Geçen gün kendi kendime düşünüyorken, ''acaba ben bu futbol denen olaya neden bu kadar çok bağlandım'' dedim. Futbol çok farklı bir şey. Hatta çoğu spor dalı da öyle. Mesela hepsi içerisinde çeşitli hikayeler, sevinçler, üzüntüler, heyecanlar barındırıyor. Bir futbol maçı futboldan öte birşey benim için. Bu futbol denen illete bulaşmam falan da 1992'li, 1993'lü yıllara falan dayanıyor. O zamanlardan bu yana Galatasaray'ı tutuyorum ama herşeyden önce olaya renk körlüğü ile bakmamaya çalışıyorum. Çünkü işin eğlencesi o zaman çıkıyor. Ama bu eğlenceye kendi rengini ekleyince o zaman tadından yenmiyor. Bu arada itiraf etmeliyim ki futboldan eskiden aldığım tadı, günümüzde malesef alamıyorum. Gerçi bu durum müzik için de geçerli. 90'lı yıllar benim için bir başkaydı. Neyse konuyu fazla uzatmadan beni zamanında veya günümüzde futbola bağlayan üç etkeni yazmak istiyorum. Sizlerde yorumlarda sizi futbola bağlayan etkenleri falan yazarsanız, güzel bir eğlence yaratmış oluruz.
Tsubasa: Özellikle benim jenerasyonum açısından önemi çok büyük olan çizgi film. Bu çizgi film için erkenden kalkar, günlerce süren maçları izler, şimdilerde düşündüğümde sonucu belli olan şeyleri o zamanlar bilmiyormuş gibi heycanlanırdım. Tsubasa çok farklı bir olguydu. Okul, mahalle maçlarında falan kendimi Tsubasa veya orada bulunan başka karakterlerle benzeştirir ve onları taklit ederdim. Gerçi hala televizyonda falan yakaladığımda, hangi dilde yayınlandığına bakmadan yine izlerim. Özellikle Tsubasa Road To 2002 bölümleri falan günümüze yakın olduğundan ve maçları günlerce sürmediğinden çok daha keyifliydi. Bir de bende bunu atari oyunu vardı. Oyunda arapça idi. O arapça şifreleri falan kağıda yazardım, oyunu bitirirdim falan. Şimdi ise yine bilgisayarda var ama teknoloji oyunu artık Türkçe oynatıyor. Tsubasa farklıydı, beni futbola ısındıran nedenlerin en başında yer alıyor. Düşünün Japonya'da çoğu çocuk bu çizgi filmi izleyerek futbola başladı. Bunların en tanınmışı ise Hidetoshi Nakata.
Graeme Souness: Futbolculuk ve Galatasaray'dan önce yaşadığı teknik direktörlük hayatını bilmem. Mesela Ali Abi, Souness'i teknik direktörlüğünü yaptığı sıralarda Liverpool'u enkaz hale getirdiği için çok sinirlenir. Ama futbolculuğuna laf etmez. Benim için ise çok önemli bir teknik direktör ya da çılgındır diyeyim. Çünkü Fenerbahçe Stadı'nda o bayrağı dikmek akılca bir iş değil ama sonunu düşünen kahraman olamaz demişler. Fenerbahçeli arkadaşlar kızmasın ama o bayrak dikme olayı benim için futbolun sadece futbol olmadığının resmidir. 9 yaşında bir çocuğun, ekran karşısında o anı görmesinin falan tarifi yoktur. Bu yüzden Souness'ın benim futbol sevgim açısından yeri başkadır.
Euro 96 {Almanya}: Net olarak izlediğim, sağlıklı olarak hatırladığım ilk turnuva olma açısından önemi büyüktür. O Almanya'yı canlı gözlerle izlemenin ise tarifi yok. O şampiyonadan bu yana zaten bir Almanya sempatizanlığı bende aldı başını gitti. Klinsmann'lı, Biheroff'lu, Möller'li, Sammer'li falan jenerasyon inanılmazdı. Özellikle Biheroff'u kelimelere sığdıramam. Final maçında Çek Cumhuriyeti'nin işini bitirdiğinde tamam demiştim. Tabi bunun üstüne Biheroff'un Milan kariyerini falan da yazmak gerekiyor. Onun da tadı damağımda kalmıştı mesela. Neyse fazla uzatmadan o zamanların Almanya'sı iyiydi diyeyim. Şimdilerde ise bende aynı sempatizanlığı uyandırmıyorlar ama Almanya her zaman Almanya'dır. En kötü takımla katıldıkları turnuvada bile o turnuva takımı olma özelliklerini her zaman yaratırlar.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder