30 Mart 2011 Çarşamba

Şov Devam Ediyor

Mekan Brezilya olunca şovun daha da dibine vuruyor insan. Ronaldinho da şovunu en iyi şekilde sergileyenlerden. Maçlarda olsun, idmanlarda olsun her dakika bir futbol sihirbazlığı içerisinde...

Wade, LeBron, Nadal

Mekan Miami olunca Miami'nin de yıldızları doğal olarak orada oluyor. Nadal'ı yakalamışken Wade ve LeBron soluğu tenis turnuvasında almışlar...

Sürekli Karakter Sınavıyla Karşılaşmak

Ülkemizde iyi olanın üstüne gidiliyor ve futbolcunun da burada kaldığı sürece karakter sınavı vermesi gerekiyor. Bu da doğal olarak futbolcuyu yıpratıyor ve futbol haricinde birçok cephede daha savaş vermek durumunda kalıyor. İşte bu yüzden Arda Turan için mutlaka Avrupa yolunu tutmalı diyoruz. Orada göstereceği gelişim bir yana, kendisi ile de bu kadar fazla uğraşılmayacağı için kafa olarak saha sağlam kalacak. Bu son dönemde yaşadığı sakatlık, Galatasaray'ın kötü gidişatı falan derken Arda'nın üzerine çok gidildi ve onun da bir noktada patlama yaşaması doğaldı. Ama bu patlamayı önce futboluyla, sonrasında ise tepkisini son derece demokratik şekilde göstermesi Arda Turan'a yakışandı ve öyle de oldu. Arda'nın kendini beğenmiş bir futbolcu olduğu, Dünya'da başka bir yıldızın böyle tavırlar içerisine girmediği falan konuşuluyor ama kimsenin de üzerine bu kadar fazla gidildiğini düşünmüyorum.

Arda'nın gelecek sezonu Avrupa'da geçireceğini herkes biliyor ve merak ettiğim nokta kalan sekiz haftada neler yapacağı. Normalde kafaya gitmeyi koyan futbolcu vitesi düşürür ve başına birşey gelmesini istemez. Hele de böyle uzun bir sakatlıktan çıkmışsa. Ama Arda farklı, o kaptan ve çok iyi bir Galatasaraylı. Yine elinden geleni yapacaktır, her ne olursa olsun Galatasaray'ın çıkış yolu yok ama en azından kalan haftalarda bırakabildiği en iyi noktada takımını tutmaya çalışacak. Bütün bunlar bir yana ben Arda'nın futbolunu çok özleyenlerdenim, kendisini ben de çok eleştiriyorum bazen ama futbolundan da her zaman büyük keyif aldım. Özellikle de böyle kafasına koyduğu, hedef maçlarda ortaya koyduğu performanslar çok iyi. Avusturya karşısında da böyle bir hedef belirlemiş ve fizik anlamda iyi olmamasına rağmen yine maçın kaderini değiştirebilme kudretine sahip olduğunu bizlere gösterdi. Umarım herşey onun için daha iyi olur ve bundan sonraki yıllar da bizim de Avrupa'da söz sahibi olabilen bir futbolcumuz var deriz.

29 Mart 2011 Salı

Skor Adına Olmazsa Olmaz Bir Maç / Türkiye 2-0 Avusturya

Milli Takım'ın en büyük avantajı orta sahasından geçiyor. Son değişimlerle de beraber çok elit bir orta saha hattına sahibiz ve dışarıda kalan isimlerin bile Milli Takım'da gideri var. Bu orta saha da uzun vadede hedeflenen iyi futbolun, turnuva istikrarının anahtarı. Ama şöyle bir durum da var. Çok şeyler beklenen ve şu an Bundesliga'nın en iyi futbolcusu olarak gösterilen Nuri Şahin'in Milli Takım performansı aynı oranda iyi değil ve beklentilerin aşağısında. Bunun da sebebi sanki mevki olarak biraz daha geride oynaması, Nuri'nin Dortmund'da yaptığı işlerin sorumluluğunu başka futbolculara yüklememiz. Bugün oynayan üçlü orta sahamız aynı tipte futbolculardı ama Nuri Şahin biraz daha geride sanki bir ön libero gibi oynadı. Bu da hücum performansını sıfıra indiren unsurdu ama Selçuk İnan ve Mehmet Ekici de hücumda etkili olmaya çalıştılar. Bu da bir anlamda çok sevindirici bir durum ama diğer anlamda Nuri açısından düşündürücü. Bugün Mehmet Ekici yerine Nuri Şahin oynasa, Mehmet Topal da ön liberoya çekilse sanki daha derli toplu bir görüntü olurdu gibime geliyor. Çünkü hücumda kopukluk yaşadığımız anlar oldu ve Arda'nın bireysel yeteneklerine fazlasıyla kaldı iş.

İyi futboldan öte skor açısından olmazsa olmaz bir maçtı, Azerbaycan maçının etkilerini atmak açısından üç puan herşeyden önemliydi. Türkiye de buna uygun bir formatta oynadı, gümbür gümbür hücum etmek yerine daha kontrollüydüler, savunmada az hata yaptılar, bekler çok fazla hücumlara girmedi {Gökhan Gönül'ün attığı muhteşem gol hariç} ve Burak'a atılan uzun topların yanında Arda'nın da bireysel becerileriyle pozisyonlar bulmaya çalıştılar. Avusturya'nın da kadro rotasyonu bizim bu düzeni yıkmak açısından pek derin değildi ve bu açıdan rahat bir galibiyet geldi diyebilirim. Yine de hücumda kontrolü elimizde tutmaya çalışmak bu maçı da riske attı aslında, tamam işi bitirdik gibisinden birşey diyemedik ama stoperlerin hatasız futbolu rakipe pozisyon imkanı tanımadı. Volkan'ın da çıkardığı penaltıdan sonra işlem bitmişti zaten ama şunu da belirtelim. Belçika karşısında çok daha iyisini yapmak zorundayız.

Arda'nın da Galatasaray'dan öte Milli Takım adına daha da olmazsa olmaz bir futbolcu. Arda'nın şu an bir alternatifi yok ve o olmadığında hücum anlamında daha da kısır, bireysel beceriden çok uzak bir Milli Takım tablosu oluşabiliyor. Arda'nın da bugün ne kadar maç eksiği olursa olsun ne denli etkili olduğunu gördük. Maç içerisinde kopukluk yaşadığı anlar da oldu ama genel olarak çok iyi bir maç çıkardı. Gruba bakınca ipler yeniden bizim elimizde, ikinci olmak adına da Belçika deplasmanında beraberlik lüksümüz doğmuş oldu. Haziran ayına kadar Milli Takım'ın daha iyi noktaya geleceğini düşünüyorum. Çünkü çok fazla yeni oyuncumuz var ama bu yeni oyunculara baktığımızda her geçen zaman futbollarının daha da üstüne koyduğunu görüyoruz.

TÜRKİYE: 2 - AVUSTURYA: 0

Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu

Hakemler:
Pavel Kralovec, Miroslav Zlamal, Martin Wilczek(Çek Cumhuriyeti)

Türkiye:
Volkan, Gökhan, Servet, Serdar, Hakan, Hamit, Selçuk, Nuri, Arda (Dk. 88 Mehmet Topal), Mehmet Ekici (Dk. 63 Mehmet Topuz), Burak (Dk. 72 Semih )

Avusturya:
Macho, Ekrem Dağ , Dragovic, Pogatetz, Fuchs, Alaba, Baumgartlinger (Dk. 46 Hoffer), Scharner, Yasin Pehlivan (Dk. 57 Ümit Korkmaz), Harnik (Dk. 69 Arnautovic), Maierhofer

Goller:
Dk. 28 Arda, Dk. 77 Gökhan (Türkiye)

Sarı Kartlar:
Dk. 13 Pogatetz, Dk. 73 Fuchs, Dk. 90 2 Schaner (Avusturya), Dk. 83 Mehmet Topuz (Türkiye)

Ekrem Dağ'ın En Zor Sınavı

Türkiye adına oynayabilmek adına çok bekledi, çok uğraştı ama şans kendisine verilmedi. Çünkü yaşı ilerlemiş ve o bölgede de çok iyi alternatifler vardı. Gökhan Gönül, Sabri gibi isimler varken acaba Ekrem Dağ kaçıncı sağ bek alternatifi olabilirdi. Tabii, bu adamın repertuarı geniş ve hangi mevkide olursa olsun elinden geleni yapan bir isim ama çok da ihtiyaç duyulan bir futbolcu olamadı. İyi bir alternatif olabilirdi ancak o konuda da ihtiyaç duyulmadığından o da Avusturya tercihinde bulundu ve yarın Türkiye'ye karşı bir terslik olmadıkça ilk 11 oynayacak. Ekrem Dağ'ın durumu Yasin Pehlivan, Ümit Korkmaz misali bir durum da olmadığından bugünün çok zor geçeceğini düşünüyorum. Sonuçta yıllardır Türkiye Ligi'nde olan bir isim ve diğer gurbetçi isimlere de hiç benzemiyor. Düşünsenize Ekrem Dağ'ın bize gol attığını, acaba nasıl duygular içine girer. Büyük ihtimalle sevinmez ama diğer gurbetçilerden farklı olarak bu duruma da oldukça üzülür. Zaten farkı da buradan geliyor ama bugün onun adına profesyonel olma günü ve onun kendi içinde vereceği savaşı da merakla bekleyeceğim.

Herkes Gitsin, Kewell Kalsın

Bundan bir sezon önce taraftarlar arasında en sevilen futbolcu anketi yapsak, açık ara Kewell'ın bu ankette önde yer alacağını söyleyebilirdim. Çünkü Galatasaray taraftarı mücadele eden, bu forma adına savaşan futbolcuyu seviyor. Şimdi gelinen nokta ise farklı ve üç farklı görüş hakim. Birincisi yine kayıtsız şartsız Kewell'ı sevenler, her ne olursa olsun bu adam takımda kalmalı diyenler. Buna ben de dahilim, gerekiyorsa ben gideyim bu diyarlardan ama Kewell kalsın. Kendisine sevgim ve saygım bu derece büyük. İkinci görüş ise Kewell'ın zamanında hizmeti çok oldu ama artık helallik alıp yolları ayırma vaktidir diyenler. Bu görüşe de bir noktaya kadar saygı duyarım, sonuçta Kewell devamlılığı olan bir futbolcu değil ve yaş 32'ye dayandı. Üçüncü görüşü ise kabullenemiyorum ve nasıl böyle bir düşünce hakim olur anlayamıyorum. Bir anda geçmiş bir yana bırakılıp, sadece bugünü düşünerek Kewell zaten hiçbirşey yapmıyor, çok yararsız bir futbolcu ve şu dakika takımla ilişkisi kesilmeli diyenler. Kewell sadece sempatik, yakışıklı diye seviliyor diyenler. Galatasaraylılar için vefasız derlerdi ve bu görüşün de her zaman karşısında yer alırdım ama bu görüş çok büyük bir vefasızlıktır.

Vefa ile karnın doymadığını ben de biliyorum, vadesi dolanın elbette takımla ilişkisi kesilmeli. Geçmişi de unutmadan güzel bir ayrılık yaşanmalı eyvallah ama Kewell'ın henüz vadesi dolmadı. Bu takımda kalması gereken futbolcuların başında geliyor. Hatta Arda'nın da takımdan ayrılma ihtimalini düşünerek gelecek sezon takım kaptanının ve liderinin Kewell olması gerekiyor. Kayıtsız şartsız benim hamlem bu olurdu ve bu kararı da aldığım için asla gözüm arkada kalmazdı.

Kewell da farkında aslında 24-25 yaşlarında olmadığının, ayakların eskisi gibi çabuk işlemediğinin. Ama savaşıyor, gelecek sezon da bu takımda kalmak istiyor. Bazıları gelecek sezonun planlamasını şimdiden yapıp, başka bir takıma geçiş için zemini kurarken o bu takımda kalmak adına sonuna kadar çabalıyor. Kewell'ın hala alıcısı var. İsterse paranın peşinde koşar ve çoğu eski yıldızın yaptığı gibi para diyarlarına yolculuk yapar ya da Avrupa'da başka bir takım bularak mücadelesine devam eder. Ama bu adam Galatasaray'daki geleceğini görememesine rağmen gelecek sezon planları yapmak yerine hala son kurşuna kadar takımda kalmak için çabalıyor, belki de bu uğurda birçok fırsatı tepiyor. Dün Ntvspor'a verdiği röportaj benim için ders niteliğindeydi ve kafamdaki Kewell düşünceleri daha da pekişti. Gerekiyorsa herkes gitsin bu adam kalsın, inanın herşeyden daha faydalı bir durum olur bu.

28 Mart 2011 Pazartesi

Sarı Kırmızıyı Sessiz Kabulleniş / Emre Aşık Röportajı

O, isterse aylarca forma giymemiş olsun ve sizin de en kritik maçınız öncesinde çok önemli futbolcularınızın eksikliği olsun. Emre Aşık, çıkar oynar ve elinden gelenin de en iyisini daima yapar. Üstelik yaşı da kaç olursa olsun. Bugüne kadar gördüğüm en iyi profesyonel futbolcuların başında daima Emre Aşık gelmektedir. Galatasaray kariyerine de baktığımızda iki dönem, hatta üç dönem görüyoruz. Ama o daima bu takıma geri dönmeyi başarabilmiş bir futbolcudur ve bu açıdan da Galatasaray tarihine geçmiş bir isim. Emre Aşık'la da röportaj yapma fırsatını yakalamışken, bu fırsatı tepmek olmazdı ve uzun uğraşlar sonucunda bunu başarabildik. Kendisine de buradan bizleri kırmadığı için çok teşekkür ediyorum...

Fenerbahçe, Beşiktaş gibi takımlarda da oynamanıza rağmen sizin özdeşleştiğiniz takım Galatasaray oldu ve taraftarların da çok sevdiği bir isimsiniz. Galatasaray sizin için ne ifade ediyor, önce bunu sorarak röportaja başlayalım...


Emre Aşık: Galatasaray, benim için sadece taraftarı oldugum bır kulüp değil, aynı zamanda bır aile, kaçıpta sığınacağım bir dost kapısı olmuştur. Bunun sebebi Galatasaray yalnızca iyi günümde değil, Besıktaş'ta kadro dışı kalıpta uzun bi süre oynamamanın ardından bile bana güvenip kapılarını sonuna kadar acmıştır.

Sizin benim açımdan en önemli özelliğiniz, müthiş bir profesyonel oluşunuz ve her şartta hazır bir futbolcu olmanız. Yani, bir sezon boyunca hiç futbol oynamasanız bile oynadığınız ilk maçta {üstelik bu maçın ağırlığı büyük olsa da} müthiş bir mücadele gösterebilmeniz. Bu durum nasıl oluştu, futbol yaşantınız boyunca böyle bir özelliğe kavuşmak adına neler yaptınız?


Emre Aşık: Öncelikle bu saymış oldugunuz şeylerin olması için sporcunun futbol görüşü ve yaşantısı açısından olgunlaşması gerekiyor. Eğer oynadıgınız takımda Bülent abi ve Popescu gibi iki tane tam anlamıyla profosyonel oyuncu varsa ve de iyi bir gözlemciysen idol olarak belirlediğin bu oyuncuların neleri yaptıklarını ya da nelerden uzak durduklarını kısa zamanda anlayıp sende onlar gibi olmaya çalışıyorsun. Benim yaptığımda tamamen buydu ama onların bana verdiği desteği ve yardımları da unutmamak lazım. Gençlere tavsiyem takım içinde her zaman kendilerine örnek alabilecekleri oyuncuları iyi gözlemlemeleri ve bununla da yetinmeyip onların tavsiyelerini can kulağıyla dinleyip bunları uygulamaları.

Üç sezon boyunca Galatasaray forması giydikten sonra Beşiktaş'a transfer olma süreci yaşanmıştı ama Beşiktaş'ın ardından da yeniden Galatasaray formasına kavuştunuz. Transfer olduğunuzda da neredeyse bir sezon boyunca tek başınıza idman yapmanıza rağmen Song'un yokluğunda çok kritik görev almıştınız ve yine inanılmaz bir başarı gösterdiniz. Ben hep merak etmişimdir, Beşiktaş'a gitme ve Galatasaray'a geri dönüş süreciniz nasıl gelişti?

Emre Aşık: Besıktaş'a gitmeden Galatasaray'daki son senemde fazla forma sanşı bulamadım ve sene sonu sözleşme yenilenmesi aşamasında ufak tefek bazı sorunlar yaşadım. O arada Besıktaş'ın hocası Lucescu'ydu ve beni de ısrarla istiyordu. Benim de daha önce calıştığım ve kendisine inandığım bır hocaydı ve böylece transferim gerçekleşti. Daha sonra Besıktaş'ta 3 sezon geçirdim ve son senemde kadro dışı kalıp uzun bı süre oynamadım. Bu arada menejerlerım Galatasaray'la benim de isteğim doğrultusunda transfer için bazı girişimlerde bulundular. O sırada takımda Yalçın Ayhan sakatlanıp sezonu kapatmıştı ve Song'la Tomas'ın da bir alternatife ihtiyacı vardı. Durum böyle olunca devre arası tekrar Galatasaray'a dönmüş oldum ama burda bana inanan ve transferimin gerçekleşmesi için çok uğraşan 2 isim oldu. Biri Oğuz Dizdar diğeride Bülent Tulun. İkisine de sizin aracılığınızla tekrar çok teşekkür edıyorum.

Futbol hayatınız boyunca en unutamadığınız anınız ve kariyerinizin başında hedefleyipte gerçekleştiremediğiniz bir hayaliniz oldu mu yoksa ben istediğim herşeyi başardım diyor musunuz?

Emre Aşık: En unutamadığım anım İnönu Stadı'ndaki İsveç maçında attığım goldu. İkinci golü de Sergen atmış ve Avrupa Şampıyonası'na gitmiştik. Bu maçla ilgili yaşanan iki olayı hıç unutamam. Birincisi Sergen'le aynı odada kalıyoduk ama maç saatine kadar ikimizde oynamıyorduk. Maç günü Fatih Hoca önce benı odasına cağırıp ''seni K.Anderson'la oynatacağım dedi ve ben odadan çıktığımda heyecandan ne yapacağımı bilmiyorduö ama çok şükür ikımizde maçtan alnımızın akıyla çıkmıştık. İkıncisi ve aslında benim için herşeyden önemlisi ise, rahmetli babamın benimle gurur duydugu en önemli andı. Golü attığımda annem babamın saçlarına yapışmış ve ''Emre attı, Erol golü Emre attı'' demış ve babamda komşuların tebriklerini kabul etmiş.

Futbolculuğa nasıl başladınız ve futbolcu olmaya ne zaman karar verdiniz? Ayrıca kariyerimin altın noktasıdır dediğiniz nokta nedir?

Emre Aşık: Futbola, Bursa Hürriyet Meslek Lisesi'nde başladım. Aslında futbolcu olmam biraz da şans ve tesadüflere bağlı. Ben okulun aslında folklör takımındaydım ve tenefüs aralarındada arkadaşlarımla okulun bahçesinde top oynuyordum. Bir gün okul takımının hocası bızım maçı izlemiş ve yanıma gelip ''seni okul takımına alacağım, bana 2 resım ve nufus cüzdanını getır'' dedi ama ben unuttum:) Cuma günü İstiklal Marsı öncesi benim ismimi söyleyip yanına cağırdı. Ben ismimi duyunca basımdan aşağı sanki kaynar sular dödüklü. Çünkü rahmetlı Nedim Hocamız disiplinli bir hocaydı ve beni herkesin içinde kulaklarımdan cekerek ''ben sana nufus cüzdanını ve resımleri getır demedim mi'' dedı. Orda çok mahçup olmuştum ama bu olay benim futbolcu olmamdaki en önemli anlardan biridir ve hakkını hiçbir zaman ödeyemem hocamın.

Lucescu'nun ikinci sezonunda Popescu ayrıldıktan sonra Bülent Korkmaz ile çok iyi bir ikili olmuştunuz ve o istikrar sizi 2002 Dünya Kupası'na taşımıştı. Ama Fatih Terim'in göreve gelmesinin ardından fazla forma şansı bulamadınız ve takımdan ayrılmak durumunda kaldınız. Yine de o gün sizden formayı alan Fatih Terim, Euro 2008'de gözü kapalı size formayı yine emanet etti. Fatih Terim'in sizin kariyeriniz açısından önemi nedir, bizlere kendisini nasıl tarif edersiniz?


Emre Aşık: Fatih Hoca'yla benim tanışmam aslında neredeyse 20 yıl öncesine dayanır. Beni Milli Takımlar seçmelerinde beğenip, yaşımın çok küçük olmasına rağmen alıp Ümıt Milli takımında oynattı ve sonrasında Genç Milli takıma göndermişti. Orda Serpil Hoca'yla Avrupa Şampıyonluğu yaşamamın hemen ardından beni Akdeniz oyunlarına götürdü ve orda da Fatih Hocamın teknik direktörlüğünde Akdeniz Oyunları'nda altın madalya kazanmıştık.

Fatih Hoca'yı çalıştığı hangi futbolcuya sorarsanız sorun alacağınız cevaplar içinde bir baba gibidir olacaktır. Benim de futbol kariyerim boyunca yollarımız hep kesişmiş, tabi zaman zaman formsuz yada moralsız olduğum günlerde olmuş ve o gun nasıl benden formayı alıyorsa Avrupa Şampıyonası'nda da hakkım olan formayı bana tekrar vermiştir. Bana futbol hayatına yön veren 3 kişi sayar mısın deseniz hıç düşünmeden ilk sıraya Fatih Hocamı koyarım.

Aktif olarak futbolu bıraktınız ve sizi bu süre zarfında fazla görememeye başladık, sanırım yılların yorgunluğunu atıyorsunuz. Şimdiki kariyer planlamanız nasıl olacak, yeniden futbolun içerisine girecek misiniz?


Emre Aşık: Aktif futbol yaşantımın ardından hep hayalimde olan New York'ta bi 5.5 ay kaldıktan sonra Mart'ın 9'unda İstanbul'a döndüm. Bu zaman zarfında futbolun stresinden uzaklaşıp kendimde hep eksiklik olarak gördüğüm ingilizceyi bi nebze olsun hallettim dıy düşünüyorum. Şimdi yenilenmiş bir Emre olarak tekrar burdayım ve planlarım arasında tabi ki futbolun içinde olmak var ama tam olarak neresi derseniz inanın suan bende bilmiyorum. Sadece kafamdaki seçenekleri değerlendirip en iyisini seçmeye çalışıyorum.

Ekol olmak sizce nedir ve ekol kelimesi kullanıldığında Türkiye'de kimleri örnek verebilirsiniz bu konuyla ilgili?


Emre Aşık: Bence ekol olmak, kişinin kendi tarzını ortaya koyması ve bunun önemli bir kitle tarafından beğenilip kabul görmesidir. Mesela Fatih Terim, bence Türk futbolunun en önemli ekolüdür.

Sportif Cümleler ailesine de başarılar diliyorum, sevgiler...

Cem Akdağ, Vefa ve Galatasaray'ın Geleceği İlişkisi

Bülent Ünder'in şu söylemi önemli. ''Şartlar ne olursa olsun, Galatasaray'dan gelen görevi reddetme lüksümüz olamaz'' diyor. Gerçekten de öyle. Durum ne olursa olsun, ateşin içine atlamak bütün Galatasaraylıların boynunun borcu. Bülent Ünder de bu yüzden görevi kabul etti. Belki de sezon sonu kendisinin takımla ilişkisini kesecekler ve bunu da biliyor ama görevi kabul etti. Bunun daha da zor şartlarda olanını Cem Akdağ da geçtiğimiz sezon yapmıştı.

Cem Akdağ, Galatasaray'ın eski basketbolcusu ve hem kadın hem de erkek takımlarında coach'lık yapmış bir isim. Yıllarını basketbola adadı ve biz onu daha çok Galatasaray'ın kadın takımıyla gösterdiği başarılarla hatırlıyorum. Yenilmez armada denilen ama ekonomik kriz sonucunda küme düşen takımı aldı ve yeniden yenilmez armadanın temellerini attı. Bugün de hala o temel üzerinde hareket ettiğimizi söylemek lazım ama basketbolun yanlış kişilerin yönetiminde olmuş olması Cem Akdağ'ın hak ettiği Eurocup şampiyonluğunu görmesini engellemişti. Kağıt üzerinde istifa etmiş gibi görünse bile hatırlayın o şartları, neden istifa ettiğini.

Geçtiğimiz sezon ise hatırlamak istemediğimiz olaylar oldu, basketbol tarihine kara leke gibi bir skandal işlendi. Okan Çevik ve ekibinin düzenbazlığı sonucunda 8 maç hükmen mağlubiyet, 5 puan silinme cezası gibi durumlarla karşılaştık ve kağıt üzerinde de küme düşmemiz neredeyse kesinleşmişti. Bu durumda da kimse göreve gelmek istemez, çünkü yeni göreve gelecek olan coach'dan resmen imkansızı istiyorsun. Cem Akdağ da yine ateşin içerisine atlayan kişi oldu. Yukarıda dedim ya Galatasaraylılık bazen bunu gerektiriyor, Cem Akdağ da bunu yaptı. Kendi kurmadığı bir takımı aldı, o kaos içerisinde bütün yabancıları olaya motive etti derken, imkansızı başardı ve takımı kümede tutmayı başardı. Ama kimse ''gel Cem Hoca, bu sene de takımı sen yönet'' demedi. Oktay Mahmuti, süper bir vizyon hamlesidir ve erkek takımı bu sene inanılmaz başarılı falan ama Cem Akdağ da hak etmişti bunu.

Dün ise Galatasaray kongresinde geçtiğimiz sezon basketbolda yaşanan kaoslar konuşuldu ve anlamadığım bir şekilde Okan Çevik, Koray Mincinozlu gibi isimlerin affedilmesi bile gündeme geldi. Neyse ki Galatasaray kongre üyeleri bilinçli, böyle bir kara lekeyi yaratanları bünyesinde barındırmıyor. Ama bu mevzular geçerken, bu isimlerin affı falan gündeme gelmişken konu hiç Cem Akdağ'a gelmedi, ona orada bir teşekkür dahi edilmedi. Bu da bir bakıma vefasızlıktır ve büyük bir ayıptır. Cem Akdağ'ın ise Galatasaraylılar için ayrı bir yerde olması, onun adına en büyük gururdur ve inanıyorum. Yine ateşin içine atla deseler, ilk koşacak isim o olacaktır.

Kongrede üzüldüğüm bir diğer nokta da Haldun Üstünberk'in yeni oluşacak yönetimde görev alamayacak olması ve malesef bu başarısız yönetim içerisinde yer alması. Basketbol için büyük uğraşlar veren bu seneki kadın ve erkek takımlarının başarısında en büyük pay sahiplerinden biri olan bu yöneticinin görevinden böyle ayrılacak olması çok üzücü. Benim düşüncem, düşünceden öte hayalim şu yönde. Yeni oluşacak yönetim içerisinde keşke Cem Akdağ da yer alsa ve basketbol şubesinin başına o geçse. Bunu da kendisine vefa gösterelim falan diye asla demiyorum, bu işin kralını yapar ve basketboldaki bu gelişim de tüm hızıyla devam eder. Keşke böyle birşey akıllara gelse ve hayal olarak kalmasa...

Üç Gol Zenke'den Ama Maçın Adamı Agbetu / Diyarbakırspor 0-5 Samsunspor

Yıllardır, Samsunspor'un kötü gidişatından bahsediyoruz. Bu kötü gidişatın içerisinde de arkasına sığınabileceğimiz, işte bu futbolcu da bizim yıldızımız diyebileceğimiz bir isim çıkartamadık. Çok iyi genç yetenekler gördük, işte bu isim damga vuracak dediğimiz futbolcular yaşadık ama iyi bir yıldız malesef bulamadık. Simon Zenke de işte bu anda devreye giriyor, Samsunspor'daki yıldız ihtiyacı karşılanmış oluyor. Artık bizim de takım dara düştüğünde ''şimdi sahneye çıkar ve bu maçı alır'' diyebileceğimiz bir futbolcu var. Geçen haftaların da Zenke adına önemli olduğunu düşünüyorum ama asıl imzayı dün oynanan Diyarbakırspor maçında attı. Attığı üç gol bir yana, takımın Zenke'nin etrafında kenetlenebilmesi, onu benimsemesi ve bir bakıma biat etmesi başrının bir diğer anahtarı konumunda.

Diyarbakırspor, bütün hedeflerinden vazgeçmiş ve önümüzdeki sezona yatırım yapan bir kulüp. Genç futbolculara şans veriyorlar ve ekonomik sıkıntı içerisinde de yaşamaya devam ediyorlar. Bu açıdan onları takdir etmek gerekir. Sonuçta imkanlar dahilinde verilen bir mücadele var ve tribün açısından da baktığımızda desteğini çeken Diyarbakırspor taraftarlarını görüyoruz. İşte bu ortamda Samsunspor'un bu maçı rahat kazanacağını düşünüyordum ve öyle de oldu. Gerçi ilk yarıda oynanan oyun işi fazlasıyla rahata aldığımızı gösterdi, kazanmak adına bir çaba yoktu. Bizi biz yapan bütün doğrulardan vazgeçilmiş ve nasıl olsa atarız havası oluştu. Bu durumda pozisyon bulmamızı, oyunu rakip sahaya yıkmamızı engelledi, hatta Diyarbakırspor'a da hücum anlamında etkin olabilme imkanı tanıdı.

Turgay Gölbaşı'nı yedek bırakıp Dilaver Güçlü'yü oynatmak rotasyonun işareti demek isterim ama Kemal Tokak karicinde neredeyse bütün kadronun as isimlerden oluşması rotasyonun asla olmadığını gösterir. Bu açıdan Hüseyin Kalpar'ı eleştirmek lazım. Geçen maçta attığı muhteşem golü mü ödüllendirmek istedi bilmiyorum ama Dilaver'le maça başlamak hataydı. Çünkü Turgay Gölbaşı'nın önemi bir futbolcudan öte, o bu takımın saha içerisindeki lideri. Nitekim, 43. dakikada oyuncu değişikliği yapması da Hüseyin Kalpar'ın hatasını kabul ettiğinin göstergesi oldu ve ikinci yarı başladığında da farklı bir Samsunspor izledik.

İkinci yarı başladığında Zenke oyuna daha fazla hakim olmaya başladı, sorumluluk aldı ve Agbetu'nun da rakip savunma arkasına hızlı çıkışları beraberinde golleri getirdi. Zenke'nin attığı iki golde Agbetu'nin asistini görüyoruz, ayrıca atılan ilk golü de kendisi kaydetti. Tabii bir de yaptırdığı penaltı var. Yani maça damgasını vurdu, takımını hücum anlamında taşıyan isim oldu. Diyarbakırspor'un da savunma anlamında bu hızlı hücumlara karşı koyamadığını gördük ve her geçen dakika Samsunspor adına daha rahat geçmeye başladı, beraberinde de farklı bir skor geldi. Bu galibiyetle de beraber 3 maçlık bir galibiyet serisi oluştu ve önümüzdeki hafta Samsun'da Karşıyaka ile oynayacağız. Ben maçtan da 3 puan bekliyorum ve 12 puanlık bir seri yakalama imkanı elimizde. Zorlu bir fikstüre gireceğimiz düşünüldüğünde de bu 12 puanın Süper Lig'in anahtarı olacağını düşünüyorum. Tabii bay olayını aşmamız da bir diğer avantaj.

DİYARBAKIRSPOR: 0 - SAMSURSPOR: 5


Stat: Atatürk


Hakemler: Fethi Serkan Koçak, Muhammet Yumak, Hakan Eygü


Diyarbakırspor: Osman Kurtuldu, Gökhan Solak, Fırat Aşiti Yasak, Ali Aliyev, Vedat Budak (Dk. 86 Vedat), Cemal Doğu (Dk. 60 Murat Kürüm), Mehmet Sıddık İstemi (Dk. 81 Mustafa Kuru), Hikmet Arslan, Kürşat Ergün Aydın, Suat Mutlu, Volkan Yılmaz


Samsunspor: Ahmet Şahin, Adem Alkaşi, Ersin Veli, Kenan Yelek, Alpaslan Kartal, Hakan Bayraktar, Murat Yıldırım (Dk. 74 Abdulaziz Solmaz), Akeem Agbetu, Dilaver Güçlü (Dk. 45 Turgay), Simon Zenke, Ufuk Bayraktar (Dk. 64 Billy xx)


Kırmızı Kart: Dk. 72 Hikmet Arslan (Diyarbakırspor)


Goller: Dk. 52 Agbetu, Dk. 56, 64 ve 83 Simon Zenke, Dk. 73 Billy Mehmet (Penaltıdan)

27 Mart 2011 Pazar

Demokratik Bir Darbe

Kongrelerde, bir zamanların kader belirleyici üyelerinden biriydi. Hep kurtarıcı gözüyle bakıldı, en sevilen Galatasaray figürlerinden biri oldu, kafalarda ''keşke başkan olsa'' düşüncesi daima hakim oldu. Zaten başkan seçilirken de rekor oyla seçildiğini unutmayalım, Canaydın döneminden sonra gelen Adnan Polat ismi bir bakıma devrimle eşdeğerdi.

Mali açıdan geçen yıllara baktığımızda Adnan Polat'ın önemli hamleleri oldu, zaten mali anlamda da ibra olarak iyi işler yapıldığını gösterdi. Hatta sürekli isminin olumsuz tablo içerisinde yer alması falan da maddi anlamda ne kadar iyi işler yaptığını biraz gölgeledi. Ama bu işin vitrini futboldur, her ne yaparsan yap futbolda başarılı ol. Sonuçta bu maddi imkanların da iyiye gitmesinin amacı sportif anlamda başarının getirilmek istemesidir ve başarı da buna rağmen gelmeyince başarısız ilan edilirsiniz. Adnan Polat da bu yüzden başarısızdır, malesef bazı ısrarları ve ortaya koyduğu vizyonu iyi yönetememesi, egoları ön plana sürmesi bizleri bu duruma getirdi. Şöyle düşünün, Rijkaard gibi bir teknik adamı getirebilmek vizyondur ama ısrarla Adnan Sezgin'in arkasında durmak egonun işaretidir.

Futbol konusunda yaşanan sıkıntıların da bir yere kadar anlaşılabileceğini düşünüyorum. Ne olursa olsun, futbol yönetiminde bu kadar kötü olmak bile bu olanları yaşatmaz. Adnan Polat'ın en büyük başarısızlığı da futbol takımı yönetimi değildi aslında. Bu olanlara sebep Galatasaray isminin ağırlığını düşürmektir, taraftarının yanında yer alamamaktır ve Galatasaray değerlerini hiçe sayan uygulamalardır. Galatasaray, nev-i şahsına münhasır bir kulüptür, onu herkesden farklı kılan değerleri vardır ve bu değerlerin de zarara uğratılması beraberinde böyle bir darbeyi getirir.

Şunu söyleyelim, yönetimin idari anlamda ibra olmaması Adnan Polat adına kara bir leke oldu ve artık Adnan Polat ismi Galatasaray'la yan yana anılmayacaktır. Bu kötü dönem kara bir leke olarak tarih sayfalarına yazılmıştır. Bu sonu da Adnan Polat'ın kendisi yarattı, son ana kadar ona istifa imkanı verildi, çok ısrar edildi ama aldığı riskin karşılığı da kötü oldu. Sanırım bunu kendisi de tahmin etmemiştir, oysa olası erken seçim kararını alsa bu olanlar yaşanmayacak ve Adnan Polat'ın bir çıkar yolu daha olabilecekti. Seçimde aday olması veya olmaması bir yana ibra olayı yaşanmayıp en azından kara lekeden kurtulabilirdi, Galatasaray'ın da önünü açardı. İstifa etmek başarısızlığını kabul etmek anlamında olabilir ama burada amaç Galatasaray'sa egolar bir yana bırakılmalı ve herkes başarının etrafında kenetlenmeli.

Bu kararla beraber çok kişinin canı yanmış oldu. Mesela, Mehmet Helvacı ve Cemal Özgörkey gibi isimlerin önü kesilmiş oldu. Önümüzdeki erken seçimde aday olamayacaklar. Üzüldüğüm nokta ise başarılı yöneticilerin de önünün kesilmiş olması. Basketbol konusunda harika hamleler gerçekleştiren Haldun Üstünberk'i önümüzdeki dönem göremeyecek olmak üzüncü verici. Aynı şekilde Haldun Üstünel'in de önümüzdeki seçime önü kesilmiş oldu. Her ne kadar bu dönemde yokum dese bile olası kurulacak güçler ittifakı yönetiminde görmek istediğim isimlerden biriydi.

30 gün içerisinde erken seçime gidilmesi gerekiyor, yeni tüzük bunu gerektiriyor. Adnan Polat'ın bir bakıma kendi getirdiği tüzükte boğulduğunu söylemekte mümkün ama dava hakkı da var diye biliyorum. Büyük ihtimalle bunu da kullanacaktır ama bir sonuç çıkacağını sanmam. Zaman kaybından, daha büyük kaoslara doğru yuvarlanmaktan başka bir işe yaramaz. Olası kongrede ise Ünal Aysal tek aday gibi görülüyor, onun etrafında bir birleşim yaşanacaktır. Fazla bir adayın da çıkacağını düşünmüyorum, çünkü muhalefetin kenetlendiği bir aday var ve bugün yönetimi ibra etmeyen çoğunluğun da aslında daha büyük olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden işaret edilen aday rekor oyla bile seçilebilir ama beklenen güçlü yönetim oluşturulabilir mi bunu merak ediyorum.

Alınan kararlar Galatasaray için hayırlı olsun, yapılan bir darbedir ama son derece demokratik bir darbedir. Üyeler, demokratik haklarını kullanarak böyle bir yaptırıma gittiler. Keşke Adnan Polat erken seçim kararını alabilseydi ve bu yaşananlar olmasaydı, kara lekeler tarihe geçmeseydi. Şunu da eklememiz gerekiyor, Galatasaray hala lisenin büyük ağırlıkta bulunduğu bir kulüp. Darbenin de anahtarını yine lise tuttu ve onların istediği ölçüde kararlar alınıyor...

26 Mart 2011 Cumartesi

Tevez ve İngilizcesi

Tevez'in muhteşem İngilizcesi. Yıllardır İngiltere'de boy göstermesine rağmen, aksandan mıdır yoksa daha başka birşey mi bilmem ama ne dediğini anlayabilen varsa bana söylesin. Tuncay Şanlı'nın İngilizcesi ile kafa bulurduk ama beterin beteri çok büyük...

Adriano'nun 3. Brezilya Seyahati

Bu Dünya'da güvenilmeyecek bir numaralı futbolcu varsa o da Adriano'dur. Adriano derken bizim Adriano Leite Ribeiro'dan bahsediyorum, Adriano'lar karışmasın. Hani Parma ve Inter'de forma giydiği ilk zamanlar Dünya'nın en iyi futbolcusu bile olabilecek potansiyelde olan, sonrasında yediği önünde yemediği ardında misali futboldan kopan, Brezilya'ya dönüp trapi olan ve geri dönen, Mourinho'nun uğruna bir sezon harcadığı futbolcudan. Uzun bir cümle oldu ama Adriano'nun da kariyeri ancak böyle özetlenebilirdi. Nitekim, Brezilya'ya döndüğünde yine geri döndüm mesajını veren ama Roma'ya geldiğinde keli görünen Adriano'nun sözleşmesi yine fesih edilmişti. O da son zamanların Brezilyalı modasına uyarak bu sefer Corinthians yollarına düşmek üzere, belki de düştü. Ronaldo ve Roberto Carlos'unu kaybeden Corinthians için Adriano küçük bir kalp mesajı, yıldız futbolcu bağrına basma durumu olabilir ve Adriano'nun yaşının hala 29 olması {bir türlü 30'unu bulamıyor} ve Brezilya'ya her dönüşünde de harika işler yapması onun adına bir artı.

Çok büyük ihtimalle yine geri dönüşünü yapıp, ben buradayım mesajını verir vermesine ama umarım Avrupa hayallerini çöpe atabilmeyi başarmıştır, çünkü olmuyor ve olmayacak. Aylık ücreti de 130 bin dolar olacakmış, bu da yaklaşık 1.5 milyon avro gibi bir yıllık ediyor. İnsanın da doğal olarak nereden nereye diyesi geliyor ama ülkesine dönmeyi göze alan futbolcuların da bu yıllık ücretlere evet dediğini görüyoruz. Ronaldinho en büyük örnek, çok ama çok büyük bir maaş düşüşü yaşadı...

Adnan Polat ve Gelecek Çelişkisi

Belli ki Hagi kendi geleceğini burada göremediğinden ayrılmaya karar verdi. Bu çok onurlu bir davranış, tıpkı takımın darda olduğunu gördüğünde sorumluluğu almak istemesi gibi. Tıpkı 2003-2004 sezonunda göreve geldiği gibi. Kestirilemeyen nokta ise şu oldu, o zaman iş çok iyi gitti ve Hagi başarılı oldu. Şimdi ise beklenen başarı gelmedi, özellikle de ligin devre arası çok büyük bir bonservis harcanmasına da rağmen işler rayına oturmayınca Hagi'ye duyulan güven azaldı. Çünkü ortaya bir beklenti koyuyorsun ve herkese bir anda heyecan geliyor. O heyecanın karşılığı gelmeyince de yapacak fazla birşey yok.

Hagi'nin yanlışı sorunu yabancı futbolcularda aramasıydı, malesef yerli rotasyonunun ne kadar yetersiz olduğunu göremedi. Süper yerli hamleleri de gelmedi ve bu hamleleri yapacak imkan da özellikle ligin devre arasında pek olmaz ama en azından Yekta Kurtuluş örneği var ya da altyapıdan kadroya dahil olabilecek genç futbolcular. Şimdi oluşan beklenti ise bu yönde, Bülent Ünder'in kalan 8 maçta şu gençleri kadroya dahil etmesini beklemek lazım. Eğer Culio yerine Ayhan Akman, Barış Özbek oynayacaksa yine birşey değişmez ama zaten doğru olanın üstüne isabetli hamleler yaparsak biraz da olsa gelecek adına ışık var demektir.

Adnan Polat'ın Hagi ile son görüşmesinden altı çizilmesi gereken detay ise ''kafamızda başka bir teknik adam olduğu'' söylemidir. Eğer olağanüstü kongre falan olmayacaksa belli ki gelecek sezon için bazı planlamalar ve o planlamalar içerisinde de yerli bir teknik adamın olacağını düşünüyorum. Bu isim de çok büyük ihtimalle Tolunay Kafkas olabilir ama kendisini de çok beğenmeme rağmen Galatasaray'ın şu yapısız hali içerisinde başarılı olması zor. Çünkü gelecek adına doğru bir planlama hala olmadığını görüyoruz. Gelecek sezonun hamlelerini şimdiden yapmak gerekiyorken onlar vekalaten hamleler yapıyorlar, günü kurtarma peşindeler. Transfer için de söylem zaten herşeyi ortaya koyuyor. 1-2 yıldız alınabileceğini, geri kalan isimlerin ise başarıya aç, paraya tok futbolcuların oluşturacağı söyleniyor. Böyle bir planlama olmaz, daha sizin teknik direktörünüz bile belli değil.

Adnan Polat'ın görevde kaldığı her dakika daha büyük acı verecek söylemi bu olsa gerek, iyiye gitmek adına hala bir çabalama yok. 2012 yılının Mayıs ayına kadar da bu kabus devam edebilir, daha iyi edeceğim derken yapılacak plansız hamleler işi daha kötüye götürür, yıkılması güç bir enkaz bırakır. Şu an bile içerisinde bulunduğumuz enkaz ortada ve bu enkazı kaldırabilecek {şu yapısız düzen içerisinde} tek isim Fatih Terim ya da Mustafa Denizli. Ama onların da, özellikle de Fatih Terim'in Polat yönetiminde bu işi kabul edeceğini sanmıyorum, büyük ihtimalle o da önünü daha sağlam görmek isteyecek. Tugay Kerimoğlu'nun bile hamlesi ortada, bu zorlu ortamda onu da yiyeceklerini bildiği için görevi kabul etmedi ama Bülent Ünder'in yanında kaldı. Son olarak

Adnan Polat'ın en saçma söylemi de bu oldu; "Sampiyonlugu Fenerbahçe gibi son maçta kaybetmektense baştan kaybetmeyi yeğlerim". İşte vizyon diyorum ve başka birşey demek istemiyorum. Şampiyonu biz tayin edeceğiz ile avunuluyordu en son, şimdi de bununla. Yarışın içerisinde olup, Şampiyonlar Ligi'ni düşlemek yerine bunlarla uğraşılıyor...

25 Mart 2011 Cuma

Mourinho & Yıldırım Demirören

Demirören çok değişti, iyiden iyiye Arap sermayesi sahibi olan kulüp başkanları gibi hareket etmeye başladı. Sürekli büyük yıldızların peşinde ve bu durum da Demirören başkan olduğu sürece devam edecek gibi. Yani yeni sezonda da önemli yıldızları Türkiye'de izlemeye devam edeceğiz. Yeni hedefi de Mourinho gibi, tavsiye alma ayağı altında sanki Mourinho'ya yol yapıyor ve ''sana kapımız açık'' mesajını veriyor. Maradona'nın da Mourinho'dan tavsiye almaya gittiğini belirtelim, bir bakıma Ramiz Dayı durumu da var ortada...

Sportif Direktör Cüneyt Tanman, Teknik Direktör Bülent Ünder / Vekaleten

Cüneyt Tanman'ı anlatmaya bile gerek yok. Galatasaray tarihinin en kaliteli karakterlerinden biri ve kaptanlık figürü denildiğinde de aklıllara gelen 2-3 isimden biri, belki de ilki. Bu yüzden de biz Galatasaraylıların daima hayır diyemeyeceği isimlerin başında geliyor. Adnan Polat'ın da bunu çok iyi bildiğini düşünüyorum ve bu hamlesinin sebebi bu. Tıpkı Skibbe gittiğinde Bülent Korkmaz, Rijkaard gittiğinde Hagi hamleleri gibi. Zor gibi görünen durumlarda kulübün eski efsanelerine dönüş yapıyor ve onları göreve getiriyor. Devamında ise o efsanalerle de yollar ayrılıyor. Bu yüzden aynı durumu Cüneyt Tanman'ın da yaşayacağını düşünüyorum, zaten vekaleten göreve getirilmiş. En azından Galatasaray.org'da okuduğumuz açıklama bu yönde. Anlaşılan sezon sonuna kadar yola kendisiyle devam edilecek, eğer kongre olmaz da Adnan Polat görevde kalmayı başarabilirse yeni bir sportif direktör arayışına gidebilir ya da başka bir çözüm yolu bulur. Orasını bilemem ama Cüneyt Tanman'ın da gelip geçici biri olmasını istemem. Kendisinin ayrıca scout ekibindeki görevi de devam etmekte, o iş daha uzun vadeli bir plan olduğundan hala altyapısı hazırlanıyor.

Cüneyt Tanman'ın hatırladığım kadarıyla Lucescu'nun ilk senesinde menejerlik gibi bir görevi de vardı. Beşiktaş'taki Sinan Engin görevi misali ama Galatasaray'da bu durum fazla kalıcı olmamıştı ve menejerlik olayından vazgeçilmişti. O zamanlar Lucescu'nun disipline fazla önem vermediğinden dem vuruluyordu ve Cüneyt Tanman'ın da takımdaki disipline yönelik açıklamalarını hatırlıyorum.

Galatasaray'ın aynı sezon içerisinde üç farklı teknik adamla çalıştığına pek şahit olmadım, tarihi bilemiyorum ama en azından benim için bir ilk ve acı bir durum. Hagi'den sonra sezonu Tugay Kerimoğlu'nun tamamlayacağını düşünürken, Tugay Kerimoğlu'nun çok akıllı bir hamle yaptığını gördük ve göreve tek başına gelmedi. Çünkü kendisi için henüz erken ve şu son 8 haftada olası kötü sonuçlarda da kendisinin yıpratılacağı ortada. Bu yüzden sezonu tamamlamak adına daha tecrübeli, kulübün içerisinden gelen bir teknik adamla yola devam edilmeliydi ve bu açıdan da Bülent Ünder'in doğru bir tercih olduğunu düşünüyorum.

Bülent Ünder'i en son Fatih Terim'in yardımcılığından ve Samsunspor'da çalıştığı bir sezondan hatırlıyoruz. Samsunspor kariyerinin ardından ortalarda pek görünmedi ama Galatasaray'ın da sürekli hizmetinde bulunduğunu söyleyelim. Bu tecrübelerden ne kadar yararlandığımız tartışma konusu olur ama şu tabloda kendisine yönelmek doğru oldu. Sezon sonuna kadar bu işi en güzel şekilde idare eder ama daha önemlisi yeni sezonda göreve gelecek teknik adamın mutlaka yanında yer alması gereken bir isim. Eğer gelip geçici bir hamle ise bu işten yine kazançlı çıkmak mümkün olmaz ama şimdiden yeni teknik adamın altyapısını oluşturmak, gençlere şans vermek ve kazanılacak bir gencin bile büyük değer olduğunu bilebilmek doğru olandır. Bülent Ünder ve Tugay Kerimoğlu ikilisi de bu iş için çok uygun ve yeni sezonda da yeni gelecek teknik adamın yanında mutlaka yer alması gereken isimler olduğunu düşünüyorum.

Nezih Boloğlu ise herkes gider ben kalırım demeye devam ediyor. Birçok teknik adam, futbolcu ve daha önemlisi kaleci geçti Florya'dan ama o daima görevinde. Başarıları nedir desek yok, uzun vadede ne yapabilir diye düşündüğümüzde aklımıza gelen birşey yok, onun antrenörlüğü döneminde hangi kaleci müthiş çıkış yakaladı desek o da yok ama kendisi görevde. Bu da ilginç ama şaşırtıcı olmayan bir durum.

Resmi Açıklama da Geldi / Hagi Gitti

Fenerbahçe maçı ile başlayan 2. macera yine bir Fenerbahçe maçı ile son bulmuş oldu. Kısaca tekrar etmek gerekirse, Hagi'nin ikinci döneminin ilk döneminin aksine çok başarısız geçtiğini düşünenlerdendim. Tabii farklı faktörler var ve bunların da etkisi teknik direktör etkisinin üzerinde ama yapacak birşey de yok. İşte eski efsaneler bu yüzden geri dönmesin diyorum, bu tip ayrılıklar yaşanınca da üzücü oluyor.

25 Mart 2011 tarihi itibarıyla Teknik Direktörümüz Gheorghe Hagi, antrenörümüz Bogdan Vintila ve kondisyoner Giovanni Melchiorre ile yaptığımız karşılıklı görüşme ve anlaşma sonucunda yollarımızı ayırma kararı vermiş bulunuyoruz.

Galatasaray tarihinin en önemli sayfalarına adını gururla yazdırmış, sarı kırmızı renklere gönül veren her bireyin ve camiamızın sevgilisi olan Gheorghe Hagi’ye; birlikte olduğumuz çalışma sürecinde vermiş olduğu mesai ve emeğe teşekkür ederiz.

Galatasaray Sportif A.Ş.

24 Mart 2011 Perşembe

Soydaşları Memleketine Döner Ama O Parma'yı İstiyor

Lazio'nun Lazio olduğu zamanlardan, Inter, Chelsea ve Milan gibi müthiş takımlara kadar uzanan süper bir kariyer. River Plate ve Genoa'yı da araya sıkıştıralım. Çünkü River Plate onun başlangıç noktası, Genoa ise Inter'den sonraki yıkılmadım mesajıydı. Ama bütün bu takımların aksine Crespo Parma'da güzel diyorum, yakışıyor o formaya. Tabii o eski Parma yok, Buffon'lu Thuram'lı günler çok gerilerde kaldı ama o günlerden de Crespo şu sıralarda Parma'nın başarısı için ter döküyor ve 35 yaşının olgunluğunu yaşadığı şu günlerde olgunluğun da kitabını yazıyor. Günümüzün trendi bu tip Brezilya ve Arjantinli yıldızların ülkelerine dönmeleri, kariyerlerine orada son vermeleri. Hatta bu yaş oranı da giderek düşüyor ama Crespo anlaşılan İtalya topraklarında bu işe son verecek. Asıl isteği ise Dünya futboluna ilk haykırışı olan ve dört süper yıl geçirdiği Parma'da kalabilmek. Eskiden olsa Crespo'nun adı 50 kere Türk takımlarıyla anılmıştı, gazeteler şu sıralar bunu yazıyordu ama o vade de doldu artık. Bu adamı Türkiye'ye getiremedik. Bırakalım İtalya'da kalsın ve Parma forması altında izlemeye devam edelim. Bazı adamlar vardır {Inzaghi gibi} 40 yaşının dolaylarında gezer ama golünü atar, işte Crespo da öyle. Zaten bu yüzden seviyoruz kendisini...

Sarayın Sultanları {Aras Kafkaslı Röportajı}


Benim blogger alemindeki en sevdiğim, en beğendiğim ve en ilgiyle okuduğum blog Sarayın Sultanları. Çünkü tam bir konsept blogu ve işin güzeli Galatasaraylı arkadaşların kurmasına, ağırlığı da Galatasaray'a vermelerine rağmen kadın basketbolun genel olarak kalbi bu blogda atıyor. İşin en güzeli ise inanılmaz objektif bir blog. Öncelikle bizlere blogun kuruluş hikayesini ve kendinden yani Aras Kafkaslı'dan biraz bahseder misin?


Aras Kafkaslı: Teşekkür ederim öncelikle güzel sözlerin için. Blog'un doğuşunda, kadın basketboluna hak etmesine rağmen verilmeyen değerin payı büyük. Ortada iyi bir bütçe ve gerçek bir mücadele varken, bilgi almak isteyen insanlar için pek bir kaynak yoktu internet ortamında. Güncellenmeyen siteler, yarım yamalak haberleri görünce biz neden bir şeyler yapmıyoruz dedik. Gittiğimiz maçları yazarız, puan durumunu güncelleriz, basında çıkan haberleri toplarız diye başlamıştım ama şu gün farklı bir durumdayız. Bazen NCAA'den bile bir şeyler yazıyoruz, başladığım gün bunu yapacağım aklıma gelmezdi. Kadın basketboluyla ilgilenen insanların Sarayın Sultanları'ndan beklentileri, tavsiyeleri, bilgi yardımları doğrultusunda, Galatasaray nezdinde başladığımız blog, kadın basketboluyla ilgili her konuda bir şeyler üretmeye çalışıyor. Benim başlarkenki planlarım ile şu an geldiğimiz durumdaki pozitif farkta en büyük pay Çağlar'ın (Torun).

Bana kalsa Re Re Re Ra Ra Ra'nın dışına çıkmamız zordu. Objektiflik konusunu açman beni çok sevindirdi, o konu bazen çok canımızı sıkıyor. Objektifim diyemem ama mümkün olduğunca objektif olmaya çalışıyorum ama kesinlikle tarafsız değilim. Aksini iddia etmek 25 yıllık hayatıma en büyük ihanet olur. Dediğim gibi biz bloga Işıl'ın, Esra'nın, Sophia'nın emeğini karşılıksız bırakmamak için başladık ama Nevriye Yılmaz'ın, Gülşah Akkaya'nın, Yasemin Horasan'ın, Angel McCoughtry'in, Maya Moore'nin de emeklerinin alkışlanması gerektiğinde üstümüze düşeni yapıyoruz.

Blogla beraber kendimi de tanıttım biraz ama konuşmaya başladığım günden beri Galatasaray'la beraber giden bir hayatım var. Tavla pulları vasıtasıyla ilk öğrendiğim renklerin sarı-kırmızı, yürüyerek gittiğim ilk berber ziyareti sonrası saçlarımın “Prekazi modeli” olması sonrasında, zamanın ilerlemesiyle beraber maç gününde; erken uyumama, ders çalışmama, küfür etme, maça gitme, şehir dışına gitme gibi imtiyazlara sahip oldum. Diğer blogger'lara göre 'suni' bir avantajım var, 2008'de üniversiteyi bıraktığım için, şu anda okul veya iş gibi bir zorunluluk yok. O yüzden bloga ve basketbol maçlarına daha çok zaman ayırabiliyorum. Fakat üniversiteyi bir şekilde bitirmek yeni farkına vardığım, çok büyük bir gereklilik. Bunu tamamlamak gibi bir planım var.

Galatasaray, kadın basketbolda çok büyük bir ekol. Kimse yokken biz vardık ve bugünlerde konuşulan başarıları biz aslında geçmişte fazlasıyla kazanıyorduk. Ama futbol dışındaki branşlara duyulan ilgisizlik {yönetim bazında}, ekonomik krizler, sponsorsuzluklar falan derken Yenilmez Armada giderek düşüşe geçti, hatta kümeye bile düştü. Sonrasında ise yeniden toparlanma dönemi ve bugünlerde yine Yenilmez Armada'dan bahsediyoruz. Galatasaray ve kadın basketbolu ilişkisi üzerine neler söylemek istersin, geçmişte sence ne gibi hatalar vardı ve bugünlerde takım yeniden yükseliş trendine girdiyse en büyük artı nerede olmalı?

Aras Kafkaslı: Galatasaray, ülkemizdeki birçok sporda olduğu gibi kadın basketbolunda da en büyük kilometre taşlarından biri, 10 sene önce kazandıkları ve yaptıkları misli misli fazla paraların harcandığı şu dönemde bile tekrarlanamıyor. Sanırım o dönemde oluşan doygunluk ve plansızlık çöküşün de başlangıcı oldu. Bir de ezeli rekabet var. Günümüze göre şöyle bir benzetme yapabiliriz: Şu anda Fenerbahçe takımını ve oyuncularını hafızamızdan silelim ve bizden Işıl, Bahar ve Tamika'yı alarak kurulmuş yeni Fenerbahçe'yi düşünelim. Bu hamleye karşı koyamayan Galatasaray serbest düşüşe geçmeye mahkum. Dönemin canlı şahitlerinden öğrendiğimiz üzere; kulüp içinde şubeye karşı düşen ilgi, kulübün içinde bulunduğu maddi durum, bulunduğu yeri hak etmeyen yönetici ve sorumluların varlığı Yenilmez Armada'yı kanser yapan faktörler.

Galatasaray ve kadın basketboluna yapılan zulüm Cem Akdağ'ın takımın başına gelmesiyle bitti. Onun takımı, ilk senesinde hiç kupa kazanamasa da kimliğini kazandı ve Galatasaray geri döndü. Tabii Cem Hoca'dan sonra, yanlışlar tekrar devam etse de şu gün “yakışan” kişilerle tekrar 2008'deki ve hatta 90'lardaki gibi gurur duyabileceğimiz kişiler var takım bünyesinde.

Sezon başı kafanda kurduğun hedefler ile Galatasaray'ın kadın basketboldaki şu an yer aldığı tablo birbirine ne kadar uyuyor ve uzun vadede işe bakarsan Galatasaray'ın geleceği nokta Eurolegue şampiyonluğuna kadar uzanabilir mi?


Aras Kafkaslı: Sondan başlarsak, Euroleague için genç bir takım olduğumuzu düşünüyorum. İspanyollar ve Ruslar'ın güçlerini -ne yazık ki- yakından biliyoruz. Macar, Polonya ve Çek Cumhuriyeti takımları da yıllardır burada. AB Vatandaşlığı sayesinde, bizden az para harcasa da, kendi ülkesinde olmayan pozisyonu başka bir Avrupa ülkesinin oyuncusuyla kapatabiliyorlar. Biz ise iki kıta dışı oyuncu aldıktan sonra, en fazla 3 Avrupalı alabiliyoruz, kaldı ki ligde tribüne çıkacak ve yedek kalacak oyuncu sıkıntı oluyor. Örnek olarak; Dünya Şampiyonası'nın en iyi oyuncusu Horakova'nın, Birsel'in arkasında yedek olması hiç de iyi bir geri dönüş vermedi. Her iki oyuncunun da performansının düştüğünü gördük. Bu tarz sorunları ve Avrupalı rakiplerimize göre olan yabancı handikabımızı göz önüne alınca çok daha iyi olmamız ve tecrübe kazanmamız gerekiyor bence.

Ligde ise sene başında kurduğumuz hedef şampiyonluktu ama değişen kadrolar, şansları ve havayı Galatasaray lehine oldukça değiştirdi. Kendim adıma konuşursam, inancımı yitirdiğim bir dönem olmadı ama psikolojik olarak yere düştüğüm bir dönem vardı. Neyse ki ayağa kalkmasını bildik, hem de daha güçlü olarak.

Taurasi'yi kullanmak için süper coach yetenekleri aramazsın ama Fowles'i kullanmak adına coach yetenekleri lazım gibisinden eleştiriler okuyordum. Sezonun ilk bölümlerinde Ceyhun Yıldızoğlu üzerinden büyük eleştiriler geliyordu ama gelinen noktada da coach'ın hakkı veriliyor. Sen Ceyhun Yıldızoğlu için ne düşünüyorsun, uzun vadede planlanan hedefler içerisinde Ceyhun Yıldızoğlu ismi ne kadar önemli?


Aras Kafkaslı: Yaygın kanı Sylvia'nın dünyanın en iyi pivotu olduğu yönünde. Biz de canlı olarak şahit oluyoruz buna ama dünyanın en iyi pivotunun WNBA'de henüz playoff görememesi altı çizilmesi gereken bir detay. Yani onun desteklenmesi gerekiyor. Tabii sadece oyun kurucu-Syl birlikteliği de yeterli değil. NBA'de çok net bir örnek var önümüzde, Hidayet, Howard'la buluşunca uzunun performansını net bir şekilde arttırıyor. Sylvia'nın da pası kendi size'ına yakın bir oyuncudan alması işleri kolaylaştırıyor, o yüzden Tamika'nın takıma monte edilmesi önemli Sylvia'nın performansını arttırmak adına. Son dönemde Bahar üzerinden inen toplar da görüyoruz. Tabii aslında Tutku ile Andric'in oynadığı ikili oyunları, Işıl ile Sylvia'dan da bekliyor herkes. Işıl potaya bakmadığı sürece iki oyuncu ile savunulan Sylvia'nın top alması zorlaşıyor. Avrupa maçlarında ikisinin oynadığı pick&roll'leri biliyoruz ama Işıl'ı daha iyi tanıyan rakipler, gerekli önlemi alıyor. O yüzden kaptanın son dönemde artan şut performansıyla bunu da silecek ve Sylvia'ya çok net bir pas kanalı daha açacak gibi gözüküyor. Diana ise kendi potasından aldığı topu, bitirebilecek ve sahanın her bölgesinden takımına sayı yazdırabilecek bir donanımda. Dümen de hep elinde olduğu için, Sylvia'dan farklı olarak kendi oyununu kendi hazırlayabiliyor.

Ceyhun Yıldızoğlu'na ayrı bir paragrafta cevap verelim, eğer kendisi buradaysa kesinlikle 1-2 yıllık planlar için olmamalı. Kendisinin İstanbul'da olması, Galatasaray gibi bir gücün başında olması tüm kadın basketbolu için şans. Adana ve Mersin'den bir basketbol nesli yetiştirdi. Şimdi burada yapabilecekleri kısa vadede gelecek bir şampiyonluktan çok daha değerli benim gözümde. Bu sıralar çok yazdık, tekrar sıralamayalım başarılarını ama oldukça kariyerli ve başarılı bir hoca olduğu için ve kendini kadın basketboluna adadığı için benim gözümde farklı bir yeri oldu her zaman. Fakat Galatasaray, Avrupa'da başarısız olduğuna, son döneme kadar bazı oyuncularından katkı alamadığına göre hocanın yanlışı olmuş demektir. Buna karşın, bu yanlışları gören kişinin ilk kendisi olması, bunları dile getirmekten çekinmemesi ve düzeltmeye çalışması onu özel yapan şeyler. Ayrıca bir not vereyim; Kupadaki Fenerbahçe maçından sonra tebrik etmek için yanına gittiğimizde, futbol takımını kastederek “bugün destek vermeyeceksek, neden Galatasaraylıyız” diyecek kadar da Galatasaray'a yakışan bir insan.

WNBA yıldızlarını getirmek zor aslında, bazıları biraz dinlendikten sonra Avrupa'ya dönüş yapmak istiyorlar ama dönüş yaptıklarında da takımların bazı hedeflerden koptuklarını görüyoruz. Tamika için de geç kalındığını düşünüyorum ama yapacak birşey de yok. Nitekim geri geldikten sonra takım üzerinde yarattığı etki ortada. Galatasaray'ı sence Tamika'dan önce ve sonra diye ayırmak mümkün mü ve bu sene şampiyonluk gelecekse bunda temel pay Tamika'da mı olacak?


Aras Kafkaslı: Koçtan sonra bu soruya geçmek iyi oldu, Tamika da bir koç çünkü. Oynadığı her takımın savunma koçu. Gerçekten çok büyük bir oyuncu. Fakat her şeyi ona bağlayamayız, o eksik parçaydı. Tamika sezon başından beri burada olsa biz Seimone veya Sylvia'yı beklemek zorunda olsaydık durumumuzun çok farklı olacağını sanmıyorum. Aynı şey Işıl ve Bahar için de geçerli tabii. Şu anda iyi bir takım olduk. Bahar içeride zayıf kalıyorsa, Sylvia'nın gücü takviye oluyor. Onun handikabını, Bahar dışarıdan oynayarak kapatıyor, Seimone'nin savunmada eksiği olursa Tamika kapatıyor. Herkesin birbiri için bir şeyler yapıyor kısacası. Benchten gelen Doneeka, Michelle, Tuğba ve Gülşah da gerekli katkıyı kendi stillerine göre veriyorlar. Yani sadece Tamika demek, çok büyük haksızlık olur. O yüzden eksik parçanın boşluğunu, nadide bir taş ile kapattık diyelim kısacası.

Taurasi'nin önce doping yaptığı açıklandı, sonra bu karar geri alındı derken ligin bütün seyri değişti aslında. Bu süre zarfında Penny de kaybedildi ve Fenerbahçe'nin büyük güç kaybettiğini gördük. Ama hala bizim adımıza en büyük rakip durumundalar ve play-off finali için şanslar neredeyse eşit olacak. Galatasaray ile Fenerbahçe'yi kıyaslarken neler söylemek istersin ve bu iki takımın rakabetinin kadın basketboluna katkısı ne ölçüde olumlu, ne ölçüde olumsuz?


Aras Kafkaslı: Taraftar işin içine girmediği sürece, gayet hoş bir rekabet. Böyle bir itici güce ihtiyaç var sporun her dalında. Fakat iş küfüre, sahaya bir şeyler atmaya gelince lanet olsun diyor insan. Üstlerindeki formada sarının yanında lacivert var diye Nevriye'ye, kırmızı var diye Işıl'a küfür etmek zaten derbiden derbiye bu işe burnunu sokanların gereksizliği. Yoksa Işıl ile Birsel, Nevriye ile Bahar, Tamika ile Angel arasındaki rekabet oyuna renk katıyor. Birbirlerine bu tarzda rakip, başka takımlar da olsa rekabet, ilgiyi de yükseltecektir. Sadece sahadaki oyunla hatırlanacak ve Galatasaray'ın avantajını değerlendireceği bir final serisi olmasını umut ediyorum ben. %50'den biraz fazla diyelim şansımız.

Şöyle de bir durum var aslında, bakınca Dünya'nın en iyi kadın basketbolcularının Türkiye'ye geldiğini görüyoruz ve takımlarımızın da Avrupa arenasında başarılı olduğunu düşünüyorum. Yıllar içerisinde de bu başarı oranı artacaktır ama Milli Takım aynı ölçüde büyümüyor. Bu kadın voleybolu için de büyük sorun aslında. Bu durum sence neden böyle, Milli Takım'da aynı başarının yakalanamama sebepleri neler olabilir?

Aras Kafkaslı: Aynı sorun tüm sporlarda yok mu aslında? Tüketim toplumuyuz. Artık milli güreşçilerimiz bile devşirme. Alt yapıya gereken önemi vermediğimiz ve şampiyonluk mücadelesi vermeyen takımlarda sivrilen yerliler -sadece rakibi almasın diye- ihtiyacına bakmaksızın 3 büyükler tarafından alınıp, sonra da kullanamayınca rafa kaldırıldığı sürece yerli kalitesinin ve dolayısıyla milli takım düzeyindeki seviyenin yükselmesi imkansız. Futbolda gurbetçilere dayadık sırtımızı, basketbolda yıllardır bir arada olan oyuncular belki de son bir aradaki turnuvalarında başarılı olabildi. İspanya'yı örnek almamız gerekiyor, alt yapı yatırımlarıyla hem kulüp hem de milli takım bazında inanılmaz başarılı oluyorlar.

Her ne kadar kadın basketbolu üzerine yazılar yazsan da basketbolun her kademesini iyi takip ediyorsun, özellikle de Galatasaray'la yatıp kalkan birisin. Genel anlamda erkek takımımız için düşüncelerin neler ve herkesin dediği o sene bu sene mi?


Aras Kafkaslı: Erkek takımımız, kadın takımımıza göre oranladığımızda daha düşük bir bütçeyle ve daha çok rakipli bir ortamda mücadele ediyor. Kadın takımının 2007/2008'deki kupa değil ama çok şey kazandığı yıla çok benziyor bu yol. Gönül ister ki; bu sene bitsin çilemiz. Ama her ne olursa olsun, bu yolun bize şampiyonluklar getireceği belli, yoldan sapmamak lazım. Kadın takımının başından Cem Akdağ gittikten sonra 1.5 sene hak etmediklerimizle geçti ve zaman kaybettik. Mahmuti'den sonra erkek takımı için bir Ceyhun Yıldızoğlu bulamama riski var. O yüzden ona sahip çıkmalıyız.

Galatasaray yönetiminde karmaşa zinciri var ve özellikle de futbola baktığımızda iş kötüye gidiyor. Ama aynı durum basketbol veya diğer branşlar için geçerli değil. Bu kaos ortamında basketbolun bu kadar sağlam adımlar atabilmesini nasıl karşılıyorsun ve futbol için de birkaç kelam etmeni istesem neler dersin?


Aras Kafkaslı: Aslında diğer branşlar için geçerli değil diyemeyiz. Bu yönetimin amatör şubelerde yaptıkları yanlışlar da bolca mevcut. Lise'den olması haricinde, nasıl bir yeteneği var da Galatasaray basketbol takımlarının başına gelebiliyor dediğimiz Okan Çevik, Galatasaray tarihinin en büyük ayıbını yaşattırdı bize. Cem Akdağ iki kez kırıldı. Zafer Kalaycıoğlu, çok gereksiz hareketlerle Fenerbahçe'den kopartılıp bize getirildi. Zaman kaybettirildi yani Galatasaray'a. Ha keza 4 milyon dolar bütçesi olan, Galatasaray Kadın Voleybol Takımı'nın yerinin 18 maçta 8 mağlubiyetle 5.'lik olduğunu düşünmüyorum. Parayı harcama ve transfer yapma konusunda yetenekli değiller hala. Futbolda bu branşlardaki yanlışların hepsinin toplamı gibi. Hoca, A1'i istiyor yönetimden, onu alamayınca A5'i alalım mı diyorlar, hoca da eli mahkum tamam demek zorunda kalınca bunun adı “hocanın istediği oyuncuyu aldık” oluyor. Sonra da suçlu hocalar.

Kulüplerin oturmuş bir düzen vardır. Barcelona'da 4-3-3'ü keşfeden kişi Rijkaard değildi, sadece o kulübün genlerindeki sistemi devam ettirdi. Biz de aynı şekilde, kendi karakterimizdeki 4-4-2 ile başarılı olmuştuk hep. Fakat bilinçsizce yapılan tercihler, yap-boz tahtasına çevirdi futbolu. Skibbe takımını hücum oynatan bir hocaydı, onun oyuncularına ve düzenine takımı defansif oynatan Bülent Korkmaz getirildi. Her ikisine de sabredilmeden başarısız denildi. Benzer durumda hücumcu Rijkaard'ın düzenine, savunmaya güvenen Hagi getirildi ve sıradaki başarısız oldu. Şubenin başında önce Galatasaray'ın genlerine göre teknik direktör seçecek biri, sonra o hocanın düzenine göre oyuncular bulmak lazım. Eğer teknik direktör değişikliğine gidilecekse de mevcut sisteme uygun biri olmalı. Şimdiki halimizle gelecek her başarı günlük ve tesadüfi olacaktır ne yazık ki.

2014 Dünya Kadınlar Basketbol Şampiyonası da Türkiye'de düzenlenecek. Bu şampiyonanın ülkemizde düzenlenecek olması kadın basketboluna olan ilgi ve basketbolumuzun gelişimi açısından büyük önemi olacak. Sen bu şampiyonanın ülkemizde olacak olması için neler söylersin, sanırım en çok sevinen kişi de sen olacaksın...


Aras Kafkaslı: 2010'un basketbola ilgiyi arttırdığını görünce, oldukça umutluyum. Federasyonun iyi organizasyonlar yapması umudumuzun kırılmaması adına çok önemli. O zamana kadar önce ligimizi daha iyi pazarlaması da gerekiyor. Yoksa kendi ligini izlemeyen kimse “aa dünya şampiyonası varmış, haydi maça gidelim” demez. Turnuvada Milli Takım'ın başarılı olması, ilginin artması için en önemli itici güç. Yalnız bizi burada bekleyen bir tehlike var, 3 sene sonra orada kesin olur diyebileceğimiz 4 tane oyuncumuz var. Milli Takım hocası Ceyhun Yıldızoğlu'na ve kulüp koçlarına büyük görev düşüyor bu açıdan. Tekrar 2010'u ve heyecanını düşünce, kulüp takımlarında tek tek izlediğimiz yıldızların hepsini bir sahada görmek büyük bir keyif olacak ülkemiz adına. Tabii benim de organizasyonu kazandığımızı duyduğum andan beri başlayan mutluluğum devam ediyor. İnşallah hem organizasyon hem de milli takım için çok başarılı oluruz.

Son olarak bizlere söylemek istedikleriniz neler ve bir gelenek olduğu üzere Sportif Cümleler için neler söylemek istersin?

Aras Kafkaslı: Sarayın Sultanları ve Sportif Cümleler bizlerin tanışmasına vesile oldu. Galatasaray Dergisi'nde de aynı sayfada yer almamız hoş bir rastlantı var. Bloglarımızın en güzel yanı böyle dostlar kazandırması olmalı. Sporun her dalına ve tabii benim için en önemlisi kadın basketboluna yer ayırmasıyla Sportif Cümleler benim en beğenerek girdiğim bloglardan biri. Lig, ülke, branş fark etmeksizin her konuda yorum yapılması özel yapıyor burayı ve hemen her müsabaka sonrası buranın ziyaret edilmesini sağlıyor. Bize burada yer ayırdığın için sana çok teşekkür ediyorum.

Son olarak da bu yazıyı buraya kadar okuyan herkese teşekkür ediyorum. Basketbolumuzu yalnız bırakmayalım, parkede mutluluk ve hayat var. Erkek-kadın takımlarının ve Engelsiz Aslanlar'ın bu onurlu yürüyüşünde yanlarında olalım.

Artık Mali Kongre, Mali Kongre Olmaktan Daha Öte

Adnan Polat bir önceki kongrede ''şimdi iki aday var ama bir sonraki seçimde beş aday olur'' demişti. Bunu derken de dayanağı, kulübün iyiye giden maddi durumu ve iyi de bir yönetim gösterdiğini düşünmesiydi. Mali tablo açısından söylenecek fazla birşey yok aslında, mesela mali kongrede ibra edilmeyecek bir durum yok. Ama dediğim gibi, Galatasaray'ı Galatasaray yapan değerlerin zarar gördüğünü düşünüyorum ve her geçen gün de Galatasaray adına daha acı verici günler yaşanıyor. Bunun da tek çözümü kongreden geçiyor, Adnan Polat'ın bu işten çekilmesinden. Onun da düşüncesi ''kendimi kurtarayım'' mantığı bir bakıma. Çünkü en sevilen Galatasaray figürlerinin başında gelen bir insan bir anda en sevilmeyen 2-3 isim arasına adını yazdırdı. Haliyle de şu gün kongre olsa aday olacak durumu yok. Gerçi kongre zamanında yapılsa ve Adnan Polat işleri biraz da olsa yoluna koysa bile yine aday olamaz ama en azından şu sevimsiz imajı üzerinden atmak adına çaba göstermiş olur. Amacı da bu zaten, aşırı inadın sebebi budur. Ama bu inat çare değil ve artçı depremlerin ardından gelecek asıl dalganın önünü kesemez.

Mali kongre herşeye gebe, hatta bir mali kongreden öte bir durum. Mali tablolar konuşulacak, bunun için ibra oylaması falan yapılacak gibi tablo varmış gibi görünebilir ama pazar günü Galatasaray tarihinin en ateşli kongrelerinden biri olacak aslında. Herkes Adnan Polat'ın üstüne gelecek, herkes onunla uğraşacak ve o da kendini bu eleştiriler karşısında aklamaya çalışacak. Şu ana kadar tablo buydu ama Ünal Aysal'ın mali kongreden önce adaylığını açıklamış olması bütün taşların yeniden dizilmesine yol açtı. Artık mali kongre bir seçim alanıdır, olağanüstü kongre adına muhalif grubun liderini ilan ettiği gündür.

Şu anki durumdan daha kötü birşey olamaz mantığını kafalardan bi silelim. Şu an ben aday çıksam, Adnan Polat'a karşı seni destekliyoruz diyen birçok insan bulabilirim. Ama durum bu değil, kötü bir futbol yönetimi ve değerlere zarar veren bir yönetimle karşı karşıyayız ama maddi açıdan da olumlu günler yaşıyoruz aslında. Ya da futbol dışındaki diğer branşlarda. Yani hala Adnan Polat'ın tutunabileceği küçük dallar bulunuyor. Buna rağmen bu dallara tutunması Ünal Aysal karşısında yetersiz olur. Ünal Aysal, Galatasaray Lisesi mezunu olmasına rağmen 60 yaşına kadar kongre üyesi bile olmamış biri olabilir ya da bugüne kadar yönetim kurulları adına herhangi bir çalışması olmamış olabilir. Kendisi hakkında da en sağlam verilerimiz AIG hisseleri dönemindeki büyük yardımları ve o dönemdeki yönetime rahat nefes aldırması. Ama Ünal Aysal başkanlığa aday olduysa bir bildiği vardır, arkasında müthiş bir destek vardır ve yönetimi de bir o kadar güçlü olacaktır. Çünkü bütün muhalefet bu isim arkasında birleşmiş durumda ve çok büyük bir sinerji oluştuğunu düşünüyorum.

Diğer umutlandığım nokta ise Ünal Aysal'ın eğer başkan olursa işi bilenlere bırakacak olması, yani alanında uzman kişiler kendi alanlarını yönetecekler. Mesela futbolda bu durum böyle olacaktır, egolar bir tarafa bırakılarak daha modern bir düzene geçilecek. Ama bunları konuşmak adına henüz erken, çünkü ortada olağanüstü kongre kararı yok. Ama bu çıkış önemliydi, verilen mesaj çok sert ve etkili oldu. Bir anda herkeste büyük heyecan uyandırdı, ölü toprakları da atılmış oldu. Pazar günü çok şeye gebe, uzun geçecek bir gün...

Isinbayeva & Abramovic

Isinbayeva'nın arada esiyor kafasına ve bir yılı hiç yarışmadan geçirebiliyor. Genelde kariyeri bir yükseliş trendinde ama bazen sarsıldığı noktalarda olabiliyor. İşte bu zamanlarda biraz dinlenmek herkese iyi gelir ama 29 yaşındaki bir sporcu da bunları yapınca şaşırılıyor doğal olarak. Isinbayeva bu işte biraz deli, biraz sıradışı. Bu yüzden seviliyor zaten ve bu yıla da sıkı hazırlandığını söylemek lazım. Dünya Şampiyonası'nda yeniden rekorun peşinden gidecektir, Diamond League'lerde de boy gösterecektir ve kısacası süpürme harekatına girişecek yine. Gelecek sene de Olimpiyatlar var bir de, bu yüzden dönüşü önemliydi. Nasıl döndüğü konusunda ise şüphem yok, her zaman en iyi şekilde spora dönmesini bilmiştir.

Şöyle de bir durum var, Isinbayeva genelde Rusya'da yaşamıyor ve idmanlarını da burada pek yapmıyor. Çünkü Rusya'da şartlar zor ve onu da orada tutmak adına bazı fedakarlıklar yapmak lazım. Volgograd'daki tesislerin onarımı gibi, çünkü soğukta sırıkla atlamanın şartları zor. Bu yüzden de Abramovic'in desteği alınmış durumda ve tesislerin onarımını gerçekleştirecek. Kendisi de her ne kadar Chelsea ile yatıp kalkıyor gibi görünse de ülkesinin bu tip sportif açıdan yardım istediği anlarda sahneye çıkmasını biliyor.

23 Mart 2011 Çarşamba

Adamsın Mehmet Topal

Galatasaray'ın düştüğü bu durum decoder satışı açısından falan kötü bir durum gibi görünebilir ama haber değerinin de en yüksek seviyeye geldiğini söyleyelim. Artık herkes Galatasaray'la uğraşıyor, olmadık sorunlar hakkında saatlerde programlar düzenleniyor, asılsız haberler ürüyor falan derken en son Mehmet Topal'a kadar uzandı iş. Galatasaray'dan bir yıllık alacağını alamadığı, hakkını helal etmediği falan söylendi. Bunun gibi de küsürlerce asılsız açıklama. Başka biri dense yine bi açık kapı bırakır insan ama Mehmet Topal'dan bahsediyoruz. Türkiye'nin gördüğü en efendi, en uysal, en yapıcı, en kaliteli ve en karakterli futbolculardan biri. Yediği yere de asla laf atmayacak bir isim. Adam kariyerini düşünerek Valencia gibi bir takımın teklifini kabul etmek istemiş ve bunun için de bazı fedakarlıkların altına girmiş. Bundan doğal ne olabilir, zaten gitmesinin meyvelerini de topluyor. Milli Takım'la yolları ayrılmış gibiydi, en son o da oldu ve takıma da geri döndü. Hayat Mehmet Topal'a güzel ve eminim ki o da Galatasaray'ın şu haline en az bizler kadar üzülüyor çünkü en az bizler kadar Galatasaraylı o da. Kendisi de zaten çok şık bir şekilde haberlerin asılsızlığını özetledi...

- Galatasaray Kulübü'ne dair olumsuz tek bir söz söylemem, söylemedim, söylemeyeceğim.

- Sürekli mevzu olan Galatasaray'dan alacağım da şahsım tarafından kulübe hibe edilmiştir.

- Zor günler geçiren Galatasarayımıza eski sporcularla yıpratma politikası güdmekteler ve bu politikanın içinde olmayacağım.

- Daima Galatasaray'ın iyi olması için dua edecek ve üzerime düşen bir şey olursa seve seve yapacağım.

Hükmedemeyen Commandante’m, Hagi’m!


Hagi geldiğinde sadece benim için değil birçok kişi için umut vardı. Bazıları için Rijkaard değil de Hagi başarılı olabilirdi. Bazılarına göre de sorun hoca sorunu değil, temelde çürümüş ve bozulmuş olan sorunlar yumağıydı. Uzun zamandır beri gelen sorunlar ortada. Ortada büyük bir revir ve hafriyat söz konusu. Koca koca tankerleri sıraya sokasın ki onca hafriyatı kaldırabilesin. Hagi’nin tek başına bunca hafriyat ile başa çıkabilmesi pek kolay olmasa gerekti. Öyle de oldu.


Burada asıl irdelenmesi gereken Hagi’nin eleştirilme tarzıdır. Bazıları küfürlere boğuyor. Bazıları ‘o Hagi, büyük efsanemiz, başarısız olsa bile ağır küfürleri hak etmiyor’ diyor. Bazıları da içinden geldiği gibi sövüyor. Sadece Hagi’ye sövmenin sorunları düzelteceğine inananlardansınız rüyalar alemindesiniz demektir.


Yeri gelince Hagi’ye ben de kızdım. Bazı şeyleri nasıl göremediği ve düzeltemediğini düşünüp durdum. Yahu sen hocasın, sen ne dersen o olur, bu oyuncular seni dinlemek zorunda, sorunlar ve hatalar ortada, bunları oyuncularının başına kakamıyor musun, ayar veremiyor musun, falakaya yatıramıyor musun diye hayıflandığım oldu içimden hınzırca. Kadro kaliteli değil biliyoruz ama bu kadro görece kendisinden zayıf olan takımlara bile rahatça yeniliyor. Her şey sadece salt oyuncu kalitesinden de ibaret değil halbuki. Sadece buna bağlanamaz yani. Takımın içindeki sorun oyunculardan ve kaliteden de büyük aslında. Hagi bu hafriyatın altında kalmıştır. Disiplinli ve sert olması bile bazı şeyleri değiştirememiştir. Takım olarak düşmüş, kanatları yolunmuş oyuncular topluluğuna sağlıklı motivasyon yüklemesi yapabilmesi mümkün olmamıştır. Çok iyi motivasyoncu olduğu bilinen Terim’in bile ikinci döneminde çaresiz kalabilmesi örneğinde olduğu gibi.


Bazıları Hagi’yi insan ilişkileri anlamında zayıf bulmuştur. Futbol aklına sahip olduğu şüphe götürmez ama sadece futbol aklı yetmiyor maalesef. Tüm bu oyuncuları yönetebilmek ve aynı amaca yöneltebilmek asıl meseledir. Başarılı bir hoca demek, takımına yani oyuncularına hükmedebilen hoca demektir. Sahip olduğu oyun karakteri ve hükmedicilik gücünü sahaya yansıtabilmek demek. Oyuncularına hükmedemeyen bir hoca asla başarılı olamaz. Söz konusu hükmediş iki yöne ayrılır gözümde. Birincisi saha içerisinde top koşturan oyuncuyu, ikincisi de saha dışında, antrenmanlarda ve günlük hayatta oyuncuya hükmedebilmek. Varsayalım ikinci maddeyi çöpe atalım. Ama saha içinde oyuncuya hükmedebilmek kritik bir öneme haiz.


Herkesin Hagi’nin başarısızlığına dair söyleyeceği birçok şey vardır. Bazı nedenleri sıralarlar ve hepsi de kendince haklı nedenler olacaktır. Bana göre Hagi’nin en büyük sorunu, başarısızlığı ve onu başarısız kılan şey ise oyuncularına saha içinde hükmedememe sorunudur. İzlediğim son 5-6 Galatasaray maçında beni sinirlendiren, nefesimi öfkeden kesen, beynimdeki damarları patlama noktasına getiren ve sinirden baş ağrısını beynime yerleştiren tek şey oyuncuların başıboşluğu ve kendi keyfinin doğrultusunda topunu oynamasıydı. Son dönem Galatasaray’ının en saçma ve garip tarafı buydu. Topu alan kendisini düşünüyordu sadece. Futbol akılları ve melekeleri öyle etkilenmişti ki, sanki gözlerine bir perde inmişti. Futbolun en temel unsurlarından biri olan en müsait olan arkadaşına topu aktarmak prensibini asla uygulamayan bir takım haline gelmişti Galatasaray. Uygulayamayan demiyorum! Uygulamayan diyorum. Bu kadar körleşmiş bir takım ortaya çıktı. Hem de en basit ve en kolay noktada böylesine körleşmiş bir takım!


Fenerbahçe maçının 10. dakikası civarıydı. Baros topu alır. Takım arkadaşları hemen uygun yerlere kaçar. İleride kalabalık bir şekilde mevzi alınmıştır. Ama Baros onları görmez bile. Zorlar da zorlar. Çalım üstüne çalım atmak ister. Çok ama çok uygun durumdaki arkadaşları hala top istemektedir. Boştadırlar. Atılacak bir top tehlike yaratacaktır. Ama Baros oralı bile olmaz. Anlamsız bir kör dövüşüne girer topla ve rakipleriyle. Sonra da anlamsız bir şekilde kaybeder topu. Bu pozisyonu gördüğüm an hemen Burak’a mesaj çektim. “Bu futbol ve Baros aklıyla bu maçı asla alamayız. Mümkün değil!” Birkaç dakika sonra öne geçsek bile bu maçı kaybederiz. Çünkü görünen köy kılavuz istemez. Galatasaray’ın en büyük sorunu oyuncuların ortak bir akla sahip olmamasıdır. Yardımlaşmak denen en önemli ilişkiye sahip olamamasıdır. Dağılmış motivasyon ve parçalanmış morallerdir. Bunun getirdiği dağınıklık ve benciliktir. Yeşil zeminde keyfinin kahyası olmasıdır.


İşte Hagi’de en çok buna kızdım. Saha içinde oyuncularına hükmedememesine kızdım. Onların istediği gibi at koşturmalarının önüne geçememesine kızdım. Culio’nun bile bir nevi sıradan Türk oyuncusunun ruh haline (kendisini bir çok pozisyonda bırakıp durması ve anlamsızca faul beklemesi) bürünmesine bile engel olamadığı için kızdım. Büyük umut olarak getirdiği Stancu’nun fırsatçılığından yararlanacağına, onu kenara atarak ve duran topları kullandırarak fırsatçılığını körelttiği için kızdım.


Asker kökenli, disiplinli bir adamdın sen Hagi! büyük acılar yaşadın. Büyük yokluklar çektin. Özgürlük ortamının olmadığı acı ve zor bir dünyada yaşadın. Ruhunda her daim mücadele vardı. Savaşmak vardı. Savaş alanında her daim en öndeydin. Yeri geldi askerlerini kolladın, yeri geldi kurşunun önüne geçtin, yeri geldi bitirici kurşunları sen sıktın. Sen hükmediciydin. Commandante’ydin. Bir generaldin. Ama commandante olarak askerlerine savaş alanında hükmedemedin Hagi’m. Askerlerine hükmedemeyen generaller de kaybetmeye her zaman mahkumdur. Ama burada kaybeden sadece sen değildin. Milyonlarca sarı kırmızılı halktı.
 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir