26 Kasım 2015 Perşembe

İyiyiz, Daha İyi Olmak Zorundayız


Gün itibariyle Türkiye Ligi ve Eurocup'ın 7'şer maçlık periyotlarını geride bıraktık. Ve tablolara baktığımızda iki kulvarda da lideriz. Yani Erkek Basketbol Takımı'nda işlerin iyi gittiğini söylemek oldukça mümkün. Ama henüz sezonun sadece 5'te 1'ini tamamladığımızı ve hala ciddi eksiklerimizin olduğunu söylemek de bir o kadar adil olacaktır.

Öncelikle yine biraz bilgi ağırlıklı gidelim.. İki kulvarda da bu seviye ve hedeflere yakışmayan birer sürpriz maç verdiğimize şahit olduk. Ligde Uşak Sportif'e ve Eurocup'ta kendi sahamızda Neptunas'a mağlup olduk. İkisinin de büyük oranda konsantrasyon kaybı ve biraz da fiziksel yoğunluktan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Eurocup'ta liderlik mücadelesi verdiğimiz AEK'yı Abdi İpekçi'de farka boğduktan sonra, dün de Atina deplasmanında, hem de çok zorlu bir salon atmosferinde, yine nispeten rahat diyebileceğimiz bir şekilde yenerek -3 maç kala- grup liderliğini büyük oranda kolayladık. Mutlak şampiyonluk hedefiyle başladığımız turnuvada esas macera gruplardan sonra başlayacak tabii ki.

Lige kısa bir dönüş yaparsak; henüz ikinci haftada Efes'e kendi sahamızda kaybetmemiz ve Uşak Sportif'e amatör hatalarla hediye ettiğimiz maç sinirleri biraz bozdu. Şu an namağlup tepede olmak hiç uzak bir ihtimal değildi aslında. Ama neyse ki rakiplerimiz de kolay mağlubiyetler aldığı için ligde maç fazlasıyla da olsa tepedeyiz. Bu arada belki de en büyük rakibimiz olan Fenerbahçe'yi de Abdi İpekçi'de adeta rencide ederek yendiğimizi de hatırlatmak gerek.

Peki kağıtlarda yazan bu bilgiler dışında elimizde neler var?

Aslında sezon öncesi beklentilerimizin ve gerçek potansiyelimizin -bence- hala ciddi anlamda altındayız. Fakat, iki kulvarda da lider olduğumuzu ve hocamızın Ergin Ataman olduğunu hesaba katarsak, bu olumlu bir nokta olarak sayılabilir. Henüz görmediğimiz ama sahaya koyabilecek bir şeylerin daha olduğunu gösterir. Performansı artmakta olan oyuncularımız var (isimlere geleceğim) ama istikrarı yakalayamamış oyuncularımız da var.

Takım olarak baktığımızda, hücum organizasyonları ve savunma bütünleşmesi anlamında hala sorunlarımız mevcut. Pick & roll savunmasında sıkça sorun yaşıyoruz, bu da hem fundamental'ı yüksek uzunları savunamamaya, hem de ilintili olarak rakibe boş dış şut imkanı tanımaya da yol açıyor. Hücumda ritim buldukça ve takım hava yakaladıkça savunmayı sertleştirerek bunu bir nebze aşmayı başarıyoruz çoğunlukla. O yüzden hücuma daha fazla değinmek istiyorum. Bu takımın zaten yapı olarak başarılı olmasının yolu, hücumda ritim bulmaktan; hücumda ritim bulmak da, çoğunlukla yüksek tempoda oynamak ve takım olarak koşmaktan geçiyor. "Çoğunlukla" dedim, çünkü Daçka ve AEK deplasmanlarında sabırlı set hücumlarında da başarılı olduğumuzu gördük. Bunun üzerine gider ve istikrara dökebilirsek hücumda çok daha durdurulması zor bir takım olabiliriz.

Topçular

Oyunculardan bahsetmeye Errick McCollum ile başlamak gerek sanırım. McCollum'la ilgili aslında anlatacak çok şey var. Takımın skoreri olarak geldi, tam olarak öyle mi oldu hala emin değilim ama Ergin Hoca ondan doğru verimi almanın yolunu bulmuş gibi görünüyor. İlk 5 çıktığında ve kontrolü tamamen ona bıraktığımızda genelde felaket oynayıp eline yüzüne bulaştırıyor. Özellikle Efes maçında ortaya koyduğu berbat hücum performansıyla mağlubiyetin en büyük sorumlusu diyebiliriz. Fakat yedekten geldiği, oyunu ve tempoyu başkası yönlendirdiği ve kendisini bitirici olarak kullandığımız zaman -ki şu anda böyle yapıyoruz- son derece yararlı maçlar çıkarmaya başladı. Üstelik bu şekilde de takımın en skorer oyuncusu. Ve üzerinde daha az sorumluluk hissettiği için, artık topu tamamen kontrolüne verdiğimiz zaman da eski savrukluğundan uzak. McCollum'un çok özel bir yanı da, inanılmaz kolay faul alabilmesi. Şut ve turnike anında darbeleri çok iyi gösteriyor, dribling halindeyken de çengellere çok kolay takılıyor. Bu da onu savunanı genelde çok zor durumda bırakıyor. Nazar değmez umarım çünkü savrulmaya her zaman müsait bir oyuncu. Onu sürekli olarak kontrol altında ve daha az baskıyla tutmak bizim yararımıza olacaktır.

Ardından gelecek isim Lasme olacaktır sanıyorum. Sezona en formda ve istikrarlı başlayan oyuncumuz desek abartmış olmayız. Fenerbahçe maçında performans zirvesini yaşamıştı. Hem savunmada, hem hücumda çok büyük bir yürek ve enerji koyuyor ortaya. Beklentilerimizi tam anlamıyla karşılayan tek isim diyebiliriz şu an itibariyle. Son iki maçtır kötüydü yalnızca. Daçka maçında çok etkisizdi, AEK deplasmanında ise 2. çeyrekte 5. faulünü alarak maç boyu kenarda oturmak zorunda kaldı. Neyse ki son iki maçta devreye "nihayet" Joey Dorsey girdi.

Dorsey, sezon boyu takımın en büyük hayal kırıklığıydı. Ara ara ışık verse de bir türlü form bulamadı ve rotasyona adını kazıyamadı. Fakat Lasme'nin etkisiz olduğu son Daçka maçındaki harika performansıyla gerçek potansiyelini tekrar bizlere hatırlattı. Neredeyse tamamı Lasme'siz oynanan AEK deplasmanında ise Daçka maçı kadar etkili olmasa da işi iyi kotardı ve özellikle kritik hücum ribaundlarıyla hatırı sayılır bir katkı verdi. Dorsey istikrarı yakalayabilirse takımda kağıtlar yeniden karılır, o kadar söyleyeyim. Tam potansiyel olarak Lasme'nin önünde bir yetenek. Bakalım bunu sahaya yansıtabilecek mi?

Caleb Green, hocanın prenslerinden.. En çok süre alan oyunculardan biri. Potaaltına pek bulaşmayan bir 4 numara olması hem hücumda, hem savunmada biraz belimizi bükse de oyun görüşü, gayreti ve dış şutlarıyla bunu nötrleme konusunda nispeten başarılı oluyor şimdilik. Onun da biraz daha istikrara ihtiyacı olduğunu söylemek mümkün. Bazen inanılmaz şut atıyor, bazen hiç sokamıyor.

İstikrar ödülünü Lasme'ye verirken Vladimir Micov'u hesaba katmamıştım ama ödülü paylaştırmam gerekiyor sanırım. Takımda geçen seneden kalan tek yabancı oyuncu olarak hocasını utandırmıyor ve geçen sezonun üzerinde bir performans sergiliyor. Kritik anlarda aldığı sorumluluklarla neredeyse her maç aynı katkıyı vermeye devam ediyor. Hem dış şut, hem de alçak post oyunundaki başarısıyla skora ihtiyaç duyduğumuz anlarda elimizi çok rahatlatıyor. Ben onu Markoishvili'nin yansımasına benzetiyorum biraz. Tadı damağımızda kalan koca yürekli adamlardan biriydi Marko Paşa. Tarzları çok aynı olmasa da, kritik anlarda yaptıklarıyla her sayı bulduğumuzda aklıma Marko geliyor. Bozmadan devam aslan parçası..

Blake Schilb, hala kendini bulabilmiş değil. Zirve yaptığı Fenerbahçe maçı dışında hatırı sayılır katkı verdiği maç sayısı 2-3 falandır. Hücumda sorumluluk almasını ve takımın skoreri olmasını beklediğimiz bir oyuncuya göre hala fazlasıyla silik. Ara ara sorumluluk alıp zor veya kritik yerlerde şutlar sokarak potansiyelini görmemizi sağlıyor ama topu teslim edebileceğimiz, güvebilir bir el olamadı henüz.

Sinan Güler, Avrupa Şampiyonası'ndaki zirve formunu devam ettiremese de, her zaman olduğu gibi yine her maç mücadelesini esirgemeden oynamaya devam ediyor. Bazen skorda, bazen savunmada, bazen oyun kurmada.. Mutlaka takıma katkı sağlayacak bir şeyler buluyor. Hoca onu McCollum'un yedekten gelmesiyle birlikte topu getirip, oyunu yönlendiren guard rolüne yerleştirdi ve şimdilik çoğunlukla o rolde görmeye devam ediyoruz. O işi de son derece başarılı icra ederek "joker" oyuncumuz olmaya devam ediyor.

Şafak Edge'ye hocanın biraz haksızlık yaptığını düşünüyorum. Hak ettiğinden az süre buluyor. Şimdiye kadar aldığı her saniyenin hakkını verdi. İlk olarak McCollum'un devreleri yaktığı Efes maçında mecburen oyuna girerek oyuna ortak olmamızın baş mimarı oldu, daha sonra da her süre bulduğunda enerjisi ve mücadelesiyle katkı yaptı. Biraz daha rotasyona dahil edilmeli.

İzzet'e de ayrı bir parantez açmak lazım. Sezon başında bulduğu kısıtlı süreleri felaket kullanan, sonra da etkisiz eleman haline gelen İzzet'i de rotasyona dahil etmenin bir yolunu bulabilsek keşke.. Özellikle 4-5 rotasyonu bu kadar darken, İzzet gibi çok uzun ve çok yönlü (potansiyel olarak) bir oyuncunun neler yapabileceğini, Atina deplasmanının son periyodunda gördük. Çaresizlikten oyuna girdi ve enerjisiyle rakibin maça ortak olmasına adeta engel oldu. Yumuşak bir uzun olmasına rağmen, 4 blok yaparak pota altını kararttı.

Göksenin de hocanın kısa savunmasına ihtiyaç duyduğu anlarda başvurduğu bir oyuncu. Baskı ve bire bir savunma konusunda başarılı. Her maç mutlaka biraz süre buluyor. Ama hala istikrarsız olan dış şutu dışında hücumda malesef neredeyse sıfır.

Son söz

Dorsey ve Schilb'i sahip oldukları potansiyellerine birer adım daha yaklaştırmayı başarabilirsek çok daha sağlam bir takım olacağız. Üstüne bir de İzzet'i rotasyona ekleyebilsek muazzam olacak. Ama bu üçünün de olması pek kolay görünmüyor. Haliyle imkan olsa transfer ihtiyacımız var ama bütçede dipteyiz ne yazık ki. Bir 4 numara takviyesi pivotların savunma yükünü oldukça hafifletebilirdi. Ayrıca oyunu yönlendirebilecek bir oyun kurucu da, hem takıımı bambaşka bir seviyeye taşıyabilirdi, hem de Sinan'ın yükünü azaltıp, McCollum'dan daha da fazla verim almayı sağlayabilirdi.

İki kulvarda da lideriz, yazıya da "işler iyi gidiyor" diye başladım ama transferle bitiriyorum. Burak yine kızacak "Bay Negatif" diye :) Fakat iki kulvarda da şampiyonluk dışındaki tüm sonuçların başarısızlık sayılacağı bu baskılı sezonda bize biraz daha fazlası lazım. Daha sakatlık falan görmedi takım, görürsek her şey tersine döner. Öte yandan, Uşak Sportif mağlubiyeti gibi iş kazalarını azaltabilmek (hatta sıfırlamak) için aktif rotasyonun birazcık genişlemesine ihtiyaç duyuyoruz. İyice kurtlar sofrasına dönüşen ligde, şampiyon olmanın mutlak yolu finalde saha avantajından, dolasıyla da normal sezonu lider bitirmekten geçiyor. Büyük maçlara zaten gereken konsantrasyonu ve önemi gösteriyoruz. Ama sezon sonu ligde lider olmak için o kolay görünen maçlarda kaza yaşama lüksümüz yok.

Sezonun başları için biraz uzun bir yazı oldu sanırım. Affola.. Buraya kadar sağ kalabilenlere teşekkür ediyorum. Saygılar.

Çağlar Yıldız - https://twitter.com/caglarryildiz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir