31 Mart 2013 Pazar

Futbol Mucizeler Oyunu; Sabri Ugan

Galatasaray'ın efsane dönemi vardır, 96-2002 yılları arası. O dönem içerisinde kazandığı en büyük alışkanlık, Şampiyonlar Ligi alışkanlığıydı. Kademe kademe üzerine koydu ve o dönemin zirvesini Uefa Kupası'nı kazanarak gördü. O zirve dönemi yaşarken de, birçok efsane Şampiyonlar Ligi maçında Sabri Ugan'ın sesini duyduk, o heyecanı bizlere katan o olmuştu. Tabii olayı sadece maç spikerliğiyle de bağlayamayız, Sabri Ugan ülkemiz futbolu açısından çok önemli bir isim ve onun yazılarını okumak, yaptığı programları takip etmek de çok büyük bir keyif. Benim için çok özel bir röportaj oldu, sizlerin de beğeneceğinize eminim.


Galatasaraylı olduğum için Galatasaray cephesinden bakıyorum olaya ve birçok efsane Şampiyonlar Ligi maçımızda sizin sesinizi duyduk, sizin sesinizle birlikte o heyecanın içerisinde yer aldık. İlk olarak şunu sormak isterim, o dönemle bu dönemi karşılaştırdığımızda ne gibi farklar var?

Sabri Ugan: Öncelikle tüm okuyanlara saygı ve sevgiler... İlk sorunuza iki pencereden bakalım... Bunu anektodlarla anlatayım ki; sadece duygusal bir bakış açısı gibi algılanmasın.

Birinci pencerede, beklentilerine karşılık bulamayan izleyci profili var. Maçın adını hatırlamıyorum ama golsüz ve pozisyonsuz geçmişti. Ertesi günü bir izleyen ki; o da bir futbol seyircisi. O da arkadaşlarıyla birlikte oturduğunda futbol adına bilgilerini ortaya koyuyor. Sayısının önemi yok, onu da dinleyen, görüşlerine saygı gösteren var. Belki bir blog sahibi, orada da yazmıştır kimbilir? Herneyse.

İşte bu izleyen şöyle bir eleştiri getirmişti: "Artık maçları anlatırken, eskisi gibi heyecan vermiyorsun." Bu bir düşünce. Doğruluğunu ya da yanlışlığını tartışmadan, bunun bir duygu olduğunu kabul etmek gerekir. Demek golsüz ve pozisyonsuz bir maçta dahi, anlatıcının maça müdahele etmesi gerektiğini düşünüyor. Bir ölçüde doğru ve bunu yapıyorum da aslında. Yani atak başlangıçlarında bir tempo bir heyecan katıyorum. Ama çok top kaybı, olgunlaşmayan ataklar karşısında çaresizleşiyorum. Benim anlatım tarzım, maçı hissettiren bir tarz. Olmayanı varmış gibi yapmak bir yere kadar.

İkinci pencerede, farkındalığı hissedenler var. Annem bana bir gün dedi ki; "Sabri, nerede senin zamandaki o heyecanlı maçlar, nerede şimdiki maçlar?" Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'nde yarı finalin kapısından döndüğü sezonu dışında bırakırsak, öyle yüksek profilli iddialı maçlardan uzak kaldık.

Dönüm noktası diyebileceğimiz maçları da ne yazık ki kaybettik. Hemen aklıma gelenler, işte Galatasaray'ın UEFA Avrupa Ligi'nde Atletico Madrid'e, Lviv'de Karpati'ye yenilerek yolunun tıkandığı maçlar...

Beşiktaş'ın, Schuster döneminde yaşadığı Dinamo Kiev hüsranı. İşte, yine Beşiktaş'ın Anfeld Road'daki farklı yenilgisi. Bunlar hep "kötü" oynanmış maçlardı ve anlatıcının görevi, sadece ve sadece ekran başındaki izleyiciyi rahatsız etmemekti.

Şimdi, Fenerbahçe ve Galatasaray'la birlikte yeniden o heyecanı ve coşkulu sonuçları yakaladığımız zamanlar yaşıyoruz. D Smart'ta Alp Özgen, NTV ve Star'da Murat Kosova ve Ercan Taner, Fenerbahçe ve Galatasaray'ın o coşkusunu anlatma şansına sahipler.

Bir pencere açmalıyım. Türkiye'de lig maçı anlatmak gerçekten zordur. Anlatıcıların üzerindeki gerekli-gereksiz eleştirilerin getirdiği baskı altında maç anlatabilmeleri inanın bana alkışlanacak bir durum. Bir anlatıcı için en zor maç,arka arkaya 3-5 pasın yapılamadığı maçlardır. O yüzden Andorra karşılaşmasını anlatan Güntekin Onay'ın yerinde olmayı istemezdim.

Gazetecilik, spikerlik, editörlük, program sunuculuğu ve yazarlık gibi bu konunun birçok dalında yer aldınız. Klişe olacak belki ama size en çok keyif veren hangisi oldu, ilk önceliğiniz hangisi?

Sabri Ugan: Elbette her birinin ayrı bir tadı var. Eğer televizyonda olmasaydım bu tecrübeye, bilgi birikimine
sahip olamazdım. Bu açıdan öncelikle televizyonun hakkını verelim.

Eğer içimde gazetecilik heyecanı olmasaydı, bu mesleğe adım atamazdım. Olaylara farklı pencerelerden bakmayı ve kendimi ifade etmeyi böylesine başaramazdım...

Ve eğer hayal gücümün bana gösterdiklerini kelimelere dökme yeteneğim olmasaydı, farkındalık yaratamazdım. Yaratsam da, bugün olduğum yerin gerisinde kalırdım..

Özetle, bunlar zincirin halkaları gibi. Biri zayıflasa kopardık. Sorunuzun cevabı Radyo... Radyo hepsinin harmanlandığı yer. Radyoda bütün geçmişimle varım. Yenilenmeye açık, yenilenen, tamamıyla özgür ve baştan başa ben...

Ben mesleğinin getirdikleriyle yaşayan bir insan değilim. O yüzden Şampiyonlar Ligi'nden uzak kalmak, maç anlatamamak televizyon ekranında görünmemek derin yaralar açmıyor benliğimde. Bunu biliyordum. Bilmesem, ayaklarım geri geri gitmeye başlasa da, kendimi geliştiremediğimi, yaratıcılığımı kaybetiğimi düşünsem de, televizyona devam ederdim.

Ama ben risk aldım, yetinmemeyi seçtim. Şimdi radyo çıkarsa hayatımdan günün birinde ve ben, bir sahil
kasabasında denize karşı püfür püfür rüzgar eserken bir hamakta sallanmıyorsam... O boşluğu nasıl doldururum gerçekten bilmiyorum.

Futbol hayatımızın en önemli olgularından biri. Futbolla yatıp, futbolla kalkıyoruz.  Çoğumuzun hayatının gidişatı futbol üzerinden yakalanan  mutlulukla ilgili. Ülkemiz için konuşursak futbolu sevmeyi mi bilmiyoruz sizce?

Sabri Ugan: Tek cümlede verilebilecek bir cevap? Yayınlanmış maçlara bakın. Rakamlar ortada. Sizce; Şampiyonlar Ligi'nde oynanan bir Barcelona-Rubin Kazan maçı mı daha çok izlenmiştir? Yoksa bir sen Galatasaraylı olduğun için Galatasaray'dan örnek vereyim, Galatasaray - Bursaspor maçı mı? Elbette, Galatasaray-Bursaspor maçı.

Ama bu çok doğal. Bak futbol dışına çıkalım. Aynı anda bir kanalda Argo olsun, diğerinde Evim Sensin.. Biri Oscar aldı, biri uyarlama film. Evim Sensin raitingde Argo'yu ezer geçer! Çünkü; biz, bizden olanı doğal olanı çok seviyoruz. Biliyorsunuz Özcan Deniz'le, Fahriye Evcen'in oynadığı Evim Sensin, Türkiye gişesinde son Bond'u hayli geride bıraktı.  Bunun üzerine çok doğal olarak mikrofonlar Özcan Deniz'e yöneldi. O da esprili bir yaklaşımla "James Bond'dan özür dilerim" dedi. Geçen hafta bir haber okudum, son James Bond'un dünya gişesi 1 milyar doları geçmiş..

Diyeceğim o ki, biz kendi yerelimize daha bağlıyız. Evet elbette futbolu seviyoruz ama Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor rekabetini daha çok seviyoruz.  Türkiye'deki futbolun her bir cümlesinden tartışma konusu çıkar. Hatta "Neden Fenerbahçe'nin adı başta yazılı neden bu rekabetin içinde şampiyonluk kazanmış Bursa yazılmadı" diyenler de var..

Kısaca, ilgi duyduğumuz gerçek.. Orası kesin. Ben, sevdiğimize seviyormuş gibi davrandığımızı düşünmüyorum... Futbolun sonuçlarını hayatımızın içine gereğinden fazla sokuyormuşuz gibi geliyor bana.

Şöyle de bir fark var, futbol adına yaptığımız yatırımlarla doğru orantılı olmaya, bir futbol başarımız var. Önemli paralar ödüyoruz ama ligimizin değeri olması gereken düzeyde değil, takımlarımız Avrupa'da önemli başarılar kazanamıyor. Sizce futbol ülkemiz şartlarında doğru yönetilmiyor mu, bu gidişatın nedeni neler?

Sabri Ugan: Bu anlatması gerçekten zor bir konu. İçinde kültür var, eğitim var, gelir dağılımı var, beklenti var, yönetici kalitesi var.. Var da var..

Bir cevap verecek olursam; önce sistemi yerinden çıkarıp daha tarafsız, daha adil ve daha geniş katılımcı bir lig kurulu oluşturmalıyız. Futbolumuzun bir tarafında kulüpler, diğer tarafında federasyon var. Yani disiplin kuruluyla, tahkim kuruluyla, hakemleriye federasyon.

Futbolumuzunu yumuşak kalbi federasyon. Kulüpler ilgiyi federasyonun üzerine çekme konusunda fazlasıyla elemana sahipler. O halde, kulüplerden oluşturulacak bir lig kurulu yönetsin futbolu..

Örnekleri var.. İşte Almanya'ya bakın. İngiltere'ye bakın.. Hatta NBA'e bakın.. Öyle bir yol izleyelim. Kulüplerin oluşturduğu bir kurulun  yönettiği lig.  Olmaz diyenler, neden olmayacağını da söylerlerse belki çıkış yoluna doğru gideceğimiz bir ışık görürüz.

Aynı sorun Milli Takım'ımızda da var, başarısız bir dönemdeyiz. Katıldığımız turnuvalarda çok önemli işlere imza atıyoruz ama katılabildiğimiz turnuva sayısı çok az, bu konuda istikrar yok. Hiddink'inden, Abdullah Avcı'sına kadar her pencereden olaya bakmamıza rağmen sonuç gelmiyor. Milli Takım'ımız için neler söylemek istersiniz?

Sabri Ugan: Söylenecek fazla bir şey yok. Milli Takım üst yapıdır. En iyi oyuncuları seçersiniz, onları doğru oynatmanın yolunu arar bulursunuz. Bizim Milli Takımımız'ın en büyük özelliği inanlımaz sapmalar ortaya
koyması.

Hayali bir standart çizgisi oluşturun. Sonra aklınıza gelen maçlardaki oyun kalitesini o hayali standart çizginin altına ve üstüne yerleştirin. Göreceksiniz ki biz inanılmaz sapmalarla oynuyoruz. Bir bakıyorsunuz çok kötü. Bir bakıyorsunuz çok iyi. Bir bakıyorsunuz durağan, hemen ertesi maçta inanılmaz doyurucu, sonra izlemesi eziyet veren bir oyun.

Türkiye'nin futbolunu "Kaotik" olarak tanımlıyorlar. Evet öyle. Kaotik. Ama bu bir sistem değil, bu bir kimlik değil. Bu tanımlama. Sistemi olan hiç bir A ve B kategorisindeki takımı maçları arasında bu kadar sapma olmaz. Bir standart vardır. O yüzden bizim önce bir futbol kimliğine ihtiyacımız var. Bunun için de yapılanmaya..

Üç başlıkta özetleyecek olarsam...

1- Futbolcular potansiyellerinin çok daha fazlasını ortaya koyacak.
2- Bir sistem ve kimlik oluşturulacak, Teknik Direktör hamleleriyle kafalarda 'yeterlilik' tereddüdü yaratmayacak.
3- Milli Takım ile futbolsever arasında kopan bağ mutlaka onarılacak. Yeniden Milli Takım taraftarı sağlanacak.


Galatasaray, Schalke 04 engelini geçti ve çeyrek finalde. Rakip ise Real Madrid, bir anlamda 2000-2001 sezonu Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinin rövanşı. Hem çeyrek finali, hem de bundan sonrasını Galatasaray adına nasıl görüyorsunuz?

Sabri Ugan: Galatasaray'ın gruptan çıkacağını söyleyenlerden biriydim. Hatta 3 maç bitip sadece 1 puana sahipken şunu yazdım: "Galatasaray'ın kalan maçlarını kazanıp, bu gruptan çıkma potansiyeli var. Önemli olan bu potansiyeli sahaya yansıtabilmek"

Bu kalpten bir konuşma değil. Bir tarafa Galatasaray'ın kadro yapısını alıp koyuyorum, diğer tarafa Cluj ve Braga'yı.. Bu iki takımı da yemne potansiyeli var mı? Var. Peki yüksek mi? Evet bence yüksek. Bir de İstanbul'a, klasik 11'indan farklı 11'iyle çıkacak Manu.. Olma ihtimali düşük değildi, oldu.

Schalke 04'ün çıkması, işte Drogba / Sneijder transferleri bir anda havayı değiştirdi. Kura zamanlarında Schalke'nin kötü olması, "Biz bu Schalke'yi rahat geçeriz" şakinde bir algı yarattı. Futbol bakış açısı böyle olmayanları elbette tenzih ederim. Elbette Schalke öyle yabana atılacak bir takım değildi. Bana kalırsa şanslar eşitti ve Galatasaray çeyrek finale yükseldi. Burada Sneijder ve Drogba'ın oyun olarak olmasa bile hava anlamında Galatasaray'ı bir adım öne taşıdığını düşünüyorum.

Şimdi rakip Real Madrid. Elbette mantıkla bakan bir futbol adamı olarak, Real Madrid'in bu turu geçme ihtimalini yüzde 75 olarak görüyorum. İki takımı neresinden, hangi doneyle analiz etsem karşıma bu ihtimal çıkıyor. Real Madrid bu turu yüzde 75 geçer.. Eğer bu bir final olsaydı, o zaman Galatasaray'ın yüzde hanesine 10 daha ekler, "Yüzde 35" derdim.

Sonuç olarak, 3 Nisan'da, Real Madrid 2-0 öne soyunma odasından çıkarken "Bu maç ne olur" diye sorsanız, size "Alay mı ediyorsunuz?" gibilerinden gülümserdim.. Galatasaray 3-2 kazandı.. "Süper Kupa'yı kim alır?" diye sorsanız, yine "yüzde 65-70 Real Madrid" derdim. Kupa Galatasaray'ın müzesinde duruyor.

O maçlar ezberimizde. O yüzden de Galatasaray'ın, Real Madrid'i eleyeceğine inanan çok Galatasaraylı var.
Futbol mucizeler oyunu... Olmama ihtimali yüksek ama neden olmasın. Galatasaray neden bir destan daha yazmasın? İnanmadan zafer elde edilmez... Çok zor olduğunu bilin yeter..

Bizleri kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyorum son olarak Sportif Cümleler için ne söylemek istersiniz?

Sabri Ugan: Rica ederim. Belki biraz beklettiim ama zaman darlığında baştan savma cevaplar vermek istemedim. 

Sportif Cümleler, daha bir çok blog gibi Radyopor'da her sabah saah 09.15 sularında başlayan Sabri Ugan'la Isınma Turu'nda Bloglar Arası'nda gezerken  tıklattığım bir kapı. Tüm blog yazarlarına saygı duyuyor ve
elimden gelen desteği veriyorum. Lütfen yazmayı bırakanlar da geri dönsünler, onlara ihtiyacımız var.

Burak Yılmaz'a Ne Yorum Yapmalı?


Yeni formasyonla birlikte, futbolcuların da seviyesi yükseliyor. Melo toparladı, Selçuk İnan sol iç orta saha rolünü mükemmel uyguluyor, Hamit Altıntop orta sahada daha etkili, Sneijder oynaması gereken yeri buldu, Drogba faydalı derken en büyük farkı Burak Yılmaz yaşıyor.

Drogba, geçen sezonki Necati Ateş rolünde aslında. Orta sahayla bütünleşebiliyor, gezerek oynuyor ve Sneijder'le birlikte forvetin arkasında oynuyor sanki. Gol atmaktan öte, asıl odağı Burak Yılmaz'a gol attırmak ve arkasında bu kadar kaliteli ayağı bulan Burak Yılmaz'ın da geldiği seviyeyi büyük bir mutlulukla takip ediyoruz.

Yeni formasyona yönelik tek eleştirim şu olabilir. Sneijder oyundan çıktığında, oyuna giren isim kanat ağırlıklı oluyor. Amrabat girerdi normalde, bugün Riera tercih edildi. 4-4-2'e dönüyor bir anda düzen ve 4-1-2-1-2 formasyonunun devamlılığı gelmiyor oyun içerisinde. Bu tip tercihler yapmak yerine, Emre Çolak'ı Sneijder'in alternatifi olarak düşünmek daha doğru sanki. Sneijder herhangi bir maçta oynamadığında, komple bütün formasyon mu değişecek?

IBB karşısında rahat bir ilk yarı oynadık, skor avantajıyla da ikinci yarıda oyunu fazla zorlamadık. 70'lerden sonra da IBB hücumları gelmeye başladı. O an gelecek gol, takımı paniğe sürükleyebilirdi, 2-0'ın garanti bir skor olmadığını biliyoruz. 70'den sonra Hamit Altıntop'un aldığı sorumluluğa takıldım aslında, özellikle de işin defansif tarafında. Melo da çıkmıştı çünkü, Hamit Altıntop tüm orta sahayı toparlayan isim oldu.

Burak Yılmaz'ın, onun hakkında olumsuz düşünenleri düşürdüğü durum bir yana, daha ötesi Hamit Altıntop için kötü konuşanların, Hamit Altıntop tarafından düşürüldüğü durum aslında büyük olay.

IBB cephesinde konuşulacak pek birşey yok. Bülent Korkmaz göreve geldikten sonra müthiş bir toparlama gösterip, iyi de futbol oynuyorlardı ama Webo ve Gökhan Süzen ayrılıkları sonrası tüm düzenleri bozuldu. Onlar adına hücum sadece Zenke'ye bakıyor neredeyse. Zenke de benim beklentimi aştı aslında ama bu maç Holmen'in de olmaması rakibin elinde bir silah bırakmadı. Kontrayı denemek istediler, ona da Galatasaray'ın temposu müsade etmedi.

Fikstür avantajı da büyük. Real Madrid maçlarını olması gereken aralıkta oynayacağız. IBB maçını rahat atlatmak önemliydi, bunu başardık. Mersin İdman Yurdu maçında da çok abartmadan, rotasyon hamleleri gelebilir, çok uygun bir maç çünkü. Selçuk İnan ve Riera cezalı duruma düştü zaten, bu cezalar çok güzel bir zamana denk geldi.

30 Mart 2013 Cumartesi

Doğru Formasyon, Kaliteli Hücum Ayakları


Galatasaray'ın oturmuş ve işleyen bir düzeni var. Domino etkisi de diyebiliriz bu formasyona. 4-1-2-1-2'nin yarattığı domino etkisi. Bir anda tüm futbolcuların performansı yükseldi ve Galatasaray'ın hücumda yarattığı kalite de çok başka bir noktaya geldi.

Real Madrid maçını düşünerek ligi ikinci plana atamayız. Süreklilik kazanmak anlamında lig çok önemli ve IBB karşısında çıkan kadro da bunun göstergesi. Sneijder riske edilmez, Emre Çolak oynar diyordum ama Emre Çolak'ı 18'de dahi göremedik. Tek fark, yabancı sınırına Riera'nın takılmış olması.

İlk olarak konuşulması gereken konu şu. Galatasaray geçen sezonki veya ligin ilk yarısındaki Galatasaray değil. Selçuk İnan durunca takım duruyor felsefesi yıkıldı, hücumda birçok kaliteli ayağı var. Sneijder, Drogba, Hamit Altıntop diye uzatırız listeyi. Bu üç isim de hücumu yönlendiren futbolcular ama Bülent Korkmaz'ın birinci önceliği Selçuk İnan'ı durdurmak adına ona markaj uygulatmak oldu.

Bunun dışında, Galatasaray'ı kendi sahamda bekleyeyim, Doka, Tom ve Zenke gibi hızlı adamları kontrada kullanırım gibi düşündü ama ilk yarıdaki baskı buna izin vermedi. Yüzde 70'lera dayanan topla oynama oranıyla oyunu rakip yarı sahaya yıktı Galatasaray ve hücumda yarattığı kaliteyle de ilk yarıda işi bitirdi.

İkinci yarıda da Real Madrid maçını düşünerek tempoyu kıstı Galatasaray ve 70. dakikalara kadar da rakibe de pek imkan tanımadı. Sneijder'i oyundan çıkarınca 4-4-2'e dönmesi biraz da takımı durduran diğer etmendi ama bu ortamda da daha fazlasını beklemezsiniz. 70'den sonra IBB'nin bazı atakları oldu, hücum düşünmeye başladılar ama o dakikalarda da Hamit Altıntop'un gösterdiği çaba, bu maça yönelik unutamayacağım ilk şey.

Burak Yılmaz'ı da konuşmak lazım tabii, özellikle Drogba'dan sonra geldiği seviyeyi. Drogba, forvet gibi oynamıyor aslında, Sneijder'le birlikte forvetin arkasında ve bu ikilinin temel önceliği Burak Yılmaz. Böyle de bir kaliteyi arkasına alınca, seviyesini çok daha yükseltmiş durumda. İlk golde asist Drogba, ikinci golü ise yaratan adam.

Bu tip maçları rahat kazanmak güzel, Real Madrid maçı öncesinde çok fazla yıpranmadı takım. Şunu da ekleyelim, Real Madrid maç aralıkları da çok iyi bir zamana denk geldi. Gelecek hafta oynanacak Mersin İdman Yurdu maçında da rahat bir üç puan bekliyorum.

29 Mart 2013 Cuma

Burak Yılmaz, Cristiano Ronaldo ve Şampiyonlar Ligi


Burak Yılmaz'ın yükselişi malumunuz. Kendisi de açıklamış zaten, en iyi sezonunu geçiriyor. Gösterdiği gelişim geç bir gelişim belki ama 27 yaşında da olsa çok önemli bir seviyeye geldi. Bu seviye onun zirvesi mi yoksa çok daha yukarısı mı var, onu da bizlere zaman gösterecek. Söz konusu Burak Yılmaz olduğunda, yarın hangi yeni özellikle karşımıza çıkacağını kestiremiyoruz.

Bu geldiği nokta için de sırasıyla; Tigana, Şenol Güneş ve Fatih Terim'e teşekkür etmeli.

Real Madrid eşleşmesi öncesinde de Cristiano Ronaldo karşılaştırmaları vardı ama bu eşleşme sonrasında işe Uefa da el attı. İki futbolcunun karşılaştırmasını, istatistikleri okuyoruz günlerdir. Gol krallığında zirveyi paylaşan iki isim ama karşılaştırmaların asıl nedeni, Burak Yılmaz'ın Cristiano Ronaldo vari hareketleri.

Bunu da yadırgayamazsınız. Şaşırdığım nokta da bu zaten. Messi denilince herkes ceketinin önünü ilikliyor. Cristiano Ronaldo denildiğinde ise sürekli bir beğenmeme çabası. Dünya'nın en iyi iki futbolcusu oldukları konusunda karşıt görüş asla yok ama yadırganan isim Cristiano Ronaldo oluyor hep. Burak Yılmaz da onu andırınca aynı kategoriye Burak Yılmaz'ı da dahil ediyorlar.

Tarz meselesi bu. Bazısı kendi tarzını yaratıyor, bazısı olan tarzı benimsiyor. Futbol tarzları farklı ama başka konularda birbirlerini çok andıran iki isim. Bu yüzden de bu ikilinin karşılaşmasını merakla bekleyeceğim.

Burak Yılmaz, Real Madrid'le eşleşmek için çok hevesliydi. Sanırım o da bu karşılaşmayı bekliyor. Çok büyük bir vitrin ve Şampiyonlar Ligi düşünüldüğünde Drogba, Sneijder gibi transferler konuşuluyor ama Galatasaray'ın vitrininde Burak Yılmaz var...

27 Mart 2013 Çarşamba

Arda Turan & Semih Kaya; Büyük Hareket


Semih Kaya'yı günah keçisi ilan edenleri, yerin dibine sokanları, onun yüzünden Dünya Kupası şansımızı kaybettik diyenleri Türkiye'nin oynadığı Romanya ve ilk Macaristan maçlarını izlemeye davet eder ve o maçlarda yediğimiz gollere bakmalarını tavsiye ederim.

Semih Kaya tecrübesiz, bu seviyeyi kaldıramıyor gibisinden eleştiri getirenlere ise cevap dahi vermek istemem ama Semih Kaya'nın son iki sezonuna bakmalarını isterim. Lig şampiyonluğu, Lig Süper Kupası, Şampiyonlar Ligi çeyrek finali ve tüm bu başarıların da en önemli yüzlerinden biri.

Tecrübe yılların geçmesiyle değil, oynayarak kazanılıyor ve Semih Kaya'nın da bu genç yaşında müthiş bir tecrübesi var. Olmaya da devam edecek, gelecek onun zaten.

Yenilen golde hatası var, keşke olmasaydı ama yaşanan büyük talihsizlik. Tüm faturayı buna çıkarmak nedir ya da Türkiye bu grup elemelerinde şu maça kadar ne yaptı da şu gelen hata tüm şansımızı sıfıra indirsin?

Fotoğraf gecenin karesi haliyle, Arda Turan müthiş bir hareket yapmış. Golden hemen sonra Semih Kaya'nın yanına gitti ve onu teselli etti.

Kaptana yakışacak hareket. Sevin, sevmeyin, nefret edin, etmeyin. Farketmiyor. Şu hareketi alkışlarım...

Alper Potuk'u İzledik Bugün, Değil Mi?


6. maç oldu bu ve doğru sistemi, iyi futbolu ancak 6. maçta bulabildik. Bu tip maçların sonunda puan da kaybedebilirsin, sorun olmaz. Maç sonunda ''çok iyiydik, önümüze bakacağız'' dersin ve oynadığın futbol da bu söyleminin altını doldurur.

Ne yazık ki bunu söyleyemiyoruz, olmazsa olmaz bir maç. Henüz 6. maçta olmazsa olmaz maçımızı oynuyoruz ve şimdiden havluyu atıyoruz. Hiddink döneminde baraj maçı oynadık, 2010 Dünya Kupası elemelerinde şansımızı son iki maça kadar taşıdık ama 6. maçta havlu attığımızı uzun zamandır hatırlamıyorum.

İyi futbol oynadık, bu futbolun da hakkı beraberlik değildi. Son yılların belki de en tempolu Milli Takım'ını izledik. Doğru kurgulanan bir orta saha ve Arda Turan etkisiyle çok tempoluydu Milli Takım. Pozisyon da verdiği zamanlar oldu ama aldığı hücum riskiydi bu. Golü aradı, pozisyonlar kaçtı, bir şekilde golü de buldu ve o arada önemli pozisyonları da var belki rakibin ama olmadık bir golle yenilmek yıkıcı oldu.

Diğer üzücü nokta, Macaristan'ın bizden 4 puan alımş olması. Büyük ihtimalle de grupta 2. olacaklar ve bu durum da grubun seviyesini gösteriyor. Şu grupta henüz 6. maçta havlu atıyoruz, gerçekten çok üzücü.

Maçla ilgili yazılacak fazla birşey yok, klişe olduğu üzere temele inmek durumundayız yine. O konularda da yazacağımızı yazdık zaten. Grup eleme sürecinde prens yapılan Sercan Sararer, ona benzer gereksiz ısrarlar, daha da derine inip ısrarlı bir gurbetçi çalışmaları ve unutulan Anadolu. Alper Potuk'u izledik bugün değil mi, cevap onda aslında.

Kurtarıcı olarak oyuna Mevlüt Erdinç ve Kerim Frei giriyor, bu da işin diğer bir boyutu. Bazı futbolcular var hala çözemediklerim. Kerim Frei genç, onu yıllar içerisinde görürüz elbet ama derine inersek önümüze çıkan bir Nuri Şahin sorunsalı. İyi bir tane Milli maçını hatırlamadığım.

Aynı şekilde Mevlüt Erdinç. Erding yerine Erdinç yazdırdığından mıdır bu değişim bilemem ama bazı isimlerin kulüp performansıyla Milli Takım performansı arasında büyük farklar var ama bizler ısrar ediyoruz bu tip isimler üzerinde.

Şu da var. 1-0'a kadar herşey mükemmel, iyi oynuyoruz. 1-1'in ardından durum değişiyor, doldur Burak Yılmaz'a ya da Arda Turan'a ver çalım atsına dönüyor iş. Bu kadar mı kolay dağılıyor bu takım. Nerede kaldı, düştüğünde yeniden ayağa kalkmasını bilen Milli Takım?

Yapacak birşey yok, Euro 2016 için hayal kurmaya başlayalım...

24 Mart 2013 Pazar

Avrupa Basını Kaynağı Buldu


Galatasaray'da sezon sonunda sorulması gereken bir soru olacak. Mevcut birçok futbolcuya talip önemli takımlar var ve büyük paralar konuşuluyor. Galatasaray'ın da ortaya koyduğu hedefler doğrultusunda büyük paralar harcayabildiğini görüyoruz ve daha uzun vadeli hedefler doğrultusunda nasıl bir transfer politikası izleyeceği merak konusu.

Burak Yılmaz ve Muslera merkezli bir tablo var. Piyasası en yüksek iki futbolcumuz onlar gibi görünüyor ve önemli rakamları da konuşuyoruz onlar için. Bu isimleri kadroda tutarak mı büyümeye devam etmeli yoksa önemli paralara satarak bir yandan hedeflere ilerlerken, diğer yandan da maddi şartları mı düşünmek?

Bunun kararını da sezon sonunda yönetim verecek ama çok astronomik rakamlar önerilmediği sürece bu isimlerin en az bir sezon daha Galatasaray'da kalacağını düşünüyorum.

Sneijder ve Drogba transferlerinden sonra da Avrupa basınının cazibe merkezi durumuna geldi Galatasaray. Sürekli isimler yazılıyor. Robben'i konuşuyoruz bir süredir. Burak Yılmaz'la takas olacakları bile yazılmış ve Alman basını Robben konusunda çok ısrarcı. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz derim. Bir de bugün okuduğum İngiliz basınının iddiası olan Gervinho. Ama Robben konusu çok daha ciddi.

Robben ismine kim hayır diyebilir dersiniz ama şu ortamda ben hayır derdim. Galatasaray'ın mevcut sistemi iyi ve oturuyor. Bu sistemde de Robben vari bir kanat futbolcusu nerede oynar. Robben veya benzeri bir ismin transferi demek yeni sistem demek ve bu durumda da hangi futbolcuyu nereye yerleştireceksiniz, kim kesilecek?

Galatasaray'ın mevcut sistemine göre hamleler yapması en akılcı olanı. İyi bir stoper, iyi bir sol bek, orta saha için yartılması gereken alternatifler ve yine çok konuşulacak Melo'nun durumu. Yıldız futbolcularla büyümekte güzel, alıştık bu duruma ama sisteme göre, daha akılcı hamleler güzel olurdu. Adımlar da bu yönde atılacaktır mutlaka ama Robben ismi özellikle Alman basınında çok dile getiriliyor.

Bunların yanında, konuşmadığımız ve ısrarla ertelediğimiz diğer konu da Umut Bulut'un transferi. Hissettirmiyor belki ama kendisi kiralık olarak Galatasaray'ın formasını giyiyor, şu durumda sezon sonunda ayrılacak. Çünkü Galatasaray'ın opsiyonu kullanma konusunda bir çabası yok ya da biz bilmiyoruz. 3.2 milyon avro'luk bir opsiyon söz konusu ve bu paraya da Umut Bulut gibi bir yerli bulmak imkansız.

Burak Yılmaz diyoruz, sonra Umut Bulut ve koskoca ülkede 3. santraforu yazmakta zorlanıyoruz. Bu imkanı kaçırmamak gerekiyor.

Son konu ise Elmander. Drogba'dan bu yana o da sessiz, sedasız bir görüntüde. Sakatlığı var, takımdan ayrı çalışıyor ama iyi olması durumunda da şu tabloda forma bulması zor. Drogba ve Burak Yılmaz iyi gidiyorlar, Umut Bulut kenarda iyi bir yerli alternatifi derken oluşan yabancı sorunsalında Elmander 18'i dahi göremez oldu. Sezon sonunda da onun Kasımpaşa'ya gideceği bir diğer söylenti, onu başka bir Türk takımı forması altında görmek üzücü olurdu. Elmander çok önemli bir alternatif.

Ujfalusi'nin de gelecek hafta takımla çalışmalara başlayacağı haberi geldi. Bu sezon forma şansı bulması zor görünüyor ama bu alternatifsiz ortamda, en kritik noktada belki bir sürpriz neden olmasın...

22 Mart 2013 Cuma

Şansımızın Olması Bir Mucize, Artık Bunu Zorlamak Gerekiyor


Bu tip takımlara karşı kim oynarsa oynasın, istedikleri farklı skoru her şekilde alıyorlar. Ama Türkiye bu tip takımlara karşı oynadığında söylenen en klişe yorum, ''bu tip takımlara karşı konsatre olmak zor, futbol doğal, skora bakmamak lazım'' şeklinde oluyor.

Türkiye, son yıllarda bu tip takımlara karşı zorlanabiliyor aslında ama 2014 adına oynadığımız resmi maçlarda ışık vermediğimiz için, bu maçta oynanan kötü futbolu da eleştirmek durumdayız. Rakibimiz olan Macaristan'ın 5 gol attığı Andorra'ya karşı 2 gol bulabiliyorsanız sıkıntı var demektir. Belki de puanlar eşit olacak, karışık bir grup zaten ve kazanılacak gol averajının önemi inanılmaz büyük.


Maça bakarsak, çok istekli bir Türkiye de görmedik aslında. Tempo arayan, baskı yapan bir takım yoktu. Daha kontrollü oynamaya çalışan, pas deneyen ama başaramayan, kanatları kullanamayan, tamamen bireysel yeteneklerle iş bitirmeye çalışan bir görüntü. Bireysel yeteneklerle de iş bitti zaten. Selçuk İnan'ın frikiği, Burak Yılmaz'ın da bitiriciliği. Organize bir ataktan bahsetmek imkansız, öyle bir futbol oynamadık.

Üstelik Andorra'ya yüzde yüzlük bir pozisyon da verdik, grupta ilk gollerine çok yaklaştılar. Hiddink döneminde en çok eleştirdiğimiz nokta savunma konusundaydı ama hücumda bir kalite vardı yine de. Şimdi hücumda o kaliteyi de izleyemiyoruz.

Maçın en çok koşanı kim oldu bilmiyorum ama Arda Turan'ı izledik maç boyunca. Sürekli koştu, top aldı ve ezdi. Maçın içerisinde en çok olan o ama takımı yönlendirmek Arda Turan'a kaldıysa Türkiye'nin görüntüsü de bu oluyor. Hiddink dönemindeki Arda Turan'a baktığımızda, o varsa Milli Takım var diyorduk. Şimdiki görüntüsü vasatı aşamıyor.

Bu tip takımlara karşı şut denersiniz, rakip kaleci büyük nimet ama bu da denenmedi. Selçuk İnan'ın vurduğu iki şut var sadece. Nuri Şahin'i de göremedik, o da Klopp dışında çalıştığı tüm teknik adamlarla vasatı aşamayan bir görüntü içerisinde. Klopp'un onun üzerinde yarattığı fark nedir cidden bilemiyorum.

Bir de Sercan Sararer durumu var. Resmi maçlarda iyi oynadığını gördüğüm bir an bile yok ama sürekli bir ısrar devam ediyor. Sinirlendiğim nokta da bu zaten.

Öyle ya da böyle Andorra'yı geçtik. Önümüzde final maçı niteliğinde olacak Macaristan karşılaşması var ve o maçın havası mutlaka farklı olacak. Şu kötü tabloda bile hala şansımızın olması mucize, artık bunu zorlamak gerekiyor. Macaristan ve Romanya'nın berabere kalması büyük nimet oldu bu anlamda...

Savunma ve Hücum Dengesini Tutturduğunda Özel Olan Adam


Dünkü yazının devamı niteliğinde olacak bu yazı da. Dün, bilerek atladığım bide detay vardı. Çünkü ayrı bir yazıya taşımak lazım bu durumu. 4-1-2-1-2'nin bu kadar iyi işlemesinde, Melo'nun payı çok büyük oldu. Son iki maçta Melo'nun kendine geldiğini görüyoruz. Bu formasyonun da olmazsa olmaz ismi.

Schalke 04 maçının 11'ini gördüğümde, bu maç kazanılacaksa Melo'nun oynayacağı futbol sayesinde olacak yorumunu yapan birçok kişi görmüştüm. Doğru da bir yorum olduğunu maç sonunda gördük. Galatasaray'ın skoru aradığı dakikalarda hücuma çıkışlarıyla, skoru tutmak istediği anlarda da 3. bir stoper gibi izledik onu ve geçen sezon gösterdiği görüntü buydu aslında.

Aynı tablo Kayserispor maçı için de geçerli. Hücum organizasyonlarına katılan, hatta o organizasyonları başlatan, topla dikine çıkışlar yapan ve rakip savunmayı zorlayan bir Melo vardı. Melo'yu da özel kılan durum bu zaten, defansif bir futbolcu gibi görünüyor ama Brezilyalı geninden mi bilinmez ama hücumda da çok etkili, kreatif bir futbolcu aslında.

Savunma ve hücum dengesini tutturduğu zaman Melo özel.

Mevcut formasyonda, orta sahada yerine göre beşli oluyor ve bu da Melo ve Selçuk İnan gibi futbolcuların yükünü de azalttı aslında. 4-4-2 gibi oynayıp, Melo ve Selçuk İnan'ı orta sahanın ortasında oynattığımızda geçen sezon gelen etkiyi göremedik. Çünkü kanatların orta saha etkisi artık yok ve Elmander & Necati Ateş gibi yerine göre orta sahalaşan forvetlerimiz de bu sezon yok.

Biz geçen sezonun formasyonunda çok ısrar ettik ve farklı tarzda futbolcularla bunu denediğimizde de ortaya çıkan görüntü iyi olmadı. Bir de buna Melo'nun takıma geç katılması, formsuzluğu, fizik olarak yetersizliği eklenince de Selçuk İnan'ın fazlasıyla canını çıkarttık.

Şimdi ise Selçuk İnan daha rahat, çünkü ona hem hücumda hem savunmada yardım edecek isimler var. Melo da risk alabiliyor, daha çok hücümü düşünebiliyor. Çünkü arkasını toplayan isimler var.

Tabii son iki maç üzerinden konuşuyoruz, bu istikrarını devam ettirir mi bilinmez. Galatasaray'daki kariyerini kalan haftalar belirleyecek. Hala takımda kalma şansı var, çok yetenekli ve daha önemlisi sevilen bir adam ve bu da kredisini hep yüksek tuttu.

İnşallah bu görüntüyü devam ettirir ve takımda kalmayı başarır. Bu sezonun başında olduğu gibi yaşanacak bir Melo sorununu daha kaldıramaz Galatasaray.

21 Mart 2013 Perşembe

Hücumdaki Kalite


Milli Takım arası bizim adımıza kötü oldu. Sistemi oturtmuş ve tam form tutmuşken bu aranın gelmesi bizim adımıza çok iyi değil aslında. Yine de Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale kalıp, çok zor geçmesi beklenen Kayserispor deplasmanını da rahat geçince bu araya oldukça moralli giriyoruz.

Bir süredir Samsun'da olduğumdan maç yazısı bugüne kaldı ama maçtan öte daha çok genel değerlendirmeler yapalım.

Galatasaray'ın yeni sistemini ararken, Drogba, Sneijder ve Burak Yılmaz'ı aynı anda saha tutup, onlardan maksimum faydayı almayı hedefledi. Bu süreçte Sneijder'i sol kanatta da izledik, Burak Yılmaz'ı da sağ tarafta ama bu sezon kanatlardan beklediği faydayı alamayan Galatasaray, 4-1-2-1-2'e dönerek elindeki yıldızlardan maksimum faydayı almaya başladı.

Üstelik bu formasyonla birlikte yaratılan bir domino etkisi de var. Eboue kendisini buldu mesela, Riera da son iki maçta çok daha faydalıydı bana göre. İki kanadı da boydan çok iyi kullanıyorlar. Tabii bunda Hamit Altıntop'un sağ iç, Selçuk İnan'ın da sol iç orta saha gibi oynayıp, bölgelerine getirdikleri yardımın çok büyük etkisi var. Yani bu yeni formasyonla birlikte kanat etkisini de yaratmış durumdayız.

Sneijder'i de kullanmamız gereken pozisyonda kullanıyoruz böylece. Mourinho'nun Inter'inde de forvetin arkasında oynuyordu ve gole daha yakındı. Kayserispor maçında attığı golün benzeri golleri daha çok izleriz gibime geliyor.

Drogba'nın da faydası en çok Burak Yılmaz'a, bu kesin. Drogba ve Burak Yılmaz'ı kağıt üzerinde forvet ikilisi olarak yazıyoruz ama Drogba daha çok orta saha gibi oynuyor aslında. Serbest futbolcu rolünde o da ve hücumu kuran isimlerden biri de o. Selçuk İnan, Sneijder ve Hamit Altıntop gibi ayaklar da var derken, ofansif anlamında çok organize bir takım karşımıza çıkıyor.

Bu sayede Burak Yılmaz da en iyi yaptığı iş olan defansın arkasına koşulara odaklanıyor daha çok. Drogba da golden öte, golü yaratan isim olma rolünde derken Burak Yılmaz çok daha verimli diyebiliriz.

Kayserispor maçında bu sezonun hücum anlamında en organize maçını da izledik. Gollerin oluşumuna bakın, bu sezon pek de görmediğimiz cinsten goller attık. Sistemi bulup, hücumda da kaliteyi yakalayınca Galatasaray'ın farkı ortaya çıkıyor. Biraz zamanla çok daha iyisi de olacaktır. Drogba yürüye yürüye tüm Kayserispor savunmasını felç etti, kalitenin tanımı da bu oluyor.

Zor bir deplasmandan çok rahat üç puanı aldık. Önümüz İstanbul BB ve Mersin İdman Yurdu maçları. Olası 6 puan gözüyle bakmak durumunda olduğumuz maçlar. Bu araya da Real Madrid maçlarının eklenecek olması fikstür anlamında ne kadar şanslı olduğumuzu gösteriyor aslında...

15 Mart 2013 Cuma

Real Madrid - Galatasaray; Nostalji Dolu Bir Eşleşme


Çıkmasını istemediğimiz iki takımdan biriydi Real Madrid. Malaga, PSG ya da Juventus gibi bir takımla eşleşmek bizler adına yarı finali hedef haline getirecekti ama seviyenin Şampiyonlar Ligi çeyrek finali ve bu seviyede böyle takımlarla eşleşiyorsunuz. Bu yüzden de karalar bağlamanın alemi yok.

Real Madrid'i anlatmaya da gerek yok. Tüm Dünya'nın çok yakından tanıdığı bir takım. Ne yapacaklarını, nasıl oynayacaklarını bildiğiniz bir takım. Bu yüzden de bu eşleşmenin önemi, daha çok nostalji tarafında. Süper Kupa, yine bir Şampiyonlar Ligi çeyrek finali derken bu eşleşmenin mazisi güzel aslında.

Yaz aylarından bu yana Mourinho'nun Galatasaray'ın fahri sportif direktörü gibi çalıştığını gördük. Fatih Terim'le de yakın dostluklarının etkisi var tabii bunda. Hamit Altıntop, Sneijder ve Drogba gibi transferler için Mourinho'nun da önemli faydasının olduğunu biliyoruz. Bu açıdan da baktığımızda ilginç bir durum oluştu.



Teknik direktör ve rakip sataşmasını da izlemeyeceğiz bu sefer. Mourinho'dan Galatasaray'ı ve Fatih Terim'i yüceltecek ifadeler geleceği biliyorum ve gelmeye de başladı zaten. İki teknik adamın yarattığı karizma etkisi bu tura damgasını vurabilir.

Ayrıca bu iki takım 4 kere karşılaşmış ve iki takımın da ikişer galibiyetleri var birbirine karşı. Son olarakta geçtiğimiz sezonun başında Barnebau Kupası adı altında bir hazırlık maçı yapmıştı bu iki takım ve Real Madrid 2-1 kazanmıştı maçı. Selçuk İnan'ın Galatasaray forması altında attığı ilk golü izlemiştik.

Galatasaray'ı Galatasaray yapan en temek özellik, rakibin kim olduğuna aldırış etmeden kendi sisteminden asla ödün vermemesidir. Barnebau'da da rakibe önlem alalım, biraz daha defansif kalalım demeden yine hücum futbolunu oynamaya çalışacaktır, bildiğimiz 11'ini sahaya çıkaracaktır. Yeniliriz, fark yeriz ya da istediğimizi alırız, bunu şimdiden söyleyemem ama bu felsefeyi Galatasaray'a katanın da Fatih Terim olduğunu söylemek lazım. Sadece bu özelliğini göze alsak bile, Fatih Terim için çok büyük bir teknik adam demek lazım.

Rakip daha çok Drogba'yı ön plana çıkarıyor ve Galatasaray'ın yeni vitrini Drogba gibi görünüyor ama gol krallığında Cristiano Ronaldo'yla çekişen Burak Yılmaz. Bence Galatasaray'ın bu turdaki en önemli kozu da Burak Yılmaz olacaktır. İki futbolcunun karşılaşması da ilginç olacak.

Şampiyonlar Ligi çeyrek finalindeyiz, bu unutulmasın. Elensek bile geldiğimiz nokta çok büyük başarı. Uzun vadede mutlaka daha iyisi planlanacak, bu plan doğrultusunda da daha büyük adımlar atılacaktır. Bu yüzden de karalar bağlamak yerine, umutlu olmak ve çeyrek finalin tadını çıkarmak en doğrusu...

14 Mart 2013 Perşembe

Hala Hayal Kırıklığı Diyenlere


Galatasaray'ın oynadığı 8 Şampiyonlar Ligi karşılaşmasında 4 kez maçın adamı Hamit Altıntop seçildi. Bu adamlar da zaten bu seviye için transfer edildi. Hala hayal kırıklığı diyenlere duyurmak istedim.

Selçuk İnan'ın da oynadığı 8 Şampiyonlar Ligi karşılaşmasında 4 asisti bulunuyor. Burak Yılmaz vari bir ses getirmedi bu durum ama çok derinden ilerliyor Selçuk İnan.

Burak Yılmaz'ın da 8. Şampiyonlar Ligi maçında attığı 8. gol oldu. Galatasaray'da oynadığı ilk sezonunda Hakan Şükür rekorları kırmaya başladı, bu çok önemli bir detay. Ayrıca 6 maçtır üst üste golle buluştu ve bu alanda da rekoru egale etmiş durumda. Ayrıca 8 golle zirveyi paylaştığı Cristiano Ronaldo'dan daha az şut atmış ve biraz daha az süre almış.

13 Mart 2013 Çarşamba

Sergilenen Ruh Sistematik Robotları Paslandırabilir Bazen


Biraz taktik, teknik konuşalım. Dün olayın heyecanından bu topa girmedik, şimdi sakin kafayla oynadığımız doğru ve güzel futbolu konuşalım derim.

Galatasaray'da uzun süredir devam eden bir formasyon karmaşası var aslında. Arayış içerisindeyiz, sürekli deniyoruz ama istenilen şablon bir türlü oturmadı. Bu arayışların da temel noktası, Burak Yılmaz, Drogba ve Sneijder üçlüsünü bir arada en verimli şekilde kullanabilmek aslında.

Bu sefer, diamond da dedikleri baklava şeklindeydi orta saha. 4-1-2-1-2 de diyebiliriz bu formasyona. Burak Yılmaz ve Drogba bu sefer yan yanaydı, Sneijder arkalarında daha serbest bir rolde. Ama Drogba daha çok orta saha gibi oynadı, Sneijder'in yanına geldi ve forvette Burak Yılmaz tek oynayıp, arkalarında da Sneijder ve Drogba ikilisi vardı.

Maç başında Melo'ya vurgu yapmıştım, eğer Melo oynarsa turu geçeriz diye. Jones'in oynamıyor olması Huntelaar'ın yokluğundan daha büyük avantajdı aslında. Orta sahada toparlayıcısı yoktu rakibin ve Melo'nun da bu maç kendini bulması orta saha üstünlüğünü Galatasaray'a getirdi. Selçuk İnan'in sol iç, Hamit Altıntop'un da sağ iç performansının da altını çizelim tabii, maksimumu verdiler. Özellikle de ilk yarıda Melo'nun da özlediğimiz hücuma dikine çıkışlarını izleyince çok güzel bir futbol ortaya çıktı.

Rakibin 1-0'ı bulmasından sonra panik olmamak önemliydi. İki takımın da zaafı ortak aslında. Savunma konusunda çok iyi değiller ve bekleyerek oynayamıyorlar. Schalke 04 maça tempolu başladı, tempolu da oynayarak maçı bitirdi. 1-0'dan sonra da beklemediler, 2-1'den sonra da vatan millet saldırmaya başladılar. Bu noktada da Huntelaar'ın olmaması avantajdı, bitirici oyuncu eksikliği vardı rakibin. Pukki çok dolaşan, hareketli bir isim ama ikinci yarıda Bastos, Farfan ve Draxler futboluna ayak uyduramadı bence.

Galatasaray'ın bir hatası varsa, ikinci yarıda çok fazla geriye çekilmesi oldu. Bekleyerek olmuyor, yapamıyor bu takım, bir kere daha gördük bunu. Melo 3. bir stoper gibiydi ikinci yarıda, Semih Kaya ve Dany'nin de etkili olduğunu gördük, hız futboluna karşı etkili bir stoper ikilisi diyebiliriz ama rakibin her pozisyonu tehlike olmaya başladı bir ara ve 2-2'nin gelmesi de kaçınılmaz oldu.

Amrabat'dan böyle bir futbol beklemiyordum, yalan söyleyemem. Sürekli gelen Amrabat değişikliklerini de eleştirmiştim ama bu maçta Amrabat çok etkili oldu. Sneijder & Amrabat değişikliği bir anda Schalke'nin sağ tarafını kilitledi ve Galatasaray'a da kontra atak imkanı tanıdı. Amrabat biraz daha soğukkanlı olsa golü de bulabilirdi o arada ama Galatasaray'ı hücumda tutan isimlerden oldu. Aynı şekilde Burak Yılmaz & Umut Bulut değişikliği de takımı son anlarda daha mücadeleci kıldı ve rahatlayan Drogba, takımı nasıl hücumda tuttu gördük. Gençlerbirliği maçında değişiklikler maçı götürdü ama bu maçta da maçı getirdi.

Medyada da Galatasaray'ın Schalke'e elenmesi durumunda ligi de kaybedeceği konuşuluyordu ama Schalke'i elememiz üzerine kimse ihtimal belirtmemişti. Bunun da cevabını onlardan bekliyorum...

Bu Yıl Avrupa Kupalarında Hangi Takım Kaç Puan Topladı?

Bu yıl Avrupa Kupaları'nda hangi takım kaç puan topladı sorusunun cevabı burada. Tabii bu liste, 12 Mart 2013 tarihi itibariyle güncellendi, sezon sonuna kadar listede değişimler olacaktır ama Galatasaray'ın geldiği konum inanılmaz. 2 sezon önce ne diyorduk, şimdi hangi noktadayız.

Listenin tamamı için; http://kassiesa.home.xs4all.nl/bert/uefa/data/method4/tcoef2013.html

Gelsenkirşen Hatırası


Blog arşivinde yer almasını istediğim bir kare. Çünkü tarihe düşülen bir not bu fotoğraf...

Kutsal Topraklardayız; Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali


“Galatasaray bugüne kadar Avrupa'da çok büyük başarılar kazanmış bir geleneğin adı.” 

Maç öncesinde yapılan basın toplantısında Burak Yılmaz'ın yaptığı tanımdı bu. Mesajı bir gün öncesinden vermiştik aslında. Unutulmaya yüz tutmuş duygular bunlar, bu duyguyu tekrar hatırlatanlara teşekkür etmek lazım.

Şampiyonlar Ligi seviyesi diye birşey var, bu çok net. Rakip kim olursa olsun, kolay maç, kolay tur yok. Schalke 04'le eşleştiğimizde kurduğumuz çeyrek final hayalleri, Drogba ve Sneijder gibi transferlerle daha da perçinleşmişti ama ilk maçta alınan 1-1 ve Schalke 04'ün futbolu Almanları aynı hayale sürükledi bu sefer.

Schalke 04'ün Şampiyonlar Ligi'nde hiç mağlubiyeti yoktu bu sezon ve ilk mağlubiyetlerini alarak kupaya veda etmiş oldular. Bu da neyin ne olacağını kimsenin bilemeyeceğine en güzel örnek aslında. 1-1'lik maçtan bu yana Schalke 04 çıkış içerisinde, Galatasaray ise futbol olarak düşüş ama büyük takımlar bu tip büyük anlarda ortaya çıkıyorlar.

Hamit Altıntop'in direklerle savaşı dedik durduk ama vazgemedik. En kritik anda o golün geleceğini hepimiz biliyorduk ve geldi. 30 metreden vurduğu müthiş şutla birlikte tur kapısı Galatasaray'a açıldı.

Burak Yılmaz'ın 8. Şampiyonlar Ligi golü oldu bu. Çok iyi isimdi diyebileceğimiz kaç tane isim toplamda 8 Şampiyonlar Ligi golüne ulaşamamış durumda ama Burak Yılmaz bunu bir sezonda gerçekleştirdi. Seviye diye birşey varsa eğer bu tanımın karşılığı da Burak Yılmaz'dır. Top kontrolü olsa Falcao olur diye de bir yorum yaptım, hala arkasındayım.

Büyük bir kaleciniz varsa güveniniz var, çok büyük bir kaleciniz varsa eğer kurduğumuz hayaller hayal olmaktan çıkıyor ve hedef haline geliyor. Bunu sağlayan da Muslera'dır, gerçekten çok büyük bir kaleci ve Braga deplasmanında sakat sakat oynamasından tutun, son Schalke 04 maçına kadar Galatasaray'ın Avrupa'ya açılan en önemli yüzlerinden biri de o oldu.

Tüm futbolcuları böyle tek tek sayarız, hepsinin katkısı müthiş oldu, mükemmel bir zaferdir bu. Çeyrek finalde rakip kim olur muhabbeti daha sonra, bence anın tadını çıkarmak en doğrusu.

Bize yaşattıkların için teşekkürler Galatasaray...

12 Mart 2013 Salı

Erkan Zengin İsveç Milli Takımı'nda


Gündem Schalke 04 maçı ama gözden kaçmaması gereken bir detay bu. Büyük ihtimalle gözden kaçacaktır ama bizler ne kadar çabalamış olsak bile. Önümüzde olanı görmemek veya görmek istememek gibi bir sorun var.

Üç büyük algısından öte, gurbetçi futbolcu durumu var şimdi de. İyi olan elbette oynayacak ama Sercan Sararer vari seçimler sık olmaya başladı ve Anadolu'yu görmüyoruz, görmezden geliyoruz. Erkan Zengin, Eskişehirspor değil de Bundesliga'nın küme düşme hattında oynayan bir takımda forma giyiyor olsaydı forma şansı daha yüksek olabilirdi.

Yani gurbetçi olmak yetmiyor, Türkiye'ye uğramamış olmanız gerekli.

Erkan Zengin'in Türkiye adına oynamak istediğini biliyorum, hatta dile de getirdi bunu. En azından Andorra maçları için Türkiye kadrosunda beklerken onu İsveç Milli Takım'ına çağrıldığını öğrendik. Erkan Zengin için sevindim, gösterdiği performans Milli Takım'ı hak ediyordu ama gönül isterdi Türkiye adına oynasın.

Bekledi bekledi ve Türkiye'den bir çaba olmayınca o da İsveç yolunu tuttu. Hayırlısı olsun...

11 Mart 2013 Pazartesi

Çeyrek Final Yolu; Schalke 04 - Galatasaray


Rüzgar tersine döndü. Schalke 04 ile eşleşirken en büyük umudumuz onların formsuz bir takım olmaları ve bu sezon iyi gitmemeleri üzerineydi. Şimdi baktığımızda, Schalke 04 çıkışa geçti, formunu yakaladı. Galatasaray ise hala arayış içerisinde ama henüz istediğini bulabilmiş değil.

Drogba ve Sneijder transferleriyle Avrupa'da gündem olduk, rakibe psikolojik bir mesaj verdik derken rakibi çok hafife aldık sanki. Şampiyonlar Ligi seviyesi unutuldu bir anda, tur cepte görüldü ve bunu unutanların başında ben de varım ama rakip ne durumda olursa olsun Şampiyonlar Ligi'nin en tecrübeli takımlarından. İlk maçta da cezayı kestiler zaten. O futbolla alınan 1-1'lik skor bu açıdan kötü değil.

1-0'ın ardından Hamit Altıntop'un direkten dönen topu gol olsa ve 2-0'ı bulsak belki farklı şeyler konuşurduk ama direkten dönen topun ardından Schalke 04'ün futbolunu izledik. Çare bulamadı Galatasaray o futbola ve Sneijder & Amrabat değişikliğiyle başlayan ikinci yarıda belki sol kanat savunmasını güçlendirdi ama hücumda da fark yaratabilme imkanını elinden kaybetti.

Rakip tempo istiyor, tempoyla çok daha iyiler. Ellerinde Farfan ve Bastos gibi kanat oyuncuları var ve tempo onların olmazsa olmazı sanki. Galatasaray'da da var bu biraz, geride bekleyemiyor. Çünkü savunmasına hiç güvenmiyor, Schalke 04 cephesinde olduğu gibi. İki takımın da savunma sorunları var ama Schalke 04'ün farkı hücumda işleyen bir planlarının olması. Galatasaray'ın elinde belki daha kaliteli hücumcular olmasına rağmen bir hücum planı yok, bu da büyük bir handikap.

Bu tip maçlar büyük yıldızların sahneye çıktığı maçlardır. Burak Yılmaz zaten bu arenanın zirvesinde geziyor ama Drogba, Sneijder ve özellikle de Hamit Altıntop'un sahneye çıkıp, farklarını yaratması gerekecek. Eğer bu maçta istediğimizi alacaksak, bu bireysel kaliteyle olacak.

Galatasaray bekleyerek oynamaz, önce oyunu garantiye alalım düşüncesi işlemiyor. Bireysel hataya çok imkanlı bir savunma hattı var. Hücum oynamak zorunda Galatasaray ama bazı hamlelerle de Schalke 04'ün güçlü yanlarına önlem almak isteyecektir. Uchida'nın da bu maçta oynayacak olması, Schalke 04'ün sağ tarafını çok daha güçlendirdi. Farfan yalnız değil yani ve Riera'nın önüne Emre Çolak gibi bir isim beklentim var. Amrabat'a göre Emre Çolak'ın forma giyme ihtimalini daha güçlü görüyorum, işin mücadele yönünü de düşünerek.

Galatasaray oyunu mümkün olduğu kadar merkeze yığmak zorunda. Rakibin kanatları hücum olarak işliyor ve en büyük kozları ama bizim kanat etkimiz yok. Rakibi kanatlarda durdurup, ortadan gelmek daha mantıklı gibi. Jones'in yokluğu avantaj, ilk maçta tek başına orta saha üstünlüğü kurmuştu. Melo'nun hafta sonunda Fatih Terim'den yediği ayar umarım işe yaramıştır ve iyi bir Melo bu maçta çok fark eder. Selçuk İnan, Melo, Hamit Altıntop ve Sneijder gibi isimlerle Galatasaray'ın orta sahada çok daha üstün olması gerekiyor.

Huntelaar'ın olmaması da avantaj olacak, Galatasaray stoperleri için iyi bir haber bu. Özellikle de Dany'nin oynayacaksa eğer yüzde 100 durumda olmadığını düşünürsek, Huntelaar gibi bir hücum gücünün bu maçta olmayacak olması stoperlerimiz açısından önemli ama mutlaka gol bulmamız gereken, hücum düşüneceğimiz bir maçta mutlaka geride boşluklar bırakacağız ve çok dikkatli olmak zorundayız. Schalke 04'ün bu tempoda ceza kesecek birçok ismi var. İlk maçta da şahit olduk buna.

Ayrıca rakibin de geride bekleyeceğini düşünmüyorum. Defans yaparak kazanamayacaklarının onlar da farkında, çünkü en zayıf noktaları savunmaları. Belki Galatasaray kadar gümbür gümbür hücum yapmayacaklar, biraz daha dengeli oynayacaklar ama geride bekleyeceklerine ihtimal vermiyorum.

Tahmini 11'im; Muslera, Eboue, Dany, Semih Kaya, Riera, Melo, Selçuk İnan, Hamit Altıntop, Sneijder, Emre Çolak ve Burak veya Drogba ikilisinden biri. 4-2-3-1 olacaktır sistem, Gençlerbirliği maçındaki sistem bozulmaz ve Burak Yılmaz, Drogba ikilisinden biri tercih edilecek bence. Burak Yılmaz'ın tercih edilmesi de çok yüksek ihtimal.

Tur ortada diyorum hala, Galatasaray bu sezon düştüğü yerden kalmasını hep bildi. Şampiyonlar Ligi grafiği bunu gösteriyor. Umarım sabırlı oluruz, Gençlerbirliği maçındaki o sabırsızlık bu maçta olmaz. Skor gelmediğinde, skoru getirmek adına iyiyi bozmak bizim yeni hastalığımız, bu hastalık sahaya yansımazsa eğer çeyrek final adına çok güçlü bir ihtimalimiz olabilir.

10 Mart 2013 Pazar

Hamit Altıntop ve Direkler

Videoda Hamit Altıntop'un 2012'nin yaz aylarında Milli Takım'la oynadığı hazırlık maçlarından, şu ana kadar geçen sürede direkten dönen şutları var. Var bir şanssızlık ve bunu kıramıyor. Israr etsin ama, ben inanıyorum. Çok kritik bir zamanda golü bulacak ve gollerin devamıyla birlikte, performansın da yükselişine şahit olacağız. Ama insan üzülüyor yine de, hele ki Schalke 04 maçında direkten dönen topa. Orada 2-0'ı bulsak, bugün çok daha farklı şeyler konuşurduk. Diğer şutlarında topların direkten dönen toplar bir yana, Schalke maçında bulduğu direk çok daha büyük bir şanssızlıktı.


9 Mart 2013 Cumartesi

Sportif Cümleler 4 Yaşında


Blogu ne zaman açtığımızı unutmuşum, geçen blogda eski yazılara bakarken farkettim. 9 Mart 2009 tarihinde bloga ilk yazıyı yazmışız ve zaman geçmiş, 4 yılı devirmişiz.

Blogu açtığımız ilk zamanlar böylesini tahmin etmiyordum ama üzüldüğüm tek bir konu var, blogu daha önce açabilirdik ama geç oldu, güç olmadı diyelim.

4 yıllık zaman diliminde güzel paylaşımlar oldu, güzel insanlar tanıdım bu sayede, takip edildim, güzel eleştiriler aldım ve böylelikle 4 yılı devirdik aslında.

Uzun zamandır tek başıma yazıyorum ama blogu kurduğumuz günden bu yana bizlere yardım eden, blogda paylaşımlarıyla yer alan birçok arkadaşım oldu. Onlar kendilerini biliyorlar, şimdi tek tek yazmaya başlarsak bu isimleri mutlaka unuttuğum isimler yer alabilir ve bunu istemem.

Bu yüzden de Sportif Cümleler'e katkısı olmuş tüm arkadaşlarıma teşekkür ederim ve umarım daha uzun bir zaman blogu yaşatmaya devam edebilirim.

Kısa bir zaman sonra 15 aylık bir ayrılık var gibi görünüyor. Dönüşte ne olur bilemeyiz, ölmez sağ kalırsak blogu mümkün olduğunda devam ettirmek isterim ama döndüğümüzde ortam nasıl olur, şartlar ne gerektirir bilemiyorum tabii.

Blogun en güzel zamanlarını da 1.5 senedir yaşıyorum aslında. Düşündüm de, blogu açtığımız ilk zamanlar Galatasaray'ın kötü olduğu yıllara denk geldi, geçen sezon gelen şampiyonluk ve bu sezon her ne kadar çok iyi gitmiyor gibi görünse bile ligde lider olmamız, Şampiyonlar Ligi iddiamızın da devam etmesi beni en çok mutlu eden durumlar.

Tekrardan herkese teşekkürler, blog için nice yıllara...

Bu Takımın Duran Top Kullanıcısı Kimdi?


Yine bir Selçuk İnan yazısı. Yazmaya da mecbur hissediyorum kendimi, benim içime sinmeyen durumlar var. Selçuk İnan kadar egosuz, sadece işine bakan bir kişi olmadığımdan kaynaklı bu.

Selçuk İnan'a sorsak, ben işime bakıyorum der, diyecektir, aksini söylemesi söz konusu olmaz. Ama bazen onun da insan olduğunu düşünüyorum.

Sneijder ve Drogba transferleri sonrasında en son aklıma gelecek şey, duran top konusunda yaşanacaklar olacaktı. Sneijder de Drogba da bu konuda Dünya ayarında isimler, tartışmayız bile. Ayrıca Drogba'nın da baskın karakter olduğunu, bu özelliğinin de onu özel kılan unsurların başında geldiğini biliyoruz. Bu da kötü bir durum değil, Drogba'yı Drogba yapan olaydır.

Ama Galatasaray'ın Selçuk İnan liderliğinde ilerleyen bir takım olduğunu düşünüyorum. 1.5 sezonda geldiği konum ortada, çok fazla futbolcunun yapamadığını o çok kısa sürede yaptı. Taraftara o güven duygusunu aşılamak büyük olay ve Selçuk İnan da bunu başaranlardan.

Bu yüzden de kırılma anında söz sahibi olması gereken bir numaralı isim Selçun İnan'dır. Öyleydi de aslında ama son maçlarda bunun böyle olmadığını görüyoruz.

Şu mantığa karşıyım; ''Drogba geldiyse, o kullanır''. Pirlo gibi bir isim gelse veya benim gördüğüm en büyük frikikçi olan Juninho şu an formamızı giyiyor olsa durum yine değişmez. Eskişehirspor maçının sonunda o frikiği kullanan Selçuk İnan olmalıydı, aynı şekilde Gençlerbirliği maçında da penaltıyı o atmalıydı.

Aksi durum, Selçuk İnan'ı yıpratacaktır, o her ne kadar bu tip şeyleri kafaya takmayan bir isim olsa bile. Ben üzülüyorum bu duruma, belki de bazılarınız abartıyorsun diyecek ama benim görüşüm bu yönde.

Şunu da ekleyeyim. Orta sahayı daha kalabalık tuttuğumuzda ve mücadele gücünü yükselttiğimizde Selçuk İnan'ın neler yapabileceğini Gençlerbirliği karşısında gördük. Jenerik olacak birçok pası var, o hücumda daha aktif olduğunda Galatasaray da futboluyla bir o kadar verimli. Bunu da unutmamak ve Selçuk İnan'ı yeniden ön libero günlerine döndürmemek gerekiyor.

8 Mart 2013 Cuma

Galatasaray'ın Klişesi; Skor Gelmedi Mi, Kanatlara Yayılalım


Drogba'yı gören doldur boşalta bağladı futbolunu. Bizim futbolcuların kafasında nasıl bir Drogba algısı var bilmiyorum ama Drogba'yı gören topu Drogba'ya doğru havalandırıyor. Drogba'yı değil de John Carew'i transfer ettik sanki. Twitter'da bir arkadaş da şöyle dedi ''sen insaflı bir benzetme yaptın, sanki Mehmet Yıldız takımdaymış gibi oynuyoruz'' diyerek. Çok da haklı.

İlk yarı oynadığımız futboldan keyif almayan yoktur sanırım. Sezonun en iyi futboluydu belki de. Antalyaspor maçında da futbolu övmüştüm mesela, 4-4-1-1'i nasıl iyi kullandığımızı söylemiştim ama Gençlerbirliği maçının ilk yarısında hücum anlamında daha büyük verim vardı. Pozisyonlara giren, direkleri döven bir Galatasaray. İlk yarıda da bu iş bitebilirdi, Burak Yılmaz boş kaleye golü atsa belki başka şeyler konuşuyor olurduk.

Bu futbolun da getirisi sabretmektir, sabırlı olacaksınız, paniğe hiç gerek yok. Maalesef Galatasaray'da bir klişe oluştu. Skor mu gelmedi, hemen oyunu kanatlara yayalım felsefesi. Bu felsefenin de temel oyuncusu Amrabat ama Amrabat'ın oyuna dahil olupta kanatların süper işlediği çok fazla maç izlemedim.

Amrabat klişe bir futbolcu aslında. Solda topla buluşuyor, sağa çekiyor topu ve ortalıyor. Gol olursa ne ala, Şampiyonlar Ligi'nde böyle asistleri var ama bu mudur oyunu kanatlara yayma düşüncesi?

Sabredeceksiniz, başka yolu yok. Gol elbette gelecekti, futbol bu ama iddialı konuşayım. Gelmeme gibi bir lüksü yoktu. Emre Çolak maçın adamlarından biri mesela, sahada basmadık yer bırakmamış. Neden çıkar? Ya da Sneijder. Orduspor maçında çok mu farklı oynuyordu, hayır. Ama attığı golü izledik, bu tip isimler en kötü anında bile büyük oynadıkları zamanı yaratırlar. Sen Sneijder'i bu anlarda oyundan alıyorsan büyük hata yapmışsın demektir.

Bu değişikliklerin ardından, sistemi de 4-4-2'e getirmek Galatasaray'ın ipini çekti. Gençlerbirliği kenarlardan hızlı gelmeye başladı, o ara golü buldu derken işi bitirdi. Tebrik etmek lazım.

Penaltının da penaltıyla yakından uzaktan alakası yok, bunu söyleyelim önce. Penaltının kaçması da çoğumuzu memnun dahi etmiştir ama penaltı zemin yüzünden kaçıyorsa sinirlenmemek elde değil. Kendi sahamızda rahat oynayamıyoruz, şampiyonluğa oynayan takımın yaşadığı handikapa bakın.

Geçen hafta Eskişehirspor maçının son dakikasında frikiği Selçuk İnan'ın atmadığı gibi, bu maçta da penaltıyı Selçuk İnan'ın kullanmaması da konuşulması gereken, önemli bir sorun, onu da ayrı bir yazı konusu yaptım. İşin özü, kaybedilmemesi gereken bir üç puan. Beşiktaş, Trabzonspor karşısında kazansa fark 2, herşeyin de özeti bu.

Geriye Güzel Futbol Hikayeleri Kalır; Burcu Kapu

Tutkumuz Futbol programı sezonun en önemli işlerinden biri ve futbolu neden sevmemiz gerektiğini bizlere anlatıyorlar. Burcu Kapu'yla da futbol üzerine güzel bir söyleşi yaptık. Kendisini ayrıca, Burcu'nun Futbol Günlüğü blogundan da takip ediyoruz, futbol üzerine enfes yazıları var. Bemim en çok keyif aldığım röportajlardan biri oldu.


Futbol hayatımızın en önemli olgularından biri. Futbolla yatıp, futbolla kalkıyoruz. Çoğumuzun hayatının gidişatı futbol üzerinden yakalanan mutlulukla ilgili. Ülkemiz için konuşursak, futbolu sevmeyi mi bilmiyoruz sizce?

Burcu Kapu: Hayatımızdaki bazı mutlulukların futbolda yakalanan mutluluklara endeksli olması gayet normal. Hiç öyle beylik laflar edip, futbol hayatımıza fazla işlemiş demeye gerek yok. Tabi ki öyle olacak. Milli takımımız eğer dünya üçüncüsü oluyorsa pek tabii bunu günlerce kutlayıp mutlu olmalıyız. Ezeli rakibinizi eğer bir derbide mağlup ediyorsanız, ertesi gün işe daha mutlu gitmekten normal ne olabilir.

Son dönemlerde yaygınlaşan bu “futbolla yatıp futbolla kalkıyoruz” eleştirisine katılmıyorum. Gerçekten futbolla yatıp kalkan ülke mesela Brezilya’dır, biz değil. Bir çok etnik gruptan oluşan Brezilya’da ulusal kimliğin en büyük sembolü futbol. Bu sevgi o kadar büyük ki, Dünya Kupası’nı neden kaybettiğini, iki yıl boyunca soruşturan tek ülke Brezilya. Orada cumhurbaşkanlığından sonra ülkedeki en önemli pozisyon milli takım teknik direktörlüğü.

Anlayacağınız mukayese edersek, hiç de öyle futbolla yatıp kalkıyoruz denmez. Ama futbol tutkusu altında taraftarlığın boyutunun değiştiğini söylerseniz, sonuna kadar katılırım. Bir takımın taraftarı olmak başka bir takımın düşmanı olmakla karıştırılıyor. Futbolu sevmeyi biliyoruz ancak oyun içinde taraftar olmakla hayatta taraftar olmayı birbirine karıştırıyoruz. Asıl sorun bu sanırım.

Futbolun duygusal ve taktik - teknik yönleri var. Tutkumuz Futbol programında daha çok duygusal yönüyle ilgilisiniz ama futbol günlüğünüzü de okuduğumda taktik - teknik gibi konulara da fazlasıyla giriyorsunuz. Sizin için futbol ne demek ve futbol hangi yönüyle daha güzel?

Burcu Kapu: Futbolun bir matematiği olduğu ve buna da teknik-taktik dendiği bir gerçek. Bir maçı izlerken herkes 90 dakika boyunca kafayı mecburen işin matematiğine takıyor. Hangi oyuncu girmeli, hangisi çıkmalı, hangi kanattan bindirsek daha etkili olur, pas yapamayan oyuncular, ofsayt mı gol mü vs. Böyle olması zaten normal. Ama 90 dakikanın sonunda düdük çalınca geriye bunlardan pek birşey kalmıyor. Mourinho’nun çok güzel bir sözü var: Futbolda hafıza bir sonraki maça kadardır, diye.

Çok doğru. Işin teknik-taktik kısmı bir sonraki maça kadar çoktan unutulur. Geriye ne kalır? Güzel futbol hikayeleri kalır. Akhisar Belediyespor taraftarının, kale arkası açık tribünde ıslanan rakip Antalyaspor taraftarını ıslanmasın diye kendi tribününe davet etmesi akılda kalır mesela. O maç kim nasıl bir dizilişle oynadı hatırlıyor musunuz? Ben hatırlamıyorum.

Uzun vadeli düşünememek ülkemizin diğer bir hastalığı. Planlar, programlar uzun vadeli yapılır ama başlamadan bitirmek bizim için bir gelenek. Bana göre futbolumuzun en önemli sorunu bu, hatta tüm sporlara dahi yayabiliriz. Sizce sorun nerede?

Burcu Kapu: Şimdi bu öyle bir soru ki; bu söyleşiden çıkart; siyaset, ekonomi, eğitim herhangi bir başlık altında yapılan başka bir söyleşide sor, hiç abes durmaz. Uzun vadeli plan yapmamak sporun sorunu değil anlayacağın. Bu bizim ülkemizin her alanda sorunu. Bence sorun nerede? Inan bilmiyorum.

Bireylerin toplumu, toplumun da ülkeyi oluşturduğunu düşünürsen, ben sana sorayım, senin uzun vadeli planın ne? Yani 5 yıl sonra, 10 yıl sonra ne yapıyor olacaksın? Belki bireysel olarak hayatımızda uzun vadeli planlar yapmayı becerebilsek, ülke şartları da daha farklı olur. Uzun vadeli plan derken tabii şu meşhur herkesin hayali olan “10 yıl sonra bir sahil kasabasına yerleşeyim, konserve kutusunda fesleğen yetiştireyim” planından bahsetmiyorum.


Galatasaray'a geçmek gerekirse, Ünal Aysal'ın getirdiği vizyon {ekonomik tablo, Drogba & Sneijder transferleri, vs.} doğru vizyon mudur, Galatasaray'ın geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Burcu Kapu: Başkanın vizyonunu ve kulübün ekonomik durumunu değerlendirmek için daha çok bilgiye sahip olmak gerekir diye düşünüyorum. Yani kongreleri özellikle de mali kongreleri içeride takip etmek lazım. Dışarıdan bakınca işler yolunda gibi gözüküyor. Ama bilemeyiz. Sneijder transferi beni bir futbol sever olarak çok heyecanlandırmıştı.

Sonrasında Drogba da gelince heyecanım ikiye katlandı. Çok önemli bir futbolcu. Galatasaray bu sezon Şampiyonlar Liginde umduğunu bulamasa bile sırf bize Drogba’yı çıplak gözle izletme imkanı sağladığı için teşekkür etmek lazım.

Galatasaray’ın geleceği konuşulduğunda ben hep 1996-2000 yıllarını hatırlatmak gereği duyuyorum. Bu yıldız transferler ve dümende Fatih Hoca olunca herkes hemen başarı bekliyor. 2000 yılında kazanılan UEFA kupası, o yılki başarı ya da tesadüf değildi. 4 sene lig şampiyonluğunun ve adım adım oluşturulan takım anlayışının mutlak bir sonucuydu.

Bu sene belki Şampiyonlar Ligi’nde bekleneni veremeyebilir, ancak önemli olan kazanılan tecrübenin önümüzdeki yıla nasıl aktarılacağı. Hem yöneticiler, hem de taraftarlar bu yıla belki de Şampiyonlar Ligi şampiyonu olmak yolundaki ilk durak gözüyle bakarsa, bir kaç yıl sonra o şampiyonluk gerçekten gelebilir. Şunu söyleyebiliriz; Galatasaray trene bindi ve tren yola çıktı. Varış noktasına ulaşana kadar yolda kaza olmaması için, herkesin sabırlı ve dikkatli olması lazım. Yolun uzun olduğunu unutmadan tabi ki.

Galatasaray'ın bu sezonki ruh hali sizce nasıl? Şampiyonlar Ligi'nde hedefe ulaşıldı, yeni bir hedef doğdu, ligde öyle ya da böyle şampiyonluğun en büyük favorisi ama futbol olarak istenilen seviyede olmayan, istikrarsız bir görüntü var. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz Galatasaray'ın bu sezonunu?

Burcu Kapu: Şampiyonlar Ligi’nde hedefe ulaşıldı sözüne katılmıyorum. Çünkü emimin Galatasaray’ın, Fatih Hoca’nın ve Başkan’ın hedefi Şampiyonlar Ligi’ne katılmış olmak değil, kupayı almak. Hedefe ulaşmaya daha vakit var. Biraz once de konuştuk ya, bu bir yolculuk. Futbolcuların birbiri ile oynamaya alışması, açıkların olduğu mevkilerin kapatılması, takımın tüm oyuncularının aynı fizik gücüne ulaşması, bunların hepsinin tamamlanması için zamana ihtiyaç var.

Bu süreçte de zaman zaman istikrarsız bir futbol ortaya konduğu doğru. Ama şunu herkes kabul etmeli, bu takım hala eksik. Sahaya resmi olarak 11 oyuncu çıkıyor ama sahada 11 oyunculuk oyun henüz oynanamıyor. En azından bugün böyle diyelim. Zaten oynamaya başladığında da muhtemelen Türkiye olarak göğsümüzü kabartan yeni bir başarı hikayesi yaşayacağız hepimiz.

Bizleri kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyorum, son olarak Sportif Cümleler için ne söylemek istersiniz?

Burcu Kapu: Blogu takip edenler zaten biliyordur, ancak yeni takibe başlayanlar için şiddetle Nostalji ve Almanak bölümünü tavsiye ederim. Arşivlik fotoğraflar var.

7 Mart 2013 Perşembe

Büyük Maçları Büyük Futbolcular Kazanır; Uğur Meleke

Şampiyonlar Ligi bu sezon Galatasaray'in vitrini, sezonun en önemli maçına da 12 Mart tarihinde çıkacak. 1-1'in dezavantajı elbette var ama Avrupa arenasında, deplasmanlarda farklı bir Galatasaray izliyoruz ve bu açıdan da baktığımızda tur şansı bana göre hala ortada. Bu önemli maç öncesinde de sevgili Uğur Meleke ile Galatasaray'ın tur şansını ve Schalke 04 maçının öncesini konuştuk.


Schalke 04 karşısında tempoyla oynanan futbolun rakibe daha çok yaradığını ilk maçta gördük. Farfan ve Bastos gibi isimlerle rakip çok etkili oldu, hız silahını çok iyi kullandılar. Rövanşta ise gol bulması gereken takım Galatasaray. Sizce nasıl bir sistem Schalke 04 karşısında çok daha iyi iş görür?

Uğur Meleke: Galatasaray'ın birden fazla sistemi başarıyla uygulayacak kadar uyumlu bir takım olduğunu düşünmüyorum. Halihazırda ileri 4'lüsünün 4'ü de bu yıl takıma katıldı. Bu sezon iki kez, Sivas ve İBB önünde düşük tempoyla oynamaya kalktılar, ikisinde de yenilebilecekleri maçları şansın yardımıyla kazandılar (Sivas'ta şutlar Sivas lehine 17'ye 4'ken kazanan Galatasaray oldu). O yüzden Galatasaray'ın yine en iyi bildiği işi, saldırıyı yapacağını düşünüyorum. Evet açık verecekler, evet gol de yiyecekler ama o sahaya çıkan iki takımın da bence gol yememe ihtimalleri düşük. Gollü beraberliklerin de Galatasaray için olumlu olduğu unutulmamalı.

Galatasaray'ın orta sahada da büyük sorunları var aslında. Melo istenilen düzeyin çok gerisinde ve bu durum da Selçuk İnan'ın futbolunu çok daha defansif kılıyor. Ama rakibin de bana göre ilk maçta en iyi ismi olan Jermaine Jones cezalı. Galatasaray'ın Schalke 04'e karşı avantajları sizce neler, hangi isimler bu maç adına kilit noktayı oluşturacaktır?


Uğur Meleke: Selçuk İnan ilk maçta gerçekten de tam 11 kritik pas arası yapmış. Ama Selçuk İnan'ı
defansif kılan adam Melo değil, ilerideki dörtlü grup diye düşünüyorum. Terim'in Ordu-Eskişehir'de başladığı 4-2-3-1'in Schalke provası olduğunu sanıyorum ve ilerideki grupta değişecek tek şey sorumluluk duygusu eksik Amrabat olabilir.

Sol açıkta Riera veya Emre Çolak olabileceği gibi Hamit Altıntop sürprizi de gelebilir zira milli futbolcunun daha önce Bayern-Inter finalinde de Galatasaray - Antalyaspor maçında da orada başarıyla oynamışlığı var. Büyük maçları büyük futbolcular kazanır. Galatasaray'ın avantajı elinde maç kazandıran büyük futbolcular olmasıdır.


Şampiyonlar Ligi kuraları çekilirken, Galatasaray için 2. tura çıkmanın çok büyük bir başarı olduğunu söylerken, 2. turda Schalke 04 ile eşleşip, Sneijder ve Drogba gibi transferlerin ardından hedef büyüten bir Galatasaray oldu. Galatasaray burada bir hata yapmış olabilir mi? Çünkü olası bir elenme durumu karşısında Galatasaray'ın başarısız sayılabileceğini düşünüyorum ama sezon başında konulan hedefe ulaşıldığını görüyoruz. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?


Uğur Meleke: Galatasaray kuraya 3'üncü torbadan girdiğine göre son 16 turu başlangıçta başarı kabul edilebilir. Ama tarihin en şanslı sezonunu yaşıyorsan, 2. torbadan bitik Braga ile 4'ten Cluj'u çekiyorsan, son 16'da grup liderleri içindeki en düşük profilli takım Schalke ile eşleşiyorsan hedef de pekala değişebilir. Galatasaray bu kura şansıyla çeyrek finali hedeflemeli tabii ki.

5 Mart 2013 Salı

Galatasaray Tarihinin Bir Parçası Olmak Büyük Zevk; Marcio Santos

Biz onu daha çok, Saraçoğlu'nda son kazandığımız Fenerbahçe maçında attığı golle hatırlıyoruz. Uefa Kupası'nı aldığımız sezonda, Hakan Şükür ve Arif Erdem'le birlikte forvet hattımızın önemli bir alternatifiydi. Birlikte geldiği Capone kadar ses getirmedi belki ama Marcio Santos'u severdim ben, beğendiğim bir futbolcuydu. Bu röportajı da gerçekleştirebilmek benim için ayrı bir mutluluk oldu, umarım sizlerde beğenirsiniz...


Önce Galatasaray'a transfer sürecinizi konuşalım aslında. Carlos Alberto Capone ile birlikte transfer edilmiştiniz ve sizi Galatasaray'da tanıdık aslında. Transfer süreci nasıl gerçekleşti ve Türkiye'de bulduğunuz ortam nasıldı?

Marcio Santos: Evet, Capone ile birlikte o dönem Galatasaray'a transfer olmuştuk ve Brezilya'da da birlikte oynamıştık. Türkiye'de futbol oynamak mükemmeldi.

Hakan Şükür ve Arif Erdem'le birlikte forvet hattını oluşturdunuz Galatasaray'ın. Hatta Fenerbahçe'nin Stadı'nda en son kazandığımız maçta sizin de bir golünüz vardı. Sezonu nasıl değerlendiriyorsunuz, sizin adınıza nasıl geçen bir sezondu?

Marcio Santos: Biz pozisyonları paylaştık, çünkü karşımızda çok güçlü takımlar vardı ve değişim bazı maçlarda gerekliydi. Hakan Şükür ve Arif Erdem harika insan ve oyuncular. Bunu biliyorum ki, onlarla oynamak çok zevkliydi. Fenerbahçe golüyle ilgili, takımlardaki rekabeti, iyi skoru ve taraftarın mutluluğunu görmek her zaman iyidir.

Mircea Lucescu göreve geldiğinde Galatasaray'da çok fazla forma şansı bulamadınız ve sessiz bir ayrılık gerçekleşti bir bakıma. Galatasaray'dan ayrılma süreciniz nasıl gelişti?

Marcio Santos: Lucescu çok iyi bir antrenör, öncelikle bunu söylemem lazım. O dönemde takımımızda Jardel vardı ve bizi birlikte oynatması da mümkün değildi. Bu yüzden de tercihi Jardel oldu ve ben de onun kararına saygı duymak durumundaydım. Benim için Galatasaray tarihinin bir parçası olmak büyük bir zevk oldu ve o dönemde birçok arkadaşım takımdan ayrıldı.

Galatasaray'dan sonrasını da merak ediyoruz tabii, Galatasaray'dan sonra neler yaptınız, futbol yaşantınız nasıl ilerledi?

Marcio Santos: Galatasaray'dan ayrıldıktan sonra 3 yıl Portekiz'de yaşadım. Önce Boavista formasını giydim, sonrasında União de Leiria'ya transfer oldum ama Boavista'ya geri döndüm. 2004 yılında ise Brezilya'ya geri döndüm ve sırasıyla Atlético Mineiro, São Caetano, Santa Cruz, Sertãozinho, Santo André ve Ponte Preta'da oynayarak kariyerimi sonlandırdım. Şimdilerde futbol ve inşaat alanında iş yapıyorum.


Gelecek adına planlarınız neler?

Marcio Santos: Öncelikli olan inşaat işlerim ama insanların da futbol konusunda hayallerini gerçekleştirmesinde yardımcı oluyorum.

Galatasaray'ı bugünlerde takip edebiliyor musunuz, eğer takip edebiliyorsanız nasıl değerlendirirsiniz takımı?

Marcio Santos: Son zamanlarda Galatasaray'ı çok fazla takip edemedim ama benim görüşüme göre bu takım her zaman çok büyük ve güçlü olacaktır.

Röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz. Biz Galatasaraylılar için son olarak neler söylemek istersiniz?

Marcio Santos: Bu röportaj benim için büyük bir zevkti, Cim Bom Bom'u çok sevdiğimi söylemek istiyorum.

4 Mart 2013 Pazartesi

Forma Adaleti?


Mesele, gitti de şimdi mi kıymete bindi meselesi değil. Şans bulamıyordu ve gönderildi. 1 milyon avro'luk iyi bir kontratı da vardı, belki biraz da bu düşünüldü.

Şans bulma mevzusu aslında mesele. Neden şans bulamadı, neden hiç değerlendirilmedi. İlk sezon Melo'dan formayı almak zordu. Müthiş bir kadro istikrarı vardı ve bu istikrar da bozulmadı doğal olarak. Bu sezon ise farklı, formsuz futbolcular var. Başta da Melo gibi ama formsuz olan futbolcularda çok ısrar edildi ve bu da forma dağıtımı konusunda bazı eleştirilere yol açtı.

Ceyhun Gülselam'ın Galatasaray kariyerinde hatırladığım tek maçı, geçen sezon Mersin İdman Yurdu deplasmanı. İyi de oynamıştı ama Melo'nun cezalı olduğu bir maçtı sanırım. Dediğim gibi, geçen sezon formayı almak çok zordu, birşey diyemem ama bu sezon daha fazla şans verilebilirdi.

1.5 sezon neredeyse hiç forma giymeyen Ceyhun Güselam'ın, bugünlerde Kayserispor'un çıkışında önemli bir payı olduğunu düşünüyorum. Kendini yeniden hatırlattı bizlere, 1.5 sezonun pasını çabuk attı. Bunu da görünce doğal olarak, Melo üzerinde ısrar ederken, neden diğer isimlere hiç şans vermedik diye de sormamız gerekiyor.

Ayrıca ben olsam, sezon sonunda Kayserispor'dan ayrılmazdım. Opsiyonu yok bildiğim kadarıyla ama bu gidişatı sonrasında Kayserispor onun kalıcı transferini gerçekleştirmek isteyecek. O da bu yükseliş sonrası gelecek sezon için Galatasaray kadrosunda düşünülebilir ama Culio'nun Orduspor günlerini hatırladığımda, bu geri dönüş Ceyhun Gülselam için iyi olmayabilir, bunu da itiraf etmek lazım.

Diğer korkum da şu. Furkan Özçal'ı da hiç izleyemedik, büyük ihtimalle sezon sonunda ayrılır o da. Sonrası peki, gittiği takımda o da çıkış gösterirse? Gösterebilir, yetenekli bir isim olduğunu biliyoruz ama neden bu futbolcular hiç şans bulamıyor, denenmiyorlar hiç.

İstikrar


Liderin nasıl bir lider olduğu zor zamanlarda anlaşılır. Bursaspor da Ertuğrul Sağlam'ın ayrılığından bu yana zor zamanlar yaşıyor ama bu dönemi iyi geçiriyorlarsa bu büyük oranda Batalla sayesindedir. Son 6 maçta attığı 5 golle nasıl bir lider olduğunu gösterdi Batalla.

Bunun yanında son oynadıkları Sivasspor maçıyla birlikte Bursaspor formasıyla 150. maçını oynamış oldu. 150 maç, dile kolay.

Böyle isimler ülkemize sıklıkla gelmiyor, bu yüzden de böyle bir döneme şahit olduğumuz için şanslı sayalım kendimizi. Galatasaray'da Hagi'yi izledim, Fenerbahçe'de Alex'i izledim, Bursaspor'da da Batalla'yı izliyorum. Sadece takımları adına da değil, ülkemiz adına güzel futbolcular bunlar, şanslıyız.

Şunu da merak ediyorum, Batalla Bursaspor'a gelirken hem Batalla hem de Bursasporlular ne düşünüyordu acaba. Transferin nasıl gerçekleştiğini bilmiyorum, bir scout başarısı mı yoksa menajer önerisi mi ama önemli olan böyle bir efsaneyi yaratmak.

Batalla, Bursaspor formasıyla efsane olmuştur ve önce Bursaspor'un Batalla'ya, sonra da Batalla'nın Bursaspor'a kattıkları çok büyük. Herkes böyle bir futbolcuyu takımında görmek ister ama bana ''Batalla Galatasaray'a transfer olsun mu'' diye sorsalar, Bursaspor'da kalsın, futbolu orada bıraksın derim. Çünkü Batalla'yı izlemek o Bursaspor forması altındayken güzel.

Umarım sözleşmesi uzatılır ve Batalla'yı daha uzun süreler bu ülke topraklarında izleriz. Yükselen bir değeri var, yaşı olmayacak futbolculardan o da, bunu kanıtladı. Mutlaka önemli teklifler alıyordur ama Batalla'nın da Bursaspor'dan kopacağına ihtimal dahi vermek istemem...

Maç Anlatmak Çocukluk Hayalimdi; Murat Türker

İlk soruda da söyledim aslında, Murat Türker'i Sportivi döneminden itibaren ilgiyle takip ediyorum ve Galatasaray TV'e de geçtiğinde çok mutlu olmuştum. Bu mutluluğun nedenini de şimdilerde görüyoruz, müthiş işler yapıyor ve daha güzeli samimiyeti.


Galatasaray TV'e geçişinizi bekliyordum aslında, özellikle Sportivi döneminde sizi çok takip ediyordum, bu geçişle birlikte daha da mutlu olmuştum. İlk olarak hem bu süreci sorayım, hem de basın hayatınızı?

Murat Türker: Spor medyası bildiğiniz ve takip ettiğiniz üzere zor bir arena. O sahaya girebilmek kadar kalıcı olabilmek de zor. Star Spor ile başlayan televizyonculuk serüvenimde staj ile başlayıp, prodüksiyon ile devam edip, NTVSPOR’da muhabirliğe yükseldim. Sonrasında iki dilde yayın yapan bir haber kanalı olan 6NEWS'e transfer oldum ve bu mesleğimde seviye atlamamı sağladı.

Spikerliğe ilk olarak spor haberlerini sunarak 6NEWS'te başladım. Yaklaşık 1.5 sene boyunca önce spor haberlerini sundum, ardından aynı kanalda anahaber bültenlerini sunmaya başladım. Sonrasında Tivibu'da yayın yapan Sportivi'ye haber müdürü olarak transfer oldum.

Yani şunu demek istiyorum. Mesleğimde sürekli üstüne katarak ilerlemek istedim ve bunu çok çalışarak çok şükür bu zamana kadar başardığıma inanıyorum. GSTV'ye transfer konusuna gelirsek; kanal yeni bir yapılanma sürecindeydi. Benimle birlikte bir çok yeni arkadaş bünyeye dahil oldu. Tabii o süreçte kalanlar da
oldu gidenler de.

Fakat benim açımdan sorarsanız; gözlerini Galatasaray ile açmış birinin hem tuttuğu takımı hem de televizyonculuğu o kutsal Türk Telekom Arena Stadı'nın çatısı altında yaşaması asla uyanmak istemediğim bir
rüya gibi. Hem Galatasaray'ı hem de işimi çok seviyorum.

Galatasaray camiasının medya ayağındasınız siz de ve buraya adım attığınızda neler düşünüyordunuz, Galatasaray televizyonunda geçen günler sizlere neler getirdi?

Murat Türker: Mart ayının sonunda tam 1 senemi doldurmuş olacağım Galatasaray TV'de. Getirisi elbette çok fazla. Bir kere hayatınızın anlamı olan renklere hizmet etmenin verdiği bir gurur var. Ayrıca diğer kanallarda olmayacağınız şekilde fikrinizi özgürce ifade edebiliyorsunuz ve Galatasaraylıyım diyebiliyorsunuz.

Bunun yanında diğer basın kuruluşlarının aksine sporun sadece futboldan ibaret olmadığını ve diğer branşları daha yakından takip etme imkanı buluyorsunuz ki bu en önemlisi belki de. Bugün bir dünya şampiyonu olan
bir takım yani Galatasaray Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı ile şampiyonluk mutluluğunu Türkiye'den binlerce kilometre ötede Japonya'da Engelsiz Aslanlarımızla yaşamak benim için paha biçilemez bir mutluluktu.

Ayrıca saygı duyduğunuz camianın önde gelen isimleriyle tanışma ve sohbet etme fırsatı buluyorsunuz ki bu da en önemli getirilerden biri. Tabii ki bu süreç içersinde özellikle sosyal medya aracılığıyla sizden istekler de artıyor. Forma veya maç bileti mesela. Fakat insanlara hala benim kendi evimde bile futbolcudan aldığım bir forma olmadığını ve bu mesleğe başladığımdan beri maç bileti görmediğimi inandırmam pek mümkün olmuyor.

Program sunuculuğu mu maç spikerliği mi? Bunu sormamın nedeni şu, sizi futbol maçlarını da basketbol maçlarını da anlatırken görebiliyoruz, belki benim kaçırdığım başka branşlarda vardır. Bu konuda yelpazeniz oldukça geniş ama sizi ekranda gördüğümüzde duyduğumuz bir güven duygusu oluyor, oldukça seviliyorsunuz bu anlamda ve sizin sunduğunuz programları ben daha çok seviyorum mesela. Sizin için hangisi yoksa ikisinin de ayrı ayrı keyfi mi var?

Murat Türker: Öncelikle güzel düşünceleriniz için çok teşekkür ediyorum. Sadece işimi düzgün yapmaya çalışıyorum. Aslına bakarsanız ikisini birbirinden ayırdedebilmem mümkün değil. İkisinin de farklı havası var. Fakat belki de bir çok insanın aksine ben bant yayınlardan ziyade canlı yayınlarda daha rahat olurum. Bu da bir nevi Allah vergisi sanırım. O sırada canlı yayında olmak otokontrolümü daha iyi sağlamama sebep oluyor ve bu kontrol mekanizması daha seçici davranmama sebebiyet veriyor.

Şu an GSTV'de iki program hazırlayıp sunuyorum. Biri Galatasaray'ın şanlı tarihinde yer almış isimleri ağırladığım ve belgesel formatında hazırladığım ''Gerçekleri Tarih Yazar'', diğeri de Galatasaraylı taraftarların kendi kanallarında sesini duyurmasını istediğim ve pırlanta gibi yeni insanlar tanıyıp güzel dostluklar edindiğim
''Parçalı Sevda''. Birinde genelde 50 yaş ve üzeri Galatasaray efsanesini oluşturmuş isimler yaşadıkları Galatasaray'ı diğerindeyse 20li yaşlardaki pırıl pırıl içinde Galatasaray sevgisi dolu üniversiteli öğrenciler takımlarına aşklarını anlatıyor.

İki farklı kuşak hazırladığım programlar sayesinde Galatasaray sevgilerini dile getiriyor ve bu beni çok mutlu ediyor. Gerçekten o kadar güzel şeyler öğreniyorum ki bir kez daha iyi ki buradayım diyor, işimi ve Galatasaray'ı çok seviyorum.

Maç anlatmak ise benim çocukluk hayalimdi elbette. Küçükken mahalle maçlarında bile sırf maçı anlatmak için kaleye geçer ve durmadan oynadığımız maçı anlatırdım. Çok sabrettim, çok istedim ve böyle bir fırsat yakaladım Allah da bana bunu nasip etti. Şu an GSTV'de A2 takımımızın ve Galatasaray Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı'nın maçlarını anlatıyorum. Elbette bazen yurtdışı seyahatlerimiz oluyor ve o maçlarda da spikerlik yapıyorum.

En son Erkek Voleybol Takımımızla Rusya'nın UFA şehrine gitmiştik. Orada hem voleybol maçını anlatmış,
hem de set aralarında maçı canlı yayınlayan Rus televizyonuna röportaj vermiştim. İleride yeni bir branş da anlatabilirim. Neden olmasın?

Didier Drogba ve Wesley Sneijder gibi transferleri nasıl değerlendirdiniz? Bu transferleri bizlere sunan isimlerden birisi olmak nasıl bir duyguydu?


Murat Türker: Bu iki isim de zaten kalitelerini ispatlayıp Galatasaray'a geldiler. Şahsi fikrimi sorarsanız hala daha maçları izlerken yanımdakilere soruyorum ''Şu koşan Drogba değil mi?'', ''O pas Sneijder'den geldi
değil mi?'' diye. Yani tribünlerden geldiğim için pek bir farkım yok.

Evet bu transferleri biz de GSTV ekibi olarak çok bekledik, çok istedik. Taraftar olduğumuz için bizi de çok fazla heyecanlandırdı. Bu süreçte belki de en çok yıprananlardan biri oldum. Çünkü apartmandaki görevli abimiz, alışveriş yaptığım marketteki çalışanlar bile beni her gördüğünde ''Sneijder gelecek mi?'' diye soruyorlardı. Twitter'dan bahsetmiyorum bile.

Çok anlık gelişen olay oldu zaten iki transferin açıklanması. Sneijder transferi açıklandığında bir Pazar gecesiydi ve ben gece editörü olarak kanalda görevliydim. Açık konuşmak gerekirse o akşam geleceğini bile bilmiyordum fakat bir televizyoncu her an hazır olmalıdır. Ben de sadece görevimi yaptım ve her an hazır bir vaziyette bekledim. Gerisi çorap söküğü gibi geldi zaten. Transferin açıklanması, kendimi stüdyoda bulmam, telefon bağlantıları, stüdyodayken Sneijder ile telefonda konuşmak... Hepsi rüya ile gerçek arasında gidip geldiğim dakikalardı.

Bu satırları okuyan ve bu mesleğe hevesli olan arkadaşlarıma da umarım böyle güzel anlar nasip olur. Bizim üst jenerasyonumuz televizyoncu olmak isteyen bizim jenerasyona genelde ''bu mesleği yapacağına git pazarda limon sat daha iyi'' derlerdi. Hayır onlar pazarda limon satmasınlar, tam tersine bu sözü duyunca daha
da hırslanıp kendilerini pazara göndermek isteyenleri pazara göndersinler. O zaman belki biraz daha medyamızda bilgili insanlar ve emeğe saygı çoğalır.

  
Unutamayacağım dediğiniz ve bizlere anlatabileceğiniz olumlu, olumsuz, eğlenceli anlar nelerdi?


Murat Türker: Hepsini buraya yazsam satırlara sığmaz ve belki de blogun baştan aşağı bir sayfasını bloke edebilirim. Şaka bir yana keyifli anlar da oldu, üzüldüğüm anlar da. Fakat açık konuşmak gerekirse işini seven, şükretmeyi ve ne yapmak istediğini bilen biri bu sektörde daima mutlu olur. Tüm olumsuzluklara rağmen. Ben de yaşadığım olumsuzluklardan bile ders çıkarmayı bildim.

NTVSPOR'dan istemeye istemeye ayrıldığım günün ardından farklı bir kapı açıldı ve spikerliğe adım attım. NTVSPOR'da kalsaydım belki de sadece bir muhabir olarak mesleğe devam edecektim.

En unutamadığım anlardan biri; Fenerbahçe-CSKA Moskova maçı öncesi yaşanmıştı. Şampiyonlar Ligi maçıydı ve Star veriyordu. Ben de maça Ertem Şener'in asistanı olarak gidiyordum. Kot pantolon, sweatshirt, 3 günlük sakallı bir haldeydim. O güne kadar hiç canlı yayına çıkmamıştım çünkü hazır olmak gibi bir zorunluluğum yoktu.

Fakat yolda Ertem Şener'e bir telefon geldi ve VIP noktasındaki muhabirin İstanbul'da olmadığını ve orada benim canlı yayın yapacağımı söyledi. Sadece 1 saatlik vaktim vardı. Stadın altındaki marketten bir gömlek ve traş bıçağı aldım. Sonrasında üstümdeki spor cekete bir de güvenlikten aldığım kravatı uydurdum ve ilk canlı yayınıma öyle çıktım. Üstelik bu ilk canlı yayınımda Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu'nu ağırladım. Bu olayın bende yeri hala çok farklıdır.

Onun dışında bir kere de 6NEWS'deyken spikerliğimde yeni yeni tecrübe kazandığım günlerden birinde spor haberlerini sunduğum sırada birden yayın kesildi ve Filipinler'de otobüs kaçırma operasyonu ekranlara verilerek gördüklerimi anlatmam istendi. Yaklaşık 4 saat boyunca aralıksız görüntüleri anlattım. O arada teröristler otobüsün içini taradı polis operasyonu devam etti. Beni zamansız yakalayan bir yayındı ama neyseki alnımın akıyla çıkmayı başarmıştım.

Bizleri kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyorum, son olarak Sportif Cümleler için ne söylemek istersiniz?


Murat Türker: Blogları takip etmeye başladığım yıllardan itibaren çalışmalarınızı, yazılarını ve paylaşımlarınızı büyük bir keyifle takip ediyorum. Bence hiç bir karşılık beklemeden profesyonel bir biçimde bu işe gönül vermek başlı başına bir gurur. Bu gurur da sizlere ait.

Galatasaray'ın kalbinin attığı her yerde ve her konuda Sportif Cümleleri'nizin olması takdire şayan. Bana fikirlerimi sunma inceliği gösteren bu güzel insanları ben de bir GSTV çalışanı olarak Türk Telekom Arena'da konuk etmek ve birebir tanışmak isterim. Sizi daima takipteyim.

Başarılarınızın devamını diliyorum...
 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir