31 Aralık 2012 Pazartesi

Ne Güzel Bir Yıldın Sen 2012


2012'yi de devirdik. Blogu 9 Mart 2009'da açmışız, Mart 2013'de 4. yılı da devirmiş olacağız. Lincoln'e sitem dolu mesajlarla açtığımız bu blog, Fatih Terim ve Galatasaray'a övgü dolu mesajlarla devam ediyor. Blogu kurduğumuz günden bu yana hep başarısızlık gördük ama geçen sezon kazandığımız şampiyonlukla blogun bu lanetini kırdığımızı düşünüyorum.

Şaka bir yana, özellikle son 1.5 senede blog adına istediğimi yapabildiğimi düşünüyorum. İlk kurulduğu günle bugün arasında çok fark var, zamanla geliştirdim kendimi ve istediğim konuma ulaştırdım blogu. 2012 bu açıdan da güzel bir yıl oldu.

2013'de de askerlik yolu görünüyor benim için. Ya Şubat ya da Mayıs ayında. Büyük ihtimalle Mayıs ayı görünüyor ama belli olmaz. Uzun dönem olacak, bu da uzun bir ayrılık demek. Şimdiden konuşmak zor ama döndüğümde blog devam eder mi bilemiyorum, o anın psikolojisi ne getirir?

2012, Galatasaray adına çok güzel bir yıl oldu. Sadece futbol açısından da söylemiyorum bunu, tüm branşlar müthiş bir hareketlenme içerisinde. Futbolda gelen şampiyonluk, devamında gelen Şampiyonlar Ligi 2. turu, geçen sezonun Euroleague başarısı, kadınlar voleybolunda Galatasaray'ın yükselişi, Engelsiz Aslanları zaten saymıyorum bile, öyle bir istikrar yeryüzünde yok. İyi bir yıldı yani, bu gidişatla da 2013'ün de çok güzel geçeceğini düşünüyorum.

2012 boyunca blogu okuyan, yorum bırakan, sosyal medyada beni takip eden herkese çok teşekkür ederim. Güzel bir ortam, iyi bir hava yakaladık ve bunun uzun bir süre daha devam etmesi en büyük temennim.

2012'nin sonuna denk gelen ama 2012 denildiğinde aklımıza ilk gelecek şarkıyla herkese iyi yıllar dileyelim...

29 Aralık 2012 Cumartesi

Carlos Arroyo Galatasaray'da

Önce şunu söyleyeyim. Farklı ülkelerde de bu kural var mı bilmiyorum ama, sözleşmesi biten yabancı isimler için aynı ülke içerisinde takım değiştirince ödenen bonservis kuralı inanılmaz saçma. Sözleşmesi biten oyuncu istediği gibi dolaşım hakkını elde edebilmeli, aynı ülke içerisinde de. Hawkins'in ardından Arroyo için de böyle bir bonservisin altına girmiş bulunmaktayız.

Ergin Ataman, eskiden çalıştığı oyuncularla tekrar çalışmayı sever. Bu anlamda Beşiktaş'ta kurduğu iskeletin önemli bir bölümünü Galatasaray'a taşıdı. Kadro mühendisliği anlamında da tartışmasız iyi bir coach ama oyun kurucu olayı oyun kurucu konusunda sezon başından bu yana eleştiriliyordu.

Jamont Gordon ideal bir numara değil, Ender Arslan veya Engin Atsür'den de beklenen istikrar gelmediği için iyi bir yabancı bir numara transferi zaten gerekliydi ama Lakoviç'in durumu Galatasaray'ın elini kolunu bağlamıştı, yaşanan şanssız sakatlıkların ardından da Lakoviç'in durumuna bakılmadan, ekonomik şartlar son derece zorlanarak Arroyo transferi gerçekleştirildi.

Benim hayalim, Domercant ve Göksenin Köksal sakatlanmadan Arroyo'nun da bu takıma katılmasıydı. Arroyo ismi dışında başka bir isim konuştuğumuzu hiç hatırlamıyorum. O da Galatasaray'ı ısrarla bekledi ama yukarıda bahsettiğim bu bonservis kuralı yüzünden epey zorlandı Galatasaray, neyse ki bir şekilde transfer gerçekleşmiş oldu.

Hawkins'in yalnız kaldığını düşünüyorum, bazı anlarda çok sıkışabiliyor ve onun üzerine çok yüklendi Galatasaray. 38-39 dakika boyunca sahada kalır oldu ve bu da performansta dalgalanmalar yaratabiliyor. Hawkins'e beklenen katkı yok, Jamont Gordon o anlamda bir numara gibi oynadığından istenilen düzeyde değil derken özellikle sakatlıklardan sonra iyi gidişatı bozulmuştu Galatasaray'ın.

Arroyo bu anlamda nokta hamle. Bir numara konusu böylece çözülmüş oldu. Ayrıca Jamont Gordon iki numaraya kayacak ve asıl performansını böyle göstereceğini düşünüyorum. Hawkins de skor anlamında rahatlayacaktır ve bir bakıma domino etkisi yaşandı. Kısa rotasyonu da derin bir nefes alacak ama ben bir yerli transferi daha gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Göksenin Köksal'ın yeri hala boş. Mehmet Yağmur'un ismi geçiyordu, eğer o da gerçekleşebilirse güzel olacak.

Hayırlısı olsun, geçen sezondan takdir ettiğimiz, beğendiğimiz bir isimdi Arroyo. O da Melo vari uzun bir tatilin ardından geliyor, kısa vadede çok şeyler beklemiyorum ama ritmini bulduğunda çok yararlı olacaktır.

28 Aralık 2012 Cuma

Gökhan Zan'ın Transferi?

Ara transfer gündemi başladı, her ismi konuşur olduk. Bu konuşulan isimlerin başında da Gökhan Zan geliyor. Transfer gündemi içerisine gireli henüz 3-4 gün olmasına rağmen, okuduğum haberlerin zirve isimlerinden biri Gökhan Zan. Büyükten küçüğe, 7'den 77'e her takımın gündeminde gibi.

Bursaspor'un adı çok geçiyor, Trabzonspor'la da ismi anıldı, bir bakıyorum Mustafa Denizli onu Rizespor'a götürecek gibi haberler derken Gökhan Zan futbol oynadığı dönemden çok, transfer döneminde çok daha popüler durumda.

Çıkan haberlere odaklı işin özeti de, Gökhan Zan'ın çok büyük ihtimalle takımdan ayrılacağı. Gidişat bu yönde sanki, bu kadar fazla talibe kayıtsız kalacağını düşünmüyorum. Çünkü onun adına Galatasaray formasıyla bir gelecek yok gibi. Sözleşmesi de sezon sonunda bitiyor ayrıca. Bu açıdan, onun adına şimdi bir karar vermek hem kendisi hem de Galatasaray açısından en sağlıklısı.

Bugüne kadar ne verdi Galatasaray'a dersek, ben olaya çok olumsuz bakmam. Transfer olduğu zaman da sevinmiştim aslında, bonservisi elinde, Milli Takım forması giyen bir stoper. Gökhan Zan üzerinde olan genel algı oldukça olumsuzdur ama bu olumsuz algı kadar da olumsuz bir futbolcu olduğuna inanmam.

Alternatif anlamda değerlendirildi daha çok, bu süre zarfında yine alışık sakatlıklarını da yaşadı. Mesela geçen sezon tam formayı kaptı derken sakatlandı ve Semih Kaya'ya gün doğdu. Ya da Rijkaard dönemi Servet Çetin'le beraber fena da olmayan bir ikili olmuşlarken sakatlandı ve Neill transferine uzanan süreç oluştu. İstikrar onun adına en büyük sorun ve bu olumsuz algının da bir numaralı nedenidir.

Yine de alternatif anlamda iş gördü. Formayı giydiği zamanlarda öyle çok büyük hatalarını pek hatırlamam, iş yaptı ve bu nedenle de zaten sözleşmesi uzatılmıştı, takımda kalmıştı. Ama geçen sezonun şartları ile bu sezonun şartları çok farklı durumda. Bunu da Cris'e verilen onca şans içerisinde, Gökhan Zan'a verilmeyen şanslardan anlayabiliyoruz.

Bakalım transfer rotasını hangi yöne doğru çevirecek. Üzerinde doğan olumsuz algı onun en büyük handikapı olacak ama tecrübesi de piyasasını yaratan en önemli etmen...

I Belong To Jesus

Kaka'nın özlenen günleri. Milan forması altında izlediğimiz Kaka, çok özledik...

Fotoğrafı Siz Tanımlayın

Futbolun marjinal yüzüydü Rigobert Song, farklı bir adamdı. Marjinalliğin ötesinde ise çok büyük bir yürek, çok büyük bir kaptandı kendisi. Song'u Galatasaray forması altında izlemiş olmak benim için daima çok büyük bir gurur olarak kalacaktır. Bu fotoğrafta da marjinalliğinin futboldan sonra da devam ettiğini gösteriyor. Fotoğrafın tanımını siz yapın. Başbakan mı dersiniz, mafya babası mı ya da başka birşey. Sanırım hepimizin ortak fikri, adamın yaşayan karizma olduğudur...

Rüştü Reçber, Euro 96

Türk futbol tarihinin en önemli birkaç isminden beri, benim için ise belki de en önemli 1-2 isimden biri. Rüştü Reçber hayranlığım, onu Galatasaray çatısı altında görme isteğim hep vardı, çocukluğumun en büyük hayallerindendi.

Fenerbahçe forması giymesi de önemli değildi, o dönemin fanatizmi benim adıma daha fazla olmasına rağmen Rüştü Reçber'e hep saygı duydum.

O da Türk futbol tarihinde çok önemli işler yaptı. Barcelona gördü adam, ötesi yok. Oynadı, oynamadı, erken pes etti gibi şeyleri tartışırız ama Fatih Terim'in Milan'ın başına geçmesinden sonraki en büyük olaydır bana göre Rüştü Reçber'in Barcelona'ya transferi.

Bu fotoğrafın da benim açımdan önemi büyük. 1996 Avrupa Şampiyonası ve bizim adımıza bir ilkin yaşanması. Bu tip şampiyonalara pek katılamadığımız için, karışık numara seçme olayını pek bilmezdik. Böyle bir şansı da yakalayınca, Rüştü Reçber bir farklılık yapıp 1 numaradan 22'e geçiş yapmıştı bir kerelik. Bir de Portekiz maçında taktığı şapkayı hatırladım, o turnuvanın bizim adımıza farklı adamı Rüştü Reçber olmuştu...

''Büyük Şef'' Tomas Ujfalusi

Geçen sezonun en etkileyici karelerinden biri. ''Büyük Şef'' Tomas Ujfalusi... Bugünlerde keşke sahada görebilseydik dediğimiz isim...

26 Aralık 2012 Çarşamba

Ligin İlk Yarısına Damga Vuranlar

İlk yarı bitti, ilk yarıda Galatasaray'ı yazdık, benim adıma en'lerini değerlendirdik, ne yaptığını, ikinci yarı adına neler yapması gerektiğini. Şimdi de sıra ligi genel olarak değerlendirneye geldi.

Ligin ilk yarısının en iyi takımı Antalyaspor oldu, sanırım buna kimse itiraz etmez. Geçen sezon küme düşmekten son maçta kurtuldular ve bu sezona daha iyi bir yapılanma ile girerek ligin ilk yarısında bir eksik maçla 3. sıradalar. Yakaladıkları çıkış, oynadıkları futbol müthiş. İkinci yarıda bunu devam ettirirler mi bilinmez ama ilk yarının en iyi takımı oldular bana göre. Diğer adaylar ise Beşiktaş ve Eskişehirspor'dur bana göre.

İlk yarının en iyi futbolcusuna Manuel Fernandes derim. Beşiktaş'ın feda parolasıyla çıktığı ama bana göre bu yaptıklarının başka bir adı olan bu oluşumlarında Fernandes takımın liderliğini üstlendi ve sahada olduğu hemen hemen her maçta da farkını yarattı. Tartışmasız, ligin en çok keyif veren futbolcusu.

En büyük hayal kırıklığı yaratan takım konusunda adayım. Gaziantepspor. Gaziantepspor bu hayal kırıklığını geçen sezonda da yaratmıştı aslında. İyi bir kadroları var, iyi de futbolcular transfer ettiler ama bulundukları konum çok kötü. Bursaspor ve Kayserispor da diğer adaylar.

En büyük hayal kırıklığını yaratan futbolcuya yazacağım isim Milos Krasic. Ligin ikinci yarısında toparlanma içerisine girebilir ve kalitesini gösterebilir ama ligin ilk yarısında gösterdiği görüntü oldukça kötüydü. Bu kötü görüntü içerisinde de ligin önemli bölümünü yedek oturarak geçirdi ama beklentilerin çok aşağısında kaldı. Diğer adaylar için ise Senijad Ibricic, Cernat, Petteri Forsell ve Kemal Tokak'ı düşünüyorum.

En iyi teknik direktör ise elbette Mehmet Özdilek. İstikrarlı bir teknik adam, uzun yıllardır Antalyaspor'un başında ve en kötü dönemde bile onunla yollar ayrılmadı. Sanırım bunun artısını da şu günlerde alıyorlar ve istikrarın ekmeğini yiyorlar. İyi bir takım kurdu, iyi de bir gidişat içerisindeler.

Ligin ilk yarısının en kötü teknik direktörü için Şota'yı düşünüyorum. Kendisi bu anlamda büyük bir hayal kırıklığı. Kayserispor'da da gösterdiği görüntü kötüydü, şimdi Kasımpaşa'da da. Şota neden takımlarımız tarafından tercih ediliyor, bunu da anlamıyorum. Güzel insan, seviyoruz ama ülkemizde teknik direktör olarak olmuyor. Diğer adaylarım da Carvalhal ve Nurullah Sağlam.

Ligin ilk yarısının en saçma olayı olarak Kasımpaşa'nın Metin Diyadin yerine Şota'yı göreve getirmesini gösterebilirim. Metin Diyadin'le iyi bir gidişatı vardı Kasımpaşa'nın ama nedenini bilmediğimiz bir ayrılık sonrasında Şota göreve geldi, devamında da Kasımpaşa iyi giden o ivmesini bozdu.

En büyük çıkış yakalayan futbolcu için Ömer Şişmanoğlu diyorum. Neydi, ne oldu diyebileceğimiz bir isim. Kayserispor'un potansiyel gurbetçilerinden biriydi ama kendisini bir türlü gösteremedi. Devamında Antalyaspor'a transferini gerçekleştirdi ve bir anda en büyük çıkışı yakalayan oldu, diğer bir ödül olarak altın yedek unvanını da aldı bana göre. Oynadığı dakikalar içerisinde 30 dakikada bir gol atıyordu. Bu ödülün diğer adayları Albert Riera ve Holosko'dur.

En iyi transfer için aday sayısı fazla aslında. Antalyasporlu Aissati ve Diarra ya da Beşiktaş'ın Oğuzhan Özyakup ve Olcay Şahan hamleleri bu kategoride birinciliği paylaşırlar. Bu transferlerin ortak tanımı, az paraya büyük işler başarmaktır.

En kötü transfer için ise Milos Krasic yine liste başı olur. Maliyet anlamında baktığımızda hayal kırıklığı büyük. Amrabat'ı da ekleyebiliriz ya da Ibricic, Forsell, Janko, Cris gibi futbolcuları.

Beni en çok şaşırtan futbolcu ise Sol Bamba. Kendisinden bu performans ve istikrarı hiç beklemiyordum. Büyük eleştiriler içerisinde transfer edildi ama oynadığı futbol güven veren cinsten ve oynadığı maçlarda da genelde Trabzonspor'un en iyi futbolcusu.


İlk yarının en iyi 11'i ise;

Onur Kıvrak {Fornezzi}
G.Gönül {Basser} - Semih Kaya - Sol Bamba - Tosic {H.Ali Kaldırım}
Belluschi {Alper Potuk} - Fernandes - Lualua {Batalla}
Olcay Şahan {Holosko} - Burak Yılmaz {Umut Bulut} - Aissati {L.Diarra}

24 Aralık 2012 Pazartesi

Geçen İlk Yarı, Hedefler ve Galatasaray


Hedeflere bir şekilde ulaştıysanız, başarılısınız aslında. Galatasaray'ı da bu anlamda ligin ilk yarısı için başarılı bulmak mümkün. Çok fazla puan kaybı yaşandı, futbol olarak istenilen düzeyde değil takım ama ligin ilk yarısı lider bitirildi, Şampiyonlar Ligi'nde 2. tur görüldü derken şu şartlarda başarılıydı Galatasaray.

Geçen sezon şampiyon iskelet bu sezona da taşındı aslında. Ujfalusi'nin sakatlığı, satılırken bu kadar büyük kayıp gibi görünmeyen ama bugünlerde kayıp olduğunu anladığımız Necati Ateş'in gidişi dışında iskelet aynı. Sorun ise geçen sezondan gelen iskeletin bu sezon ulaşamadığı form durumu.

Elmander, Eboue, Melo, Engin Baytar, Emre Çolak, Hakan Balta diye uzatabilirim bu listeyi. Geçen sezonun bu iskeleti geçen sezonun düzeyinde değiller ve yeni transferlerle gelen uyumun yeni transferler üzerinde görülmemesi de bana göre bu yüzden.

Transfer dönemine baktığımızda atılan adımlar doğruydu, eksiklere yönelikti. Bu takıma kanat oyuncuları lazım derken alınan Hamit Altıntop ve Amrabat. Amrabat'ın maliyeti üzerine eleştirileri yaptık ama kağıt üzerinde baktığımızda ihtiyaca yönelik alınan bir isim.

Aynı şekilde, Elmander'e alternatif gerek derken Umut Bulut'un gelmesi, net golcü diye isyan ederken Burak Yılmaz transferi, Ujfalusi'ye alternatif diye gezinirken yapılan Dany hamlesi gibi. Bir de sezon içerisinde gelen Riera jokeri var, onun sol beke evrilmesi de bana göre yeni bir transfer. Ya da Yekta Kurtuluş'un kazanılması.

4-4-2 ısrarı üzerinde de çok durduk. Geçen sezon mükemmel işleyen 4-4-2'nin bu sezon o kadar da mükemmel işlemediğini gördük. Cevabı ise basit. Melo'nun formsuzluğu ve bu durumun Selçuk İnan'ı da derinden etkilemesi. Orta sahada üstünlük kuran her takım bu sezon Galatasaray'a karşı etkili oldu. Fatih Terim ise 4-4-2 üzerinde ve bazı formsuz futbolcuları ısrarla oynatmak üzerinde ısrar etti.

4-4-3'ün daha yararlı olacağını söyledim hep. Bu şekilde bazı formsuzluklar da tolere edilebilirdi. Yekta Kurtuluş'lu ya da Hamit Altıntop'u orta üçlüye çekip kurulacak bir orta saha daha yararlı olabilirdi. Bu şekilde Amrabat'dan da yarar sağlanırdı diye düşünüyorum.

Geçen sezonla bu ligin ilk yarısı arasında en önemli fark ise, Galatasaray'da gol yükünü forvetler çekiyor artık. Burak Yılmaz'ın yükselişi gelişimle birlikte devam ediyor. İnanılmaz bir Şampiyonlar Ligi sezonu yaşadı. Aynı şekilde son haftalarda kötü bir görüntü sergilemiş olsa bile Umut Bulut'un ligde attığı 11 golü de unutmamak lazım. Galatasaray'ın gol yükünü forvetlerin çekmesi güzel bir gelişme.

Ligin ilk yarısının Galatasaray adına kırılma anı Ujfalusi'nin sakatlığı oldu. Zamansız gelen bir sakatlıktı ve tüm dengeleri bozdu bu durum. Mecburi bir Cris transferi geldi, stoper rotasyonu izledik sık sık, bir şekilde uyum gelmedi derken çok basit goller yedi Galatasaray, Cris çok büyük bir hayal kırıklığı oldu. Hatta onun için ligin ilk yarısının en büyük hayal kırıklığı oldu diyelim, Galatasaray adına.

İlk yarının en iyisi ise Semih Kaya. Gelişimi, yükselişi devam ediyor ve gösterdiği bu performans sonrasında da bu adamı nasıl elde tutabiliiz diye soruyorum kendime. Herkes Burak Yılmaz'a odaklı ama Semih Kaya çok farklı bir noktaya geldi.

En büyük çıkışı Riera yaptı diyelim, geçen sezon neydi, bu sezon ne oldu. 30 yaşında bir futbolcu, takımın en çok kazananı. Yatarım, parama bakarım demiyor ve oynamak adına sol bek olarak evriliyor, geliştiriyor kendini, 20 yaşında bir futbolcu gibi öğrenmeye aç. Gerçekten büyük bir karakter gösterdi Riera.

Ligin ikinci yarısına girerken ne yapılacak ilk olay, transfer denizinin içerisine girmek olacak. Bu takımın transfere acil ihtiyacı var. 10 numara mesela, olmazsa olmaz. Mustafa Denizli'nin 10.5 numara diye tabir ettiği bir isim gerekiyor Galatasaray'a. 4-3-3'e dönüş için umudum yok ama 4-4-2 düzeninde de Fenerbahçe'nin zamanında Alex'i kullandığı tarzda bir yapı gelecektir bana göre, Burak Yılmaz ve arkasında o 10 numara. Kim olur bilinmez tabii ama Ronaldinho tarzında bir isim gerekiyor.

Sol bek konusunda da aciliyet var. Riera'nın evrimi tamam ama sıkıntı yaşanıyor yine de. Riera'yı ön tarafta kullanıp, arkasında sağlam bir sol bek bulundurmak en doğrusu diye düşünüyorum. Bunun yanında bir de stoper alternatifi olmazsa olmazdır. Yabancı mı olur yerli mi olur bilmem ama stoper konusunda da sorun var. Semih Kaya ve Dany eyvallah ama 3. bir isim sayamıyoruz.

23 Aralık 2012 Pazar

Hız Getirisi; Cernat Dışarı, Lualua İçeri

Ligimize oynadığı sezonlar boyunca önemli değerler katnış bir isimdi Cernat ve bu ayrılık sonrasında da sevgili Tansu Gürsel'le Cernat'ı konuşmayı planlıyordum ama Lualua'nın da yükselişi derken söyleşinin kapsamını da biraz geliştirdim. Cernat, Lualua ve Karabükspor'un bu sezonu üzerine güzel bir söyleşi gerçekleştirdik.


Cernat'ın ayrılığıyla başlayalım. Karabükspor'un Süper Lig'de kalıcı bir takım olmasını sağlayan en önemli futbolculardan biriydi bana göre. Geçen 2.5 sezonun 2 sezonunda hepimizin saygı duyduğu bir futbol beyniydi ama bu yarım sezon onun açısından işler çok kötü gitti. Senin için Cernat ne ifade ediyor, bundan yıllar sonra düşündüğünce Cernat'ı nasıl hatırlayacaksın?

Tansu Gürsel:  Aslında Cernat'ı soruda çok güzel bir şekilde tanımlamışsın. Cernat, Karabükspor'un geçtiğimiz iki yılda Süper Lig'de kalıcı olmasını sağlayan oyuncuların başında geliyordu. Müthiş bir zekaya sahipti. Her şeyden önce, kendisine kadar olan süre içinde Karabükspor forması giymiş en kariyerli oyuncuydu. Dünya çapında saygı duyulan bir isimdi. Cernat, Karabükspor'a tecrübesini ve futbol görgüsünü kattı.

Neler yaptığını çok uzun anlatmaya gerek yok ancak her haliyle rakibin çekindiği bir oyuncu olduğunu çok büyük rahatlıkla söyleyebiliriz. Onu Karabükspor taraftarı için özel yapan en önemli detaylardan biri de geçen sezon yaptığı "Bu şehri inanılmaz seviyorum ve teklif gelse dahi ayrılmayı düşünmüyorum.

Karabükspor, bir alt lige düşse de burada kalırım" açıklamasıydı. Karabük, kolay bir şehir değildir. Her şeyden öte, havaalanı yoktur. Sosyal hayat, doğal olarak büyük şehirlere nazaran sınırlıdır. Bir turizm şehri olan Safranbolu, belli ölçüde bu açığı kapatabiliyor ancak dediğim gibi, bu da bir yere kadar. O yüzden insanlar Ankara ve İstanbul'a sık sık seyahat ederler. Buna futbolcular da dahil tabii. Ve bu seyahatlerde karayolu kullanma mecburiyeti, Ankara'ya ulaşım için 2 saate, İstanbul'a ulaşım için de yaklaşık 4 saate patlıyor.

Sözün özü, futbolcular gibi müthiş paralar kazanan insanları Karabük'te yaşamaya ikna etmek öyle kolay değil. İşte tam da bu yüzden bana göre de Cernat'ın bu cümleleri gerçekten çok samimiydi ve onun başarısının atlında yatan nedenleri açıklıyordu. Onu muhakkak çok iyi hatırlayacağım. Bir gün onu Karabükspor teknik kadrosunda birikimlerini gençlere aktarırken görmeyi istiyorum.

Peki bu ayrılık süreci nasıl gelişti ve Cernat'ın bu kötü performansını, ayrılığını nasıl değerlendiriyorsun? Olması gereken miydi yoksa kaçınılmaz sonun adı bu muydu?

Tansu Gürsel: Cernat'ın son dönemdeki kötü performansı (ki bu sezon 14 maçta ürettiği üç gol bir asist fena rakamlar değildi aslen) çoğunlukla özel yaşamındaki şanssız dönemin eseri. Eşi ne yazık ki ağır bir hastalık geçiriyor ve Cernat da sık sık ülkesine gitmek zorunda kalıyordu.

Az önce bahsettiğim Karabük'ün ulaşım sorunu da tabii ki olayın psikolojik ağırlığını daha da kötü yönde etkiliyordu. Doğal süreç işledi ve Cernat haftalar ilerledikçe yedek kalmaya bşaladı. Moral olarak zaten bitikti ancak fizik olarak da aynı sorunu yaşamaya başladı. Yine de sahaya adımını attığınad elinden geleni yapmaya çalıştı.

Açıkçasını söylemek gerekirse, Karabükspor taraftarı Cernat'ın sezon sonunda ayrılacağını zaten tahmin ediyordu. Ancak böyle ani bir ayrılık, kimsenin beklediği bir şey değildi. Ben, şahsım adına bu ayrılığın Cernat'ın talebi doğrusunda geldiğini düşünüyordum. Çünkü kısa bir süre öncesine kadar böyle bir talebi olduğu da konuşuluyordu ancak sonradan öğrendiğim kadarıyla Mesut Bakkal'ın kararıymış. Mühendis kafasıyla bakarsak, yani teknik açıdan sadece alınan verimi düşünürsek doğru bir karar olduğu söylenebilir. "Performansı kötüydü ve yerine daha çok verim verebilecek bir başka oyuncu transfer edilecek" der ve Cernat'ı gönderirsiniz.

Ancak politik ve duygusal açıdan yanlış bir karar olduğunu düşünüyorum. Performansı ne kadar kötü olursa olsun, Karabük'te kalmak isteyen bir Cernat'ın, yarım sezon daha kredisi olduğunu düşünüyorum. İlerleyen zamanda onun yerinin ne kadar doldurulabileceğini ve Türkiye'de bir başka kulübe transfer olması halinde Cernat'ın nasıl bir form grafiği tutturacağını hep birlikte göreceğiz.


Şöyle bir fikrim var. Mesut Bakkal'la birlikte Karabükspor bir hız takımı oldu, hızlı bir dörtlü hücumlara şekil veriyor ve Lualua da bunun beyni. Bu hız değişimi de Cernat dışarı, Lualua içeri dedirtti sanki. Buna katılır mısın ve Lualua ilk transfer edildiğinde senin düşüncen neydi?

Tansu Gürsel: Çok doğru bir tespit bu. Karabükspor, en önemli silahı hızlı oynamak olan bir takım oldu. Sahada Shelton, Ahmet İlhan ve LuaLua gibi hızlı düşünüp bunları aynı hızla uygulamaya koyan oyuncular var. En uçtaki İlhan Parlak'ın da sürekli alan değiştiren oyun yapısıyla bu sistemin işlemesinde büyük katkısı var.

Shelton sakatken ve en uçta Mehmet Yıldız gibi hem fizik olarak bitmiş hemde statik oynamayı seven bir santrafor oynarken çark biraz daha zor dönüyordu. Şimdi uca İlhan Parlak'ın yerleşmesi ve Shelton'un da dönüşüyle birlikte daha da kolay akan Karabükspor akınları izliyoruz. Sözünü ettiğimiz hızlı oyunun Cernat'ı dışarı çekip, yerine LuaLua'yı getirdiği fikrine de katılıyorum.

Şu anda takımın ihtiyacı olan da bu. LuaLua'yı Cernat gibi uzun mesafeli paslar atabilen bir oyuncu olarak düşünmeyelim. LuaLua, daha kolay adam eksiltebilen, bir yandan topla dripling yapıp üzerine rakip savunmayı çekerken diğer yandan bulduğu bir boşluktan atacağı ince paslarla arkadaşlarını boşa çıkaran bir oyuncu. Bunu yaparken de güçlü fiziğini kullanması, ikili mücadelelerde yıkılmaması ayrı bir artı.

Cernat da adam eksiltebiliyordu ancak fizik olarak daha zayıf olduğu için yediği tekmeler onu bozabiliyordu. Tabii boş alanda LuaLua kadar süratli olmaması da bu oyun düzeninde geri planda kalmasında bir başka etmen.

Forvet olarak alınan bazı isimler buraya geliyorlar ve farklı mevkilerde asıl gücünü ortaya çıkarıyorlar. Pancu, Deivid örnekleri var aklımda ya da Karabükspor'a bakarak Shelton diyelim. Lualua da forvet olarak düşünüldü ama kariyerini 10 numara gibi yüceltiyor şu günlerde. Bu Lualua'nın olayı nedir, bu çıkış nasıl sağlandı, Mesut Bakkal mıdır bunda esas unsur?

Tansu Gürsel: Takıma katıldığı ilk günlerde açıkçası LuaLua'nın forvet arkasında ilk alternatif olacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. Normalde forveti ikileyen, kanat forvet olarak kullanılabilen ve çok sıkışıldığı anlarda forvet arkası gibi oynayabilen bir oyuncu olduğunu biliyordum. "Tek santrafor oynasın diye getirildiyse hata olmuş" diye düşünmüştüm.

Malum, kulübün bir yöneticisi (çok da başarılı bir eski futbolcusudur aynı zamanda) olan Abdullah Balaban, Shelton hakkında "forvet diye aldık kanat çıktı" gibi fantastik bir açıklama yapmıştı geçen sezon. Bu sezon benzer bir açıklamayı LuaLua içinde duyacağımız kaygısına kapılmadım dersem yalan olur. Forvet arkası olarak böylesi verimli olması bizler için bir piyango oldu desek yeridir. Bunda tabii ki Mesut Hoca'nı payı büyük. Ancak kendisini 10 numara pozisyonunda oynatan ilk hoca Mesut Bakkal değil tabii ki. "Mesut Bakkal, onu en doğru şekilde kullanan hoca oldu" dersek yanlış bir kanıya varmış olmayız.

Oyuncunun bu duruma böylesi kolay uyum sağlamasının bir diğer nedeni de sahip olduğu futbol görgüsüdür. Gördüğümüz gibi, LuaLua asla tek yönlü bir oyuncu olmayı tercih etmemiş. Hem fiziği hem de tekniği üst düzey. Ayrıca müthiş bir zekası ve sosyal yönü var. Kendisi hakkında ufak bir araştırma, bu sosyal yönünü de keşfetmenizi sağlıyor ve ona daha çok saygı duyuyorsunuz. Zaten bu şekilde çok yönlü bir gelişim göstermiş olmasaydı, İngiltere'de de böylesi tanınan ve kariyer sahibi olan bir oyuncu haline gelemezdi.



Genel anlamda baktığında Karabükspor adına nasıl bir ilk yarı geçti? Beklentinin altında kalan, üzerine çıkan ya da aklında kalanlar neler oldu ve nasıl bir ikinci yarı bekliyorsun?

Tansu Gürsel: İlk yarıyı, doğal olarak iki parçaya bölmemiz gerekir Karabükspor açısından. Birincisi Michael Skibbe dönemi ve ardından Mesut Bakkal dönemi. Siyahla beyaz gibi ayrılan iki dönemden bahsediyoruz. Michael Skibbe, asla küçümsenecek bir hoca değil. Ben halen daha beğenirim onun hocalığını. Ancak tarz olarak Türkiye'ye pek uygun değil.

En basitinden, Türk futbolcusunun kampa alınmadığında takımların ne gibi sorunlar yaşadığını Frank Rijkaard döneminde Galatasaray'da gördük. Skibbe de oyuncuları kampa sokmuyordu. Her şeyi bir mantık çerçevesinde değerlendirme eğilimindeydi. Duygusal yönü yerli hocalar kadar kuvvetli değildi. Yani futbolcuyla arasında bir bağ kuramıyordu.

Aslına bakılırsa tam bir altyapı hocası Skibbe. Mesut Bakkal da çok iyi bir taktisyen. Rakibi iyi analiz ediyor. Galatasaray ve Fenerbahçe maçlarında tüm Türkiye bunu gördü. Ancak maç içinde çok doğru değişiklikler yapamadığı kanısındayım. Mesela bir Mersin İdmanyurdu maçında beraberliği yeterli gördü. Galibiyet için oynasaydı takım kazanırdı. Beraberliğe oynadığı için kaybetti. Ancak o da artık elindeki takımın neler yapabileceğini biliyor ve son üç lig maçında bu takımı çok doğru kullanarak üç galibiyet aldı.

İlk yarı boyunca beklentimin en uzağındaki oyuncu Tomic oldu. Onun ne kadar iyi bir kaleci olduğunu biliyoruz. Ayrıca Uğur Uçar da ilk üç maçın ardından sakatlığı sebebiyle forma giyemedi ve beni hayal kırıklığına uğrattı. Beklentimin üzerine çıkan birçok oyuncu var. LuaLua'dan bahsetmeye gerek yok. Zamanında çok sert eleştirdiğim ve hatta zaman zaman eleştiri dozunu da ayarlayamadığım Erdem Özgenç, İlhan Parlak ve Armand Deumi gibi oyuncular takıma büyük katkı yaptılar.

Ahmet İlhan Özek ilk yarı boyunca takımın en önemli güçlerinden biri oldu. Taraftarla olan ilişkisi de çok iyi Ahmet İlhan'ın. Eleştirileri ve tavsiyeleri ciddiye alıyor. İkinci yarı başlarken takıma ne gibi katkılar yapılır bilemiyorum ancak gençlerden çok şey bekliyorum. İshak Doğan, Ceyhun Yazar ve ümit milli takıma da seçilen Bertul Kocabaş'ın takıma olan entegrasyonlarının tamamen sağlanması ve kadro genişliği için iyi birer alternatif olmalarını umuyorum.

Burada oyunculara olduğu kadar Mesut Bakkal'a da ciddi iş düşüyor. Takımı devraldığı ilk dönemde daha sonuca yönelik hedefleri olduğu için bu oyuncularla pek ilgilenemedi ancak ilerleyen dönemde onlar için de projeler geliştireceğini tahmin ediyorum.

Son olarak tüm bunlardan bağımsız olarak altını çizmek istediğim bir nokta var. Sportif Cümleler çok severek okuduğum bir blog. Blogtan da öte, bir portal olarak gördüğüm Sportif Cümleler'de böyle geniş şekilde Karabükspor'dan bahsedebilmek çok hoş. Bu bağlamda sana da bir kez daha teşekkür ederim...

https://twitter.com/futbolsandigi
http://futbolsandigi.blogspot.com/

Tepki Doğaldır Ama Bunun Adı Tepki Değildir

''Sadece Şenol Güneş, geri kalanının benim için bir değeri yok. Sadri Şener’in dediği gibi eşantiyon olarak geldiğim yere 5 milyon avro kazandırarak gittim''

Trabzonsporluların tepkisi doğal ama şekli yanlış. Tepki doğmaması imkansız. Galatasaray'a gitmesi, Burak Yılmaz'ın Trabzonspor döneminde söylediklerine tezat düşen bir durum oldu, bu açıdan Trabzonsporlular tepkili.

Galatasaray'a gelerek doğru mu yaptı, evet. Bunu sadece birkaç ay içerisinde gösterdiği kariyer gelişimiyle de görmek mümkün. Trabzonsporluların da Galatasaray'a gelmesinden öte, geçmiş bazı söylemleri üzerinden tepkileri var.

Ama tepki böyle gösterilmez, böyle açıklamalar yapılmaz, bu şekilde davranılmaz. Burak Yılmaz maç sonu söyledikleriyle çok doğru yerlere temas etti, inanılmaz güzel konuştu.

Maç içine bakalım, fazla açılmadan. Boğazına gelen para mesela. Allah korusun, çok daha kötüsü olabilirdi. O an ağzı açık Burak Yılmaz'ın, nefes borusuna da gidebilir, boğazına geliyor, bu şoka da uğratabilir ve bunun gibi birçok örnek oluşabilir. Aynı şekilde kafasına atılan su şişesi, dibinde patlayan torpiller. Giray Kaçar bile buna maruz kaldı, tepkinin boyutlarını düşünün.

Burak Yılmaz bu takıma şampiyonluk kazandırmıştır, Şampiyonlar Ligi'ne taşımıştır, gol kralı olmuştur ve dediği gibi, Gökhan Ünal transferinin bonusu olarak geldiği takıma 5 milyon avro kazandırmıştır. Tepkinin boyutunu belirlerken, bu yaşananları da düşünmek gerekli.

Zaten Şenol Güneş net bir şekilde olayı özetledi, kendisi boşuna bu ülke topraklarının futbol filozofu değil;

Transfer Konuşmanın Zamanıdır, Trabzonspor 0-0 Galatasaray


Bu şartlarda beraberliğe çok da kötü demiyorum. Hatta iki takım da böyle düşünüyor olabilir. Maçın ikinci yarısında gidişat bunu gösterdi. Zeminin ağırlığı her iki takımı da oldukça olumsuz etkiledi ve takımların pas kalitesinin çok düşük olduğunu gördük. Hızlı geldiler, orta sahalar hemen hemen yoktu ama gerek son vuruş, gerekse son pas olarak iki takım da kötü durumdaydı.

Trabzonspor'un hafta içerisinde Türkiye Kupası maçı oynamasından kaynaklı, fizik olarak çok ayakta kalacaklarını düşünmüyordum. Maça kontrollü başlamaları tahminimdi ama onlar da tempolu başladı, bu tempoyla da maçı bitirdiler. Galatasaray da aynı şekilde tempoyla oynayınca çok hareketli bir maç izledik aslında ama ikinci yarıda yapılan orta saha hamleleri oyunu daha çok tutmaya yönelikti sanki.

Kendi sol tarafından çok sorun çekti Galatasaray. Amrabat'ın defansif aksiyonu hiç olmadı, Riera da fazlasıyla hücumu düşününce Trabzonspor o bölgeden çok fazla imkan yakaladı ama dediğim gibi, pas kalitesi düşük takımlarda.

İyi bir forveti olmamasından kaybetti bugün Trabzonspor. Galatasaray ise yaratıcı bir 10 numarası olmamasından. Adrian bugün oldukça etkiliydi mesela ama ön tarafta aradığını bulamadılar. Galatasaray cephesinde ise sürekli bir rakip yarı sahasına yerleşim vardı ama ikinci yarıda gelen sürekli bir formasyon değişikliğiyle de birlikte nasıl bir kurgu yaratabileceklerini bilemediler, hücumda liderleri yoktu.

İşte bu şartlar altında da Trabzon deplasmanında alınan bir puan kötü değil. Kötü oynuyorsun, kötü oyuna da çare bulamıyorsun. Bir şekilde yenilmemek lazım.

Pozisyonlar da var aslında ama Burak Yılmaz'ı da sindirmeyi başardı rakip taraftar. Tepki bekliyordum ve Burak Yılmaz bu tepki karşısında sinmez diyordum ama boğazına gelen bozuk para, kafasına gelen su şişesi, dibinde patlayan torpil derken böyle bir tepki karşısında da sinmemesi kadar doğal bir durum yok. Rakip taraftar olayı fazlasıyla abarttı ve bu ortamı yaratanlar adına üzülüyorum.

Yazacak fazla da birşey yok, futbol anlamında pek fazla konuşamıyoruz, 0-0'lık skor doğal. Ligin ilk yarısını bir şekilde lider bitirdik, önümüzde transfer ve kamp dönemi olacak, Türkiye Kupası da yok derken bazı isimlerin kendini bulması adına güzel bir fırsat var önümüzde.

Real Madrid'in Tito Vilanova Mesajı

Real Madrid, geçtiğimiz günlerde ameliyat olan Barcelona teknik direktörü Tito Vilanova için mesaj veriyor...

22 Aralık 2012 Cumartesi

Ağır Nostalji; Selçuk İnan & Burak Yılmaz Ortaklığı

Selçuk İnan ve Burak Yılmaz'dan zamanında ne güzel goller yemişiz öyle. Hepsi de Manisaspor formasıyla ve Sami Yen'de...


21 Aralık 2012 Cuma

Şampiyonluk Muhabbeti Yapmak Bile Hoş


Süper Lig'in ilk yarısı henüz bitmedi ama şimdiden yazmak gerekirse, ligin ilk yarısına damga vuran takım Antalyaspor oldu. Geçen sezon küme düşmenin eşiğinden dönüp, bu sezonun ilk yarısı itibariyle zirve yarışının içerisinde yer alıyorlar ve oynadıkları futbol, kadro kaliteleri ve uzun zamandır devam ettirdikleri Mehmet Özdilek istikrarıyla da birlikte takdir edilesi bir gidişat var. Ben de Antalyaspor'u 07harfli blog'la konuştum, çok güzel bir röportaj gerçekleştirdik. Arkadaşlara çok teşekkür ediyorum...

Geçen sezon küme düşmekten son hafta kurtulan bir Antalyaspor vardı. Bu sezon ise ligin ilk yarısı itibariyle zirve yarışı veren. İki sezon arasında oluşan bu farkı neye bağlıyorsunuz, nasıl bir değişim içerisinde Antalyaspor?

07harfli: Geçen sezon futbol oynamayı düşünen bir Antalyaspor yoktu; sahaya kazanmak için değil, kaybetmemek için çıkıyorduk. Hatta öyle ki zaman zaman iç sahada aldığımız 1 puan bile medya eliyle başarı olarak önümüze sunuluyordu.

Tek hedef Süper Lig'de kalabilmekti. Bu sezon ise futbol oynamaya karar vermiş bir Antalyaspor var ve hedef olarak da genellikle ilk 8 dile getiriliyor. Aslında 4 yıldır Süper Lig'de mücadele eden bir takım için geç ama geçen sene yaşananları düşününce makul bir hedef ilk 8... Yani iki sezon arasındaki temel fark hedeflerdeki değişişiklikten kaynaklanıyor. Çünkü hedefiniz neresiyse sonunda varacağınız yer de aşağı yukarı orasıdır.

Bunun dışında hedeflerle ilişkili olarak kurulan kadrolar da bu farklılığı yaratıyor. Geçtiğimiz sezon sırf ekonomik olsun diye kariyerinin sonunda ve/veya hedefsiz isimler transfer edildi. Hedefsiz bir takım ve hedefsiz oyuncular bir araya gelince de ne kadar başarı olabilir ki?

Bu sezon ise hedefler doğrultusunda transfer politikası değişti ve neredeyse yepyeni bir kadro kuruldu. Bu kadro ile forma rekabeti de başlamış oldu ki bu daha önceki sezonlarda Antalyaspor'da yoktu.

Aissati, Diarra, Ömer Şişmanoğlu gibi transferleri konuşuyoruz, bu anlamda belki de sezonun en iyisi Antalyaspor. Sormak istediğim şu, bu sezon böyle bir vizyon ortaya konulabiliyorken, diğer sezonlar bu ortam neden oluşturulmadı, zamanla mı belli durumlar oturtuldu ve bu imkanlar oluşturuldu?

07harfli: Yönetimin ekonomik istikrar konusunda bir takıntısı var. Kulübün ekonomik istikrara kavuşmasını elbette biz de istiyoruz ama Antalyaspor bizim için bir anonim şirketi değil, bir spor kulübüdür.

Taraftar olarak biz sahada -belki- sürekli kazanan değil ama sürekli savaşan bir takım görmek isteriz. Ancak yönetim işin bu kısmını es geçerek sadece 'anonim şirketi' kısmına odaklandı. Doğru transferler yerine ekonomik transferleri tercih etti. Böylece ekonomik kaygılarla sportif açıdan ligde bir kumar oynandı ama bu kumar tutmadı.

Ekonomik anlamda bazı hedeflerin gerçekleştirilmiş olması, taraftarın geçen sezonki tepkisi derken artık sportif anlamda bir atılım gerekiyordu. Bu bağlamda transfer politikası değişti. Aslına bakarsanız yine öyle ciddi rakamlar harcanmadı ama sadece ekonomik diye kariyerinin sonunda hedefsiz isimler yerine hem ekonomik hem doğru nitelikte olan transferler tercih edildi.

Bu transferlerin çoğunluğu şu an için Antalyaspor'a olumlu katkı sağladı. Hatta yedek ağırlıklı kadro ile çıktığımız Ziraat Türkiye Kupası maçlarında görüyoruz ki yedek kadromuz bile as kadro kadar iddialı...

Geçtiğimiz günlerde Akıncıoğlu hem ligde hem kupada mücadele edebilecek bir kadro derinliğini oluşturmak adına transfer yapmayı düşündüklerini açıkladı ki açıkçası kendisinden duymaya pek alışkın olmadığımız bir açıklamadır bu...

Eğer Akıncıoğlu'nun dediği gibi olur ve devre arasını da sezon başı kadar verimli değerlendirebilirsek güzel geçen sezonu son maça kadar götürebiliriz.

İstikrar anlamında müthiş adımlar atılıyor aslında, en başında da Mehmet Özdilek var. Yıllardır takımın başında, en kötü zamanda da arkasında durulan bir teknik adam ve bugün de en büyük pay sanırım onun olmalı. Sizler Mehmet Özdilek için neler düşünüyorsunuz, onunla birlikte kurduğunuz gelecek hedefleri neler ve Mehmet Özdilek öncesi Antalyaspor nasıl bir takımdı?

07harfli: Mehmet Özdilek öncesi dönemi uzun uzun anlatmaya gerek yok. Tam bir yapboz dönemiydi. Her teknik adam gelip kendi düzenini kurup sonra da yıkıp gidiyordu. Bunun en net örneği de Yılmaz Vural'dır. Mehmet Özdilek dönemi bu kısır döngüyü sonlandırması bakımından son derece iyi oldu. Ancak yine de Mehmet Özdilek dönemini istikrar olarak tanımlamak kolay değil.

Bu dönemi şimdilik istikrar yerine devamlılık olarak tanımlamak daha doğru olur. Çünkü geldiğinden beri Antalyaspor'da sportif anlamda bir istikrar yaşanmadı, aksine düşüş vardı. Sayılar üzerinden konuşursak 2008-2009 sezonunun 8. haftasında sadece 2 puanımız varken göreve gelmişti Mehmet Özdilek... O sezonu 40 puanla 12. sırada, 2009-10 sezonunu 49 puanla 9. sırada, 20010-11 sezonunu 42 puanla 11. sırada, 2011-12 sezonunu 39 puanla 15. sırada bitirdik.

Bu dört sezonda Mehmet Özdilek kendi performansı açısından da bir gelişim gösterememişti. İlk sezonda yaptığı hataları geçtiğimiz sezonda da yapmaya devam ediyordu. Bu yüzden geçen sezonun sonu ile birlikte biz de dahil pek çok kişi istifasını istiyordu. İstifasına karşı çıkanların da temel savunması “Göndersek yerine kim gelecek? Eski düzen geri gelecek.” idi. Yani aslında her zaman Mehmet Özdilek'e destek yoktu.

Yalnız bunları söylerken istikrar adına kurulan sınırlı kadroların Mehmet Özdilek'in performansını olumsuz etkilediğini de söylemeliyiz. Mehmet Özdilek'in elinde ilk kez bu sezon iyi bir kadro var. Dolayısıyla Mehmet Özdilek için asıl belirleyici olacak olan bu sezonki performansı...

Sonuçta Mehmet Özdilek gerçek anlamda teknik direktörlük kariyerine Antalyaspor ile başladı diyebiliriz. Kendisi iyi bir futbolcuydu ama henüz iyi bir hoca değil, olmak için de kendini geliştirmesi gerekiyor. Bu aralar Mehmet Özdilek'in yönetimle önümüzdeki 5 yılın planlamasının yaptığı konuşuluyor ama taraftarın desteğini alması için bu sezonki performansı ve göstereceği gelişim önemli...

Bu sezon sizce Antalyaspor ligi nerede bitirir, şu nokta başarının zirve noktası mı yoksa daha iyisi ne olur size göre, maksimumu nedir Antalyaspor'un?

07harfli: Ligin ikinci yarısında bizim için iki kırılma noktası olacak. Bunlardan ilki ilk haftalar... Ligin ilk yarısında ilk 5 haftada 2 galibiyet, 3 mağlubiyet alarak ciddi bir puan kaybı yaşamıştık. Ancak artık ligin başındaki o takım değiliz ama bunu devre arasından sonra sahaya yansıtabilip yansıtamayacağımız bizim için önemli bir sınav olacak.

İkinci kırılma noktası ise Fenerbahçe, Trabzonspor, Kasımpaşa, Beşiktaş ve Bursaspor maçlarından oluşan 5 maçlık dönem ki sadece bizim için değil tüm takımlar için ligin en kırılgan dönemi burası...Bu 5 maçın fikstürümüzde uyum sorunlarının yaşanabileceği ilk haftalar ya da yorgunluğun başlayabileceği son haftalara denk gelmemesi bir avantaj...

Özellikle Antalya'da baharın gelişiyle oyuncu performanslarında yaşanan düşüşler düşününce bu avantaj daha da önemli bir hal alıyor. Ligin ilk yarısında bu 5 maçlık dönemi 2 galibiyet, 2 beraberlik ve 1 mağlubiyet alarak 8 puanla tamamlamıştık. İkinci yarıda da buna benzer bir performans gösterebilirsek bu fikstür avantajını lehimize kullanmış oluruz.

Taraftar arasında şaka yollu da olsa şampiyonluk konuşuluyor ama geçen sene küme düşmekten son hafta kurtulan bir takımın bir sezon sonra şampiyon olması zaten mantıklı bir durum değilken Türkiye gibi İstanbul egemen bir futbol düzeninin hakim olduğu bir ülkede bu durum tamamen mantık dışı kalıyor.

Bize şimdilik muhabbetini yapmak bile hoş geliyor. Hedef ne olmalı konusuna gelirsek yukarıda da belirttiğimiz gibi Mehmet Özdilek'in dile getirdiği ilk 8 hedefi bir anlamda makul bir hedef... Ancak devre arasında yapılacak birkaç takviye ile ilk yarıdaki performansı devam ettirmememiz, yukarıdaki kırılma noktalarını başarı ile geçmememiz için hiçbir neden yok. Dolayısıyla Mehmet Özdilek'in ilk 8 hedefini makul bulmakla birlikte ilk 4 şu anki görüntü içerisinde hedef olarak belirlenebilecek en üst noktadır.

Bitmek bilmeyen bir stadyum sıkıntısı da var aslında. Geçen sezon Mardan Stadı'nda, bu yıl üniversitenin stadında maçlar oynanıyor ama Antalya gibi büyük bir şehrin ihtiyacı çok daha farklı yönde. Yeni stadyum konusunda bizleri aydınlatır mısınız, ne durumda şehir?

07harfli: Antalya'daki stat sorunu aslında siyasetin kör çekişmesinin en somut örneklerinden biridir. Bir önceki dönemin AK Partili belediye başkanı Menderes Türel'in projesi mahkeme tarafından iptal edildi. Doğru da bir karardı. Çünkü stat karşılığı yapılacak iş merkezlerinden kat ve derinlik sınırlaması yoktu.

Bu da bu stat karşılığında yüklenici firmanın ciddi bir rant kazanması demekti ki Antalyaspor üzerinden kimsenin haksız bir kuruş kazanmasını razı olamayız. Bu sorunu bir uzlaşma ortamı oluşturup bu maddeyi yeniden düzenleyerek projeyi devam ettirmek yerine Türel bu durumdan “Ben yapacaktım ama yaptırmadılar.” diyerek siyasi kazanç sağlamanın derdine düştü ve proje o haliyle kaldı.

Şimdiki CHP'li belediye başkanı Mustafa Akaydın da seçim zamanı “Antalya Ankara'dan zengin” diyerek projelerini hükümetten destek bulamasa da yapacağını iddia etti, stat da bu projeler arasındaydı ama şimdi “Stadı yapmak belediyelerin işi değil. Ancak hükümet yapmazsa ben yine yaparım ama bana yer göstersinler.” diyerek yan çiziyor. Biliyor ki bir stat yapılacaksa hükümet bu stadı ona yar etmez, Akaydın da bunun rahatlığıyla sözde çıkışlar yaparak kendi siyasi çıkarını kovalıyor.

Yani iki taraf da stadı yapmaktan çok bu konu üzerinden siyaset yapmaya daha meraklı... Sonuç olarak binlerce takımın kamp yapmak için geldiği, futbol turizmi açısından Avrupa'nın en önemli merkezlerinden biri olan Antalya'nın stadyum ayıbı hala çözülebilmiş değil.

Şu anki duruma gelirsek geçtiğimiz günlerde TOKİ tarafından 100. Yıl Projesi'nin ihalesi yapıldı. Bu proje Türel'in belediye başkanlığı dönemindeki projenin aynısı... Aslına bakarsanız Antalya gibi bir şehre zayıf kalan bir proje ama “Neden hala aynı projede ısrar ediliyor?”, “Geçen senelerde bu proje neden geliştirilmedi?” gibi soruların yanıtının yukarıdaki siyasi çekişme olduğunu düşünüyoruz.

Bu siyasi çekişme bu ihale sürecinin ileri aşamalarında yine stadın yapımına engel olur mu bilmiyoruz ama biz zaten stadın kapısından girip de tribündeki yerimizi alana kadar siyasilerin bu yalanlarına inanmamız gerektiğini, stat meselesinin çözüldüğünü düşünmemiz gerektiğini çok önceleri öğrendik.

Ancak yine de proje bu sefer gerçekleşirse diye projenin zaten çözmesi gereken trafik gibi bazı sorunları olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Bu ve benzeri sorunların çözümlenmesi de projenin kendisi kadar önemli. Çünkü bizler Antalyaspor'a da Antalya'ya da sevdalıyızve ikisine zarar gelmesini istemeyiz.

http://07harfli.blogspot.com/
https://twitter.com/07harfli

Transfer Dönemine Doğru Yaklaşırken

Galatasaray gündemine giresim geldi, belki daldan dala olacak biraz ama gündemi kafamıza göre biraz değerlendirelim derim.

Dün, Engin Baytar'ın Rubin Kazan radarında olduğu söyleniyordu ama bugün menajerinden yalanlama geldi. Sezon sonunda sözleşmesi bitiyor ve Galatasaray onunla sözleşme yenileyecek mi artık bir muamma bu. Sezon başında gerçekleşen o hadise olmasaydı bu sözleşme olayı çoktan halledilmişti ama sezon başında olan o hadiseden öte, cezanın dönüşünde Engin Baytar'ın hala kendini bulamaması bir sorun.

Futbol olarak beklenilen düzeyde değil, alternatif anlamda da baktığımızda o şansı kullanamıyor. Yekta Kurtuluş'un da arkasına düştü, bundan ziyade ilk 18'e dahi alınmadı Fenerbahçe karşısında. Büyük ihtimalle bu durum Trabzonspor maçında da gerçekleşecek derken Engin Baytar için bu ara dönem çok değerli.

Şu da var, sözleşmesinin bitmesine 4-5 ay kalmış, 29 yaşına gelmiş bir futbolcu için de bonservis bedeli pek konuşulmaz. Bu açıdan da baktığımızda Rubin Kazan gündemi çok gerçekçi değildi aslında.


Bugün, Ali Ece'nin söylediğine göre Galatasaray'ın Gökhan Süzen ilgisi var. Gökhan Süzen ismini özellikle sezon başında Beşiktaş ile anıyorduk ama bu transfer gerçekleşmemişti. Devre arasında da böyle bir ilginin olabileceği söyleniyordu ama habere göre Gökhan Süzen'in Galatasaray'ın radarına girdiğini görüyoruz.

Son sezonları kayıp olan bir futbolcu aslında. Çok genç yaşlarda Abdullah Avcı onu Galatasaray altyapısından almış ve IBB'ye kazandırmıştı. Geçen yıllarda da önemli potansiyel olduğunu bizlere gösterdi ama son 2 yıla baktığımızda ortada bir Gökhan Süzen ismi yoktu. Kulübede oturan, hala eski potansiyeli ile kendinden söz ettiren ama günümüz için gelecek vermeyen.

Bu çıkışı beni şaşırttı, umudu kesiyordum ben. Bülent Korkmaz onun adına önemli bir çıkış noktası oldu ve Bülent Korkmaz'ın takımın başına geçmesinden bu yana da çok verimli bir Gökhan Süzen var. Sol açık gibi oynuyor, Doka'yı kesti, tekniği göz kamaştırıyor, şut özelliği üst düzey olan bir isim. Ayrıca sol bek ya da orta sahanın ortasında da oynayabiliyor. Gelişimi var, yaş 25 ama hala bir ihtimal var dedirtiyor.

Gökhan Süzen eğer Galatasaray'a gelirse sol bek olarak düşünülür ama onun sol açık hali de Emre Çolak'tan daha iyi bir alternatiftir, bunu belirtelim.


Galatasaray bir sol bek alacak, bu belli oldu. Fatih Terim'in de dediği gibi, Riera'yı ön tarafa çekmenin planı var ve arkasında sağlam bir sol bek olacak. Gökhan Süzen mi olur bu isim bilinmez ama Andre Santos için de İngiltere basınında haberler var, Arsenal'in 5 milyon paund istediği yönünde.

Riera'nın sol bek evrimi inanılmaz, müthiş verim alıyoruz ama en önemli olayın, Riera'nın üstündeki pası atması olduğunu düşünüyorum. Riera'yı sol açık olarakta izlemek lazım, Amrabat'dan daha faydalı olacağına eminim ve arkasında iyi bir sol bekle beraber, sol bekleşmiş bir Riera'yla da müthiş bir sol kanat uyumu gerçekleşir, hem hücum hem de savunmasıyla birlikte.

Reyislerin Vedası


Gündem bizi başka denizlere doğru savuruyor ama bu durum en azından beni Türkiye'nin asıl olması gereken gündeminden koparmıyor. Belki geç kaldım bu yazıda ama bir toparlama yazısı gibi olsun bu.

Franco Cangele takımdan ayrıldı, üstelik sessiz sedasız bir veda oldu. Vedanın sessizliği, Cangele'nin uzun zamandır futbol piyasasında olamamasından ötürüydü belki de.

2006-2007 sezonunda Sakaryaspor formasıyla hayatımıza giren bir futbolcuydu Cangele ama Cangele dediğimizde anacağımız tek takım Kayserispor olacak. 5 yıldır bu takımın formasını giyiyor, çok güzel işler de yaptı, oynadığı futbolla kendisine hayran bıraktı, takım kaptanlığına yükseldi.

Aması ise son yıllarda yaşadığı sakatlıklar. Sık sakatlandı, sonrasında geri döndü, yine sakatlandı, yine geri döndü ama hep sakatlandı. Baros'dan dolayı bilirim bu duyguyu. Beklersiniz, geri döner, eskiyi hatırlatır size, tamam şimdi oldu dersiniz ama olmaz o aslında.

Sonunda da ayrılık kaçınılmaz olur. Cangele konusunda da olduğu bu. Yaşadığı sık sakatlıklar onu futbol olarak çok geriye götürmüş olacak, bu sezon forma şansı bulduğunu pek hatırlamıyorum ve gitmesine de teknik heyet, yönetim tarafından bir ses çıkartılmadı.

Bu ayrılıklar kaçınılmaz, hayat devam ettiğinden olması gereken hatta, sezon devam ediyor, hedefler var ama üzülen taraftar oluyor. Kayserispor taraftarı da Cangele'ye vefasını en güzel şekilde gösterdi.


Reyislerin vedası gibi bir yazı oluyor belki ama Karabükspor cephesinde de sürpriz bir ayrılık yaşandı ve Florin Cernat ile yollar ayrıldı. Karabükspor dediğimizde, Emenike'nin de ayrılığından sonra aklımıza gelen ilk isimdi Cernat ve geçen 2.5 sezonun 2'sinde de bizlere futbol anlamında çok şeyler kattı.

Ayrılık sürprizdi ama bu sezon Cernat'ı ortalarda gören de pek olmadı. Skibbe'nin vedası, Mesut Bakkal döneminin başlamasıyla da Cernat kendisini kulübede buldu, bu arada Lualua adında yeni bir reyis yaratıldı derken Cernat tamamen gözden düştü.

Ona da en güzel şekilde veda edilmeli. Karabükspor eğer Süper Lig'in kalıcı ekiplerinden biri olduysa, bunda Cernat'ın payı çok büyük. Umarım ligde kalmaya devam eder aslında, Karabükspor'la yol devam etmedi ama Süper Lig'in çoğu ekibinde de bu Cernat fark yaratabilir.

20 Aralık 2012 Perşembe

Hedefi Olan Bir 2. Tur


Hedef doğdu Galatasaray'a, önce bunu söyleyelim. Çeyrek finalde Barcelona ile eşleştiğinizi hayal edin, acaba bu rakibe kaç dakika direnebiliriz gibisinden hayaller kuracaktık ya da Messi'yi izleriz gibisinden bir teselli yaratacaktık. Aynı durum Dortmund ya da B.Münih için de geçerli.

Schalke 04'ü çekmek bu yüzden anlamlı. Şans yüzde 50-50 ama hedef koyabiliyoruz ortaya, çeyrek final şansı var ve oldukça yüksek. Bunu düşünerek adımlar atacak Galatasaray, transfer olayını buna göre kurgulayacak.

Ligde ne kadar kötü gidiyor olsalar, Almanya Kupası'ndan elenseler bile Schalke 04 çok büyük gelenek. Almanya dediğimizde kafadan saydığımız 3 takımdan biri. Son yıllar içerisinde de hatırı sayılır Şampiyonlar Ligi başarıları olduğunu söylemek lazım. Hele ki, diğer kulvarlarda havlu atmış bir Schalke 04'ün bu kupayı daha fazla değerli göreceğini söyleyebiliriz.

En son böyle bir tablo sonrasında yarı final yapmışlardı diye hatırlıyorum. Ligde yine iyi gitmiyorlardı, o sezon Almanya Kupası'nı kazanıp Avrupa bileti almışlardı ama Şampiyonlar Ligi'nde yarı final görmüşlerdi.

Huntelaar sorununu da aştılar üstelik. Gitmesine kesin gözüyle bakılıyorken, bugün sözleşme uzattı. Çok değerli bir golcü, Schalke 04 günlerinde Real Madrid öncesi zamanlarına döndü ve Avrupa'nın üst klas isimlerinden biri durumunda. Takımın da en büyük kozu. Arsenal, Liverpool derken Schalke 04'de kalıyor olması onlar adına büyük bir moral.

Genç ve kaliteli bir kadro aslında. Höwedes, Papadopoulos gibi savunmacılar, Farfan, Holtby, Draxler gibi hücum kozları, ileride Huntelaar. Kadroları da genel anlamda genç ve büyük bir potansiyel. Bunların da üstüne sezon başında yaptıkları bir Afellay hamlesi.

Onlar da Galatasaray veya Celtic çıksın diyorlardı, diğer takımların istediği gibi ve Galatasaray çıktı. Şimdi düşünüyorlar, Burak Yılmaz'a önlem almalıyız diye. Şampiyonlar Ligi böyle bir vitrin işte, Burak Yılmaz'a kadar sayabileceğim 2-3 isim ve takımda ama Şampiyonlar Ligi'nde ulaştığı bu seviyeyle bir anda Galatasaray denildiğinde anılan bir numaralı futbolcu oldu.

Şimdiden ne yazsak boş tabii, Şubat ortasına kadar neler olur bilinmez. Form durumları, ara transfer çok önemli. Her iki takımın da birinci önceliği Şampiyonlar Ligi ve kendilerini bu maça göre hazırlayacaklar.

Lütfi Arıboğan'ın gülümsemesini unutmayacağım ama. Daha önce de bahsetmiştim, Real Madrid 2000-2001 sezonu Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde bizi çektiğinde aynı ifade onların yöneticilerinde olmuştu...

Rota Çeyrek Final; Galatasaray - Schalke 04

Schalke 04'ü istiyorduk, büyük ihtimalle Schalke 04 de bizi istiyordu ve bu eşleşme gerçekleşti. Barcelona, B.Dortmund, B.Münih'ler arasından Schalke 04'ü çekmek büyük başarı. Sezon başından bu yana akıl almaz bir kura şansımız olduğu doğru, yine o şans ortaya çıktı ve çıkabilecek en iyi takım çıktı. Hem rakibin Schalke 04 olması, hem deplasmanın Almanya olması gerçekten müthiş. Rakip sürekli kan kaybı yaşıyor, hala geleceği belirsiz futbolcuları var, Huntelaar gidecek mi kalacak mı mesela, bilemiyoruz. Olası Huntelaar kaybında çok büyük güç kaybedecekleri kesin. Galatasaray ise bu kuranın üstüne daha güçlü çeyrek final hayali kuruyor ve buna göre de ara transfer politikasını şekillendirecek. İyi ve şanslı kura, sizin de yorumlarınızı beklerim.

Not: Huntelaar için geleceği belirsiz diyorduk ama bugün sözleşmesini uzatmış. 

Eşleşmeler şu şekilde:

GALATASARAY - SCHALKE
CELTIC - JUVENTUS
ARSENAL - BAYERN MUNIH
SHAKHTAR - BORUSSIA DORTMUND
MILAN - BARCELONA
REAL MADRID - MANNCHESTER UNITED
VALENCIA - PSG
PORTO - MALAGA

Trivelalar Öksüz Kaldı

Ne büyük bir heyecandı. Yıldırım Demirören'in yıldız politikası içerisinde attığı en büyük adım. Quaresma, Guti gibi isimler Türkiye'ye geliyor, imza töreninde dahi İnönü Stadı doluyor, Schuster'in o hücum futbolu içerisinde ligde ve Avrupa'da gösterilen heyecanlı görüntü.

Tabii bunlar 5-6 ay kadar sürdü. Sonrası düşüş, yükseliş adına aranan yenilenme çabası, yenilenelim derken gerçekleştirilen daha büyük yıldız hareketları derken Beşiktaş'ın ''feda'' söylemine kadar uzanan süreç.

Önce şunu söylemeli. Beşiktaş'ın koyduğu tavrın adı feda olabilir ama benim tanımıma göre Beşiktaş'ın yaptığı feda değil. Feda böyle olmaz. Fedayı Milan yaptı, Malaga yaptı bana göre. En önemli futbolcularını sattılar, az paraya büyük işler peşinde koştular ve Malaga başardı, Milan başaramadı.

Burada başarmak güç. Beşiktaş'ın da kovaladığı bu aslında, az paraya büyük işler başarmak. Ligin ilk yarısı için baktığımda da bu yolda sağlam ilerliyorlar, heyecan veriyorlar ama hayaller bir noktada yükseliyor. Quaresma ile yolları ayırıyorken, Nene gibi bir ismi anabiliyorlar, yıllık 2.5 milyon avro garanti parayı da gözden çıkarabiliyorlar.

Feda böyle olmaz diyorum ben ama Beşiktaşlılar daha iyi açıklar bu durumu.

Mevzu Quaresma, biz ona dönelim. Dediğim gibi, ne Quaresma Beşiktaş'tan, ne de Beşiktaş Quaresma'dan beklediğini bulamadı. Fernandes'den daha fazlasını buldu mesela, onu parlattı ama değer kaybeden isim Quaresma oldu. Burada iş biraz da futbolcu da bitiyor, bu yüzden yaşanan bu ayrılığın yüzde 51 sorumlusu bana göre Quaresma.

Para konusuna takılmıyorum. Quaresma o konuda haklı olabilir, Beşiktaş'ta kendi isteğinde. Orta yol bulunabilirdi, çabalandı ama çok ısrarcı olunmadı. Quaresma'ya bu kadroda yer yokken, eğer Quaresma yıllık ücretini 2.8 milyon avro'lara çekse kahraman Quaresma ilan edilecekti ama iş bu noktaya kadar geldi. Quaresma'ya da tek talip Galatasaray olunca {ciddi anlamda} Beşiktaş bu duruma yanaşmadı.

Eğer Quaresma müthiş işler başarsa rakip takımda, kendi taraftarınıza bunu açıklamanız güç olur. Hele ki sezon başında bunu aşmaları zor olurdu, şimdi o derecede olmasa bile. Zaten Beşiktaş kendisini garanti altına almış, madem benim olamadın seni başkasına da yar etmem diyerekten. 5 milyon'luk madde ortada, bu da demek oluyor, Quaresma'ya Türkiye kapısı kapalı. Yani trivelalar öksüz kaldı.

Şöyle bir bakış açısı da mümkün. Quaresma oynadığı 2 sezon boyunca istatistik anlamda ne yaptı diye soru gelse, Holosko'nun şu yarım sezonluk istatistiğiyle bir cevap gelir. Bu da Beşiktaş'ı haklı kılar aslında. Elbette Quaresma çok daha iyisini yapabilecek bir isim ama her türlü kumar, onunla devam etmek ve onunla devam etmemek.

Öyle ya da böyle bu mevzu kapandı, Beşiktaş adına çok büyük soru işaretlerinden biri daha ortadan kalktı. Quaresma olayı hakkında her türlü yorum, eleştiri yapılabilir ama çıkar yol, Quaresma konusundan kurtulduğu ve geleceğe biraz daha sağlam bakabildiğidir Beşiktaş'ın.

19 Aralık 2012 Çarşamba

1992 - Manchester United U16

Ne kudretli bir jenerasyon değil mi? Futbolcuları sayma işini sizlere bırakıyorum, zaten

Belki Kazanılan Bir Başarı, Belki de Ayrılığın Öğrenildiği Bir An

Tito Vilanova'nın kanser olduğu söyleniyor ve kendisi ameliyata alınacak. Bu da bir süre boyunca Barcelona teknik direktörlüğü yapamayacağı anlamına geliyor.

Barcelona ekolünün yarattığı teknik direktörlerden biriydi o. Zamanı geldiğinde Guardiola da görevi ona bırakmayı bilmişti ama bu hastalık sonrasında Guardiola'nın geçici olarak tekrar göreve geleceği söyleniyor, yakışacak olanı da bana göre bu.

Guardiola için yeni sezonda Chelsea, Milan, Inter, Manchester City derken bir süre daha bu geleceği ertelemek durumunda kalacaktır Guardiola. Görev onu bekliyor bir anlamda.

Fotoğrafta geçmiş yıllardan ama hangi maç sonrasında çekildiğini bilemedim. Belki kazanılan bir başarı, belki de Guardiola'nın ayrılığının öğrenildiği bir an.

Geleneksel Yıl Sonu Anketleri

Geleneksel bir durum aslında, her yılın son günlerinde o yıla yönelik enleri sorarız. Bu sefer sadece futboldan gitmeye karar verdim. Galatasaray ve Avrupa üzerine anketlerimiz var, oyları bekliyoruz. Anketler blogun sağ tarafında, resimlerin bir alt kısmında...

18 Aralık 2012 Salı

Gölgedeki Kral

Trabzonspor'dan doğru rotayı Avrupa'ya çevirmiş olsaydı bunu başarabilir miydi dersek, cevabı hayır olarak vermemiz gerekiyor.

Lazio ayarında olan takımlar ya da Lokomotiv Moskova gibi para muslukları ona kapıyı açmışlardı ve bir futbolcu eğer Avrupa'ya gidiyorsa sıçrayabileceği bir takımın formasını giymeli ya da doğru adresi bulmalı.

Burak Yılmaz'ın yaşı 27. Eğer yaşı 21-22 olsaydı Lazio süper bir tercih olacaktı belki de, oradan doğru önü çok açılacaktı. Arda Turan'ın transferini düşünün, yaşı daha genç gitti ve şimdi önü çok açık. İlk sezonunda Avrupa Ligi kupasını kazandı, şimdi ise Inter gibi takımlara transferi konuşuluyor.

Bana sorarsanız, Burak Yılmaz Galatasaray'a gelmekle mükemmel bir tercih yaptı. İyi bir kadro, iyi bir teknik direktör, onu yüceltebilecek bir camia. O da bu kadronun içerisinde mükemmel bir hal aldı ve hala gelişiyor, ilerliyor, kendisine yeni özellikler katıyor.

Adem Yiğit çok güzel söylemişti, yarın Burak Yılmaz'ın karşımıza hangi özellikle çıkacağını tahmin edemiyoruz. Geç başlayan ama güçlü gelen bir gelişim bu.

Dediğim gibi, Galatasaray tercihi Burak Yılmaz için oldukça iyi oldu. Şampiyonlar Ligi'nde 6 maçta attığı 6 gol bizler adına zaten bir rekor, Jardel'in bile önüne geçen bir performans.

Bunun ötesinde asıl önemli olan, Burak Yılmaz'ın Şampiyonlar Ligi grup aşamasının en iyi futbolcusu seçilmesidir. Messi ve Cristiano Ronaldo gibi isimlerin de önünde ve bunun gibi birçok dev ismi geride bırakıp.

Şampiyonlar Ligi sahnesi çok büyük bir kudret, inanılmaz bir piyasa kaynağı. Burak Yılmaz da bu piyasası sadece grup aşamasında bile gerçekleştirmiş oldu. Helal olsun demek lazım, çok büyük futbolcu...

17 Aralık 2012 Pazartesi

Hala Hamit Altıntop'u Anlayamayanlara

Kiminin beklentisi çok yüksek, kiminin daha düşük, ben ise büyük maçları büyük oynayacak Hamit Altıntop'u hayal ediyordum transferi öncesinde.

1461 Trabzon maçının ardından ben de eleştirdim, çünkü kafası hiç maçta değildi ve görüntüsü maç seçer vari bir görüntü olmuştu ama benim yaptığım eleştiriydi, bir de bazı maçlar sonrası taraftarın yuhalama mevzusu vardı. Bunun da çok yanlış olduğunu belirtmiştik.

Büyük maçlarda çok büyük oynuyor Hamit Altıntop. Şampiyonlar Ligi'nde bekleneni fazlasıyla verdi mesela, bu tip büyük maçlarda da aynı şekilde.

Fenerbahçe karşısında oynadığı futbol, onu 2 maçta silmemek gerekliliğini ortaya koydu. Skora etki etmedi belki, yine direklere takıldı ama takımın dengesini sağlayan en önemli 2-3 isimden de biri oldu.

Bu fotoğrafı da maç sonundan, efsane bir kare. Arşivde yer edinmesini istedim ve fotoğrafı eklememin nedeni de hala Hamit Altıntop'u anlayamayanlara...

16 Aralık 2012 Pazar

Söz Uçar, Fotoğraflar Kalır #Derbi

Bir tarafta kazananlar, diğer tarafta ise kaybeden...

Penaltı gibi frikik atmanın sözlük anlamı...

Büyük maçların büyük futbolcusu. Yine büyük oynadı, belki direkleri geçemedi ama aynen denemeye devam. Bir gol attığı an, o gollerin devam edeceğinden eminim...

Gecenin en önemli iki karesinden biri. Fatih Terim ve Gökhan Gönül...

Bu da diğer önemli kare. Juventus'dan iki eski dost, Melo ve Krasic...

İnanılmaz büyük bir soğukkanlılık, doğuştan tecrübe diyeceğimiz isimlerden biri. Sıfır heyecan, en başta neyse yine o olan futbolculardan biri, Semih Kaya...

Penaltı Atar Gibi Frikik Atmanın Sözlük Anlamı

Frikikten gelen goller, büyük özlemdi Galatasaray adına. Bu özlemi geçen sezon Selçuk İnan'la dindirdik ama bu sezon hesabı bir türlü açamadık. Hesabı açmak, yine Selçuk İnan'a düştü.

16. haftada ilk frikik golü ama zamanlama mükemmel. Bu tip maçlarda böyle ekstralara ihtiyaç duyarsınız. Fenerbahçe yıllarca bu ekstrayı Alex'le yaşadı, şimdi de Galatasaray bu ekstrasını Selçuk İnan'la yaşıyor.

Hepsinden ziyade frikiğin akılcılığı. Hepimiz topun sağ tarafa gitmesini bekledik, Volkan Demirel'de. Ama bir frikiğin penaltı gibi kullanılmasının sözlük anlamına canlı şahit olduk ve ters köşe geldi.

Çok büyük bir frikikçi Selçuk İnan, ilerliyor ve büyüyor. Çok şanslıyız...

Not: Twitter'dan bir hatırlatma geldi. Selçuk İnan geçtiğimiz sezonda da ilk frikik golünü 16. haftada bulmuştu ve Trabzonspor'a attığı bir goldü bu...


Galatasaray 2-1 Fenerbahçe, Selçuk İnan'a Sahip Olanlar


Geçmiş yıllar, Galatasaray'ın üstün oynayıp ama Fenerbahçe'nin maç sonunda galip geldiği karşılaşmalar. Çok sayıda izledik böyle derbileri. Fatih Terim'in 3. döneminden bu yana değişen dengeler var. Fenerbahçe'ye karşı kurulan oyun üstünlüğünün skora da dönüşebilmesi gibi. Bu maçta ise o iyi oyun yoktu ama tabelaya baktığımızda Galatasaray'ın 2-1'lik galibiyetini görüyoruz.

Galatasaray adına çizilen senaryo, maça tempolu başlayacağı, ilk dakikalarda da bulacağı bir golle futbol olarak rahatlayacağıydı. Tempolu başladı Galatasaray, erken ve rakibin de moralini bozan türden bir gol buldu ama devamlılık ilk yarıda en büyük soru işaretiydi.

1-0 öne geçilmesinin ardından geriye yaslanan ve hata aranan Galatasaray. Maçın temposu düştüğünde ibre Fenerbahçe'ye dönüyor, çünkü orta sahada bir fazlalar. Hatta Kuyt'un da katkısını da es geçemeyiz. Tempo düştü, Fenerbahçe pas oyunu oynar oldu ve sol savunmanın da çökmesiyle maçın 1-1'e gelmesi kaçınılmazdı ama Hasan Ali Kaldırım'ın Türkiye'de attığı ilk golü Galatasaray'a atması, üstelik sadece yürümeye yarayan sağ bacağıyla attığı mükemmel bir gol.

Böyle geri çekilme lüksü yok Galatasaray'ın, takım savunması 4-4-2 düzeninde çok dengesiz. Stoperler top çıkaramıyor, bu durumda orta saha geriye gelip top alayım derken Galatasaray kendi yarı sahasına çok gömülüyor. Fenerbahçe de iyi kapandı ve Galatasaray'ın en etkin tarafı olan forvetlerine pek imkan tanımadı. Maçın da kısır görüntüsü biraz buradan geliyor.

Selçuk İnan gibi bir futbolcuya sahip olmak büyük avantaj tabii. İşler kötü giderken, bir duran top ve skorun 2-1'e gelmesi. Galatasaray adına hayati bir goldü ve 2-1'in ardından bu sefer biraz daha tempo yapmaya çalıştı Galatasaray ama dediğim gibi, 4-4-2 düzeninde temponuz biraz düştüğünde rakibin orta sahada bir fazla olması sizi çok etkileyebiliyor.

Fenerbahçe'nin de sorunları büyük, onlar da oldukça kötüydü. Alex'in ayrılığından bu yana Alex'i ilk defa aradılar diyebilirim. Forvetle orta saha bağlantıları yok, Sow yalnız kalmanın ötesinde, tek başına savaştı, mücadele etti ama ne orta sahayla, ne de kanatlarla bir bağlantısı yoktu. İkinci yarıyla birlikte Galatasaray da daha doğru bir savunma yapınca, sol savunma canlanınca ilk yarıda hareketli olan Kuyt etkisi de ortadan kalktı ve Fenerbahçe hücumları etkisiz, verimsiz kaldı.

Meireles'e çok bağlı bir takım olduğunu düşünüyorum Fenerbahçe'nin. Meireles yoksa maç kazanmaları da bir o kadar zor ve o da belki de en kötü maçlarından birini oynadı.

İlk yarıda sol savunma çöktü dedim ama ikinci yarı da sol kanat bir o kadar etkiliydi. Riera'nın hücuma çıkışlarının geneli oldukça etkili, Amrabat ise belki top ayağında olduğunda değil ama yaptığı presle rakip sağ kanadını oldukça zorladı, bunun yanında Mehmet Topal'ı da o bölgeye doğru sürükledi. Bu da Galatasaray'ın orta sahada aldığı rahat nefese bir diğer örnek.

Beklenen Umut Bulut & Yekta Kurtuluş değişikliğinin ardından da oyun hakimiyeti tamamen Galatasaray'a geçti. Hücumda çok fazla tercih hatası yapıldı ama oyuna hükmeden taraf, topu ayağında tutan, rakibe de organize olma imkanı tanımayan taraf Galatasaray'dı. Selçuk İnan bu anlamda maçın adamı, aynı şekilde Hamit Altıntop da belki skora etki etmedi ama bu maçta çok büyük oynadı.

Çok mu iyi bir maç izledik, hayır. Tempolu, keyifli bir maç mıydı, ona da hayır. Ama öyle bir konum var ki, önemli olan 3 puandı, bu moral çok önemli. Fenerbahçe karşısında kazanmak güzel...

14 Aralık 2012 Cuma

İki Büyük Kaptan; Bülent Korkmaz & Carles Puyol

2002-2003 sezonunda Barcelona ile aynı gruptaydık ve işler bizim açımızdan iyi gitmemişti. O döneme ait güzel bir kare. Bülent Korkmaz ve Puyol'un bu mücadelesi...

Kaçıncı Bahar

Bazı hamlelerin şampiyonluk hamlesi olduğunu bana Mustafa Denizli öğretmişti. Ligin devre arasında yaptığı Yusuf Şimşek hamlesi ve Yusuf Şimşek'in o sezon Beşiktaş'ın şampiyonluğunda yaptığı katkı.

Necati Ateş de Galatasaray adına böyle bir hamle oldu. Geldiğinde bu kadarını beklememiştim, gittiğinde de onu bu kadar arayacağımızı tahmin etmiyordum. Şu an gördüğüm tablo bu, Necati Ateş'ın belki gollerini değil ama futbol aklını arıyoruz, önemli bir kozumuzu kaybettik.

İlginç olan ise, Necati Ateş'in kariyerinde birçok bahar var. Bazı futbolcular için, ikinci baharını yaşıyor der ve orada bırakırız ama Necati Ateş adına bahar sayısı çok fazla.

Real Sociedad'dan Antalyaspor'a gelişi mesela. Galatasaray'ın paralı sürgün hayatında geçirdiği günler sonrası Antalyaspor yolunu tutmuştu ve onun üzerinde herhangi bir beklentim yoktu. Ama o, Antalyaspor forması giydiği sezonlar içerisinde, Antalyaspor tarihinin Süper Lig'de en çok gol atan futbolcusu da oldu, takımın da olmazsa olmaz isimlerinden biri de oldu. Necati Ateş geçen sezonun devre arasında Galatasaray'a geldiğinde Antalyaspor'un yaşadığı sıkıntıları hatırlayın.

Üçüncü bahar Galatasaray'la geldi. İkinci dönüşlerin pek hayırlı olduğunu düşünmem ama Necati Ateş geldiği gibi net bir şampiyonluk hamlesi olduğunu gösterdi.

Üstelik bunları yaparken yaş 32-33 hattında ama gösterdiği etki 25-26 yaşında bir futbolcunun gösterdiği etki. Buna tecrübe farkı diyemeyiz, bunun adı kalite farkıdır.

Şimdi de dördüncü bahar Eskişehirspor'la. Galatasaray'da futbolu bırakır derken, gerçekleşen forvet transferleri sonrasında daha fazla oynayabilmek adına Eskişehirspor yolunu tuttu. Biraz da geleceğini garanti altına alma yolunda attığı adımdı aslında, daha iyi bir sözleşme aldı ama takımın tecrübe yüzü olur derken bir anda hücumun en önemli yüzü durumuna geldi. Bu sezon attığı gol sayısı 9, gol krallığında da iddialı.

Rekorları peşi sıra geliyor, 2012 yılında çıktığı 35 maçta 19 gol attığını görüyoruz. 100'ler kılübüne girmesi, Galatasaray formasıyla 50 gol barajını geçmesi, Antalyaspor lig tarihinin en çok gol atan futbolcusu olması ve bu formunu devam ettirirse de yakın zamanda lig tarihinin en çok gol atan 8. futbolcusu olarakta kendisini izleriz.

188 gollü Serkan Aykut'u geçmek zor ama 146 gollü Fevzi Zemzem geçilebilir. Arada 16 gollük bir fark var ve 7 gol atması durumunda da {bu rakam 6 da olabilir} en çok gol atan 10 isimden biri olacak.

Baharların sayısını sayamıyoruz gördüğümüz gibi, arada geçen kayıp bir dönemi var ama 30 yaşından sonra gösterdiği bu yükselişin adı da kalite...

Bursaspor Neden Şampiyon Olamaz?


Eskişehirspor karşısında Bursaspor'u izledik. 2-0 öne geçtiler, harika bir ilk yarı geçirdiler, devamında ikinci yarıya yaptıkları mükemmel başlangıç ama maç sonunda söylediğim, galibiyeti kaçıran tarafın Eskişehirspor olduğu.

Hatta şöyle diyelim. Eskişehirspor'un son dakika hamlesi, Hüriyet Güçer'i oyundan alıp forver Nuhiu'yu oyuna sokmak, Bursaspor'un ise Batalla'yı çıkarıp Ömer Erdoğan'ı oyuna alarak, Nuhiu'nun başına dikmek. Böyle bir maçtan sonra, beraberliğin iyi bir skor olduğunu düşünüyorsa Bursaspor cephesi, net bir vizyon erezyonuna uğradıklarının resmidir.

Şampiyon bir takım olmanın ağırlığı, kimliği çok başka. Şampiyon bir takımsanız, oynadığınız her sezon o şampiyonluk yarışının içerisinde olmanız gerekiyor, diğer türlü başarısızsınız demektir. Avrupa Ligi ön elemesi için bilet almak, ilk 5'e kafayı sokmak değildir başarı, şampiyonluk mücadelesidir.

Bursaspor'un sıkıntısı kendisini şampiyon bir takım olarak görmemesinde belki de. Üst sıralara oynayan ideal bir Anadolu takımı misali havaları var, özellikle de yapılan hamlelere bakarak bunu söylüyorum. Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ya da Trabzonspor gibi takımlara futbolcu satmamak değildir şampiyon kimliği olan bir takımın yapacağı, aksine gerektiği yerde kesenin ağzını açıp, bu takımların talip olabileceği futbolculara talip olmak.

Kesenin ağzını açmıyor Bursaspor, transfer hamleleri hep aynı. Ferhat Kiraz, Murat Yıldırım gibi genç sayılabilecek, ucuz maliyetli ve yetenekli futbolcu transferlerine söylenebilecek bir söz elbette yok ama transfer politikasına genel olarak baktığımızda {şampiyon oldukları sezonun ardından gelen sezonlara bakarak} büyük oranlı bir başarısızlık var.

Az para verip, büyük işler başarmak istiyorlar ama bu tarzı yaratabilecek futbol aklının Bursaspor cephesinde olduğunu düşünmüyorum. Transferleri kim yapıyor, nasıl yapılıyor gerçekten muamma.

Takımın şampiyon iskeleti var aslında. Batalla gibi bir futbolcunuz var, bana göre ligin en iyi 2. yabancısı. Tam bir winner, üzerine takım kurulabilecek bir isim. N'diaye ve Bellusci de iyi bir orta saha ikilisi, buna da kimsenin itirazı olamaz. Solda Ozan İpek'in ardından Ferhat Kiraz iyi bir aşı oldu, Tuncay Şanlı için de kötü hamle diyemeyiz, kalecin iyi, Serdar Aziz gibi bir potansiyele de sahipsin ama genel olarak sağlam görülen temelin diğer parçaları şampiyon dediğimiz ayarın uzağında.

Takımın sağ beki yok, sol beki yok, gelen iyi forvetler takımda tutulamıyor ve son halka olarakta Pinto'nun defteri ligin devre arasında kapanmak üzere. O olmadığında Sestak oynuyor ve çok büyük bir yanlış bu. Aynı şekilde büyük bir alternatifsizlik. İki stoperin var ama üçüncü stoperin futbolu sezon sonu bırakıyorum diyen Ömer Erdoğan. Kulüben o kadar zengin değil derken, Avrupa Ligi'nde Twente misali hezimetler de kaçınılmaz oluyor. Öne geçtiğinde dahi iş bitti diyemiyorsun.

Oluşan bu ortamda da eldeki iyi futbolcularını tutmakta zorlanıyorsun. Ozan İpek sorunu çıkıyor, Pinto gidiyorum diyor, geçmişte K.Miller'ın ayrılığı akıllarda. Yarın bu halka Batalla ve Serdar Aziz gibi isimlere kadar gelebilir. Şimdi gitmez diyebilir Bursasporlular ama yarın ne olacağını tahmin etmek güç.

Bu ortamda şampiyonluk ihtimalini konuşması imkansız Bursaspor'un. Net bir erezyon yaşıyorlar, şampiyon takımın üstüne koymaları gerekiyorken, onlar olayı orada bırakmış gibi. Zirve bu dediler ve o zirve adına da kısa veya uzun vadeli bir planları olduğunu düşünmüyorum.

Bursaspor'un yapması gereken şampiyon vizyonunu ortaya koymak. Sallıyorum, Pinto mu gidiyor. Onun yerine gelen isim Webo olmalı ya da o ayarda daha genç bir isim. Bursaspor'un bir transfere 3-4 milyon avro harcadığını görelim, paraya kıysınlar, risk alsınlar. Trabzonspor biraz da bu yüzden büyük, risk alıyorlar, onların attığı adımlar büyük takımın attığı adımlar. Bursaspor da o ayara ulaşmak için, doğru futbol aklıyla doğru hamleler yapması gerekiyor.

Altyapı anlamında Bursaspor'un bir cennet olduğunu düşünüyorum ama ülkemizde bir takımın çoğu isminin altyapı çıkışlı olması, başarıyı gençlerin getirmesi zor bir durum. Gençlerbirliği bunu deniyor mesela ama iyi takım olmalarına rağmen istikrarsızlıkları ortada. Az paraya büyük işler de başaramıyorsun, belki bu başarı geliyor ama kısa vadeli,. diğer sezonu göremiyorsun. Bunlar kurulmaması gereken büyük hayaller.
 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir