
28 Şubat 2011 Pazartesi
O da Geldi Geçti / Zvjezdan Misimovic

Misimovic ise son derece profesyonel, hatta bununla da nam salmış bir isim. Onun sorun çıkardığı, hakkında kötü konuşulduğu pek duyulmamış bir olay. Ama Hagi ile karşılaştı ve birkaç maçtan sonra kendisinin kadro dışı bırakıldığını öğrendik. Sakız mevzusu bahane, sorunlar çok başkaydı ve ben yine bütün suçu Misimovic üzerinden arıyordum. Çünkü Lincoln ve Misimovic'in kadro dışı kalması farklı olaylar, Hagi ise daha da farklı. Şimdi gelinen nokta da ise tek suçlu yine Misimovic değil.
Soru ise şu, Misimovic'in suçu neydi?
Öyle ya da böyle, Misimovic gibi bir futbolcu Galatasaray'a geldi ama Rijkaard'la birliktelikleri çok kısa sürdü. Rijkaard'ın ayrılığının en çok Insua'ya vuracağını düşünüyordum ama asıl büyük darbeleri Misimovic aldı. Zaten performansıyla da eleştiriliyordu ama zaman verilmesi gerektiği söylenenler arasındaydı. Hagi de gelince Elano'yla birlikte Fenerbahçe deplasmanında gösterdiği form artışı yüzleri güldürdü. Ama bu kısa vadede olacaktı, Elano alışık olduğu mevkide çok iyi işler yaptı ama Misimovic için sol kanatta oynamak zulüm gibiydi. Bunu da gitti Hagi'ye söyledi. Çok doğal değil midir, bir futbolcunun memnun olmadığı bir durumu hocasıyla danışması. Ama Hagi de bildiğimiz Hagi, otorite tanımam, burada tek otorite benim diyen biri. Geçmişte Ümit Karan'ı kadro dışı bırakma hikayesini unutmayalım ama o Ümit Karan'ın da bir sonraki sezon da dönüşü muhteşem olmuştu.

Yine de bu konu hakkında hala gerçek açıklamaları, gerekçeyi bildiğimizi söyleyemeyiz, bu da sanırım bir sır olarak kalacak.
Misimovic gitti artık. Yapacak birşey yok, olmuşla ölmüşe çare hiç yok. Elano misali Misimovic'in inanılmaz performanslarını, gollerini ve asistlerini izler dururuz. Sonra da kafayı duvarlara vururuz. Oysa Hagi'nin gelecek sezon takımda kalacağını düşünmüyorum, belki yeni gelecek olan teknik adamın vazgeçilmezi Misimovic olacaktı. Zaten kadro kalitesi 2 sezona oranla inanılmaz düştü, bir zamanların yıldız transferleri yapan takımı o yıldızları yok pahasına satmaya başladı, büyük de zarara uğruyor. Tek suçlu ise ortaya vizyon koymaya çalışan ama bu vizyonu da hiç etmeyi çok seven futbol yönetimidir.
Misimovic Dinamo Moskova'da

Yeni Fenomen ''Andres Fleurquin''

Fleurquin, şimdi nerelerde bilmem. Hala futbola devam ediyor mudur acaba, ediyorsa da hangi takımda devam ediyor bunu bilenler yorum kısmında yazar. Ama çok ilginç değil mi, son günlerde sürekli kendini anmamız. Daha da önemlisi bu adam kült bir duruma geliyor, Fleurquin ismi artık Galatasaray için bir tabu. Artık her kötü durumda, her kötü orta saha rotasyonunda ''bu takım Fleurquin'le harikalar yarattı'' diyeceğiz. Tabii bir de Bülent Akın var, o da ayrı fenomen ama şu sıralar Fleurquin daha popüler.
27 Şubat 2011 Pazar
Umut Bulut'un Zorunlu Mecburiyeti / Trabzonspor 3-3 Kayserispor

Volkan Babacan'ın yerine Souleymanou'nun dönüşü de pek fark etmedi. Souleymanou'nun zaten kariyeri boyunca bu tip yaptığı hatalar fazlasıyla var ve yine bu tip hata da gelince maç 1-0 başlamış oldu. Maçın 1-0'a gelmesinden sonra da suni bir Trabzonspor baskısı geldi. Suni dememin sebebi bunun kısa sürmesinden geliyor, çünkü ilk yarının sonuna kadar ki geçen süreçte Kayserispor daha etkin olan taraftı. Ambarat ve Ziani'nin Trabzonspor'un bek savunmasını bitiren hamleleriyle de kanatlardan çok iyi geldiler, bu süreçte golü de buldular ama 41. dakikada Umut Bulut'un kaçırdığı bomboş pozisyonun izahı olamazdı. Bugün kornerden gelen toplarda Kayserispor'un hamlelerde başarısızlığı fazlasıyla vardı, ya da buna Trabzonspor'un başarısı mı desek.

Maç 2-1'e gelip hemen ardından 2-2'ye geldikten sonra ise kazanmaktan başka çaresi olmayan Trabzonspor rakip alanda baskı kurmak adına riskler aldı ama bu durum da Kayserispor'un ekmeğine yağ sürdü. Şota'yı kutlamak lazım aslında, mücadele gücünü arttırmaya yönelik hamle yapmak yerine Mehmet Eren'i de kullanarak daha da hızlı bir takım yarattı ve Ziani, Ambarat iklisine bir de Mehmet Eren eklenince çok fazla boş alanlar buldular, maçı da 3-2'ye getirdiler ama skoru koruyamadılar. Aslında her iki takım adına da kaderi savunmalar çizdi, yapılan basit hatalar ve bazı futbolculara çare olamamak bizlere böyle bir skoru getirmiş oldu.
Bana sorarsanız Trabzonspor adına asıl büyük handikap, Umut Bulut'a bu kadar bağlı kalmaya zorunlu olmak. Teofilo da gittikten sonra herşey Umut Bulut'a bağlandı ama çok fazla iyi yönü de olmasına rağmen asıl işi olan gol atmayı başaramayıp, çok basit pozisyonlarda inanılmaz hatalar yapınca da iş çığrından çıkabiliyor. Yeni gelen Brozek'in de pek iyi bir forvet alternatifi olduğunu düşünmüyorum.
SPOR TOTO SÜPER LİG
TRABZONSPOR: 3 - KAYSERİSPOR: 3
Stat: Hüseyin Avni Aker
Hakemler: Yunus Yıldırım, Erdinç Sezertam, Alpaslan Dedeş
Trabzonspor: Onur, Serkan, Mustafa Yumlu, Glowacki, Cale, Ceyhun, Colman, Alanzinho (Dk. 46 Yattara ), Burak, Jaja, Umut (Dk. 72 Pawel Brozek )
Kayserisspor: Souleymanou, Hasan Ali, Serdar, Selim, Abdullah, Hamza, Semih (Dk. 66 Mehmet Eren ), Önder, Kujovic, Ziani, Amrabat
Goller: Dk. 2 Jaja, Dk. 54 Burak, Dk. 88 Glowacki (Trabzonspor) Dk. 21 ve 56 Abdullah, Dk. 82 Kujovic (Kayserispor)
Sarı kartlar: Dk. 84 Cale (Trabzonspor) Dk. 55 Abdullah (Kayserispor)
Bülent Korkmaz & Rotariu
26 Şubat 2011 Cumartesi
Bugün Kazanan Abdullah Avcı'ydı / İstanbul Belediye 3-1 Galatasaray

Twitterda, Gökhan Ünal'ın yardırdığı bir maçta, karşı takım adına büyük sorunlar vardır dedim. Galatasaray'ın sağ tarafı kambur, bunun başka bir tarafi yok. Hakan Balta derken sol tarafa çok laflar söyledik ama Serkan Kurtuluş'un da bu takımın ayarında bir isim olmadığını belirtelim. Hagi'nin büyük yanlışlarından biri de bu, Sabri adına orta sahada ısrar ederek bizim sağ tarafı felç bir duruma getiriyor. Oysa Sabri yerinde yani sağ bek olarak başlasa ve orta sahada da Yekta gibi daha kreatif bir futbolcu olsa Galatasaray için işler daha kötüye gitmez, mücadele gücü falan düşmez. Belki yine yenilir, çünkü sorunlar bununla da bitmiyor ama en azından gol atmak adına, maçı çevirmesi adına umudu olur.
Soruyorum size, maç 2-1'e geldikten sonra kaçımızın maçı çevirebileceğimize yönelik umudu vardı?

Kısacası futbol adına kötü bir gün, kötü bir stad, çok kötü hava şartları. İstanbul Belediye bunu hep yapıyor, bu ligin en kontra takımlarından biri. Asla onlara karşı ''tamam bu maç bitti'' gibi bir düşünceye dalamıyoruz. Bugün de öyle oldu, 1-0 öndeyken oluşan görüntü asla bu maçın 3-1'e falan gelmeyeceği yönündeydi ama oldu. Gaziantepspor karşısında işler zor, tek avantaj TT Arena. Turu geçeceksek, yine mekan oynatacak bizi.
İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESPOR: 3 - GALATASARAY: 1
Stat: Atatürk Olimpiyat
Hakemler: Fırat Aydınus, Orkun Aktaş, Adil Sinem
İstanbul Büyükşehir Belediyespor: Oğuzhan, Kus, Can, Metin, Ekrem, Cihan, Mahmut (Dk. 77 Efe), Holmen, Gökhan Süzen (Dk. 67 Ali Güzeldal), İbrahim Akın (Dk. 85 İskender), Gökhan Ünal
Galatasaray: Zapata, Serkan, Cana, Servet, Çağlar, Sabri (Dk. 76 Yekta), Mustafa, Culio, Kazım (Dk. 90 1 Emre Çolak), Stancu (Dk. 80 Pino), Baros
Goller: Dk. 32 Baros (Galatasaray), Dk. 61 Holmen, Dk. 66 ve 76
Sarı kartlar: Dk. 30 Kus, Dk. 59 Holmen, Dk. 78 Ali Güzeldal (İstanbul Büyükşehir Belediyespor), Dk. 85 Serkan, Dk. 90 2 Pino (Galatasaray)
NBA'deki Takas Manyaklığı #2



Aaron Brooks'un da Suns yolunu tuttuğunu söyleyelim. Karşılığında da Goran Dragic ile 2011 birinci tur draft hakkı Rockets'e gitti. Bu sezonki Brooks'u düşününce Rockets'in bu adamdan kurtulması lazımdı ve bunu başardılar. Rockets'in bir diğer hamlesi de Hasheem Thabeet'i almak oldu. Shane Battier'ı Memphis'e gönderildi.
Transfer Döneminin En Popüler Futbolcu Adayı; Ersan Gülüm

Ama Ersan Gülüm'ün opsiyon meselesini bir türlü anlamadım. Transfer gerçekleştiğinde 4 milyon dolar gibi bir opsiyon konuşuluyordu. Bu opsiyon ise sözlü anlamda mı yoksa yazılı madde miydi bilmiyorum. Yazılı bir madde ise Beşiktaş'ın bonservis olayını çözememe gibi bir lüksü yok, sezon sonunda mutlaka bu parayı ödeyerek futbolcuyu resmen bünyesine katar. Yazılı değil de bu iş sözlü anlamda olduysa da burada bütün ipler Adanaspor'un elindedir. Çünkü Ersan Gülüm bu çıkışını gerçekleştirdikten sonra mutlaka daha iyi bir fiyat isterler, verdikleri çoğu sözü de unutabilirler. Ersan illa Beşiktaş diye diretir mi bilmem ama Fenerbahçe veya Galatasaray'ın da kulüple anlaştıktan sonra bu takımlara hayır diyeceğini sanmıyorum.

23 yaşında ve iyi yetenekleri olan yerli bir futbolcuya ben bu parayı öderim. Nokta katkı sağladığı gibi ilerleyen yıllar da onundur. Ama sakatlıktan nasıl döner bilemiyorum, yaşanan diz sakatlığıydı ve kafalarda bu soru işareti oluşturur. Bu da Ersan gibi bir yetenek için göze alınacak bir husustur. Herşeye rağmen. Bu işten ise kazançlı her şartta Adanaspor olur. Sanırım onlar da Ersan'ın böylesine bir patlama yapacağını tahmin etmiyorlardı ve her geçen gün de piyasasını oldukça arttırdı. Hüseyin Hurma taktiği ile Fenerbahçe ve Beşiktaş'ı birbirine düşüreceklerini de sanmıyorum ama sezon başında bahsedilen 4 milyon dolar'dan daha büyük bir rakamı görecek gibiyiz.
Rekabet oldukça fiyat daha da artar, iş inat boyutuna gelirse de oluşacak fiyat dudak uçuklatır. Mehmet Topuz konusunda olduğu gibi.
25 Şubat 2011 Cuma
Futbol: Bir Aşk, Ölüm ve Çocukluk Hikayesi
Aslında futbola dair yazılabilecek birçok mecra var. Hele eğer yaşınız Cahit Sıtkı Tarancı’nın deyimiyle ömrün yarısına dayanmışsa, sürdürdüğünüz yaşam örgüsünün sizlere anlattıracağı çok şey vardır. Bazen çok gezen bilir, bazen de çok yaşayan.. Vakitsizlik nedeniyle futbol konusunda uzun uzadıya, farklı kuyulardan girip farklı kaynaklara çıkmayı pek düşünmedim.
Futbol bu. İçine hayatın kendisini, mutluluğu, acılarınızı, hayatınızın anlamını bile boca edebilirsiniz. Bazen ruhunuzun sesidir. Bazen de en büyük eğlenceniz ve mutluluk kaynağınız. Sizlere yaşattığı büyük mutlulukların yanında büyük acılar yaşatmasını da bilir. Bazen buz kesilirsiniz. Bazen sıcaklarsınız. Ateş basar yüzünüzü. Sinirden tırnaklarınızı yersiniz. Ya da elleriniz titrer. Öfkelenirsiniz. Bazen de gönül bağıyla bağlı olduğunuz takım, önemsiz bir takıma gol atsa da büyük bir hırsla yumruklarınızı sıkarsınız. Eğer daha büyük başarılara yelken açmışsanız, bu yolculuk esnasında yapılan her güzel manevra, sonuca her güzel ulaşmalar sizi çılgına çevirebilir.
İnsanoğluna bunca duyguyu kaç şey yaşatabilir? Belki sevgiliniz değil mi? O yüzden futbol fena halde hayata benzer demenin ötesine geçeriz. Futbol bazen fena halde aşka benzer. Karasevdadır bu. Anlamlandırma gereği bile duyulmaz. Futbolda çoğu zaman sevdiğiniz kadını görebilirsiniz. Sizi öfkeye boğabilir, aşka doyurabilir, mutlu edebilir ve sinirlendirebilir. Ama zannedersem futbol daha öte bir duygu. Sonsuza kadar yaşayacak aşk öyküleri ve aynı yastıkta kocayış kısmını halı altına süpürürsek, bir kadını, sevdiğiniz bir erkeği bırakabilirsiniz ama kendi tuttuğunuz takımı kolay kolay bırakamazsınız. Sevdiğiniz birini bırakmanız belki tepki alabilir ama tuttuğunuz bir takımı bırakmanız daha fazla yadırganacaktır. Çok ironik değil mi?
Spora dair turnuvalar insan hayatı için büyük bir zevktir mutlaka. Sıradan bir müsabaka ile uluslar arası bir müsabaka arasında inanılmaz fark vardır. Aldığınız zevk katmerlenir. Özellikle çocukluk zamanlarımda turnuvalardan büyük zevk alırdım. Avrupa Şampiyonası’ndan.. Dünya Kupası’ndan.. Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası, UEFA Kupası ve Kupa Galipleri Kupası’ndan.. Tenisten atletizme, basketboldan voleybola, hentboldan masa tenisine kadar hiçbir programı kaçırmazdım. Sonuçta TRT dönemine mahkum bir çocuğun farklı bir alternatif yolundan gidebilmesi pek mümkün değildi. TRT ne sunmuşsa ona mahkum kalırdık. Ama inanılmaz zevk alırdım. Özel kanallar çoğaldıkça, alternatifler bir nevi sonsuzluğa yaklaştıkça ve eğer iş hayatınız spora odaklı olmayıp yoğun bir iş hayatı olmuşsa, çocukluğunuzda tattığınız o zevkler farklılaşacaktır. Daha çocukken herhangi bir taraf gözetmeyip her şeyi, her takımı ve sporcuyu büyük bir zevkle izlerken, aradan yıllar geçince elinizde kalan vakitsizlik ve alternatif çokluğu sizi seçimler yapmak zorunda bırakacaktır. Hepsini izleyebilmeniz ve zevkle takip edebilmeniz mümkün değildir artık. Ne yalan söyleyeyim. Öyle bir hayat döngüsüne saplandım ki, Galatasaray dışında hiçbir şeyi geniş ölçekli takip edemez oldum. LİG TV’niz vardır, her ay bir sürü paraya kıyarsınız ve harcanan onca para Galatasaray’ın bir aylık maçları içindir. Diğerlerini es geçmek zorunda kalırsınız.
Çocukken öyle miydi? Hayal meyal de olsa bir spor turnuvasına ilk şahitlik edişim 1986 Meksika Dünya Kupası ile olmuştu. Bir oyuncudan bahsederlerdi. Tanrısal bir güç ithaf edilmişti ona. Onun hakkında kulağıma çalınanlar, televizyonda söylenenler ve büyüklerimizin kelamları beni garip bir şaşkınlığın boyunduruğu altına almıştı. Kendisini ilk kez televizyonda gördüğümde bunu neden o kadar övüyorlardı ki diye hayıflanmıştım. Yerden bitme, bücürüğün tekiydi halbuki. Fakat o da ne? Bir maçta bu bücürük, yerden bitme topçu, başladı iri kıyım adamları takır takır geçmeye. O çalım atmaya doymuyordu, iri kıyım topçular da çalım yemeye! Futbol iksirini içmiş olmalıydı bu bücürük. Kaleciye bile çalımı basmıştı. Sonrasında yere düşerek vuruşunu yapmış ve madara etmişti beni. Daha on yaşında olan bendeniz, böyle bir golle tanışınca neye uğradığını şaşırdı. Boşuna değilmiş demek ki onun Tanrısallaştırılması. Maradona’dan başkası değildi bu insanüstü yetenek.

Bu öyle bir güçtü ki, Napoli gibi sıradan, İtalya’nın kuzeyli kulüpleri karşısında yokları oynayan ve bunun ezikliğini yaşayan bir kulübü devasa bir güce dönüştürmüştü. Hem de neredeyse tek başına! Onu başlangıçta bilmeyen ben, neden Tanrılaştırıldığını anlayamamıştım ama Napoli’de oynamaya başlayıp hünerlerini sergilemeye başlayınca o artık Maradona değildi. Aziz Maradona’ydı. Napoli için oldukça önemli bir aziz olan Gennaro’nun bile adı değiştirilmişti Aziz Gennarmando diye. Yıllarca açık tenli kuzeylilerin boyunduruğu altında ezilen ve gururları çiğnenen güneylilerin aziziydi Maradona. Onun sayesinde Napoli bileği bükülemez bir gurur abidesine dönüştürülmüştü. Ama fazla sevgi her zaman zararlıdır. Yıllar sonra Napoli’den ayrılmak istediğini söylediğinde bırakın halkın galeyana gelmesini, topluma derinden hükmeden mafyayı bile çıldırtıyordu. Futbolun korkutucu bir yönüne şahitlik edilmişti o zamanlar. Maradona’ya benzetilen voodoo bebeklerine iğneler saplayıp pencereden aşağı atan manyaklar vardı Napoli’nin sıcak caddelerinde.
Beni gerçek anlamda ilk kez çok etkilemiş, büyük bir hevesle ve aklı başımda takip ettiğim ilk turnuva ise o zamanki adıyla Batı Almanya’da düzenlenen 1988 Avrupa Futbol Şampiyonası’ydı. Futbolla çok içe içe olduğum zamanlara denk gelmiştir ve sürekli top peşinde koşturup duran iflah olmaz bir futbol manyağıydım o zamanlar. Birçok insan Batı Almanya’yı tutuyordu. Kupayı onların kaldırmasını istiyorlardı. Benim favorim ise Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) idi. Favori olmaktan öte onları tutuyordum. Ee, o zamanlar bir nevi Soğuk Savaş döneminin son demleri. SSCB yanlısı olmak bir nevi arka taraf istiyor. Boru mu? Adamlar gomonist işte. Ne tutulur, ne de yenilirlerdi. Yahu ben de çocuktum. Ne anlarım gomonizmden, soğuk savaştan, eski kovboy bozması Reagan’dan, Gorbaçov’dan. Dur bir dakika! Gorbaçov’dan bir şeyler anlardım. Kelindeki lekeyi hiç unutmamakla birlikte ne zaman Gorbaçov desem aklıma ‘Glasnost Perestroyka’ değil de çorba içen bir adam gelirdi. Çorba gibi adı vardı işte. Bizimkisi de çocukluk!
Nasıl oldu da kimsenin pek tenezzül etmek istemediği SSCB’yi tutuyordum? Belki de dönemin en iyi takımıydı. Zamanın Dinamo Kiev efsanesi çok meşhurdur. Zamanın topçuları dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek antrenmanlara tabi tutulmuştur. Siz deyin makine, ben diyeyim Robocop. Zerre fark yok. Kondisyonuyla ve ilginç oyun taktikleriyle geleni geçeni ezip geçen bir dev söz konusu. Zamanın Türk takımları Avrupa maçlarına çıktığında 60. dakikadan sonra dil dışarıda bitik şekilde koşmaya çalışırken, bu adamlar peş peşe iki maçı hiç yorulmaksızın tamamlarlarmış.
Türk takımlarının kondisyon olarak bittiğine gözlerimle şahitlik etmiştim zaten. Meşhur bir Bursaspor – Ajax maçı hatırlarım. Deplasmanda oynanan bir maçtır. Maçın 60. dakikasından sonra Bursasporlu oyuncular ayakta bile duramamaktadırlar. 5-0 mağlup olur Bursaspor. Rakip 5-0’a rağmen acımasız davranmaz. Oyunu rölantiye alır. O maçtaki bazı sahneler asla aklımdan çıkmaz. Bursasporlu oyuncular nefes nefese kalmışlar, iki metrelik mesafeye bile ite kaka gidebilmektedir. Düşüp bayılacaklarından korkmuştum. Her neyse.
SSCB neredeyse makine düzeninde işleyen Dinamo Kievli oyunculardan oluşmuştur ve kupanın gizli favorisidirler. O zamanlar futbolla yatıp kalkan ağabeyim ise Igor Belanov hastasıdır. Haliyle Dinamo Kiev hakkında da bayağı bilgisi vardır. Sürekli onu dinleyen ben haliyle adamlardan çok etkilenmiştim. Igor Belanov, Protasov, Kuznetsov, Zavarov, Blokhin, Mikhailichenko ve Dassaev dediğimde benim için akan sular dururdu. O zamanın anlatıları mı abartıydı, yoksa ben çocuk olduğum için çok mu abartıyordum bilmiyorum ama Dassaev dediğimde aklıma muazzam bir dev geliyordu. Dünyanın en iyi kalecisi olduğunu söylüyorlardı. Deve gibi de boy vardı. Gruplar maçında Hollanda karşısında bir performansı vardır ki dillere destandır.
Ne de olsa başlarında büyük taktisyen ve teknisyen Lobanovski vardı. Bambaşka bir futbol dilini dünyaya getirmişti. Mutlak profesyonellik denen bir olguyu futbolla tanıştırmıştı. Michels ve Cruyff kadar anılmayan bu futbol kurdu, üçgenler ve ön alan baskısı denen bir şeyi getirmişti futbola. Makine tadında bir takım kurmuştu. Zamanın tüm en iyi Rus oyuncuları onun eleğinden geçmişti. Biz futbola odaklanırken, manyak Rus matematikçileri de Lobanovski’nin taktiklerini diferansiyel denklemle açıklama çalışıyordu.

Finale kadar makine gibi oynayan ve güzel futboluyla beni etkileyen SSCB, gruplarda yendiği Hollanda ile finalde karşılaşmıştı. Tam bir yıldızlar çarpışmasıydı. Kalede iki dev vardı. Dassaev ve Van Breukhelen. Van Breukhelen. ismiyle bile beni duvara çarpmış gibi hissettirirdi. Muazzam bir kaleciydi. Tipine bakar, kaledeki duruşuna bakar, bir de ismine bakar ve kaçacak delik arardım. Küçükken bazı şeyler bizleri daha çok etkiliyordu haliyle. Sadece isimleri değil, kendimiz o esnada beden olarak da ufak olduğumuz için kendilerini de televizyondan izlememize rağmen dev gibi görürdük. Final maçı nedense istediğim gibi geçmemişti. SSCB pek dikiş tutturamamış ve Hollanda mükemmel Gullit ve Van Basten golleriyle kupayı almıştı.

Bu hiç ama hiç hoşuma gitmemişti. Benim Dassaev’im ve Igor Belanov’um neden yenilmişti? Laboratuvardan çıkmış Robocoplar nasıl olur da lalelere, portakallara yenilirdi. Laleler koklanmak, portakallar yemek için vardı. Ama bu Robocoplar finalde ne koklayabilmiş ne de yiyebilmişlerdi. Olsun! Igor Belanov hala Belanov’du. Beyaz Ayı’ydı. Kutuplarda değil de Kiev’de yaşayan..
Ulan Dassaev! Van Basten’den o golü yemek sana hiç ama hiç yakışmamıştı. Seni dev diye bağrımıza basmıştık halbuki.
Futbol bazen ise fena halde ölüme benzer. Kapanışı ise Eduardo Galeano yapsın:
“Abdôn Porte, Uruguay’da Nacional takımının formasını, dört yılı aşkın bir süreyle ve iki yüzü aşkın maçta taşıdı. Her zaman alkışlandı, zaman zaman da tezahüratlar yapıldı ona ve bir gün yıldızı söndü.
Sonra onu takımdan çıkardılar. Bekledi, dönmek istedi, döndü. Ama çaresi yoktu, kötü talih yakasını bırakmıyordu, insanlar onu ıslıklıyorlardı; savunmada kaplumbağaları bile kaçırıyordu, ataklarda ise etkili olamıyordu.
1918 yazı sonunda, Nacional takımının sahasında Abdôn Porte, kendini öldürdü. Yıldızının parlamış olduğu sahanın ortasında gece yarısı kendine bir kurşun sıktı. Bütün ışıklar sönüktü. Silah sesini de kimse duymadı.
Hava aydınlanırken onu buldular. Bir elinde silahı, öbür elinde ise bir mektup vardı.”
Milli Takım Transferi; Cenk Tosun

Günümüzde Milli Takım transferleri de yaşanıyor, özellikle de gurbetçi futbolcu sayısının inanılmaz şekilde artmasından sonra. Aslında eskiden de bu sayı fazlaydı ama son zamanlarda yetişen gurbetçi futbolcuların da kalitesi çok iyi ve bu da Almanya & Türkiye arasında yıldız savaşları gibisinden durumlara yol açıyor. Mesut Özil, Mehmet Ekici ve İlkay Gündoğan gibi örnekler var. Cenk Tosun da bunlardan biri olabilir miydi bilmiyorum ama Alman Ümit Milli Takım'ında oynaması ve Gaziantepspor'a geldiğinden beri gösterdiği ivme buna işaretti. Cenk'in ligin ikinci yarısının en değerli transferi olduğunu söylemek yanlış olmaz, ayrıca en büyük çıkışı da yakalayan futbolcusu kendisi.
Gelelim Milli Takım'ın golcü sorunsalına. Belki klasik bir laf olacak ama Hakan Şükür'den bu yana eller tutulur, istikrarlı bir golcümüz yok. Şu günlerde de Umut Bulut'la yola devam etmeye çalışıyoruz. Tamam, ben de beğeniyorum Umut Bulut'u çok farklı özellikleri var ve eleştiren Trabzonluların aksine, Trabzonspor'un bu başarısında da payı büyük ama aradığımız istikrar kesinlikle onda yok. Milli Takım açısından baktığımda sadece iyi bir alternatif diyebilirim ama Umut Bulut dışında da yerli bir golcümüz yoktu. Bir ara keşke Emenike, Türk olsa diyorduk. Keşke de olsaydı, ondan iyisini mi bulacağız ama bu işten kurtuluş yolu devşirme değil. Aksine, Cenk Tosun gibi değerleri Milli Takım'a kazandırabilmekti.

Bir ara neydi öyle, bütün gurbetçilere sırt dönmüştük. Hatta işin boyutu, 80'lerin sonundaki Almanya'ya dönüyordu. Şimdi gelinen nokta ise herkese kucak açan, temellerini Avrupa altyapısı almış futbolculardır.
SC Transfer; Atilla Çelik

Schuster'in 60'lara Dönüşü

Sonuçta bu adam Zidane vari bir hareket yapmadı, ya da Bordeaux maçında rakibine kafa atan Arda gibi de tecrübesiz değil. Görmüş, geçirmiş bir futbolcu ama Fenerbahçe maçında tek hareketi domino taşlarının devrilmesini daha da hızlandırdı. Ama o Ferrari'yi Kiev karşısında da 11'de gördük, dolayısıyla kendisinden iyi futbol da beklemiyorduk.
Schuster'in çok büyük yanlışlarından biri de bu, malesef krizi hiç iyi yönetemiyor. Yeni krizler yaratmak anlamında da etkili bir isim.
İstikrar yanlısıyım, istikrar sağlayan takımların başarı yakalayacağına inanıyorum. Ayrıca da ülkemize gelen önemli futbol değerlerinin bir çırpıda harcanmasına elbette karşıyım. Bunun yanında ise inandığın, güvendiğin ve gelecek gördüğün isimlerle yola devam edilmesi taraftarıyım. Schuster'le Beşiktaş'ın geleceğini görebilen var mı bilmiyorum, benim böyle bir inancım malesef yok.

Beşiktaş'ın gelecek adına umutları var, çünkü Demirören'in transfer hamlelerine inanıyorlar. Belli ki gelecek sezonda da büyük paralar harcanacak ve yıldız isimler takıma kazandırılacak. Tabii bu süreçte yabancı kontenjanı boşaltma sorunlarını da göreceğiz. Tabata, Holosko gibi adamların geri dönüşü de var ve bu da gelecek sezon takımın başında kim kalacaksa onun başını ağrıtacak. Şunu söylemek lazım, sağlam bir yapı kurulmadığı sürece çok büyük yıldızlar alınsa da başarının gelme ihtimali düşük. Beşiktaş'ın şu an sağlam bir yapısı yok ve daha önemlisi gelecek sezonu düşünüyoruz deseler de o yönde yapılan hamleler yok. Simao ve Almeida geldi demesin kimse bana. Şu hedeflerin kaçtığı yeni sezonda gençlere yönelmek, yaş haddini aşmış adamlarla artık yolları ayırmak {Aurelio'nun oynayıp, Necip'in yedek kalması gibi} en doğrusu. Yapılacak en önemli hamle ise Schuster'le yolları ayırıp Tayfur Havuçtu ile sezonu tamamlamaktır. Sezonun sonunda ise sağlam yapı üzerine kafalar patlatılmalı, çok doğru bir teknik adam tercihi yapılmalı.
24 Şubat 2011 Perşembe
Ayrılık Altyapısı Mı?

"Chelsea'deyken dünyanın en mutlu adamıydım. Bütün kariyerimi bu kulüpte geçireceğimi düşünüyordum. Ancak birkaç ay içinde herşey değişti. Yani futbolda geleceğin neler getireceğini hiçbir zaman bilemezsiniz"
Belli ki önümüzde olası bir ayrılık var, Mourinho'nun Real Madrid günleri fazla uzun sürmeyecek. Çünkü egolar çarpışıyor, iki ego birbirini çekmek yerine itiyor. Mourinho'nun Real Madrid'i de yaşadıktan sonra olası durağı yine Premier Lig olur. Abramoviç tekrar Mourinho'yu ister mi bilmiyorum, çünkü orada da bir egolar çarpışması yaşandı ve Abramoviç, Mourinho'nun kendi adının üstüne çıktığını görünce yolları ayırmıştı. Böyle bir birlikteliği tekrar gerçekleştirmesi ise bu açıdan zor ama mutlaka Premier Lig günleri Mourinho'yu bekliyor olacak...
NBA'de Takas Manyaklığı

Deron Williams, Devin Harris, Derrick Favors ve iki ilk tur draft hakkı karşılığında takas edildi. Bana sorarsanız her iki takım açısından da hayırlı bir takas. New Jersey, geleceğe yönelik planlar adına iyi bir parçayı takımına ekledi. Jazz ise Devin Harris gibi bir guard'a ve Derrick Favors gibi de iyi bir rotasyon parçasına sahip oldu. Ama artık takımlarında elit bir yıldız yok, Boozer & Deron ikilili günler biraz uzaklarda. Yine de uzun vadeli düşünüyorlarsa, bu ilk tur draft hakları da onların oldukça yararına.
Bakalım Sloan ile papaz olan Deron, disiplin için yaşayan Avery Johnson ile neler yaşayacak?


Biz Kaleci Araya Duralım, Friedel Yıllara Meydan Okumaya Devam Etsin

Kaleci demişken eski bir dostu hatırlayalım aslında. Brad Friedel bugünlerde 40 yaşının arefesine gelmiş durumda ama hala Premier Lig'in elle tutulur isimlerinden biri. Kaleciler için yaşlı demekten öte yıllanmış şarap kavramını kullandığımız isimler vardır, Friedel de bunlardan biri. 2008'den bu yana Aston Villa kalesini başarıyla koruyor ve belki de yeni bir rekora gidecek. Çünkü bu gidişle çok rahat 42-43 yaşları da görecek diyorum.
Friedel'in Galatasaray kariyerini iyi hatırlıyorum aslında. Souness'in ülkemize getirdiği isimlerden biriydi ama Venison, Marsh ve Saunders gibi sezon başında gelmemişti. Venison ve Marsh'la yollar ayrıldıktan sonra Van Gobbel ve Friedel takviyeleri yapılmıştı, Friedel de sezon sonuna kadar Galatasaray'ın kalesini korumuştu. Ama o kötü sezon içerisinde de çok paylayan bir isim olduğunu söylemek güç, bu yüzden takımdan ayrıldığında kimse ses çıkarmadı. Bunun aksine Van Gobbel ise bir sonraki sezonu da görebilmişti, Fatih Terim'in ilk yılında vardı ama ligin devre arasında gelen iyi bir teklife de Galatasaray hayır demeyecekti.

Liverpool'a transfer olduğunda kariyerinin zirvesini yaşamış gibi görünebilir ama bu takımda oynadığı 3 sezonda da fazla forma şansı bulamadığından Souness onu bu sefer Blackburn Rovers semalarına çekti. Burada ise geçirdiği tam 8 yıl var, tam bir istikrar abidesi kıvamına geldiği yer oldu. Ayrıca Tugay Kerimoğlu'yla da uzun süre takım arkadaşlığı yapmıştır, tabii bu süreçte Hakan Ünsal ve Hakan Şükür gibi Türk futbolcularını da gördü. 2008 yılında ise Aston Villa'ya geçti ve kariyerini hala bu takımda sürdürüyor.

23 Şubat 2011 Çarşamba
Mourinho'nun Inter'i Yok / Inter 0-1 Bayern Münih

Maçın genel havası şuydu. İki şampiyon boksör vardır ve karşılaştıkları maçın son raunduna doğru karşılıklı olarak atağa geçerler. Bu maçın ilk dakikasından itibaren ise karşılıklı bir atışma vardı, yani her iki takım da rövanşı falan bir yana bırakıp işi ilk maçta bitirmek ister gibiydiler. İtalya'da oynanan maçta Bayern Münih için beraberliğin iyi bir skor olduğu düşünülebilir ve buna uygun bir oyun yapısı kurmasını beklersiniz. Ama öyle olmadı, Inter ne kadar ataksa belki de daha fazlasını Bayern Münih gösterdi.
Inter için kanatlar bir nimetti bugün, özellikle de sağ taraftan Maicon ve Javier Zanetti ile çok iyi iş çıkardılar. Breno değişikliğine kadar da bütün ibre onlara dönüktü. Bayern Münih ise sol tarafa önlemini aldıktan sonra hücumdaki bütün repertuarlarını iyi kullandılar. Uzaktan iyi şut atabilen futbolcularından, kanatlardaki Robben ve Ribery'e kadar Inter savunmasını belini kırdılar. Buna karşılık Bayern Münih'in de savunmada çok sağlam olmaması Inter'in kanatlardan iyi gelmesini ve Eto'o nun da savunma üzerindeki etkisini kıramadı. Şut anlamında Bayern Münih rakibini ikiye katlamış gibi görünebilir ama pozisyon anlamında da çok dengeli bir maçtı. Bu yüzden çok büyük avantaj yakalasa da Bayern Münih'in işi bitirdiğini demek için erken, deplasmandaki maç çok şeye gebe olacak.
Gökhan Gönül'ün Avrupa Hayali Var Mı?
''Her futbolcu gibi Avrupa’da hayalim var demiyorum. Olacaksa bir gün eğer bu camia için de hayırlısıysa, benim için de hayırlısıysa, gerçekten mağdur olmayacaksak hem Fenerbahçe hem ben, o zaman gitmeyi isterim. Ama şu an Avrupa’da oynayacağım diye bir hayalim yok. Şu an en büyük hedefimin içindeyim."

Mehmet Topal'ın ben önemli bir yol açtığını düşünüyorum. Şu an Mehmet Topal, Türk futbolunun zirvesidir. Her ne kadar Milli Takım'a çağrılmasa da. Çünkü öyle ya da böyle Valencia gibi bir takıma bonservis karşılığında gitmiş ve bu takımda da kısa sürede kendini kanıtlamış bir futbolcu. Mehmet Topal'ın da bu formu bazı İspanyol takımlarının ibresini Türkiye'ye çevirir. Geçmişte Nihat Kahveci'nin, Tayfun Korkut'un yaptığı gibi.
Atletico Madrid'in uzun zamandır Arda Turan'ı istediğini biliyoruz ve sezon başında da resmi olarak teklifte bulundular. Ama bu iş Arda istemedikçe olmaz, belli ki Arda'nın gözü Premier Lig devlerinde. O birden zıplamak istiyor, arada basamak kullanmadan. Aslında bu Arda açısından yanlış. Mehmet Topal'ın kısa sürede gösterdiği gelişimi gördükten sonra Arda gibi bir ismin nasıl bir gelişim göstereceğini siz düşünün ve yetenekleri onu bir zaman sonra zaten devlere taşır. Şimdi ise gerçekleştireceği direk bir geçiş, belki de forma şansı bulmasına engel olacak. Geçmişte de bunun örneklerini izledik.

Şunu da ekleyeyim, bu transfer tamamen Gökhan Gönül'ün isteğine bağlı olur. Yukarıda da dediğim gibi Fenerbahçe'nin böyle bir bonservise ihtiyacı yok. Zamanında Tuncay Şanlı için de olmazsa olmaz diyordum, Fenerbahçe çok kan kaybeder diyordum ama bu futbolcunun ayrıldığı sezon Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynadılar. Mutlaka Gökhan Gönül'ün de yerini doldurmaya çalışacaklar, belki de Aykut Kocaman bunu içeriden halledecek ama bu seferki kan kaybı biraz daha büyük olur.
Schuster İçin Rijkaard'ın Yolunda Deniyor Ama

Galatasaray'ın da geçtiğimiz sezon bu sezona yönelik umutları ve beklentileri vardı. Geldiğimiz noktada ise bu beklentilerin çok uzağında olduğunu görüyoruz. Rijkaard hayallerimiz, Barcelona ile sistemi kıyaslamamız, Arda'dan Messi mi Iniesta mı olur görüşlerimizin hepsi suya düştü. Çünkü kötü bir futbol yönetimimiz var ve bu kötü yönetimin geldiği nokta da burasıdır. Şimdi ise Hagi ile yeni umutlar taşıyoruz ama yönetimin bu futbol vizyonuyla sezon sonunda Hagi gitti deseler asla şaşırmam.
Ama yerine gelecek isim için üzülürüm. Düşünün, Hagi gitmiş ve yerine Tugay Kerimoğlu'nu koymuşlar. Bu hamle başta göze güzel görünür ama Tugay Kerimoğlu için üzülürüm. Çünkü onu da bu vizyonla aynı son bekliyor olur. Skibbe için de durum bu değil miydi?

Parayla saadet olmaz demem, parayla da pek ala saadet olur ama bu parayı da çok doğru şekilde kullanmak gerekiyor. Bu sezon yaratılan bir vizyon var ve bu vizyon doğrultusunda transferler izliyoruz ama başarı gelmiyor. Tarihin en kötü denen, BAM üçlüsünden bahsedilen Galatasaray ile şu an puan farkı eşit.
22 Şubat 2011 Salı
Stelea & Samsunspor {Ustaya Saygı}


Beklenen Hamle; Carmelo Anthony Knicks'de


Wilson Chandler, Danilo Gallinari, Raymond Felton ve Timofey Mozgov Denver'a gitti. Melo'nun yanında da Chaunsey Billups, Anthony Carter, Shelden Williams ve Renaldo Balkman Knicks'e geldi. Ayrıca Edyy Curry'nin biten kontratı ile Anthony Randolph'u Minnesota'ya gönderen Knicks, Corey Brewer'ı kadrosuna kattı.

Genel anlamda Denver'ın kazançlı çıktığı bir takas, Melo politikasını gerçekten çok iyi yönettiler. Ama New York'un da bu takası gerçekleştirmesi artık bir zorunluluk haline gelmişti. Şimdi ise Melo & Amar'e ve Billiups'lu bir üçlüye sahipler ve bana göre Doğu'nun da elit takımlarından biri olmak adına önemli adımı atmış oldular. Acaba sene sonunda da C.Paul rüyaları gerçekleşir mi, bunu merak ediyorum.
Hagi & Stancu

Ama Hagi'nin formatından fazla söz etmiyoruz. Çünkü takım iyi yolda değil, kimine göre de gelecek adına ışık vermiyor. Bu eleştirilerde haklılık payı da yüksek ama ben olaya pozitif bakanlardanım. Hagi'nin de bu eldeki imkanlarla yarattığı oyuncu değişimlerini olumlu buluyorum. Adamın amacı şapkadan tavşan çıkarmak değil, eldeki imkanlarla daha iyisini yaratabilmek. Geçmişte de kısmen bu değişimlerinin başarılı olduğunu gördük, yine olabilir. Bu değişimlerde de Stancu'nun hücum üçlüsünün sol tarafında oynaması en pozitifi gibi.
Çünkü hızı ve tekniği var. Baros'un yanında kendisini kullanarak 4-4-2'yi de kullanmak mümkün ama Hagi'nin 4-3-3'ünde de Stancu ve Kazım gibi adamların hücum kanatlarında ekmek bulması çok kolay. Dikine oynayan, şut özellikleri de olan ve her açıdan rakip savunmayı bunaltıcı isimler.

Misimovic için olmasa da Stancu için sol tarafta da oynayabilmek bir nimet, farklı bir aroma. Sonuçta Misimovic dediğimiz isim görmüş geçirmiş, futbol anlamında gelebileceği en iyi noktayı da yaşayan bir isim. Stancu ise henüz yeni, futbol piyasasında yavaş yavaş yükselecek. Hagi de bu futbolcunun yükselişindeki önemli etmenlerden biri olacaktır. Belki Stancu'nun attığı gol oranı düşecek ama daha farklı, değerli bir kimliğe bürünecek. Fifa'nın da dediği gibi Romanya adına gelecek için bir futbol ikonu olacak. Bu potansiyel kendisinde fazlasıyla var, bu açıdan böylesine bir futbolcuyu 5 milyon avro gibi bir rakama ve bu yaşta getirmek önemliydi. Gerek Culio için gerekse Stancu için bu paralar fazla diyorduk ama o bu isimler kapalı kutu olduğu zamandaydı. Şimdi ise Hagi'nin isabetli işler yaptığını görebiliyoruz, bu da transfer açısından Hagi'ye kredi sağlamıştır. Hem de Zapata'ya rağmen...
21 Şubat 2011 Pazartesi
Roma Zamanlarından; Shabani Nonda

Bu karikatür ise Roma'ya ilk geldiği zamanlardan olmalı, çünkü gelişemeyen Roma kariyeri içerisinde böyle güçlü bir futbolcu olamadı. Ama dediğim gibi, geldiğinde krallar gibiydi ve bu tip karikatürleri de fazlasıyla görmüşüzdür.
Trezeguet'in Dirilişi, Belki de Larsson Kıvamına Gelişi

Buffon ve Del Piero hala Juve formasını giyiyor ama eski günler geride kaldı, artık yıldız değiller. Ama bayrak oyuncu olabilmenin gururunu yaşıyorlar.
Trezeguet için ise durum farklıydı. Kadroda istediği forma şansını bulamadığı için kendini yeniden kanıtlama yoluna gitti ve 10 yıllık Juventus mazisinin ardından İspanya'ya Hercules yollarına düştü. Şu ana kadar gösterdiği performansla da kendini yeniden kanıtlamayı başardı, ben yıllanmış şarabım mesajını verdi. Oynadığı 20 maçta da 10 gol atınca bir anda Milan, Inter ve Real Madrid gibi takımlar ara transferde Trezeguet'in peşine düştü ama Hercules'de kaldı.
Çünkü yeni bir macera istemiyor, 33 yaşının olgunluğunu yaşıyor. Bu yüzden de Hercules'den kolay kolay ayrılmaz diyorum ama bir zamandan sonra Larsson sendromuna da yakalanabilir ve kaç yaşına gelirse gelsin büyük takımların kurtarıcı misali kendisine başvurduğu isim olabilir. Ara transferde aldığı teklifler bunun göstergesi...
9 Yıl

20 Şubat 2011 Pazar
Med Cezir / Beşiktaş 2-4 Fenerbahçe

İkinci yarıdaki Beşiktaş, topu ayağında tutan ve defansın arkasına attığı toplarla pozisyonlar üreten yapıdaydı. Quaresma ve Simao'nun etkisini arttırması Beşiktaş adına önemliydi ve yakalanan pozisyonlar sonrasında bu maçı Beşiktaş'ın da farklı kazanması mümkündü. Çünkü Fenerbahçe orta sahasının bu maçta mücadele olarak diğer maçlardan çok daha iyi olmamasının cezasını stoperlerin bozulan dengesi çekebilirdi ama Volkan Demirel'in kurtardığı top fay hattının ilk kırığını yaratmış oldu. İkinci kırık ise Ferrari ile başladı ve Beşiktaş adına deprem bu andan sonra başladı.

Bazen faturayı futbolculara keseriz demiştim, Ferrari'nin yanında bir diğer fatura da Schuster'e kesilmeli. Çünkü Ferrari kırmızı kart yedikten sonra verdiği mesaj çok saçmaydı. Yani oyuncu değiştirmek için çok bekleyip, savunma güvenliği adına hamle yapmayınca. Ferrari atıldıktan sonra savunmayı üçlü bırakınca Dia'nın tekrar uyanışını izledik. Hatta buna maç boyunca eski etkisinden çok uzaklarda gezinen Mehmet Topuz da eklendi. Fenerbahçe kanatlardan çok iyi gelmeye başladı, Alex ve Niang ise zaten maç boyunca fit durumdaydılar. Böylesine bir savunma karşısında da Fenerbahçeli hücumcular ayağa kalkıp, 4-2'yi bulmasını bilediler. Schuster ise sadece Necip ile Aurelio'yu değiştirerek buna çare bulmak istedi ama yapılan hamle çok yanlıştı. Galibiyet mesajı böyle verilmez, 10 kişi kalmama rağmen maçta 2-2 iken bana galibiyet lazım demek böyle olmaz.

BEŞİKTAŞ: 2 - FENERBAHÇE: 4
Stat: Fiyapı İnönü
Hakemler: Cüneyt Çakır, Bahattin Duran, Tarık Ongun
Beşiktaş: Rüştü, Ekrem, İbrahim Toraman, Ferrari, İsmail, Quaresma, Necip (Dk. 70 Aurelio), Ernst, Simao, Guti, Almeida (Dk. 87 Nobre)
Fenerbahçe: Volkan, Gökhan Gönül (Dk. 82 Bekir), Lugano, Yobo, Andre Santos, Mehmet Topuz, Selçuk, Emre (Dk. 78 Özer), Dia (Dk. 77 Cristian), Alex, Niang
Goller: Dk. 5 Necip (Kendi kalesine), Dk. 65 (Penaltıdan), 72 ve 75 Alex (Fenerbahçe), Dk. 44 Ekrem, Dk. 49 İbrahim Toraman (Beşiktaş)
Kırmızı Kart: Dk. 63 Ferrari (Beşiktaş)
Sarı Kartlar: Dk. 12 Ekrem, Dk. 30 Quaresma, Dk. 64 Rüştü, Dk. 67 Necip (Beşiktaş), Dk. 18 Andre Santos, Dk. 60 Gökhan Gönül, Dk. 84 Bekir, Dk. 87 Mehmet Topuz (Fenerbahçe)