30 Eylül 2012 Pazar
Bazen Futbol Romantikliği, Başarısızlığı Görmenin Önünde En Büyük Engel
Şota'yı sevmeyenimiz yoktur bu ülkede. Futbolculuk dönemini de hatırlarım, futbolculuğunu hatırlamayanlar ise teknik direktörlük dönemini yaşıyor şimdilerde. İnanılmaz sempatik, bizden biri o da.
Ama çoğu olaya romantik bakıyoruz, bu romantikliğimiz başarısızlığı görmemizin önünde en büyük engel. Şota için de bu geçerli. Sevilen, sayılan bir isim, hatta inanılan öyle diyeyim ama geçen yıllara baktığımda da Şota'nın Kayserispor'a iyi anlamda birşey katmadığını görüyorum, ne başarı var elde?
Kayserispor'un bir felsefesi var, doğrudur yanlıştır bu tartışılır ama ortaya bir felsefe koyuyor adamlar. Transferlere bakıyoruz, gelen isimlerin yüzde 80'i genç. Özellikle de yurt dışı kaynaklı. İyi kötü isimler geliyor, bazıları tutuyor ve çok büyük rakamlara bu futbolcuları satıyorlar. Bu sezon da Hasan Ali Kaldırım ve Amrabat'dan müthiş para kazandılar ama giden futbolcunun yerini yine genç bir futbolcuyla dolduruyorlar ve bu çark böyle dönüyor.
Benim düşüncem artık başarı yolunda risk alınması gerektiği, yatırım yapılması ama onlar bu felsefeyle yola devam ediyorlar, saygı duymak gerekiyor.
Teknik direktör tercihleri de son yıllarda bu yönde. Ertuğrul Sağlam'ı hatırlarsınız, geldiğinde teknik direktörlük anlamında yaşadığı bir Samsunspor dönemi vardı sadece ve genç bir teknik adamdı, yeni bir yüzdü. Başarılı da oldu Kayserispor'da. Sonrasında Tolunay Kafkas, yine aynı şekilde yeni bir yüzdü teknik direktörlük konusunda ve o da başarılı oldu. Son olarak Şota, o da yeni bir yüz ve Kayserispor'un teknik diretkör tercihlerinde de bir standart var.
Israr etmek, arkasında durmak güzel ama olaya romantik baktığında başarıyı göremiyorsun maalesef. Ben bu saatten sonra Şota'nın bir artısı olabileceğini düşünmüyorum Kayserispor'a. Şota sempatik hoca, iyi oyun peşinde, Van Gaal'in öğrencisi falan eyvallah, seviyoruz tamam ama bu adam sana ne verdi? Bu tartışılmalı.
Rijkaard'da yaşadı Galatasaray bunu, hala Rijkaard'ın başarısız olduğunu kabul edemiyor çoğumuz ama çok başarısız bir dönem geçirdik. Nedenleri ayrı konu ama tablo bu. Hiddink'te de aynı durum söz konusu oldu. Şimdi de Şota'da bu durum geçerli ve bu tip hocaların uyguladığı felsefelerin de Türkiye'de çok iş yapacağı kanaatinde değilim...
Kewell'ın Vedası
Geçtiğimiz günlerde doğum gününü kutlamıştık, şimdi de futbolu bıraktığı haberini öğreniyoruz. Fazla zorlamadı aslında Kewell, olması gerektiği gibi, tadında ayrılıyor. Geride bıraktıklarıyla tabii.
Efsane Leeds günleri. Leeds United'in önce Uefa sonra da Şampiyonlar Ligi'nde yarı finale kalan kadrosunun en önemli parçasıydı belki de, dünya futboluna ışık saçan bir yıldız adayıydı. Devamında Liverpool'a geçti, her ne kadar sakatlıklar kariyerinin önünde en büyük balta olmuş olsa bile Şampiyonlar Ligi'ni kaldırdı bu takımda, daha büyük bir kariyerinin olmasını da dediğim gibi sakatlıklar engelledi.
Son olarak Galatasaray günleri. Galatasaray günlerinde de yine bu sakatlık mevzusunu çok açtık ama forma giydiği dönemde bu formanın hakkını sonuna kadar verdi, geçirdiği üç sezonda da benim için efsane statüsü kazandı. Henüz ilk sezonunda sorumluluk alıp Hamburg maçında stoper oynarım demesi ve oynaması, rakip takım taraftarlarının da büyük saygı duyduğu bir futbolcu olması, giydiği formanın hakkını vermesi ve takımda kalmak adına gösterdiği büyük çaba.
19 numaranın ondan alınıp 99 numaranın Kewell'a verilmesi derken konuşulacak çok konu var onunla ilgili. Geçen sezon üzerine de düşüncem şu olmuştu, Kewell'ın ölüsü Riera'nın dirisi. Bunu düşünebilirdik ama bazı kararlar erken alındı, yeni bir yapılanmaya gidildi derken Kewell dönemi de böyle bitti işte.
Para kazanmak adına da bir adım atabilirdi, ABD ya da Katar'dan mutlaka teklif almıştır. Neill gitti mesela, Katar günlerini yaşıyor ama Kewell ülkesine döndü, iki sezona yakın ülkesinde oynadıktan sonra futbolu bıraktığını açıkladı.
İsteğim de şu, Galatasaray forması altında mı bırakır formayı bilmem ama o jübilenin içerisinde mutlaka Galatasaray da yer alır, çok isterim bunu. Forma giydiği dönemde Kewell'a gerekli vefayı gösterdik, aksini asla düşünmüyorum ama böyle bir organizasyon da çok hoş olurdu ve Kewell'a en güzel şekilde veda etmiş olurduk, umarım böyle bir düşünce vardır.
İleride ne olur, şartlar nasıl gelişir bilemeyiz. Belki teknik direktör olarak, belki başka bir durumla yollarımız tekrar kesişebilir ama futbolu bırakırken TT Arena'ya gelmesini, taraftarı selamlamasını çok isterim. Belki bu konuda çok duygusal olabilirim, Kewell sevgim yüzümden ama çoğumuzun da böyle düşündüğünü biliyorum.
28 Eylül 2012 Cuma
Tek Maçlık İnfaz
Kötü bir huyumuz var, bir maçta futbolcu infaz etmeyi çok seviyoruz.
Dany'i hatırlayın. Fenerbahçe ve Kasımpaşa maçlarının ardından Dany'i yerden yere vurduk, bu adam olmaz dedik, Ujfalusi sakatlandığında da iyice karalar bağladık ama Manchester United deplasmanı sonrasında da Dany'nin destanını yazmaya başladık.
Şimdi Cris oynadığında Dany neden yok sorusunu soruyoruz. Oysa bu soru Manchester United maçı öncesi, neden Cris yok, bu adam böyle maçlarda oynamayacaksa ne zaman oynayacak üzerineydi.
Cris transferi sonrasında şu yorumu yapmıştım. ''Kolo Toure, Kjaer gibi isimleri andıktan sonra gelen Cris hayal kırıklığı yarattı ama bu zaman darlığında da yapacak başka birşey yok. Bence yeni stoper ikilisi Dany ve Semih Kaya olur, Cris de bu isimleri alternatif altına alır''.
Doğru da bir yorum bu, şimdi daha iyi görüyoruz. Görüntü, Dany ve Semih Kaya'nın beraber oynaması gerektiğini anlatıyor bizlere. Cris oynadığında sol iç stoper olarak oynuyor ve sağ tarafta Eboue, Semih Kaya hattı ne kadar hareketli ve hamleli ise, solda Cris ve Hakan Balta hattı o kadar hamlesiz ve hareketsiz.
Orduspor maçında da bunu daha iyi gördük. Hakan Balta, Cris ve Amrabat hattı sol tarafta savunma olarak felç oldular ve bu futbolcular kötü anlamda birbirini tamamladı.
Ama bu durum Cris'i bir maçta gömmememiz gerektiği gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Fevri hareket ediyoruz, hemen kara senaryolar çiziyoruz. Eleştiri normal, kötü oyunu söylüyoruz ve kendimize göre olması gereken hakkında da fikirler yazıyoruz ama Cris'in de bir uyum süreci olacak, yarar sağlayacağı zamanlar gelecek. Bu maç Cris'in kafasıyla maç 1-1'e gelmiş olsaydı belki farklı konuşuyor olacaktık belki de.
İlk kez kaybetmiyoruz, bundan başka kaybedeceğimiz maçlar da olacak ve her takımın kötü oynama, maç kaybetme hakkı var. Bunu unutmadan Braga maçına odaklanalım...
Yeni Diego?
Geçtiğimiz sezonun transfer döneminde Atletico Madrid’de büyük bir değişim rüzgarı yaşanmıştı. Başta Agüero ve Forlan gibi takımın demirbaşı olan oyuncular ayrılmıştı. Onların yerine gelen birçok yeni oyuncu ile yepyeni bir takım olmuştu Atletico Madrid…
Zaman zaman çok iyi maçlar çıkarsalarda Manzano yönetimindeki takım bir ara galibiyeti unutur hale gelmişti. Nitekim sonucunda Manzano’nun yerine Diego Simeone getirildi…
Kulüp tarihinin en önemli gelişmelerden biri oldu Simeone’nin getirilişi. Çünkü oyun karakteri tamamen değişti Atletico Madrid’in , daha ısıran , takım halinde defans ve hücum bir hale getirdi ki sanki aklındakini sahaya tamamen yansıtıyormuş gibi. Hakikaten inanılmaz bir katkı verdi takıma sert mizaçlı , hırslı teknik direktör.
Yeni Diego ?
Simeone’nin gelişi takımı genel olarak etkilemesinin yanında özellikle Arda Turan’ın evrim geçirmesine sebep oldu. En basitinde olaya giriş yapacak olursak 90 dakikayı çıkarabilecek bir tempoya sahip artık ve ciddi şekilde gelişen bir fizik gücü var. Artı olarak 90 dakikayı çıkarıyor ama işin sadece hücum kısmını yapan tipik hücumculardan öte savunma bölümünde de bir hücum oyuncusunun ortalamasının üzerinde topa bastığını ve kaptığını söylemek mümkün. Zaten Simeone’nin elindeki en büyük avantajlarından ve takıma yansıttığı olumlu etkenlerden biri bu . Hücum ve savunması iyi kanat ve beklerle ileri uçtaki organizasyonları iyi bir şekilde gerçekleştirilip , savunmada da gerekli önlemler alınmakta.
Avrupa’da ekonomik olarak büyük sıkıntı çeken kulüplerden biri Atletico Madrid’dir. Hatta basına olsun , internette olsun birçok haber düşmüştü bazı oyuncuların taksitlerini de ödemekleri üzerine. Bu nedenle transferde de bonservissiz oyunculara yönelip kiralık olan Diego’yu kadrolarına katmadılar. Bana göre çok büyük eksiklikti bu. Fakat bu bölge için yavaş yavaş Arda ‘ yı hazırlıyor gibi Simeone. Bu sezon dikkatimi çekti , bazı maçlarda Arda’yı kanatta değilde daha da geride gördük , Diego’nun pozisyonunda. 10 numaranın kendisini verilmesi , takımın ve son Real Betis maçında neredeyse tüm kornerleri onun kullanması ile puzzule’ın şeklini oluşturduğunu söylemek mümkün.
Doğrusunu söylemek gerekirse Arda şuan Diego’nun boşluğunu iyi dolduruyor ve oyuna bireysel anlamda etkisi daha iyi geçen sezona göre. Bunu arttırırsa ki attıracağını düşünüyorum sahip olduğu diğer yeteneklerle top class bir seviye çıkacağını düşünüyorum. Bu durum Simeone’nin elini de güçlendirecek ki hem savunma hem hücuma katkı yapan ‘’ Yeni Diego’’ yu oyunun durumuna veya maça göre yerine değiştirir.
Transferi konusunda birkaç kelime etmek gerekir. Hafta sonu Real Madrid takip ettiği dedikoduları yayılırken bu akşam 20 milyon avroluk bir teklif yaptığı söylentisi yayıldı sosyal medyada. 20 milyon çok bir para ve Atletico Madrid’in olası kabülü durumunda Arda’nın cevabı ne olacak çok merak ediyorum. Yavaş yavaş basamakları tırmanıp , seviye atlarken ve önü gerçekten açıkken bence Atletico Madrid’de devam etmesi en doğrusu olacaktır. Çünkü şuan Falcao ile birlikte şüphesiz takımın en önemli iki oyuncusunda biri.

Hedef ?
Bu sezon özeline bakacak olursak Atletico Madrid ‘in bir numaralı hedefi şüphesiz Şampiyonlar Ligi artık. Kesmiyor çünkü Avrupa Ligi. Simeone ‘ nin rotasyon yaptığı bir platform haline geldi orası. Olası bir şampiyonluk yarışında pek kafaya takılacağını düşünmüyorum açıkçası Avrupa Ligi’nin. Bu noktadan yola çıkarsak özellikle Avrupa maçlarında forma şansı bulamayan oyuncuların daha çok süre alacağını söylemek mümkün , son Hapoel maçında olduğunda gibi.
Bir diğer nokta Diego Costa’nın performansı. Açıkçası pek bir beklentim yoktu bu sezon özelinde ama , müthiş başladı sezona asistleri , golleri ile. Geldiğimiz şu güne kadar Adrian’da bile daha fazla süre aldı ki bu performansı sürerse 11’de de kendine yer bulacağını düşünmekteyim.
Velhasıl kelam… Bu takım bu sezon geçtiğimiz sezonki gibi zevk verecek. Sezonun ilk haftaları gelecek haftalar için işaret zaten. Bakalım nereye kadar gidebiecelecek Diego Simoene ve tayfası ?
Merakla bekliyoruz…
Bu sene alttan gelen oyunculardan çok umutluyum açıkçası. Şans bulacaktır , özellikle Avrupa Gençler Şampiyonası’nda müthiş bir performans sergileyen Oliver Torres. Geçen yaz 1-2 hazırlık maçında da izledik , kumaşı gerçekten çok iyi , müthiş potansiyel. Aynı zamanda Levante maçında sağ kanatta iyi işler yapan Abdel Kader başta olmak üzere Jorge Pulido , forvet Pedro , geçen hafta Avrupa Ligi maçında forma giyen Saul ‘ unda iyi süreler alacağını düşünüyorum.
Beysim Can
Orduspor 2-0 Galatasaray, Alınacak Çok Ders Var
Cuper de rakip kim olursa olsun oyun felsefesinden vazgeçmeyenlerden. Rakip şu takım, özel önlemler alayım, formasyon değiştireyim gibi unsurları maçın gidişatına bırakan bir teknik adam. Stancu & Hasan Kabze çift forvetiyle oynaması, Barral'ı ilk etapta düşünmeyerek takımı sadece kontra atak silahının eline bırakmaması gibi.
Rotasyon beklentim yoktu bu maçta, her ne kadar hafta içi Braga maçı olsa bile Ordu deplasmanı çok zor bir deplasman. Zaten Galatasaray'da da rotasyon belli başlı isimler etrafında dönüyor. Forvette Elmander, Umut Bulut ve Burak Yılmaz, sol kanatta Emre Çolak ve Amrabat, stoperde ise Cris, Semih Kaya ve Dany. Yine bu tip ince dokunuşlarla gerçekleşen bir rotasyon izledik.
Orduspor'un golü erken geldi ve Galatasaray da bu gole erken bir cevap veremedi. Hasan Kabze'nin vuruşu ve attığı gol çok şık. Ama o vuruşu tahmin etmek, o vuruşa göre bir pozisyon almak güç. Sow'un geçen sezon Galatasaray'a attığı golde de Semih Kaya yine poster olmuştu, yine oldu. Bu da onun şanssızlığı.
1-0'dan sonra da çok akılcı oynadı Orduspor. 11 kişi topun arkasına geçtiler, müthiş alan daralttılar ve top hakimiyetini Galatasaray'a bıraktılar ama bu oyunun hakimiyetinin Galatasaray'da olduğunu göstermez. İlk yarının son 10 dakikasına kadar hücum anlamında verimlilikten uzaktı Galatasaray, ancak Selçuk İnan'ın sorumluluk almaya başlamasıyla gelmeye başladı ama maçın 1-1'e gelmediği her dakika Galatasaray adına işler daha da arap saçı oldu, oyundan kopmalar başladı çünkü.
Hamit Altıntop, en formsuz olduğu anda bile bu takımın denge unsuru. Geçen sezon da Engin Baytar'ındı bu görev. Hamit Altıntop oyundan çıktığında kenardan getirebileceğin bir Engin Baytar olmadığından, oyuna erken bir dakikada Aydın Yılmaz girince takımın hem ofansif, hem defansif dengesi bozuldu. Aynı şekilde verimli bir Amrabat'ı da göremeyince ikinci yarının ilk 10 dakikası dışında kanatlardan da gelemedi takım ve iş tamamen bireysel yeteneklere ve Orduspor defansının yaptığı bireysel hatalara baktı.
Umut Bulut oyuna girdikten sonra Galatasaray'ın yarattığı tehlikelere de bakmak lazım aslında. Hücumda daha fazla tempo kazandı Galatasaray ve sahada Umut Bulut'un olmayışı, sol savunmanın da Amrabat ve Hakan Balta'ya bırakılması Orduspor'u o kanatta çok etkin kıldı ve sıfır yardımla oynayan Hakan Balta da sezonun en kötü performanslarından birini gösterdi. Bir de sol stoper olarak Cris'i eklediğimizde maçın kilitini o kanat açtı diyebiliriz. Dany bu yüzden önemli, onun hızlı oyunu sol tarafı da fazlasıyla kapatıyordu.
Alınacak çok dersler var. Zor bir deplasmandan çıktık ve bazen hayırlı mağlubiyetler olur, o tarz bir mağlubiyet olmuştur bu umarım. Braga maçı çok daha mühim, moral seviyesini en yüksek seviyede tutarak Braga karşısında galibiyet almak zorundayız.
27 Eylül 2012 Perşembe
Shabani Nonda
Shabani Nonda, futbolu bıraktığını açıklamış. Zaten, Galatasaray'dan ayrıldığı 2010 yılından bu yana da kendisinden pek bir ses alamıyorduk. Sakatlığı vardı ve 33 yaşın getirdiği etkiyle de bir türlü sahalara dönemedi derken 35 yaşında futbolu bıraktığını ilan etti. Bu sayede de kendisini bir kere daha hatırladık, ne yapıyor ediyor konusunda da bir fikrimiz oldu en azından.
Çok güzel ve özel bir futbolcuydu. 2007-2008 sezonunda gelmişti Galatasaray'a ve o sezon şampiyonlukta da çok büyük bir pay sahibi olmuştu. Lincoln'ün transfer edildiği sezondur o, Lincoln'le yatıp kalkıyorduk ama sadece Lincoln özelinde de değil, Nonda dışında herhangi bir yabancı futbolcumuzdan da maksimum fayda sağlayalamıştık. Hatta 10 yerli, bir tek Nonda yabancılı çıkardığımız 11'ler bile oluyordu o sezon.
Bir sonraki sezonda da yeni sözleşmeyi kaptı Nonda ama yeterliliği tartışıldı. Sezona onunla başlanıldı ama kaçan Şampiyonlar Ligi anahtarının ardından Milan Baros transfer edildi, bu sefer de Nonda çok iyi bir alternatif konumuna geldi ve yine yarar sağladı.
Son sezonuna ise iyi bir giriş yaptı, Baros'un formsuzluğunda gol yükünü sonradan oyuna girdiği maçlarda Nonda çekiyordu ama Baros'un sakatlığı Nonda'ya yaramadı. Alternatif konumdan 11 futbolcusu olduğu an Nonda'nın da formsuzluğu başladı, devamında Kewell'a kaptırdı forvette formayı, Kewell'ın yükselişi ve sakatlığı derken de bir Jo geldi ve Nonda ile yollar ayrıldı. Atlanan detay şu oldu, takım Avrupa Ligi'nde forvetsiz bırakıldı ve alınan bu karar Rijkaard'ın en büyük yanlışı oldu.
Nonda'nın kariyerinde yaşadığı büyük sakatlıkların rolü büyük. Drogba'nın yarattığı etkiyi biliriz, Drogba'dan önce Nonda vardı bir bakıma. Efsane Monaco günlerinin ardından Roma'ya transfer olmuştu ama futboldan çok uzun süre ayrı kaldığı, 1.5 yıl boyunca futbol oynamadığı zamanlar olmuştu derken kariyeri sürekli düşüş gösteren bir futbolcuydu ama Galatasaray günlerinde o istikrarı 2.5 sezon boyunca tutturdu. Daha iyisi olurdu mutlaka ama o vakit Nonda ile Galatasaray'ın yolları çok zor kesişirdi.
Fenerbahçe'ye attığı ve şampiyonluğun kapısını açan gol, yarattığı felsefe, insanlığı unutulmayacak. 2008-2009 sezonunda da Denizlispor'a attığı uzaktan bir gol vardır, o gol de Galatasaray forması altında attığı en güzel goldür benim için...
Çok güzel ve özel bir futbolcuydu. 2007-2008 sezonunda gelmişti Galatasaray'a ve o sezon şampiyonlukta da çok büyük bir pay sahibi olmuştu. Lincoln'ün transfer edildiği sezondur o, Lincoln'le yatıp kalkıyorduk ama sadece Lincoln özelinde de değil, Nonda dışında herhangi bir yabancı futbolcumuzdan da maksimum fayda sağlayalamıştık. Hatta 10 yerli, bir tek Nonda yabancılı çıkardığımız 11'ler bile oluyordu o sezon.
Bir sonraki sezonda da yeni sözleşmeyi kaptı Nonda ama yeterliliği tartışıldı. Sezona onunla başlanıldı ama kaçan Şampiyonlar Ligi anahtarının ardından Milan Baros transfer edildi, bu sefer de Nonda çok iyi bir alternatif konumuna geldi ve yine yarar sağladı.
Son sezonuna ise iyi bir giriş yaptı, Baros'un formsuzluğunda gol yükünü sonradan oyuna girdiği maçlarda Nonda çekiyordu ama Baros'un sakatlığı Nonda'ya yaramadı. Alternatif konumdan 11 futbolcusu olduğu an Nonda'nın da formsuzluğu başladı, devamında Kewell'a kaptırdı forvette formayı, Kewell'ın yükselişi ve sakatlığı derken de bir Jo geldi ve Nonda ile yollar ayrıldı. Atlanan detay şu oldu, takım Avrupa Ligi'nde forvetsiz bırakıldı ve alınan bu karar Rijkaard'ın en büyük yanlışı oldu.
Nonda'nın kariyerinde yaşadığı büyük sakatlıkların rolü büyük. Drogba'nın yarattığı etkiyi biliriz, Drogba'dan önce Nonda vardı bir bakıma. Efsane Monaco günlerinin ardından Roma'ya transfer olmuştu ama futboldan çok uzun süre ayrı kaldığı, 1.5 yıl boyunca futbol oynamadığı zamanlar olmuştu derken kariyeri sürekli düşüş gösteren bir futbolcuydu ama Galatasaray günlerinde o istikrarı 2.5 sezon boyunca tutturdu. Daha iyisi olurdu mutlaka ama o vakit Nonda ile Galatasaray'ın yolları çok zor kesişirdi.
Fenerbahçe'ye attığı ve şampiyonluğun kapısını açan gol, yarattığı felsefe, insanlığı unutulmayacak. 2008-2009 sezonunda da Denizlispor'a attığı uzaktan bir gol vardır, o gol de Galatasaray forması altında attığı en güzel goldür benim için...
26 Eylül 2012 Çarşamba
Ujfalusi'nin Rehabilitasyon Süreci
Sezon sonunda futbolu bırakmayı düşünürken, son sezonu yaşadığı büyük sakatlıkla geçiyor. Transferin son günlerinde yaşayabileceğimiz en büyük şoklardan biriydi Ujfalusi'nin sakatlığı. Umarım en iyi şekilde sahalara döner, ben hala Ujfalusi'den umutluyum, en azından ligin ikinci devresi adına...
Dün Ayrıldı Ama Bugün Konuşuyoruz
Orhan Gülle, Gaziantepspor'a gideli 2 yıl oluyor ama 2 yıl önce bu olayı böylesine konuşmamıştık. 2 yıl önce sözleşmesi bittiğinde Beşiktaş'lı yöneticilerin aklına dahi gelmemiş olacak, Gaziantepspor'un sözleşme teklifine evet diyerek takımdan ayrılmıştı.
O dönem, Beşiktaş'ın yıldız tangosunu yaptığı dönemdi, Quaresma'lar, Guti'ler derken belki de yakalanabilecek en iyi genç jenerasyonlarından birini yakalayan Beşiktaş, alt tarafta neler oluyor buna bakmadı bile ve uzun vadede bunun sıkıntılarını yaşıyorlar.
Orhan Gülle de Beşiktaş'a attığı şık golle takımını galibiyete uzandırınca bizler bu olayı irdelemeye başladık ve maçın üzerinden günler geçmesine rağmen hala konuşuyoruz bu olayı, Orhan Gülle ile ropörtajlar yapılıyor, bu ayrılığın nedenleri araştırılıyor.
Sergen Yalçın'ın yorumculuğunu pek beğenmem ama Orhan Gülle giderken bu ayrılığın üzerinde çok durmuştu, bu durumu eleştirmişti. Haliyle bu video da o zaman değil, şimdi gündeme geldi, hit almaya başladı...
Gurbetçi Futbolcuları Milli Takım'a Kazandırırken?
Gurbetçi açılımı tüm hızıyla devam ediyor. Hiddink'le canlanan, Abdullah Avcı'yla birlikte de hızlanan gurbetçi futbolcuların Milli Takım seçimi konusunda Türkiye tercihi halkasına son olarak Tolga Ciğerci eklendi. Henüz 20 yaşında, Borussia M'gladbach formasını giyen ve gelecek adına umutla bakılan bir futbolcu.
Hayırlısı olsun, bu tip yeteneklerin Türk Milli Takımı çatısı altında bulunmasına kimsenin hayır deme lüksü yok. Ama şöyle bir eleştiri getirilebilir, kafayı çok mu fazla Almanya dolaylarına çevirdik, Türkiye'yi görmez olduk.
Şu bir görüştür mesela, Tolga Ciğerci bu potansiyeli herhangi bir Anadolu takımında göstermiş olsa bu kadar fazla göze batar mıydı, üzerinde uğraşılır mıydı? Cevabı hayır olacaktır bu sorunun. Bu nedenle de Milli Takım iskeletinin yüzde 60'lara dayanan kısmının Almanya altyapılı olmuş olması beni endişelendiriyor, nedeni de tüm ilginin Türkiye'den öte Almanya'ya kayıyor olmasından ötürü.
Belli ki yurt dışı ağı iyi çalışıyor, istenilen futbolcular bir şekilde kazanılıyor, yoğun mesailer harcanıyor. Ama bu yurt dışı ayağının bir de yurt içi ayağı var mı, Anadolu cephesinde ne gibi fikirler, çalışmalar dönüyor? Bu sorunun cevabını çok merak ediyorum gerçekten.
Ayrıca, Tolga Ciğerci'nin ikna edilmesi 2 ay sürdü. Bu 2 ay içerisinde Tolga Ciğerci'ye ne gibi vaatler de bulunuldu mesela, ne istedi Tolga Ciğerci ve ona neyin garantisi verildi?
Fatih Terim, zamanında ''Milli Takım'ın pazarlığı olmaz'' diyerek bunu belirtmek istemiş. O zamanlar hocayı eleştirmiştik, şimdi ise düşüncem biraz daha Fatih Terim'e kayıyor. Bu futbolculara oynama garantisi verilerek getiriliyorlar ve o şansı da veriyor teknik adamlar. Sonrasında bizler de Selçuk İnan neden yedek, Burak Yılmaz neden oynamadı, Tunay Torun neden sahada gibisinden sorular soruyoruz. Yetenekli adam her zaman oynar, formayı alır ama belli bir garantiyle gelen isimlerin Milli Takım özelinde ne düşündüğünü, Türkiye'nin onlar adına ne ifade ettiğini merak ediyorum?
Yoksa sıkıntı yok, bu ağın kurulması, bu tip kazanımlar geçmişte de vurgusu yapılan, istediğimiz şeylerdi ve bugünlerde de fazlasıyla gerçekleşiyorlar...
Burak Yılmaz & Umut Bulut = Gol Yükü
Son yıllarda istikrarlı golcü anlamında bir tek Baros'u hatırlarız ama onun da istikrarı malum. Gol kralı olarak bitirdiği sezonun ardından yaşadığı sakatlıklar ve o sakatlık aralıklarında geçen kısa zamanlarda attığı goller. Bu attığı goller Galatasaray taraftarına mutluluktan öte hüzün getirdi bir anlamda, çünkü her ''Baros döndü'' düşüncesinin ardında bir Baros sakatlığı daha yatıyordu.
Geçen sezona dönecek olursak, Elmander gerçeğinin sık sık altını çizdik. Tipik bir gol ayağı değildi tabii, farklı özellikleri vardı ve yarattığı bu farklılık onu verimli kılıyordu. Çift santrafora da dönüldüğünde Baros'un sakatlık ve aldığı ceza dönemine kadar müthiş yararlı olduğunu, gol yükünü sırtlandığını gördük ama bir şekilde o ip yine koptu, Necati Ateş'le sezonu tamamladık. Necati Ateş'in de şampiyonlukta nokta katkısını es geçmeyelim.
Elmander'in farklı özelliklerine, Baros'a, Necati Ateş'e rağmen kanatlarda olduğu kadar iyi bir gol ayağı da aradı aslında Galatasaray. Gol yükünü geçen sezon Selçuk İnan ve Melo çekti ama forvette o gol ayağını arıyorsunuz. Süper Final'de TT Arena'da oynanan Fenerbahçe maçı mesela, bitiricilik konusunda yaşanan sıkıntı hala akıllarda. Bu tip başka maçlarda olabiliyor. Çok fazla gol pozisyonuna girilen ama bir türlü golle buluşmayan toplar, kaçan atılabilesi basit goller.
Galatasaray'ın da bu sezon en büyük yatırımını hücuma yaptı. Kanatlara Amrabat ve Hamit Altıntop, forvete ise Burak Yılmaz ve Umut Bulut transferleriyle. Geçen sezonun en çok gol atan takımı Galatasaray olmasına rağmen bu istatistiğin biraz göreceli olduğunu herkes biliyordu ve bu tarz transferler olması gereken, beklenen hamlelerdi.
Şimdi oluşan yapı çok farklı. Geçen sezon Selçuk İnan ve Melo ağırlıklı hücum organizasyonları artık çok daha geniş. En önemlisi ise gol yükünü artık forvetleri çekiyor, biraz da olması gereken buydu aslında.
Umut Bulut'la açtık aslında bu sezonu. Müthiş bir çıkış yakaladı, Elmander'in alternatifi olur derken bir anda Elmander onun alternatifi durumuna geldi. Benim en çok istediğim isimlerin başında geliyordu, bu katkıyı da bekliyordum kendisinden. Özgüveni yakaladığında durdurulması güç bir adam. Onun da Elmander vari farklı özellikleri var, onu özel kılan unsurlar attığı gollerin ötesinde ama oynadığı 6 resmi maçta 7 gol atan bir Umut Bulut profili karşımızda.
Şimdilerde de Burak Yılmaz'ı konuşur olduk. Umut Bulut'un formu ve Elmander'le yakaladıkları uyum derken Burak Yılmaz biraz arka planda kalmıştı ama o da 11'e yerleşti artık diyebiliriz. Umut Bulut ve Elmander'in birlikte yarattıkları enerji ortamı, ikisinin benzer özellikleri inanılmaz ama bitirici özellik mühim, Umut Bulut bu gol oranını yakalamasına rağmen o bitirici ayak değil mesela, aynı şekilde Elmander. Burak Yılmaz bunun için nokta atışı olmuştu aslında ve oynadığı 5 maçta 4 golü var onun da. Üstelik iki kez 11 oynadığını belirtmeli.
Elmander de 2 gol sıkıştırdı bu araya, aynı şekilde Selçuk İnan'ın da 2 golü var. Sercan Yıldırım ve Amrabat'ın ise birer golleri var. Şu ana kadar oluşan tablo bizlere gol yükünü artık forvetlerin çektiğini söylüyor ve Galatasaray'da da çok uzun zamandır görmediğimiz, özlediğimiz bir tabloydu bu. Bu sezon forvet transferlerinin ne kadar kaliteli, yararlı olduğunun göstergesi.
Lig de 5 maçta atılan 15 gol var, maç başına 3 gol ortalaması. Gerçekten çok iyi bir istatistik.
Ayrıca çift santraforla oynayan bir Galatasaray, bunu sık sık dile getirmek lazım. Manchester United karşısında da, Akhisar Belediyesi karşısında da değişmeyen bir düzen...
23 Eylül 2012 Pazar
Metin Diyadin İle Yollar Neden Ayrılır?
Cevap çok net. Kasımpaşa yönetiminin egolarını tatmin edemediği için.
Yeni Kasımpaşa yönetimi bu, ülke şartlarını göz önüne alınca diğer takımlarımıza oranla maddi durumları çok güçlü. K.Uche, Djalma, Ernst, Isaksson gibi isimleri rahatlıkla alabiliyorlar, gelecek yıllarda da çok daha iyilerini alırlar bu yönetim görevde kaldığı sürece. Tabii bu yönetim gittiğinde de yaratılan enkazı kimse temizleyemez, orası ayrı.
Böyle transferler yapan, gelecek zamanlarda da yapacak olan bir takımın da egosunu Metin Diyadin tatmin edemez. Takımı Süper Lig'e taşır, lige de kimsenin beklemediği şekilde iyi bir başlangıç yapar ama o başarıyı görmez egolar, kısa vadeli düşünmek isterler, başlarında bu egoyu kaldırabilecek bir teknik adamı görmeliler.
Sezona Metin Diyadin'le başlamalarının da nedeni açık, bekledikleri bir teknik adam vardı. Yoksa sezona da Metin Diyadin'le başlamazlardı. Umarım o bekledikleri isim benim düşündüğüm, inandığım isim değildir, yoksa yaşadığım hayal kırıklığının tarifi olmayacak.
Metin Diyadin adına üzüldüm. İki seferdir takımları Süper Lig'e taşıyor, bu takımların başında da sezona başlıyor ve akıllarda iyi izlenimler bırakıyor ama yollar bir şekilde ayrılıyor hocayla. Orduspor'la ayrılığını anlarım ama Kasımpaşa ile yaşadığı ayrılık hocayı değersiz kılmayacak, aksine insanların gözünde çok daha güçlendiriyor...
Bencil Adam; Burak Yılmaz
Galatasaray bir evrim takımıdır. Futbolun da evrilir, düşüncelerin de evrilir. Geçmişini unutursun, kendine yeni bir gelecek inşa etmeye başlarsın. İnsanlar seni geçmişte farklı tanımıştır ama yeni düzende çok farklı bir imajı çizebilirsin.
Şu bir gerçek ama, ne olursa olsun Burak Yılmaz'a inanmayacak isimler var. Saygı duyarım buna ama bazı şeyleri görmek, onu takdir etmek lazım.
Burak Yılmaz da bunu gösterdi. Sercan Yıldırım'a attırdığı gol sadece bir gol değil. Burak Yılmaz'a attığı gollerden ötürü kral deriz ama benim için gerçek krallığını burada kurdu. Geçmiş sezonlarda da 9-10 asist gibi rakamları olurdu ama insanlar attığı gollere odaklıydı. Haliyle de kaçırdığı gollere de, zorladığı, kendi kullandığı pozisyonlara da. En son Estonya maçında bu yüzden tribün tepkisi gördü.
Akhisar Belediyesi karşısında da iki golü var, bir anda dört gole ulaştı bile. 5 maçta 4 gol, üstelik ilk 11 başladığı ilk maç bu. Gayet iyi bir başlangıç. Umut Bulut'u konuşuyoruz ama Burak Yılmaz'ın da böyle bir başlangıcı var. Bir anlamda kaldığı yerden devam ediyor.
Ama kendinden öte yanında olan ismi de yüceltti. Sercan Yıldırım o ana kadar kötü oynuyordu, geçen sezondan bu yana en çok eleştirilen isimlerin başında geliyordu ve bu maçta da oynamasına şaşırmıştık, benim aklıla gelmemişti bile olası rotasyon hayallerimde.
Oradan bitirdiği çok pozisyonu gördük, kaleciyi de geçebilirdi aslında ama bekledi, Sercan Yıldırım'a çok güzel bir pasla golü attırdı. Hani bu adam bencildi diye sorarım o anda? Geçmişe odaklı yaşamamalıyız, Burak Yılmaz yeni bir gelecek inşasında ve o da gelişiyor. Ödülünü de Hamit Altıntop'un ona attırdığı golde aldı zaten.
Hamit Altıntop da gole çok yakın olan ama bir türlü golle buluşamayan bir isim ama kendisi kullanmadı, ısrarla Burak Yılmaz'ı bekledi ve golü attırdı. Bu golün yaratıcısı da attığı golle moral bulmuş ve futbolunu da yükseltmiş olan Sercan Yıldırım.
Tam bir dayanışma takımı oldu Galatasaray, gelen yeni oyuncular da bu havayı hemen kapıyor. Çok iyi bir takım olma yolundayız...
Şu bir gerçek ama, ne olursa olsun Burak Yılmaz'a inanmayacak isimler var. Saygı duyarım buna ama bazı şeyleri görmek, onu takdir etmek lazım.
Burak Yılmaz da bunu gösterdi. Sercan Yıldırım'a attırdığı gol sadece bir gol değil. Burak Yılmaz'a attığı gollerden ötürü kral deriz ama benim için gerçek krallığını burada kurdu. Geçmiş sezonlarda da 9-10 asist gibi rakamları olurdu ama insanlar attığı gollere odaklıydı. Haliyle de kaçırdığı gollere de, zorladığı, kendi kullandığı pozisyonlara da. En son Estonya maçında bu yüzden tribün tepkisi gördü.
Akhisar Belediyesi karşısında da iki golü var, bir anda dört gole ulaştı bile. 5 maçta 4 gol, üstelik ilk 11 başladığı ilk maç bu. Gayet iyi bir başlangıç. Umut Bulut'u konuşuyoruz ama Burak Yılmaz'ın da böyle bir başlangıcı var. Bir anlamda kaldığı yerden devam ediyor.
Ama kendinden öte yanında olan ismi de yüceltti. Sercan Yıldırım o ana kadar kötü oynuyordu, geçen sezondan bu yana en çok eleştirilen isimlerin başında geliyordu ve bu maçta da oynamasına şaşırmıştık, benim aklıla gelmemişti bile olası rotasyon hayallerimde.
Oradan bitirdiği çok pozisyonu gördük, kaleciyi de geçebilirdi aslında ama bekledi, Sercan Yıldırım'a çok güzel bir pasla golü attırdı. Hani bu adam bencildi diye sorarım o anda? Geçmişe odaklı yaşamamalıyız, Burak Yılmaz yeni bir gelecek inşasında ve o da gelişiyor. Ödülünü de Hamit Altıntop'un ona attırdığı golde aldı zaten.
Hamit Altıntop da gole çok yakın olan ama bir türlü golle buluşamayan bir isim ama kendisi kullanmadı, ısrarla Burak Yılmaz'ı bekledi ve golü attırdı. Bu golün yaratıcısı da attığı golle moral bulmuş ve futbolunu da yükseltmiş olan Sercan Yıldırım.
Tam bir dayanışma takımı oldu Galatasaray, gelen yeni oyuncular da bu havayı hemen kapıyor. Çok iyi bir takım olma yolundayız...
Galatasaray 3-0 Akhisar Belediyesi
Rotasyon beklentimi dile getiriyordum bir haftadır. Zorlu bir maratondayız çünkü, her ne kadar geçen sezon yaratılan play-off ortamı çerçevesinde yaşanan sıkıştırılmış maç trafiği olmasa bile Şampiyonlar Ligi'nde de yer alıyorsanız, üstelik yer aldığınız her kulvarda iddialıysanız rotasyon yapmanız kaçınılmaz. Rakibi de saygı duyarak, bir anda tüm 11'i değiştirmeden o ince dokunuşları yapmalısınız. Kimi futbolcu oynadığında bu isim rotasyona uğradı demeliyiz, kimi için ise teknik adam o futbolcuyu da görmek istedi.
Manchester United maçının ardından içeride Akhisar Belediyesi ile oynamak büyük bir şans. Fatih Terim de beklediğim gibi rotasyona giderek, Dany & Cris tandemini ilk kez kullandı, sol bekte Riera'yı görmek istedi, Amrabat'ı kenara aldı ve tekrar Emre Çolak'a formayı verdi ama kimse Sercan Yıldırım'ı tahmin edemezdi.
Galatasaray'ın bir numaralı silahi, ön alanda yaptığı baskı. Bu baskının da baş mimarları Umut Bulut ve Elmander. Bu ikiliyi kenara alıp, Burak Yılmaz ve Sercan Yıldırım'ı bir arada kullanmak bazı ezberleri bozdu aslında ama Sercan Yıldırım'ı bu baskıyı yapma anlamında fena görmedim. Burak Yılmaz'ın ona golü attırmasının da ardından daha fazla özgüveni yerine geldi ve verimli olmaya başladı. Burak Yılmaz'a ilk parantezi burada açıyoruz zaten, anti Burak Yılmaz timinin algısının bir parçası da onun bencil bir futbolcu olduğuydu.
Akhisar Belediyesi'nin olayı bu. Mücadele ederler ama maksimumu bellidir. Bu maçta da mücadele anlamında hiç fena değillerdi ama yapabilecekleri bir noktaya kadar erişebiliyor. Bikoko, Bruno ve Sertan gibi hızlı futbolcuları da yoktu bu maçta. Kontra silahını da kullanamadılar bu yüzden ve geriden attıkları uzun toparla Mehmet Yılmaz'ı etkin kullanmaya çalıştılar ama eldeki tek repertuar buydu. Mehmet Yılmaz'ın bu uzun toplarda Cris'le başa çıktığını, hatta üstünlük sağladığını söyleyebiliriz ama herhangi bir yardım gelmedi, başka bir silahları yoktu hücum olarak ve onlar için bu maç sonrası sadece iyi mücadele ettiler diyebiliyoruz.
Galatasaray'ın da noksan tarafları var aslında, rakibin Akhisar Belediyesi olmuş olması bunu gölgeleyebilir. Mayıs ayında bıraktığımız Melo'yu hala bulamadık mesela, orta sahadaki etkisi sıfıra yakındı ve böyle bir maçta bile Selçuk İnan ekstra oynamak zorunda kaldı. Melo'nun iyi oyunu Selçuk İnan'ı hücumda çok daha etkili kılacak ama Selçuk İnan fazlasıyla geriye gelmek zorunda kaldığı için hücumda yaratabildiği en önemli etki Burak Yılmaz'a attığı ara toplar ya da Umut Bulut & Elmander ikilisi olduğunda onlara attığı uzun toplar. Oysa şut atan, dikine topla müthiş koşular yapan Selçuk İnan'ı izlemek istiyoruz.
Gerçi bunda kanatları daha fazla kullanmak istememizin de nedeni var. Transfer döneminde kanatlara önemli yatırımlar yaptık ama hala maksimum faydayı sağlayamadık. Emre Çolak etkisizdi, Hamit Altıntop da kötü başladı ama devamını iyi getirdi. Oynadığı en kötü maçta bile gole çok yakın bir isim Hamit Altıntop. Eğer bir gol atması durumunda devamı gelecektir ve ben ondan geçen sezon Melo'nun yakaladığı gol, asist istatistiğini bekliyorum. Burak Yılmaz'a attırdığı golle de o da krallığını ilan etti aslında, Galatasaray'ın bir dayanışma takımı olduğunu kanıtladı bu ikili.
Akhisar Belediyesi savunması ağır, Kürşat Duymuş gibi bir isim var stoperde. Elde olan imkanlarla ancak bu kadarını yapabildiler ve ön alanda baskı yedikleri anlarda da topu iyi çıkaramıyorlar, arkaya atılan her topta kalelerinde çok büyük tehlike. Galatasaray'ın golleri de bu şekilde geldi, bu anlamda Burak Yılmaz ve Sercan Yıldırım etkili oldular ama Sercan Yıldırım'ın oynama nedenini, yabancı hakkının hepsini savunmada kullanılmasına bağlıyorum ben. Yine de Fatih Terim görev veriyor, herkese her an şans gelebilir, şaşırdık bizler de bu rotasyonda.
Galatasaray'ın önünde bir haftalık boşluk var, şimdi iyi bir dinlenme ve devamında gelen Orduspor deplasmanı. Bu açıdan da baktığımızda Akhisar Belediyesi maçının zamanı mükemmel bir ana denk geldi. Rahat bir galibiyetti, 3-0 net bir skor, ne olursa olsun gol yenmemiş olması da güzel ama hücumda çok daha organize bir Galatasaray bekliyordum ben, bazı anlarda yaşanan uyumsuzluklar ortada. Doğru karar verilmesi gereken anlarda yanlış kararlar görüyoruz, Emre Çolak ve Amrabat'ın tercihleri gibi. Bunu aşmak lazım...
2-0'ı Koruyamama Alışkanlığı
Sezon başında yaşanan yeni başkan arayışları, bu arayışlar içerisinde kayyumun ucundan dönme süreci derken Emin Kar'la birlikte gelen yeni bir Samsunspor. Kimsenin taşın altına elini uzatmadığı bir noktada, kimse bu işe talip değilse ben varım diyerek geldi Emin Kar ve dar bir zamanda hem yeni bir kadro kuruldu, hem de geçen sezondan kalan kadro enkazı temizlendi.
Her yeni kadronun da belli bir zamana ihtiyacı var, Samsunspor'un da ihtiyacı olduğu gibi. İlk 11'e baktığımızda Hakan Arslan dışında geçen sezondan kalan bir isim yok, kadronun da yüzde 95'i değişmiş durumda. Artı olarak yeni bir teknik adam derken Samsunspor'un böylesi bir zorlu süreç yaşayacağını zaten tahmin ediyordum.
Ama beklediğimden çok daha iyi bir kadro kuruldu. Önce ekonomik şartlar ortaya kondu, takımın tavan ücreti belirlendi ve bu şartların dışına çıkmadan {üstelik kısa bir zaman aralığında} kurulabilecek en iyi kadrolardan biri kuruldu. Samsunspor adına umutluyum, Süper Lig mücadelesi verecektir bu sezonda da. Çıkar ya da çıkamaz, bunu zaman belirler ama Emin Kar'ın yarattığı havanın taraftarlar açısından büyük bir kredisi var.
Samsunspor'un Süper Lig'e çıktığı sezonu düşünüyorum da bundan daha kötü bir başlangıcı vardı, zamanla taşlar yerine oturmuştu. Bu yüzden yine beklemek lazım ama bu tip bir başlangıç üzücü. Ligin ilk maçında son dakika yediğin golle berabere kalıyorsun, devamında Göztepe'yi son dakika golüyle yeniyorsun. Kartalspor deplasmanında 2-0 öne geçiyorsun ama son dakikalarda 2-2 oluyor maç ve son olarak Boluspor karşısında da 2-0 öne geçmene rağmen maç birkaç dakika içerisinde 2-2'ye geliyor.
Samsunspor, kalecilerden yana çok şanslı. Bu sezonda da Soner Şahin gerçeği var. Samsunspor'un bu sezon oynadığı dört maça da damgasını vuran isim. Son olarak Boluspor maçını izledik, Samsunspor 2-0 öne geçmesine ve o ana kadar da iyi oynamasına rağmen 2-0'dan sonrası tam bir kargaşa. Maç 2-0'dan 2-2 olmasına rağmen Samsunspor açısından bir puan iyidir diyorum, çünkü Boluspor'un kaçırdığı pozisyonlar ve Soner Şahin'in çabası ortada. Böylesine iyi bir kaleciye sahip olmak büyük şans, uzun vadede bunun getirisini daha iyi görecekler.
Şöyle bir fark da vardı Boluspor maçında. Boluspor'un forvetinde Djıehoua oynuyor, arkasında da Cafercan Aksu gibi bir isim. Cafercan Aksu, bu ligin Fernandes'i olmuş, bu çok net. Djıehoua ise Antalyaspor'dan da tanıdığımız bir isim. Çok güçlü bir futbolcu. Samsunspor'da ise forvet Roberts, arkasında ise bu tip bir 10 numara tarzı futbolcu yok. Nsumbu o ihtiyaç için alındı ama henüz kendisini 11'de izleyemedik. Bu iki pozisyonda oynayan futbolcuların da farkı zaten maçın özeti. Bir de kaleci faktörünü ekliyoruz buna.
Şu da bir eksiklik, Samsunspor'un mevcut 11'inde kim lider çözemedim. Saha içerisinde yenilgiye isyan eden futbolcular yok. Murat Yıldırım bu işi yapardı mesela, onun boşluğu çok net şekilde aranıyor. Turgay Gölbaşı eski kaptan olmasına rağmen bu tarz bir futbolcu değil ve Samsunspor'un böyle bir karakteri mevcut kadrosundan mutlaka çıkarması lazım.
Savunma hattında da iletişim sorunu büyük, bunu belirtelim. Kimsenin kimseyle alakası yok ve yenen goller de hep anlık pozisyonlar. Kaleci faktörü olmasa daha vahim sonuçlar doğabilir, bu yüzden savunma dörtlüsünün iletişimi sağlaması, istikrarı yakalaması şart. Kere çok inandığım bir stoper değil, bunu tekrar belirtmem lazım ama beklemek lazım yine de, arkada bekleyen Gurur Yazar gibi yetenekler de var aslında, sakatlığı geçti mi, ne durumda kendisi çok merak ediyorum. Aynı şekilde Burak Çalık'ta bu ligde etkili olabilecek bir forvet tipi, o da ne durumda bilmiyorum.
4 maçta alınan 3 beraberlik ve 1 galibiyet var elde. Gelen beraberliklerin biri son dakikada yenen gol, diğer ikisi de 2-0'dan dönen maçlar. Alınan galibiyette gerçi son dakikada atılan golle geldi ama Samsunspor'un 2-0 öne geçtikten sonra defansa çekilme alışkanlığını çözmesi lazım, nitekim bu takım savunmasından ziyade hücumuyla fark yaratabilecek tipte. Savunmada büyük iletişim sorunları var ama ısrarla savunmaya gömülme isteği. Orta sahadan da sorumluluk alabilecek bir futbolcu çıkmadı henüz, an geliyor takım hücumda top dahi tutamıyor. Erhan Altın da bazı anlarda oyunu iyi okuyamıyor, değişiklikler geç geliyor.
Sorunlar var ama umudu yüksek tutmak lazım, kadro kalitesi ve teknik adam bence gayet iyi, zaman gerekli ve zaman geçtikçe takım çok daha iyi seviyeye gelecektir. Samsunspor'un deplasman maçlarından çekinmem mesela, Çaykur Rizespor karşısında Samsunspor'un yüksek şansı var ve alınacak bir galibiyetle birlikte bu alışkanlıkta elde edilecektir.
22 Eylül 2012 Cumartesi
Rixos ve TÜBAD Turnuvalarının Ardından
Rixos ve TUBAD turnuvasına genel bir bakış yapmak istedim ve öncelikle her transfer yazısında bir şeyden bahsettim. O da cok iyi niyetli, mücadeleden kaçmayan ve kazanma karakterine çok tecrübeli oyuncuları kadroya katıyoruz demiştim.
Daha bunun kokusu hazırlık turnuvalarından çıktı ve sonuna kadar mücadele gördük. Doğru vakitte yapılan hamlelerle. Özellikle de şunu gördüm, geçen sezon Galatasaray'dan bahsederken tamamen bir savunma takımı diyorduk ancak bu sezon öyle demeyeceğiz. Çünkü Ergin Ataman iki tarafı da düzenli ve istikrarlı yapma yolunda takıma gerekli gözdağını vermiş gözüküyor.
Rixos'da savunmamız çok ön planda görünmüştü ve hücumda yeni oyuncuların birbirini tanıma evresi derken sıkıntı yaşadık. Ayrıca takımın en hücum gücü yüksek oyuncu Henry Domercant'ın yokluğunun da payı büyüktü.
TUBAD'da ise ikinci Bologna maçında savunmada sıkıntı yaşadık ama beni hiç endişelendiren bir durum olmadı. Çünkü geçen yıldan bambaşka bir takım, başka bir sistem ve koç derken beraber yapılan idmanlar ile oyuncuların sahada iyice birbirini tanıması ile aşılacak sıkıntılar gördük turnuvalarda. Özellikle Macvan, N'Dong ve Ender'in takım ile hiç idman yapmadan Rixos'a katıldığını da hatırlatmak gerek.
Oyuncuları tek tek yorumlarsak benim kendi beklentim altında kalan bir oyuncu olmadı, herkes işini daha başından benimsemiş görünüyor. Milan Macvan, genç bir oyuncu. Takım ile idman yapmadan Rixos'a katıldığını ve çok az idman ile de TUBAD'a cıktığını belirteyim. Önce ki TUBAD'ı fena geçirmedi, savunmada az sayıda yaptığı pozisyon hataları dışında onun sezon içerisinde ne kadar değerli bir oyuncu olduğunu şüphesiz göreceğiz.
Boniface N'Dong için de bir şeyler demek istiyorum. Ergin Ataman sanırım onun yaşından ve tecrübesinden ötürü çok sahada tutmadı ancak sahada olduğu vakitler boyalı alanı o uzun kolları ile nasıl kararttığını maçları takip edenler kesinlikle görmüştür. Böylesine tecrübeli bir oyuncunun takımda bulunması hem soyunma odası hem de iki genç aslan Furkan Aldemir ve Sertaç Şanlı için büyük şans olarak görüyorum. N'Dong'dan ve Erwin Dudley'den hücum ve savunma olarak alacakları çok şey var.
Jamont Gordon için ise onu bu iki turnuvada, özellikle TUBAD'da çok hücuma yönelik oynadığını görmedik. Sakin şekilde oynuyor ve savunmada hareketli baskısı yerinde bir oyun sergiliyor. Ama bu Gordon'da daha fazlası var sanırım, daha ısınma ve zaman ile onları da göreceğiz.
Domercant ve Hawkins icin bir şey demeye pek gerek yok diye düşünüyorum ancak Domercant'ın umarım sakatlığı ciddi degildir. Bu takımın ona cok ihtiyacı var, çünkü çok önemli, değerli bir oyuncu. Domercant'in Hawkins ile aynı anda sahada oldugu vakit, Galatasaray seyircisinin daha rahat bir maç izlediginden ve izleyeceginden şüphem yok.
Ve son olarak Ergin Ataman için bir şeyler söylemek gerekirse, Ataman asla tek birşeyi iyi yapmayı sevmeyen bir koç olduğunu Beşiktaş'dan sonra Galatasaray'a geldiği vakit bunu yine gösterdi. Temel unsur olarak hem hücumu hem savunmayı aynı anda aynı düzeyde tempolu yapmak bunun hafif bir gösterimiydi.
Şu iki turnuvada benim sezon içerisinde hem Türkiye Ligi ve Eurocup arenasında beklentim bu oyundan çok daha iyisi. Umuyorum ki Hawkins iki kupa daha kaldıracak..
Çağatay Aydın
Harry Kewell
Çocukluğumda daha fanatiktim, rakiplerin en güçlü futbolcularını da kendime hedef seçerdim. Hele ki, Leeds United maçında oluşan ortamı ve yaratılan gerilimi düşündüğümüzde o zamanlar Leeds'in altın çocuğu olan Harry Kewell bir numaralı hedefim haline gelmişti. Onunla çok iyi başlayan bir mazim yoktu anlayacağınız.
Sonra yıllar geçti, o yıllar içerisinde Kewell'ı Liverpool formasıyla izledik derken Kewell'ı Galatasaray formasıyla izlemeye başladık. Haldun Üstünel'in ilk icraatlarından aslında, onun yarattığı yıldız harekatının ilk isimlerinden biri oldu.
Sessiz ve derinden ilerleyerek, basına da müthiş bir ters köşeyle Kewell'ı takıma kazandırdı. Bir akşam televizyonu açtığında Harry Kewell Galatasaray'da diye yazıyordu ve çok şaşırmıştım.
Geçen üç sezon içerisinde de Kewell'ın Galatasaray'a kattığı müthiş şeyler var. Kewell bir ruh oldu, karakter anlamında Galatasaray ona o da Galatasaray'a çok yakıştı, formanın hakkını sonuna kadar verdi. Belki kulüp bazında beklenen başarılar gelmedi ama bizler Kewell'ın Galatasaray'da olmasının gururuyla geçen yıllar yaşadık.
Hamburg maçını hatırlıyorum. Takımın elinde stoperi kalmamış, teknik direktör Bülent Korkmaz'ın çaylak zamanları ve çok zor durumda bir Galatasaray var. Avrupa'ya kendi adını yeniden duyurduğu sezon ve Avrupa Ligi 4. turundasınız. O turu geçmeniz durumda önünüz açık, belki kupa yürüyüşünüz başlayacak.
O noktada bu adam çıkıyor ve ben stoper oynarım diyor. Altyapıda eğitimini almış ve bu sorumluluğu almak istiyor. İyi oynadı kötü oynadı, doğruydu yanlıştı mesele bu değil. Mesele Kewell'ın aldığı o sorumluluk. Kaç futbolcu henüz bir sezonu tamamlamadığı bir takım için böyle bir sorumluluğun altına girer. Kewell sadece bu olay için bile efsanedir.
Ondan sonraki sezona bakıyorum, Baros sakatlanmış ve forvetsiz kalmış bir anlamda Galatasaray. Kewell geçiyor forvete ve o sezon sakatlık yaşamasaydı eğer belki de gol kralı olacaktı, öyle bir istatistik yakalamıştı. O sezon ligin ilk devresinin en değerli futbolcusuydu ama onun bitmek bilmeyen kabusu olan o sakatlıklar engel olmuştu.
O sakatlıklar olmasa zaten kariyeri farklı şekillenecekti. Çok iyi durumda olan bir Galatasaray'da olmasını isterdim aslında Kewell'ın, onu ekonomik kullanabileceğimiz ama zor süreçlerin futbolcusu oldu o ve geçen kötü sezonların içerisinde yer aldı. Geçen sezon Baros'un gördüğü gibi onun da şampiyonluk görmesini isterdim. Ne durumda olsun, Kewell > Riera gibisinden çok yorum yaptım geçen sezon.
Fazlasıyla duygusal baktığımın farkındayım ama bu adam benim Galatasaray tarihinde en çok sevdiğim futbolcudur. Nefretten sevgiye uzanan bir yol benim için ve asla da unutmayacağım. Bugün Kewell'ın doğum günü, 34 yaşına bastı ve futbol kariyerini kendi ülkesinde bitirme niyetinde. Biz de arada Kewell'ın Melbourne Victory formasıyla attığı şık golleri izliyor ve tekrar eski günlere dönüyoruz o günlerle.
63 maçta attığı 22 gol var Kewell'ın Galatasaray formasıyla. 3 sezon forma giydi, bu 3 sezonun neredeyse 1.5 sezonunu sakat olarak geçirdi ama Kewell yani, oynadığı anlarda yaptıkları ortada. Doğum günün kutlu olsun..
21 Eylül 2012 Cuma
Neydim Ne Oldum Diyenler
İyi kötü Türkiye kariyeri olan bir futbolcu. İki sene Beşiktaş, Gladbach'da geçirdiği kiralık dönem derken Samsunspor'la yolları kesişen bir futbolcu. Ne verdi peki bu ülkeye, oynadığı takımlara diye soracak olursak verebileceğimiz fazla bir cevap yok. Aklımda kalan iki tane olayı var. Birincisi Beşiktaş'ta oynadığı ilk resmi maçta IBB'ye attığı uzaktan şık bir gol, ikincisi ise yakından takip ettiğimden kaynaklı bildiğim Samsunspor'da geçirdiği çok kötü bir sezon.
Fink öyle ya da böyle Anadolu açısından değerli bir adam olmalıydı aslında, Beşiktaş'ta felaket yıllar geçirmedi ama yabancı kontenjanı uygulanan bir ortamda da fazla üzerine düşülmedi. Ernst etkisi varken aynı Alman kanını taşıyan Fink'ten de öyle bir etki beklendi belki ama olmadı. Beşiktaş'ta onu elden çıkarma yolları ararken transferin son günlerine doğru karşılarına Adnan Sezgin çıktı ve Fink'i Samsunspor'a getirdi.
Hep söylediğim şey, Samsunspor'un geçen sezon ilk maçı olan Gençlerbirliği maçı. İnanılmaz bir ilk yarı, o yarıda da Fink'in müthiş etkisi. Ben çok umutlanmıştım ama o maçın ardından geçen koca sezonda Fink'in aklıma gelen bir tane dahi iyi maçı yok.
Piyasası düştü diyemem aslında, nitekim Petkoviç oradan doğru Lazio yapabildi, Fink de en azından Türkiye'de kalabilirdi ya da orta ölçekli bir ülkenin herhangi bir takımında forma giyebilirdi ama transferin son gününe kadar ondan ses seda çıkmadı derken bugün Avusturya 2. Lig takımı SCR Altach´da idmanlara başladığının haberini aldık.
Piyasa düşer de böyle mi düşer, bu adam 35'ine basmadı, 30 yaşında ama Samsunspor'da geçirdiği dönem bir o kadar kötü bir dönemdi. Fink, Dominguez, Bance gibi adamlar aklıma geldikçe sinirleniyorum, beklenti ancak bu kadar karşılanamazdı.
Pino'dan da haberler var. Bu transfer döneminin en çok konuşulan isimlerinden birisi. Yaz döneminde attığı twitlerle önce Galatasaray gündemine, Galatasaray'ın da idmanlara başladığı ilk gün Pino ile yolları ayırmasıyla da birlikte Anadolu'nun gündemine düşmüştü.
Benim sevdiğim bir futbolcudur, eskiden inanıyordum da ama sakatlık dönemi derken inancımı yitirmiştim ama Yattara misali düşünüyordum onun için. Nitekim o da Mersin İdman Yurdu yolunu tutmuştu Pino gibi. Mersin İdman Yurdu'nun güzel bir ofansif hattı var, Pino ile de birlikte daha ilginç bir hal alacaktı ama Pino 1-2 idmana çıktıktan sonra hadi eyvallah dedi, olan Mersin İdman Yurdu'nun Galatasaray'a verdiği 100 bin avro'ya oldu.
Sonrasında bu ayrılığın nedenlerini aradık, Pino neden ayrıldı bir anda gibisinden. Mersin için can atan bir futbolcuydu sonuçta, biri aklına girmiş olabilir derken Spartak Moskova Pino'yu istiyor dediklerinde çok şaşırdım, inanmakta zorluk çektim ve bu olayın aslı çıkmadı.
Ama ayrılığın temeli bu düşünceye dayalı. Pino'ya Olympiakos'dan bir teklif geldi ama çok uzadı o iş. Transfer dönemini falan da geçti bu olay, Pino takımsız kaldı derken Ocak ayı transfer dönemine kadar onu denemeye kadar verdi Olympiakos. Yunan futbolu krizde ve yaratabilecekleri seyir zevkini de bu tip maliyeti düşük, hatta olmayan kreatif futbolcularda arıyorlar.
Pino beğenilir mi, yoluna Yunanistan'da mı devam eder göreceğiz...
Fink öyle ya da böyle Anadolu açısından değerli bir adam olmalıydı aslında, Beşiktaş'ta felaket yıllar geçirmedi ama yabancı kontenjanı uygulanan bir ortamda da fazla üzerine düşülmedi. Ernst etkisi varken aynı Alman kanını taşıyan Fink'ten de öyle bir etki beklendi belki ama olmadı. Beşiktaş'ta onu elden çıkarma yolları ararken transferin son günlerine doğru karşılarına Adnan Sezgin çıktı ve Fink'i Samsunspor'a getirdi.
Hep söylediğim şey, Samsunspor'un geçen sezon ilk maçı olan Gençlerbirliği maçı. İnanılmaz bir ilk yarı, o yarıda da Fink'in müthiş etkisi. Ben çok umutlanmıştım ama o maçın ardından geçen koca sezonda Fink'in aklıma gelen bir tane dahi iyi maçı yok.
Piyasası düştü diyemem aslında, nitekim Petkoviç oradan doğru Lazio yapabildi, Fink de en azından Türkiye'de kalabilirdi ya da orta ölçekli bir ülkenin herhangi bir takımında forma giyebilirdi ama transferin son gününe kadar ondan ses seda çıkmadı derken bugün Avusturya 2. Lig takımı SCR Altach´da idmanlara başladığının haberini aldık.
Piyasa düşer de böyle mi düşer, bu adam 35'ine basmadı, 30 yaşında ama Samsunspor'da geçirdiği dönem bir o kadar kötü bir dönemdi. Fink, Dominguez, Bance gibi adamlar aklıma geldikçe sinirleniyorum, beklenti ancak bu kadar karşılanamazdı.
Pino'dan da haberler var. Bu transfer döneminin en çok konuşulan isimlerinden birisi. Yaz döneminde attığı twitlerle önce Galatasaray gündemine, Galatasaray'ın da idmanlara başladığı ilk gün Pino ile yolları ayırmasıyla da birlikte Anadolu'nun gündemine düşmüştü.
Benim sevdiğim bir futbolcudur, eskiden inanıyordum da ama sakatlık dönemi derken inancımı yitirmiştim ama Yattara misali düşünüyordum onun için. Nitekim o da Mersin İdman Yurdu yolunu tutmuştu Pino gibi. Mersin İdman Yurdu'nun güzel bir ofansif hattı var, Pino ile de birlikte daha ilginç bir hal alacaktı ama Pino 1-2 idmana çıktıktan sonra hadi eyvallah dedi, olan Mersin İdman Yurdu'nun Galatasaray'a verdiği 100 bin avro'ya oldu.
Sonrasında bu ayrılığın nedenlerini aradık, Pino neden ayrıldı bir anda gibisinden. Mersin için can atan bir futbolcuydu sonuçta, biri aklına girmiş olabilir derken Spartak Moskova Pino'yu istiyor dediklerinde çok şaşırdım, inanmakta zorluk çektim ve bu olayın aslı çıkmadı.
Ama ayrılığın temeli bu düşünceye dayalı. Pino'ya Olympiakos'dan bir teklif geldi ama çok uzadı o iş. Transfer dönemini falan da geçti bu olay, Pino takımsız kaldı derken Ocak ayı transfer dönemine kadar onu denemeye kadar verdi Olympiakos. Yunan futbolu krizde ve yaratabilecekleri seyir zevkini de bu tip maliyeti düşük, hatta olmayan kreatif futbolcularda arıyorlar.
Pino beğenilir mi, yoluna Yunanistan'da mı devam eder göreceğiz...
20 Eylül 2012 Perşembe
Uefa'nın Maçın Adamı Seçimi; Hamit Altıntop

Kalite ve tecrübe hamlesidir Hamit Altıntop, bunu da en iyi şekilde Manchester United karşısında yansıttı. Selçuk İnan'ın hücum anlamında çok fazla ön plana çıkmadığı bir maç izledik aslında, özellikle de ilk yarıda. Galatasaray'ı hücuma taşıyan isim, sürükleyen futboluydu Hamit Altıntop.
12 km koştuğu bir maç, gerçekten çok çılgın bir istatistik bu...
Cris & Dany Değişikliği

Cris'in transferi açıklandığında şöyle bir yorumum vardı, Dany ve Semih Kaya ilk tercih olur ve Cris bu isimlere alternatif yaratmak adına transfer edilmiştir. Transferi de zaten bu yüzden çok eleştirdim, çünkü Dany geçen maçlarda bana pek güven vermeyen bir stoperdi.
26 yaşında, bence genç sayılabilecek bir yaşta. Stoper için söylüyorum bunu. Belli özellikleri de var, fazlasıyla ön plana çıkan. Hızı mesela, inanılmaz hızlı bir stoper. Kasımpaşa maçında bir pozisyon vardı, geriden gelip K.Uche'yi durdurduğu. İnanılmaz hamleleri var ve hızıyla kaynaklı özelliklerini çok iyi kullanıyor ve onu farklı kılan unsurlar bunlar.
Korkum şu yöndeydi, özgüveni tavan bir stoper. Nesta vari bir özgüven bu ama Dany, Nesta değil, sorun o zaten. Topu alıp rakip geçme denemeleri, inadına topu taca ya da auta atmaması, topu ayağında çok tutması, aşırı sıklıkta topla hücuma çıkma denemeleri gibi.
Şampiyonlar Ligi hata affetmiyor, Manchester United karşısında yaşadığımız da bu oldu. Takımı övüyoruz ama yenen gole bakalım. Dany erken bir hamle yapıyor, alanını boşaltıyor ve rakibin golü oradan geliyor. Ayrıca maçın ilk 20 dakikasında da Dany'nin basit oynamayıp topu ayağında tutuşu, taca ya da auta atmadan riskli tercihleri fazlasıyla vardı.
Ama o Dany maçın adamlarından biri, hatta İngiltere basınına göre de maçın adamı. Bizler Cris tercihini beklerken, tecrübesi yeter derken gelen Dany tercihini yadırgadık. Oysa Fatih Terim yine farkını ortaya koydu.
Galatasaray'ın sol tarafını resmen bitirdi Valencia. Hamit Altıntop'un ilk yarının son 5 dakikası sol kanada geçişine kadar Hakan Balta'yı yedi bitirdi bir anlamda. Kurtarıcı ise Dany oldu, eğer Cris tercih edilmiş olsaydı sol stoper olarak oynayacaktı ve Hakan Balta'nın da ağır kalmasını işin içine katarak Cris'in bu bu olaya girişi belki de Kagawa'yı falan da işin içine sokacaktı. Valencia tehditini görerek böyle bir tercih yaptı bence Fatih Terim ve maçın hareketiydi bir anlamda.
Geçmiş maçlarda verdiği güvensizliği bir anda silip attı Dany ve şimdi kendisini konuşur olduk. Semih Kaya ve Dany beraber olmaz, bir tecrübe hamlesi şart derken bu isimler belki de birlikte oynayarak tecrübe kazanacaklar. Dany'nin eksiği çok tabii, bu özgüveni törpülemesi ve olumlu kullanması şart.
Ne kadar iyi oynarsa oynasın yaptığı bir hata golü getirdi, Şampiyonlar Ligi arenası hata affetmiyor ama telafisi var bu durumun...
Manchester United 1-0 Galatasaray, Umutlar Haklı ve Gerçekçiydi

Maçı yazmadan, konuşmadan önce söylenmesi gereken, Fatih Terim'e bu takımı yarattığı için teşekkür etmektir. Geçen sezon kuruldu bu takım ama 1.5 sene içerisinde geldiği nokta ortada. 1.5 sene önce ligdeki konum ile dalga geçilirken bugün Manchester United'a kafa tutan ve helal olsun dedirten bir takım izliyoruz.
Geçmiş yıllara inelim, Manchester United ile oynanan maçlara. Türk takımlarının felsefesi bu tip takımlara karşı {galibiyetten başka çaresinin olmadığı zamanlarda} savunma yapayım, orta sahayı kalabalık tutayım, sistemimi değiştireyim gibisinden olur. Doğaldır da bu, doğru savunmayı yaptığınız sürece, iyi bir kaleciniz varsa ve biraz da şans yanınızda olursa istediğinizi alabilirsiniz.
Fatih Terim'i bu yüzden seviyorum, rakip kim olursa olsun sisteminden ödün vermiyor. Rakibe göre kadrolar çıkmıyor ortaya, Galatasaray bildiği gibi oynuyor. Manchester United karşısında bu durum değişmedi. Üstelik Elmander'i de kenara alıp Burak Yılmaz'la başladı oyuna, iki ciğersiz forvetten birini kenara alarak.
İlk 11'ler açıklandığında Dany tercihini yadırgadık, Cris'in tecrübesi yeter dedik, en zor maçta bu tecrübeden yararlanmayacaksak neden Cris transferi gerçekleşti dedik ama Dany tercihi maç başı beklemediğim bir durumdu. Maç içerisinde gördüm bu tercihin nedenini, Hakan Balta'nın da ağır olmasından yola çıkarak sol iç stopere hızlı, hamleli bir oyuncuyu koymak istedi. Buna rağmen Valencia, özellikle de ilk yarıda Galatasaray'ın sol tarafını çok iyi işledi ama sol iç stoper Cris olsaydı bu ağırlıktan kaynaklı belki daha ağır sonuçlar olacaktı.
Yenen golde Dany'nin pozisyon hatası var aslında, erken çıkıyor orada ve boşalttığı alandan gol geliyor. Bir de aşırı özgüveni, basit oynaması gereken yerde zoru seçmesi ama bunlar ilk 15 dakika içerisinde gerçekleşenler. Sonrasında Dany oldukça etkili oldu, Semih Kaya'yla beraber hızlı ve hamleli oyunları Van Persie ve Kagawa etkisini yaşatmadı bu maçta.
Aslında Galatasaray ve Manchester United'in iyi yaptığı şeyler aynıydı bu maçta. Her iki takımda hızlı çıktığında etkili oldular. Manchester United soldan Valencia'yla, Galatasaray ise sağdan Hamit Altıntop ile hücumlarını sürüklediler ve etkili oldular.
Galatasaray da çok fazla organize olamadı aslında, basit tercih hataları fazlasıyla vardı. Amrabat başı çekti mesela burada ama iyi yaptığı birşey varsa o da kontra silahını müthiş kullandı. Orta sahada Scholes'in bu maçta oynaması avantaj mı yoksa dezavantaj mı diye düşünürken maç içinde avantaj olduğu görüldü. Melo fizik olarak yeterli olmamasına rağmen, ikinci yarıda Selçuk İnan biraz oyuna ağırlık koyduğunda orta saha üstünlüğünü ele geçirdi Galatasaray, topa daha fazla sahip olan, çok daha fazla pas yapan takımdı. Maç sonu istatistiklerinde de bu net şekilde görülüyor.
Şans önemli bir faktör, kaleci önemli bir faktör, hakem daha da önemli bir faktör. Maç başında Umut Bulut'un, sonunda da Aydın Yılmaz'ın pozisyonları penaltı ama aynı müdahaleyi Burak Yılmaz Rafael'e yaptığında hakem penaltıyı çaldı. Kaleci faktörü ön plana çıktı o anda ve maçın genelinde de. Bu tip maçlarda kalecinizin performansı çok önemli ve Muslera da maç boyunca yapması gerekeni fazlasıyla yaptı.
Eboue erken yoruldu bu maçta, çabuk oyundan düştü. Hakan Balta ise önünde Amrabat'ın olduğu anlarda Valencia'ya karşı bile koyamadı. Ayrıca Evra ve Rafael'in de hücum etkisini gördük, Manchester United'in kanatlardan geldiği her an büyük tehlikeydi ama stoperlerin çabuk hareketlenmesi Galatasaray'ın avantajıydı. Aynı etkiyi Galatasaray gösteremedi ama, Hamit Altıntop'un sağdan hücumu sürüklemesi haricinde o kanat etkisi yoktu. Ama ortadan çok daha etkili olan bir Galatasaray vardı.
Maçtan önce dediğimiz gibi, yenilse bile helal olsun dedirten bir takım görmek istiyorduk ve ben beklediğimi, istediğimi fazlasıyla aldım. Old Trafford gibi bir deplasmanda 4-4-2 oynamak, rakibe kendi futbolunda karşılık vermek, bu mücadeleyi ortaya koymak, böyle pozisyonlara girmek ve maç sonunda galibiyeti kaçırdık diyebilmek.
Büyük iş bunlar, Galatasaray bugün Şampiyonlar Ligi'nden ne istediğini kanıtladı...
19 Eylül 2012 Çarşamba
Beckham'ın Manchester United Formasıyla İlk Golü

Manchester United ise farklı bir detay hatırlattı, onların da Galatasaray'la ilgili hatırlattığı ilginç anlar var. 7 Aralık 1994 tarihinde oynanan ve Manchester United'in 4-0 kazandığı Şampiyonlar Ligi maçında David Beckham, Manchester United formasıyla ilk golünü Galatasaray karşısında atmıştı.
Camia Tecrübeli Ama Futbolcular?

Muslera'nın ilk Şampiyonlar Ligi maçı olacak mesela bu. Yaşına oranla önemli bir tecrübesi var, özellikle de Milli Takım'la kazanımlarıyla ama Şampiyonlar Ligi arenasındaki ilk tecrübesi olacak. Onun piyasasını göz önüne alarak çok önemli bir vitrin burası.
Cris'e bakınca 58 tane Şampiyonlar Ligi maçı var ve 3 de gol atmılş. Bu gollerden birini de zamanında Fenerbahçe karşısında bulmuştu. Transfer edilme nedeni bu tecrübesi zaten, çünkü onun partneri olacak Semih Kaya'nın da ilk Şampiyonlar Ligi deneyimi olacak bu. Hollanda karşısında Van Persie'yi savunmakla, Manchester United karşısında Van Persie'yi savunmak arasında ne gibi farklar olacağını göreceğiz.
Hakan Balta da bu tecrübeyi ilk kez yaşayacak futbolcularımızdan. Oysa takımda tecrübeye yüz tutmuş isimlerden biri ama Galatasaray'ın bu Şampiyonlar Ligi'nden uzak 5 yılında yer aldığı için bu vitrine ilk defa adımını atacak. Onun aksine Eboue çok önemli bir tecrübe, 48 tane Şampiyonlar Ligi maçı var ve Arsenal'le önemli işlere de imza attı. Onun tecrübesi de en az Cris kadar mühim.
Takımın belki de en önemli kozu olan Selçuk İnan'ın da ilk Şampiyonlar Ligi deneyimi olacak. Muslera misali onun adına da büyük bir vitrin burası ve Milli Takım'la da uzun zamandır pek ortada görünmediğimizden Selçuk İnan onlar adına kapalı kutu ve bu bizim avantajımız. Manchester United forumlarında adı geçiyor, dikkat edilmesi gerekiyor deniyor ama yine de ilk defa bu maçta izleyecekler bence. Partneri Melo'nun ise 12 Şampiyonlar Ligi maçı var ve o da önemli bir tecrübe. Ayrıca kendisini yeniden kanıtlaması adına fırsat, Türkiye Ligi'nde yaptıkları bir yere kadar, onu Brezilya Milli Takım'ına taşıyacak yol bu arenadan geçiyor.
Amrabat'ın PSV günlerinden kalma 3 tane Şampiyonlar Ligi maçı var. Yabancısı değil, ayaklar titremeyecektir bu yüzden ama yaşı ve yeteneğiyle orantılı bu vitrin onun açısından da çok mühim. Hamit Altıntop'un ise 27 Şampiyonlar Ligi maçı var ve tecrübesiyle takıma yol gösterecek isimlerden biri de o. Bayern Münih, Schalke 04 gibi önemli şanslar bulduğu takımlarla bu ligin havasını fazlasıyla aldı.
Forvet tercihleri ise Elmander ve Umut Bulut olacaktır. Onların karnesine baktığımızda ise Elmander'in 2 Şampiyonlar Ligi maçı var, Umut Bulut'un ise ilk tecrübesi. Ferguson'un Umut Bulut için söyledikleri şeyler çok gurur vericiydi, belli ki Umut Bulut'u takip etmiş ve bu sezon iyi başlangıcının farkında. Elmander'i de Premier Lig günlerinden tanıyorlar zaten ama bu ikili belli bir yaşa gelmiş ve sahada heyecandan öte mücadele gösteren futbolcular. Kaç maç oynadıkları bu anlamda çok mühim değil bana göre.
Tabii bu maç sayılarında ön eleme maçlarının da dahil olduğunu hatırlatalım, hepsi grup maçları değil.
Kadroya genel olarak baktığımızda ise, Sabri Sarıoğlu'nun 12 maçı göze çarpıyor ilk olarak. Daha önce Galatasaray formasıyla Şampiyonlar Ligi görmüş tek futbolcu konumunda. Riera'nın 11 maçı görünüyor ve Liverpool günlerinden kalma bir istatistik bu.
Milan Baros ise bu ligin çok büyük bir tecrübesi ve 22 maça çıkmış ama kadroda düşünülmediğinden bu tecrübeden çok zor durumlar yaşanmadıkça faydalanmayacağız gibi.
Burak Yılmaz'ın da 8 maçı var ve bu da önemli bir rakam aslında. Sercan Yıldırım da 6 maça çıkmış ve attığı 1 gol var. Ertuğrul Sağlam her Şampiyonlar Ligi maçında Sercan Yıldırım'a formayı vermişti ama o zaman beklenen etki, o patlama kendisinden gelmemişti.
Şu da ilginç bir detay, Galatasaray'ın Avrupa'da attığı son gol Aydın Yılmaz'dan geldi, Karpaty maçında. İşte o zamandan bu yana Avrupa sahnesine adım atamadık ve camiada çok büyük bir açlık var. Galatasaray bu yüzden ait olduğu yere dönüyor, umarım istediğimiz gibi gelişir herşey ve bu istatistikler çok daha yukarılara taşınır.
Nostaljiyi Seviyoruz, Çünkü Derin Bir Mazimiz Var

Şimdi ise Fatih Terim'le başlayan yeni dönemde Arif Erdem'in Manchester United'e attığı golü yeniden arıyoruz. Şampiyonlar Ligi'nde uzun yıllar aradan sonra yer almaktan öte, Şampiyonlar Ligi'nde uzun yıllar sonra tekrar iddialıyız ve umut doluyoruz. Manchester United deplasmanına çıkıyorsun, ayaklar yere basıyor ve kağıt üzerinde kimin favori olduğu belli ama umutluyuz, asla imkansız demiyoruz ve buradan gelecek puan veya puanlar sürpriz olmayacak.
Fikstür avantajlı bence. Manchester United deplasmanında başlamak, ondan da öte Cluj ve Braga ile ardı ardına içeride iki maç oynamak. Üç maçtan gelecek 6 puan bile Galatasaray'ın gruptaki ufkunu fazlasıyla aydınlatacak. Manchester United karşısında ise alınacak olası iyi bir skor bu fikstürü çok daha anlamlı bir hale getirecek.
Kazanabilirsiniz, berabere kalırsınız ya da yenilirsiniz ama futbol olarak ben buradayım mesajını vermek çok önemli. Bu tip zorlu bir maçla başlamanın da ben buradayım, geri döndüm mesajını tekrar vermesi açısından büyük değeri var. İyi başlamak önemli ama olası bir mağlubiyette bile futbol olarak iyi bir görüntü vermek dahi moralleri üst seviyede tutacaktır.
Yeni Galatasaray'ın sevdiğim bir özelliği, asla sisteminden ödün vermiyor. Fatih Terim kendi oyun felsefesini bir sezon içerisinde çok güzel oturttu ve rakip kim olursa olsun, maç nerede olursa olsun rakibe göre yeni arayışlara girmeden sistemini sahaya yansıtıyor. 4-4-2 devam edecek yani, Manchester United deplasmanında çift forvet oynayacağız. Beklentim Elmander ve Umut Bulut'un birlikte oynaması ama bu tip maçlar tam Burak Yılmaz'lık.
İki tane korkum var. Premier Lig'in temposu bir yana bir de Şampiyonlar Ligi'nin temposu var. Real Madrid - Manchester City maçını izledik, tempolar inanılmaz yüksek. Manchester United da bu şekilde inanılmaz bir tempoyla başlayacak ve bizim ilk 20-30 dakika bu tempoya ayak uydurmamız, yere sağlam basmamız ve asla hata yapmamamız gerekiyor. Olağan hastalık olan duran top sendromunun bu maçta ortaya çıkmasından korkuyorum.
Ayrıca çoğu futbolcumuzun ilk Şampiyonlar Ligi deneyimi. Dünya Kupası, Copa America derken Muslera için bu yaşta müthiş bir tecrübeden bahsediyoruz ama onun ilk Şampiyonlar Ligi deneyimi olacak mesela. Semih Kaya gibi genç futbolcularımız için de, Hakan Balta gibi biraz daha tecrübeye yüz tutmuş futbolcularımız için de durum aynı. Şampiyonlar Ligi demek piyasa demek ve gözler bu arenada bulunan futbolcuların üzerinde.
Fatih Terim'in olduğu yerde motivasyon da beraberinde gelir ama yine de tecrübe durumu maç içerisinde sorun olabilir, bunu da maç içerisinde gelen iyi futbolla atlatabilir Galatasaray. İstenilen futbol geldiği sürece moral ve güven üst sınırlara yaklaşacak.
Manchester United de Rooney yok, onun dışında yoklukları beklenen Van Persie, Kagawa gibi isimler sahada olacak. Ferguson da mesajı verdi, tecrübeli isimlerle maça başlayacak. Yani tek istedikleri sorun yaşamadan alacakları bir galibiyet. Ferguson, Galatasaray'ı bol bol övdü ama yaratmak istediği hava farklı onun da, bu yüzden temkinli olmalı. Geçen sezon gelen Şampiyonlar Ligi başarısızlığının ardından bu sezon bu arena Manchester United için çok daha anlamlı ve eski alışık olduğumuz Manchester United rotasyonları yerini biraz daha ciddiyete bırakacak bence.
Maziye dönüyoruz, geçmişi arayışımızda şu ana kadar yaşayacağımız en büyük sınav bu maç olacak. Umarım puan ya da puanlarla döneriz, istediğimiz futbolu sergiler ve Şampiyonlar Ligi arenasında Galatasaray'ı tekrar hatırlatırız. Fatih Terim'in de dediği gibi, kaybetmek kolay ama kazanmak olay. Galatasaray bu tarihi Manchester United karşısında daha önce de yazdı, Şampiyonlar Ligi'nin tüm seyrini değiştirdi. Aynı şekilde Fenerbahçe de yazdı bu tarihi, Beşiktaş'ta kazandı burada. Manchester United, çok sık Türk takımlarıyla eşleşiyor ve sorun yaşadıkları bir ülke durumundayız. Bunun devamı dileğiyle...
17 Eylül 2012 Pazartesi
16 Eylül 2012 Pazar
Bana Göre Maçın Hareketi

Benim aklımın takıldığı olay ise Cris değil, Semih Kaya. Dany'den ziyade Cris, Ujfalusi gibi tecrübeli isimlerle beraber oynadığında daha cesur bir Semih Kaya'yı izliyoruz. Dany ile oynadığında ise rol değişimi yaşanıyor ama Dany'e oranla Semih Kaya daha dengeli gibi ki, Semih Kaya'nın da en çok eleştirildiği yer bu denge olayıdır.
Yani Ömer Toprak ve Dany gibi isimlerden ziyade, Ujfalusi ve Cris gibi isimlerle oynadığında Semih Kaya çok daha farklı bir yapıda. Bunu da Galatasaray'ın dördüncü golünde gösterdi aslında. Burak Yılmaz'ın attığı frikik golü, Selçuk İnan'ın golle sonuçlanmayan iki milimetrik asisti, Amrabat'ın bu futbolu ve ilk golde Elmander'le birlikte gösterdikleri futbol zekası bir yana maçın hareketi bana göre Semih Kaya'nın son golde Burak Yılmaz'a attığı pastır.
Semih Kaya sever bu tip çıkışları ama Dany misali sürekli yapmaz, yerinde çıkmayı seviyor. Yine öyle bir anda topla ileri çıkması, sağda boş olan Eboue'nin önüne topu yuvarlamaması ve çapraz pozisyonda olan Burak Yılmaz'a attığı uzun top ve bir anda Burak Yılmaz'ı gol pozisyonu içerisine sokması. Gerçekten inanılmaz.
Bu pas olayını bir stopere göre iyi yapıyor Semih Kaya.
Not: Maç öncesinde çekilen bu posterlik fotoğrafları da çok severim, bu yazının fotoğrafı olarakta kullanmak istedim...
15 Eylül 2012 Cumartesi
Yeni Bir Manchester United Tarihine

"Tarih yazmaya alışığız... Mağlup olmaktan korkmayan bir Galatasaray gidecek oraya!"
Fatih Terim bu yüzden özel, diğer teknik adamlardan farklı. Sağladığı güven duygusu, sadece takımını değil taraftarını da motive edebilmesi ve rakip kim olursa olsun rakip karşısında dik kalabilen, ayakta kalan Galatasaray'ı geri döndürmesi. 1.5 sezon içerisinde sağlandı bunlar, yıllar içerisinde pas tutmuş, unutulan tüm özellikleri geri kazandırdı Galatasaray'a ve o 1.5 sezon içerisinde geldiğimiz noktayla birlikte çarşamba günü Manchester United karşısına çıkıyoruz. Normal şartlarda Manchester United deplasmanında kaybetmek en doğal durum ama Fatih Terim'in yarattığı bu algı normal denilen bu ezberi bozuyor. Umarım yine bir Manchester United destanı yazılır ve geri döneriz. İmkansız değil bu. Manchester United karşısında çift forvetle oynayan, sisteminden ödün vermeyen, rakip çok güçlü ve deplasmandayız diyerek çok farklı kadro arayışlarına girmeyecek bir Galatasaray'ı izlemek bile müthiş olacak...
Antalyaspor 0-4 Galatasaray, Hoşgeldin Amrabat

Kafalarda Manchester United maçı var ve ister istemez o maça odaklanıyoruz. Antalyaspor maçını da bir anlamda Manchester United maçının provası gibi gördük. Hamit Altıntop'un yüksek ateş sebebiyle kadrodan çıkarılması büyük bir sürprizdi ve Amrabat sağ tarafta geçer, Emre Çolak sol tarafta oynar derken Aydın Yılmaz tercihi geldi sağ tarafta. Bu da Hamit Altıntop bu maçta olsaydı bile Amrabat'ın Emre Çolak'ın yerine oynayacağını gösterdi.
Antalyaspor dersine güzel çalışmış aslında ama eksik çalışmış. Geçen sezonki Galatasaray'a göre bir plan hazırlamışlar ve Selçuk İnan'la Melo'yu durdurup, Galatasaray'ın organize olma şansını ortadan kaldırırım gibisinden bir durumları vardı. Geçen sezon bu ikiliyi durdurmaya odaklı her takım Galatasaray'a karşı etkili oldu aslında, çünkü en önemli hücum silahımız ortadan gelinen ve Selçuk İnan, Melo insiyatifinde gerçekleşen hücumlardı.
Bu sezon durum farklı, ihtiyaca yönelik hamleler geldi Galatasaray'dan. Bunların da başında Amrabat geliyor ve Antalyaspor'un atladığı faktör Amrabat oldu. Yine çok verimli hücumlar gelmedi Galatasaray'dan ama kanatları kullandığı anlarda {özellikle soldan Amrabat ve sağdan da Eboue} etkili olmasını bildi ve Amrabat'ın taç atışıyla yaptığı asist {müthiş bir futbol zekasıdır bu, hem Amrabat'ın bu düşüncesi, hem de Elmander'in bunu göstermesi}, ikinci golde de tamamen bir Amrabat imzalı atılan golle 2-0'ı buldu Galatasaray. Rakibin de 10 kişi kalmasıyla birlikte maç tam bir hücum idmanı şeklini aldı.
Antalyaspor'un ikinci yarıda etkili olma şansı yoktu. İsaac oyundan atılınca Ömer Şişmanoğlu ile bir tarz değişikliğine gittiler hücumda ama bu tarz forvetlerin Cris ve Semih Kaya gibi güçlü stoperler karşısında pek fazla etkili olma şansı yok. Zaten Tita da kilitlenmiş derken Antalyaspor saha içerisinde sorumluluk alacak bir futbolcu aradı, Emrah Başsan'ın oyuna girmesiyle de sadece onun bireysel yetenekleriyle pozisyondan öte heyecan aradılar.
Elmander'i riske atmadan Burak Yılmaz'ın ikinci yarıya başlamasını istiyordum, korktuğum da başıma geldi, umarım Elmander'in ciddi durumu yoktur ama Burak Yılmaz'ın bu etkisi Elmander'i unutturdu bir anda. Fatih Terim sanki Manchester United maçında Elmander ve Umut Bulut'un ön alanda yapacağı baskıya güveniyor gibi, Burak Yılmaz'ın yedek oturması da bu yüzdendi. Yoksa 11'de bekliyordum kendisini.
Bana göre de 11'de olmalı. Anlatmaya gerek yok, hepimiz özelliklerini biliyoruz. Her tarz hücum kombinasyonunda Burak Yılmaz'ı verimli kılmak mümkün ve o da neler yapabileceğini ikinci yarıda fazlasıyla gösterdi. Frikikten attığı gol, pozisyona girme yeteneği, rakip savunmayı Umut Bulut misali presle değil de koşularıyla yıpratması, en olmadık anda bile kaleye yapabildiği gol vuruşları derken çok etkili oldu ve Elmander'in bir adım önündedir şu an bana göre.
Şunu da yazdım twitter'a, Burak Yılmaz'ı kenarda tutabilecek kadro kudretine sahip Galatasaray, bu rotasyon gerçekten çok önemli.
Tahmin ettiğimden rahat bir maçtı, bu sezonun Galatasaray adına en iyi futbolu ve Manchester United maçı öncesinde de fazla yıpranılmaması güzel olan taraf. Amrabat maçın adamı oldu, ilk yarıda Antalyaspor'un fişini çeken isimdi. Burak Yılmaz oldukça etkiliydi, özellikle ikinci yarıda Selçuk İnan'ın da sorumluluk alması ve Galatasaray'ı daha güzel kılması gözden kaçmayacak olan detaylar. Ayrıca Cris adına da olumlu bir maçtı, ona yaşlı demeye utandım. Semih Kaya ile ilk maçı ve tecrübe faktörü kimle oynarsa oynasın onu partneriyle uyumlu kılıyor.
14 Eylül 2012 Cuma
2012-2013 Sezonu Transfer Dönemi

PSG bunun son örneği. Fransa Ligi ne kadar ilgi çekicidir bunu tartışırız ama Paris şehrinin o büyülü faktörünü göz önüne almamız gerekiyor. Avrupa'nın en güzel 2-3 şehrinden biri ve bu şehrin büyüsü de bir anlamda paranın önüne geçiyor.
PSG de bunun avantajını mükemmel kullandı ve 140 milyon avro gibi bir rakam harcadı, sadece bu yaz döneminde. Ibrahimovic, Thiago Silva, Lavezzi gibi isimleri almak bir yana, Lucas Moura ve Verratti gibi genç yetenekleri de alıyorlar, doğru bir stratejileri var ama herkes buna tepkili ve PSG'yi finansal fair-play'e uymadıkları için şikayet ediyorlar.
Chelsea'i de yabana atamayız, son dönemde yaşamadıkları gibi bir transfer dönemi geçirdiler. Şampiyonlar Ligi'ni kazandıktan sonra vadesini doldurmuş o kadronun üzerine çok iyi genç takviyeleri yaptılar. Hazard mesela, çok büyük oynuyor gerçekten. Ya da Oscar, Azpilicueta ve Mata gibi isimler. Genç bir iskelet kurma yolundalar ve bunun için 98 milyon 700 bin avro gibi bir rakamı gözden çıkardılar. Son dönemde bu kadar aktif olduklarını görmüyorduk.
Üçüncü sırada ise Zenit var. Adamlar sadece iki transferle bu rakamı gördüler aslında. Porto'dan Hulk ve Benfica'dan Witsel'i alarak 95 milyon avro gibi bir rakam harcamış oldular. Özellikle de Hulk'u ikna etmiş olmaları inanılmaz. Paranın yanında bu ikna gücü asıl mühim olan. Hulk çok gözde bir forvetti ve dev bir Avrupa takımına gider diye beklerken Zenit'e transfer olması bizleri çok şaşırttı.
Büyük paralar harcandı, bir futbolcuya ödenen 40 milyon avro gibi rakamları görüyoruz. Javi Martinez mesela, Bayern Münih onun adına çok büyük oynadı. Ya da Manchester City ve Tottenham misali yapılan son gün hamleleri. Transferi döneminin bitimine az kala rakamlar da olduğundan çok daha yukarıya çıkabiliyor.
Juventus beni şaşırttı ama. Çok fazla transfer yaptılar, bu yaptıkları transferlerle de Juventus geri döndü mesajını fazlasıyla verdiler {transfer anlamında} ama 50 milyon avro gibi bir rakam harcandı sadece. Asamoah, Isla, Giovinco gibi maliyetler var.
Genel itibariyle çok ses getiren bir transfer dönemi yaşadık. Ülkemiz açısından da bu durumun böyle olduğunu düşünüyorum. Galatasaray önemli paralar harcadı, Fenerbahçe de son gün Meireles'e 10 milyon avro gibi bir bonservis ödedi derken fazlasıyla heyecanlı bir dönemdi. Son günleri de transferin Avrupa açısından son yıllarda görmediğimiz cinstendi. NBA'de takas döneminin son günü misali inanılmaz sıklıkta bir transfer hareketliliği vardı.
Umut Bulut'un Opsiyonu?

13 Eylül 2012 Perşembe
Galatasaray'da Bir Dönemin Forvet Rotasyonu

Krallar Ölmez

Fotoğraf için kaynak: Cimbom Media
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)