1 Mart 2018 Perşembe

Bu dengeyi korumaktan, sağlayabilmekten geçiyor o samimiyet

9. yıl yazılarının 2. bölümü. Bu kez konuğumuz Can Çetin oldu. Kendisi sosyal medyadan uzak duran bir arkadaşım ama eminim ki bu platformlarda yer alsa fazlasıyla takip edilirdi. Onun da blogun bu zamanlara gelmesinde katkısı büyük oldu. Zamanında yazdığı yazılar da var, ayrıca benim birçok konuda görüşünü, fikrini aldığım bir isim. Onun da hakkı ödenmez, bu anlamda tanımanızı isterim..


İnternet alemindeki en eski arkadaşlarımdan birisin, tanıştığımız günden şu zamana kopmadığımız. NBA forumlarından başladık, sonrasında Galatasaray forumları / blog günleri derken şu zamana geldik. Geriye dönüp baktığında sen ne diyorsun, daha doğrusu nereden tanıdım bu adamı diyor musun :) ?

Can Çetin: Aslında çok da demiyorum çünkü hatırlıyorum! =) Sene 2004 ya da 2005 olmalıydı. (Çelişkili ifadeler.) O ara pek iyi bi’ basketbolcu olduğumdan (evet, Onur halt etmiş =P) İÜ’nün genç takımıyla antrenmanlara çıkmaya başlamıştım. Zaman zaman da A takımda havlu sallıyor yahut iyi skorerlerden fundamental dersleri alıyordum. Yine o dönemki en yakın arkadaşlarımdan Tolga ile birlikte yapıyorduk tüm bunları. Olur ya hani böyle Amerikanlisefilmlerinde ikililer… Hani birbirlerinin arkasını kollarlar; parkede de rakip birini geçince öteki onu savunur, birinin açığını diğeri kapar, birbirlerine kız paslarlar… Heh, tam da biz öyleydik anlayacağın. Her neyse, günlerden bir gün biz bu genç takım idmanından çıktık ve otobüs durağına doğru yürümeye başladık. Tolga’yı genelde -evleri de biraz uzakta olduğundan- babası alıyordu da ben en iyi ihtimalle minibüs yapıyordum. Ne olmuşsa o gün babası gelemeyeceği tutmuştu işte, kader gibi bir şey. Havanın da epey soğuk olmasından mütevellit duş almadan çıktığımız bu antrenmandan sonra bu Tolga lavuğu belki de benim hayatımı değiştirecek şu cümleyi kurdu:

“Nbasitesi diye bir yerde yazım yayınlanacak. New Jersey hakkında bir yazı kaleme aldım.” (Tabii ki “kaleme aldım” dememiştir, en iyi ihtimalle “yazdım” filan demiştir de ben sosluyorum şimdi =P)

Çok iyi hatırlıyorum tornavida yemişe dönmüştüm. Ne demekti yani bu şimdi? Burada bir yazar varsa hem, o ben olmalıydım. Çok büyük ihtimalle sen kimsin yani ey Tolga demiş (gerçi bu jargon o zamanlar yoktu galiba), hemen gecesine de o dediği siteye girmiştim. Senin de bahsettiğin gibi forum kısmı vardı. “Ulan,” dedim. “Şuraya üye olayım bre, ne çıkar yani, biz de olmadı forumda yazarız, parayla değil a?” Ertesi güne üyeliğim onaylanmıştı. Yani anlayacağın Burakçığım, bizi derin bir kıskançlık buluşturdu diyebiliriz. =)

Senin sanırım o sitede yönetici ya da moderatör gibi bir sorumluluğun da vardı ve çok sıcak karşılamıştın beni; sitede benim dışımda düzenli yazan tek Galatasaraylı da sen vardın ve bu da tuzu biberi oldu ilişkimizin. Derken başka bir NBA sitesine, oradan da bir başkasına geçmiştik. Sonra sonra Galatasaray siteleri, fanzinler derken seninle de Tolga ile olduğu gibi internet aleminde birbirimizi koruyup kollamaya başladık. Sen bana blog’unda yer verdin, kaç kere benim blog’umun linkini verdin, o dönemde beni Atilla abiyle tanıştırdın, ben de hakeza -işte nasıl derler- bu “arkadaş bloglar” listesinde yan tarafta adını çıkardım. Böyle böyle yürüdük. (Tabii ki senin yürüyüş yazma disiplinin sayesinde koşmaya evrildi ya neyse =)) Ve en sonunda da WhatsApp sayesinde bir grup kurup, kendi içimizde bu büyüdüğümüz forum kültürünü yaşatmaya devam ediyoruz sayende.

Seni tanımayanlar için yazmam gerekirse, Sportif Cümleler'e yazdığın NBA yazılarının yanında bir de Benfica üzerine çok güzel bir yazın vardı. Devamını getiremedik, keşke daha uzun süre ilerleyebilseydik. Hatta linki de şöyle bırakayım;


Bunların yanında bazı yazılarda, fotoğraf paylaşımlarında da kıymetin büyük oldu. Senin için Sportif Cümleler bir şeyler ifade etti mi, yine geriye dönüp baktığında ne diyorsun?

Can Çetin: Aslında yukarıda da belirtmeye çalıştığım gibi, ben bugün belli bir tık alabiliyorsam bunda o dönemde seninle yaptığımız bu bilgi “alış-veriş”inin, buraya yazdığım yazıların da epey payı var diye düşünüyorum. Şimdilerde hit’i bilmemneyi aşmış, her gün bilmemkaçdefa tıklanan, sürekli güncel bir sitede (artık blogspot değil) yazmak gerçekten heyecanlıydı. Dahası özeldi ve özel hissettiriyordu. Sadece bunlar yüzden de değil: Ben yaptığımız beyin fırtınalarından, senin sayende tanıştığım, tanıdığım insanlardan, bana katkısı olanlardan her daim hoşlanmışımdır. Bu imkân da bana sağlandığı için ayrıca müteşekkirim.

Yazıya gelince… Vallahi ben de beğendim. Kötü değilmiş yani bundan 6 sene önce yazıldığını varsayarsak. (Ki, var saymaya da gerek yok zaten öyle.) Ben hep 6 sene önceki benin, epeyce kötü bir yazar olduğunu düşünürdüm; şimdi bakınca biraz agresif ama bıcırbıcır bir delikanlı görüyorum. (Hahah.) Orada hiç söz etmediğim, ya da bir şekilde unuttuğum diyelim (sonuçta Jara’dan, Carole ve Sidnei’den dahi bahsetmişim yani, verin şu adamın hakkını =P) Oblak da, Matic ve Enzo Perez de daha sonrasında müthiş yerlere geldiler. İnsanlar hayrete düşebilir ama evet, bu sezonki Ederson efsanesinden önce Oblak da Benfica’nın, Benfica gözlemcilerinin futbola kazandırdığı kalecilerden, nimetlerden. Tapınılası bir ekipleri var. Onları da kıskandığımı eklemeliyim.

Metinde komik olan şey şu ki, o Chelsea o sene Benfica’yı eledi. (İşi bitiren golün de bir Portolu olan Meireles’ten -belki de kariyerinin en güzel gollerinden biri- gelmesi, bir yıl sonra Türkiye’de top koşturacak olması hasebiyle de ilginç bir detay olarak hafızalarımızda yer etti.) Üzerine gitti, bir sene öncenin uzay takımı Barcelona’yı, türlü haksızlıklara maruz bırakılmasına rağmen o 10 kişi Nou Camp’ta tarihe gömdü ve Şampiyonlar Ligi şampiyonu oldu. Ertesi sezon da yine aynı Chelsea, hemen hemen aynı Benfica’yı bu defa Avrupa Kupası finalinde devirdi. Bu da demek oluyor ki devam etmeme kararımız doğruymuş. =) Şaka bir tarafa, 2009 yılında artık “bitti” denen o Chelsea jenerasyonunun da sonrasında yaptıkları takdire şayandı doğrusu.


Bilmeyenler için yine paylaşalım, Ama isimde bir blogun var, uzun zamandır da yazıyorsun. Onun da linkini şuraya bırakalım;


Eski bir blogger'sın yani. Ama 'yı nasıl anlatırsın, biraz kendi blogundan bahsetmek gerekirse ne söylemek istersin, biraz da seni yeni tanımak isteyen arkadaşlar anlamında?

Can Çetin: Güceniyorum takip etmeyenlere aslında =( Şaka şaka. Aslında takip etmemeleri oldukça olağan çünkü takip edecekleri içerikte bir şey sunmuyorum orada. Aslında takip edenlere daha çok şaşırıyorum Ama… (Blogun reklamını yapalım =P) ne blog’ların ne derece takip edildiklerini gördükçe benimki gene yanlarında nitelikli kalıyor bile denebilir.

Futbol ve spor kapsamında bir blog değil onu söylemeliyim. Önceleri günlük varoluş sayıklamaları ile geçen, şimdilerde senede 10-15 defa iç döktüğüm, öyküleştiremediğim ya da öyküleştirmek istemediğim metinleri, içimi sıkanları veya coşturanları orada yayınlıyorum. (Öykü yapabildiklerimi nitelikli dergilerde yayımlatmaya çalışıyorum.) O da Sportif Cümleler gibi 9. yılını tamamlayacak sene sonunda. Hatta bir yerde Türkiye’nin en eski aktif blog’larından olduğuna dair bir şey okumuştum, ne kadar doğru bilemiyorum tabii ki. Daha eskileri de vardı ama aktif kalamadı, devamı gelmedi ne yazık ki, şartlar uymadı ve ayrılmak zorunda kaldık oralardan. Bu da içimizdeki yaralardan biri doğrusu. Her neyse, ölmediğim sürece bir şekilde -ama senede bir yazı, ama yüz- devam edeceğim yazmaya.

Çok da tartışırız bu arada, özellikle son zamanlarda Sneijder gibi ayrı düştüğümüz birçok konu var. Yine de bir yerde frekansı yakalıyoruz. Yine geçmişe inelim, özellikle Rijkaard döneminde büyük hayallerimiz vardı. 4-3-3 ve total futbol sevdasında beklentilerimiz vardı, gerçekleşmedi tabii. Senin benimle alakalı unutamadığın anlar neler, beni eleştirmen gerekirse ne söylersin?

Can Çetin: Sneijder konusunda söylenecek çok şey kalmadı aslında. Benim için FM tabiriyle konuşmak gerekirse, kendisi belki “efsane” olamayacak ama kesinlikle Galatasaray’ın “ikonlar”ından biri olarak kalacak ve bir alt seviyeye de asla düşmeyecek güzellikte bir kariyer geçirdi bizde. O bize iyi geldi, biz de ona iyi geldik. Keşke ayrılacaksaydı dahi yollarımız, daha başka şekilde daha başka aktörlerle gerçekleşseydi o süreç. Üzen kısmı o. Yönetilememek ve iletişimsizlik son iki sezonda bizi bu noktaya getirdi maalesef.

4-3-3’ü aslında şu kadroyla uygulayabiliyor olmamız da -biraz da zorunluluktan- belki de 10 sene sonra yaptığımız bu söyleşi için ayrı bir rastlantı oldu =). Çapa Fernando’nun dönüşü ve meziyetli bir orta saha eklentisi ile gayet akıcı ve dinamik bir takım hüviyetine bürünebiliriz önümüzdeki sene aynı formatta devam edeceğimizi varsayarsak. Elbette satılmazlarsa Feghouli ve Belhanda gibi isimlerin de gelecek sezon birkaç vites yükseltmesi şartı ile. Ya da bana göre modern futbolun en en en ama son kez söylüyorum en önemli şartı olan “devamlılık”larını sürdürmeleri şartı ile diyerek düzeltelim o kısmı. Hatta ve hatta, orta sahada Belhanda’ya uygun bir partner bulabilirsek o kurduğumuz hayallere yakın olduğumuz zamanlarda olduğumuzu söylersek pek de yanılmış olmayacağımızı umuyorum. Gene bir başka ne yazık ki, bu sezon dahilinde -artık süre de azaldığından- ötürü sonuca yönelik oynayıp en azından önümüzdeki seneyi kurtarmalıyız. Ha, elbette Burası Galatasaray. Bunu olumlu anlamda çoğu kez söylememize rağmen olumsuz anlamda da yineleyebiliriz. Birden her şey baştan aşağıya değişebilir, yapılan doğru hamleler de bir sezon sonra yapılacak anlamsız işlerle sıfırlanabilir. (Hamza Hoca’nın ikinci senesi gibi.) Bunu da zaman gösterecek.

Seninle ilgili olarak… Vallahi çok atışıyoruz. Yani 10-15 senedir tanışık olan biri için belki de çok çok fazla atışıyoruz ya da zaten böyle olduğu için çok atışıyoruz =). Ama günün sonunda şunu bilmek insanı acayip rahatlatıyor: Sen de ben de, hatta bazı ötekiler de “haklı çıkmak için değil, Galatasaray için” bu fikirleri çatıştırıyoruz. Yani bugün Sneijder gitti ve tanınmaz bir halde evet, burada sen haklı çıktın ama kalsaydı ve son 5-6 maçtaki performansı ile devam etseydi de haksız çıkmaktan gocunmayacaktın. Sanırım mesele burada biraz da bu. Bu dengeyi korumaktan, sağlayabilmekten geçiyor o samimiyet.


Son olarak NBA günlerini analım. Ben bir noktadan sonra o konudan koptum, sen ise takip etmeye devam ediyorsun diye biliyorum. Bu tarz işlere NBA noktasından başlamamız nasıl bir hikaye sence? O günleri düşününce özlem duyuyor musun, yoksa geldiğimiz nokta fazlasıyla sıkıcı mı? Senin bu arada Twitter, vs. de kullanmadığını söylemek lazım, bunun bir nedeni var mı?

Can Çetin: Senin NBA yönünü bilmeyenler için oldukça şaşırtıcı gelecektir ama burada bir gerçeği açıklamamız gerek arkadaşlar: Burak Eren esasında NBA çocuğudur =) Bu oyunu zamanında sevmiş, türlü sitelerde görev almış, yazılar yazmış ve bu işe emek vermiştir. Şimdi ben o Burak’ı bildiğim için bana değişik ya da tuhaf ya da garip gelmiyor ama bilmeyenler için hayli sürpriz olabilir. Senin için oralardan buralara gelmek gerçekten ziyadesiyle komik ve akla hayale gelmeyecek bir yol; benim de onca kıskançlıktan sonra o yolda ilerlemeyip edebiyata yönelmem de aslında bakacak olursak acayip ve komik. BJK’li Muhammet’in topçu olamaması gibi bir şey bizimkisi düşününce. Ama zaman geçtikçe insan, ama her insan, bir şekilde yolunu veya gitmek istediği şeyi, zevklerini keşfedebiliyor. 

Bir de eski bayramlar geyiği yapmak istemiyorum ama internette kolayca erişilebilen her şey ama her şey yine aynı kolaylıkla tüketilebiliyor. Şimdiki basketbolun ya da NBA’in hatta belki de futbolun bile bize “eskisi kadar zevkli” gelmemesinin nedeninin bir şekilde televizyonla, daha doğrusu televizyondan internet ortamına geçişimizle ilintili diye düşünüyorum. Çünkü kotalı hatta olmayan internetle sporu takip etmek, dergilerden bilgiler toplamak, internet sitelerinde düzenli yorumlar okumak kimse kusura bakmasın ama Podcast’lerden de, YouTube kanallarından da daha verimli ve etkiliydi. Daha akılda kalıcı, daha saygı uyandıran, daha emek isteyen bir şeydi. Kanal-D ve akabinde NTV ve NBA TV’yi de bu bağlamda anmakta yarar var. Bize bu oyunu sevdirdiler. E çocuk okula gidecek, gelecek, ödevlerini belki yapacak ve ama mutlaka tüm gün NBA’i takip edecek, molaları bile izleyecek. Ancak şimdi öyle değil; ben bile bir maçı takip ederken, arındırılmış halini izliyorum çünkü “zaman” aslında her şey. Biz büyüdük ve kirlenmedi belki dünya ama emeksiz, kolay tüketilebilen ve hemen herkesin ahkâm kesebildiği bir yer haline geldi; bu da ne yazık ki kirliliğe yol açıyor.

Sorunun ikinci kısmına ise eskiden olsa başka şekilde cevap verebilirdim ama şu an için sanırım şöyle diyebilirim: Her dönemin ayrı bir güzelliği var. Ben tabii ki forum günlerini özlüyorum. Batug’da şimdilerde meşhur olmuş insanlarla belirli mahlaslarla beraber yazmanın, onlara laf anlatmanın, mesaj alınca heyecanlanmanın, düşüncelere âşık olmanın, uzun uzun yorumlamanın tadına varıyorduk ya da NBATR’de ya da herhangi bir X yerde. Ama şimdi öyle değil. Şu söyleşiyi bile sonuna kadar okuyacak insan benim için bir şeydir yani.

İşin romantik yanı bir tarafa, belki de bu sosyal medyalar sayesinde insanlar tanınır hale geldi, geliyor. Bu yetenekli veya azimli bireyler için bulunmaz bir nimet. Hemen her şeyin bir şekilde torpille döndüğü bu dünyada büyülü bile denebilir. Bütün bunlara rağmen sevdiğim bir söz var. Bu kepslerleden birinde yazıyor ve çok net hatırlamamakla birlikte çevirecek olursak şöyle diyordu: “Lütfen aptal insanları ünlü hale getirmeyi bırakın.” Sanırım benim Twitter yahut Instagram veya YouTube’da katlanamadığım, tahammül edemediğim ve etmek istemediğim nokta da bu. Ne kadar önlem alsan da bir şekilde üzülüyorsun ya da moralin bozuluyor gördüklerine, okuduklarına, giden o çok önemli dediğimiz zamanına... Nefis görünen bir kızın çok salak olması ya da akıllı sandığın bir hocanın aslında bomboş herifin teki çıkması gibi. Tüm bunlar yüzünden kullanmıyorum; ama taraftar&kulüp bağlamında bir üst akıl ya da bir opsiyon oluşturması bakımından oldukça olumlu bulduğumu da eklemeliyim.

Son olarak bana bu değeri verdiğin, ve bu söyleşiyi hazırladığın için çok çok teşekkür ediyorum. Nice nice yaşlara Sportif Cümleler! Ve bana kalırsa burası senin ikinci doğumun da sayılabileceğinden: Nice nice yaşlara Burak Eren!

13 yorum:

  1. nba demişken, nba'de hangi takımı tutuyorsun?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben Indiana Pacers'ı tutuyorum.

      Sil
    2. Benim eskiden Kings'e J-Will, 76ers'a Iverson ve Wizards'a Arenas kaynaklı türlü sempatilerim vardı ama artık oyundan zevk almaya bakıyorum. Bir takımım yok yani. Yine 2004 Pistons'ı, 2011 Mavericks'i ve 2014 Spurs'ü unutamam; hepsi çok özel takımlardı.

      Sil
    3. pacers mı? çok sevindim. pacerslı değilim ama çok severim. bana eski efes pilsen gibi, kadrosu nasıl olursa olsun son ana kadar mücadele eden bir takım gibi gelmişlerdir hep. pek tercih edilmeyen bir takımı seçmen ne güzel.

      Sil
    4. 90'lar, 2000'lerde kaldı tabii bu. Şimdi Pacerslıyım diyorum da sorsan kadrodan bir kişi sayamam :)

      Sil
    5. Ben de Larry Bird'lü, Parish'li Boston'ı büyük bir hevesle takip ederdim. MJ'li Chicago üzerdi hep beni :)

      Sil
  2. Mazi çok güzel bir şey :)

    YanıtlaSil
  3. 90' ların NBA'i unutulmazdı. Reggie miller' lı pacers, Malone, Stackton 'lı Jazz, Olajuvan'lı rockets ve tabi ki majesteleri ile birlikte bulls :) Bu takımlar arasındaki konferans ve nba finalleri efsanedir yazmakla bitmez :) Günümüz NBA'i çoluk çocuk eğlencesinden başka bir şey değil artık!! Ne güzel günlerdi..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de o yıllarda seviyordum. Bugün pek takip edemiyorum.

      Sil
  4. Can'ın neşesinden kaybolan hiçbir şey yok. Hala aynı neşeli ve eğlenceli adam :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hahahah, yani bazen bazı olaylar oluyor ve üzülüyor insan ama özümüz bu be abi, napçen!.

      Bu aksanlı konuşma da artık yeni favorim, her yörenin ağzını yapıyorum, aşırı zevkli. Yani yazarken daha iyi yapıyorum, sesle pek bir şeye benzemiyor ama olsun =P

      Beni böyle hatırladığına sevindim abi, öpüyorum, dikkat et kendine çok.

      Sil
    2. Can eski Can değil, tanıyamıyorum :) Joker ile Deadpool arası bir yerde konumlandırdım :)

      Sil

 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir