
Futbolcuya özgüvenini yeniden kazandırmak da çok kolay, bu özgüveni ondan almak da. Servet Çetin'in dediği ''bana güven duyulan yerde iyi oynarım'' sözüne bakarak bunu demiyorum. Aksine Elano ve Cana'nın 2-3 günde şahlanmasına bakarak bu söylemi kullandım. Hagi'nin taktik, teknik gibi konulardan ziyade iki maçtaki görüntüsüne bakarak takımın özgüvenini yeniden kazandığını düşünüyor musun ve daha önemlisi gelecek için gözünde biraz da olsa bir ışık belirdi mi?
Atilla Çelik: Sahada oynanan futbol, sadece teknik ve taktik ile gerçekleştirilemez. Moral motivasyonunuz ne kadar üst seviyedeyse performansınız o kadar olumlu etkilenecektir. Hayatın her alanında değişmeyecek bir gerçektir bu. Günlük hayatımıza göz attığımızda ne kadar sıkıntılı olursak olalım, bu sıkıntıları, daha doğrusu özel hayatımızı iş hayatımıza yansıtmamamız gerektiği söylenir. Doğrusu da budur. Ama şöyle bir gerçek vardır. Eğer gerçekten önemli sıkıntılarınız varsa, yüzünüz gülmüyorsa, her zaman yaptığınız işi yine yapmaya devam edersiniz ama işinizi yapış niteliğinizde olmasa bile yapış şeklinde bir farklılık ortaya çıkabilir. Mutlu ve kafası iyi olan bir personel ile sıkıntılı ve kafasında bin bir türlü düşünce dönüp duran personel arasında farklılık olacaktır. Kafası iyi, morali ve akıl sağlığı zinde olan bir personelin iş verimliliği daha yüksek olacaktır.
Futbol için yukarıdaki paragrafın aynısını söyleyebiliriz. Morali bozuk olan, üst üste kötü sonuçlar alan, kötü sonuçları geçtim, bir türlü güzel oyun ortaya koyamayan bir takımın oyuncuları takım oyununu ortaya koyabilmek anlamında sıkıntı yaşayacak, olumsuzlukların her geçen maç büyüdüğü bir ortamda mutsuzluğu da kabaracaktır. Bu durum ilgili kişilerin kendisine olan özgüvenini zedeleyecek, sahaya kendisine güvensiz, moral motivasyonu yerlerde olan oyuncular çıkacaktır.
Kafası zinde olan ve özgüveni tavan yapmış oyuncuların performansında artış olmaması mümkün değildir. Moral motivasyonu denen şey oyuncunun kendisine bakış açısına pozitif etkiler katar. Onu değiştirir ve şekillendirir. Kendisine daha farklı bir gözle bakar. Yeni bir defter açmıştır zihninde. Kendi benliğine dair yeni hocanın katıksız telkinleri vardır, övülmüştür, gururu okşanmıştır. Benliğini güçlü kılabilecek yararlı sınırdaki egosu kabarmıştır. O oyuncu birkaç gün öncesinin oyuncusu olmaktan uzaklaşır ve ortaya farklı bir oyuncu modeli çıkar. Çünkü birkaç gün önce olaylara karamsar bakan ve kendine olan güveni yerlerde sürünen oyuncu modeli kepenkleri örtmüş, olaylara daha pozitif bakan ve morali yerine gelmiş oyuncu modeli kapılarını açmıştır.
Galatasaray’ın özgüven kazandığını söylemek mümkündür. Ama daha her şeyin oturmadığını ve biraz daha zamana ihtiyaç olduğunu söylemek de lazımdır. İlgili özgüvenin takıma yüklediği en önemli yedek güç, mücadele gücünün bir anda keskin, yükselen grafik göstermesi ve bunun da takım olabilmek yönünde biraz daha olumlu bir perspektif sağlamasıdır. Hagi dönemi ile oynanan son iki karşılaşmanın istatistiksel verilerine baktığımızda, hem Fenerbahçe hem de Antalyaspor karşılaşmalarında rakibinden daha fazla koşan Galatasaray dikkatleri çeker. Bu durum uzun zamandır alışkın olunan bir durum değildir. Galatasaray rakiplerine nazaran daha az koşmuştur ve bunun temeli daha çok futbol oynamak istemesine dayandırılmıştır. İlginçtir ki, Fenerbahçe karşısında rakibinden daha fazla koşan Galatasaray rakip kaleyi daha çok zorlayan bir görüntü sunmuşken, Antalyaspor maçında da kaleye çektiği 18 şutla bu sezonun en çok şut attığı maç performansını sergilemiştir.
Fenerbahçe maçının tamamında ve Antalyaspor maçının ilk yarısında bu sezonun en iyi oyununu tutturan bir takım için ışığın belirdiğini söylemek müneccimlik olmasa gerek. Ama Antalyaspor maçının ikinci yarısındaki genel görüntü ise takımın bazı zafiyetleri hala üzerinde taşıdığını, geçmişten kalan izlerin silinmediğini gösterir. Antalyaspor karşılaşmasında sahaya çıkan 11 oyuncunun arasında sadece ikisinin tam anlamıyla hücum oyuncusu olduğu gerçeğini kabul edersek ve orta sahada defans ile forvet arasındaki bağlantıyı sağlayacak oyuncunun olmadığından dem vurursak karalar bağlamamak gerektiğini söylemekte de fayda var.

''8 yıl önce Lorik, Paris Saint Germain'de oynarken, menajer Ceylan Çalışkan Beşiktaş adına resmi teklif yaptı ve Beşiktaş'ın onunla ilgilendiğini söyledi. O ise 'Bir gün Türkiye'ye geleceğim ama geleceğim kulüp sadece ve sadece Galatasaray olabilir' dedi. Zaten Kosovalıların yüzde 95'i Cimbomlu, şimdi Lorik ile yüzde 100 Cimbomlular'' Bu Cana'nın Galatasaray Dergisine verdiği röportajdan bir bölümdü. Cana tarihe oldukça meraklı bir futbolcu. Halkının da zamanında yaşadığı sıkıntılara baktığımızda tarihe merak sarmamak, savaşçı bir karakterde büyümemek aslında imkansız. Ali Sami Yen'in de Arnavutlar üzerindeki etkisinden, Cana'nın babasının Galatasaray hayaline, Prekazi, Simoviç gibi Balkan futbolcu idollerinin de Galatasaray forması giymesine kadar birçok ortak bağ görüyoruz. Öncelikle şunu sorayım, bu tip söylemler seni ne kadar etkiler? İkinci olarak Cana'nın bu mücadeleci, hırslı karakterinin hala tam olarak sahaya yansımadığı görüşündeyim. Hagi de iki maçtır 60. dakika geldiğinde Cana'yı oyundan alıyor. Sen ne düşünüyorsun bu konu hakkında? Aslında şunu da düşünüyorum, biz Hagi'yi sadece futbolu, top tekniği yüzünden sevmedik. Aksine onun hırsı ve mücadelesi Hagi'yi gözümüzde idol yaptı. Cana da bu karakterde değil mi?
Atilla Çelik: Balkan ülkelerinden sözü açmışken Galatasaray’dan bağımsız olarak bir şeyin altını çizmek lazım. Bahsi geçen oyuncuların yaşadıkları yerler ile Türkiye her zaman bir çatı altında anılmıştır. Futboldan önce ortada siyasi, tarihi ve dini bir durum söz konusu. İlgili yerler Osmanlı İmparatorluğu döneminden beri yaşadığımız toprak parçası ile olumlu ilişki içerisinde yer almıştır. Aradan yüzyıllar geçtiğinde, Türkiye o topraklardan koptuğunda ise Avrupa’nın göbeğinde ilginç bir durum çıkmıştır. Katolik, Ortodoks ve Protestan Avrupa’nın göbeğinde sıkışıp kalmış Müslüman bir topluluk! Sırf dini yüzünden eziyetler, savaşlar yaşamış ve bu yaşanan eziyetler sonucunda daha fazla bütünleşmiş, daha mücadeleci bir hal almış bir kısım Balkan topluluğu.. Salt bu durum bile Kosovalıların her daim ülkemize ve insanlarımıza daha farklı gözlerle bakmasına neden olmuştur. Kendilerini bizden, bizleri de kendilerinden saymışlardır. Bunda en önemli etken tabii ki ortak bir dine sahip olmaktır.
Olaya Galatasaray’ı dahil ettiğimizde ise daha farklı bir durum ortaya çıkıyor. Müslüman olmayan halkların arasında sıkışıp kalmış ve Müslüman olmayanlarca nice eziyet yaşamış bir halkın, Müslüman bir takım olan Galatasaray’ın Gavur(!) Avrupa takımlarını dize getirmesi sonucunda zaten gavurlar tarafından nice eziyetlere maruz kalmış bir halkın galeyana gelmesi, bundan övünç duyması ve bu başarının kaynağı Galatasaray olduğu için Galatasaray’a daha fazla sempati beslemesi anlaşılabilirdir. Bu işin siyasi, dini, sosyal ve tarihi tarafı.. Sporun daha ötesinde bir durumdur bu.
Bir Galatasaraylı olarak Cana’nın sözlerinden büyük bir övünç duyarım. Ama bu övüncümün iç yüzünde dini, siyasi, tarihi nedenler yatmaz. Tamamen Sarı Kırmızı’ya duyduğum hayranlığın kendisidir buna sebep olan. Ayrıca belirtmek lazım ki, Balkan ülkeleri, bu ülkelerin sporcuları, özelikle futbolcuları uzun zaman zengin Avrupa ülkeleri bireylerince yeri gelince aşağılanmış, adamdan bile sayılmamıştır. Eğer Hagi Romen değil de Alman, İngiliz veyahut İspanyol olsaydı emin olun ki Hagi çok daha büyük bir futbolcu olarak methedilirdi, zengin, kendini beğenmiş, şımarık Avrupa ülkesi futbol kültürlerince..
Cana’nın ne kadar savaşçı bir kişilik olduğunu konuşmaya bile gerek yok. Gittiği her takımda kısa süre içerisinde kaptanlık pazu bandını ele geçirmesi zaten buna işaret eder. Savaşçı yapısından bize büyük demetler sunamadığının farkındayım ama neden sunamadığı gerçeğini iyi tartmak gerekir. Rijkaard tarafından kendisine fazla şans verilmemiş, sakatlıklar geçirmiş ve bir türlü takım bütünlüğü içerisinde yer alamamıştır. Hem Fenerbahçe hem de Antalyaspor maçlarında Cana’nın varlığı çok önemli bir özelliğe atıfta bulunmuştur. Her iki maçta Cana akordiyon gibi top neredeyse oraya giderek takımın esnekliğini sağlamış ve dönen topların süpürülmesi ve toplanmasında başı çekmiştir. Kendisinin sahada yer aldığı anlarda dönen topların büyük bir yüzdeyle Galatasaray’da kalmasının en büyük sebebidir Cana. İki maçtır neden 60 dakika süre aldığı sorusunun cevabı ise çok basittir. Cana uzun zamandır tam teşekküllü oynayamıyordu. Kondisyon ve fizik anlamında bir düşüş yaşıyordu. Bu sıkıntısını atlatır atlatmaz takımın değişmez bir parçası olacaktır.

Harry Kewell'ın sözleşmesini uzatma konusunda {bana göre biraz da haklı sebeplerle} geç kalmış bir yönetim ama bunun aksine Baros'un sözleşmesini sezon başında uzatan, Arda'nın sözleşmesini de aynı şekilde şimdiden uzatarak gelecek sezon transfer konuşulduğunda elini güçlendiren bir yönetim var. Ama sezon sonunda sözleşmesi biten Neill gerçeği unutuluyor gibi. Bu futbolcunun hala önünde 2-3 sezonluk dönem olduğunu düşünüyorum ve bu kalitede futbolcuları bulmak gerçekten zor. Senin bu konuda görüşün nedir?
Atilla Çelik: Yönetimin Lucas Neill konusunda acele etmediğini, Lucas Neill’in ne olursa olsun bu takımda devam etmeyi istediğini bildiğini düşünüyorum. Galatasaray futbol takımının oyuncularına göz attığımızda takımın defansif anlamda en iyi oyuncusunun kim olduğu sorusu büyük bir yüzde ile Lucas Neill cevabıyla sonlandırılacaktır. Yönetim de bunun farkındadır. Aynı kalitede bir oyuncuyu almak isteyen kulübün, oyuncu için bir de bonservis bedeli ödemek zorunda kalacağı gerçeğini tartınca, Galatasaray’ın ve de eğer kalırsa Hagi’nin, Lucas Neill gibi karakterli ve savaşçı bir oyuncuyu elinden çıkaracağını hiç düşünmüyorum. Hatta bu konuda hiç kaygım bile yok. İçim rahat. Lucas kesinlikle Galatasaray’da devam edecektir.

Önümüzde Trabzonspor, Kayerispor ve Beşiktaş maçlarından oluşan zorlu bir süreç var. Şu anki tablomuz bu cendereden maksimum puanı çıkarmamız yönünde. Sen bu süreci nasıl değerlendiriyorsun? Sakatları da düzelen Galatasaray'da Hagi nasıl bir mantık ortaya sürer?
Atilla Çelik: İlgili süreç aslında iki hafta önce Fenerbahçe maçıyla başladı. Antalyaspor maçıyla devam etti. Antalyaspor son yıllarda Ali Sami Yen’de Galatasaray’a hep kök söktürmüş bir takımdır. Sakatlıklar nedeniyle iki hücumcu ile üç puanı almayı başarabilmenin ne kadar değerli bir durum olduğu ileride belli olacak. Bundan üç hafta önce Galatasaray’ın bu maçlardan dört puan çıkaracağı söylenseydi, buna çok az Galatasaraylı inanırdı. Taraftarların bu kadar karamsar bir duruma düşmesi ve Galatasaray gibi bir takımın bu duruma düşürülmesi ayrı bir tartışma konusu.
Güncel duruma baktığımızda, Türkiye’nin en zor deplasmanlarından ikisi neresidir diye sorulsa rahatlıkla Trabzonspor ve Kayserispor cevapları verilecektir. Bu kadar zor iki deplasman maçı varken gözlerimiz kapalı bir şekilde rahatlıkla üçer puanı alırız diyebilmemiz çok güç. Galatasaray’ın Trabzonspor karşısındaki şansını Kayserispor karşısındaki şansından daha fazla görüyorum. Bence Kayserispor deplasmanı daha zorlu geçecek. Beşiktaş maçı, Ali Sami Yen’de olması ve onlara karşı her zaman oyunumuz tuttuğu için diğer iki maça nazaran daha kolay. Bu üç maçtan alınacak dokuz puan direkt şampiyonluk potasının en derinine sokar Galatasaray’ı. İki deplasmandan alınacak beraberlik ve Beşiktaş galibiyeti de potada tutar. Ama dokuz puan demek, belki de en büyük şampiyonluk adayı olmamız demektir. Çünkü ligin en zorlu serisinde zaten düzelme yolundayken bu puanları elde edebilecek bir takımı durdurmak daha zorlu hale gelecektir.
Eğer Hagi’yi biraz tanıyorsak, her iki deplasmana da öncellikle yenilmemek amacıyla çıkacak ve sonrasında galibiyeti arayacaktır. Galatasaray’ın hücum hattını oluşturan oyuncuların sağlıklı bir şekilde dönmeleri halinde bile gözü kara atak futbolu uygulatacağını düşünmüyorum. Her iki deplasmanda da Pino’nun hızından yararlanmak isteyecek, defansif anlamda sert ve mücadeleci yapıyı dikkate alacaktır. İçimden bir ses ise Galatasaray’ın her üç maçtan da alnının akıyla çıkacağını söylüyor.

Aylardır Mesut Özil'le yatıp kalkıyoruz. Hala bu futbolcunun neden Almanya'yı tercih ettiğine yönelik sorular var. Oysa önümüze bakmamız gerektiğini söyleyen tek isim ise Hiddink. Milli Takım'ı yeniden bir yapılanmaya sokuyor ve birçok genç futbolcuya kadroda yer verecek. Ayrıca da Mehmet Ekici, Türkiye tercihi yapmış durumda yani bu ilerleyen dönem için gurbetçi futbolcular açısından bizler adına büyük bir umut. Milli Takım'ın yapılanması ve gurbetçi futbolcular konusundaki görüşlerin nelerdir?
Atilla Çelik: Mesut Özil’e hakaret eden, onu yerden yere vuran kesim içerisinde değilim. Bence Mesut’un kendi özel şartlarını dikkate almadan onu kırmızı beyazlı formayı tercih etmediği için yerden yere vurmak milliyetçi bir bakış açısından başka bir şey değil. Bu bakış açısı bazı gerçekleri, hayat gerçeklerini es geçiyor maalesef.
Almanya’da yaşayan Türkler konusunda kuşak farklılığı olduğunu söylememiz lazım. Eski kuşak koptuğu ülkesine daha bağlıyken, yeni kuşak aldığı kültür ve yaşadığı gerçekler nedeniyle Almanya’ya daha meyilli bir durumda. Mesut Özil’in hayatını Almanya’da yaşadığını, oranın kültürünü aldığını, bunu geçtim, onu bu noktaya getiren, bu futbolcu özelliklerini yükleyen ve Mesut Özil’i Mesut Özil yapan gerçekliği unutmamak lazım. Mesut Özil’i Mesut Özil yapan Almanya’dan başka bir yer değildir. Mesut’a emek vermişler, üstüne titremişler ve bugünkü Mesut’u yaratmışlardır. Bugünkü Mesut’a Türkiye Cumhuriyeti ne vermiştir? Futbolculuk anlamında ne vermiştir? Sırf anne babasının Türk olması Mesut’un Türkiye Milli Takımı formasını muhakkak giymesi gerektiğini kanıtlamaz.
Bir insanın vatanı neresidir? Yaşadığı yer midir? Kökeni midir? Karnını doyurduğu yer midir? Kendisine emek vermiş ülke midir? Karnından çıktığı rahmin kafa kağıdı mıdır? Onu dünyaya getiren tohumun renkleri mirdi? İlk önce bu sorulara cevap verelim ki, ondan sonra Mesut Özil’in aldığı kararı olumsuz anlamda eleştirelim. Bir de işe şuradan bakalım. Birkaç yıldır Almanya’da fırtınalar koparan, özellikle bu yıl büyük patlama yapan Nuri Şahin’i bile bu milli forma altında doğru düzgün oynatmıyoruz. Ona uygun oyun sistemine bile sahip değiliz. Almanya’da kralı oynayan Nuri’yi bu milli forma altında şaklabana çeviriyoruz. Sıradan bir adama çeviriypruz. Sinan Bolat gibi bir kaleciye bir kere bile milli formayı giydirmiyoruz. Sonra da ülkemizi tercih etmeyen oyuncuların milliyetçiliğini sorguluyoruz! Neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Bu denli tutarsızlık ve ahmaklık da bize özgü bir durum.
Hiddink’in bu ülkenin futbol takımının başına getirilmesinin tek nedeni turnuvalara katılmak ve başarı elde etmek değildir. Yepyeni oyunculardan, gencecik isimlerden uzun süre bir arada oynayabilecek ve kendine has futbol kotarabilecek bir takım yaratmasıdır. Bunun öncelikli yolu, Türk Milli Takımı’nın kendine has bir sistemi olması ve bu sistemi en iyi şekilde uygulayabilecek oyuncuları uygun yapıda bir araya getirebilmektir. Eğer ortada Nuri Şahin ya da Mehmet Ekici’ye uygun bir sistem yoksa, bu oyuncuların varlıkları, yetenekleri, bireysel özellikleri Türk Milli Takımı forması altında nötrlenmiş bir hal alacaktır. Zaten Nuri Şahin’in bile yokları oynamasının en büyük sebebi bu değil midir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder