzaoğlu'nun duruşu ve kredisi bu tepkilerin önüne geçti, geçmeli de. Ama konuşulması gereken konudur bu, maalesef Burak Yılmaz'ın o dakika oyuna girmek istemesi de futbolcuya dayalı düzenin işaretlerinden biri, kabul etmek gerekiyor.

Hamza Hamzaoğlu'nun iyi yanı, hatasını kabul etmesi ve eleştiriye açık olması. Onu da değerli kılan bu olacaktır. Burak Yılmaz konusunda da hatasını kabul etti zaten ama iş işten geçebilirdi, şanslıydık..

25 Ocak 2015 Pazar

Koray Günter Yanıltmadı, Buna Rağmen Stoper Transferi?


Geçen sezonun başarısız devre arası transfer harekatının başarılı yüzlerinden biri Koray Günter'di. Tanıdığımız, bildiğimiz, takip ettiğimiz bir isimdi ve Galatasaray'a gelişi de beni heyecanlandırmıştı. Geçen sezon fazla şans bulamadı, Prandelli döneminde de yoklar arasındaydı ama Galatasaray'ın şu dönemde yaşadığı stopersizlik sahneyi Koray Günter'e bıraktı ve onun da bu şansı iyi değerlendirdiğini düşünüyorum.

Başakşehir deplasmanında da 11 başlamıştı ama takımın ruh hali, saha, zemin şartları derken o maç ne kadar ölçü kabul edilir bilinmez. O maçta da Hakan Balta ile ikisi oynamıştı. Rizespor karşısında da yine bu ikiliyi izledik ama bu sefer iyi bir uyum vardı, yeni bir stoper hamlesine gerek yok dedirtecek cinsten.

Genç, potansiyelli futbolcunun şans bulması önemli. Koray Günter'in sakatlıktan erken dönmesi sahneyi ona bıraktı, yoksa Melo'yu stopere geçip, daha önce denenmiş ve başarısız olmuş bir kumara yeniden girmek bugün kötü sonuçlara yol açabilirdi. İmkan varsa, devşirme olayına girmeden o pozisyonun futbolcusu oynamalı. Hakan Balta stoper oynayabilir, bunu biliyoruz ama Melo oynayamaz. Koray Günter bugün oynamasaydı, oynayacak isim Emre Can Coşkun olmalıydı mesela. Onun 18'de olmaması da şaşırttı, kulübede stoper yedeği yoktu. Bu da gözden kaçmamalı.

Hala yeni stoper deniliyor, Serdar Aziz'in peşinden gidiliyor ve 3.5 - 4 milyon avro aralığında paraları konuşuyoruz. Serdar Aziz'e bir lafım yok, sevdiğim de bir futbolcudur ama ben yerli bir stoperin gerekliliğini tartışıyorum. Chedjou da Semih Kaya da dönecek, ayrıca Koray Günter ve Hakan Balta'nın da orayı doldurabildiğini gördük. Daha da derine inersek Emre Can Coşkun var, çözümü kendi içimizde arayacak olursak Gökhan Zan'ı sezon sonuna kadar tutma ihtimali de var. Ama biz ısrarla yerli stoper diyoruz, sezon sonunda yabancı kontenjanının genişleyeceğini bilmemize rağmen.

Koray Günter büyük potansiyel, önemli bir yetenek. Dortmund altyapısını yabana atamayız, Koray Günter'den beklentileri vardı, hala da var. Geri alma opsiyonunu bu yüzden koydurdular, Koray Günter gelişime fazlasıyla açık bir isim. Bugün 60-70 metreye attığı topları gördük, bir anda pozisyon yaratabiliyor. Bugün hangi yerli stoper böylesine oyun kurabilir, topu olumlu kullanabilir? Aynı zamanda sert, hava toplarında hakim, fazlasıyla akılcı. Stoper eksikliğinde de değil, kendisine yatırım yapılarak sezona da devam edilebilir, eldeki stoperlerden de çok eksiği yok.

Merak ediyorum neler olacak, Galatasaray'ın bu yerli stoper transferi ısrarı hangi sorunlara yol açacak? Şu takıma yabancı bir forvet alınabilir ya da kiralanabilir. Dzemaili'nin talipleri var ve belli ki kullanmayacaksın kendisini. Ya da Tolgay Arslan gibi bir isim düşünülebilir, orta sahaya alternatif yaratmak adına. Yine denenmiş ve başarısız olmuş bir gerçek, Selçuk İnan veya Melo olmadığında Yekta Kurtuluş.

Lades, Galatasaray 2-0 Çaykur Rizespor


Şu maçın ardından daha farklı şeyler konuşmak isterdim, Sneijder'in futbolunu ön plana çıkarmak, Koray Günter'in futbolundan kaynaklı olası stoper hamlesinin gereksizliği, Bruma'nın yükselişi, Selçuk İnan'ın hücum anlamında katkısı gibi. Yine konuşuruz ama bu maça yönelik akıllarda kalacak olan Burak Yılmaz'ın sakatlığı, Hamza Hamzaoğlu'nun bile bile ladesi.

Burak Yılmaz'ın önemli bir sakatlığının olmaması sevindirici, öncelikle bunu söyleyelim ama alınan bu riskin açıklanır bir tarafı yok. Maç başında Hamza Hoca, önemli bir durum olmadıkça oyuna almayı düşünmüyorum dediği Burak Yılmaz'ı 2-0'dan sonra oyuna alması çok büyük yanlış. Burak Yılmaz'ın istekli oluşunun bu değişiklikte payı çok büyüktür ama teknik direktörün bu durumu yönetebilmesi gerekiyordu, bu riski almaması gerekiyordu. 

Burak Yılmaz'ın önemli bir sakatlığı yok belki ama Bursaspor maçında kendisini kullanacakken, belki de o maçta Burak Yılmaz'dan mahrum kalacağız ve Rizespor karşısında dahi forvet sorun olmuşken, Bursaspor maçında Burak Yılmaz'a çok daha büyük ihtiyacımız vardı. 

Maça dönersek, galibiyeti getiren anahtarın Galatasaray'ın hücumda agresif oyununda, daha önemlisi Sneijder'de olduğunu söyleyelim. Sneijder'in ortada veya solda oynamasının bir önemi yok. Hatta etkili olduğu ölümcül pasların çoğunu da sola deplase olarak kaydetti ama önemli nokta Sneijder'in serbest oynaması. O serbest oynadığında, Galatasaray hücumu çok daha akılcı, çok daha etkili. Sneijder'in de bu sezon oynadığı en iyi maçlardan biriydi. Hatta daha etkili bir forvetle (mesela Burak Yılmaz oynayabilseydi) ilk yarıdan asist şov dahi yapabilirdi.

Forvet sorun, çift forvet oynarken bu sorun o kadar ortaya çıkmıyor ama tek forvete indiğimizde sorun yaşanıyor. Umut Bulut da orayı dolduramadı, çok fazla kaçırdı, çok sayıda topu kontrol dahi edemedi. Sneijder'in Bruma'nın hücumda katkısı, hatta Selçuk İnan'ın da rakip ceza sahası içerisine sıkça girmesi Galatasaray'a gol sorunu yaratmadı ama Bursaspor karşısında daha sıkıntılı bir durum olabilir. Rizespor'un da eksiklerinin altını çizmek gerekiyor, özellikle de savunma anlamında.

Koray Günter konusunda çoğumuz aynı düşünüyor, çok büyük bir potansiyel. Dortmund altyapısının meyvesini de 60-70 metreye attığı paslarla görüyoruz, bir anda gol pozisyonunu savunmadan yaratabilecek yetenekte bir isim. Topu mükemmel kullanıyor, sert ve havadan da etkili. Buradan çıkan sonuç Galatasaray'ın stoper ihtiyacı olmadığıdır, Chedjou ve Semih Kaya'nın yokluğunda Koray Günter & Hakan Balta ikilisiyle de devam edilebilir, edilmelidir. Hamza Hoca'nın açıklamalarından hala bir stoper arayışı olduğu söyleniyor, korkum o ki Serdar Aziz alınacaktır ama şu ortamda çok gereksiz işlerle uğraşıyoruz.

Melo sakatlanır oldu, ligin ilk yarısında da bunu çok gördük. Eski Melo fiziksel anlamda yok, maç içerisinde de bu sakatlıkları çok yaşıyor. Tolgay Arslan ismini bu yüzden yazıyordum, o bölgeye yaratılabilecek, maddi anlamda da en uygun alternatif. Ama bu düşünülmüyor. Ya da belli ki Dzemaili kullanılmayacak, talibi varken satılabilir ve kontenjanda yaratılan boşlukla Osvaldo gibi bir isim kiralanabilir. Bunlar düşünülmeli, ihtiyaç bu yönde ama hala stoper. Buna anlam veremiyorum.

Diyarbakır Belediyesi karşısında mesajı almışız, burası açık. Rizespor karşısında hücumda agresif olduğumuz her dakika pozisyon yarattık, etkisi olduk, baskıyı kurduk. İlk yarıda 25'den sonra kopmalar oldu, tempo düştü ve görüntü kör bir dakikada maçın 1-1'e gelebileceği yönündeydi. Geçen sezon bunu çok yaşadık ama ilk yarının sonunda 2-0'ı bulmak önemliydi. Nitekim ikinci yarıda Rizespor'un etkisi golü getirebilirdi, 1-0'la bu işin gitmeyeceği ortadaydı. Muslera'nın ismini her maç sonu anmak lazım, büyük fark yaratıyor, bugün de yarattığı gibi.

Ligin ikinci yarısı böylelikle iyi başlamış oldu ama önümüz Bursaspor maçı, rakip inanılmaz tehlikeli ve eksikler can sıkıcı. Zor bir hafta bizleri bekler..

24 Ocak 2015 Cumartesi

Oynayacağımız Her Maç Sezonun En Önemli Maçı

 
Eskiden bu tip mağlubiyetler gündem olurdu, ilerleyen yıllarda alınan bu mağlubiyetler alışkanlık mı yarattı bilmiyorum. Galatasaray'ın Diyarbakır Belediyesi karşısında alınan mağlubiyet konuşulması lazım olan bir konuydu ama kimse üstünde durmadı, belki de Galatasaray'ın grupta rahat konumuyla da alakalı olabilir ama kazanılması gereken bir maçın böylesine kaybedilmesi düşündürücü bir tablo.

İyi bir hazırlık dönemi geçirmedik, diğer takımlara göre de geç başladık, üstüne yaşanan sakatlıklar sonrasında da yeni planlar peşindeyiz. Burak Yılmaz'ın yokluğu, yaşanan stoper sorunu derken şu olmazsa olmaz haftalar adına Hamza Hamzaoğlu'nun ne planladığını merak ederken, ilk etapta planladığı şeylerin tutmayacağını Diyarbakır Belediyesi karşısında gördük aslında.

Melo'dan stoper olmayacağı denenmiş bir gerçekti, Hamza Hoca da görmek istedi ama böylesine bir rakip karşısında bile sorun oldu bu durum. Melo'nun stopere geçmesi savunmanın da ayarını bozduğu gibi, orta sahada Melo'nun yokluğunu kaldıramıyor Galatasaray. Tolgay Arslan transferini bu yüzden istiyordum, Melo olmadığında onun yerini doldurabilecek bir isim yok. Melo yoksa ya Dzemaili ya Emre Çolak ya da Yekta oynayacak ama hiçbirinin agresiflik ve savunma düzeyi Melo'nun yanından bile geçmiyor.

Melo stoper oynadığında da orta saha alışkanlıklarını devam ettiren bir isim. Yine risk alıyor, top tutuyor, kalçasını geri atarak top saklamayı deniyor, dikine çıkıyor ve tüm bunları dengesiz bir şekilde, arkasını da kimsenin toplamayacağını bilerek yapıyor. Chedjou'nun da çoğu durumda risk aldığını görürüz ama Chedjou ile Melo'nun stoper halini karşılaştırdığımızda stoper nasıl olurun cevabı da alınıyor.

Peki bu durumda stoper gerekli mi sorusunun cevabı yine hayır, transfere gerek olmadığını düşünüyorum. Serdar Taşçı gibi bir ismin kiralanma ihtimali yoksa ben bu topa girmezdim. Koray Günter iyileşti mesela, formayı alabilir ve fırsat onun. Hakan Balta iyi bir alternatif, Emre Can Coşkun gibi bir isim var, mutlaka düşünülmeli. Bu tip genç isimler böyle anlarda şans bulmalı, diğer türlü zaten formayı giyemiyorlar. Ayrıca 2-3 haftalık bir dönemden bahsediyoruz, akabinde eksikler zaten geri dönecek.

Asıl sorun Burak Yılmaz'ın yokluğu. Eleştiren de var, sevmeyen de var ama Burak Yılmaz'ın bu takımın olmazsa olmazlarından biri olduğunu Diyarbakır Belediye karşısında bile gördük, hissedildi. Gerçi bu maçın mazereti yok, üstelik böylesine as kadroyla çıkmışken ama eksikler yine de ortaya çıkıyor. 

İlk yarıda Burak Yılmaz'ın pozisyonunda Bruma oynadı ama olmadı. İkinci yarıda Sneijder ortaya geçti, devamında daha da karışık bir hal aldı düzen. Umut Bulut ikinci yarıda oyuna girdiğinde hiç etki edemedi, Pandev ilk yarıda top tutuyordu ama fiziksel sıkıntısı ona engel olmaya devam ediyor. Bruma'dan da o pozisyona alternatif olmayacağını gördük, Sneijder'i ortada oynatmak uygun bir düşünce ama bu durumda da Hamza Hamzaoğlu'nun başarılı düzeni değişiyor, farklı bir hal alıyor. Burak Yılmaz'ın forvetin arkasında yarattığı etki çok daha başka. Bu anlamda Galatasaray'ın iki forvetle oynaması şart ve bu ikiliden biri Burak Yılmaz.

Rizespor maçında 18'de olabileceği söyleniyor, bu geri dönüşün de altını çizmek lazım. Burak Yılmaz çalışkan bir futbolcu, çok iyi bir profesyonel. 29 yaşında futbolunun hala gelişim gösterebilmesi de bu yüzdendir, sakatlık sorunuyla çok boğuşan bir isim değildir. Yine erken döneceğe benziyor, onun dönüşü çok önemli.

Galatasaray'a karşı kapanıp, kontra atağı silah olarak kullanmak etkili olabilir, özellikle de eksiklerle uğraşdığımız şu zamanda. Hikmet Karaman da bunu deneyecektir. Galatasaray'ın 11'i şu olabilir;

Muslera
Sabri Günter (Emre Can) Balta Telles
Melo S.İnan
Çolak Pandev (Bruma) Sneijder
Umut Bulut

Melo'nun stoper oynaması büyük kumardır, Rizespor bu kumarı mutlaka cezalandırır. Koray Günter geri döndü, ben 11'de oynamasını bekliyorum ama Emre Can da kullanılabilir. Asıl soru forvetin arkasında kim oynayacak üzerine. Pandev'in fiziksel durumu soru işareti, yoksa 11'e yazılacak isim kendisi olurdu. Bu durumda Bruma değerlendirilebilir, bakarsınız Sneijder forvetin arkasına geçer, Bruma'yı kanatta izleriz.

Kazanılması gereken bir üç puan ve oynayacağımız her maç sezonun en önemli maçı..

21 Ocak 2015 Çarşamba

Top8'in Yolu

 
Top 16'ya hedef maçları kazanarak başladık. Bu da Top8 için şansımızı yükseltti. İlk etapta iyi başlamayan sürecin, yeni transferlerin uyumu, sakatların da dönmesiyle birlikte iyiye yöneldiğini görüyoruz. İçeride oynayacağımız Alba Berlin maçı da hedef maçlardan biri ve alınacak galibiyetin şansımızı oldukça yükselteceğini söyleyelim.

Maalesef sezon başından bu yana maddi sorunlarla uğraşıyoruz. Küçülme adı altında, daha düşük bir bütçeyle sezona başladık, bu yönde adımlar atmıştık, ödemelerle ilgili yine sorunlar olabiliyordu ama en azından reklam olmuyorduk. Şimdi reklam oluyoruz, fark bu. 

Yeni yönetim geldiğinden bu yana ödeme sorunlarının sürekli basına yansıdığını görüyoruz. Kulübe ihtar çeken oyunculardan şimdi idmana çıkmayan oyunculara geçiş yaptık. Haklarıdır da, eğer o iki idmana çıkılsaydı bu ödeme belki de yapılmayacaktı. Evham da değil bunun adı, bir duruş gösterilmek zorundaydı, bu oyuncuların hakkı verilmek zorunda.

Kızılyıldız galibiyetinin ardından Ergin Ataman t-shirt'ü bastırmakla olmuyor bu işler. Önemli bir galibiyetti, en az Leeds maçı kadar değerliydi hatta. Yönetim ise yaşanan bu krizin ardından, Kızılyıldız maçının ardından prim vermemiz gerekiyordu ama unuttuk diyor. Önce banka sorunları ortaya atılıyor, sonra ödemenin yapılmadığı haliyle ortaya çıkıyor. 

Ödeme yapılabiliyor, bunu bugün yaşadık. Reklam olmaya, bu süreci yaşamaya ne gerek vardı. Ne zaman işler iyi gitse, toparlanma belirtisi gösterilse bir sıkıntı ortaya çıkıyor ve başa dönebiliyoruz. Ergin Ataman'ın bu anlamda sabrına da hayranım, umarım bu sabır bitmez. Galatasaray'la özdeşleştiğini düşünüyorum ama kafamda sezon sonuna yönelik bazı sorular oluşmuyor değil.

Bu arada Ergin Ataman'ın ardından Ekrem Memnun hocamız da Milli Takım'ın başına getirildi ve basketbol Milli Takım'larında tam bir Galatasaray hegemonyası var diyebiliriz. Sedat İncesu'yu da saymak gerekir tabii. Ekrem Memnun, Euroleague şampiyonu olmuş bir takımın coach'ı ve o başarıda çok büyük bir pay sahibi. Kadın basketbolunun önemli markalarından olduğunu düşünüyorum, bu anlamda Milli Takım adına müthiş oldu diyebilirim..

19 Ocak 2015 Pazartesi

El Mago


Adnan Polat döneminin icatları, o yüzden içerisinde çok fazla mantık aramam. Pino'nun gelişini de sadece Keita'nın gidişi üzerinden değerlendirmemek lazım, Giovani Dos Santos'u da bu kapsama alırım. Sezon sonunda Giovani'nin opsiyonu kullanılacak mı diye sorulduğunda, 8 milyon avro verin de alalım diyordu Adnan Polat. Oysa o 8 milyon avro'ları sezon öncesinde kimlere dağıttı gördük. Keita'nın satılmasını geçin, Giovani Dos Santos da takımda kalabilirdi. Keita'nın Galatasaray sonrası hiç iyi gitmedi belki ama Giovani Dos Santos'un bugün hiç de fena olmayan bir kariyeri var.

Pino'ya dönersek, kim Keita gibi bir ismin arkasından gelirse beklentiyi de beraberinde taşır. Galatasaray'ın çok büyük özlemiydi, kanatlarda kreatif işler yapan futbolcular. Keita oynadığı tek sezonda bu beklentiyi de karşıladı ama ısrarla Keita'nın kendini yere atmalarından, profesyonel olmayan davranışlarından dem vuruldu, yaratılan algı bu oldu. Ben bile inandım hatta bu algıya, Dünya Kupası'nda Kaka'yı oyundan attırması geldi aklıma, bu anlamda gidişine o dönem ses çıkarmadım ama asıl gerçek çok kısa bir zaman sonra ortaya çıktı ve Keita'yı bugün dahi sevgiyle anıyoruz, hala onun verdiği keyfi de başka bir kanat oyuncumuzdan alamadık.

Pino da onun yerine alınmış gibi göründü. Potansiyel deniyordu, genç de geldi ama büyük bir sakatlığın ardından geldi. Sakatlanmadan önce Mourinho'nun Chelsea'si dahi gündemine almıştı, sakatlık sonrası onu tek düşünen takım Galatasaray oldu. Tipik Adnan Sezgin transferi diyelim. Haldun Üstünel Stoch'la anlaşırken onu aldırmayanlar ve Haldun Üstünel gibi bir değeri kaçıranlar, Pino'yu 2.5 milyon avro gibi bir rakama aldılar.

Galatasaray günlerine de indiğimde Rijkaard onu kanatlarda denedi ama Hagi geldiğinde Pino'yu forvet oynattı. Kanatlarda beklenen etkiyi veremeyen Pino, forvet oynadığında da çok etkili oldu diyemeyiz ama o yoklukta en azından yer doldurdu, akıllarda kalacak bir Fenerbahçe deplasmanı oynadı (0-0'lık maç, Gökhan Gönül'ün çizgiden çıkardığı pozisyon), uzaktan şutları etkiliydi (Türkiye Kupası'nda Gaziantepspor deplasmanında enfes golü) ama haliyle forvet değildi, olmadı. 

El Mago Galatasaray'da diyerekten bu transferi övüp önümüze koydular, yeni bir Keita beklentisi yarattılar ama Galatasaray'ın hayal kırıklıkları arasında yerini aldı. Ben severdim yine de Pino'yu, o dönem takım halinde vasat altıydı Galatasaray, Pino en azından çaba gösteren isimlerden biriydi. Culio'nun dahi yıldız kabul edildiği bir dönemden bahsediyorum.

Galatasaray sonrası da iyi geçmedi Pino'nun. Al Nasr'a kiralandı ama o coğrafyada bir Tabata etkisi yaratamadı, Mersin İdman Yurdu aldı ama oynatmadan yolladı, Olympiakos tecrübesi oldu ama orada da tutunamadı, ülkesine döndü Medellin diye bir takımda oynadı, son olarakta Bastia forması giyiyordu ama oradan da gönderildi. Bu saydığım takımların çoğunda da kiralık oynadı. Kolombiya U20 takımında 23 maçta 13 gol atan bir potansiyel bugün bu durumlara geldi. Yaşı da 27, tam olarak PTT 1.Lig kıvamına geldi aslında, ben olsam denerdim..

18 Ocak 2015 Pazar

Bir Hazırlık Turnuvası Düşünün Ki


Öncelikle Royal Cup ile başlayalım. Bir hazırlık turnuvası ancak bu kadar kötü bir organizasyona sahip olabilirdi. Tarla kıvamında zeminden, oynanan rakiplere kadar. Dün River Plate'nin 2. takımıyla oynuyoruz, o genç çocuklar adam götürmeye yer arıyorlar. Zemin desek her türlü sakatlığa müsait ve Burak Yılmaz, Semih Kaya ve Koray Günter gibi isimleri de bu uğurda kaybettik. Her anlamda kötü bir turnuvaydı, söylemek gerekiyor. Hatır - gönül ilişkileriyle bazı şeylerin olmaması gerek ama mevcut yönetim buna fazlasıyla müsait.

Abdürrahim Albayrak'ın Gökhan Zan ile ilgili açıklamalarına takıldım. Yatarak para kazandığından ve gitmek istemediğinden bahsetmiş. Yatarak para kazanma kavramı bazı futbolcular adına doğru bir kavram aslında ama örnek verilen isim yanlış olduğu gibi, kişi kendinden bilmiyor işi. 

Gökhan Zan 33 yaşına gelmiş, profesyonelliği ile nam salmış, hakkında kötü konuşan insanın nadir olduğu iyi bir futbolcu aslında. Bugün stoper kıtlığında da Gökhan Zan gibi bir isim neden düşünülmüyor bunu da bilmiyorum. Bazen kendi bünyenden yaraya merhem bulmak transferden çok daha mantıklı. Tasarruf yapmaya geldik yönetimin de bunu görmeyip, farklı işlere kalkışması, Uğur Demirok ve Serdar Aziz için hamle yapması garip. Uğur Demirok'u Trabzonspor'un almış olmasından çok memnunum mesela, bugün fiyat itibariyle de alakasız bir transfere şahit olabilirdik.

Gökhan Zan'ın sözleşmesi sezon sonunda bitecek, kontratı itibariyle de kalmak hakkıdır, bu yönde bir karar almıştır. Buna saygı duyarım. Belki garanti bir kontrat adına şimdiden hamle yapabilir ama yapmıyor. Kendi fikridir, birşey diyemeyiz. Ama Gökhan Zan'ı soyadı gibi Zan altında bırakıp, Amrabat, Dany veya Yiğit Gökoğlan gibi isimlere harcanan paralar itibariyle Abdürrahim Albayrak'a sorulması gereken tonla soru bulabilirim.

Hepsinin ötesinde bir Aydın Yılmaz gerçeği var mesela. Play-off'lu şampiyonluğun ikinci yarısı dışında istikrarlı bir katkı alınamamış, 8 senedir her şartta takımda kalmayı başarmış, bugün süre alması mümkün olmamasına rağmen yine takımda kalacak, bu 8 yılın en az 5 yılı sakatlıklarla geçmiş, hala sakat olan, neden sakatlandığı bilinmeyen bir isim. Bu konuşulmalı, bir futbolcu Galatasaray'ın evladı diye bu kadar imtiyaza sahip olmamalı.

Yaşanan sakatlıklar canımı sıktı. Burak Yılmaz'ın 4 hafta oynamayacağı söyleniyor, şu aşamada takımın (pozisyonu itibariyle) olmazsa olmazlarından. Alternatif kim düşünülebilir dersek, Pandev olabilir, Bruma olabilir veya sahne Sinan Gümüş'ün de denilebilir. Sinan Gümüş'ü kiralamaya gerek kalmadı, bu çocuk şans bulmalı, bulacaktır da. Kalitesi ve potansiyeli ortada. Royal Cup'ta da akılda kalan isimlerden biri oldu.

Diğer isim de Emre Can Coşkun. Stoper kıtlığı malumunuz, Semih Kaya ve Koray Günter de sakatlandı ve Chedjou'nun da yokluğunda elde kalan iki isim var (Gökhan Zan düşünülmüyor). Hakan Balta ve Emre Can Coşkun. Emre Can, tam bir savunma jokeri. Bek olarak kullanmak mümkün (sol sağ farketmiyor), stoper oynuyor, topla alışverişi hiç fena değil, aynı zamanda sert bir oyuncu. Savunmacının da agresif olanı kabul, şu ortamda o da şans bulacaktır ama önce karşı durduğumuz yerli stoper hamlesi bugün gerekli olabilir. Yeterli alternatif yok çünkü.

Aklıma gelen tek isim de Serdar Taşçı, onun da kiralanma ihtimali. Ülkemize baktığımda alınabilecek bir yerli stoper olmadığını düşünüyorum, kalitesine de güvenebileceğimiz tek isim Serdar Taşçı. Geçtiğimiz haftalarda da yazmıştım, kiralama yöntemiyle de şu dönemi geçici olarak atlatabilir, yeni sezon öncesinde de yeni yabancı kuralı itibariyle elimiz rahat olur.

Savunma Stratejisi


Galatasaray Liv Hospital (LH) Euroleague grup maçlarında Kızılyıldız'dan 76, Olympiacos'tan 93, Neptunas Klaeipeda'dan 82, Laboral Kutxa'dan 89, son olarak da Real Madrid'den 93 sayı yedi. (Ligde Fenerbahçe Ülker'den 85, Pınar Karşıyaka'dan 84) Ve bu çoğunluğu deplasman olan maçların hiçbirinde savunmada varlık gösteremedi. Euroleague'de maç başına 80 sayıyla bu alanda lig 7.'si olmasına rağmen bu sezon oynanan "büyük" maçların bir çoğunda varlık gösteremeyen Galatasaray LH'nin savunma sıkıntısı ve olası çözüm senaryoları: Arroyo ve Erceg şüphesiz çok özel ve değerli oyuncular ancak savunmadaki defoları neredeyse kapanamayacak kadar büyük. İki oyuncu da belirli sebeplerle kötü bire bir savunmacılar ve bire bir savunmada penetre eden oyuncular karşısında kalmakta zorluk çekiyorlar. 

Avrupa basketbolunda tek oyuncunun bire bir savunma zaafiyetlerinin kapanması dahi zorken Galatasaray LH'nin iki adet kötü bire bir savunmacısı var ve daha da kötüsü hücumda üretebilmek için, bu iki elin 30 dakika sahada kalmasına mecburlar. Dolayısıyla 1 ve 4 numaralı pozisyonlarda oynayan hücum oyuncusu savunmacısını geçtikten sonra beşe dört savunma yapmak zorunda kalıyor Galatasaray LH. (Kaldı ki genel kanının aksine Sinan Güler de iyi bir bire bir savunmacısı değil) Ve spacing'i (alan paylaşımı) iyi yapan her takım, ki bu Top 16 seviyesinde hemen her takıma işaret ediyor, bunu cezalandırıyor. 

Hücum potansiyeli yüksek olan Real Madrid, Fenerbahçe, Olympiacos gibi takımların yanı sıra kısıtlı kadrolara da sahip olsalar basketbol altyapıları gereği spacing'i ezbere yapan Neptunas, Kızılyıldız ve Zalgris takımlarının dahi Galatasaray karşısında rahat ve akıcı hücum edebilmesinin temel nedeni bu. Furkan Aldemir'in bekçiliği Galatasaray savunmasını belirli bir seviyede tuttu ancak Furkan'ın ayrılmasından sonra savunma tam anlamıyla dibe vurdu. Furkan Aldemir'in ayrılmasından sonra takıma katılan Patric Young, ilk bakışta Furkan'ın yokluğunu aratmayacak gibi görünüyordu. Young, atletik, güçlü bir uzun ve pick-and-roll ağırlıklı oynanan Avrupa basketbolunda hem hücumda hem savunmada büyük potansiyel barındırıyor. Fakat bu potansiyeline rağmen, henüz yeterli pozisyon bilgisine sahip değil. 

Şöyle; Furkan Aldemir'in ayrılmasından önce de rakip kısalar rahatlıkla Galatasaray potasına yöneliyordu ancak Furkan pozisyon bilgisi ve blok tehdidiyle caydırıcı oluyordu. Young da bu caydırıcılık potansiyeline sahip ancak henüz -ve hala- Avrupa basketboluna uyum sağlama sürecinde. Carlos ve Erceg maç başına 30 dakika civarı sahada kalırken* -ve kalmaları da hücum açısından elzemken- savunmadaki problemlerin tam anlamıyla çözülmesi mümkün değil. 

Zira Galatasaray LH'nin iki ana skor opsiyonunun yedekleri Ender Arslan ve Kerem Gönlüm oyunda olduğunda Galatasaray LH tamamen farklı bir basketbol oynamak zorunda kalıyor. Peki ne yapılabilir? Ergin Ataman Zalgris Kaunas ve İstanbul Büyükşehir Belediye Spor (İBB) maçlarında bench'ten gelen oyuncularla maçın ritmini değiştirme yoluna gitti. Ender-Pocius-Carter-Kerem dörtlüsü tam sahada baskı, alan savunması, yüksek tempo (yani Ergin Ataman'ın kariyerinde sıkça başvurduğu kaos basketbolu) denemelerine uygun. 

Zalgris ve İBB maçlarında planın tuttuğunu ve ikinci beşin maçı dengeye getirdiğini hatırlatmakta da fayda var. Ancak bu da yeterli olmayacaktır zira rotasyon böyle kullanılmaya devam ederse ilk beş-ikinci beş ayrımı, hücum beşi-savunma beşi ayrımına dönüşür ki bu da maç içi takım performans dalgalanmalarının artmasına neden olacaktır. Bunun yerine daha dengeli iki beş yaratmak gerekir. Bu noktada, Carlos ve Erceg'den birinin daha fazla ikinci beşle birlikte sahada kalması bu dengeyi sağlayabilir. Yani, Carlos-Sinan-Micov-Kerem-Young ve Ender-Pocius-Carter-Erceg-Maric beşleri ufak oynamalarla (Young-Maric değişikliği, 4 kısa vs) daha dengeli bir takım ortaya çıkartabilir. 

Sonuç olarak, Galatasaray LH Final Eight seviyesinde bir hücum takımı olmasına rağmen Eurocup seviyesinde bir savunma takımı ve takımı hücumda Final Eight seviyesine çıkaran da savunmada Eurocup seviyesine indiren de aynı oyuncular. Bu oyuncuları göndermenin, dakikalarını azaltmanın mümkün olmadığı da hesaba katılırsa Ergin Ataman'ın Top 16'nin geri kalanında ve ligde başarılı olabilmesi için savunmayı ve hücumu birbirine yakın seviyelerde yapan bir rotasyon oluşturması gerektiğini düşünüyorum. 

*Zoran Erceg maç başına 32 dakikayla Euroleague'in ortalama en çok süre alan oyuncusu, Arroyo 31 dakikayla dördüncü.

*İstatistiklere son oynanan Ted Kolejliler ve Kızılyıldız maçları dahil değildir.

17 Ocak 2015 Cumartesi

Engin Baytar'ı Soranlara


Fotoğraf Aslan Statistic'den. Bremen'de oynanan veteran maçı. Ümit Karan, Kerem İnan, Sedat Yeşilkaya gibi isimler de var. İşin ilginç tarafı, Engin Baytar da orada, fotoğraf öyle söylüyor. Sedat Yeşilkaya, Engin Baytar maçta oynamadı, sadece başlama vuruşunu yaptı diyor ama giyim kuşam, görüntü başka şeyler anlatıyor. Aslında mesele bu değil, Engin Baytar futbol haricinde başka şeylerin peşinde. Şu an bir takım bulması gerekir, hadi bulmadı sezonu Galatasaray'da tamamladı diyelim, sözleşmesi bitecek ve kendini Eboue misali sezona hazır tutması gerekir. Eboue de oynayamıyor ama İstanbul'da tek idman kaçırmıyor. Engin Baytar ise memleketi Almanya dolaylarında, veteran maçlarında boy gösteriyor.. Bunun adı da profesyonellik.

Umut Gündoğan Adana Demirspor'da


Geçen sezonun devre arası transfer dönemi. Ödenen bonservisler, gelen futbolcular, o futbolculardan kısmi anlamda Telles (gelecek adına da Koray Günter) haricinde katkı alınamaması derken araştırılması, sorgulanması gereken bir tablo. Ünal Aysal'ı çok sevmeme ve değer vermeme rağmen Galatasaray başkanlığı döneminde yaptığı en büyük yanlış.

Umut Gündoğan için genç bir futbolcu diyemeyiz, bu yönde bir algı var ama kendisi 24 yaşında. Koray Günter için potansiyel diyoruz ama 24 yaşında bir futbolcu hazır olmalıydı. Maliyeti itibariyle de çok riskli bir hamle değildi ama gerekliliği tartışılır. Bucaspor formasıyla iyi bir çıkış yakalamıştı, o seviye adına da çok kaliteli bir futbolcu ama Galatasaray ağırlığını (çok fazla şans bulamamasına rağmen) o da kaldıramadı. Oynadığı hazırlık maçları veya kupa maçları bunu gösteriyor.

Aslında Galatasaray'ın ihtiyaç duyduğu bir tarz bu. Orta sahadan dikine çıkışlarla etki edebilecek bir futbolcu. Hamza Hamzaoğlu'nun onca talibi arasında Dzemaili'yi bırakmak istememesinin nedeni bu. Zamanında Alper Potuk transfer edilebilseydi yine bu ihtiyaca yönelik olacaktı. Umut Gündoğan'ın da bu özelliği sayesinde Galatasaray'a geldiğini düşünüyorum ama tutunamadı. Fizik anlamda çok yeterlilik gösterebildiğini söyleyemem, topla oyunu iyiydi ama işin savunma kısmında, dayanıklılık tarafında beklenen etkiyi gösteremedi.

Kendisini daha çok A2 maçlarında izlemek zorunda kaldık. Furkan Özçal'la birlikte neden şans bulamadığını da sorguladık ama bir nedeni varmış, sonrasında gördük bunu. Dediğim gibi, bir alt lig adına büyük yetenek, kendini kanıtlamış bir futbolcu. Adana Demirspor'a da katkısı büyük olacaktır. Süper Lig'den de talipleri vardı, bir alt ligin hemen hemen her kalbur üstü takımı kendisini istedi ama yüksek kiralama bedeli Karabükspor'a gitmesine engel olmuştu mesela. Adana Demirspor ise bunu karşıladı, maddi anlamda güçlü bir ekip. Önemli bir transfer yaptılar..

Ergin Ataman Bunu Öğretti; Kazanılması Gereken Maç Kazanılır



Kızılyıldız zor deplasman, özellikle de yaşanan gerginlik sonrasında işin zorluk derecesi bir o kadar büyüdü. Top 16'da iddiam var diyorsan, kağıt üzerinde galibiyet hanesine yazman gereken bir maçtı ama maçın ortamı ve önemi Leeds United vari bir noktaya geldi, yine kazanıldı. 

Galatasaray'ın yaptığı en iyi iş, maçın başından sonuna kadar kontrolü elinden bırakmamasıydı. Geriye düştüğümüz anlar da oldu ama maçın kontrolü bir şekilde Galatasaray'ın elindeydi ve tempoyu da elinde tutarak son periyota kadar kafa kafa taşıdığı maçı, Justin Carter'ın yarattığı enerjiyle birlikte rahat tamamladı diyebilirim.

Takımın bir numaralı hücum kozu Erceg'i hücumda hiç kullanamadık. İkinci yarıda ribaund katkısıyla etkili oldu ama hücumda beklenilen gibi değildi. Sinan Güler ise ilk periyotta yaşadığı sakatlığın ardından geri dönemedi. Tüm bu olumsuzluklara rağmen Pocius'un sakatlık dönüşü oynadığı en iyi maçın bu olması, Micov'un sakatlık dönüşü en istikrarlı oynadığı maçın bu olması, Maric'in ise ilk defa katkı sağlaması, Justin Carter'ın ise hücum anlamında ilk defa istediğini yapabilmesi Galatasaray adına ekstra işlerdi ve galibiyetin anahtarı oldu.

Maçın kontrolünü elimizde tutmamız Kızılyıldız seyircisini de işin içerisine sokamadı. Daha keskin bir taraftar baskısı bekliyordum ama Galatasaray'ın kontrolü buna aman vermedi. Hücumda tıkandığımız anlarda hızlı hücumlarda kolay basketler yedik ve Kızılyıldız bu anlarda etki verdi ama süreklilik sağlayamadılar, Galatasaray kafa olarak çok iyi hazırlanmış maça ve kontrolü her dakika elimizde tutmayı başardık.

Kazanılması gereken maç kazanılıyor, Ergin Ataman bunu bize öğretti. Şu ortamda böyle bir galibiyet çıkarabilmek hiç kolay değil. Bu da Ergin Ataman'ın yapacağı işlerden biriydi ve başardı. Dediğim gibi, takımı maça müthiş hazırlamış ve kafa olarakta kimse dağılmadan, inanılmaz odaklanmış.

Ergin Ataman'ın da dediği gibi savunma anlamında bu sezonun en iyi maçını çıkardık. Patrick Young'un ikinci yarının başında getirdiği enerji, faul probleminin ardından da Maric'in orada sağlam durması Marjanovic'i de yavaşlattı. Durduramadık gerçi ama Kızılyıldız'a da başka opsiyon imkanı tanımadık diyebilirim.

16 Ocak 2015 Cuma

Yiğit Gökoğlan & Çağlar Birinci; Hayal Kırıklığının Resmini Çiz Deseler


Bana hayal kırıklığının resmini yapabilir misin deseler gösterebileceğim resimlerden biri bu olurdu. Bir dönemin flaş transferleri olan Yiğit Gökoğlan ve Çağlar Birinci bugün Akhisar forması altında buluştular. Yiğit Gökoğlan'ı çok konuştuk zaten, Çağlar Birinci'yi hatırlamak gerekirse, Galatasaray forması altında iki şampiyonluğu bulunan ama kazanılan iki şampiyonluk içerisinde sıfır katkı, neredeyse sıfır forma şansı bulan bir futbolcu. Ülkemizdeki yerli sol bek kıtlığının ekmeğini en iyi şekilde yiyen isimlerden biri. Uğruna iyi bir bonservis ödenmişti, Galatasaray'ın genç isimleri takas olarak verilmişti, hatta Semih Kaya duruş göstermemiş olsaydı o bile gidiyordu. Öyle bir transferdi yani ama olmadı, Denizlispor'da yaşadığı çıkışın ardından Galatasaray'da bir o kadar hızlı düştü. Yiğit Gökoğlan ise düşemedi bile, o çok daha farklı bir hikaye, çok daha vahim bir durum. Çağlar Birinci'nin Akhisar'da da forma giyemediğini, kulübenin gediklisi olduğunu söyleyelim. Elazığspor'da biraz ışık vermişti ama bugünlerde şu resmi görmeseydim hatırlamayacağım bir futbolcuydu. Yiğit Gökoğlan'ı ise merak ediyorum, Manisa onun toprağı, bir avantajı olacaksa belki bu yüzden olur. Onun da geçmişi karanlık, A2'de çok zaman geçirdi, bir dönem Orduspor'a kiralandı ve katkı veremedi derken kayıp sezonları var ama fotoğrafın özetine gelirsek, Galatasaray'ın çok büyük bir hayal kırıklığı..

Veysel Sarı Kasımpaşa'da


Önümüzdeki günler için Galatasaray'ın sağ bek mezarlığı diyerekten bir yazı yazacağım. 2000 sonrası Sebastian Perez - Eboue arası döneme baktığımızda Galatasaray'ın birçok sağ bek denediğini, o süreçte Sabri Sarıoğlu'nun hep olduğunu ama gerçek anlamda keyif alarak izlediği bir sağ bek olmadığını göreceğiz. Eboue sonrası dönem için de bu oluşuyor sanki ama aklımda kalan iki sağ bekten ilki Perez, ikincisi Eboue.

Veysel Sarı da bu halkanın dişlilerinden biri oldu. Geçtiğimiz sezonun ara transferleri arasında yaşanan hayal kırıklıklarından sadece biri. Diğer alınan isimlere göre farkı da şans bulması oldu, çok fazla şans buldu. Salih Dursun çok fazla oynamadı mesela ya da bu sezon transfer edilen Tarık Çamdal'a göre sağ bekte çok daha fazla şans buldu, Sabri Sarıoğlu dönene kadar da o oynuyordu aslnda.

Veysel Sarı bir joker aslında, birçok pozisyonda oynatmak mümkün. Veysel Sarı'yı geçmişten iyi takip edenler de onun sağ bekten ziyade orta saha olduğunu söylerler ama Galatasaray'a sağ bek olarak transfer edildi, gelirken de sağ bek olarak oynayacağını biliyordu. Bu durum yaşanan hayal kırıklığını örtmez. Kasımpaşa'da belki orta sahada oynayacak, stoper olarak kullanılacak, bunu bilemeyiz ve onlar adına da iyi bir transfer olabilir ama Galatasaray'da sağ bek veya stoper olarak denenmiş olsa bile beklenileni yine veremeyeceğini düşünüyorum. Galatasaray ayarında bir futbolcu değildi maalesef.

Tek teselli noktası, çok büyük bir bonservis bedeline gelmedi. Sezon sonunda sözleşmesi bitiyordu, onun avantajı kullanıldı. Sıkıntı şurada, Salih Dursun'a iyi bir bonservis bedeli verilmesinin ardından neden Veysel Sarı alındı? Veysel Sarı alınacaktı neden Salih Dursun geldi? Hepsini geçtim, Tarık Çamdal'ın da sözleşmesi sezon sonunda bitiyordu ve o dönem 1 milyon avro civarına alınabilecek bu adamı sezon sonunda neden 5 milyon avro'ya almak zorunda kaldık? 

Sonuç nedir, Salih Dursun Trabzonspor'a gitti ve sağ bek oynadığını çok görmedim. Tarık Çamdal bekliyor, Veysel Sarı Kasımpaşa'ya gitti, oynayan ise Sabri Sarıoğlu. Herkes gitti ve yine o kaldı. Bu anlamda Sabri Sarıoğlu Galatasaray'ın en pahalı transferidir. Eboue'yi hiç saymıyorum bile.

Veysel Sarı adına aklımda kalan tek artı Beşiktaş maçında yaptırdığı penaltı ama orada da aslan payını Dany'e vermiştik. Maalesef beklentilerin uzağında, hayal kırıklıklarıyla dolu bir transfer daha. Yine de Veysel Sarı'yı gönderebilmek, şu şartlarda zararı tölare edebilmek önemli. Furkan Özçal için yapılan Veysel Sarı adına da yapıldı. Galatasaray'ın ara transferi de şu aşamada gidecek futbolcular.

12 Ocak 2015 Pazartesi

Gönüllerin Şampiyonu; Atletico Madrid

 
Bu yazdıklarım kesinlikle romantizm adı altında değil, benim için fazlasıyla gerçekçi. Simeone'nin yılın teknik direktörü olamaması, altın 11'de Thiago Silva ve David Luiz'in yer alması, altın ve gümüş 11'lerde sadece bir Atletico Madrid'li bulunması (o da gümüş karmada Courtois ve özellikle Godin'i görememek), yılın futbolcusu Neuer'in seçilememesi, hepsinden öte Arda Turan'in yılın teknik direktörü oylamasında Simeone'yi 3. sıraya koyup 1 puan vermesi.

Atletico Madrid'le başlayalım. Günün kazananı Almanlar oldu gibi görünüyor ama hakkı yenen takım fazlasıyla Atletico Madrid oldu. Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu Ramos'un son dakikada kafasıyla kaybettiler, La Liga şampiyonluğu, yılların Barcelona & Real Madrid rekabetinin arasına girmeleri onları yılın takımı yapmıştır bana göre. Bu başarının da mimarı Simeone'dir.

Barcelona & Real Madrid rekabetinin arasına kimse giremez derken, Diego Simeone bu rekabetin arasına girdi ve bu takımları yenilir kıldı. Üstelik Atletico Madrid bu başarıyı da sürekli futbolcu kaybederek başardı. Sıfırdan yarattığı isimlerin yanında, giden büyük isimlerin yerine daha az maliyetli isimleri getirerek. Her dönem futbolcu anlamında erezyon yaşadılar ama Atletico Madrid hep burada. Geçen sezon itibariyle de zirveyi gördüler. Almanya'nın yapılanmasına, Dünya Kupası şampiyonluğuna, Löw'e lafım yok ama Simeone yılın teknik direktörünü fersah fersah hakkıydı.

 
Yılın 11'inde ise seyircinin seçimi çok daha adildi. Orada tek düşüncem, Ibrahimoviç yerine Diego Costa olabilir mi üzerineydi ama bu altın ve gümüş 11'lere baktığımda Atletico Madrid'li sadece bir ismin olması inanılmaz geldi. Herkesi geçtim, Godin'in şu karmalardan birinde olmamasının mantıklı bir açıklaması yok. T.Silva ve David Luiz'i severiz ama bu karmalarda yer alması şaşırtıcıydı. Iniesta'nın da altın kadroda yer alması diğer bir soru, Iniesta hiç de kendi gibi olmadığı bir sezon geçirdi ama kadroda yine yerini almış, bu da saçmalık.

Cristiano Ronaldo'nun 2014 yılını insan üstü geçirmesine de lafım yok. Onun adına da Dünya Kupası kayıp mesela ama Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu, bunun ötesinde yakaladığı gol ortalaması mantık çerveçesinde açıklanacak durumlar değildi. Kazanabilir de, buna kimse birşey diyemezdi ama Neuer o üçlünün arasında olmasaydı. Neuer bir kaleci değil, başka birşey. 2014'de de farklı bir pozisyon yarattı, ilerleyen yıllarda o pozisyonun adı da kendi adı olacaktır. En iyi kaleci, en iyi libero, en iyi defansif oyun kurucu gibi ödülleri de kazanabilirdi, çok başka birşeydi. Bayern Münih formasıyla yaptıkları, Dünya Kupası şampiyonluğu derken Neuer kazanmalıydı, onun da hakkı yendi.

Gündem ise Arda Turan'ın yılın teknik direktörü oylamasında Simeone'ye 1 puan vermesi üzerine kuruldu. Arda Turan bunu yalanlıyor, yetkililere Simeone yılın teknik direktörü, Cristiano Ronaldo yılın futbolcusu olmalıydı diyor ama tablo Arda Turan'ın Simeone'yi 3. sıraya koyduğu. Fifa'nin verdiği liste bu yönde. Tek birşey söyleyeceğim, Arda Turan'ı Arda Turan yapan isim Simeone'dir. O Simeone olmasaydı Arda Turan çoktan geldiği yere dönmüş olurdu. Simeone geldikten sonra Arda Turan'ı da sıfırdan yarattığı isimler arasına koyabiliriz. Godin gibi, Koke gibi, Juanfran gibi, Miranda gibi, Diego Costa gibi. Bu sayı artar. Arda Turan potansiyelli bir futbolcuydu, Simeone ile birlikte Dünya'nın en iyi futbolcularından biri oldu. Umarım açıklaması doğrudur, gerçekten durum dediği gibidir. Godin'in 5 puanı Simeone'ye verdiği yerde, Arda Turan'ın 1 puan vermesi tarifi olmayan bir ayıp, ondan da ötesi skandaldır..

Türkiye'nin En Hızlı Futbolcusu !!


Yiğit Gökoğlan ile ilgili tek bir anım var. Ben Ünye'de oturuyorum. Orduspor'a kiralandığı dönemde Orduspor'un maçının olduğu gün (belli ki kadroya girememiş) Ünye'ye gelmişti, geziniyordu. Kendisini bir tek ben tanıdım, kalabalık bir ortamdı, göz göze de geldik ama ben de pas geçtim. 

Yaşadığı düşüşün altını çizmek için bunu yazdım. Galatasaray'a transfer edildiğinde, Türkiye'nin en hızlı futbolcusu damgalı bir isimdi. Manisaspor'un meşhur Yiğit'leri vardır, Gökoğlan ve İncedemir. Yiğit İncedemir de bir yere gelemedi belki ama Anadolu içerisinde fena olmayan bir kariyer çiziyor ve her dönem talip bulur. Özelliği var çünkü, sert oyuncu diyoruz, yeri geliyor kasapların efendisine kadar getiriyoruz işi ama oynuyor bu adam, talibi de oluyor.

Yiğit Gökoğlan'ın ise yüzüne bakan yok. Galatasaray'a transfer olduğu sezonun ertesinde Orduspor'a kiralandı ama oynayamadı. Bir sonraki sezon talibi dahi çıkmadı, Mancini kendisine hazırlık maçlarında da olsa şans verdi ama yine tutunamadı, yeni sezona girdik ama yine talip bulamadı derken 2015 yılı Ocak ayına geldik. Yiğit Gökoğlan hala A2 takımında, genç isimlerle takılıyor, Engin Baytar'la birlikte sağa sola para savuruyor. Galatasaray'ın da dayanma gücü tıkandı ve sözleşmesini fesh ediyor.

Kendisi Galatasaray tarihinin en fiyasko transferleri arasında yerini almıştır. Giden 2.5 milyon avro bonservis, kendisinin aldığı yıllık ücret gibi şeyleri de göz önüne alırsak çok büyük bir kayıp. Buradan kendisini trasfer edenlere de selam olsun..

14 Yabancının Arasında Amrabat'ın Yeri?


Arap sermayesi böyle birşey. Gelir, yatırım yapar, büyük transferlere alıştırır, sıkıldığında da gider. O gittiğinde çok büyük bir enkaz sizi bekler, ekonomik sorunlar yüzünden yıllarca doğrulamazsınız. Malaga da bunu yaşıyor, Arap sermayesinden sonra ayakta kalma uğraşı peşinde. Yıllar içerisinde erezyon misali tüm yıldızlarını kaybettiler ama bir şekilde ayakta kaldılar, La Liga için kalıcı, güzel bir takım olmayı da başardılar. Ama bu süre zarfında herhangi bir futbolcu için de bonservis bedeli vermediler mesela. Transfer yaparken ya boşta olan isimler ya da kiralama yöntemi onlar adına geçerli.

Amrabat da bu yapının ürünü. Geçen sezonun 2. yarısında kiraladıkları Amrabat'ı, bu sezon öncesinde daha yüksek bir fiyata, daha da yüksek bir opsiyonla kiraladılar. Amrabat'ın Malaga'da iş yaptığını söylemek lazım, tam olarak ortamını buldu. Bulduğu açık alanları doğal olarak iyi değerlendiriyor, hatta tam bir sahte 9'a da dönüşmüş durumda. Biz onu kanatlarda izledik daha çok, sol kanatta oynuyordu ve sağ ayağının avantajıyla da içeri kat edip ya orta ya da şutlarıyla etkili olmaya çalıştı. Şampiyonlar Ligi'nde de etki gösterdi, çeyrek final sezonunda asist sayısı fazlaydı ama lig performansı düşük oldu, çünkü Galatasaray'da Malaga'da bulduğu açık alanları bulması imkansız.

Bu anlamda da Malaga onun için doğru ortam, o da bunu iyi değerlendiriyor. Bizler ise attığı her gol sonrasında acaba mı sorusunu soruyoruz ama aslında cevabı belliydi, taa ki yeni yabancı kuralına kadar. Öncelikle şunu söyleyelim, Malaga'nın Amrabat'ın opsiyonunu kullanmak isteyeceğini düşünüyorum ama son yıllarda bonservis ödemeden transferini halletmiş Malaga'nın da Amrabat'ın opsiyonunu karşılayabileceğini düşünmüyorum. Ayrıca Amrabat'ın da aklında bir yerde Galatasaray hep var, Türkiye'ye dönmek istiyor. Bu sezon başında şansını zorladı ama 5+3'e takıldı. Yine zorlayacaktır, yeni yabancı sınırının ardından tek düşüncesinin bu olduğunu düşünüyorum. Galatasaray'a transfer olurken de yaptığı fedakarlığı unutmamalı. Galatasaray'ın da büyük fedakarlığı oldu ama Amrabat'ın yıllık ücret anlamında çok daha fazlasını alabilecekken daha düşük bir rakama imza attığını söyleyelim.

Sneijder'i satıp Amrabat'ı yıldız sananlar diye bir yazı yazmıştım, orada sözüm Amrabat'a değildi, yanlış anlaşılmasın. Sneijder'in satılma ihtimali üzerine bir tepki yazısıydı o ve tepkimizin de işe yaradığını gördük, Sneijder takımda kaldı.

Mevzuya dönersek, ola ki Amrabat'ın takıma dönmesi durumunda Malaga'da bulduğu futbol ortamını bulamayacağını tekrar yazalım. O açık alanlar burada yok, daha dar alanlarda, kapalı savunmalara karşı etki etmek zorunda. Amrabat'ı kullanmanın tek ihtimali var, o da şu an Burak Yılmaz'ın oynadığı pozisyon. Bu anlamda Burak Yılmaz'a bir alternatif olabilir. Forvetin arkasında, daha fazla pas organizasyonunun içerisinde, daha serbest oynayabilmesi. Bu pozisyonda başarı olacağını düşünüyorum ve 14 kişilik bir yabancı grubunda da Amrabat'a da ihtiyaç duyulan anlar gelir. Kapalı savunmalar diyoruz ama tüm sezon böyle geçmiyor, bunun Avrupa'sı ya da maç içerisinde değişken durumları da var.

Hamza Hamzaoğlu da bu yönde düşünüyordur. Amrabat'ı yeni sezonda Galatasaray formasıyla izleriz gibime geliyor. Oldu da Malaga o opsiyonu karşılamayı kabul etti diyelim, Amrabat yine şansını Galatasaray formasıyla denemek isteyecektir..

10 Ocak 2015 Cumartesi

Umar Aminu Osmanlıspor'da


Umar ve Adiloviç'i onca talip arasında kadroda tutmayı başaran, sezona da bu kadro istikrarıyla giren Samsunspor'un sezon içerisinde bu adamları bedavaya kaptırmasının izah edilecek bir yanı yok. Bunun adı kötü futbol yönetimidir ve her fırsatta bunu yazacağım. Sezon başında Umar'ı isteyen Süper Lig takımları da vardı ama satılmadı, kadroda tutuldu. Ekonomik kriz dendi ama elden çıkarılmadı ama aylar içerisinde Umar bu krizi fırsat bilip önce Osmanlıspor'la anlaştı ve yolunu yaptı, devamında sözleşmesini fesh etti, transfer döneminde de imzayı attı. Samsunspor hatalıdır, bunun adı kötü futbol yönetimidir, Umar'ın yaptığı da profesyonellikle karışık ayıptır, arkasından Samsunsporlular ne söylese haktır, Osmanlıspor ise iyi bir futbolcu kazandı. 1.Lig'in Bruma'sı Umar, çok yetenekli, potansiyeli yüksek bir futbolcu. Doğru futbol yönetiminde de büyük gelişme gösterebilir ama Osmanlıspor'un 2 haftada bir hoca değiştiren yapısında da işi zordur. Samsunspor ise Umar'ın boşluğunu Chikeluba Ofoedu ile doldurmuş, şu aşamada alınabilecek en iyi isimlerden biri. O da sezon içerisinde ekonomik sıkıntılar nedeniyle sözleşmesini fesh etmişti ama onu Umar'dan ayıran şey bu yola girerken herhangi bir takımla anlaşmaması olmuştu..

9 Ocak 2015 Cuma

Yılın 11'i


Oylama sistemi tartışılmalı aslında. Bu tip oylamalarda, bizlerin oylarına başvurulduğunda doğal olarak kendi futbolcun ya da çok sevdiğin isimler üzerine yöneliyorsun. Ben de Arda Turan'a oy attım mesela ama bu 11'in içerisinde Arda Turan olsa ayıp olurdu. Kroos veya Di Maria'nın geçtiğimiz sezon gösterdiği performanslar Arda'nın çok önünde. 
 
Neden Arda Turan yok üzerinden dönen yorumlar bu anlamda yanlış. Oylama sistemi üzerine konuşulabilir ama bu sistem olmasa Arda Turan belki de bu noktaya dahi gelemeyecekti, kabul etmemiz gereken şeyler var. Tabii günün birinde bu 11'de de yer alabilir, o potansiyel kendisinde mevcut ama 
 
2014'ün 11'inde olması gereken futbolcuların hemen hemen hepsi kadroda yer almış zaten. Bir tek Ibrahimoviç'i tartışırım. Ibra'nın futbolculuğuna, kişiliğine laf söylemek haddim olamaz, kendisini de öyle böyle sevmem ama 2014'ün 11'inde kimin olması gerektiği sorusuna da cevap Diego Costa veya Müller olabilirdi. Diego Costa, Atletico Madrid'le yarattığı harikaların ardından bugün Chelsea ile de müthiş işler yapıyor. Müller'i ise tartışmaya gerek yok, Dünya Kupası performansı da ortada. 

Bunun dışında benim de oy verdiğim futbolcular hemen hemen kadroda. Neuer tartışılamaz, Ramos & Godin tandemi doğru, Lahm ve Alaba beklerde, Kroos ve Di Maria orta saha ikilisi, Robben, Messi ve Ronaldo gibi isimlerin yeri zaten garantiydi. Dediğim gibi, tek düşüncem forvet tercihi yönünde.

Yılın futbolcusu kim olacak, ben onu merak ediyorum. Cristiano Ronaldo üzerinde dönen bir algı var ama ödülü alması gereken isim bana göre Neuer..

Hoşçakal, Guido Albers.. Sezon Sonu Görüşmek Dileğiye


Guido Albers ismini bir kenara yazdık. Bir menajerden öte yaşam koçu misali, Sneijder'in geleceği hakkında dahi yorumlar yapabiliyor, görüşmeler gerçekleştiriyor. En son duyduğum, Sneijder'in Juventus formasını giymesini daha çok Euro 2016 açısından istediğiymiş. Oysa Sneijder'in Galatasaray formasıyla 2014 Dünya Kupası'nda oynadığını gördük, Euro 2016'da da oynar. Hepsini geçtim, Hollanda'nın da Euro 2016 şansı cepte değil, neresinden bakarsan bak çok büyük bir menajer kumpası.

Albers, pastadan payını almak istiyor, işin gerçeği bu. Sneijder, Galatasaray'a transfer olurken menajeri başka bir isimdi ve pastadan payını o aldı. Albers de bunun peşinden ve bu yüzden Sneijder'in olası transferini medya gündeminden bir türlü düşürmedi. Sadece Juventus'la da sınırlı değildir görüştüğü takımlar ama Juventus en ciddisi olmalı ki, bizler Juventus üzerinden yürüdük.

Sneijder'in sözleşmesi 2016 sonunda bitiyor ve 30 yaşına geldiğini düşünürsek, kariyerinin son büyük kontratını yapacağını söyleyebiliriz. Onun da istediği maksimum fiyatı alabileceği yegane takımlardan biri Galatasaray. Avrupa dışına çıkarsa da bu paraları kazanmak mümkün ama Avrupa'da kalmak istiyorsa Galatasaray ona Juventus'un vereceğinden fazlasını verir. Benim korkum Manchester United'in böyle bir transferi düşünmesiydi, onun önünde duramayabilirdik ama onların da bu konuda bir adımı olmadı, bundan sonra da olacağını sanmam.

Şu da var, kulüp bazında kazanılabilecek maksimum başarılara ulaşmış bir futbolcu. Real Madrid ve Inter kariyeri ortada, Hollanda ile de Dünya Kupası finali var mesela, 2010 yılının da bana göre en iyi futbolcusuydu ama hakkı yenmişti. Şimdi ise farklı bir kariyer peşinde. Şu an Türkiye için en iyisi o, Galatasaray'ın da Sneijder'le birlikte yeni dönemde bir projesi olacaktır ve bu işin de en büyük kozu elbette Sneijder. Yeni yabancı kuralı da derken eğer doğru bir yapılanma uygulanırsa çok daha güzel bir Galatasaray izleriz. Sneijder'in de takımda kalması önemli, Galatasaray'ın Sneijder'le çok daha güzel olduğuna inanıyorum.

Mayıs ayında gidiyoruz diyen bir yönetimin de takımın en önemli değerini satması büyük bir haksızlık olacaktı. Buna hakları yoktu ve Sneijder'i satmayarak 4. yıldız yolunda da ne kadar iddialı olduklarının mesajını verdiler, bu önemli. Abdürrahim Albayrak'a bu konuda güvenmiyordum ama Sneijder mesajını gün itibariyle net vermeleri önemliydi.

Guido Albers'le sezon sonunda tekrar görüşürüz. Sözleşme uzatmak için masaya oturulacak, o da elbette pastadan payını almak isteyecek.

Sneijder'e gönül rahatlığıyla git demek isterdim ama gidemez, çünkü işimiz var, işimiz daha bitmedi, belki de yeni başlıyor. Kazanılacak kupalar ve başarılar bizleri bekler, en kısa vadede de 4. yıldız hedefi var. Bu yolda da Sneijder'in önemi çok büyük, takımın saha içerisindeki aklını yitirmemesi adına Sneijder'in o sahada olması gerekiyor..
 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir