22 Aralık 2011 Perşembe

Premier Lig'in 20.000. Golü!

Birkaç haftadır, özellikle 19900. gol geçildikten sonra, merakla bekleniyordu 20bininci gol. Kime kısmet olacak diye bahisler bile açılmıştı. Dün akşamki maçlar esnasında da sürekli takip edildi. Ne zaman ki Giggs, Fulham maçında 19.999. gole imzasını attı, işte o andan itibaren daha dikkatli izlendi maçlar. Bu golden bir süre sonra da Marc Albrighton çıktı sahneye. Aston Villa'nın Arsenal ile yaptığı maçta, takımı adına golü kaydeden Albrighton, aynı zamanda Premier Lig'in 20.000. golünü de atan isim olarak tarihe geçti. Bu gol Giggs'in hakkıydı bana kalırsa. Keşke o atabilseydi... Ama malum, özel bi anı, özel biriyle paylaşmak istediğinizde illa ki bi aksilik çıkar ya, işte tam da bu oldu. Galatasaray'ın 3bininci golünü rakibin atması gibi, Samiyen'deki son golü Kazım'ın atması gibi, Arena'daki ilk golü Servet'in atması gibi.. İşte 20bininci gol;


Galatasaray 1-0 Manisaspor, Tek Golle Olsa da..

Galatasaray 10 senenin ardından devreyi lider kapatmak için çıktı sahaya dün akşam. Son haftaya kadar aynı puanı ve liderliği paylaştığı Fenerbahçe'nin Antalyaspor ile berabere kalmasının ardından, puan farkıyla lider olma şansı ele geçmişti. Bu şansı iyi değerlendirdiğini söyleyebiliriz. Tek golle de olsa, galip gelmeyi başararak şampiyonluğun ilk adımını attı. 

Son birkaç haftadır bizi galibiyete ve güzel futbola alıştıran Galatasaray, bu hafta hem Orduspor maçında hem de Manisaspor maçında biraz tutuk oynadı. Gel gelelim fikstürün sıklığı ve takımın hem mental olarak hem de fiziksel olarak yorgun düşmesi bunun en büyük sebebi. Olmaması lazım, büyük takımlar üç günde bir maç yapmaya alışkın olmalı, tamam. Ama bu ligin başlayacağı tarihe göre kondisyon verildi bu takıma. Lig geç başlayınca, fikstür sıkış tıkış olunca ister istemez etkileniyor. Tabii ki tek Galatasaray'a özgü bir durum değil bu, kimse diğer takımların etkilenmediğini söyleyemez. Şimdi maç yazısında federasyona girip dallanıp budaklandırmak istemiyorum. Fakat bir kişinin de çıkıp ne güzel yönetiliyoruz, şahane federasyonumuz var dememesine rağmen, federasyonun hala hayat ne güzel çiçekler falan kafasında olması, istifa etmemesi, istenmediği yerde durması benim midemi bulandırıyor.

Galatasaray'ın ve belki de Türk Futbolu'nun yıllarca en çok çektiği şey, duran toplardır. Hem rakibin kullandığı duran topların tehlikesi hem de bizim duran toplarda aktif olamamamız bu sıkıntının iki yönlü olduğunu gösteriyordu. Gösteriyordu diyorum çünkü Selçuk İnan bu takıma geldiğinden beri, duran toplar gole dönmeye başladı. Trabzonspor maçında attığı golün bir benzerini de bu maçta attı Selçuk. Attığı gol sonrasında da Galatasaray galip geldi ve ilk yarıyı kapattık. İkinci yarıda Galatasaray'ı neler bekler, devre arasında neler yapılır bekleyip göreceğiz. Şimdi galibiyet ve liderliğin tadını çıkaralım. Yol uzun. Verilen sözler var. Bir de Galatasaray var. Tarifsiz mutluluklara sevk ediyor insanı.

Maç: Galatasaray – Manisaspor 
Yer: Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena 
Tarih: 21.12.2011 Saat: 20.30 
Hakemler: Özgür Yankaya, İsmail Şencan, Mehmet Can Hanoğlu - Mürvet Sezer 
Yayın: Lig TV (Canlı) İnternet: www.galatasaray.org (Canlı Anlatım) 


Galatasaray Fernando Muslera, Emmanuel Eboue, Tomas Ujfalusi, Servet Çetin, Hakan Balta, Emre Çolak (Dk.56 Engin Baytar), Felipe Melo, Selçuk İnan, Kazım Kazım (Dk.85 Ayhan Akman), Milan Baros (Dk.66 Albert Riera), Johan Elmander
Yedekler Ufuk Ceylan, Çağlar Birinci, Ceyhun Gülselam, Albert Riera, Ayhan Akman, Engin Baytar 



Manisaspor İlker, Akaminko, Dixon, Hüseyin, Klukowski, Nizamettin, Yiğit Gökoğlan (Dk.71 Bekir Yılmaz), Yiğit İncedemir, Mehmet Güven (Dk.65 Murat Erdoğan), Simpson (Dk.46 Ahmet İlhan), Isaac 


Sarı Kartlar Dk.26 Tomas Ujfalusi, Dk.57 Felipe Melo (Galatasaray), Dk.19 Simpson, Dk.38 Klukowski, Dk.61 Yiğit İncedemir (Manisaspor) 
Kırmızı Kart Dk.67 Yiğit İncedemir (Manisaspor) 


Gol Dk.63 Selçuk İnan (Galatasaray)

16 Aralık 2011 Cuma

Orduspor 0-2 Galatasaray, Deplasman Sever Olduk

Galatasaray'ın oyun felsefesi, topu ayağında tutarak oyuna hükmetmek üzerine. Son haftalarda da bu felsefeye doğru sistemin de eklenmesi ve bundaki istikrar bizi bu noktaya taşıdı. Farklı bir ilk yarı oldu ama, Orduspor'un oyuna hükmettiği ama pozisyona giremediği bölümlerin oldukça fazla olduğu bir görüntü. Bu yüzden 1-0 önde girerek, 1-0'dan sonra da iki net pozisyonu buna ekleyerek ilk devreyi bitirmek önemliydi, o iki net pozisyonun ikinci yarı mesajıydı çünkü. 1-0'la devreye girdiğimizde, ikinci yarıda işlerin bizim adımıza daha iyiye gittiğini geçen haftalarda da gördük ve yine böyle oldu, ayaklar ikinci yarıda yere biraz daha sağlam basınca ilk yarısı sancılı ama ikinci yarısı rahat bir maç yaşadık ve önemli bir deplasmandan daha gol yemeden, galibiyet serisini de 5'e çıkararak ayrılmış olduk. Deplasmanlarda da 7 maçtır gol yemiyoruz, müthiş bir istatistik gerçekten.

Trabzonspor karşısında da bunu yaşamıştık aslında ama bu kadar uzun bir dönem olmamıştı o. İlk yarıda 2-0'ı bulunca bütün avantajı lehimize geçirmiştik. Orduspor karşısında ise ilk yarıda rakibin oynamasına çok fazla izin verdik. Gosso'nun orta sahada Beşiktaşlı Fernandes misali topu tutuşu, takımını rahatlatması, Culio'nun da bizim savunma üzerindeki yıpratıcı etkisi. Özellikle beklerin hücuma katılmasıyla da etkili oldu Orduspor, genel itibariyle ilk yarıda oyunun hakimi ve gole yakın olan taraftılar. Orta sahada o agresifliği gösteremeyince rakip bunu iyi kullandı ama forvet anlamında sıkıntı büyük. Stancu'nun forvet misaşi oynadığını düşünmüyorum, tarzı bu çünkü. Gezerek oynuyor, yanında da tamamlayıcı bir forvet olmadından 4-6-0 gibi bir görüntü ortaya çıkıyor ve iyi oynadığınız, oyuna hakim olduğunuz anlarda pozisyon bile bulamıyorsunuz. Ancak duran toplar ve uzaktan atılan şutlar.

1-0 bu yüzden önemliydi. Hatta 1-0'dan sonra girilen iki net pozisyonu. Galatasaray'ın yakaladığı bu serideki özelliklerinden biri de kötü olduğu anlarda dahi kendi istediğini yapıyor, devamında da üstünlüğü eline alıyor. İlk yarının 1-0 bitmesi durumunda ikinci yarıda işlerin çok daha iyi gideceğinden emindim, öyle de oldu. Aynı sistem ve kurgu devam etti ama biraz daha agresif olunca, ayaklar daha sağlam yere basınca ve Elmander, Baros ikilisine Kazım'ın da sağdan yaptığı çıkışlar eklenince pozisyonlar da beraberinde geldi ve skor da. Gosso ve Culio'nun da oyundan düşmesiyle beraber Orduspor'un organize olabilme şansı da ortadan kalktı ve Galatasaray ilk yarının çok aksine bir ikinci yarı geçirerek skor avantajıyla birlikte maçı da kazanmasını bildi. İş agresiflikte, mücadele gücünde bitiyor. Bu zorlu fikstürde futbol olarak aşağıye düşmek normal ama yine de maçın başında bu duruşu göstermek gerekiyor.

Baros'un fizik olarak yukarıya çıktığını ve oyununun da geçmişe oranla başkalaştığını görüyoruz. Baros'un Baros olduğu dönemleri hatırlarsak, ortada bir gol kimliği vardı. Sakatlıktan dönüşünde de bu kimliği yine gösterdi ama sık sakatlandı, fizik olarak çok düştü. Şimdilerde ise yeni yeni toparlanıyor ama futbolu bir başkalaşım geçirdi sanki, 4-4-2 etkisi bu biraz da. Golcu kimliğinden öte daha bir sistem adamı oldu, Elmander misali. Elmander için de golden öte yaptığı başka işleri konuşuyoruz, bugün aynı görüntü Baros'da da vardı. Topu hücumda tutması, orta sahadan aldığı toplarla ileri çıkışları ve fizik olarak ayakta kalması, daha da önemlisi asistçi kimliği. Oynamaktan öte oynatan bir Baros izledik, onun da bu özelliği edinmesiyle beraber Elmander'le beraber çok daha farklı bir forvet ikilisine şahit oluyoruz diyebilirim.

Düşüşler de gördük tabii, Emre Çolak geçmiş haftalara göre o kadar iyi görünmedi ve Selçuk İnan. İlk yarıdaki savunmacı kimlik içerisinde asıl işi olanı yapamadı, savunmada çok kaldık ve biz savunmada kaldıkça o agresifliği gösteremedik. Bunun dışında da maçla ilgili yazılacak çok fazla birşey yok. İlk yarıdaki kötü oyun can sıkıcı ama buna rağmen ilk yarıyı önde kapatabilmek ve iki net pozisyona da girebilmek güzel bir işaret. İkinci yarıdaki rahat futbol da en güzeli ve son üç haftadır bu rahatlığı yaşıyoruz aslında. Bir noktadan sonra maç sıkıcı bir hale gelebiliyor ama bu sıkıcılık Galatasaray'ın oyuna hükmedip, rakibi kitlemesinden kaynaklı, güzel birşey yani...

Fabian Ernst'in Çocukluğuna İnelim

Fabian Ernst'in küçüklüğüne inmiş olduk...

Golden Boy

Manchester United kalecisi David de Gea küçükken tam bir altın çocukmuş. Saçlara bakar mısınız!

15 Aralık 2011 Perşembe

Lakers Adına Üzgünüm, Clippers Adına da Umutlu Değilim

Chris Paul'un hedefleri daha farklıydı aslında. Temelde, New Orleans'den ayrılmak ve daha büyük bir şehre geçmek vardı. New York Knicks veya Los Angales Lakers. Kontratının da son yılında olduğu için takımı onu takas etmek istedi, o da bir an önce ayrılmak adına böyle bir topa girdi. Bir sezon daha bekleyip daha farklı bir planlama yapabilirdi ama şartlar bunu gerektirdi. Gerçi yine sezon sonunda Clippers ile sözleşme imzalamayıp istediğini yapabilir ama bu durumda da Clippers'ın yediği kazığı uzun yıllar konuşuyor oluruz.

Hornets'in bir sahibi yok ve NBA'in yani Stern'in yönetimi altındalar. Tabii takımın ücretleri NBA takımları tarafından karşılanıyor. Durum da böyle olunca istedikleri gibi at koşturma gibi bir gaye edinebiliyorlar. Los Angeles Lakers'la anlaşılmıştı ilk etapta, takasın yararları ve zararları çok ayrı bir tartışma konusu ama asıl mevzu veto kısmındaydı. NBA tarafından takas veto edildi, Lakers yine de uğraşmaya devam etti ama Paul'u Lakers'a yar etmediler.

Lakers da bunun zararını fazlasıyla çekti, en basit örnek Odom'un gidişidir.

Los Angeles Clippers'ın da adı geçiyordu bu takasta, teklifleri falan takip ediyorduk ve bu takas sonunda resmiyet kazandı. Şu zamanın en çok konuşulan iki ismi, Chris Paul ve Dwight Howard. Paul'un takas edilmesi en çok artık bu mevzuyu konuşmamamız açısından iyi oldu. Bu takasın da yararları ve zararları var tabii. Eric Gordon - Chris Kaman ve El-Faruq Aminu'nun yanı sıra, 2012 draftında Minnesota'dan aldığı ilk tur seçim hakkını New Orleans'a gitti. Yani Hornets, istediğini fazlasıyla aldı ve geleceğe çok daha parlak bakıyor diyebilirim.

Clippers açısından bakınca da Chris Paul, yani NBA'in en iyi guard'ı ellerinde. Blake Griffin gibi de karayla pek işi olmayan, uçan bir yıldızları daha var. Ayrıca C.Butler'i de aldılar, Chaunsey Billups da onlarda hatta Mo Williams bile hala ellerinde. Billups iki numara oynayacaktır, Mo'nun yüzüne ise pek bakılmaz. Clippers açısından söyleyebileceğim tek artı, Paul ve Griffin'in bizlere izleteceği muhteşem resital olur, takım bazı başarı konusunda pek umudum yok.

Gelinen Bu Noktayı Kaçımız Tahmin Edebilirdi?

Sezon başına inmeli aslında, Carvalhal'li günlerin en başına. O zamanın büyük tartışma konusuydu, vekalet teknik adam tercihi ne kadar doğru. Jorge Mendes'di, Portekizli futbolculardı tartışmaları arasında Beşiktaş çok farklı bir yola girmişti aslında ama bugün geldiğimiz noktayı sezon başında çoğumuz kestiremiyordu aslında, en başta da ben. Quaresma'nın savruk bir halden kurtulup tam bir takım oyuncusu haline gelmesi, Fernandes'in biraz silkinip kendine gelmesi, bu Portekiz olayının aslında pek de olmadığını gösterip, Ernst ve Hilbert'in bir anda vazgeçilmez konuma erişmesi. Açık konuşmak lazım aslında, Carvalhal'in maşa bir teknik adam olduğunu bile düşündük ama gelinen şu noktada herkesi yanılttığını söylemek lazım.

Beşiktaş kariyerinin zirve noktası oldu, bu tartışmasız. O da bunun farkında ve takımına, oynadığı lige de o denli saygı duyuyor. Bu saygısıdır aslında başarısındaki temel iksir ama konuşacağımız şey çok farklı, ilginç bir noktaya saplandık diyebilirim. Tayfur Havutçu şu an dışarıda ve sezon başında Tayfur Hoca adına gösterilen bir duruş vardı, şimdi herkes o duruşun akibetini merak ediyor?

Bu konuda Beşiktaş'ın şansı kesinlikle Tayfur Havutçu'dur. Son derece egosu düşük ve takımının da başarılı olmasını isteyen bir teknik adam. Gerçek Beşiktaşlı yani, o çalıştırmış veya başka bir teknik adam takımın başında, farketmez onun adına. Bu yüzden de en azından sezon sonuna kadar Beşiktaş'ın başına geçmez, hatta futbolun içerisine girmez. Takımın seyrini asla etkilemez ama yöneticilerin bizim teknik adamımız Tayfur Havutçu'dur söylemi hala mevcut. Bunda da aslında hocaya güveniyorlar, onun iyi giden bu yapıya girmeyeceğini iyi tahmin ediyorlar.

Şu da var tabii, Beşiktaşlılar dahil kimse Carvalhal'in şu denli başarılı olmasını beklemiyordu. Avrupa Ligi'nden lider çıkıyorsunuz, ligde liderin sadece 3 puan gerisindesiniz ve takımda olmaya başlayan şeyler mutluluk verici, o tabuların yıkılmaya başlaması. Garip bir duygu da olabilir, bir yanda teknik adamınız bir yanda Carvalhal, düşündürücü bir tablo. Carvalhal de bu takımın başına gelirken vekalet hoca olarak geldiğini biliyordu, görev tanımı farklıydı ama geçen günler bizlere çok farklı şeyler izletti.

Beşiktaş'ı da Avrupa Ligi başarısından ötürü tebrik ediyorum, çok uzun bir zamandan sonra iki takımımız da Aralık ayının ötesini görmeyi başardı...

Hayallerin Gerçekleştiği Anların Keyfi

Avrupa basketbolundan pek anlamam, sadece Galatasaray özelinden takip ediyorum. Bu yüzden de Galatasaray özelinden konuşayım, dilimin döndüğü, bildiğim kadarıyla. Öncelikle şunu söylemeliyiz, eleme grubundan geliyorsun ve geldiğin gibi top 16'ya yükselme başarısı gösteriyorsun. Euroleague tecrüben de yok, ilk senende gelen bu başarı. Gerçekten büyük iş başarıldı, herkesi tebrik etmek lazım.

Beklentiler nedir, bunu konuşmak lazım aslında. Top 16'da neler yapılabilir gibisinden. Aslında bu başarı son derece mühim, takım kendisinden bekleneni fazlasıyla yaptı. Gerek seyircisiyle, gerek takım olarak yakaladığı havayla Euroleague'e fazlasıyla yakıştı diyebilirim.

Ama şu var, biraz daha iyisi nasıl olabilir. Biz, yıllara bölünmüş hedefi oldukça kısa vadeye indirip şu noktaya geldik. Euroleague, üç senenin sonunda koyulan bir hedefti belki de ama Oktay Mahmuti ile ikinci senemizde top 16'ya da kalmayı başardık. Bunda da doğru kadro mühendisliği, Mahmuti'nin takıma getirdiği hava, en önemlisi de Galatasaray karakteriyle kendi karakterinin birbirine müthiş uyumu var.

Euroleague'nin bir güzelliği de eksikleri yüzümüze vurması aslında. Lig maçlarında böylesine bir kalite az yakalanıyor, haliyle de eksiklerinizi anlayamıyorsunuz. Uzun rotasyonundan başlamalı, Zaza'nın gidişi önemli bir kayıp oldu. Caydırıcı bir pivota ihtiyacımız var, hem savunma hem de hücumda birşeyler üretebilecek. Hatta ona ek olarak bir uzuna da ihtiyaç var, 4 numara olarakta eksiğiz, Songalia beklentinin çok altında. Diğer bir şey de, hücumda aksıyoruz, büyük sıkıntılar yaşıyoruz. Rakibi de belli bir sayının altında tutamayınca yenilgi kaçınılmaz oluyor. Sistemin içerisinde kalacak ama asıl işi skor olacak bir 3 numara da oldukça gerekli. Shumpert bu açıdan istikrarsız, Eurolegue'de daha çok belli oluyor. Kriz anlarında topu eline alacak, takımı taşıyacak bir 3 numara oldukça gerekli. En azından top 16'da ben de varım demek adına.

Karakterimizi yansıttık, imkanlar dahilinde güzel işler yaptık. Cem Akdağ'a kadar bu günleri görmemizde emeği olan herkese teşekkür etmek gerekiyor, sonunda basketbolda hayal edilen herşeyi birer birer başarıyoruz...

Ateşten Gömlek Lafın Gelişi, Son Kaçınılmaz

Ankaragücü'nün neden bu konuma geldiği ayrı tartışma konusu, böylesine büyük bir camiayı neden bu hale getirildiğini iyi biliyoruz aslında, yapanlar da belli, zamanında da çok yazdık ama başka zaman gireriz bu mevzuya. Kötü durumdalar yani, hem de gelecek çok karanlık. Erezyon misali sürekli bir futbolcu kaybı yaşıyorlar, transfer yapamıyorlar, kimsenin parası ödenemiyor ama bu kan kaybına rağmen bir şekilde takdir de topluyorlar. Sadece 6 puanları var ama geçen haftalarda oynanan futbollarına baktığımızda da eğer iyi bir kadroları, biraz da imkanları olsa çok daha iyilerini yapabileceklerini görüyoruz. Ama bu takımın iyiye gitme ihtimali güç. Zor günlerin adamı olan Ziya Doğan bile takımdan ayrılıyorsa işler gerçekten güç demektir. Ankaragücü de bu yüzden zor günde kendi evlatlarımız diyerek tekrar Hakan Kutlu'ya yöneldi ve ateşten gömleği Hakan Kutlu diymiş oldu. Ateşten gömlek lafın gelişi aslında, kimsenin bir beklentisi yok. Bu imkansızlıklar içerisinde birşeyler başarmak güç, küme düşmek kaçınılmaz ama biraz gelecek görülse bir sonraki seneye yapılabilecek hamleler ışığında tekrardan Ankaragücü'nü izlemek mümkün. O potansiyel var, biraz potansiyele saygı ve imkan gerekiyor. Ligin devre arasında ise neler yapacakları merak konusu, erezyon misali sürekli bir futbolcu kaybı ve bıçağın kemiğe dayanma noktasını da çoktan aştığımız bir ortam. Buna rağmen hala elde değerli isimler var ve sadece 1-2 idmanla bir anda maça çıkan genç futbolcularını görüyoruz, iyi de oynuyorlar. Bu da zaten saygı duymamın en önemli sebebi...

14 Aralık 2011 Çarşamba

İstikrarsızlığın Sembolü de Transferdir Aslında


Büyük bir camiasınızdır ama yıllardır istenilen düzeye bir türlü erişemezsiniz ya da bazı başarılar gelir ama bunu istikrara yayamazsınız. Büyük bir camia olmanızdan kaynaklı da elinizde o büyük maddi güç genelde bulunur ve siz de o istikrar adına transfer yaparsınız. Tonla futbolcu gelir gider, bunlar arasında muhteşem yıldızlar da yer alır, sonrasında takım istenilen seviyeye gelemez ve eldeki bazı değerler de gitmek ister gibi mevzular yani.

Atletico Madrid'in de yaşadığı bu. La Liga tekelleşmeye başlamış bir lig, Barcelona ve Real Madrid hakimiyetinde ilerleniyor. Hatta bu iki takımı dışarıda bırakarak ayrı bir lig düşünülüyor ve 3.'nün de farklı bir başarısı var gibi. Atletico Madrid de bu iki takımdan sonraki en önemli güçlerden biri ama bu takımları yakalaması zor. Yine de bir noktada nasıl bir dev olduğunu kanıtladı.

2000-2001 ile 2011-2012 sezonları arasında 43 İspanyol ve 65 yabancı futbolcuyla en fazla transfer yapan kulüp oldular. Harcadıkları bonservis bedeli ise 423 milyon 650 bin avro. Bu noktada da Real Madrid ve Barcelona'nın arkasında kaldılar ve bu transfer halkası da onlar adına devam edecek gibi. Manzano ile başları dertteydi, ligde istenmedik bir tablo ama Avrupa Ligi'nde gelen başarılı sonuçlar. Yönetim de bunun kararsızlığını yaşıyor aslında, yoksa Manzano elli kere yollanmıştı.

Gerçi yine de yollanmalı, izin verilirse projemi tamamlamak istiyorum diyor ama elde bir proje yok, inanılmaz kötü bir kadro mühendisliği karşısında gelen istikrarsız sonuçlar. İyi transferler şart ve güzel olan ama sağlam bir kadro mühendisliği çerçevesinde, Atletico Madrid'in bu sezonki başarısızlığının anahtarı bu.

Riera'dan Ağzı Yananın, Reyes'den Ağzı Alev Alacaktı

Takım olursunuz, işler iyi gider ama daha iyi gitmesi adına bazı hamleler yaparsınız. İşte buradaki denge çok mühim, lükse kaçtığınız an eldeki değer de bir anda koybolabilir. Vardır bunun örnekleri, ihtiyaç misali transfer edersiniz ama hem kendi istenileni veremediği gibi, hem de yerine oynadığı futbolcunun da daha geriye gitmesini sağlayabilir. Bile bile lades durumu aslında, Riera da yaşadık bunu diyebilirim, hala önünde şans olsa da. Bu yüzden işler şu aşamada iyi gidiyorken gelebilecek Reyes hamlesi de o kadar yanlış olacaktı.

Sürekli söylüyorum, Reyes mevzusu da sıktı biraz aslında ama gündemden çıktığı için yazayım. Bizim tempolu kanat oyuncularına ihtiyacımız var ya da şu yeni 4-4-2 düzeninde Emre Çolak veya Engin Baytar misali hareketli, kreatif ama savunma kurgusunda da iş yapabilecek isimlere. Emre Çolak takıma dahil olduğundan bu yana, böyle bir sorun kalması aslında. Hala bir sol açık sorunu var, özellikle de alternatif anlamında ama bu isim Reyes değil. Reyes demek müthiş bir maddiyat sorunsalı artı olarak yeni bir başlangıç demek. Ligin devre arasında da böyle bir hamle ne kadar doğru olacaktı tartışılır.

Ne bileyim, sezon başında Forlan'lı, Reyes'li paket işe yarayabilirdi ama o konumun dışarısına çıktık. Şu aşamada alternatif yaratmalıyız. Ya uygun genç yerlileri ya da geldiğinde neler yapacağını kestirebileceğimiz, buraları az çok bilen yabancı isimlere yönelmeli. Amrabat gibi mesela, müthiş olurdu ama imkansızlaşıyor bu transfer ya da Keita misali. Tanıdığımız, bizi bilen ve geldiğinde ne yapabileceğini kestirebileceğimiz bir futbolcu.

Fatih Terim'in Reyes'i istemediği haberi müthiş bir gazetecilik örneği değil, adam zaten bunun sinyallerini açık açık verdi, transfer politikasını bizlere sundu. Bu yüzdend e her konuda anlaşılmasına rağmen Reyes mevzusu bir daha açılmamak üzere rafa kalktı gibi ve derin bir oh çektim. Olmaması gereken, ihtiyaç olmayan bir transferdi, doğrusu da oldu. Ligin devre arasında en az 3 tane transfer bekliyorum ama direk etki edecek, yerli ve yabancı olsa bile yukarıda söylediğim gibi isimler olur bunlar. Özellikle kanat rotasyonu anlamında eksikler var, o bölgeye takviyeler yapılmalı, hatta belki de bir orta saha. Ama temelde genç, potansiyelli ve oynadığında da etki edebilecek isimler. Olcan Adın misali, Alper Potuk ya da. Aklıma ilk gelenler.

Reyes çok fazla lüks kaçacaktı ve Riera'dan ağzı yananın, Reyes'den ağzı alev alacaktı...

Mini Bir Hagi Resitali

Ronaldo ve Zidane'nin yıllardan bu yana gelen güzel bir projesi var. Birleşmiş Milletler desteği ile yardım maçları düzenliyorlar ve bu maçlarda da hem eski hem de günümüzün yıldızlarını bir araya getirip, muhteşem futbol resitallerini bizlere sunuyorlar. Son olarak Hamburg'da böyle bir maç oynanadı ve Ronaldo ile Zidane'nin takımına karşı Hamburg'un All-Star takımı oynadı. Ronaldo ve Zidane'nin takımı maçı 5-4 kazandı ama bu tip maçlarda skorun önemi yok, asıl olan sahadaki eski efsaneleri tekrar izleyebilmek.

Zidane'yi hala fit durumda görüyoruz, geçen yıllar ondan pek birşey götürmemiş diyebiliriz. Şu an çıkıp oynasa hala can yakabilecek potansiyeli bünyesinde mutlaka barındırıyordur.

Burada da görülüyor zaten, özellikle de Ronaldo ile kıyaslayınca. Drogba da ısınma turlarına başladı, 2-3 sene içerisinde o da bu kategoriye dahil olur.

Yaşadığı sakatlıklara bağlı kortizon ilaçları Ronaldo'yu bu hale getirdi diyorlar. Onca sakatlığa rağmen futbol dünyasında müthiş bir iz bıraktı, hatta son demlerinde bile o futbol sihri onu ayakta tutup, gollerle buluşturuyordu, kiloya rağmen. Ama bir yerde tıkanıyorsun, Ronaldo da bunu yaşadı, şimdilerde sağdan sola dönmeye hali yok gibi. Maradona izinden gidiyor.

Dida'yı da görmek ilginç oldu tabii. Oynasa hala oynar ama Brezilya ve kaleciler deyince benim aklıma Taffarel ve Julio Cesar geliyor, Dida'yı o klasmanda hiç görmedim. Milan gibi bir devin yıllarca kalesini korumuş olmasına rağmen.

























Hagi ve Figo. İki efsane yan yana. Figo'yu da severiz, müthiş bir saygı duyarız ama Hagi deyince biz Galatasaraylılar için akan sular durur. Aslında Hagi'de de kilo almaya meyil fazlasıyla var ama ne olursa olsun o futbol resitalinden birkaç pasaj bizlere sunuyor, hatta çıksa da yine izlesek o muhteşem hareketleri, 5 dakika bile olsa diyoruz. Hagi'yle veda edelim biz...

13 Aralık 2011 Salı

Yeni Dallas Mavericks

Dallas Mavericks'in yeni yüzleri de kadraja girmiş. Şu fotoğrafta gözüme ilk çarpan, şu beşlinin yaş ortalamasının 96 civarında olduğu, yani kısa vadeli bir ilerleyiş söz konusu. Şampiyonlukla biten sezonun ardından da söz sahibi olmak ve bir sonraki seneye bitecek kontratlarla beraber başka yıldızlara sulanmak. Hamleler güzel, gökten düşen Odom misali. Odom, piyango misali katıldı bu takıma, Vince Carter ise ne yapacağı merak edilen bir isim. Eski günlerine dönmesi yaşı itibariyle imkansızlaştı ama şutu bile şu takımda tutunmak için önemli. Tabii ilk 5 bu olmaz, Marion bench'e geçer geçen sezon olduğu gibi, Terry ilk 5'e adını yazdırabilir ve bir de pivot hamlesi mutlaka gelecektir...

12 Aralık 2011 Pazartesi

Johan Elmander'e

"Eğer birisi Elmander'den saha içinde daha çok koşuyorsa o zaman mutlaka Elmander'in bir sağlık problemi vardır."
Mustafa Denizli...

En Son Ne Zaman Görmüştük?

Futbolun olmazsa olmazı, duran toplar. Duran top silahınız varsa eğer, işlerin en kötü gittiği günde bile bir umudunuz vardır demektir. Galatasaray'ın yıllardır yaşadığı sorun da buydu. Hagi'den alıştık o frikiklere, devamında o kadar etkin bir duran top silahımız pek olmadı. Cesar Prates'i de hatırlarım, istikrarlı şekilde atıyordu golünü ama ondan sonrası tam bir facia. Tek tük frikik golü bulmuşluğumuz vardır ama asla bir istikrara erişemedik, bunu sadece direk kaleye vurulan vuruşlar için demiyorum, kenardan kullanılan, ceza sahasına doldurulan ya da organizasyon yapılarak kullanılan duran toplar için de geçerli bu.

Selçuk İnan bu döngüyü değiştiriyor ama. Kafalarda hala ''Trabzonspor'daki Selçuk İnan olamadı'' gibisinden şeyler düşünen arkadaşlar var ama bu sistem ve düzen içerisinde Selçuk İnan görevini eksiksiz yerine getiriyor. Melo misali bazen şova ve gösterişe dayalı bir futbolu olmaması aslında bu düşünceleri doğuran ama mevzumuza dönersek, duran toplar artık önemli bir koz. Selçuk İnan'ın kaleye vuruşlarında da heyecanlanıyorum, içeriye kestiği ortalarda da. Bu da çok önemli bir koz oldu, en kötü anda bile umutlanmamız için güzel bir sebep.

Trabzonspor maçında da frikik golü bulması güzel anlamlar taşıyor aslında ama bizi asıl mutlu eden, çok uzun bir aradan sonra bu kadar net ve güzel bir frikik golü bulmamızdı. Umarım devamı gelir ve bu özlemi fazlasıyla dindiririz...

Lakers Vs. NBA Yönetimi Demeli

Ron Artest'in yeni adı bu, World Peace. Artık basketbolun dışında kendini dünyevi meselelere adadığından, günümüzün çılgınlık kontenjanında yer almak ve bizleri basketbolun sadece bir oyun olmanın dışında olduğunu hatırlatmak istiyor olabilir.

Bu fotoğrafta ilginç. Ne duygudalar acaba bilemiyorum. Lakers, Chris Paul ve Dwight Howard için tüm imkanları zorluyor, bunun adına da gözden çıkan önemli değerler var. Lamar Odom bunun kurbanı oldu aslında, gözden çıkarıldığını öğrendi, devamında bunun üzerinde de ısrar edilince de ayrılmak istedi ve gitti. Chris Paul takasının vetosu Lakers'a zihinsel anlamda büyük zararlar verdi aslında, aynı durum Bynum ve Gasol için de geçerli. Sezon idmanlarına başladılar ama kimsenin yeri garanti değil.

Bu resim ise şu an için Lakers'ın tek gerçeği. Mike Brown'la Phil Jackson'lu günlerin ardından çok farklı ve yeni bir başlangıç, bu yeni başlangıç arifesinde de istenilen köklü değişimler. Bir tek yeri garanti olan isim Kobe, bunun dışında her değişime şahit olabiliriz ama şu aşamada Lakers adına işler iyi başlamadı, bakalım neler olacak.

Bizimkisi Bir Aşk Hikayesi

İşler iyi giderken kolaydır yazmak. Böyle romantik oluveririz ben ve benim gibiler. Galatasaray'da bu aralar işler iyi gitmenin bir tık ötesine taşınmış durumda. Öyle ki sadece futbolda değil, haftasonu maç yapılan 6 branşta galip gelinmiş. Bu aşk hikayesi modunu sadece futbola bağlamamak gerekiyor yani. Futbol en birincisi, en güzeli, en kalbime dokunanı tabii, orası ayrı, karıştırmayın. Dün akşam Trabzonspor deplasmanındaydı Galatasaray. Bize yine çok güzel bir gece yaşattı. Takımdaki ahenk parmak ısırtacak cinsten. Göze hoş gelen futbolun yanı sıra, net skorlar alınarak tam da yapılması gerekeni yapıyor takım. Gelelim ayrıntılara...

Öncelikle Milan Baros. Artık dördüncü senesine girdik Baros'un. Ligi, takımları, futbolcuları ve taraftarları iyi tanıyor. Dün akşam, Tolga'nın kafasına gelen su şişesinin ardından, Tolga'yla ilk ilgilenenler Baros ve Elmander oldu. Fotoğraf da dile geliyor ve konuşuyor adeta. Kendi kalecinize nasıl su şişesi atarsınız modunda Milan. Tolga'ya yapılan harekete üzülüp, sinirlenmiş belli. Başkası olsa bana ne der çekilir. Ama Milan güzel adamdır. Futbol sadece gol atmak değildir.

Fatih Terim ve Şenol Güneş, hem milli takımlarda hem de lig takımlarında görev yaptıkları için, sürekli kıyaslanırlar. Çünkü Türkiye'de teknik direktör denince, kendi jenerasyonlarının en başarılı iki teknik adamıdır. Akşamki maçı Fatih Terim'in takımı kazansa da, Şenol Güneş de Trabzonspor da candır. Allah yollarını açık etsin, çok başarılı olsunlar.

Takımdaki herkesi tek tek ön plana çıkarıp yazasım var. Mesela Elmander. Dün Mustafa Denizli demiş ki; "eğer sahada biri Elmander'den çok koşuyorsa, mutlaka Elmander'in bir sağlık problemi vardır". O kadar doğru ki... Hırsıyla, kalitesiyle, futbol oynama aşkıyla, iyi ki var diyebileceğimiz biri olup çıkıverdi.

Görünce mutlu olduğumuz insanlar vardır. İşte benim için ve eminim birçok Galatasaray taraftarı için bu aralar, Semih bu kategorinin içine dahil olmuş durumda. Maç boyunca Burak'ı öyle bir kitledi ki, dün Muslera kalede sıkılıp uyusa, kimse fark etmezdi sanırım. Şaka bir yana, Tomas ile Semih'in arasındaki bu uyum, Galatasaray'ın bugünkü başarısının en büyük nedenlerinden birisi bence.

ps: Aslında tek fotoğraf birkaç cümle olarak devam eder foto-roman yazıları ama Semih'in bu iki fotoğrafının arasında seçim yapamadım. Sadece bu fotoğrafına bakarak bile Semih'in neden başarılı bir defans oyuncusu olduğunu anlamak mümkün. Yaşadığı onca sakatlığa, hatta yaşına rağmen, Semih'in müthiş bir özgüveni var. Böyle giderse, ki gitmemesi için hiçbir sebep yok, çok daha güzel günler hem Semih'i hem Galatasaray'ı bekliyor.

Selçuk... Ceyhun ve Engin de dahil olmak üzere, dün sahadaki futbolcular içinde en duygusal isim Selçuk'tu şüphesiz. Ceyhun ve Engin de eski Trabzonsporlu evet, ama ben Selçuk'un diğer iki futbolcumuza nazaran daha naif bir adam olduğunu düşünüyorum. Çok iyi oynadı Selçuk dün akşam. Geldiğinden beri zaten çok başarılı ancak haksız yere eleştiriliyordu da aynı zamanda. Dün akşam, en azından bir süreliğine, bu eleştirilere kapı kapanacaktır. Atılan frikik golü, çalışılmış bir organizasyon olmakla birlikte, Selçuk'un ha attı ha atacak halinden kurtulup attım ulan attım kafasına gelmesine sebep olur. Üzerindeki baskı azalır, daha rahat oynar. Dün akşamki o baskılı ortamdan da alnının akıyla çıkmıştır. Helal olsun!

Son olarak, karşınızda Galatasaray cennetinin mimarı; FATİH TERİM!

11 Aralık 2011 Pazar

Trabzonspor 0-3 Galatasaray, İstikrara Yolculuk

İstatistikler mini etek gibidir derler, toteme de mutlaka birşey derler. Fatih Terim'in Trabzonspor deplasmanlarında henüz mağlubiyet yüzü görmemesi, bu iki duruma da giriyor aslında. Çok önemli oldu bu galibiyet, önce Fenerbahçe ardından da Trabzonspor galibiyetleri, üstelik iyi futbol ve farklı skorlarla. 4-4-2'nin yarattığı etki ve istikrar, hepsi bu futbolun anahtarı aslında.

Burak Yılmaz'ın hızlı yükselişi Trabzonspor adına bazı gerçeklerin görünmesini erteledi aslında. O yükseldikçe, hızlı şekilde gol oranını artırdıkça, Trabzonspor'un hücum aksiyonu tamamen Burak Yılmaz üzerine odaklandı ve Burak Yılmaz'ın yaşadığı düşüş sonrasında da Trabzonspor'daki çoğu sorun ortaya çıktı aslında. Galatasaray karşısında da Burak Yılmaz'ın savunma arkasına yapacağı koşularla etkin kılmak istediler ve hücumu tamamen bunun üzerine kurdular.

Benim beklentim Alanzinho'nun oynamasıydı aslında. Temponun yükseleceği dakikalarda Trabzonspor'un daha etkili olacağını düşünüyordum ama tempodan öte Galatasaray'ı orta sahada durdurup, organize olmasını engellemek istediler ve Adrian ile Colman'ın atacağı ara toplarla da Burak Yılmaz'ı kullanmak istediler. Halil ve Henrique ise hücumun diğer yönüydü ama ikisi de çok etkisiz kaldı. Yine de şunu söylemeli, ilk yarıda Trabzonspor'un orta sahada Galatasaray'a karşı üstünlük kurduğu, tempoyu yakaladığı anlarda da etkili olduğu ortada. Hızlı oynamaları bizi şaşırttı, bu hızlı futbol karşısında çok fazla geriye çekildik. 1-0'ın yarattığı etki de olabilir tabii ama hızlı akınlarda etkili olabileceğimizi ilk yarıda da gördük, buna rağmen hücum yerine savunmada kalmak öncelikli tercih oldu.

Skorun ilk yarıda 2-0 olması da bizim büyük avantajımız oldu, ikinci yarıda bütün dengeler yer değiştirdi. Selçuk İnan o üzerindeki etkiyi golle beraber üzerinden atınca bu sefer Galatasaray'ın orta sahada kurduğu üstünlük ön plana çıktı ve devamında pozisyonlarda geldi, kendi doğrusunu bulunca da takım Trabzonspor'u tamamen kitlemiş oldu. Şenol Güneş'in yanlışı burada, oyunu hareketlendirmesi, Alanzinho'yla ikinci yarıya başlaması gerekiyordu ama çok geç kaldı. Fatih Terim ise 2-0'lık avantajı güzel kullanıp, aynı istikrarda takımı devam ettirdi, Trabzonspor'un da 10 kişi kalmasıyla beraber {Zokora'nın kırmızısı bence çok ağır, kart bile düşündürücü} maç bitti aslında. Galatasaray top çevirdi, Trabzonspor ise bunu izledi.

Elmander bir garip adam, bunu da eklemeden geçemem. Gol atıyor, pozisyona giriyor, pozisyon yaratıyor, mücadele ediyor, savunmaya gelip top kapıyor, hücumda topu tutuyor vs. vs. 'ler büyür gider. Bugün de maçın adamı oldu, yükselerek ilerlemeye devam ediyor. Galatasaray'ın en önemli kozu bile diyebilirim onun için.

4-4-2 istikrarı da önemli tabii, hep söyledim, mevcut kadroyla en uygun sistem bu ve bu sistem üzerinde devam ettikçe futbol olarakta yükseliyoruz. Baros'un fizik olarak yukarı çıktığı ama asıl beklenti anlamında hala aynı kaldığını görmemize rağmen, bu bile Elmander'e müthiş avantajlar sağlıyor ve hücum anlamında daha da organize olabiliyoruz. İkinci yarıda yine gördük bunu, Elmander'in hücumda tuttuğu toplar ve pas organizasyonları Galatasaray'ı pozisyona soktu. Melo ve Selçuk İnan'ın da hücumda varolması derken oyunun tüm hakimiyeti elimize geçti ve çok önemli bir 3 puan aldık. Deplasmanlarda son 6 maçta gol yememek önemli, aynı şekilde galibiyet serisi ve bozulan ezberler, eski kötü alışkanlıkların yok olması.

Belki de Çin Akımının Öncüsü Olacak

Tartışmasız, Dünya futbolunun gördüğü en istikrarsız futbolculardan biri, belki de birinci sırada dahi seçilebilir. Müthiş bir yetenek misali PSG ve ardından Arsenal'de parladı, Real Madrid'e rekor ücretle transfer oldu derken akabinde gerçekleştirdiği tonla transfer, bir ara Fenerbahçe'ye de uğraması, buradan gitmesi, artık bitti derken Bolton ile gösterdiği iyi performans ve Chelsea ile en istikrarlı günlerini yaşaması. 2008'den bu yana Chelsea formasını giyiyor ve kariyerinin en olgun döneminde ancak istikrarı bulabildi, takımın önemli bir yüzü haline geldi.

Ama o devir de bitiyor tabii, Boas ile beraber yenilenen bir Chelsea, haliyle de Anelka ile yaşanacak ayrılır. Anelka garip bir adam tabii, 32 yaşında ve hala iş var kendisinde ama Henry misali para deme döneminde. Bir Şampiyonlar Ligi kupası belki yok ama kazanabileceği çoğu başarıyı da kazandı, artık kariyere tok paraya aç bir dönem. Bütün transferlerini topladığımızda rekor da onda aslında ama Anelka bu, transfere hayır demez ve bu sefer de Çin yolunu tutmak üzere.

Yeni bir pazar aslında, normalde Arap ülkeleri veya ABD'ye alışkınız biz, Çin de bu yaşlı yıldızları toplamaya başlıyor sanırım. Shenhua takımıyla anlaştı ve haftalık 200 bin sterlin gibi bir rakam dolaşıyor. Chelsea'den kazandığı ise 80 bin sterlindi. Daha bunun pazar payı, reklamıydı falan derken büyük para döndürecek Anelka ve belki de Çin akımının öncüsü olacak.

Tümer Metin de Bıraktı

Tümer Metin'in de futbola vedasına şahit olduk. Zorunlu hizmet misali Yunanistan günleri olmuştu, askere gitmemek için bu deneyimi de yaşadı ve 37 yaşında futbolu bıraktı. Türk - Yunan dostluğu gelişiyor diyoruz ama Yunanistan'da Türk, Türkiye'de ise Yunan sporculara pek raslamıyoruz. Bu açıdan baktığımızda Tümer güzel bir iş yaptı demek lazım, orada kendini kabul ettirdi ve bir şekilde varoldu. Larissa formasıyla geçen 2.5 yıl ve 70 maçta 18 gol. Larissa ikinci lige düşünce de Kerkyra takımına geçti ve 6 maçta forma giydi ama sakatlık ve yaşın getirdiği etki ona futbolu bıraktırdı. 40 yaşını görür diyordum yoksa, oradaki ortamı güzeldi. Şimdi askerlik gibi bir derdi de kalmadı, gerçi bedelli de çıktı, gerekli yurt dışı günlerini de doldurdu derken Tümer Metin buralara yollanıyor.

Geç keşfettiğimiz bir futbolcuydu aslında, İlhan Mansız da böyleydi. Yetenekli isimleri 20'li yaşlarda büyük takımlarda görebiliyoruz ama Tümer Metin, Beşiktaş'a geldiğinde 27 yaşındaydı, Milli Takım'a da ilk defa çağrıldığında 30'ları görmüştü. İlk etapta uzun bir Samsunspor kariyeri var, sonrasında da Beşiktaş formasıyla 5 yıl geçirdi, bu süre zarfında kendini kabul ettirdi, takımın da önemli bir yüzü haline gelmişti ama Fenerbahçe'ye transferi asla unutulmaz. Askerlik söylentileri çıkmıştı, bunun uğruna Avrupa'ya gideceğim derken onun Fenerbahçe'ye gitmesi, haliyle Beşiktaş taraftarını kızdırdı ama Tümer Metin'in gerek 100. yıl şampiyonluğunda, gerekse Beşiktaş formasını giydiği her yıl iyi işler yaptığını, beklenileni verdiğini düşünüyorum. Sergen Yalçın'la atışmaları unutulmaz tabii, birbirlerini hiç sevmediler.

Fenerbahçe'de ise Alex'le beraber oynar mı tartışmaları vardı ve ilk etapta da oynadı aslında ama daha çok Alex'in alternatifi gibiydi. O zamanlar da Alex'in en formda zamanları oldu, Zico önderliğindeki Fenerbahçe'nin futbol anlamındaki en iyi zamanları, en başarılı günleri. Şu ana kadar baktığımızda da Tümer Metin dışında Alex'e iyi bir alternatif oluşturacak bir futbolcusu olmadı Fenerbahçe'nin ve şu günlerde de en çok aradıkları şey aslında. 34-35 yaşlarına gelmiş bir Alex, yüksek maç temposu ve alternatifsizlikten Alex'le her maç devam etme zorunluluğu. Hagi'nin son sezonunu hatırlıyorum da, Galatasaray o açıdan müthiş bir alternatif denizine sahipti ve Hagi'yi çok ekonomik kullandı.

Tümer'e dönecek olursak, Fenerbahçe'de de 2.5 sezon oynadı. Bir ara Larissa'ya gitti geldi hatta ama son gelişinde tutunamadı ve bu sefer temelli döndü. Bu da geç keşfedilmenin getirisi aslında, erken yaşlarda büyük takımlara geçebilseydi daha farklı bir kariyer edinebilirdi ama 27'sinden sonra geliştirdiği ve kısa zamana sığdırmaya çalıştığı bir kariyeri oldu, genel olarak bakınca da güzel bir kariyeri var. Milli Takım'da da Fatih Terim'in değişmezlerindendi, Euro 2008'e dahi onu götürdü, üstelik futbol anlamında çok üst düzey olmadığı zamanlarda olmasına rağmen. Yani, Yıldıray Baştürk'ü kesti onu oynattı, öyle düşünün.

Bakalım yeni hayatı ona neler gösterir, kariyerinin tek olumsuz yönü şu olabilir. Ne Beşiktaş ne de Fenerbahçe ona kapılarını açmaz, öyle bir jübile hayali vardı aslında, güzel de olabilirdi ama bu olmaz.

Selçuk İnan Adına Beklenen Gün Gelir

Geçen 13 hafta bir yana, Fenerbahçe maçı bir yana. Bir önceki Gençlerbirliği maçına göre yaşanan büyük değişkenlik. Hücum anlamımdaki kısır havadan kurtulup, oynanan akıcı bir futbol, bulunan pozisyonlar ve 3-1'lik galibiyet, tabii daha da farklı olabilirdi. Bu galibiyetten sonra da kazanılan çok büyük bir özgüven var, haliyle Trabzonspor karşısında da beklenti galibiyet üzerine.

Şampiyonlar Ligi macerası Trabzonspor'u oldukça yıprattı. Bu yüksek tempo içerisinde ligde yaşanan beklenmedik puan kayıpları oldu ama genel olarak baktığımızda konumları iyi. Eksik olan bir maçları var ve 21 puandalar. Gençlerbirliği ve Galatasaray karşısında alınacak 6 puan onlar adına çok önemli, ya tamam ya devam anlamına geliyor aslında Galatasaray karşılaşması. Bu yüzden de mutlaka kazanmak için sahaya çıkacaklar, ofansif bir kadroyla da oynayacaklarını tahmin ediyorum. Sistemleri aynı gerçi, Burak Yılmaz'ın rakip savunma üzerindeki etkisinden faydalanarak, Alanzinho ve oynarsa eğer Volkan Şen'ın hızlı, dikine koşularından faydalanacaklar. Colman orta sahadaki organizasyon açısından büyük kozları ve Halil Altıntop'un da son haftalarda yükselen formunun altını çizmek lazım.

Fatih Terim kazanan ve iyi oynayan kadroyu bozmaz. Fenerbahçe maçındaki 11'i bekliyorum ve tek fark, Engin Baytar'ın 18 içerisine dahil olup, hamle şansımızı yükseltmesi olacak. Savunma yine temel felsefe, Galatasaray'ın güçlü yanı. Semih Kaya ve Ujfalusi'nin Burak Yılmaz karşısında üstün çıkabileceğini düşünüyorum ama Alanzinho ve Volkan Şen gibi hareketli isimler de bir o kadar handikap aslında. Stoch'un yarattığı etkiyi görmüştük, bu tarz isimler Galatasaray'a karşı etkili olabilirler diye düşünüyorum. Şenol Güneş'in de tercihi bu yüzden Adrian'dan yana, yani daha organize futboldan yana olmaz, tempoyu ararlar ve yüksek tempoda Galatasaray'a karşı etkili olmak isterler.

Galatasaray'ın savunması hücümunu taşır, hücum savunmada başlar. Fenerbahçe karşısında olduğu gibi bir etki olmayabilir ama Baros'un her geçen gün fizik anlamda daha iyiye doğru yol alması, Elmander'in de elini güçlendiriyor ve o çok dert yandığımız hücum organizasyonu olayı da biraz olsun çözüme kavuşuyor. Kazım'ın geçen haftaki iyi futbolu, Emre Çolak'ın fark yaratması ve Melo'nun hücuma çıkışları müthiş bir baskıyı beraberinde getirmişti. Benim tercihim aslında, mücadele ve istikrar dozunu biraz daha yükseltmek adına, Kazım'ın yerine Engin Baytar'ı kullanmak yerinde olurdu ama Kazım bu maçta 11 başlar, Fenerbahçe maçındaki düzen asla bozulmaz. Semih Kaya ve Ujfalusi'nin Burak Yılmaz karşısındaki etkisi, Selçuk İnan ve Melo'nun da Trabzonspor orta sahası karşısında kurabileceği üstünlük bizim adımıza önemli olacak.

Trabzonspor orta sahası da oynamak üzerine kurulu olacak, Galatasaray orta sahası da. Fenerbahçe'nin Cristian ve Selçuk Şahin'i bir arada oynatıp, Galatasaray orta sahasını kitlemek gibi bir planı vardı ama Trabzonspor, Zokora ve Colman ile oynamak isteyecektir. Bu durum da Melo ve Selçuk İnan'ın hücum planlarının biraz aksaması, biraz daha savunmasal bir taraf getirir, aynı durum Trabzonspor için de geçerli tabii ve bu durum da aslında daha golsüz, kısır geçecek, mücadeleye dayalı bir futbolu oluşturur. Temponun da düşmesi Galatasaray'ın işine gelir aslında, daha kontrollü futbol bu maçta önemli.

4-4-2'ye devam eder, Muslera - Eboue - Semih Kaya - Ujfalusi - Hakan Balta - Melo - Selçuk İnan - Kazım - Emre Çolak - Baros ve Elmander 11'yle çıkarız. Eboue'nin yokluğu büyük sıkıntı doğururdu. Bu durum da Servet Çetin oynar ve savunmadaki istikrar bozulabilirdi, Eboue'nin etkisi bu maç çok mühim olacak.

Real Madrid 1-3 Barcelona / Psikolojik Handikap

Bu bir klasik halini aldı, Barcelona her şekilde kazanıyor. Buna Mourinho da çare olamadıysa, cevap Barcelona'da gizli demektir. Bugünkü maça bakıyoruz, süper bir Barcelona yok ama yüzde 40-50 kapasiteyle bile Santiago Barnebau'dan ellerini kollarını sallaya sallaya çıkabiliyorlar. Üstelik daha da farklı olabilirdi ama Barcelona tarifesini erken kesti ve skordan öte Real Madrid'i düşürdükleri şu durumla konuşulacaklar.

Maçtan önceki tablo Real Madrid yönündeydi aslında, çok formdalardı ve puan durumunda da 6 puanlık farkları onlara büyük bir avantaj getirmişti. Barcelona'nın kazanması gerekiyordu ve öyle de oldu. Kalabalık orta saha maçın sihiriydi bir bakıma. Busquets, Xavi, Iniesta ve Fabregas. Böyle de zaten oyunun hakimi oldular, maça 1-0 mağlup başlamaları da birşeyi değiştirmedi. Real Madrid ise Barcelona'nın bu hakimiyetine karşı, kaptıkları toplarla hızlı çıkarak etkili olmaya çalıştı. Lass bu konuda iyiydi aslında ama Xabi'nin aynı etkide kalamaması ve daha önemlisi Di Maria'nın dengesiz yapısı, Mesut'un formsuzluğu ve Ronaldo'nun da her Barcelona maçı olduğu gibi ortadan kayboluşu Real Madrid'in hücumda belini kırdı ve Benzema'nın çabası, mücadelesi onları biraz da rakip yarı sahada tuttu ama dediğim gibi, Barcelona'nın hakimiyetini izledik 90 dakika.

4-3-3 gibi değildi aslında Barcelona. Alexis en önde, Messi de arkasında oynadı ve onların kreatif ve hareketli oyunu Real Madrid savunmasının dengesini oldukça bozdu. Ramos ve Pepe bu hareketli hücumcular karşısında zorlaştı. İkinci yarıda ise Dani Alves'in de hücuma katılması derken 3-4-3 gibi bir sistem oldu ve Iniesta'nin sol taraftaki hakimiyeti, Messi ve Alexis'in daha da etkili olması derken birçok pozisyon yakalandı ve 3-1'lik skor ortaya çıktı. Kısacası düzen yine Mourinho'nun sistemine baskın çıktı diyebilirim.

Ronaldo'yu severim, sayarım, çok beğenirim ama Ronaldo - Messi kıyaslarında da El Clasico'lara bakmak yeterli aslıda. Messi'nin her maç, skor üzerinde, maçın seyri üzerinde etkisi büyük ama Ronaldo kayıplarda. Zaten Real Madrid'in iki tane pozisyonu var, ikisi de Ronaldo'nun her türlü gol yaptığı türden ama ikisi de kaçtı ve oyunun da seyrini değiştirebilecek türden. İlk pozisyonda maç 2-0'a gelebilirdi, ikincisinde de 2-2'ye. Durum da böyle olunca Barcelona acımıyor size, çok büyük bir psikolojik handikapı var Real Madrid'in.

10 Aralık 2011 Cumartesi

Şampiyonlar Ligi Çakması

Şampiyonlar Ligi'nde grup maçları tamamlandı. Grup maçlarının ardından bir üst tura çıkacak takımlar, Avrupa Ligi'ne kalan takımlar ve elenen takımlara topluca göz attığımızda sürpriz sonuçlar görüyoruz. Genel olarak baktığımız zaman, İtalya futbolunun çıkışta, İngiliz futbolunun ise düşüşte olduğunu söylemek mümkün. Zira, Inter, Milan ve Napoli'yle İtalya, Şampiyonlar Ligi 2. turunda en fazla takımı olan ülke. Normalde en az 4 takımı 2. turda mücadele eden (ki bu sezon Tottenham ile 5'e çıkacağını düşünüyordum şahsen) İngiltere'nin ise Chelsea ve Arsenal olmak üzere 2 takımı boy gösterecek.

Kendi adıma söylemem gerekirse, en büyük sürprizi yapan ve en çok üzüldüğüm iki takım Manchester City ve Manchester United. Sempatizanı olduğum United'ın, Avrupa Ligi'ne devam etmesi bir yana, itiraf etmek gerekirse, bu sezon müthiş bir performans sergileyen City'nin grubundan çıkamaması çok şaşırttı beni. City'nin Napoli ve Bayern'in ardından grup üçüncüsü olarak yola devam etmesinin, İngiltere'deki kupalardan da elenmemesini düşünürsek, takımı bir hayli yoracağı kanaatindeyim ben. Tur atlayamayan takımlar; Villareal, Lille, Galati, Dinamo Zagreb, Genk, Dortmund, Bate ve Shaktar olarak sıralanıyor. City ve United dışında, Trabzonspor, Ajax, Valencia, Olimpiakos, Porto ve Viktoria Plzen Avrupa Ligi'ne kalan diğer takımlar. Avrupa Ligi'nde son maçlar henüz oynanmadı. Maçlar bu hafta içi çarşamba ve perşembe günlerine yayılmış durumda şu an. Ancak garantilemiş gibi görünen takımlar da yok değil. Paok, Standart Liege, PSV, S. Lizbon, Stoke City, A. Bilbao, Metallist, Schalke, Twente ve Anderlecht şu an gruplarında puan farkıyla bir üst turu garantileyen takımlar. Temsilcimiz Beşiktaş grup birincisi olmadığı için henüz listeye dahil değil. Ama ben inanıyorum ki Beşiktaş üst tura çıkacak ve sonraki turlarda belki de Trabzonspor ile karşılaşacak. Bizi de çok keyifli bir maç ile karşı karşıya bırakacaklar. Rengimizin ne olacağına o gün karar veririz.

Manchester United Tur Atlayamadı

İki hafta önce, 25 yılın özgüveni handikap mıdır? başlıklı bir yazı yazmıştım Manchester United ile ilgili. Sir Alex Ferguson'un takımın başında geçirdiği 25 yılın ardından bu sezon yaşadığı bariz düşüşün nedenini, özgüven ile bağdaştırmaya çalışmıştım kendimce. Son maçların ardından da gruptan çıkıp çıkmayacağının belli olacağını belirtmiştim. Maalesef, korktuğum (bir United sempatizanı olarak) başıma geldi ve Manchester United gruplardan çıkamayarak Avrupa Ligi'ne kaldı. Oysa takımın son beş sezondur en kötü performansı 2009-2010 yılında, ki o sezon Beşiktaş ile aynı gruptalardı, çeyrek finalde, Bayern Munih'e elendiği sezon olmuştu. Bu sezon ise grupta Benfica ve Basel'in ardından 9 puan toplayarak 3. oldu ve Avrupa Ligi'nden yoluna devam edecek. Bu sonuca çok şey sebep gösterilebilir. Ama hiçbir sebep, sonucu değiştirmez. Manchester United, bu sezon Şampiyonlar Ligi'nde yok! Avrupa Ligi? Bu performansa bakarak, geleceğe dair çok olumlu konuşamayacağım. Şampiyonlar Ligi gitti, lig de gitmesin düşüncesiyle fazla asılmayacaktır Ferguson bana kalırsa. Yanılırsam da, United kupa falan alırsa, çok mutlu olurum ayrı.

9 Aralık 2011 Cuma

Gheorghe Popescu

Bazı futbolcular derin izler bırakır, takımdan ayrılmalarının ardından büyük boşluk doğar. Sürekli o tarz ve kalitede futbolcular aranır ama çok zor bulunur. Hagi örneği mesela, ayrılmasının ardından sürekli aradık o tarzda birini, her 10 numara için Hagi mi dedik ama olmuyor yani, onun gibisi yok ve gelmesi de çok mümkün değil.

Bu durumun bir benzerini de Popescu'dan sonra yaşadık aslında. Teknik, oyuna topu iyi sokan ve lider vasfı üst düzeyde olan bir stoperdi, hatta bu konularda Dünya'nın da en iyilerinden biriydi. Böyle bir stoperle de beraber Galatasaray çok önemli başarılara imza attı ve bugün övündüğümüz birçok başarının altında Popescu'nun da imzası var.

Galatasaray için çok önemli bir isimdir Popescu. Ayrılığının ardından onun gibisini aradık sürekli, Frank De Boer'inden, Bouzid'ine kadar farklı farklı isimleri de denedik ama bulamadık, belki bugün Ujfalusi ile bu hasreti gideriyor olabiliriz, bunu söyleyelim ama Popescu çok değerlidir. Onun gibi soğukkanlı, kaliteli, lider bir futbolcuyu çok az görürüz ve onun hakkında ne kadar yazsak az, değerli bizim adımıza paha biçilemez.

Not: Doğumgünü diye yazmıştım ama 9 Ekim doğumgünü, büyük yanlışa düştüm ama iddianame derken fazla kişi farketmedi sanırım :) Olsun, Popescu'yu anmış olduk bu vesileyle...

Bu Resim Özlenen Tablodur

Galatasaray'ın en büyük gurur kaynağıydı bir dönem, özkaynak düzeninden çıkan futbolcuların Galatasaray'a verdiği hizmetler. Zamanla bu durum azaldı tabii. Her dönem özkaynak düzeniyle gurur duyduk, 87 jenerasyonunu hatırlayın, böylesine bir jenerasyon da yakaladık ama o dönem içerisinden elde kalan bir tek Arda Turan olmuştu, o da hizmetini gerçekleştirip ayrıldı. Aydın Yılmaz'ı görüyoruz sadece o jenerasyondan, o da tartışılır. Sabri Sarıoğlu var bir de, yıllardır bu takımda ve her türlü kahrımızı çeken.

Yeni yapılanma dersiniz, bu yapılanma uğruna da büyük transferler yaparsınız ama bir yandan da özkaynak düzeninizi toparlarsınız, geliştirirsiniz. Rijkaard geldiğinde umutluyduk aslında ama bu dönem sanki daha bir atılım içerisindeyiz, o taraflarda güzel işler yapılıyor. 2-3 sezon içinde de daha çok genç futbolcumuzu bu takımın önemli bir parçası olarak görebiliriz, yeter ki istikrardan ve yatırımlardan kaçınmayalım.

Semih Kaya ve Emre Çolak'ı bu halkada saymayacağım ama. Onların konumu farklı, hatta daha önce piyasaya çıkmasını beklediğim iki futbolcu. İkisi de 91 doğumlu yani 20 yaşında, önlerinde de uzun bir gelecek var. Bu sezon buldukları şansı iyi değerlendirdiler, özellikle de Semih Kaya. Emre Çolak için biraz daha erken, bu istikrarı birkaç hafta daha sürdürürse onun adına da emin konuşmak mümkün olacak ama beklentilerimizin en alt düzeye indiği bu iki ismin şimdilerde çok iyi işler yapmaları, bir anda tüm eksiklerini giderip takımın önemli halkaları haline gelmeleri de çok büyük bir sihir, Fatih Terim'in büyük emeği.

Şu olsa, bu olmasa bu isimler yine forma şansı bulamazdı demeyin yani, bu şans bir şekilde gelecek. Önemli nokta bu şans geldiğinde neler yaptığınızdır. Aydın Yılmaz'a hala o şans gelir mesela ama bir türlü istenileni veremez. Bu futbolcu da 88 doğumlu yani, bu ikiliden 3 yaş daha büyük ve çok daha büyük şansları elinden kaçırmış bir isim. Fatih Terim onun hakkında ne düşünüyor da hala takımda tutuyor bilemiyorum ama Semih Kaya ve Emre Çolak konusundaki başarısı müthiş, daha farklı isimleri de önümüzdeki zamanlar mutlaka göreceğiz.

Bu üstteki resim özlenen tablodur...

8 Aralık 2011 Perşembe

Emre Çolak, Selçuk İnan, Melo ve Engin Baytar'lı Bir Orta Saha

Kanat rotasyonundan devam edelim, kafayı bu mevzuya fazlasıyla taktım çünkü. Şu sıralar eldeki imkanlarla en iyisini yaratmanın peşindeyiz. Alınamayan beklentilerin üzerine daha fazla gitmeden, eksiği göstererek ama onu bir şekilde kapatarak. Riera mevzusu hemen akıllara geliyor, olmadı o. Beklenen katkının altında ve sezon ortasında da gidebilir, sol tarafa bir isim alınacak gibi. Amrabat diyoruz mesela, o tarz bir futbolcu eksiğimiz olduğunu düşünüyorum, hala da o fikirdeyiz. Kazım da aynı şekilde istikrarsız, onun iyi günleri var ama o iyi günü yarın görebilir miyiz konusunda hemfikir olacağımızı tahmin etmiyorum.

Eldeki imkanlarda ilk tercih, Sabri'nin varlığında Eboue oluyordu. Eboue açık anlamında tutmadı, Sabri belki açık olarak daha iyisini gösterebilirdi ama onu da o şekilde denemedik, şimdi de sakat. Yekta ise ilk 11 başladığı ilk maçta iyi görüntü veriyorken sakatlandı, bir alternatif daha düştü. Böyle de olunca Aydın Yılmaz'a kaldı yine o iş, o da aynı durumda, üstüne koyamamış bir futbolcu. En son da artık Emre Çolak denendi ve Gençlerbirliği karşısındaki iyi futbolundan sonra, Fenerbahçe karşısında oynadığı daha iyi futbolla Semih Kaya misali kendini garanti altına aldı diyebilirim. Bu tip maçlar böyledir zaten, ya vezir ya da rezil olursunuz, Emre Çolak vezir oldu.

Fatih Terim, Emre Çolak üzerinde duracak mı, bu önemli bir soru. Benim bildiğim Fatih Terim, formayı kapandan o formayı almaz, kim geri dönerse dönsün. Engin Baytar geri dönecek mesela ama 11'deki yeri kesin değil. Ya da Riera, şu aşamada rotasyon elemanı misali kalıyor. Maç için yazdığım yazı da da yazdım, Emre Çolak adına ideal bir kanat diyemezsiniz ama top tekniği ve orta saha özellikleri onu bu 4-4-2 içerisinde çok verimli kılıyor. Hücumda takımı daha organize bir hale büründürüyor, sol ayağıyla attığı kontra toplarda ekstra pozisyonlar yaratıyor ve işin savunma kısmında gösterdiği mücadeleyle de bir anda geçmişin Okan Buruk etkisini bizlere yaşattı, umarım devamını da getirir.

Kazım konusundaki kararı merak ediyorum, Engin Baytar'ın şu aşamada Kazım üzerinde bir tehdit olacağını düşünüyorum. 4-4-2 sistemi değişmeyecektir ve Engin Baytar'ı ortada kullanma durumu pek kalmadı ve kanat rotasyonuna dahil olabilir şu durumda. Kazım'a göre daha istikrarlı bir isim, daha hareketli, mücadeleci ve hem hücumda hem de savunmada aktif. Ama Kazım'ın da, hele de iyi bir Kazım'ın getirdiği ekstra özellikler oluyor, Fenerbahçe karşısında bunu fazlasıyla gördük, müthiş bir fizik üstünlüğe sahip mesela. Bu üstünlüğü zaten onu 11'de tutan en önemli etmen ama Fenerbahçe karşısındaki iyi Kazım'a rağmen ben Engin Baytar der ve Engin Baytar, Melo, Selçuk İnan ve Emre Çolak'lı bir orta saha hattının çok daha farklı işler yapabileceğini düşünenlerdenim.

Yeniden Kahraman Olmak, Kahramanı Bulmak

Hep düşünmüşümdür, kiralık oynayan bir futbolcu {tanınmış bir isimse veya önü çok açık bir genç oyuncuysa} oynadığı takımı ne kadar sahiplenebilir? Insua da bunu görmüştük, önü açık bir genç futbolcu kendisi ve Galatasaray'da kendini göstermesi durumunda da kariyerini daha da parlatmış olacaktı. Bulması gereken şansı bulamadı ayrı konu ama bu takımı oynayan futbolcudan daha çok sahiplenmişti, fotoğraflarını falan hatırlarız. Şimdi de Benfica günlerinde aynıdır herhalde ama Galatasaray günleri böyle geçmişti.

Melo'da bunun çok daha fazlası var. Melo'yu biliyoruz zaten, saha içerisinde sıra dışı bir futbolcu olmayı daima başardı ve oynadığı takımlarda da hep çok sevildi. Fiorantina günleri ya da Brezilya zamanları. Böyleydi yani, sevilen bir isimdi. Juventus macerası ise beklentilerin ışığında başarılı olamadı, onun için ödenen büyük ücret ve beklentiler. Melo'yu yılın bidonu da seçtirdi, taraftar gözünde çok kötü bir futbolcu da yaptı, zamanla piyasası aşağı düştü ve kendini Galatasaray'da buldu.

Soru ise şu, Melo neden Galatasaray'ı seçti? Kendini yeniden parlatıp, Juventus misali yeni bir transfere imza atmak için mi yoksa ona neredeyse tapan bir takımda kahraman olmak için mi? Şu ana kadar görünen köy, kahraman olmak için diyor bize.

Zaten severiz, taraftarı coşturan ve mücadelesiyle ön plana çıkan futbolcuları. Melo da bunu fazlasıyla yapıyor, oynadığı futbolla takımını ileriye taşıyor, hal ve hareketleriyle de taraftarı bir anda çıldırtıyor ve ortaya mükemmel bir sinerji çıkıyor. Maç seçen bir yapısı da yok, mesela Kazım gelir aklıma. Her Fenerbahçe maçı böyle oynar o ama diğer maçlardaki hal ve hareketleri daha soğukkanlı olur. Melo ise herhangi bir maçta da aynı, bu tip ekstra maçlarda ise çok daha farklı.

Takımı da fazlasıyla sahiplendi, gitmeye pek niyeti yok ve yeniden ekstra büyük Avrupa devleri arasında kendisini de yazdırabilecek kapasitede ama Galatasaray'da kalacak gibi ve ödenecek yüksek opsiyon bedeli de onun için helali hoş olacak. Yükseleceği konum da yeniden Brezilya Milli Takım'ı olur. Melo'nun Juventus günleri onu yeniden eskiye götürdü bence, böylesine ona sahip çıkan ve kahraman kabul eden bir taraftarı bırakıp sadece görev adamı kimliğini asla almaz diyorum, sahip çıkalım Melo'ya...

7 Aralık 2011 Çarşamba

Galatasaray 3-1 Fenerbahçe, Fırsat Düşmüştü

Manyaklığa bağladım belki de işi bilmiyorum, normalde taklalar atmam lazım ama sevinemiyorum. Büyük ihtimalle anlık bir olay bu, bi 15-20 dakika sonra galibiyeti, oynanan bu futbolu düşünüp nirvanaya ulaşacağım ama daha iyisi olabilirdi. Sezonun en iyi futboluydu bu, çok net. Hücumda yakalanan organizasyon, kaçan pozisyonlar, Eboue'nin çıkışına kadar olan sürede tek hatanın bile gelmemesi ve tempo anlamında da istikrarlı görüntü. Her açıdan müthiş bir Galatasaray, üstelik Fenerbahçe karşısında. Bu futbolun ve Galatasaray'ın önünde saygıyla eğiliyorum, sonunda lideriz.

13 haftadır izliyoruz Galatasaray'ı ve izlenimlerimizi, beklentilerimizi yazdık durduk. Takım olma yolunda her hafta üzerine koyan, takım savunması ve mücadele anlamında kimlik kazanmış ve yenilgiye isyan eden bir hal. İnşaatın temeliydi bunlar, Galatasaray'ın son 3 sezondur kaybetttiği kimliği biliyoruz.

Fenerbahçe maçının da anahtarı burada aslında, mücadele. Çok koşan, savaşan, savunmayı rakip yarı sahada başlatan ve topu kazandığında oyuna hükmeden bir Galatasaray. Genel olarak baktığımızda futbol anlamında Fenerbahçe'ye göre çok üst düzey bir Galatasaray izledik. Skor 3-1'di ama kaçan tarihi fark var, hatta bu durum da ilk etapta canımı sıktı ama futbol anlamında böyle üst düzey bir futbol, Fenerbahçe karşısında alınan ezici bir galibiyet ve ilerisi adına yakılan meşale.

4-4-2'den bahseder dururdum, nitekim son haftalarda bu sistemi izliyoruz. Baros ve Elmander'i beraber kullanıp, hücumdaki sıkıntıya çözüm gidermek en doğru olandı ve bunun da doğru olan olduğunu izliyoruz. Hem Elmander hem de Baros, tarz olarak birbirinden ayrı ama bir araya geldiklerinde birbirlerini tamamlayıcı güçler ve ortak özellikleri top rakipte olduğunda gösterdikleri mücadele. Sıkıntı ise yabancı kontenjanında doğacaktı ve maç öncesindeki tahminim, yeniden 4-1-4-1'e dönüş ve Ayhan'ı izlemekti. Riera oynar diyordum ama Terim'in tercihi 4-4-2 ve Baros ile Elmander ikilisini beraber kullanıp açılan yerli kontenjanında Emre Çolak'ı kullanmak oldu.

Bu kumardır yani, bu kumarın sonunda ya daha güçlü ya da kaybolmuş şekilde çıkarsınız. Semih Kaya bu kumarı kazandı ve şu an 11'in değişmezi. Aynı şekilde Emre Çolak'ın da bu kumardan çok daha güçlü çıktığını görüyoruz ve 11'in değişmezi olur mu bilmem ama konumunun çok daha güçlendiğini söylemem lazım.

Fenerbahçe beni daha çok yanıltandı aslında. Selçuk Şahin ve Cristian ikilisini orta sahada kullanıp, Caner'i sola ve Bienvenu'yu sağa çekmek defansif bir hava yarattı, önceliği beraberliğe dayamış bir görüntü. İlk yarı 0-0 bitse, kenardan gelecek Stoch ve Dia önemli kozlar olabilirdi ama ilk yarının 2-0 bitmesi bütün sistemi değiştirdi ve Fenerbahçe'nin kafasında oynattığı maç o noktada bitti aslında. Volkan Demirel ve Yobo, Fenerbahçe adına ayakta kalabilen isimler oldu, bunun dışında kalan tüm isimlerin Galatasaray'ın mücadelesi altında kaldığını ve buna cevap veremediğini gördük. Bilica'nın da altını çizmeli, son maçı misali bir görüntü ve kötü oynayan bir stoperin takımın kaderi üzerindeki etkisi üzerine yaptığı sunum.

Emre Çolak'ın orta sahada yarattığı hava önemli. Kanatların temposuzluğundan ve bunun da hücumdaki verimsizliğin önemli bir etmeni olduğundan bahsediyoruz. Emre Çolak da aslında tempolu bir isim değil, kanatlar için düşündüğümüz tarz bir oyuncu değil. Dikine oynamayan ve bunun aksine orta saha özellikleri fazla olan bir futbolcu. Ama temposu var, çok hareketli ve orta sahaya da gelerek Selçuk İnan ve Melo'nun aksiyonuna verdiği katkı. Müthiş bir sol ayağı var ve bu maçta da o sol ayağın katkısını fazlasıyla yaşadık diyebilirim. Aynı şekilde Kazım'ın bu maçta daha hareketli ve tempolu olması, özellikle Melo'nun ama Selçuk İnan'ın da hücuma çıkarak yarattıkları organizasyonlar Galatasaray'ın bu galibiyetinin imzası oldular.

Beceriksizdik ama, gol vuruşu anlamında, gol pozisyonundaki pas tercihi anlamında yapılan önemli yanlışlar oldu ve bu da farkın kaçmasına yol açtı. 3-0'dan sonra skoru da koruduk aslında, biraz daha korumaya yöneldik, bunun da sebebi yedek kulübesinin yaşanan sakatlıklar sonrası verimsiz düşmesiydi, özellikle de hücum anlamında. Sercan Yıldırım geliyor aklıma mesela, açık alanda çok etkili olabilirdi ama Elmander'le zorlamaya devam ettik. Ya da Baros'un yerine gelen Riera tercihi, biraz da mecburiyet etken oldu ikinci yarının ortalarında durmamıza.

Mehmet Topuz'un yokluğu, stoperde Bilica'yı kullanmanın getirdiği mecburiyetin yabancı kontenjanı üzerinde getirdiği etki ve Stoch, Dia gibi isimleri kullanamama. Fenerbahçe'nin büyük handikaplarıydı bunlar ama dediğim gibi Fenerbahçe'nin kadro tercihi beni daha çok şaşırtan oldu aslında. Bienvenu'yu kanat gibi kullanmak, ileride Alex'i bırakmak zaten bu sezon güçlü görünen Galatasaray savunmasının ekmeğine biraz daha yağ sürdü. Orta sahada da Selçuk Şahin, Cristian ve Emre Belözoğlu'nu beraber kullanıp, Melo ve Selçuk İnan'ın top kullanmasını yani Galatasaray'ın zaten yaşadığı hücum organizasyonu anlamında biraz daha sarsılmasını hedeflediler ama hiç kimse istenilen görüntüsünde olamadı ve Galatasaray, Fenerbahçe'nin bütün kozlarını ortadan kaldırarak kendi futbolunu oynadı, istediği skoru aldı ama olabilecek skoru alamadı.

Sonunda lideriz, play-off ortamında ne kadar önemlidir tartışılır ama bu konuma ulaşmak ve geçmiş yılların bize dayattığı bazı ezberleri bozmak güzel...

GALATASARAY: 3 - FENERBAHÇE: 1

Stat:
Türk Telekom Arena

Hakemler:
Fırat Aydınus, Serkan Ok, Aleks Taşçıoğlu

Galatasaray:
Muslera, Eboue (Dk. 85 Servet Çetin), Semih Kaya, Ujfalusi, Hakan Balta, Melo, Kazım Kazım, Selçuk İnan, Emre Çolak (Dk. 87 Ayhan Akman), Baros (Dk. 69 Riera), Elmander

Fenerbahçe:
Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Bilica, Yobo, Ziegler, Selçuk Şahin, Emre Belözoğlu (Dk 46 Semih Şentürk), Cristian, Caner Erkin (Dk. 73 Özer Hurmacı), Bienvenu (Dk. 46 Stoch, Alex

Goller:
Dk. 33 Eboue, Dk. 41 Elmander, Dk. 66 Melo (Galatasaray), 90 2 Alex (Fenerbahçe)

Sarı kartlar:
Dk. 3 Eboue (Galatasaray), Dk. 56 Caner Erkin, Dk. 64 Selçuk Şahin, Dk. 75 Semih Şentürk (Fenerbahçe)
 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir