28 Şubat 2018 Çarşamba

Transfer tarzı "2018" #23; Dieumerci Mbokani


Şu durum hiç aklımıza gelmedi. Badou Ndiaye'de olduğu gibi Gomis için de bir transfer gündemi vardı ve bunu hiç dillendirmedik. Çin'e gitme durumu vardı, o dönem ödemelerde de yaşanan güçlük derken konuşuluyordu bu konu. Ocak ayının sonunda Okaka'yı konuştuk mesela, çok iyi alternatif olacaktı ama transferi durumunda Gomis'in Çin'e gidiş yolu açılır mıydı?

Bu konu hiç aklıma gelmedi, bir muhabbet içinde hatırlattılar. Olabilir miydi bilmiyorum, çok da mantıksız gelmedi. İşimize gelmezdi tabii, Gomis bambaşka bir seviye ve şampiyonluk yolunda varlığı çok önemli. Doğru olan Okaka ile o rotasyonu desteklememizdi, gün itibariyle sadece Gomis'e bakıyoruz ve herhangi bir alternatifimiz yok. 

Sezon sonunda transferle alakalı hareketli günler olacak. Gomis'le alakalı yeni bir Çin durumu olur mu bilmem, 9-10 milyon avro'luk bir teklife hayır denemeyeceğini düşünüyorum. Gomis'in yeri de Gignac ayarında bir isimle dolar. İş bununla bitmiyor, forvet noktasında alternatifleri çeşitlendirmek lazım. Eren Derdiyok'un dahi transferi gündem olabilir, onun da adı Basel gibi takımlarla anılıyor. 3-4 milyon'luk bir teklife hayır denilmez ki varlığıyla da doğru bir alternatif olduğunu düşünmüyorum.

Okaka'yı yeni sezon için düşünebiliriz. Gerçi bu dönemde oynamaya ve yükselmeye başladı, şartları sezon sonunda ne olur bilmiyorum. Mbokani'nin ise sezon sonunda sözleşmesi bitiyor, bu anlamda gündeme gelebilecek bir futbolcu. Alternatif için yazıyorum bunları, Gomis'in yanına veya arkasına gibi düşünmek gerekiyor, yerine alınacak isimler değiller. 

Mbokani'nin yaşı 32, bu bir handikap olabilir. 2 yıllık bir sözleşmeyle düşünülebilir, Türkiye için hala gücü var diye düşünüyorum. Bir handikap var, daha doğrusu bilinmezlik, o da sakatlıkla alakalı. Aralık ayından bu yana sakat ve henüz geri dönebilmiş değil. Ukrayna Ligi'nde araya denk gelmesi nedeniyle konuşulmadı belki ama bir bilinmezlik var. Bu sezonu gayet iyi geçiyordu, 24 maçta 11 gol 1 asisti var. Tüm Dinamo Kiev kariyerinde ise 70 maçta 30 gol 13 asist.

Özellik itibariyle de biraz Gomis'e benziyor. Pivot olsa da hareketli bir oyuncu, hızlı da. Ortalama bir bitirici, fizik anlamda güçlü diyebiliriz. Eren Derdiyok da pivot ama hareketsiz, mücadele ve güç noktasında o kadar iyi değil. Okaka bu anlamda farklı seviyede olsa da ona göre bitiriciliği daha iyi, yine hareketli ve rakip savunmayı karıştıracak bir forvet. Türkiye'de bu tarz isimler yürür, tarz itibariyle uyacağını düşünüyorum..

Eskiden bazı şeyler daha güzeldi, futbolun da kendine özgü masumiyeti vardı

9. yıl yazısında da yazmıştım. Biraz da blogun geçmişine inelim, sadece benden ibaret bir platform değil burası. Blogun oluşumunda ve geçen yıllarda katkı sağlamış birçok arkadaşım var. Ben de onlarla konuşmak istedim ve hem eskileri yad edelim dedim, hem de onların gözünden Burak Eren'i okumanızı isterim. İlk konuğumuz ise Atilla Çelik, benim hayatıma damga vuran, çok değer verdiğim bir büyüğüm. Şu noktaya gelmemde fazlasıyla emeği, katkısı var, ben ise onun hakkını bir ömür ödeyemem. Kendisini takip etmek isteyenler için ise Twitter linkini paylaşayım;

https://twitter.com/AtillaCelik


Sportif Cümleler denildiğinde Atilla Çelik isminin altını kırmızı kalemle çizmek gerekir. Blogun ilk günlerinden bu yana abiliğin, katkın ve emeğin büyük oldu. Özellikle ritüel bölümlerimiz unutulmayacak. Sportif Cümleler senin için ne ifade eder, geriye dönüp baktığında ne düşünürsün?

Atilla Çelik: Öncelikle yıllardır internet platformu üzerinde yazı yazmazken böyle gelmen benim için sürpriz oldu. Zaten senin isteğin olmasa paylaşacağım da yoktu. Bunun için teşekkür ederim.

Sportif Cümleler benim için ne ifade eder sorusunun cevabı benim için çok basit aslında. Benim bir çocuğum yok ama bu çocuğunuzun emeğiyle gurur duymanızla aynı anlama geliyor. Daha ortada bu platform yokken sürekli bir şeyler paylaşırdık. Hep bir şeyler sorar ve kafa patlatırdın. İçinde büyük bir istek vardı üretmeye dair. Bu isteği yerine getirmek o kadar kolay değil. Büyük bir emek var ortada. Feda edilen zaman söz konusu.

Sportif Cümleler fikrini ilk ortaya attığında bu noktaya geleceğini sen bile tahmin etmiyordun muhtemelen. Bugün ise neler yazdığını merak eden çok takipçin var. Ve sen bunu yaparken karakterinden hiç ödün vermedin ve eminim ki takipçilerin yazdıklarının haricinde karakterini de bildikleri için sana karşı çok sıcaklar. Bir tane insanı kazanmak bile benim gözümde çok değerlidir. Bu açıdan bakınca Sportif Cümleler gayesine bence ulaştı. Bu yüzden senin için çok mutlu oluyorum. Bir insanı bile kazanman bir çok gayeden yeğdir.

Gscimbom forumunda başlayan bir kardeşlik bizimkisi. Seni orada tanıdım ve bu zamana kadar hiç kopmadık. Şu günlerde yazıp çiziyorsam bunda emeğinin karşılığını bulamıyorum. Senin tırnağın dahi olabilsem benim için çok büyük bir olay. Senden örnek aldım ve tavsiyelerin doğrultusunda kendimi geliştirmeye çalıştım. Peki Burak Eren dersek ne dersin, ben bir baş belası mıyım yoksa iyi ki dediklerinden biri mi :) ?

Atilla Çelik: Tanıştığımızda bıyıkların yeni terliyordu. Aşırı meraklı ve istekliydin her şeye karşı. Kanımız hemen birbirimize ısınmıştı. Bunun Karadenizli olmamız ile ne kadar ilgili olduğu konusu tek başına yeterli değil. Burak Eren deyince aklıma en başta üç şey geliyor. "Saf", "temiz" ve "yeğen". 41 yıllık ömrümde çok insan gördüm. Çok gözlemde bulundum. Yeri geldi bir insanı on dakikalık gözlemlerle tanıdığım oldu. Senin gibi saf ve temizini pek görmedim ama. Saf derken olumsuz anlamda kullanmıyorum. Kimse hakkında kötü sözler söylemeyecek kadar saf oluşunu kastediyorum. Günümüz dünyasında insanlar kopup gitmiş durumdalar. Bir çok şey menfaat ve çıkar ilişkisinden ibaret. Bu uğurda en karaktersiz insanlara "adam" bile dendiğini görüyoruz. Bazı kavramların içi o kadar boşaltıldı ki bazen ne kadar karaktersiz olursa olsun tek bir iyiliğini gördüğünüz insanlarda bunu görmezden gelenler olabiliyor. Bunu sende asla görmeyeceğiz. Sen gerçek anlamda "çok iyi" bir insansın.

Belki eskisi gibi pek bir şey paylaşmıyoruz ama benim gönlümde yerin hep çok farklı. Günümüz dünyasında senin karakterinde insanlara artık pek rastlamıyoruz. Meramını bel altına inmeden, insancıl bir şekilde anlatan bir kişiliksin. Sana şaka yollu bel altı inilse bile üslubunu asla bozmuyorsun. Bir anne ve babanın karakter anlamında sahip olmak isteyeceği bir evlat profilini çizmek istesek senin profilini çizerdim. Kaç yıllık ahbaplığımızda sana karşı tek bir alınganlığımı ve öfkemi hatırlamıyorum bile. Hep olumlu, hep sevecen. Sana "yeğen" diyoruz işte; anla seni nasıl gördüğümü :)


Geçmişte ateşin daha yüksekti tabii, son yıllarda yaşanan tüm gelişmelerden büyük rahatsızlık duyduğunu biliyorum. İş durumları da derken biraz koptun ama Galatasaray denildiğinde benim için çok büyük adamlardan birisin. Soğumanı sormak istiyorum, geçmişle bugünün farkını. Sence iyiye dönüş noktasında ihtimal var mı ya da boşa mı uğraşıyoruz?

Atilla Çelik: Aslında birçok şeyden soğudum. Bunda sadece yoğun iş hayatının etkisi yoktu. 15 yıl önceki insan değiliz. O zamanlar daha fazla enerjim vardı. Daha gençtim, beynim dinçti ve bir çok şeye ilhamım vardı. Yirmili yaşlardan kırklı yaşlara gelince bazı şeyler eskisi gibi olmuyor. Sonuçta hayatın kendisi ile beraber bünyemi bayağı yıpratmış iş hayatını da ekleyince, oldukça yıpranmış beyin hücreleri söz konusu. Ayrıca insan bedeni de yılların getirdiği erozyona maruz kalıyor. O zamanki enerjinin olmaması normal.

Kendi hayat gerçeklerimden kaynaklı soğumalar söz konusu iken siyasetin, ahlaksızlıkların, kanunsuzlukların ve komisyonculukların artık daha fazla kol gezdiği futboldan soğumam çok doğal bir durum. Spor kültürü ülkemizde çürük bir düzenden ibaret. Televizyona bakarsanız orada bile görürsünüz çürümüşlüğü. Hani birkaç çürük elma olsa ayıklayıp savaşını verelim diyebileceğiniz bir ortam da yok. Çünkü güç artık onların elinde. Adamcıların elinde. Misal asıl görevini yapan ve profesyonelce yaşayan yabancı futbolcular adamcıların gözünde hala bir gavurdan(!) ibaret. Günümüz Türkiye'sini muhteşem görselleyen örnekler silsilesi içinde boğuluyoruz. Böyle iğrençliklerin yaşandığı bir dünyaya dair ne paylaşmak isteyebilirsin?

Eskiden bazı şeyler daha güzeldi. Futbolun da kendine özgü masumiyeti vardı. O zamanlarda da acayip ince işler dönüyordu ama büyük bir kısım bunu ayıplardı. Şimdi ise o ince işlere daha büyük bir kitle katılmış durumda. Masum kalan; maaşından fedakarlık yapan bir takımın gerçek sahipleri.. 

Birileri inanılmaz paralar kazanıyor. Müthiş rantlar dönüyor. Bundan yirmi yıl önce günümüz futbolcularından kat be kat daha yetenekli olan oyuncular, günümüz sporcu menajerlerinden bile daha az kazanıyordu. Daha sadık ve fedakardı. Birileri müthiş bir rant yakaladı. Yukarıdan bir emir geliyor ve tüm taşlar yerinden oynuyor. Adam akşamki maçta yeniliyor, maçtan sonra karalar bağlaması gerekirken dünya umurunda bile olmuyor. Cefayı çeken ise zorla kazandığı maaşından feragat eden taraftarlar oluyor. Böyle bir futbol dünyasında artık futbola dair yazmak bana çok anlamsız geliyor.

Ünal Aysal Galatasaray'ı satıyor isimli yazın Sportif Cümleler tarihinin en çok okunan 3. yazısı, linkini bırakıyorum;


O dönem Ünal Aysal'ı eleştirenleri eleştirdiğin bir yazın, başkanı destekleyen nitelikte. Tabii o dönem bambaşka şeyler konuşuyorduk, Fatih Terim'e kadar. Sonrasında farklı bir sürece girdik, belki sen de Ünal Aysal'ın karşısında durdun ama vizyonun altını ısrarla çiziyoruz. Hatırlıyor musun bu yazıyı, yine geçmiş / bugün kıyasında hangi noktadayız?

Atilla Çelik: Aslında Prandelli geldiği zaman da bir yazı yazmıştım. O yazı kim bilir en çok okunan yazı olacaktı. İnanılmaz sayıda yorumlar geliyordu ama aşırı agresif yorumlara dayanamadığın için o yazıyı kaldırmak zorunda kalmıştın :) Hem paylaştığın yazıya bakarsan yorumlar bölümünde " Ujfalusi'ye hiç olumlu bakan biri değilim." yazmışım. Yazdığımızla kalmışız yani. Futbol otoritesi değiliz sonuçta.

Benim içim Aysal döneminin en önemli güzelliği biat kültürünün tam tersi tarafında yer almasıydı. Bu "fikri hür, vicdanı hür" mottosu için değişmez Galatasaray kanunlarından biriydi. Olması gereken Galatasaray'dı. Müthiş bir vizyon vardı. Drogba ve Sneijder bile salt sahada vermeleri gereken performans için alınmamışlardı. Bir vizyon güdüsünün araçlarıydı. Gerekirse onları oynatacak hoca(!) bile bulunurdu. Ama Galatasaray'a şirket olarak bakılıp profesyonelleşme adı altında çalışanlara absürt maaşlar bağlanması ve bazı futbolcu sözleşme uzatmalarının fahiş ücretlere mal olması gibi de yanlışlıklar vardı. Haksızlıklara karşı tepki gösteren, gerekirse basketbol takımını sahaya sürmeyen bir anlayış ülkemiz normlarına aykırı hallerdi. Bunlar 'gerekirse' olması gereken şeylerdi. En azından o zamanlar başarı da vardı.

Dursun Özbek ise her zaman dediğim gibi benim gözümde bir kayyumdan öte değildi. Göreve geldiği günden beri tüm yaptıklarını üst üste koyarsanız, "rakip takım başkanı bile bu kadar zarar veremezdi" sonucuna erişirsiniz. Üstelik Riva vs elden çıkmışken ortada ne başarı var ne de para. Galatasaray'ın çözmesi gereken dağ kadar sorun var. Bunu çözebilmenin tek yolu bence taraftarı da bu kulübün ciddi anlamda içine sokmaktır. Diğer türlü bu kadar borç yükünün üstesinden sadece sportif başarılarla gelemezsiniz. Bazı başarıları elde edebilmek için bazı harcamaları fazla yapmanız gerekecektir. Harcama riskine girmeden gelmesini beklediğiniz başarılar da masal kitaplarında yer alacak ender başarı öykülerinde yazılabilecek hikayelerdir.

PSG, Manchester City vb kulüpler o kadar harcamayı yaparken kulüp hayrına yapmıyorlar. Kulüp sahipleri daha çok kendi hayırları için yapıyorlar. Sonuçta bir noktada bir şeyleri aklamaları gerekiyor. Bazı kulüpler de fahiş ücrete transferleri gerçekleştirirken direkt bankadaki veznelerine gitmiyorlar, bankanın kredi bölümüne gidiyorlar. Belki Bayern ve Arsenal gibi kulüpler kredi bölümüne gitmeden direkt vezne bölümüne gidiyorlardır.

Galatasaray'ın ise değil vezne bölümüne gitmeye, kredi bölümüne gitmeye bile tahammülü kalmamış görünüyor. Artık oldukça çağdışı kalan üyelik tüzüğünün değişmesi gerekiyor. Bu değişmediği sürece Galatasaray her geçen yılın nihayetinde kendisini borç batağında boğulurken bulacaktır. Belli yıllık aidatlar karşılığında her Galatasaray taraftarının kulübe üye olmasının yolu açılması gerekir.

Sonuç olarak o zamanki durumun daha ilerisinde olmayı bırak, eşit noktasında bile değiliz. Bayağı bir gerisindeyiz. TFF, MHK gibi kurumların da yaklaşımları ortadayken "ülke içinde" başarı denen olguya erişmek artık iyice zor. Öyle ya da böyle dolaylı yoldan da olsa siyasi iradeye, direkt yoldan da TFF'ye kafa tutmuş bir Terim gerçeği varken "ülke içinde" başarıya ulaşmak iyice zorlaştı. Günümüz hayat gerçeği de böyle değil mi zaten? Biat etmezsen sonuçlarına katlanırsın.


GSCimbom Fanzin'de birlikte yazıyorduk, sonra bir internet sitesi girişimimiz oldu ama biraz da tecrübesizdik sanki. Biraz da hayat gereklilikleri gereği gerçek anlamda bu işlere yüzde 100 kafa yormadın. Yormuş olsan zaten bugün dev bir fenomendin. İnsanların seni daha yakından tanımasını isterdim, ben şanslı biriyim. Peki Atilla Çelik bugünlerde neler yapar, günün birinde geri dönmeyi düşünür mü?

Atilla Çelik: Bundan on yıl öncesini hatırlıyorum da ne kadar aktifmişim. Hemen hemen bir çok konuda sürekli bir şeyler yazar ve paylaşırdım. Futbol, müzik, edebiyat, tarih, sinema.. İzlediğimden, okuduğumdan, dinlediğimden ve gördüğümden etkilendiğimde durmaksızın, sayfalar dolusu yazardım. Çok enerjim vardı. Ama ondan daha fazla olan şey ise ilhamımdı. Belki inanmayacaksın ama elimde 4-5 tane kitap çıkaracak kadar materyal var. Fakat bir noktadan sonra, iş hayatının zorluklarının yanında yaşın getirdiği yorgunluk, ilhamın ve enerjinin gitmesiyle beyin sinir uçlarım yandı zannedersem. 18 yıllık yorucu iş hayatı bunda büyük etken. Hele bir de bunun son 12 yılında yıllık izin bile kullanamamışsan.

Hayatım boyunca en baskın karakterim hep sorumluluk ve fedakarlık duygum olmuştur. Bu huyumu değiştiremedim. Birçok noktada beni tüketti ama insanoğlu kendisini bazen değiştiremiyor. Ama bir noktada hayat bir değişimi mecbur kılıyor. Yaklaşık bir ay önce işten ayrıldım ve bu aralar sadece kafa dinliyorum. Her gün bir çok sorunla boğuşan ben, bir aydır sadece tek bir şeyi düşünüyorum: "Bugün hangi yemeği yapsam acaba?" Düşündüğüm tek şey bu :)

Bol bol dinleniyorum. Diziler ve sinemalar izliyorum. Müzik dinliyorum. Çocukluğumdan beri evi sevmişimdir ve günümün büyük çoğunluğunu evimde keyif yaparak geçiriyorum. Ama bu yaptıklarımdan artık yazı yazma noktasında ilham almıyorum. Yaşlandık zannedersem. Olur da bir gün kendimi zorlarsam o 4-5 kitaplık materyali kitaplaştırsam mı diyorum. Kendimi bazı konularda tembel ve yorgun hissediyorum. Bazen gerçek hayatın içinde boğulmaktansa bir dizinin, sinemanın, kitabın ve müziğin içinde yok olmak yeğ geliyor.

Bundan yirmi yıl önce daha samimi ve daha iyi insanlar vardı. Bazı şeyler daha içtendi. O insanlarla ölüme bile giderdiniz. Her şey bu kadar interaktif değildi. İnternet hayatın önemli bir parçası değildi. İnsanlık, benliğinden bu kadar uzaklaşmamıştı. O zamanlarda da menfaat ve çıkar ilişkisi vardı ama bu kadar derinleşmemişti. Dışarı çıkıp ne yapacağım ki diyorum. Artık hayatlarının her anını internet deryasına salanlar var. Özel hayat diye bir kavramın içi boşaltılmış durumda. Neredeyse hiçbir şeyin özeli kalmamış durumda. İnsanlar sevgiye ve ilgiye aç. Bir değişiklik peşinde. Ama o değişim bildiğimiz hayatın gerçekleriyle örtüşmediği sürece sanallığa mahkum kalacak. Bazen geçmişi düşünüyoruz, bazen geleceği düşünerek kendimize dert ediyoruz. Başımızı yastığıma koyduğumuzda bazı kaygılar uykularınızın kaçmasına sebep oluyor. Geleceği düşünüyorsunuz. Olayın bir de vicdan boyutu var tabii. Zannedersem hayattaki en büyük başarı vicdanımızın rahat olması olmalı. Gerisi teferruat olacaktır.

Oyuna girdiklerinde kim umutlanıyor, seyri değiştireceğiz diye düşünüyor?


Yasin Öztekin'i eleştirdiğim ve övdüğüm zamanlar var. Blogun arşivi kendisiyle alakalı yazılarla dolu. Biz bugüne dönelim, Yasin Öztekin'in içinde bulunduğu durumla alakalı konuşalım. Fatih Hoca sonrası yükseliş gösterir diye düşündüğüm isimlerden biriydi ki o şansı da buluyor. Kupa veya lig fark etmiyor, Fatih Hoca'nın onun adına ısrar ettiği dönemler var.

Tudor yüzüne bakmıyordu mesela, Fatih Hoca ise Yasin Öztekin başta olmak üzere birçok isme şans verdi. Bu süreçte Donk'u kazandı mesela, o şansı iyi kullandı. Mesele de bu, şansı iyi kullanmanız, yoksa hoca rotasyonu çok seviyor ve şu süreçte de olmazsa olmaz. Kısıtlı bir kadromuz var, kulübenin iyi olmadığının altını ısrarla çiziyoruz, elde olan isimlerden kimi kazanırız diye düşünüyoruz.

Bu sorun da özellikle hücum tarafında. Forvet alternatifi de böyle, mevcut form durumlarıyla kanat rotasyonu da sorunlu. Garry Rodrigues şu aşamadaki tek iyi isim, Feghouli'nin ise hala kendisini bulmasını bekliyoruz. Yine de istatistikleri iyi, kalitesiyle işi bir noktaya kadar taşıyabiliyor. Yasin Öztekin ya da Sinan Gümüş ise kendilerine gelen şansları ısrarla değerlendiremiyorlar.

İşi sadece ilk 11 olarak düşünmeyin. Maçlar 11 kişiyle oynanmıyor, kenardan getirdiğimizde etki edecek, patlayıcı özellik gösterecek bir alternatif de yok. Yasin Öztekin veya Sinan Gümüş oyuna girdiğinde kim umutlanıyor, seyri değiştireceğiz diye düşünüyor. Form yakalamaları için de bu tarz maçlar şans ama yine beklentinin uzağındalar. Sinan Gümüş'ün gol atması bir şey ifade etmedi, ben maçı sürüklemesini beklerdim. Yasin Öztekin için de aynısı geçerli.

Yukarıdaki pozisyon en büyük örnek, bir bakıma Yasin Öztekin'in kariyer özeti. Dakika 67, maç 1-1 ve kötü oynuyoruz, pozisyona girmekte zorlanan bir Galatasaray var. Yasin Öztekin'in şu pozisyonda Feghouli'yi görememesi inanılmaz bir olay. Anlık bir aksiyon da değildi, neredeyse 1 dakika Feghouli pası bekledi ve orada boştu. Atmadı, topu sol tarafa kırdı ve rakibin kalabalık olduğu yere girdi. Haliyle de hiç olan bir pozisyon. Devamında da Feghouli'nin 2 pozisyonda Yasin Öztekin'e vermediği pozisyonlar var, bilerek zorladığı. Bunlarla uğraşıyoruz işte.

Yasin Öztekin tüm Galatasaray kariyeri boyunca gole yakın bir isim oldu. 31 gol 30 asisti var ve bir kanat oyuncusu için muazzam istatistik gibi duruyor. Öyle olmuyor işte, bu maçtakine benzer öyle pozisyonlar yaşanıyor ki Yasin Öztekin'in o aşamayı kaydedememe nedeni. Kendine oynuyor, çok fazla şahsi düşünüyor, sürekli golü zorluyor. 

27 Şubat 2018 Salı

Akhisarspor 1-2 Galatasaray, oyun keyifli olmasa da sonuç güzel


Rotasyon beklemiyordum, şu kadroyu gördükten sonra da beklentim bir şekilde avantajlı sonuç elde etmekti. İyi oyun beklemiyordum, maçın genelinde de kötü oynadık. Kötü oynarken kazanmayı da bir süredir unutmuştuk, zirveyi hedefleyen takımlar adına bu da kazanım. Lanet bir deplasman fobisi var, bu anlamda da kazanmayı hatırlamak önemli.

Yine de turu Akhisar'da bitirmek mümkündü. 2-1'den sonra da pozisyonlar geldi, Konya deplasmanı da böyle olmuştu, iyi ki 2-2'ye gelmedi maç. Rakip de geliyor çünkü, bir anda her iki takımın kontrolü kaybetti ve büyük boşluklar oluşmaya başladı. Çok fazla duran top veriyoruz ve vurdurmaya devam ediyoruz. Bugün sakat sakat devam etse de Muslera iyiydi, son pozisyonda da duran top savunması noktasında bir çalışma olduğunu gördük. 

Anlamsız işlerle de uğraşıyoruz. Yasin Öztekin'in Feghouli'ye vermediği bir top vardı, devamında Feghouli de Yasin Öztekin'e 2 pozisyonda topu vermedi. Bunlarla uğraşmamıza rağmen kazanmak gerçekten önemli. Bu maçta nasıl oynadığımıza pek bakmamak gerekiyor, önemli olan avantajı sonuç almaktı ve bunu kazanarak başardık. 

Kulübe gerçek anlamda sorun. Tudor dönemi de bunun altını çizdik, herhangi bir şey değişmiş değil. Tek bir fark var, Fatih Hoca ısrarla elde olanı kazanmak için zorluyor. Tudor ise kenara bakmadı bile, kötü dedi ve kestirip attı. Haklı ama altını doldurmadı, Fatih Hoca ise rotasyon beklenmeyen anda dahi kenardaki isimleri deniyor, son bir şans daha veriyor.

Eren Derdiyok'un sakatlığı büyük handikap oldu, şu aşamada Gomis'e bir şey olmamalı. Bu iki isim arasında da fark büyük olsa da Gomis'i dinlendirirken Sinan Gümüş / Yasin Öztekin gibi isimleri forvette kullanmak zorunda kalıyoruz. Gomis kadar varız demiştim, çünkü orada bir duvar ve servis yapıyor, ona yakın oynayan oyuncular da yükseliyor. Garry Rodrigues gibi, bugün Gomis olmadan ki etkisi iyi değildi. Mücadele etti, didindi ama ceza sahasında o pası atacak kimseyi bulamadı ki.

Maçın genelinde bir rahatlık da vardı. Şans şu, 1-0'ın ardından 1-1'i erken bulduk. Şu görüntüde pozisyona dahi girmekte zorlandık, Akhisar'ın da hızlı oyuncuları var. Biz hücumu zorladığımız her an cezalandırırlardı ki şu halde dahi büyük etki yarattılar. 1-1'i bulduğumuzda tempoyu mümkün olduğu kadar düşürdük, zaten Gomis olmadığında da hücumda kalmamız söz konusu değil. Biz de hızlı çıktığımızda biraz olsun hareketlendik, zaten Gomis'siz şu düzen de sadece o oyunu oynayabilirdi.

Selçuk İnan / Tolga Ciğerci ikilisini beğensem de Belhanda'yı etkisiz buldum. Yine laubali hareket ettiği günlerden biriydi. Hücuma yakın oynaması, daha fazla sorumluluk alması gerekiyordu, o ise çok hata yaptı. Feghouli'yle birlikte biraz daha hücumda akıl bekliyordum, o sorumluluğu aldı gibi görünse de temposu düşük, hareketsiz ve bu da sorun yarattı. Gomis oyuna dahil olduktan sonra bir etki var, en azından hücumda kalmaya başlayarak.

Dediğim gibi, kazanmak önemliydi. Umarım Muslera'nın ciddi bir durumu yoktur diyelim, aksi halde ciddi favori olduğumuz Karabük deplasmanı da zora girer. Önemli oyuncularımızı dinlendirdik, bu bir avantaj. Deplasman fobisini aşmak anlamında da iyi bir adım attık, final için avantajlı, istediğimiz sonucu da elde etmiş olduk. İyi bir akşam olduğunu düşünüyorum, kötü oyunun önemi yok..

Transfer tarzı "2018" #22; Marouane Fellaini


Fellaini ismini sürekli anıyoruz. Sezon başında da konuştuk, o dönem Mourinho "beni almak daha kolay" dedi. Ocak ayı için andık, şimdi de yaz dönemi için yazıyoruz. Sezon sonunda sözleşmesi bitiyor ve Fellaini'nin Manchester United'de devam etmek istemediği yazılıyor. Her ne kadar Mourinho'nun prensi gibi görünse de mevcut durum itibariyle o görüntü değişti.

Fellaini'nin şu aşamada bir sakatlığı var, Nisan ayında geri dönecek gibi görünüyor. Mourinho'nun prensi ama olmazsa olmazı değil. Onu daha çok joker olarak kullanıyor ve kenardan getiriyor. İşin pis yanını iyi yapar, oyunu tutma noktasında katkısı büyük oluyor. 1.94'lük boyuyla da iyi bir hava hakimiyeti var, oyunu hücuma yıktığınız anlarda da rakip ceza sahasını karıştırabiliyor. Mücadele özelliği de yüksek, hal böyle olduğunda Mourinho ondan vazgeçmek istemiyor.

Everton döneminde daha çok forvet arkasında oynuyordu ve rakip ceza sahası çevresinde etkisinin daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Hızlı bir futbolcu değil, tempolu olsa da ağır kalabiliyor. Pas ve teknik özelliği Türkiye şartları itibariyle fazlasıyla iyi, dün de 4-1-4-1'i düşünürken Fellaini doğru alternatif olur diye düşünüyorum. 4-2-3-1 gibi bir düzende 8 için tartışılırdı, 6 için ise ağır kalabilirdi. 4-3-3 için orta sahada iyi bir tamamlayıcı, 4-1-4-1 için ise forvetin arkasında fazlasıyla ideal.

Fatih Terim'in de jokeri olur, bu tarz futbolcuları çok sever. Bu transfer de fazlasıyla olası, burada yıllık ücret konuşur. Dev kulüplerin peşinde koşturacağını düşünmüyorum, Premier Lig'de kalması bir ihtimal olsa da Galatasaray gibi bir takımda şampiyonluğa oynamak, Şampiyonlar Ligi'nde boy göstermek (tabii katılırsak) isteyebilir. Galatasaray ve Beşiktaş anılıyor zaten, dış basındaki son haberler de Galatasaray'la 2+1 yıllık anlaştığını yazıyoruz.

Biraz sorunlu bir karakter tabii, Fellaini denildiğinde yine "gamsız" yorumları yapılacak. Gün itibariyle Belhanda ve Donk gibi isimlerin Fatih Hoca'nın elinde dönüştüğü yeri görünce de Fellaini için daha fazlasını düşünüyorum. Mourinho'yu sever, onun için saha içinde kafamı bırakabilirim der. Fatih Terim de bu tarz frekanslara girmesini iyi biliyor, Fellaini onun elinde fazlasıyla güçlü bir koz olur.

Orta sahayı hem daha sert kılmalı, hem de kalitesini yükseltmeliyiz. Donk'u kazanmış gibi dursak da hala sıkıntı var, ben en az 2 transfer yapılması gerektiğini düşünüyorum. Biri Fellaini olabilir, diğeri de biraz daha Badou Ndiaye tarzına yakın bir tempolu orta saha. Ocak ayında transferin son günü Samuel Bastien'i zorlamıştık, o tarz olarak Badou Ndiaye'ye daha yakın, "mazzela" dediğimiz tip. Yine onun için bir uğraş olabilir ve bu rotasyon fazlasıyla iş görür..

Fellaini için sezon başında yazdığım yazıları tekrar paylaşayım, oradan da alınacak cümleler var;
https://www.sportifcumleler.com/2017/07/marouane-fellaini-galatasaray-muallakta.html
https://www.sportifcumleler.com/2017/07/tercihim-ndiaye-olur-da-fellainiye-kim.html

Sportif Cümleler 9 Yaşında


Blog arşivine indim, "yaş kutlaması" yazılarına baktım. Hepsinde farklı bir şeyler yazıyor, 9 yılda gerçek anlamda bir değişim var. Değişmek gerekli, aynı çizgide devam etmek gerçekten zor. Çünkü bu iş bir hobi ve farklı şeyler denemeden ya da güne ayak uydurmadan devam etmek güç. Kendimden biliyorum, çabuk sıkılırım, ısrarla yeni bir şeyler ararım. Sportif Cümleler için ise ısrar ediyorum, her geçen dönem aldığım keyif daha da yükseliyor.

Geliştirdim kendimi, ilk döneme oranla şu günlerin farkı çok büyük. İlk günler yaptığım iyi bir şey varsa o da "yapılanma" olmuş. Yazmaya başladığım dönemlerde çok daha iddialı bloglar vardı, onların arasından sıyrılmak ya da aralarına girmek gerçek anlamda zordu. Doğru bir plan uyguladım, sonrasında üzerine koyarak devam ettim. Kırılma noktam ise askerden geldikten sonra, farklı konu içerikleriyle de sadece Galatasaray üzerinde dahi bambaşka bir iş yapabiliyorum.

Olay sizde bitiyor tabii, beni teşvik eden bu. Okuma oranlarına takılmıyorum, o zaten bir seviyede ve "blog" olgusu için de ciddi rakamlar. Aldığım etkileşim beni mutlu ediyor, bloga gelen yorumlar ya da sosyal medyada yazılanlar gibi. Övgüsü, yorumu ya da eleştirisi, fark etmez. Bu süreçte kırdığım arkadaşlar da olabilir, hepsinden özür dilerim. Bazı konulara çok takılıyorum, insanın da bir anı diğer anını tutmayabiliyor. Eğer bu yazıyı okuyorlarsa mutlu olurum, kendilerine ancak bu şekilde ulaşabilirim.

9. yıl için şöyle bir şeye giriştim, bloga geçmiş zamanlarda katkı veren çoğu dostuma ulaştım. Onlarla hem geçmişi bir kez daha yad edelim dedim, hem de onların gözünden beni okumanızı istedim. Soruluyor çoğu zaman, Burak Eren ne yapar, kimdir diye. Bir de onların güzünden bakalım. Geriye dönüp baktığımda bu blog kaynaklı müthiş dostlar biriktirdim ve çok güzel bir ortam yarattım. Herkese tekrardan teşekkürler.

Devam edeceğiz, durmak yok. Mevcut olan konseptler zaten devam ediyor, elbette yeni şeyler de deneyeceğiz. Farklı yazılar da yazmak istiyorum, olayı biraz daha Burak Eren'e indirgemek. Film, müzik ya da başka şeyler, ilgi alanım olan ve iyi bildiğim, ifade edebileceğim konular da var. Ben Galatasaraylıyım, hayatımın merkezi bu. Yine temelimiz aynı, değişmeyecek. Sadece farklı şeyler de olacak, bazı zamanlar kişisel noktalara da gireceğiz.

İnteraktif olmaya çalışıyorum, bana istediğiniz zaman ulaşabilirsiniz. Dediğim gibi, bu blog sizin sayenizde devam ediyor, aldığım etkileşim beni teşvik ediyor. Herkese cevap vermeye, ulaşmaya çalışıyorum, eğer atladığım varsa da özür dilerim. 9. yılda bizleri nelerin beklediğini merak ediyorum, umarım Allah nasip eder ve nice yılları birlikte yaşarız..

26 Şubat 2018 Pazartesi

Fernando'nun dönüşü sonrası 4-1-4-1?


Fatih Hoca'nın Galatasaray'daki 3. döneminde ilk tercihi 4-1-4-1'di. Hatırlarsınız, ağırlıklı olarak bu düzeni deniyorduk ve başarılı olamadık. Nedenleri de basit aslında, forvetin arkasındaki ikili Selçuk İnan / Sabri Sarıoğlu'ydu. Sağ tarafta Kazım, sol tarafta ise Eboue dahi denenmişti. Forvetin arkasında böyle bir ikiliyle ayakta kalmak elbette imkansız, Selçuk İnan en iyi döneminde dahi 10 numara değildi, olamazdı. 

Sezona da zaten kötü başlamıştı, 4-4-2'e dönüş sonrasında müthiş bir çıkış göstermiş ve belki de o şampiyonluğun en önemli ismi olmuştu. Fatih Hoca'nın iyi tarafı da bu, taktik esnekliğe fazlasıyla açık ve belli kalıplar üzerinden değerlendiremeyiz. 4-2-3-1'e o kadar sıcak olmadığını biliyorum, onun dışında Fatih Hoca döneminde 3'lü savunmalar dahil birçok düzeni gördük.

Bugüne dönecek olursak bence yine bir formasyon arayışı var. Felsefe belli olsa da formasyonumuz şu diyemem. Son zamanlarda 4-3-3 gibi diziliyoruz, Belhanda'yı biraz daha 8 numara gibi kullanmaya başladık ve yerini bulduk diyoruz. Şu da var, hocanın Feghouli için de asıl tercihi forvetin arkasında oynamasıydı. Kayserispor deplasmanını hatırlayın, o dönemde de Belhanda kenardaydı mesela.

Twitter'da Serhan Türk isimli arkadaşım bana bir kadro attı ve fazlasıyla mantıklı geldi. Bugün de birkaç yerde Fernando'nun dönüşü sonrası 4-1-4-1'e dönülebileceği yazılıyor. Önce kadroyu paylaşayım;

Muslera
Linnes Maicon Serdar Nagatomo
Fernando
Mariano Feghouli Belhanda Garry
Gomis


Bana mantıklı geldi, bu düzeni gayet oynayabiliriz. Yasin Öztekin / Sinan Gümüş ikilisi beklenen etkide değil ve hoca da Linnes / Mariano'yu arkalı önlü kullanabileceğini söyledi. Belki de bu ikiliyi kupa maçında izleriz, beklentim var. Mariano'nun sağ bek için yaşıyla alakalı temposu doğal olarak düşüyor ama büyük bir oyun aklı ve tekniği var. Orta sahada da kullanılabilir denilmesi bu yüzden, orayı da kaldırır. Sağ önde de yapabileceğini düşünüyorum, oyun aklı çok yüksekte.

Feghouli için sorun var. Temposu biraz sıkıntı, orada büyük boşluklar da doğabilir, oynaması durumunda fark da yaratabilir. Onun da temposu düşük, hala kendini tam anlamıyla bulabilmiş değil. Galatasaray'da en iyi maçlarını ise merkeze biraz daha yakın oynadığında oynadı. Böylelikle yerini bulmuş oluyor, her ne kadar sağda oynamalı desem de böyle bir kurguda katkısı yüksek olur. Belhanda da biraz daha iki yönlü oynayacak, yine 8'e daha yakın.

Fernando'nun nasıl döneceği önemli, umarım formayı giyer giymez katkı sağlar. Öyle bir isim ki kurguyu dilediğiniz gibi değiştirebiliyorsunuz. Tudor döneminde de başlangıç 4-1-4-1'di ve Fernando sezona müthiş girmişti. Badou Ndiaye'nin temposu orada önemli olsa da oyun kurma noktasında sorun yaşadık. Burada Feghouli / Belhanda bir arada, diğer yandan Tolga Ciğerci'yi de sezon başındaki görüntüsüne döndürebiliriz. Belhanda oyun kurma işini yapar, geriden top da çıkarır, 8'i iyi oynuyor.

Hücum ağırlıklı bir kadro gibi görünüyor, özellikle iç sahada büyük iş göreceğini düşünüyorum. Zaten iyiyiz, biraz daha üzerine koyabilir. Maçına göre de Selçuk İnan, Donk gibi tercihlerle de orta saha desteklenebilir. Şu düzen benim için sürpriz olmayacak, 4-3-3'ü 4-1-4-1'e evirmek mümkün..

"Kazanmak olay", işin felsefesi bu


"Kazanmak olay", işin felsefesi bu. Sabretmeyi, beklemeyi sevmiyoruz. Gerçi Belhanda'nın doğru oyununun altını ısrarla çizdim, ligin ilk yarısında kötü bir görüntüsü yoktu. İşin daha mücadele kısmındaydı ki transfer edilme nedeni de o. Beklenti farklı tabii, önce Sneijder algısına kurban gitti, devamında 10 mu 8 mi tartışmaları derken şu zamana geldik. Ben ise her zaman daha fazlasını bekledim ve sorumluluk alması gerektiğinin altını çizdim. 

Fatih Hoca göreve geldikten sonra ise çıkışa geçmesini beklediğim futbolcular arasında 1 numaraydı. Yine yazıyorum, daha fazlasını verebilir, oynadığı herhangi bir maçı tek başına kazandırabilecek yeteneğe sahip. Çıkışta, bunun altını çizelim. Sorumluluk alıyor, hücumun aklı Belhanda üzerinden konuşuluyor. Sahada olmadığında ortaya çıkan tablo net, Belhanda'yla daha iyi bir oyun var. 

Fatih Hoca'nın Belhanda'yı kenara aldığı 2-3 maçlık dönem var, sonrasında iyi bir dönüş sergiledi. Şampiyonluk anlamında da olmazsa olmaz, yerine yazabileceğiniz daha iyi bir futbolcunuz yok. Fatih Hoca kazanmayı sever, kaybetmek kolay olandır. Donk diyoruz, şu aşamada vitrinde o olsa da Belhanda'yı da o listeye yazarım, özellikle de son zamanlardaki görüntüsüyle. 

Bu adam gamsız falan değil, onun da bir altını çizelim. Bazı anlarda çok amatör hataları oluyor, onun da adı gamsızlık değil. O istikrarı göstermiş olsa şu an Galatasaray forması giymez, unutulan bu. Neyse, elde olanı kazanmaya bakalım. Bu anlamda da Belhanda için yapılan abartılı eleştirileri hatalı buluyor, hala Sneijder üzerinden algı kuranlara ise art niyetli diyorum..

Niye şans veriyoruz, buna cevap verebilecek biri var mı?


Bunu aylar öncesinde yazmıştım, sanırım tekrar etmek gerekiyor. Çünkü bir cevap gelmedi, mantığını hala anlayabilmiş değilim. İşin temeline inmek gerekirse, alt yaş takımlarının amacı şampiyonluklardan öte yetiştirilen futbolcu değil midir. U21'de kazanılan şampiyonluğu kimse hatırlamaz ya da bir önemi var mıdır bilmiyorum. Kimleri A takıma taşıyabildik ona bakarım, amaç bu değil midir?

Ya da transfer ettiğiniz genç bir isim olur, o aşamada A takımda şans bulması zor olduğundan U21'de oynatırsınız. Sakatlıktan çıkan, hazır olması gereken bir isme de 1-2 maçlığına şans verirsiniz. Rezerv Lig gelse başka bir şey konuşuruz da U21 olunca amaç bu olur. Merak ediyorum, mevcut U21 takımından gelecek sezon bu takımda hangi isimler oynayabilecek? Takip ettiğim isimler var, biz ise onların az olan şanslarını da kısıyoruz.

Umut Gündoğan'ı konuşmaya dahi gerek yok, Galatasaray tarihinin en anlamsız transferlerinden biri. İlk geldiği dönem yaratılan bir heyecan vardı, bu da sadece 15-20 gün sürdü. Devamında çeşitli takımlara kiralık versek de "benden olmayacak" dedirtti, olmadı yani. Sözleşmesini de fesih edemiyorsunuz, Endogan Adili misali ısrarla takımda kalıyor. 

Yaşı 27'e geldi, bu sezon Galatasaray'da 5. sezonunu yaşıyor diye biliyorum. Galatasaray'ın A takımında çıktığı maç sayısı sadece 6. Bu işin vitrini Tarık Çamdal olsa da Umut Gündoğan gibi bir ismi unutuyoruz, konuşulması gerek. Kendisi düzenli olarak U21 maçlarına çıkmakta ve son Bursaspor maçında 2 gol atarak (biri son dakikada) galibiyeti getirmiş.

Peki bunun bir önemi var mı, tabii ki hayır. Umut Gündoğan'a forma vererek onun yerine oynaması gereken x genç ismin hakkını gasp ediyoruz. Bu adamın sezon sonunda sözleşmesi bitiyor, sana herhangi bir hayrı olmadı, olmayacak. Yaşı da 27, herhangi bir gelecek yok. Gideceği en iyi takım PTT 1.Lig'de olacak ki o dahi zor. Peki niye şans veriyoruz, buna cevap verebilecek biri var mı?

26 Eylül 2017'de yazmışım, hala aynı yerdeyiz;

25 Şubat 2018 Pazar

Hız ve mücadele noktasında Belhanda mühim, sevin ya da sevmeyin

Aslan News'de yaptığımız soru / cevap konseptinin 3. bölümü. Deplasman fobisi, Garry Rodrigues'in yükselişi, Fernando'nun dönüşü ve Nagatamo'nun Galatasaray'da geçen günlerini konuştuk..


Takımız bu hafta da iç sahada çok rahat bir şekilde galip geldi. Ancak deplasmanda her maç zorlu geçiyor. Bu fark neden kaynaklanıyor sizce? Takımda deplasman fobisi oluşmuş diyebilir miyiz?

Kayserispor deplasmanının ilk yarısı da aslında iç sahada oynadığımız futbola yakındı. Ön alanda uyguladığın baskı önemli, iç saha / deplasman oyunlarının farkı buradan geliyor. Sivasspor deplasmanına bakıyoruz, denge oyunu diyerek sahaya çıktık ve 2-0 geriye düştük. Kasımpaşa maçının da ilk yarısı fazlasıyla iyi olsa da olmayan bir penaltı, devamında anlamsız bir formasyon değişikliği. Bu iki deplasmanın benzer yanları var, ilki Belhanda’nın olmadığı anlar. Oyunu yönlendirme noktasında takımın en iyi ismi ve o olmadığında hücumlar doğru orantıda ilerlemiyor. Hız ve mücadele noktasında Belhanda mühim, sevin ya da sevmeyin ama durum bu. Diğeri de Gomis kaynaklı, yine kaybedilen bu iki deplasmanda mücadele anlamında iyi durumda değildi. Sivasspor maçını hiç istemedi, Kasımpaşa maçında ise sağlıkla alakalı bir durum yaşandı. Gomis’in hareketliliği ve mücadelesi en önemli nokta, iç sahada iştahı bambaşka seviyede oluyor ve doğal olarak fark ortaya çıkıyor.


Garry Rodrigues’in performansında gözle görülen bir yükseliş var. Bunu neye bağlıyorsunuz? Fatih Terim’in dokunuşu var mıdır dersiniz?

Fatih Terim’in dokunuşu mutlaka var. Geçen sezonu bir kenara bıraktım, bu sezona bakalım. Tudor döneminde de yükselen bir isim olsa da her fırsatta kenara alınıyordu ve Garry için bir ısrar yoktu. Ayrıca sık formasyon değişiklikleri yaptık, bu düzenlerde de Garry’nin rolü çok oynadı. O dönem daha takım oyuncusu rolündeydi, bugün ise hücumun en önemli kozu durumunda. Bruma’ya göre avantajı şu, hücum anlamında iyi bir düzen içinde yükseliyor. Yine takım oyuncusu, sürekli mücadelenin içerisinde ve şahsi hareket etmiyor. Fatih Hoca’nın dokunuşu Garry üzerinde çok büyük oldu, bir anda piyasa değerini 15 Milyon €’lara taşıdı. Hız ve atletizm kıymetli, Fatih Hoca da bu tarz oyuncuları çok sever.


Fernando’nun, bu hafta veya önümdeki hafta sahalara dönmesi bekleniyor. Sizce Fernando dönünce, orta sahadaki partneri kim olur?

Partneri değil de partnerleri demek lazım. 4-3-3 gibi oynuyoruz, Fernando’nun yanında 2 orta saha izleriz, burada Belhanda’yı da 8 gibi düşünmek gerekiyor. Belhanda’nın yeri garanti, Donk mu Selçuk İnan mı sorusunu sormak lazım. Fernando’nun yokluğunda Donk’un yükselişi kıymetliydi ve şu aşamada takımın en iyilerinden. Selçuk İnan da yükseliş içinde olsa da performansı dalgalı, aynı çizgide değil. Fernando / Donk / Belhanda orta sahasını bekliyorum, şu formuyla Donk’u kesmek güç. Donk’un yeriyle oynamayan, Fernando’yu biraz daha önüne atmak mümkün ve bu da biraz daha sertlik, hatta Belhanda’ya hücum noktasında özgürlük getirir. Fernando ve Donk da kötü ayaklı futbolcular değil, pas aksiyonunda bir düşüş olmaz. Donk’un dikine çıkışları var ya da Fernando’nun Akhisar’a attığı golü hatırlayın.


Her ne kadar kısa bir süre geçmiş olsa da, Nagatomo’nun performansını nasıl buluyorsunuz? Sizce takımdaki sol bek sorununa kısa vadede çözüm oldu mu?

Burada kıyası Latovlevici’yle yapacağız ve aradaki farkı düşüneceğiz. Kısa vadede çözüm olmuş gibi görünüyor, hücumda büyük bir etkisi olmasa da tempo sahibi, hücumu da zorluyor, daha önemlisi de savunma noktasında sadece nerede duracağını bilmesiyle dahi fark yarattı. Belli bir tecrübe ve kalite sahibiyseniz, ne kadar düşüşte olursanız olsun nerede duracağınızı, nerede ne yapacağınızı bilmenizle bile bu ülkede yükseliyorsunuz. Nagatomo’ya da böyle bakıyorum, takıma alıştıkça performansı yükselir. Keşke takımda tutma imkanı da olsa, iyi ve sorunsuz bir alternatif olurdu.

Garry Rodrigues'le alakalı yazmaya devam


Garry Rodrigues'le alakalı yazmaya devam. Galatasaray'da son günlerin en konuşulası ismi. Çıkışı, yükselişi, takım içi önemi ya da olası piyasa değeriyle. Hız ve atletizm önemli kavramlar, bu hemen hemen her pozisyon için geçerli. Özellikle de Premier Lig adına diyelim, Badou Ndiaye de bu işin sağlaması.

Badou Ndiaye'nin de önemli eksikleri var. Pas aksiyonu ya da teknik özelliği gibi. Herhangi bir 8 numarada bu özellikleri ararsınız ama öyle bir temposu vardı ki 2 futbolcu gibi oynayabildiğinden farkını yarattı. Bu özelliği sayesinde Stoke City'e 16 milyon avro'ya gitti, üstelik Galatasaray'da forma giydiği 6 aylık döneme rağmen.

Garry Rodrigues'in de eksikleri var. Teknik özelliği müthiş bir seviyede değil, final anında da yaptığı hatalar var. İşin akıl noktasında çok iyi bir noktada değil ama mücadelenin her an içinde. Tempo ve atletizmiyle fark sağlıyor, durdurulması bu anlamda güç. Doğru kullanıldığında da 27 yaşında dahi büyük bir gelişim gösterebiliyor. 

Badou Ndiaye için konuştuğumuz gibi, hız, atletizm ve tempo üçgeninde piyasası fazlasıyla olacak. Konuşuluyor da, devre arasında Schalke 04 istemişti. Bugün Fiorentina'yı okudum, bir yanda Sevilla iddiası var. Premier Lig için de ciddi ciddi konuşuluyor ve asıl piyasası orada olacak. Haliyle de alt limiti 15 milyon avro tutmak ve üzerini hedeflemek hayal değil.

Çılgın paralar dönüyor, Cenk Tosun'un gittiği rakamı hep birlikte gördük. Elbette bunda Şampiyonlar Ligi arenasının da büyük payı oldu. Eminim ki Badou Ndiaye takımda kalsa ve şu transfer yaz ayları gerçekleşse 20 milyon avro üzeri bir rakamı onun adına da konuşurduk. Dünya Kupası da oynayacak çünkü, müthiş bir piyasa arenası. 

Garry Rodrigues'in ise bu şampiyonlukta vereceği katkı çok önemli. Yükselerek devam ediyor ve bu çıkışın devam edeceğini düşünüyorum. Eğer takımda kalır ve Galatasaray da şampiyon olursa olası bir Şampiyonlar Ligi arenası ona da artı yazar mesela. Bu da hesap edilebilir ama yaz döneminde 15 milyon avro civarında gezen bir teklife de hayır demek zor. Yeni bir transfer dalgasından bahsediyoruz, ufukta olan bir ffp tehlikesi ve para girişi mühim.

Şu konuda yangınlar kopuyor ve buna bir anlam veremiyorum


Şu konuda yangınlar kopuyor ve buna bir anlam veremiyorum. Bu konuda "adalet" duygusu çok daha ön planda. Fatih Terim göreve geldiği günden bu yana konuşuyorum, ortada iyi bir Linnes görüntüsü var. Fatih Hoca onu asıl yeri olan sağ beke koyduğu günden bu yana iyi bir çizgi yakaladı, haliyle de forma onun oluyor.

Kalite kıyası yapamam, elbette Mariano çok daha önde. Hatta ismen baktığımızda da ülkenin en iyi sağ beki. Ligin ilk yarısında iyi bir görüntüsü olsa da Tudor'un son dönemlerinde o da sallanmaya başlamıştı. Devamında bir sakatlık dönemi oldu ve geri dönüşü iyi olmadı. Forma da doğal olarak Linnes'e geçti, çünkü Fatih Hoca döneminde boşu olduğunu düşünmüyorum.

Mariano'yu kazanmak önemli olsa da bu neden Linnes'i kaybetmek anlamına gelsin. Bursaspor maçında Mariano oyuna girdi ve iyi performans gösterdi, kupada Akhisar karşısında da 11 başlar. Hoca onu da kazanıyor, Mariano'nun olası bir iyi performansı daha kendisini 11'e tekrar yazar. İsme çok takılıyoruz, inanın ki Fatih Hoca bu konuda işini iyi bilir. Bu tarz 2-3 haftalık dinlendirmeleri daima işe yaramıştır, son örneği Belhanda işte.

Sağ bek için iyi bir rotasyonumuz var. Mariano çok kaliteli bir sağ bek, Linnes de forma bulduğunda işini iyi yapıyor, sorun çıkarmıyor. Sadece bu da değil, yönlü oyuncular. Arkalı önlü de oynarlar, Linnes sol beke de geçer, Mariano'yu orta sahada da kullanabilirsiniz. Akhisar karşısında bunun bir denemesi dahi olabilir.

Anlamsız bir "yangın" bu. Ben adaletli hareket edildiğini düşünüyorum ve zaman içinde taşlar çok daha iyi şekilde yerine oturacaktır. İyi bir hücum düzeninde büyük iş çıkaracak iki tane sağ bekimiz var, keşke bu rotasyon sol için de geçerli olsa. Mariano'yu kaybetmek diye bir şey söz konusu değil, bunu anlamak gerekiyor..

24 Şubat 2018 Cumartesi

Ocak ayında forvet transferi en az "sol bek" kadar önemliydi


Ara transfer öncesi ısrarla üzerinde durduğum konu tam olarak buydu. Sol bek mühim, forvet hamlesi de en az o kadar kıymetli. O dönem Eren Derdiyok da beklentiyi veremiyordu ve bu konuda sadece Gomis'e binen bir yük vardı. Fatih Terim'in göreve gelmesi sonrası Eren Derdiyok da çıkış sağlayan bir isim olsa da Gomis'le tarz anlamında yakın bir isim olduğundan farklılık gösteremedik.

Hızlı bir isim alınmalı diyordum, son gün itibariyle Okaka ihtimalini ciddi ciddi konuştuk. Zaman kalsa alabilirdik, şu işlerin son 1.5 güne sığması elimizi kolumuzu bağladı. Okaka tarz itibariyle hem güçlü, hem de hızlı bir isimdi, daha doğrusu ön alanda mücadele edecek, Gomis'i tamamlayacak bir tarzı vardı. Kenardan geldiğinde enerji de getirirdi, maalesef olmadı. 

Bir şekilde Gomis / Eren Derdiyok'la devam ettik, Eren Derdiyok'un yükselişi de mutlu ediyordu. Kayseri deplasmanı gibi, Gomis'in olmadığı açıklandığında herkes "kaybettik" gözüyle bakarken sahneye çıktı. Yine de doğru tarz değil, bunun altını çiziyorum. Eldeki tek alternatif, yapacak da bir şey yok.

Bursaspor maçında yaşadığı sakatlık fazlasıyla şanssız. 4-5 hafta gibi de olmayacak gibi görünüyor ve Gomis dışında bir alternatifimiz kalmadı. Sinan Gümüş orada oynayabilir, o da ancak 2. forvet anlamında. Gomis mutlak suretle sağlıklı kalmak ve sahada olmak zorunda, yerine yazabileceğimiz bir isim yok. Maç içinde Sinan Gümüş hamlesiyle Gomis'i tamamlamaya çalışırız, o da umarım beni yanıltır ve müthiş bir performans gösterir.

Feghouli de bir alternatif, onun da forvet özelliği olduğunu ve takım içinde sahte 9'u en iyi oynayabilecek isim olduğunu düşünüyorum. Gomis'i tamamlama noktasında da Sinan Gümüş'e oranla daha ciddi alternatif, Sinan Gümüş'ü daha çok kenardan gelecek isim olarak gördüğümden daha ön plana çıkardım. Altyapıdan ise bir isim düşünemiyorum, şu ortamda baskıyı kaldırabilmek gerçekten zor.

Fatih Terim'in Galatasaray dönemlerine baktığımızda en kötü ihtimalle 4 tane forvet alternatifi oluyordu. Çift forvetli düzenleri fazlasıyla sever, çoğu zaman da ana planı olur. Belki yeni sezonda yine böyle bir plan yapabilir. O da eminim ki Ocak ayında forvet hamlesini olmazsa olmaz gördü, şartlar bunu yerine getirmedi. Hoca çok büyük handikaplarla uğraşıyor, işi gerçekten zor.

Konu konuyu açıyor. Tudor da kulübenin yetersizliğinden dem vuruyordu, Fatih Hoca da birkaç maçtır bu sorunu dile getiriyor. İkisi de haklı yalnız bir fark var. Tudor o kulübeden katkı alma noktasında çabalamadı, Fatih Hoca ise herkesi kazanmak için uğraşıyor. Donk örneği gibi, Tudor 21 kişilik kadroya dahi almıyordu, Fatih Hoca ise 11'e yerleştirdi. Yine de yetmiyor, acı gerçek..

Bir detay var, takım Gomis oynadığı sürece var olacak


Şu aşama için yazıyorum, Garry Rodrigues bu takımın en önemli kozu oldu. Yalnız bir detay var, takım Gomis oynadığı sürece var olacak. Bitiren isim çünkü, gol yükünü o çekiyor ve ligde atılan 52 golün 20'si ona ait. Gol krallığında da yeniden ilk sıraya yükseldi ve son haftalarda özellikle iç sahada görüntüsü çok yukarıda.

İç saha / deplasman dengesizliği var yalnız, bu bir gerçek. Bu dengesizlikte de Gomis'in de payı var diye düşünüyorum. İç sahada müthiş bir iştahı var, Bursaspor karşısında 3-4 olduktan sonra dahi mücadeleyi hiç bırakmadı. Sivasspor / Kasımpaşa maçında savaşmadı demiyorum, Kasımpaşa maçında zaten sahada kalıp devam etmesi dahi büyük olay. Ama Galatasaray da onun kadar var işte, hücumda vereceği mücadele olmazsa olmaz.

Ön alanda oynamak istiyoruz, bunun yolu rakip savunmaya yapacağınız pres ve mücadeleniz. Gomis bunun ana unsuru, Fatih Hoca'nın da forvetlerinden en büyük beklentilerinden biri. Belhanda, Feghouli ve Garry Rodrigues gibi isimler de bu prese destek olduklarında fark çok büyük oluyor. Bursaspor karşısında gördük işte, rakip pas dahi yapamadı. 

Deplasmanlarda da bunu oynamak gerekiyor, Kayserispor maçının ilk yarısında olduğu gibi. Orada Badou Ndiaye vardı gerçi, bu oyunda en önemli isimdi. Tarz değiştireceğiz ister istemez, Badou Ndiaye'yi de mutlaka arıyoruz ama ana felsefemiz değişmiyor, bu presi uygulamak zorundayız. Eren Derdiyok'un Kayserispor maçıyla birlikte gelen çıkışı vardı mesela. Bunun nedeni de anlattığım oyunu oynamaya çalışması.

Gomis'e geri dönelim. Geçtiğimiz sezon Marsilya'da 31 maçta 20 gol 3 asisti vardı. Galatasaray'da ise 22 maçta 20 gol 5 asist oldu. Bunlar lig istatistikleri, işin içine kupayı da dahil ettiğimizde Galatasaray formasıyla 23 gol 6 asist oluyor. Marsilya'nın Gomis'i mumla aradığını söylüyordum, 2.5 milyon avro bonservis vermediler bu adama. Mitroglu için ise 15 milyon avro ödediler, şu ana kadar ligde 3 golü var sadece.

Gomis'i erkenden transfer ederek büyük iş başardık, üstelik 2.5 milyon avro gibi bir rakama. Forvet kıtlığı olduğunu düşünüyorum, bu iş Temmuz / Ağustos aylarına sarksa çok daha büyük paralar ödemek zorunda kalabilirdik. Yine de yaz dönemi için gelecek her teklife açığım, buna Gomis de dahil. Çin ilgisi diyorlar, 9 - 10 milyon avro'luk bir teklife hayır demek zor. Her futbolcu için geçerli bu, yerinin zor dolacağını biliyorum ama bugünden alternatif arayışına girildiğinde o kadar da zor olmaz.

Garry Rodrigues'in farkı şu, işleyen bir hücum düzeni içinde yükseliyor


Garry Rodrigues'in son 7 maçı, 4 gol ve 5 asist. Takımın en önemli kozu oldu desek yalan olmaz, bunu da isim anlamında çok daha kaliteli isimlerin arasından sıyrılıp gerçekleştiriyor. Gomis müthiş seviyede, Belhanda ve Feghouli de istikrar anlamında sarsılıyor olsalar da yararlılar. Garry Rodrigues'in çizgisi ise sezon başından bu yana aynı, sahada kaldığı her an etkili.

Toplamda ise 5 gol 8 asist. İşin enteresan bir yanı var yalnız, bu 8 asistin 6'sı Gomis'e. 6 asistin de hemen hemen hepsi aynı şekilde, Garry Rodrigues'in çizgiden getirdiği toplar ve Gomis'in bitirişi. Bu hücum organizasyonu da Galatasaray'ın en önemli silahı diyebilirim. Zorluyoruz da bunu, özellikle Fatih Hoca'nın göreve gelmesinin ardından.

Garry Rodrigues'in çıkışı Tudor döneminde başlasa da ısrarla ilk kenara alınan isim o oluyordu. Sezona müthiş girdi mesela, buna rağmen Tudor'un Feghouli'ye dönüşü uzun sürmedi. Devamında taktik hamleler geldi, formasyon sıklıkla değişti ve Garry Rodrigues'in yeriyle çok oynadık. Bu süre zarfında da ısrarla kenara almaya devam ettik.

Benim beklentimi aştı, bu bir gerçek. Garry Rodrigues için esas beklentim 12. adam olmasıydı, kenardan geldiğinde taşımı ateşleyecek isim olacağını düşünüyordum. O ise geçen süre zarfında takımın en önemli hücum kozu oldu, Fatih Terim göreve geldikten sonra da her geçen zaman daha da üzerine koyuyor. 20'li yaşlarda gelmiş olsa başka şeyler konuşurduk, 27 yaşında bu gelişimi göstermek çok daha enfes.

Bruma'nın yetenek eşiğinin ucu yok mesela, Fatih Hoca'yla yıllar geçse eminim ki şu an bulunduğu yerden de öteye geçecekti. Ya da takımda kalmış olsa çok daha fazlasını yapardı, bilmiyorum. Bruma da geçtiğimiz sezonun Galatasaray adına en iyi ismiydi belki de, heyecanı büyüktü. Fark şu, çok fazla bireyseldi. Bruma'ya suç bulamam, takım çok tıkanıyordu ve bir noktadan sonra ister istemez onun ayağına bakıyorduk.

Garry Rodrigues'in farkı şu, işleyen bir hücum düzeni içinde yükseliyor. Bruma'nın geçen sezonuyla kıyasladığımızda da takım için çok daha faydalı diye düşünüyorum. Mücadele tarafında da var çünkü, o ön alandaki presin de en önemli unsurlarından. Hal böyle olduğunda da sezon sonunda çok büyük bir piyasa sahibi olacak, ondan tahmin edilemez rakamlar kazanmak mümkün. Yaşı daha genç olsa farkı olurdu, bu noktada 15 milyon avro'lar hayal değil. Hele ki Badou Ndiaye'nin 6 ay içinde geldiği noktadan sonra..

23 Şubat 2018 Cuma

Galatasaray 5-0 Bursaspor, Garry Rodrigues en az 25 milyon avro


Anlamadığım bir konu var. Aynı futbolcularla oynuyoruz, fark yok. İç sahada bu iştahı gösteriyoruz, deplasmanda ise aynı oyunu oynayamıyoruz. Kayserispor deplasmanının ilk yarısında bu oyun vardı, orada da Badou Ndiaye sahadaydı. Sivasspor maçında nedense kontrollü başladık, uyandığımızda iş işten geçti. Kasımpaşa maçına iyi başladık ama böyle bir coşku yoktu, yine kontrole yakındık. Fatih Terim eminim ki bunu her istiyor, deplasmanlarda da oynamak lazım. Yine de Kasımpaşa mağlubiyetinin ardından alınan böyle net bir skor önemlidir. Maç maç bakıyorum, Fenerbahçe deplasmanına kadar 3'de 3 diyoruz, ilk ayağı geçtik.

Herhangi bir Bursaspor etkisi yoktu, maçın ilk adından son dakikasına kadar. 3-4-1-2 dizilmişler, Kasımpaşa'nın yaptığı gibi hızlı isimlerini Galatasaray savunmasının arkasına sarkıtmayı denediler. Stancu / John tercihi bu yüzden olsa da istediklerini uygulayamadılar. Önce Stancu sakatlandı, sonra kırmızı kart derken maç ilk yarıda bitti zaten. Stancu yerine giren isim Sinan Bakış, bu da Bursaspor'un kadro kalitesi noktasında önemli bir mesaj.

Başakşehir - Fenerbahçe maçında da aynısı oldu, Başakşehir savunması geriden ısrarla pasla çıkayım derken sıklıkla top kaybetti, Fenerbahçe'nin presi ön plana çıktı. Burada da aynısı oldu, Bursaspor savunması inadına geriden kısa pasla çıkayım derken hata yaptı ve hemen hemen yedikleri her gol, kırmızı kart böyle geldi. Gomis, Belhanda, Feghouli ve Garry Rodrigues'in ön alandaki presi etkiliydi, bunu deplasmanda da uygulamak gerekiyor. 

Oyun iştahının altını ısrarla çiziyorum, bunun da temelinde pres yatıyor. Ön alanda oynamaya çalışıyoruz, son ana kadar "hücum" diyen bir teknik adamımız var. Bugün oyuncu değişikliklerinde dahi bunu gördük, maçı erkenden bitirmemize rağmen her hamle hücuma yönelik geldi ve risk aldık. Ön alanda tutunmanın yolu da pres, orada rakibi ne kadar zorlarsan iyidir. Dediğim gibi, bu mücadele her maçta gösterilmeli.

Kaliteli hücumların da hastasıyız. Yetenek eşiği yüksek hücumculara sahibiz ve organizasyon dahilinde gelen pozisyonlar izliyoruz. Bu da biraz Belhanda'yla alakalı, o işin içine böyle girdiğinde organizasyonlar oluşuyor. Selçuk İnan da yükseliyor, eski günlerden alışık olduğumuz bazı topları atsa da o ipler daha çok Belhanda'nın elinde. Belhanda, Feghouli, Garry Rodrigues ve Gomis'in yakaladığı frekans da güzel, bir de işin içine ön alandaki mücadelelerini ekleyince bu hücumu durdurmak gerçekten imkansız.

Sezon başından bu yana değişmeyen bir şey var yalnız, o da Gomis / Garry Rodrigues uyumu. Tam sayıya bakmadım ama Garry Rodrigues'in 8 asistinin yüzde 90'ı Gomis'le alakalı. Atılan gollerin tipi de hemen hemen aynı, Garry Rodrigues topu çizgiden bir şekilde taşıyor ve Gomis'e çıkarıyor. O da genelde rahat pozisyonlarda golü buluyor. Bu müthiş bir hücum planı, hatta Galatasaray'ın en önemli silahı dahi diyebiliriz. Garry Rodrigues'in solda veya sağda oynaması fark etmiyor, bu etkiyi sezon başından bu yana gösteriyor ve Fatih Terim'le birlikte en az 3 seviye daha yukarı çıktı.

Yazılacak çok fazla bir şey yok. İlk yarıda yine verilmeyen bir penaltı, aynı şekilde Nagatomo'nun ofsayt olmayan golü konuşulmayacak tabii. Şanssız sakatlıklar da yaşadık, Eren Derdiyok ve Donk'un ciddi bir durumu yoktur umarım. Zaten kısıtlı alternatif sahibiyiz, özellikle de forvet için 3. bir isim yazamayacağız. İşin özü şu, deplasmanlarda da bu oyun gelmeli, en azından yarısını dahi oynasak kazanmaya devam edeceğiz..

Transfer tarzı "2018" #21; Evgen Khacheridi


Khacheridi konusu da çok ilginç. Geçtiğimiz sezon da "bedelsiz transfer" konusunda kendisini yazmıştım. Dönem dönem de gündeme gelir, konuşulur. Geçtiğimiz sezon takımda kalmıştı ve 1 yıllık sözleşmesini uzattı. Bu dönem itibariyle yine sezon sonunda sözleşmesi bitiyor ve transferi mutlaka gündeme gelecektir.

Galatasaray'ın sezon sonunda yabancı bir stoper alacağını düşünüyorum. Stoper rotasyonunda sayı anlamında fazlalık var, nitelik anlamında ise çok sorunlu. Maicon'u bir kenara bırakıyorum, partneri Serdar Aziz oynadığında çok iyi isim olsa da sakatlık sorunu büyük. Yarın yine sakatlanabilir, bunun garantisini kimse veremez. Denayer ise kiralık, bonservisini alma noktasında bir hamle yapılmaz. Koray Günter'in sözleşmesi bitiyor, Ahmet Çalık da düşünülmüyor gibi görünüyor ama zaten kaliteyi yükseltecek isimler değiller.

Asıl ihtiyaç olan bir sol stoper, ne düşünülür bilmiyorum. Sezon başında Acerbi için tüm şartlar zorlanmış ama anlaşma gerçekleşmemişti. Yine sol stoper düşünülebilir, yine de tek sorun bu değil. İşin bir de "lider stoper" boyutu var, o isim de Maicon değil. Karakteri lider olsa da savunma hattını yönlendiren isim çoğu zaman Fernando'ydu. Hatta Serdar Aziz dahi oynadığında bu konuda Maicon'un önünde olabilir.

18 Nisan 2017'de yazmıştım, teknik detayı tekrar etmeden bir bölümü paylaşayım;

"Khacheridi sert bir stoper, lider özelliği olan, 1.98'lik boyu itibariyle de kule denilecek bir isim. Ayrıca istikrarlı, hem Dinamo Kiev'de hem de Ukrayna Milli Takım'ında önemli bir isim. Ukrayna piyasasını çok yazdık çizdik, maliyet ve kalite anlamında fazlasıyla uygun isimler var ki ülkeye uyum noktasında da sorun yaşanmıyor."

"Boyu uzun, bu adam ağır" gibi bir ön yargı da doğmasın, Maicon'a oranla daha hızlı bile sayılır. Ayağı da kötü değildir, geriden iyi top yapar. Bu konuda zaten Maicon iyi durumda, Khacheridi de onunla iyi uyum sağlar diye düşünüyorum. Fatih Hoca'nın Milli Takım'da Servet Çetin / Gökhan Zan stoper hattıyla Euro 2008 görmüşlüğü geldi aklıma, fiziklere bakınca o hattı andırıyor ama kalite anlamında elbette çok daha üzerinde.

O yazıyı da tekrar paylaşayım, tekrar okumak isteyenler adına;
https://www.sportifcumleler.com/2017/02/bedelsiz-ihtimal-2-evgen-khacheridi.html

Mario Götze ihaneti yapmamış olsa belki Şampiyonlar Ligi de gelecekti


Dortmund'a karşı bir sempatim var, bunu her fırsatta dile getiririm. Son yıllarda biraz sinirliyim gerçi, Bayern Münih'in ardından gelmeyi kabullenen, sahada olandan öte yıl sonu karını düşünen bir camia haline geldiler. Yine çok akılcı işler yapılıyor, takımda geleceğe damga vuracak birçok yetenek var ama yetmiyor, böyle başarılı olunmaz. Tabii hedef şampiyon olmaksa, benim için Dortmund'un yapması gereken bu.

Batmanın eşiğinden döndüler, devamında son derece akılcı bir politikayla üst seviyeye ulaştılar. Hatta zirveyi de gördüler, üst üste gelen 2 Bundesliga şampiyonluğu ve Şampiyonlar Ligi finaliyle. Devamında Bayern Münih geri döndü, Dortmund ise gün itibariyle belki de Leipzig'in dahi gerisinde. Bu sezon da 2. olup Şampiyonlar Ligi katılım hakkı almak hedef. 

Bir Klopp daha bulmak imkansız. Bu başarılarda belki de en büyük pay sahibi o. Klopp sonrası Tuchel tercihi de yanlış değildi aslında, ben başarılı da olduğuna inanıyorum. Zor bir insandı, takım içi bazı sorunlar doğru ve görevden ayrıldı. En azından bir çizgisi vardı, keyifli ve gelişen takımdılar. Tuchel'in gönderilişi başarı olarak adlandırıldı, gün itibariyle tablo daha kötü.

Sürekli futbolcu kaybediyorlar, o da diğer detay. Bazen büyük kazanmak yetmiyor, yerlerinin dolması diğer mesele. Potansiyel sahibi, geleceğe damga vuracak çok önemli isimleri olsa da işin ağırlığı farklı. Hummels, Lewandowski, İlkay Gündoğan, Mkhitaryan gibi isimlerin yerini doldurabilir misiniz mesela. Batshuayi gün itibariyle büyük heyecan veriyor, yalnız o da kiralık, sezon sonu ayrılacağı çok net.

Yukarıdaki kadroyu görünce yazmak istedim, Dortmund'un Şampiyonlar Ligi'nde final oynadığı sezonun kadrosu. Yarı finalde Real Madrid'i elemişlerdi, finalde ise rakip Bayern Münih'di. Kupa da gelebilirdi bu arada, şu maç öncesi Mario Götze'nin ihaneti her şeyi bitirdi. Final 11'inde Grosskreutz var, Götze sakatım ayağıyla oynamamıştı o maç. Zaten öncesinde de Bayern Münih'e transferi açıklandı ve altyapısından yetiştiği takıma belki büyük kazandırdı ama kaybettirdiği bu kupanın pahasını biçemiyorum.

İşin dramatik boyutu da Dortmund'un Götze'yi bonservis vererek Bayern Münih'den geri alması. Ben şu gidişi kabullenemezdim mesela, böyle bir transferi gündeme dahi getirmezdim. Dortmund bir daha bu seviyeye gelebilecek mi merak ediyorum, inanın bunu çok isterim. Umarım biraz olsun harcamaya başlarlar, transferde daha agresif hareket ederler ve "kazanan" diye adlandırdığımız isimleri tekrar izlemeye başlarız.

Klopp'un sözüyle tamamlayalım;

"Oyuncularım büyük kulüplerden teklif alınca hemen gitmek istiyor. fakat benim sözümü dinleseler, takımda kalsalar belki de bizde 1-2 sene sonra dünyanın en iyi kulüplerinden olacağız."

22 Şubat 2018 Perşembe

Transfer tarzı "2018" #20; Facundo Ferreyra


Bernard'ı yazmıştım, onun da sözleşmesi sezon sonunda bitiyor. Shakhtar adına önemli ayrılıklar ufukta olabilir ve zor olsa da bazı isimleri Türkiye'ye getirmek mümkün. Yıllık veya imza ücreti noktasında şartları biraz zorlamak gerekecek, en azından bonservis verilmeyeceği düşünülerek bu göze alınabilir. Bazı pozisyonlarda kaliteyi yükseltmek gerekiyor, özellikle de hücum tarafında.

Facundo Ferreyra'nın da sezon sonunda sözleşmesi bitiyor, yaş 26. Shakhtar'a geldiği dönemde çok daha büyük bir potansiyel olduğunu hatırlıyorum, ondan beklentiler daha yukarıdaydı. Bir dönem Newcastle United'e de kiralandı ama orada pek varlık gösteremedi. Shakhtar'a dönüşünde ise son 2 sezonda önemli katkılar veriyor. Bu sezonuna bakınca, 30 maçta 23 gol 4 asisti var. Bunlardan 7'si Şampiyonlar Ligi maçı ve orada da 3 gol 2 asist.

Özellik itibariyle konuşmak gerekirse, her şeyden biraz var diyelim. İstikrarı biraz da form durumuyla alakalı, potansiyeli hep vardı, bunu da 2 sezondur gösterebiliyor. Her özellikten var diyelim, çok hızlı değil ama ağır da diyemeyiz. Tekniği de müthiş değil, yine de ortalamanın üzerinde, bitiriciliği de aynı, pres oyununda var ama bunu genele yayamıyor gibi. Hava topları biraz sıkıntılı, an geldiğinde de patlayıcı özelliğini gösteriyor.

Yaz döneminde forvet noktasında bir değişim bekliyorum. Gomis gidebilir, hakkında Çin iddiaları var ki deplasman oyunuyla da iyi bir teklif karşısında yok denilemez. Eren Derdiyok'un da çok tutulduğunu düşünmüyorum, bu anlamda en az 2 forvet transferini olası görmekteyim. Gomis kalsa dahi o pozisyon için çok iyi kalitede bir forvet gerekir ki Ferreyra da tarz olarak onu tamamlayacak isim. 

İtalyan vatandaşlığı da var, Avrupa'ya transferi bu noktada rahat, AB statüsüne takılmıyor. Onun için para konuşacaktır, yıllık ücret noktasında şansımız var. Ferreyra adına önemli yatırımlar yapılacağını sanmıyorum, bir seviyenin altında çünkü, üst seviyelerde yer alması güç. Shakhtar'da da kalabilir, Galatasaray gibi bir takıma da gelebilir, bu noktada Bernard'a oranla biraz daha rahat bir transfer. Yaş da 26, gençleşme noktasında mutlaka iş görür..

Poko, top kazanma istatistiğiyle ligin en iyisi


Poko'yu hatırladıkça içim yanıyor. Sen Galatasaray'sın demeyin, üzülmemek elde değil. Badou Ndiaye sonrası için yaratılabilecek en iyi alternatiflerden biriydi ve bu adamın bonservisi sadece 1.4 milyon avro. Göztepe bu transferle birlikte müthiş bir iş başardı, ilerleyen dönemde Poko'nun olası transferi konuşulduğunda gündeme gelen rakamları konuşacağız.

Yaşı da 24, önünde uzun bir gelecek var. Göztepe'nin onun adına doğru takımlardan biri olduğunu da belirtelim, tempolu ve hücumu zorlayan bir takım. Castro da onlar adına kıymetli bir adımdı, o da bonservisi elinde olarak Göztepe'ye gitti. O dönem de Castro düşünülebilir yazıyordum, bence akla dahi gelmedi. Oysa bugün o da alternatif olabilirdi.

Önemli bir değişim yaşadık, sıkıntı bunun altının dolmaması. Sezonun ilk gününden bu yana bazı isimlerin alternatifi yok işte. Fernando'nun yokluğunda yaşanan sorunlar gibi, şimdi buna Badou Ndiaye'yi de ekleyin. Sezonun ilk günlerinde de Badou Ndiaye'nin o tarzda bir alternatifi yoktu. Donk'u Tudor düşünmedi bile, Fatih Terim kazandı. O da yetmiyor, işin tempo noktasında büyük bir açık var.

Poko da alınabilecek en uygun isimlerden biriydi, geç kaldık. Göztepe'ye gitmemiş olsa düşünülürdü, son gün bir hamle yapılırdı. Sorun şu, yine son gün. Bu adamın belli ki transferi konuşuluyor, gitmesi üzerinden bir ihtimal doğacak. Zamansız gitti, elimize para geç geldi derken 1.5 gün içinde bazı isimlere teklif yapsak dahi hamle yapamadık. Poko'yu bu rakamlarla almak lazımdı, bugün kara kara düşünmüyor olacaktık.

Beğendiğim bir isim, oldukça tempolu, oyunun iki yönünü oynayan, topla dripling yapabilen, sizi dikine taşıyacak. İstatistiklere baktığımızda da ligin en çok top kazanan orta sahası. Maç başına 4.1'lik ortalaması var. Geçtiğimiz sezon Fransa Ligi'nde, hatta Avrupa'da bu konuda zirve Antalyaspor'lu Vainqueur'undu. O da 3.6 ile bu listede 2. sırada, Poko'nun nasıl başarılı olduğuna buradan da pay biçebiliriz. 

15 Ekim 2017'de yazmıştım, gerçekleşmesini çok isterdim;

Yaklaşmakta olan..


Sakatlıklarla alakalı açıklamalar yapıldı. Bu konuda bazı bilinmezlikler vardı, geç de olsa öğrenmiş olmak güzel. Fernando'nun dönüşü gibi, sakatlandığı günden bu yana gelen büyük bir bilinmezlik. Denayer ya da, Sivasspor deplasmanında ağır bir sakatlık yaşamasına rağmen açıklama yapılmadı, aradan da 2 hafta geçti. Geçtiğimiz günlerde ameliyat olan Carrasso var, yine Kasımpaşa maçında sakatlanan Serdar Aziz.

Fernando takımla çalışmalara başladı, bu iyi haber. Bursaspor maçının geniş kadrosunda yer alma ihtimali dahi doğsa da Türkiye Kupası'nda Akhisar maçıyla birlikte izlemeye başlarız. Karabükspor maçında da umarım 90 dakika oynayabilir. Riske de atmamak lazım, 3'de 3 yapacağımızı düşünüyorum ve Fernando'nun önemi Fenerbahçe derbisinden itibaren başlayacak.

Fernando'nun yokluğunda büyük sorunlar yaşadık, alternatifi olmayan isimlerden biri olduğunu sezon başından bu yana yazıyoruz. Neyse ki Donk'u kazandık diyeceğim ama bu sefer de Badou Ndiaye'den doğan boşluk neticesinde açık verdik. Oyun tarzımız değişmek zorunda derken buna alışma devresini yaşıyoruz, maalesef Ocak ayında böyle bir şey olacağını bilemedik. Önce Fernando sakatlandı, sonra Badou Ndiaye gitti derken Fatih Terim'in işi gerçekten zorlaştı.

Fernando'nun dönüşü en azından önemli bir gelişme. Fernando / Donk / Belhanda orta sahasını bekliyorum, Fernando öyle bir isim ki yanında oynayacak ismi de geliştirecek. Ligin ilk yarısında en güçlü ama alternatifsiz pozisyonumuz orta sahaydı, bugün ise belki alternatifli ama en zayıf karnımız olmuş olabilir. Fernando'yla bunu atlatırız, bir anlamda takımın hafıza kartı diyorum. Şampiyonluk hedefse bu onun nasıl döneceğiyle alakalı olacak.

Denayer'in dönüşünün ise 2 ayı bulabileceği söyleniyor, geri döndüğünde de sezon bitmiş olacak. Onun da sorunu bu, tam form tuttu derken yaşadığı uzun sakatlıklar. İlk Galatasaray dönemi de böyleydi, hala da değişmiş değil. Fatih Terim tutacaktı onu, hızı, atletizmi ve topla çıkabilmesini değerli görüyordu. Erken döneceğini, dönse dahi bu noktadan sonra katkılı olabileceğini düşünmüyorum.

Carrasso'nun da geçtiğimiz günlerde ameliyat olduğunu öğrenmiştik. Neyse ki durum hafif gibi, 2-3 hafta içinde idmanlara başlayacağı söyleniyor. Bir anda kıymetli hale geldi, bu da Muslera sayesinde. Ben şu aşamada dahi Carrasso'yu düşünürdüm, en olmadı kupa maçında onun sahada olmasını isterdim. Sakatlığı ters bir zamana geldi. Serdar Aziz'de ise bir sıkıntı yok ama yarın başka bir sıkıntı olmayacağının garantisi de yok. Serdar Aziz böyle, alışacağız..

21 Şubat 2018 Çarşamba

Transfer tarzı "2018" #19; Franck Ribéry


Yaz döneminde Galatasaray'ın "sürpriz transfer" ihtimali üzerine konuşuyorduk. Ribery'nin 34'e gelen yaşı ve sözleşmesinin sezon sonu bitecek olması itibariyle hayalini kurduk. Gerçekleşmedi tabii, bu isimler istemedikleri sürece Bayern'den ayrılmazlar. Robben de aynı şekilde, Bayern'in bayrak oyuncuları oldular ve futbola orada devam etmek istedikleri sürece de kalırlar, koparamazsınız. Almanya'da büyük bir vefa kültürü var, biz de Dortmund ve Bayern gibi takımlar üzerinden bu konuyu konuşuyoruz.

Henüz sözleşmesini uzatmadı ve ne olacağı bilinmez. Yaşı itibariyle son ciddi kontratını imzalayacak ve aynı durum Robben için de geçerli. Şu aşamada da katkıları büyük, Bayern'in hala önemli kozları. Kalabilirler, ABD / Çin gibi ülkelere transferleri olası olabilir ya da Pepe'nin Beşiktaş'a gelişi gibi bir durum da olabilir. Ribery'nin transferi için asla imkansız demem, Galatasaray'a transferi de olasılık dahilindedir.

Hala çok büyük bir sol kanat, inanılmaz bir yetenek. Sakatlık eşiği düştü gerçi, sık ayrılıklar olabiliyor ama her döndüğünde etkisini gösteriyor. Bu sezon Bayern Münih'de 21 maçı var ve 3 gol 2 asist yaptı. Forma istikrarı biraz daha düştü, ağırlıklı olarak kenardan gelen bir isim ve iyi bir alternatif olsa da bu durum transfer ihtimalini oluşturuyor. Pepe örneğinde olduğu gibi, hemen hemen aynı süreç. 

Ribery'i anlatmaya gerek yok, herkesin iyi bildiği bir isim olmalı. Teknik ve bitirici özelliğiyle ön plana çıkar, solda oynar ve kat eden adamdır. Yetenek eşiği yüksek, tempolu, çok seri bir isim. Bunu da 34 yaşına gelmesine rağmen söylüyorum, Türkiye Ligi gibi bir yerde yaratabileceği etkiyi düşünün. Burada büyük bir kalite uçurumu yok, nerede durmasını bilen herhangi bir tecrübeli ismin dahi yeniden doğabildiği bir lig. Ribery ise üst seviyeden gelecek, düşüşte olan bir ismi ayağa kaldırmaya çalışmayacağız.

Yıldız oyuncu, bu tarz transferlerin de gerekliliği var. Mustafa Cengiz de söylüyordu, bu tarz transferler de ilgi alanlarında. Fatih Hoca'nın da seveceği bir tarz, Ribery ihtimali oluşursa hayır denmez. Tabii onun adına yarım kalmış bir hikaye demeyeceğim, menajeri bir açık buldu ve gitmek kendi tercihiydi. Galatasaray adına büyük bir skandal olsa da bu konu kaynaklı Ribery'e karşı bir nefretim yok. Bizde potansiyelini gösterdi, Marsilya'da piyasaya çıktı, Bayern'de ise Dünya'nın en büyük futbolcularından biri oldu ki bir dönemin de en iyi ismiydi.
 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir