4-2-3-1 sisteminde iyi bir 10 numaraya ihtiyaç duyarsın. Bu sistemde o futbolcunun yaratacağı pas organizasyonları takımın kilit noktası olur. O çok konuşulan box to box oyuncusunun alınmayıp Misimovic'in transfer edilmesi de bu yüzden. Gaziantepspor ve Bucaspor maçlarında Misimovic'in etkisiz görüntüsü hücumda kısır bir döngü yarattı ama futbolcunun biraz kıpırdanması ve taşların doğru yerlere koyulması İstanbul BŞB karşısında özlenen futbolun fragmanını izletti bizlere. Özellikle son 20 dakikada Baros oyundan çıkmış ve rakip üzerimize geliyorken, Misimovic sorumluluk alarak topu rakip sahada tuttu, paslarıyla bizi rahatlattı ve daha önemlisi takımı, ayrıca kendisini pozisyonlara soktu. Öncelikle bu tarzda bir futbolcuyu Galatasaray da izlemeyi özlemiş misin ve Misimovic'in takım üzerinde yaratacağı etki ne ölçüde olur?
Atilla Çelik: Aslında 10 numara diye bir şey kalmadı. Bu tarz oyuncuların tarihe gömüldüklerini düşünüyorum. Günümüzde daha çok fosilleri kaldı. Günümüzde 10 numara dediğimiz zaman algılayacağımız şey, takımın hücum organizasyonlarının ve pas merkezinin en üst, merkezî seviyesidir. Hücum bölgesi oyuncularını paslarıyla besleyecek ve yeri gelince defansif özelliklerini de yerine getirecek oyuncu modelidir.
Klasik tabirle, eskilerin 10 numarası nedir? Bu öyle bir oyuncudur ki, ne zaman ne yapacağı bilinmez. İnanılmaz goller attırır, hiç beklenmedik anlarda beklenmedik yerlerden müthiş gollere imza atar ve her an skoru değiştirebilir. Takım bütünsel olarak çok kötü olsa bile, yapacakları birkaç hareket ile takımı ipten alır bu tür oyuncular. Tıpkı Hagi gibi. Ya da Maradona gibi. Çok başka bir şeydir böyleleri.
Bir de Misimovic’i düşünelim. Hagi ile kıyaslayalım. Hagi, takım iyi de olsa kötü de olsa her an her şeyi yapabilen ve kusursuza yakın oynayan bir oyuncuydu. Gerekirse 35 metreden bir füzeyle her şeyi değiştirebilirdi. Misimovic ise yıldız oyuncudur, çok kalitelidir, üst seviyede pasördür. Hıza ya da rahatça adam geçebilme özelliklerine sahip değildir. Eğer takım ve hemen yanı başındaki oyuncular iyiyse, aralarında iyi bir bağ kurulursa ve aynı futbol dilini konuşmaya başlarlarsa Misimoviç farkı ortaya çıkar. O zaman performansı üst seviyeye çıkar ve asıl ihtiyaca cevap vermeye başlar. Ama takım kötüyse, çevresindeki oyuncular ile bağlantısı sağlıklı değilse, Hagi gibi bir anda müthiş şeyler yapabilecek ve muazzam oynayabilecek bir oyuncu değil maalesef.
Ayrıca Misimoviç çok sakin bir oyuncu. Hagi takıma öfkesi, hırsı, yürekten oynaması ise güç katıyor ve ateşlendiriyordu. Misimoviç o anlamda çok sakin bir oyuncu modeli. Ama Misimoviç sakinliği ve tamamen futbola odaklanmış ruh hali ile gerçekten çok değerli bir isim. Top kendisine geldiğinde dikkat edin, hiç panik yaptığını göremezsiniz. Ne yapacağını o an aklında kurgulamaktadır ve aktardığı paslar büyük ihtimalle yerini bulacaktır. Eğer ön bölgedeki oyuncular doğru yerlere hareketlenirse, her bir pası önemli tehlike yaratacaktır. İBB maçı ile birlikte yavaş yavaş Misimoviç’ten keyif almaya başladım. Baros çıktıktan sonra, özellikle maçın son 10 dakikasında topun sürekli Galatasaray’ın ayağında kalmasının sebebidir Misimoviç. Olayın merkezinde kendisi vardı.
Misimoviç, Arda’nın dönüşü ve diğer oyuncularla ortak futbol dilini daha yakından konuşmasıyla farkını iyice belli edecektir. Takımın hücuma daha rahat çıkmasında ve en önemlisi golcüleri gol ile burun buruna getirmede önemli işler yapacaktır. Ayrıca duran topları etkin kullanacak olmasının altını çizmek lazım.

Bu çok ilginç bir not. Elano belki ilk 11'de değildi ve sonradan da oyuna girmedi ama en az sahadaki futbolcular kadar kameralar kendisini gösterdi. Çünkü ortada mutsuz bir adam profili var. Takım devre arasında ısındığında hiç hareketlenmiyor bile. Benim düşüncem, Elano'nun Robinho’nun izinden giderek devre arasında ülkesinde bir takıma kiralanacağı, sonrasında ise bonservisi ile Avrupa'da herhangi bir takıma satılacağıdır. Sen Elano'nun gelecek planlamasını nasıl yaparsın ve bu mutsuz adam takım üzerinde olumsuz bir etki yaratmıyor mu? Biz mi Elano'yu, yoksa Elano mu bizi anlamıyor, gerçekten bilmiyorum.
Atilla Çelik: Elano konusunun kangren halini aldığını düşünüyorum. Eğri oturup, doğru konuşalım. Elano’nun performansı üst seviye olsa, antrenmanlarda muazzam çalışsa, ‘ben bu formayı istiyorum’ mealinde gerekli adımları atsa, tam anlamıyla profesyonel davransa ve aldığı paranın hakkını sonuna kadar vermek istese, sizce Rijkaard böyle efor sarf eden bir oyuncuyu dışarıda tutar mı?
Eğer bir oyuncu açık ara en iyi ücreti alıyorsa, takımın en profesyonel adamlarından biri olan Kewell’ın 3,5 katı yıllık ücret alıp, onun profesyonelliğinin onda birini göstermiyorsa, onun içtenliğinin ve çalışmasının minik bir parçasını dahi göstermiyorsa, yedek kulübesinde somurtkan bir surat ile oturuyorsa, devre arasında ısınmaya bile çıkmıyorsa ki hem de açık ara en iyi ücreti alırken, böyle bir oyuncunun varlığından, özellikle yerli oyuncuların rahatsız olmaması mümkün müdür?
Diyelim ki, ailevi problemleri var, ölüm kalım durumu söz konusu. Olsun! Siz eğer profesyonelseniz yine de olmamalı bunlar. Hagi, babasının ölümünün ardından kulübün kendisine verdiği izin hakkını kullanmayıp hemen ertesi gün, bıraktığı sakallarıyla Sarı Kırmızılı formayı sırtına geçirip mükemmel bir oyun tutturuyorsa ve bunu yapabiliyorsa, onun tek tırnağı olamayacak Elano’nun çok daha üstün bir profesyonellik örneği göstermesi gerekir. Bu ruh halindeki bir oyuncunun takıma negatif elektrik vermemesinin mümkünatı yoktur. Kewell’ı kaşı ve gözleri için sevmiyor bu taraftar. Bu kulüp için yaptığı her şeye dair notunu veriyor. Kewell o yüzden şimdiden efsane. Kewell, diğer oyunculara pozitif bir etki verirken Elano’nun bu haliyle nötr bir etki dahi verebilmesi mümkün değildir.
Elano’nun devre arasına kadar nasıl idare edileceğini bilmiyorum ama bu kafa yapısı devam ettiği sürece, sezon sonuna kadar bununla idare edebilmek çok zor. Devre arasında mümkünse Elano elden çıkarılmalıdır. Kulüp hem fahiş bir yıllık ücretten kurtulur, hem de yerine başarıya aç, istekli ve canavar gibi genç bir oyuncu alarak kârlı dahi çıkabilir.

Her İstanbul BŞB maçı sonrasında bu konunun açılmasından çok sıkılıyorum ama bunun da önüne geçemiyoruz. Abdullah Avcı'nın Galatasaray maçlarında takımını yeterince motive etmediği yönünde söylemler var. Bu söylemlerin dayanağı tabii ki istatistikler. Ama aynı eleştiriyi yapanlar Mehmet Özdilek'in çalıştırdığı takımların Beşiktaş'tan puan alamadığını hesaba katmıyorlar. Üstelik bu tip eleştirilerle beraber Abdullah Avcı'nın gelecek planlaması da yapılmış durumda. Şimdiden Fenerbahçe ve Beşiktaş kapıları kendisine kapandı. Galatasaray'a ise günün birinde gelirse, işte amacına ulaştı tarzında söylemler ortaya çıkacak. Sen neler söylemek istersin? Böylesine kaliteli bir teknik adam için yapılan bu eleştiriler ülke futbolu adına büyük bir handikap değil mi?
Atilla Çelik: Bu tarz eleştirileri yapanlar futbola basit bir gözlükle bakıyorlardır. Tıpkı Mehmet Özdilek’i aynı şekilde eleştirenlerin futbola basit bir gözlükle baktığı gerçeği değişmeyeceği gibi. Futbol değişken bir oyun. İçinde sayısız dinamikleri içerir. Bugün fark yiyen bir takım, bir hafta sonra fark atabilir. Bugün sıradan bir takıma yenilen bir takım, yarın çok güçlü bir takıma hezimet yaşatabilir. Futbol tarihi içinde bu türden sayısız örnek maç hikayesi vardır.
Tek bir görüntüden örnek vermem lazım. Tek bir kareyi aklınıza getirin. Bu maça motive olmayan bir hoca, üçüncü golü yedikten sonra inanılmaz bir moral bozukluğuyla yedek kulübesindeki koltuğuna dünyası yıkılmış gibi oturur mu? Sıkıntıdan suratı kıpkırmızı olur mu? Elleriyle yüzünü inanılmaz bir sıkıntıyla ovuşturur mu? Galatasaray’dan üçüncü golü yedikten sonra Abdullah Avcı’nın surat ifadesine ve o yıkılmış haline dikkatle bakmanızda fayda var.
Onu geçtim; geçtiğimiz sezon as takımından 7-8 oyuncunun sakat ve eksik olduğu bir takımla Ali Sami Yen’e gelip, 1-0 geriye düşmesine ve onca as oyuncunun eksikliğine rağmen, İBB beraberlik sayısını kazandığında asla daha önce o kadar sevinmemiş Abdullah Avcı’nın deliler gibi sevindiğini, kendi bölgesine ayrılan çizgi içerisinde deliler gibi koşturduğunu hatırlar mı ilgili eleştirileri yapanlar? Galatasaray’a iyi motive olmayan bir hoca, beraberlik golünü bulduğunda abartılı sevinç gösterisinde bulunabilir miydi?
Olaya tamamen futbol dilinden bakmak lazım. İBB’nin oyun tarzı Beşiktaş ve Fenerbahçe’ye ters gelmektedir. Galatasaray’a ise ters gelmemektedir. Aksine, İBB’nin oyun şekli Galatasaray için bir avantaj oluşturmakta. Öte yandan Antalyaspor’un oyun tarzı Beşiktaş’a pek ters gelmezken, Galatasaray’a aşırı ters gelmektedir. Tıpkı Sivasspor’un da oyun tarzının ters olması örneğinde olduğu gibi. Galatasaray İBB maçına inanılmaz hırslı ve istekli başlamış, sağ kanadı çok iyi çalıştırmış ve rakibinin hatalarını affetmeyerek işi bitirmiştir. Galatasaray’ın hızlı ve istekli başlangıcı rakibin tüm konsantrasyonunu ortadan kaldırmış, rakip oyuncuların motivasyonuna panik denen psikolojik bir süreci yüklemiştir. Neticesi de bu olmuştur.

Alex'le mi oynamak yoksa Alex'siz mi oynamak bilemiyorum. Benim düşüncem, günün birinde mutlaka Alex'in devri bitecek ama böyle kaliteli bir futbolcu hala takım içerisindeyse ondan keyif almayı bilmek gerekiyor. Attığı gol ve yaptığı asistlerle heykeli geçtim, anıtı dikilecek bir futbolcu ama sürekli bir tartışma içerisinde. Senin Alex'le ilgili görüşlerini merak ediyorum...
Atilla Çelik: Alex öncelikle çok zeki bir oyuncu. İyi futbolcu olmak farklıdır. Başarılı bir futbolcu olmak da farklıdır. Ama hem zekiyseniz, hem yetenekliyseniz, hem de raket gibi sol ayağınız varsa siz asla sıradan bir oyuncu değilsinizdir. Öylesine iyi bir oyuncu asla değilsinizdir. Türkiye liglerindeki takımları ve oyuncuları aklınızda tutun. Bunlardan kaç tanesi Alex gibi öldürücü paslara, müthiş isabetli kalçadan teknik vuruşlara ve zekaya sahiptir? Alex’e yüklenen en büyük eleştiri fazla koşmamasıdır. Alex zaten görevi, oyun mevkisi ve yapabilecekleri nedeniyle ırgat gibi koşturacak oyuncu değildir. Eğer Alex’den ırgat gibi koşmasını bekliyorsanız, şu an üzerine yapıştırılmış olan üstün istatistikleri göremezsiniz. Bu adam harika frikik golleri atıyor, ceza sahası içinde top ayağına oturduğunda affetmiyor, ölümcül duran toplar kullanıyor ve gol adına bir çok şeyin altına imzasını atıyor. Bir hücum oyuncusundan başka ne beklenir ki?

Sercan Yıldırım, Nunez ve Turgay Bahadır. Kağıt üzerinde üç farklı forvet tipi. Sercan'a baktığımızda hızlı ve teknik, Nunez de nokta santrfor diyebileceğimiz bir futbolcu. Yani defansı yıpratan, fazla hareketli olmayan ama güçlü bir futbolcu. Turgay Bahadır ise biraz Nonda tarzında. Orta sahaya kadar geliyor, pas organizasyonlarına katılıyor ve rakip savunmanın dengesini bu şekilde bozuyor. Ertuğrul Sağlam ise gerek 4-2-3-1, gerekse 4-2-2 oynattığı Bursaspor'da bu sezon forvet tercihini hâlâ oturtabilmiş değil. Nunez uğruna Sercan Yıldırım'ı kaybetme ihtimali bile doğdu. Senin futbol anlayışında bu üç forvetten hangisi veya hangileri oynar? Insua mı Batalla mı yoksa hiçbirini oynatmadan direk çift santrfor mu?
Atilla Çelik: Eğer takımınıza Insua ve Nunez gibi iki kaliteli ayağı katarsanız, haliyle bir arayış içerisine gireceksinizdir. İki yeni oyuncunun takıma şıp diye oturmasını bekleyemezsiniz. Ertuğrul Sağlam’ın elinde alternatifli bir hücum hattı var. Tek tip bir sisteme bağlı kalmaksızın rakibin durumuna göre çift forvet veyahut tek forvet çıkabilir. Sercan Yıldırım’ı diğer oyunculardan ayıran önemli bir özelliği var. Sadece tek forvet olarak değil, aynı zamanda 4-3-3 diye tabir edebileceğimiz ileri üçlünün sağında rahatlıkla oynayabilecek bir oyuncu. Özellikle Milli Takımın ABD’deki hazırlık maçlarında bu bölgede görev aldığını gördük. Ama Bursaspor Volkan Şen gibi bir değere sahip olduğu için oturtulacak sayısal diziliş anlamında sıkıntılar olabiliyor.
Kim ne derse desin, Sercan gibi bir değeri her daim oynatmak lazım. Turgay mı Sercan mı sorusuna düşünmesizin Sercan yanıtını verebilirim. Ama Batalla mı Insua mı sorusu gerçekten çok zor. Şundan dolayı. Insua gerçekten kaliteli bir oyuncu ve tecrübe kokuyor. Batalla ise Bursaspor’un geçen yılki başarısındaki kilit adamlardan biriydi. Bursaspor futbol takımının futbol dokusuna mükemmel uyum sağlamış bir oyuncu. Hatta bu yönüyle Insua’nın bir adım önünde olması gerekir.
Bursaspor’un elindeki oyuncu kalitesi 4-3-3 sistemine aslında çok müsait. İleri üçlünün ortasına Nunez, sağına Sercan’ı, Sercan’ın hemen arkasına Volkan Şen’i alsanız ve forvet arkasına da Insua ya da Batalla ikilisinden birini koysanız, sırıtacağınızı sanmam. Aksine, Bursaspor özellikle sağ kanattan daha etkili gelen bir takım hüviyetine kavuşurdu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder