31 Mayıs 2011 Salı

Değişim Başladı

Fatih Terim'in Galatasaray'a ikinci ayak basışının ertesi kadro operasyonu başlamıştı. Hiç zaman aralığı bırakmadan geldiği hafta birçok futbolcuyla yollar ayrıldı. Bu operasyon ne kadar doğruydu ya da ne kadar yanlıştı şu saatten sonra tartışmak yersiz. Bir önceki sezondan gelen iyi bir iskelet vardı elde ama Terim ile Lucescu'yu ayıran ince bir çizgi var. Lucescu, Terim'in mirasını yiyebilir ama Terim, Lucescu'nun mirasını yemez. Terim'in en büyük yanlışı da bu olmuştu. Nitekim bu yanlışı 2. döneminin büyük bir hüsranla bitmesine yol açtı.

Şimdiki durum ise farklı. Aradan yıllar geçti ve futbol ortamı, şartları çok değişti. Fatih Terim'in üçüncü dönüşü biraz birinci dönüşüne benziyor. Ortada enkazımsı bir kadro var ve mutlaka ama mutlaka değişim rüzgarları olmazsa olmaz. Kadronun yüzde 50'sinden fazlası değişmek zorunda, giden futbolcuların da yerine daha kalitelileri gelmeli. Oluşan ortam Terim'in Galatasaray'a ilk geldiği zamana çok benziyor ve şu tabloda da buraları tanımayan yabancı bir teknik adam yerine Fatih Terim gibi Galatasaray'ı yaşayan bir ismi getirmek en doğrusuydu.

Beklenen operasyon da bugün itibariyle başlamış oldu. 31 Mayıs tarihi kritik noktaydı, çünkü birçok futbolcunun sözleşmesi bu tarihte bitiyor. Harry Kewell, Lucas Neill, Insua ve Barış Özbek sözleşmelerinin bitmesi arefesi takımdan ayrılmış oldular. Zapata da sözleşmesi henüz bitmemiş olsa da bu kafile içerisinde yer aldı.

Kewell için zaten bir yazı yazdım. O olaya ben fazlasıyla duygusal bakıyorum ama Ünal Aysal'ın dediği gibi profesyonel olmak zorundayız. +2+2 kontenjanlar diyoruz ama Kewell ve Neill'i de bu ortamda +2+2 isimleri olarak kullanmak imkansız ve şunu da söylemeliyiz. Gelecek isimlerin Kewell ve Neill'den daha iyi olacağını düşünüyorum. Kewell için demiştim ama Neill için de aynı şeyleri düşünüyorum. Mücadeleden asla kaçınmayan, formanın hakkını sonuna kadar veren bir futbolcu oldu. Onu da uzun yıllar hatırlayacağız, çok kaliteli bir isimdi. Herşeyi geçtim, geçtiğimiz sezon Saraçoğlu'nda oynanan derbide Niang'la mücadelesi bile unutulmaz.

Insua ise bahtsız adam. Kiralık olarak oynadığı ve hiç forma şansı bulamadığı bir takımı bu kadar sahiplenebilen, benimseyen başka bir futbolcu daha görmedim ben. Galatasaray'la ilgili attığı twitler her zaman efsane oldu. Sürekli takımının başarılı olmasını istedi, oynamasa bile. Rijkaard sonrasında da fazla forma şansı bulamadı. Pardon, Bülent Ünder sayesinde Arjantin Milli Takımına seçilmiti dimi. Hakkını yemeyelim Bülent Ünder'in.

Barış Özbek'in ise Trabzonspor'la anlaştığını biliyoruz. Onun için de diyeceğimi dedim. Yolu açık olsun ve umarım Şenol Güneş rehabilitesi Barış Özbek'e faydalı olur. Umarım Kalli dönemindeki izleri izleriz ama sanmıyorum. BAM telinin B halkası olalı artık ondan umudu kestim. Zapata için söyleyebileceğim tek şey ise, neden geldi neden gidiyor. Alakasız bir kaleciydi, kısacası kötünün kötüsüydü.

Bu operasyonun ilk halkasıydı. İkinci halkası ise yakındır. Gidecek futbolcuların şimdiden belli olduğunu düşünüyorum. Bazıları için teklifler beklenecek, bazıları ise yurt içerisinde yapılacak transferlerde takas kozu olarak kullanılacak. Baktılar bu iki durum da oluşmuyor, yollar kesin olarak ayrılacaktır. Kazanma yoluna pek gideceklerini sanmıyorum ama yine de belli olmaz. Culio gibi isimlerin gönderileceği konuşuluyor. Bana sorarsanız asrın hatası olur bu.

Bir de Cem Sultan ayrılığı var tabii. Kafadan söyleyeyim, bu ayrılıkta Fatih Terim'i suçlamanın hiç alemi yok bence. Çünkü, Cem Sultan kendisini altyapıdan çıkan bir Messi ya da Fabregas zannederek inanılmaz bir ücret talep etti. Bu ücreti de Galatasaray'ın vermesi imkansız. Zaten Cem Sultan yolunu ayarlamış bile, başka bir takımla da anlaştığı belliydi. Ben Gençlerbirliği'ne gidecek diye düşünürken o Kayserispor yolunu tuttu.

Yani bir bakıma Ali Turan misillemesi. Kayserispor için doğru bir hamle diyorum. Çok iyi genç futbolcuları kadrolarına katıyorlar, Cem Sultan da bunlardan biri oldu. Galatasaray'dan koptu diye futbolcuyu kötüleyecek halimiz yok. Zaten şu şartlarda forma şansı bulması zordu, o da önünü daha sağlam görmek istedi. Kayserispor'un felsefesi de bu futbolculara her zaman ihtiyaç duyuyor, onlara şans veriyor. Hayırlısı olsun diyelim, umarım Türk futbolu iyi bir futbolcu kazanmış olur.

Hala Galatasaraylıyım Diyecek misin Kewell?

Yaklaşan bir sondu ama ben bunu pek kabullenmek istemiyordum. Sonunu elbette ben de aklıma getiriyordum, kaçınılmaz sonun akibeti belliydi. Yine de burada Harry Kewell destanları yazmaya devam ettim, edeceğim de. Hagi dahil Galatasaray'a gelen hiçbir yabancı futbolcuya ben bu kadar ısınmadım, onu benimsemedim. Kewell benim için başka birşeydi.

Aykırı renklerde forma aşkı Galatasaray'ın son yıllardaki pazarlama hamlelerinden biri oldu. Mor dedik, pembe dedik ama turuncunun yeri bir başkaydı değil mi? Peki bu durumu ne sağladı. Turuncu renginin mi çok sevilmesi yoksa Kewell'ın bu formayla özdeşleşmesi mi. Turuncu forma ile başlayan aşk üç sezon boyunca sürekli devam etti.

Araya uzun ayrılıklar girdi. Mesela sakatlıklar. Kewell'ın kariyerinin en büyük handikapı. Hatta bu sakatlıkların yanında bir de bahsedilen hastalığı. Bütün bunlara rağmen ayakta kalmak çok büyük olaydır. Yıllar boyu da Liverpool formasını giyebilmek. Eminim, bugün Liverpool aşığıyım diyen ülkemizdeki birçok futbolseverin Kewell'ı takımlarında görmek istediğini. Şu günü için demiyorum ama, ilk geldiği günden örnek vermek istiyorum. Buna geçen sezonu da ekleyelim. Kewell'ın sözleşmesi uzatılacak mı yoksa uzatılmayacak mı mevzuları arasında Kewell'ı takımında görmek isteyen çoktu.

Çünkü o ayrı bir karakter. Bazı futbolcular rakip taraftarlar tarafından sevilmez. Sebebi ise o futbolcular kendi oynadıkları takımlarında idol olmuşlardır. Kewell ise farklıydı, herkesin Kewell için söyleyebileceği çok iyi kelimeler mutlaka vardır.

Kewell'la tanışmam da aslında hiç iyi olmadı. En nefret ettiğim futbolcuların da başında geliyordu diyebilirim. Bunun da sebebi Leeds günleri. Çocukluğumun kör fanatik günleri. Leeds United'le o mevzular yaşanınca doğal olarak rakip takımın en iyisini kendime hedef olarak seçtim. Kewell'la yattım, Kewell'la kalktım ama büyük bir nefretle. Yıllar sonra birgün Kewell'ın Galatasaray'a transfer olduğunu gördüm. Bu tam bir sürprizdi benim için, çünkü ismini basında hiç görmedik. Haldun Üstünel'in sihirlerinin ilk halkası olmuştu, çok da güzel oldu. Yıllar sonra bile hatırlanacak çok önemli bir değer takımımıza kazandırıldı.

Sürekli verdiğim örnek ama bir kere daha vereyim. Hamburg maçı öncesi. Teknik direktörün değiştirilmiş ve bu seviye için son derece tecrübesiz bir adam. Teknik direktör anlamında tabii. Futbolculuk günlerinde bu seviyeyi çok yaşadı. Meira satılmış, 50 tane sakat futbolcun var ve elle tutulur tek stoperin 36 yaşındaki Emre Aşık. Bir de bek bozması Hakan Balta. Maç öncesinde Kewell çıkıyor ve diyor ki; ben stoper oynayabilirim, altyapılarda oynamıştım. Üstelik bunu henüz ilk senesini yaşadığı bir takımda diyor ve Kewell yani, marka bir isim. Oynuyor da yani, Emre Aşık'ın kırmızısından sonra çıkıyor en kritik dakikalarda stoper oynuyor, bir sonraki maça da stoper başlıyor.

Alınan sorumluluğu görüyor musunuz. Bu maçın son iki dakikasında futbolcunun kaleye geçmesi gibi bir olay değil. Farklı birşey.

Harry Kewell, biliyorum çoğumuz için çok güzel izler bıraktı. Attığı goller, takımı sahiplenmesi, duruşu, karakteri gibi 99 tane özelliğini sayarım. Ama dedim ya, ayrılık kaçınılmaz oluyor. Ben yine tabii romantizm peşindeydim, Kewell takımda kalsın +2+2'ler var diyordum. Hala gençlerin ondan öğreneceği çok şeyler var diyordum, ihtiyaç duyulduğunda Kewell yine sahneye çıkar diyordum ama o ayrılığın geleceğinden de emindim. Zaten açtığım ankette de oy veren arkadaşlar da bunları söylemiş. Kewell'ı seviyorum ama gitmeli diyenlerin oy oranı yüzde 42.

Ünal Aysal'ın dediği gibi. Duygusallık önemli ama bir şeyi yönetiyorken profesyonel olmak zorundasınız. Sanırım o anlardan birini yaşıyoruz. Bize yakışan ise Kewell'ı en güzel şekilde uğurlamak, alkışlar içerisinde. Bülent Tulun'un yolları ayırdık açıklamasıyla bitmemeli bu iş.

Başlıkta da dediğimiz gibi, hala Galatasaraylıyım diyecek misin Kewell? Bence diyecek, bundan yıllar sonra bile ve bizim inşallah günün birinde Hagi teknik direktörümüz olur hayallerimiz de nasıl gerçekleştiyse, Kewell'ın da mutlaka Galatasaray'la yolları kesişecektir.

Samsunspor Günlüğü / Simon Zenke & Jose Couceiro

Sürekli istikrardan bahsediyoruz, çünkü başarının anahtarı orada yatıyor. Özellikle de alttan gelen ve ortaya bir hedef koyan takımlar açısından bu daha önemli. Başkanından, teknik direktörüne ve futbolcularına kadar istikrarı korumak, sizi başarıya götüren isimlere güvenmek zorundasınız. Siz bir yukarıya çıktığınızda yukarının asansör isimlerini kadronuza katmaktan ziyade, sizi oraya taşıyan isimlere duyacağınız güven daha önemli. Tabii çıktığınız yerin de şartlarına uyarak, eldeki imkanları biraz daha geliştirerek.

Yukarıdaki paragraf klişe aslında biraz. Bank Asya'dan gelen her takım için bunu diyoruz. Bucaspor için de geçerliydi bu, Karabükspor için de. Biri benliğini kaybetti, yukarı bakarken boynu tutuldu. Diğeri ise kendi benliğini yitirmeden, kadrosunu doğru hamlelerle daha da güçlendirerek önemli bir değer olmayı başardı.

Samsunspor'un da yapması gereken bu. Zaten iyi bir kadro iskeleti var elde, bu iskeleti korumak zorunda. Bunun için de Zenke, Ahmet Şahin ve Murat Yıldırım gibi isimlerle sözleşme yenilendi. İç transferdeki bu hamlelerin de devamı gelir elbet. İstikrar anlamında atılan güzel adımlar ama bir farkla. Büyük ihtimalle artık Hüseyin Kalpar olmayacak.

Başlarda çok katı olsam da Hüseyin Kalpar'la yola devam edilmesini isterdim. Bu takım düşme iddiası taşıyorken göreve gelip, ilk sezonunda takımı toparlamasından tutun, ikinci sezonunda da takımı Süper Lig'e taşımasına kadar önemli işler yaptı. Bu imkanlar içerisinde daha iyisi olmalıydı elbet, Samsunspor'un Süper Lig'i çok daha öncesinden garantilemesi lazımdı. Ya da madem son iki maça kaldı şampiyonluk iddiası, o maçlardan en az bir puan çıkarmalıydı. Süper Lig'e çıkıldı çıkılmasına ama herkesin hevesi kursağında kaldı. Sezon içerisinde yaşanan bu gelgitler ve doğru olanın çok geç bulunması Samsunspor'a heyecanlı bir sezon yaşattı. Ama önemli olan Süper Lig'e çıkmak elbette.

Samsunspor'da Galip Öztürk'ün yarattığı yeni bir yapı var. Onun için de gerçekleşecek kongrede Kazım Yılmaz başkanlığa seçilecektir. Yani oluşan yapının devamı sağlanacak, istikrar açısından bu çok önemli. Kazım Yılmaz'ın ise teknik direktör adayı Jose Couceiro. Aday olmaktan da öte, 4 Haziran'dan sonra bu açıklanacak. Hüseyin Kalpar'la böylece yollar ayrılmış oldu. Hüseyin Kalpar da yeni heyecanlara yelken açacak, o heyecanı da büyük ihtimalle Bank Asya'dan yeni bir takımı Süper Lig'e taşıyabilmek adına yaşayacak.

Jose Couceiro ismi bizlere yabancı değil. Kendisini Gaziantepspor'un başında da takip ettik. Genç futbolculara çok güvenmesi, pozitif futbol oynatma amacı övülecek noktalarıydı ama başarısız bir dönem de geçirdiğini söylemek lazım. Belki o günler kendisine tecrübe olmuştur ve Samsunspor adına aynı hatalara düşmeyecektir. Bunu bekleyip göreceğiz ama ilk olarak şunu söylemeliyim. Öncelikle yerli futbolculara önem vereceğini, kadro istikrarından yana olduğunu söyledi. Bu da önemli bir gelişme diyebilirim. İç transferde başlayan hareketliliğin de sebebi bu. Bu iskeletin de yerli futbolcudan öte iyi yabancılara ihtiyacı var.

Gaziantepspor'lu Julio Cesar da bunun için transfer edildi, 2 yıllık anlaşma yapıldı. Couceiro'nun da yakından bildiği, beraber çalıştığı bir hücum silahı. Geçtiğimiz sezon kendisini pek ortalarda göremedik ama onun öncesinde attığı şutlar, jeneriklik golleri de hafızalarda. İyi transfer bence, bakalım devamı nasıl olacak.

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Oyunun İki Yönünü Oynayan LeBron

Scottie Pippen, terazinin iki dengesinde yaşadı kariyeri boyunca. Bir kefe şans, diğer kefe ise şanssızlık. Şansı Michael Jordan gibi bir isimle aynı takımda yıllarca oynamaktı. Çok büyük başarılar yakaladılar, NBA tarihinin belki de en iyi ikilisi oldular ve Pippen'ın da kariyeri kısacası muhteşem geçti.

Şanssızlığı ise şu, hayatı boyunca Jordan'ın gölgesinde yaşadı. Oysa, NBA tarihinin en iyi birkaç isminden biridir kendisi. Ama yıllarca Jordan'la oynamak, Jordan'ın hep ilk sıraya yazılması Pippen açısından büyük handikap oldu. Bir de bunun üstüne Jordan'dan sonraki süreci iyi yaşayamayınca bu eleştiriler acaba haklı mı dedirtti. Jordan bırakırken Pippen da Bulls'dan ayrılmıştı ve Houston Rockets, Portland Trail Blazers gibi denemeler yaptı. Kariyerini de Bulls'da bitirdi ama son Bulls dönüşünde zaten bitik bir durumdaydı.

Oysa Pippen, rüştünü 1993 yılında Jordan'ın emeklilik kararı aldığında ispatladığını düşünüyorum. Phil Jackson'la beraber çok iyi işler yaptılar, Jordan'dan sonraki Bulls'u ayakta tuttular ama bütün bunlar bile Pippen'ın Jordan'ın gölgesinden kurtulmasına yetmedi.

Böyle ikililerin iyi arkadaş olmasını bekleriz aslında. Sürekli birbirlerini kollarlar, her fırsatta destek olurlar gibisinden. Pippen ise böyle yapmadı. "Michael Jordan muhtemelen bugüne dek basketbol sahasına ayak basmış en büyük skorer. Ancak Lebron James'in basketbol tarihinin en büyük oyuncusu olduğunu söyleyecek kadar ileri gidebilirim. Çünkü o sadece sayı atmıyor, arkadaşlarını da oyuna dahil ediyor. Ayrıca savunmada da en az hücumda olduğu kadar etkili" dedi.

Yani Jordan'ı sadece müthiş bir skorer olarak gördü. Büyük ihtimalle Kobe'yi de öyle görüyordur ama LeBron'un birgün Jordan'ın önüne geçebileceğini düşünmesi bile garibime gitti.

Günün birinde birisi çıkar, inanılmaz işler yapar ve Jordan'ın önüne geçer. Bu hayatta olmazsa olmaz diye birşey asla yok. Ne tabular yıkıldı, Jordan tabusu da belki bundan 50 yıl sonra yıkılır belki. Ama o tabuyu yıkacak isim bana göre LeBron değil. Hatta o Lebron'un Kobe tabusunu da yıkabileceğini sanmıyorum. Bir kere loser damgası yapıştı, bunu ancak Miami ile şampiyonluk yaşarken silebilecek. Ama o zaman da LeBron'a diyecekler. Wade ve Bosh olmasaydı sen şampiyonluk göremeyebilirdin. MVP olduğun yıllar Cavs ile yaptıkların ortada, neden orada bir şampiyonluk yürüşüne geçmedin gibisinden.

LeBron James gerçekten inanılmaz bir basketbolcu. Onu tartışmak kimseye düşmez. İnanılmaz bir fizik ve o fiziği tarif edilemeyecek yeteneklerle süslemesi. LeBron, sayı anlamında çok büyük rakamlara da ulaşır, asist ortalaması 10'a yakındır, ribaund ortalaması 10'a yakındır ve bütün bu istatistiklere bakarakta sezon ortalaması neredeyse triple double olacak ama asla bir Jordan olamayacak, yanından bile geçmeyecek diyelim.

Michael Jordan'ı izlemeyen bile bilir. Jordan Jordan'dır. S.Pippen'ın da bunu çok iyi bildiğini düşünüyorum ve böyle bir açıklama yapmasının alt metninin de farklı olduğunu düşünüyorum. Ama fitili attı bir kere, ben bile bu konu hakkında yazı yazdıysam düşünün işin geldiği boyutu.

Biri Krallar Gibi, Diğeri Yoklar İçerisinde

Van Der Sar. Futbolun 1 Mayıs emekçilerinden diyorum onun için. Üstelik kaleci olmasına rağmen. Kalecilerin yaşı yoktur derler ama 40 yaşında bile şu durumdaysan, Manchester United gibi bir takım hala seninle sözleşme yenilemek istiyorsa sen farklı bir boyuttasın demektir. Van Der Sar'ın kariyeri de çok ilginç aslında.

En yukarıyı da gördü, sonra dibe indi ama zirvede bırakmasını bildi. Ajax'ta görmediği kalmadı, oradan geldi Juventus'da iyi sezonlar geçirdi, sonra Fulham'a yolu düştü ve kariyeri açısından dibi yaşadı ama 35 yaşında Manchester United'e transfer olmasını bildin. Tim Howard'ın, Barthez'in yapamadığını yaptın ve Peter Schmeichel'dan sonra Manu'lulara kalecilik sanatı anlamında bir oh dedirttin.

Şimdi ise Manu'lular yine bir arayışa girecek, bu sefer de Van Der Sar'ı arayacak gözler. De Gea'yı transfer etti diyorlar, gençtir ve büyük potansiyeldir ama bi Van Der Sar mıdır, bunu göreceğiz. Şimdilik söyleyebileceğim, Van Der Sar'ın futbolu bırakmasına duyduğum büyük üzüntü. Çünkü ailesinde sağlık sorunları olmasa en az 1-2 sene daha devam edeceğini biliyordum. Hatta Galatasaray'la da transfer söylentileri çıktı. Son derece asılsız haberlerdi, çıktı Fatih Terim bu ismi bizzat yalanladı ama adının geçmesi bile büyük gurur.

Van Der Sar, krallar gibi bırakan oldu.

Bir de bizim Yıldıray Baştürk'ümüz var. 2002'lerde süper gurbetçiydi o. Çünkü benim jenerasyon için gurbetçi dendiğinde biz hep Berkant Göktan ismini duyduk. Berkant şöyle olacak, böyle olacak, Bayern Münih'de harikalar yaratacak derken bir anda kendisini Galatasaray'da gördü. Oradan doğru da hızlı bir düşüş. Şimdilerde Tayland Ligi'nde olduğu söyleniyor, Allah yolunu açık etsin diyeyim, ne denir böyle futbolcuya.

İşte, Berkant Göktan'ın olamadığını Yıldıray Baştürk oldu. O zirveyi gördü. Şampiyonlar Ligi'nde finali gören ilk Türk futbolcuydu mesela. Ballack'lı, Lucio'lu, Ze Roberto'lu takımın da 10 numarasıydı. Sonrasında para peşine düştü, Türkiye'ye gelmek için sinyal yaktı ama dünyaları istedi. Zaten orada kariyerinin nasıl gelişeceğinin bir filmini izletti bizlere. H.Berlin, Stuttgart, bir umuttur Blackburn Rovers derken futbolu bıraktığını öğrendik.

Henüz 33 yaşında ve adının bizim Bank Asya Ligi kulüpleriyle geçtiği bir dönemde. Euro 2008 sonrasında pek ismini duymadık aslında. Eğer gelişebilseydi bizler adına büyük değerdi ama Milli Takım'ın ondan 2002 Dünya Kupası dışında yararlandığını göremedik.

O da yoklar içerisinde bırakan işte. Şimdilerde gençlere deneyimlerini aktaracağını söylüyor. Hangi deneyimler çok merak ediyorum...

29 Mayıs 2011 Pazar

Arda Turan & Selçuk İnan

Arda Turan ve Selçuk İnan. Manisaspor döneminden gelen bir dostluk hikayesi. O dönemlerden bu yana da korunan güzel bir arkadaşlık. Milli Takım'ın ardından da bu iki futbolcu Galatasaray çatısı altında buluşmuş oldu. Arda'nın zaten Galatasaraylılığını tartışmaya bile gerek yok ama Selçuk İnan'ın da aslında fanatik bir Galatasaraylı olduğu söyleniyor. O da bir bakıma en büyük hayalini gerçekleştirdi aslında. Umarım Arda Turan kalır ve şu ikiliyi yan yana izleyebiliriz. Selçuk İnan'ın transfer getirilerinden birinin de Arda'nın takımda kalması olmasını çok isterim.

Hiddink'in de Matrix vari bakışının altını çizelim fotoğrafta. Belki o da bu maçın ardından veda edecek ve Chelsea yolunu tutacak. İddialar bu yönde...

Peki Bu Transferde Sadri Şener Bizden İzin Aldı Mı?

Selçuk İnan'ın mı intikamı bu. Hiç anlamadım. Galatasaray'a sormadan etmeden, en azından dostluk ilişkileri adına bile sorulmadan Barış Özbek'i bizlerden koparmak. Sadri Şener'i bu etik olmayan davranışından ötürü kınıyorum. Futbolcunun sözleşmesi bitmesine rağmen en azından bize hatır için sorulabilirdi, biz de bu transferin önünü açardık haliyle.

Tabii bu Sadri Şener'in mantığı.

Selçuk İnan'ın ayrılığının ardından Barış Özbek'le anlaşmak. Eskiden Galatasaray yapardı böyle işleri. Kulüpleri tarafından aforoz edilmiş isimleri kadromuza katardık. En son örneği Serdar Özkan işte. Ya tutarsa mantığı. Yine de yerlidir, bonservisi yoktur diye bakabiliriz ama bu transfer vizyonunu da pek beğendiğimizi söyleyemem. Geçen sezon Serdar Özkan'ı transfer edebilme lüksü elindeyken bu yıl Selçuk İnan'ı kapabiliyorsun. Üstelik çok makul bir yıllık ücrete.

Kimin kudreti bu şimdi. Galatasaray'ın mı, Ünal Aysal'ın mı yoksa Fatih Terim'in çekim gücünün mü. Bana göre cevap Galatasaray. Çünkü şu 1 aylık dönemde Galatasaray'ın Galatasaray olduğu hatırlatıldı bizlere.

Barış Özbek'e dönelim. Ey sola bakıp sağa pas atayım derken topu auta atan adam. Üstelik boş bir pozisyonda, gole giden takımını durdurmak. Barış Özbek'in son yılları hep böyle geçti. Sürekli yeteneklerinin çok üstünde şeyler denedi, bundan hiç geri durmadı. İlginç çalım denemeleri, uzaktan Tsubasa vari vuruşlar, Xavi vari pas denemeleri ve cool bir duruş. Karakter anlamında, yaşayış anlamında bizim çok üstümüzde olan bir isim. Kolay değil, Alman disiplini almış.

Kalli zamanında da o disiplinden güzel örnekler verdi aslında. İlk sezonunda az paraya büyük işler yapan bir futbolcuydu bizler için. İpler ne zaman Kalli'den çıktı ve Barış Özbek'in de Alman disiplininden kopup, Avrupalı apaçilere dönüştüğünü gördük. Ben ona çakma Cristiano Ronaldo derdim. En önemli görevi ise, BAM felsefesinin ilk halkası olmasıydı.

Trabzonspor açısından bu transfere bakalım. Elle tutulur birşeyler bulmak istiyorum ama sadece Şenol Güneş gözüme çarpıyor. Belki Kalli örneğinde olduğu gibi Şenol Güneş'in de Barış Özbek'i adam etmesi söz konusu olabilir ama bu bir mucizeyi gerçekleştirmek istemek. Çok zor yani, artık Barış Özbek yokuş aşağı inen bir futbolcu. Üstelik İstanbul ona dar geliyordu, Trabzon'da ne yapacak bu adam. Çok merak ediyorum.

Barış Özbek'in fazla bir özelliği yok. Sağ açık gibi kullanabilirsiniz ya da orta sahanın ortasında. Ondan hücum beklemek, pas organizasyonları yaratmayı beklemek tamamen bir hayal. O anca koşar, basar, mücadele etmeye çalışır ama bu bir suni mücadeledir. En azından son yıllarda bize gösterdiği buydu. Ayrıca Trabzonspor'un da Barış Özbek'e uyan bir orta saha yapısı yok. Selçuk İnan, Colman gibi isimlerin bulunduğu bir orta saha yapısı var. Selçuk İnan gitti gerçi ama ben o tarzda birinin o bölgede kullanılacağını düşünüyorum.

Bu durumda da Barış Özbek'in transferinin tek açıklanacak yolu alternatif bir isim olarak düşünülmesi. Bonservisi de nasılsa elinde ve yerliden zarar gelmez mantığı. Hayırlısı olsun ne diyeyim, en azından hayır duamızı aldılar...

Yobo Kalsa da Gitse de, Serdar Kesimal Nokta Atışı

Yobo'nun durumu Fenerbahçe'yi düşündürüyor. Şampiyonlukta müthiş bir pay sahibi olmuştu. Lugano ile harika bir uyum yakalandı. Gerçi Lugano'nun partneri kim olsa bir şekilde o uyumu görmek mümkün oluyor. Edu ile de uyumluydu, Bilica'yla da. Ama bu iki futbolcu da Brezilyalı, Lugano ise Uruguaylı olmasına rağmen Brezilya Ligi'nde yıllarını geçirmiş bir isim. Onlarla aynı futbol dilini konuşması önemli bir etkendi ama Yobo'nun da kalitesi beraberinde bu uyumu getirdi. Yobo'nun çevikliği, hamleli bir stoper olması ve daha önemlisi tecrübesi Fenerbahçe'ye çok şey kattı.

Bonservisini almak ise bu yüzden sıkıntılı. Yobo, kaliteli bir isim ve Everton için de mutlaka kadroda tutulabilesi yüksek bir futbolcu. Onlar da istedikleri ücreti görmeden Yobo'yu satmak istemeyeceklerdir ve bu durum Fenerbahçe'yi zorluyor. Belki Yobo'yu alacaklar, belki de yeni bir yabancı stoper arayışına girecekler. Ama görünen tablo da konuşmak gerekirse Serdar Kesimal transferi nokta atışı olmuştur.

Buna iki açıdan bakabiliriz. Yobo kalsa veya başka bir yabancı stoper gelse bile Serdar Kesimal'den daha iyi bir alternatif bulmanız imkansız. Şöyle düşünün, Yobo ile Lugano'nun arkasındaki isimler Bekir İrtegün, Bilica ve İlhan Eker'di. Fenerbahçe'nin en sevindiği nokta geçtiğimiz sezon stoperlerinin yakaladığı maç oynama istikrarı olmuştu. Birinin uzun yokluğunda sıkıntı çok büyük olabilirdi. Bu yüzden en az oynayanlar kalitesinde alternatifler yaratmak önemli. Serdar Kesimal dışında Orhan Şam'ı da stoper alternatifleri içerisinde değerlendirebilmek mühim.

Bu durumun Serdar Kesimal'in gelişimi açısından olumsuz olacağını da söyleyelim. Sonuçta Milli Takım'a yükselmiş ve 11 istikrarını da yakalamış bir futbolcu. Bir anda kendini kulübede bulacak olması iyi bir durum olmayabilir.

İkinci ihtimal ise Yobo'dan vazgeçip, başka bir yabancı stoper transferine başvurmamak. Direk Lugano ve Serdar Kesimal'i beraber oynatmak. Yine yerli stoper transferi yapmak zorunda kalıyorsunuz bu durumda ama Serdar Kesimal'in de böylece önünü açmış oluyorsunuz. Son yıllara baktığımızda Fenerbahçe'nin yerli stoper geleneği yok. En son düzenli oynayan isim Servet Çetin'di diye hatırlıyorum ama bir dönemden sonra o da beğenilmedi ve gönderildi. Bu yüzden de nasıl Galatasaray yerli kaleciye güvenemiyorsa, Fenerbahçe'nin de yerli stoperlere güvenemediğini görüyoruz.

Serdar Kesimal ise bu ezberi bozacak cinsten bir futbolcu. Alınabilecek iki tane yerli stoper vardı aslında. Ya Ersan Gülüm ya da Serdar Kesimal. Bir de ben Samsunsporlu Kemal Tokak var diyorum ama nedense bu futbolcuya fazla güvenilmiyor. Öncelikle şunu söyleyeyim, ülkemizdeki yerli stoperlerde bulunmayan bir özellik Serdar Kesimal'de mevcut. O da topu oyuna mükemmel sürebilmesi. Harika bir tekniği var, topu çok iyi kullanıyor. Pasa yatkın, sürekli hücum etmek isteyen bir takım için harika bir özellik bu. Onun dışında da kendine güveni olan bir futbolcu, ayaklar yere sağlam basıyor ve geride müthiş güven veriyor. 22 yaşında olması, istikrarının çok iyi seviyede olması da bir diğer artılar tabii.

Daha resmen açıklanmadı ama 3.5 - 4 milyon avro aralığında bir bonservis ücreti ve takas olarak verilecek üç tane futbolcu karşılığında transfer bitti. İlhan Eker ve Okan Alkan'ın takasta kullanılan iki futbolcu olduğu söyleniyor. Okan Alkan'ın geleceği olduğundan söz ediliyordu ama üç büyüklerdeki son yılların hastalığı bu. Altyapılar genelde futbolcu transferinde takas malzemesi yaratılması adına işliyor. İlhan Eker ise bir kayıp değil. Koskoca ligde sadece 1 dakika forma şansı bulabilen bir futbolcu. Üçüncü ismin ise Bilica olabileceğini düşünüyorum. Bir ara Gökhan Ünal verildi dendi ama onun da Sezer Öztürk transferinde Eskişehirspor'a gitme ihtimali çok daha yüksek...

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Her Yerde Barcelona / Barcelona 3-1 Manchester United

Barcelona nasıl durdurulabilir tarzındaki düşünceler bizi aşar. En azından ben bu konuda birşeyler düşünmem, durdurulamaz der geçerim. Alex Ferguson bile bu futbola karşı koyamıyor, diğerleri ne yapsın demek lazım. Şampiyonlar Ligi finali olsa da yine aynı pas yüzdesi, yine aynı müthiş futbol, yine bol pozisyon. En önemli artıları ise kimseye göre oynamak zorunda değiller. Rakipler mutlaka Barcelona'ya önlem almak zorunda. Kimi full savunma yapar, kimi orta sahayı kalabalık tutar, kimi ise Barcelona gibi oynamaya çalışarak ayakta kalmaya çalışıyor.

İşin sonunda ise kazanan taraf belli. Futbol 11 kişi oynanan bir oyundur ve sonunda Almanlar kazanır mantığı artık çürüdü. Sonunda mutlaka Barcelona kazanır. Hem kısa hem de uzun vadede. Mourinho çıkar Inter'in başında olduğu gibi Barcelona'yı yine durdurur ama o Barcelona bir sonraki sezon daha da güçlenmiş şekilde yine orada olacaktır.

Maça bakınca da söyleyecek pek birşey yok aslında. Barcelona yine aynı Barcelona, her yerde Barcelona. Son zamanlarda formsuzlar şeklinde eleştiriler geliyordu ama işlerini garantiye aldıkları bu boş dönemde kendilerini finale iyi saklamışlar. Çıktılar ve son 2-3 maçın aksine yine aynı makine düzeni tesisatını kurdular. Manchester United'in ise savunma yapmaktan, çok özel önlemler almaktan çok kendi futbollarını oynamak istediklerini gördük. Rooney'i en önde bırakıp, orta sahayı kalabalık bırakabilirler şeklinde yorumlar vardı ama Herhandez'in en önde oynaması ve orta sahanın ortasında da Giggs'in olması Ferguson'un mantığını açıklıyordu aslında.

Eğer böyle bir sisteminiz varsa kanatlardan iyi gelmek zorundasınız. Ama bunun tam aksine Park ve Valencia'nin etkisini hiç göremedik. Rooney, saha içerisinde sürekli dolaşarak pozisyon yaratmak istedi ama atılan uzun toplar ve kontra çıkmaya çalışmak dışında da bir hücum etkisi yoktu aslında. Barcelona ise pas trafiğiyle maçın başından sonuna kadar kontrolü elinde tuttu. Savunmacı orta saha anlamında Carrick'in tek kalması, Giggs'in ilerleyen yaşında Xavi ve Iniesta gibi isimlerin temposundan uzak kalması da Barcelona'nın rahat bir maç geçirmesine yol açtı.

Messi zaten ortada oynayarak, dikine gittiği bütün hücumlarda etkisini gösterdi. David Villa'nın da Manchester United'in sağ tarafını felç etmesi, Fabio'yu etkisiz kılması beraberinde birçok pozisyon yarattı. Manchester United için ayakta kalan tek isim Vidic diyebilirim. Bunun dışında beklentileri karşılayan bir futbolcu yoktu. Durum da böyle olunca sanki bir grup maçı havasında Barcelona çok rahat bir Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşadı.

Kupanın Abidel'in ellerinde havaya kalkması da gecenin finaliydi, en güzel andı...

BARCELONA: 3 - MANCHESTER UNITED: 1

Stat:
Wembley

Hakemler:
Viktor Kassai, Gabor Erös, György Reng (Macaristan)

Barcelona:
Valdes, Alves (Dk. 88 Puyol), Pique, Mascherano, Abidal, Busquets, Xavi, Iniesta, Pedro (Dk. 90 Afellay), Messi, David Villa (Dk. 86 Keita)

Manchester United:
Edwin van der Sar, Fabio (Dk. 69 Nani), Ferdinand, Vidic, Evra, Valencia, Carrick (Dk. 76 Scholes), Giggs, Park, Rooney, Hernandez

Goller:
Dk. 27 Pedro, Dk. 53 Messi, Dk. 69 David Villa (Barcelona), Dk. 34 Rooney (Manchester United)

Sarı kartlar:
Dk. 60 Alves, Dk. 85 Valdes (Barcelona), Dk. 61 Carrick, Dk. 80 Valencia (Manchester United)

Üçgen Hücum Gider, ? Hücum Gelir

Büyük efsane Phil Jackson. Bu tip coach'lar arkalarında hanedanlık bırakırlar. O hanedanlıkları da veliahtlar devam ettirir, ettirmeli de. Phil Jackson gibi coach'ların başarılarını sistemlerinde aramak lazım. Lakers'da üçgen hücum diyoruz mesela. Son 3 yılda 2 şampiyonluğun anahtarı buydu. Bu sene ise işler farklı gitti, bazı sıkıntılar doğdu ama bu sistem hala ayaktaydı.

Konuşulan D.Howard takasını da yapmadığın sürece kadroda büyük bir revizyona gidemezsin zaten. Takımın yine Kobe, Gasol ve Bynum üzerine kurulu bir düzende oynayacak. Bu yüzden de Phil Jackson ekolünde yetişmiş bir yardımcısını takımın başına getirmek ya da değişim diyorsan yine bir hanedan coach'ı takımın başına getirmek en doğrusu olurdu.

Mike Brown ise çok ilginç bir tercih. Cavs'ı 5 yıl boyunca çalıştırdı ve bir kere NBA finali gördü. Ama her sezonunda en azından konferans yarı finali vardı. Beklentiler ise elbette daha yukarısıydı. LeBron'un Cavs'ının şampiyon olması beklendi, bütün emekler bunun üzerineydi ama olmadı. Bu da olmayınca ne LeBron kaldı ne de Mike Brown.

Bu yüzden de Mike Brown'un Lakers'a geçişi sanki büyük bir ödül. Lakers yönetimi ne düşündü, nasıl bir yeniliğe girmek istedi bilmiyorum ama Kobe egosunu yönetmek dendiğinde de Mike Brown bunun altında ezilebilir. Öyle bir hamle oldu ki sanki Phil Jackson yarım sezonda yeniden coachlığa geri dönecek.

Az Paraya Maksimum Fayda

Avusturya'dan Türkiye'ye gurbetçi göçü başladı sanki. Beşiktaş'ın Veli Kavlak ve Tanju Kayhan transferlerinin ardından Yasin Pehlivan da Türkiye'ye adımını atmış oldu. Yasin Pehlivan ve Veli Kavlak için geçtiğimiz sezon Galatasaray'a transfer olacaklar tarzında şeyler söylüyorduk ve olayın seyri o yöne doğru gidiyordu ama geçen bir sezonun ardından futbolcuların adresi başka oldu ve çok da iyi transferler olduklarını söylemem lazım. Özellikle de maliyetlerine bakınca.

Son yazıların neredeyse hepsi transfer üzerine oldu ama gündem de bu yani. Gelecek sezon kafaya oynamaya ant içen bütün takımlar daha Mayıs'ın sonlarını yaşamamıza rağmen hamlelerini birer birer göstermete başladılar. Gaziantepspor'un da hamlesi Yasin Pehlivan oldu. Avusturyalı, genç ön libero.

Çok sert ve agresif bir futbolcu olduğunu söyleyelim. Karşısındaki rakibini inanılmaz yıldırır, nefes aldırmaz. Tam bir dinamo diyebiliriz aslında. Çok fazla ofansif katkısından söz edemeyiz ama orta sahanın defansif yükünde de harika iş çıkarır. Ayrıca hırsı ve mücadelesiyle birlikte de ateşleyici güçlerden biridir. Zaten Gaziantepspor'un da orta saha anlayışında bu yatıyor. Hürriyet Güçer'in bile yarım sezonda fark yarattığı bir orta saha yapısından bahsediyoruz. Sert, agresif, sürekli basan ve rakibinin oyununu bozmaya çalışan bir tarz. Bu açıdan da bakında Yasin Pehlivan nokta atışı oldu.

Mönchengladbach'dan da Taşkın Çalış'ı transfer ettiler ayrıca. Bu futbolcuyu tanımadığım için hakkında yorum yapamam ama işin ucunda Tolunay Kafkas varsa ve gurbetçi transferi yapıyorsa isabet oranının inanılmaz güçlü olduğunu söylemem lazım. İç transferde de Karcemarskas'ın 2013'de bitecek sözleşmesi 2014-2015 yılına, Ivan de Souza'nın 2012'de bitecek sözleşmesi de 2014-2015 yılına ve Dany'nin 2013'te bitecek sözleşmesi de 2015-2016 yılına kadar uzatıldı. Yani geçen sezonun başarılı iskeletini koruyorlar. Bu isimler fark yaratan futbolculardı, Gaziantepspor'un inanılmaz bir yabancı rotasyonu var aslında.

Beşiktaş'ta Veli Kavlak, Tanju Kayhan ve Burak Kaplan'ı resmen bitirdi. Daha öncesinde prensip anlaşması yaptıklarını duyurmuşlardı. Yurt içinde konuşulan bonservislerle, bu futbolcuların bonservislerine baktığımızda farkı görebilirsiniz. Neredeyse bedavaya üç tane genç, potansiyeli olan, kadro genişliğine de müthiş katkı sağlayacak isim aldılar.

Transferler ikiye ayrılır. Biri yurt içinden yüksek bonservislerle transfer yapanlar, diğeri de gurbetçi isimlere yönelip daha az para harcayıp, maksimum katkı alanlar. Kayserispor'un, Gaziantepspor'un başarısı bunlarda yatıyor...

27 Mayıs 2011 Cuma

Elmander & Fatih Terim

Şu fotoğrafta Elmander'den öte Fatih Terim'i gördüğüm için seviniyorum. Adamın yüzünü gören cennetlik. Fatih Terim'den alışık olmadığımız hareketler bunlar. Elmander de Florya'ya adımını atmış oldu ve bizlerde bıraktığı ilk izlenim çok sempatik bir futbolcu olması. Hal ve hareketlerini çok beğendim, neşeli bir futbolcu. Umarım herşey güzel olur, Elmander de giyeceği 9 numaranın hakkını verir. Elano'dan kötü izleri var o 9 numaranın. Oysa Hakan Şükür'ün tılsımının işlemiş olması lazımdı.

Orhan Şam ve Mustafa Pektemek Transferleri, Bobo'nun Ayrılığı

Bu sene bütün takımlar transferde hızlı gibi. Kamp zamanına kadar transferi bitirmek istiyorlar ve bu işi tamamlaması en mümkün kulüplerden biri de Fenerbahçe. Zaten şampiyon bir kadro var ellerinde ve iskelet sağlam. Ama Şampiyonlar Ligi'ni de göz önüne alınca alternatif yaratmak zorundaydılar. Yani Gökhan Gönül olmadığında sağ bek oynayan isim Bekir İrtegün olmamalıydı. Ya da Andre Santos'un sol bek alternatifi Caner Erkin.

Bunun için de Fenerbahçe'nin ilk yaptığı transferlere baktığımızda alternatif isimlere yöneliyorlar. İlk olarak Emenike geldi ve forvet hattındaki repertuar güçlendi. Niang'ı sola çek, Alex'i oraya al, Emenike'yi burada kullan gibi hamle şansın arttı. Orhan Şam transferi de buna benzer bir bakıma. Hatta forvete oranla da sağ bek alternatifi olmazsa olmazdı. Orada Türkiye'nin en iyisi denilen Gökhan Gönül'e sahipsin ama o olmadığında oynayan isim mecburiyetten Bekir İrtegün oluyordu. İkisi arasında da volkanik dağlar kadar fark var, en son Karabük deplasmanında da bunu gördük.

Gökhan Gönül ayarında elbet bir alternatif yaratamazsın ama en azından o boşluğu dolduracak sağlam bir alternatif. Stoper oynayabilmesi de büyük avantajı ama 11 şansını zor görüyorum. Şunu da ekleyelim. Gökhan Gönül ve Orhan Şam ikilisi Oftaş forması giyiyorken Orhan Şam sağ bek, Gökhan Gönül ise sağ açık oynuyordu. Yabancı kontenjanına falan takıldığında bu tip hamle yapabilme şansını da ele geçirdin. Bu yüzden önemli bir transferdi. 3,5 milyon avro'luk bonservis ise ülkemiz şartlarında doğal bir rakam. İki gün içerisinde Fenerbahçe'nin 10,5 milyon avro gibi toplam bir bonservisi göze aldığını belirtelim. Alternatif oyunculara yani bu para.

Ülkemiz içerisinde de yerli santrafor kıtlığı var. Transfer edebileceğin çok fazla yerli santrafor yok ve bu yoklukta da Mustafa Pektemek gibi isimler bir nimet.

Beşiktaş'ın da en büyük sıkıntısı zaten bu değil miydi. Quaresma ve Simao gibi hücumculara sahip olmana rağmen doğru santraforu yaratamadığın için gol atmakta sıkıntı yaşadın. Bu tip futbolcuların özel yeteneklerine çok fazla başvurdun. Bobo da iyi sezon geçirmedi, Nobre zaten etkisiz eleman ve Almeida'nın da beklentileri karşıladığını düşünmüyorum. Mustafa Pektemek, bu açıdan da baktığımızda doğru bir hamle, özellikle de yerli olması Beşiktaş gibi yabancı kontenjanı konusunda büyük sıkıntılar çeken bir takım için bulunmaz nimet.

Mustafa Pektemek her zaman büyük potansityelli, patlama gücü yüksek bir santrafor oldu. Ama yaşadığı şanssız ve uzun sakatlık böylesine bir transferi gerçekleştirebilmesi için önemli bir gecikmeye yol açtı ama sakatlıktan dönüşü de oldukça iyiydi. Bir anda eski potansiyelini yine yakaladı ve bugün Beşiktaş'ta. Üstelik 4 milyon avro gibi yüksek sayılabilecek bonservis bedeli ile. Yine de gelir formayı direk kapar demek için çok erken, şu an o da alternatif transfer gibi görünüyor ama alınabilecek en iyi iki yerli santrafordan da biriydi. Ya Cenk Tosun'u alacaksınız ama onu almak hiç kolay değil. Ya da Mustafa Pektemek'i.

İlhan Cavcav, Mustafa Pektemek ve Orhan Şam ikilisi için 9 milyon avro istiyordu. Karabükspor, Emenike için 10 milyon avro istiyordu. Gençlerbirliği bu transferlerle 7.5 milyon avro, Karabükspor ise 7 milyon avro kazandı. Bu kulüpler şu kadar para istiyoruz deyince hadi canım diyorduk ama istediklerini de aldıklarını gördük aslında. Malesef ülkemizin transfer şartları bu. Durum da böyle olunca diğer kulüpler tabii ki yabancı kontenjanı kalsın, hatta daha da sınırlandırılsın der.

Bobo ile de anlaşma sağlanamadığını belirtelim. Son zamanlarda çok istikrarsız olmasına, yabancı statüsünde olduğu için de gözden çıkarabileceği düşüncesi doğsa da yıllardır Beşiktaş'ta olması ve neredeyse burada büyüdü diyebileceğimiz bir isim olması nedeniyle de taraftarların çok sevdiği bir futbolcu. Beşiktaş'ta bunu bildiği için Bobo ile yeniden anlaşmak, onu takımda tutmak istiyordu ama Nobre'nin 2.5 milyon avro gibi bir ücret aldığı yerde de Bobo'nun Beşiktaş'tan istediği ücreti çok normal karşılıyorum. Nobre bütün dengeleri bozuyor o takımda. Saha içerisinde gösteremediği performanstan tutun, aldığı yıllık ücrete kadar. Bobo'nun da istediği ücreti Beşiktaş karşılamayınca Bobo artık serbest bir futbolcu statüsünde.

Ama nereye gider kestiremiyorum. S.Lisbon diyorlardı, o iş olmadı. Türkiye içerisinden de bir transfer yapma ihtimali yok. Hepsinin ötesinde eski potansiyeli de yok. Bundan 2-3 sezon önce Bobo'nun piyasası inanılmaz genişti ve 6-7 milyon avroluk bonservisleri konuşuyorduk. Beşiktaş o yıllarda beklemeyi, Bobo'dan daha fazla kazanabileceğini umut etti ama zamanında bu hamle gelmeyince de bugün Bobo ellerinde çantasıyla ayrılık şarkısını söylüyor. Benim tahminim ya ülkesine döner ya da Portekiz Ligi'ne gider yönünde. Bakalım tercihini hangi yönde kullanacak ama bildiğim tek şey var. Beşiktaş taraftarı Bobo'yu unutmaz...

Türkiye İçerisindeki Transfer Turizmi

Japon futbolcu deyince hemen Tsubasa'yı akıllara getiririz. Bir de bu adam 10 numaralı pozisyonun adamıysa ve damarlarında da Brezilya kanı taşıyorsa. Gaziantepspor'da gösterdiği iyi performansın ardından da Türkiye'nin Tsubasa'sı yakıştırmaları yapıldı ve Mustafa Denizli'nin de ısrarla söylediği 10.5 numara kriterinden yola çıkarak Beşiktaş'a transfer oldu.

Beşiktaş'a transfer olduğunda 29 yaşındaydı ve kendisi için ödenen bonservisin de 8 milyon avro gibi bir rakam olduğunu unutmayalım. Quaresma için bile böyle bir bonservis ödenmedi diyebiliriz. Ama ülkemizin şartları bu, fiyatlar inanılmaz yukarıda. Yerli de olsan, yabancı da olsan büyüklere transferin gerçekleşiyorsa inanılmaz fiyatlar isteniyor. Bu da yabancı kontenjanının getirisi ve bu tip transferler için Ağustos'un sonlarını bekliyorsan yapacak birşeyin kalmıyor. Beşiktaş'ın da eli, kolu bir bakıma bağlıydı. İlla çok mu gerekliydi böyle bir futbolcu bilinmez ama Tabata'nın uğruna ödenen bonservisin altında ezildiğini her hafta tekrar tekrar izledik.

Şimdi ise o Tabata'yı nasıl göndeririz diye Beşiktaş yönetimi düşünüyor. Şanslı oldukları nokta ise Tabata'yı kiralayan kulübün bu futbolcunun bonservisini almak istemesi. Tabata'yı gözden kaçırdık ama adam Arap yarımadasının Tsubasa'sı olmuş. Harika gollerinin videolarını izliyoruz. Şimdi de attığı golden sonra ağlamış, nedenini bilmiyorum. Bildiğim şey ise 31 yaşına gelen Tabata'nın bu sevgi ortamını bulmuşken oradan ayrılmaması gerekliliği. O artık Arap dünyasının starı ve Arap yarımadası deyince de akıllara yüksek bonservisler gelir. Beşiktaş'ın Tabata'dan büyük zarar ettiği bir gerçek ama kurtarabileceğini kurtarma ihtimali de yüksek.

Yüksek bonservis demişken olayı Mehmet Topuz'a da bağlayalım. Onun uğruna da büyük savaş verildi, bu mücadeleden kaynaklı inanılmaz bir bonservis rakamı ortaya çıktı ve Mehmet Topuz için bu baskı ortamını nasıl kaldıracak sorusunu sormaya başlamıştık. Tabata'nın bu bonservis bedeli altında ezildiğini söylemiştik ama Mehmet Topuz için bunu söylemek imkansız. 9 milyon avro gibi bir rakama geldiği Fenerbahçe'nin en önemli kozlarından biri oldu, harika bir sezonu geride bıraktı. Uğruna ödenen para da helal olsun dedirtti ama yüksek yani bu ücretler. Mehmet Topuz için 9 milyon avro, Tabata'ya 8, yarın başka birini istesen 10 gibi rakamlar.

Şimdi de Emenike için ödenen 7 milyon avro'luk bir bonservis var. Kimi 9 diyor ama biz şu anı konuştuğumuzdan 7 diyelim. Karabükspor başkanının Emenike için 10 milyon avro isteriz gibi açıklamalarından Emenike'nin Türkiye içerisinde bir transfer yapacağını düşünmüyordum. Hatta hiçbir Avrupa kulübünün de böylesine büyük bir bonservisi Emenike için vermez diyordum. Belki Rus takımları bir ihtimaldi ama zor yani. Bu yüzden de Fenerbahçe'nin böylesine bir bedeli gözden çıkardığını görmek beni şaşırttı.

Çünkü Emenike'nin alternatif olarak transfer edildiğini düşünüyorum. Niang'ı kesmesi güç ya da Niang'ın sola çekildiği zamanlarda forvet oynaması. O zaman da Alex kaleye daha yakın kalıyor. Sistem değişir, çiftli santrafora geçilir bilemem ama Alex olduğu sürece sistem onun üzerinden kurulur. Bu yüzden de Emenike'yi alternatif gibisinden değerlendiriyorum ve Fenerbahçe'nin iyi bir alternatif aldığını düşünüyorum. Emenike, komple bir santrafor yeteneklerine sahip. Fizik olarak çok güçlü, inanılmaz hızlı, gol vuruşu çok iyi. Kafalarda yarattığı soru işareti ise acaba büyük takım futbolcusu olabilecek mi gibilerinden. Bence olur ama dediğim gibi kendisi için ödenen bonservis bedelini çok fazla buldum. Fenerbahçe'nin parasıdır, benim yorum yapmam ne kadar doğru bilemem ama bu transfer iç dengeleri iyiden iyiye bozacaktır.

Hatta bozdu bile. Emenike'nin 9 milyon avro ettiği yerde, Orhan Şam ve Mustafa Pektemek için de 9 milyon isterim diyor İlhan Cavcav.

26 Mayıs 2011 Perşembe

Yaprak Dökümü Mü?

Ersun Yanal döneminde gelen çok sağlam bir yapılanma vardı. Bir anda sil baştan kurulan bir kadro ve o kadronun şampiyonluğa oynaması. Ama Ersun Yanal'la gelinecek nokta bir yerde tıkanıyor elbette, kurulan bu takıma yarışmacı ruh katılması gerekiyordu. Bu yüzden de Trabzonspor adına Şenol Güneş'ten başkası düşünülemezdi ve o düşünüldüğünde takımın 1.5 sezonda geldiği noktayı görüyoruz. Umut Bulut'un Karabükspor maçında yaşadığı patlamayı, üst üste alınan üç beraberlik maçından birinde görebilseydik bugün şampiyonun adı da başkaydı.

İşte bu yapı harikaydı, önemli olan da devamlılıktı elbette. İskeleti koruyarak, bunun üzerine çok daha doğru hamleler gerçekleştirmek. Ama o iskelet dağılıyor, yaprak dökümü başladı. Bunun da sebebi açık. Değeri sürekli yukarıya vuran futbolcuların artık daha fazla ücret almak istemesi. Trabzonspor'u asla üç büyüklerden aşağı görmüyorum ama imkanlar dahilinde baktığımızda da arada büyük farkların olduğu açık.

Egemen Korkmaz'ın istediği ücrete Trabzonspor yanaşmadı mesela. Ya da Selçuk İnan. Onun aldığı ücreti değil Trabzonspor'un birçok takımın karşılaması zordu. Yarın öbür gün Umut Bulut da ayrılır, Jaja da. Çoğu futbolcunun gitmek istiyormuş gibisinden hal, hareket içerisinde olduğu bir gerçek. Bu da Trabzonspor iskeletinin dağıldığını gösteriyor ama her durumda olduğu gibi yine en büyük şansları Şenol Güneş olacak. Türkiye'nin futbol filozofu dediğimiz Şenol Güneş'in mutlaka kafasında yarattığı alternatifler vardır, yine gidenin yeri bir şekilde dolar. Ama kadroda bulunan bazı futbolcuların transferine izin verip, önemli bir bonservis kazanmak varken ısrarla onları takımda tutma mantığı sözleşmeleri bittiğinde ayrılık şarkısının çaldığını gösterir.

Ama Trabzonspor'un politikası farklı, başka şeyler düşünüyorlar. İşin aksi gibi bu imkansızlıklar ve zamanında yapılmayan hamlelerin tepkisi de başkalarına geliyor elbette. Selçuk İnan transferi için Galatasaray'a tepki var, son derece anlamsız bir fair portresi çizildi Sadri Şener tarafından. Belli ki Trabzon'da oynanacak Galatasaray maçında Selçuk İnan üzerinden büyük tepkiler olacak ama bana sorarsanız yanlış şeyler bunlar. Sonuçta para için de yapılmış bir transfer olmadı bu ama Sadri Şener, Galatasaray ile dostluk ilişkilerini dondurduğunu açıklamış. Sanırım Egemen Korkmaz transferinde Beşiktaş sordu Trabzonspor'a önce, onlar da izin verdi. Çok saçma şeyler bunlar, kurallar dahilinde herşey olur. Zamanında Ali Turan için de böyle şeyler okumuştuk. Umarım Ceyhun Gülselam'ı da alırız da ortam daha da şenlenir, fair duygularıyla yükseliriz arşa.

Günah Çıkarma #3 / Bülent Ünder ve Kazandığı Yaşlanmayan Gençler

Hagi'den sonraki Galatasaray'ın bir iddiası kalmamıştı aslında. Eğer küme düşmeyen takımlar yarıştan erken kopmasaydı, Bursaspor'un zamanında 40 puanla küme düşmesi gibi bir sezon olsaydı belki de işler farklı olurdu. Ama Galatasaray gibi bir camianın bu tip şeyleri aklına getirmesi bile çok acı bir tablo aslında.

Böyle bir tablodan peki ne beklersiniz. Mesela ben 1-2 tane de olsa genç futbolcu kazanabilmeyi isterdim. Zaten mevcut kadroyla dibi görmüşsün ve genç isimlerle daha kötüsü olmayacaktı. İşler ise böyle olmadı, Bülent Ünder belki de kendisini kanıtlamak adına mevcut kadroyla yoluna devam etti. Aslında kupa finaline kadar Tayfur Havutçu da böyle bir yola gitmişti ama o başarılı oldu ve geleceği de olan bir teknik adamdı. Kulübün hedefi var, gelecek sezonda da yönetimi belli ve Tayfur Havutçu'ya verilen bir şanstı. O da bunu iyi kullandı.

Bülent Ünder'e ise verilen şans falan değildi, ondan istenen şey sezonu kapatabileceği en iyi şekilde kapatmasıydı. Bu süreçte de birkaç genci kazanabilmesi. O ise gençleri kazanmaktan öte Gökhan Zan gibi isimleri kazanma yoluna gitti. Tugay Kerimoğlu kenarda Anıl Dilaver ve Cem Sultan'ı işaret ettiğinde 89. dakikada Çağlar Birinci'yi oyuna sokabilme ihtimalini tercih etti. Peki kazanan kim oldu, hiç kimse.

Zaten sezonun bitmesinden sonra Bülent Ünder'in açıklamaları durumu özetliyor. Ben Gökhan Zan'ı kazandım, Insua benim sayemde Milli Takım'a seçildi diyor. Oysa Hakan Balta ve Çağlar'ın sakatlığı yüzünden 2 maç oynattığı Insua'yı nasıl da kazanmış oluyor? Gökhan Zan'ı kazanması ya da. Sanki gelecek 10 yıl stoper sıkıntısı yaşamayacağız bu sayede. A2 de ise A takımda olması gereken gençler A2 şampiyonluğunu kazanarak Bülent Ünder'e en güzel mesajı verdi aslında. Bu kötü sezonda da gençler oynamayacaksa ne zaman şans bulacak bu adamlar.

Sezonu ise Ünal Aysal'ın gelmesinin getirdiği haz, Fatih Terim'in isminin duyulmasının getirdiği hırsla beraber bitirebileceğimiz en iyi noktada bitirdik. Tabii son üç maçın zorluk derecesini de gözden çıkarmamak lazım ama bu kötü sezonda seri seridir. Rijkaard'ın 4 maç üst üste yaptığı seriye bakmayanlar, Bülent Ünder'in 3 maçlık serisini göklere çıkarabilir. Şahsi düşüncem ise Bülent Ünder'in ne kadar iyi insan olursa olsun kulüpte kalmaması gerektiğidir.

Yarının konusunu da şimdiden söyleyeyim, sezonun en can alıcı noktalarını yazacağız. Yani ana yemek en sonda. Ali Sami Yen'in kapanışı ve TT Arena'ya geçiş. Galatasaray'ın kalbine hançerin saplandığı gün...

Stigmatik Ruh Halinden Yeni Galatasaray’a Doğru

Hz. İsa bazı yandaşları tarafından üç kuruşa satılıp kırbaç darbelerine maruz kaldığında, çarmıha gerildiğinde ve bedenine her türlü işkence uygulandığında, her şeye rağmen tüm acıya göğüs gerip kendisine zarar verenlerin affedilmesini istiyordu babasından. Bilekleri, ayakları çivilendi, mızrak darbelerine maruz kaldı, acımasız yaraları bedeninde taşıdı ve gözlerini hayata yumdu. Hz. İsa’nın yaşadığı acılar, bundan şikâyet etmemesi ve hayata karşı verdiği sınav bedenine mal olmuşsa bile manevi anlamda içinde farklı anlamlar barındırmıştır. Onun ölümünden yüzyıllar sonra ilginç olaylar yaşandığı söylenmiş. Dinine çok bağlı olan Katoliklerin durup dururken el bileklerinde, ayaklarının üstünde, gözlerinde ve vücutlarının çeşitli yerlerinde yaralanmalar, kanamalar ortaya çıkmaya başladı. Bu tür olayların yaratıcıya en yakın olunduğu, onun peşinden koşulduğu, oruç tutulduğu ve acıya direnme gücünün en üst safhada olduğu anlarda gerçekleştiği söylenmiş. Papalık kurumu da bu tarz bir olayın en son 13. Yüzyılda gerçekleştiğini söyleyip ondan sonraki bu tür yaralanma başvurularını kabul etmemiştir. Bu olaya stigmata adı veriliyordu ve bu acıyı taşıyanlara verilen isim stigmatikti.

Geçtiğimiz sezon yaşananlar Galatasaraylılar açısından acı deneyimlerle örülmüş ilginç olaylar yumağıydı. Yönetim zihniyetinden taraftarların ruh haline, takımın kötü gidişinden oyuncuların uyumsuzluklarına kadar bin dereden su getiren ve en ağır taşları taşımak zorunda bırakılmış sarı kırmızılı renklere gönül verenlerin sınavıydı. Bu renge gönül veren taraftarların her birinin stigmatik günler yaşadıklarını söylemek abesle iştigal olmayacaktır. Eğer bir şeye çok içten bir şekilde bağlıysanız, o renklere sonuna kadar inanıyorsanız, her türlü zorluklara göğüs gerecek dirayeti kendinizde buluyorsanız ödülünüz size muhakkak geri dönecektir. Yaşanan hisler acıdan ve acı geçişlerden ibarettir ama bu deneyim geleceğinizi farklı bir yönde çizer. İçine düşülen karanlık dehlizlerin ardından güzel şeylerle karşılaştığınızda, zihniyet değişiminin farkına vardığınızda, karşınıza çıkan her olumlu haber ve güzellik sizi daha mutlu kılacaktır. Sürekli mutluluklarla kapsanmışların hayatına girecek yeni mutluluklar ekstra bir motivasyon ve sevinç kaynağı yaratmaz. Acıların ardından gelen büyük mutluluklar gibi hissettirmeyecektir. İşte bundandır bu aralar Galatasaraylıların daha mutlu olmalarının ve olumlu düşünmelerinin nedeni.

Galatasaraylılar için bir şeylerin değişeceğini hissettiren ilk an, bir revir haline gelmiş, kendi bildiğinden başkasını okumayan, peş peşe alınan hatalı kararlar ardından ruh sağlığını yavaş yavaş kaybeden, kontrolü elinden kaçıran bir yönetimin ardından ne yapacağını çok iyi bilen bir yönetim anlayışının emarelerini göstermesidir. Daha düne kadar alınan ya da alınacak birçok karar üstü kapalı bir şekilde geçiştirilirken, üstü kapalı politik cevaplar vuku bulurken, arabesk söylemlerle taraftarın ruhunu okşamak söz konusuyken, bu arabesk ruh hali bir anda ne yaptığını bilen, mantıklı ve profesyonel söylemlere kavuştu. Sorulan sorulara üstü kapalı politik cevaplar verilmiyordu. ‘Biz şeffaf bir yönetim modelini benimseyeceğiz’ deyip kendi bildiğini okuyan eski yönetim gibi değildi yeni anlayış. Asıl şeffaflık ve kesinlik böyle olmalıydı. ‘Galatasaray’da transfer bitmez’ söylemi ne kadar taraftarı ve gerçekleri uyutmaya yatkın, arabesk bir söz öbeğiyse, ‘23’ü haftasında gerekli açıklamaları yapacağız’, ‘Galatasaray Avrupa’da yok diye çok kaliteli oyuncuları almaya gerek yok diye düşünmüyoruz. Bir an önce üst düzey isimleri dâhil edip hemen başarıya ulaşmak istiyoruz’ sözü de gerçekleri olduğu gibi yansıtan söylemlerdir. Yeni yönetim dâhilinde hiç kimsenin bildiğini okuyamayacağı ve tüm kararların ortak bir akılla alınacağı bir ortamda sırtınızı güvenle arkaya yaslayabilirsiniz.

Dün açıklanan Selçuk İnan transferinin bir kırılma noktasına tekabül ettiğini düşünüyorum. Son dönem yönetimlerinin eseri olması neticesinde unutulan, içinde var olan gücü fark edemeyen büyük bir çınarın silkinişinin habercisidir İnan. Olaya sadece futbol gerçekleri gözüyle bakılmaması gerekmektedir. ‘Biz istediğimizi alırız’, ‘Basarız parayı alırız’, ‘Ancak çay içmeye giderler’ gibi aşağılık ve arabeskçe dışavurumların gökyüzüne çıktığı bir ortamda, bir tarafın ağzından tek bir kelime çıkmadan, dürüstçe yıllık iki milyon gibi bir ücrete, ülkenin en önemli sporcularından birini kadrosuna katması çok manidardır. Bir tarafta kendisi dışındakileri kaale almayan, herkesi parayla satın alabileceğini düşünen, maneviyatın gücünü unutan ve dürüstlüğün, ahlaklı oynamanın ne demek olduğunu unutan söz sahipleri varken, diğer tarafta sadece parayı düşünmeyenlerin, kendisini maldan saymayanların ve daha farklı değerlerin peşinde koşanların olduğunu unutabiliyorlar. Çok zor zamanlar geçirmiş olabilirsiniz. Bir futbolcu için en büyük prestij olan Şampiyonlar Ligi trenine atlamayacak olabilirsiniz. Avrupa arenasında bir yıl boyunca görünmeyecek olabilirsiniz. Yıllık 3,5 – 4 milyon euro kazanma şansını da elinizin tersiyle itebilirsiniz. Ama kendinizi daha mutlu hissedebileceğiniz ve artık insanlara değer verileceği izlenimini yansıtan yeni ufuklara yelkeninizi açabilirsiniz.

Ülke birçok sorunla boğuşurken ve her geçen zaman toplumun içine düşmanlık tohumları ekilirken, kendisini en büyük olarak nitelendirenlerin söylemleri, tüm topluma ulaşabilen insanların neler söylediklerine dikkat etmeleri elzemdir. İlgili söylemler daha fazla nefret olarak kendilerine dönüşecek ve ‘biz ve ötekiler’ kavramının neden oluştuğunu bir türlü anlayamayacaklardır. Milyonlarca kişiye seslenenlerin söylemlerine dikkat etmemesi, ülkenin en büyük başarılarını getirmiş bir camiayı aşağılaması, bu büyük camiayı ‘ancak çay içerler’ diyerek aşağılamasının ardından kendi ağırlığına yakışacak şekilde, tek kelam etmeden işi bitirmek bir tarafın erdemi olsun. Normal şartlar altında Selçuk İnan’ın, takımının Fenerbahçe ile girdiği ve oldukça elektrikli geçen bir şampiyonluk mücadelesinin ardından, kendisine çok şey katan ve Fenerbahçe ile yaklaşık yirmi yıldır neredeyse kan davası tadında büyük sorunlar yaşayan Trabzonspor’dan ayrılıp kan davalı bir kulübe gitmesi beklenemezdi. Bunu dahi düşünemeyecek olan kişilerin her gün milyonlarca kişiye sözde futbol aklı ile seslenmesi adaletsiz ve haksız bir durumdur. Selçuk İnan’a yıllık 10 milyon teklif edilse dahi kabul etmezdi. Çünkü paradan daha önemli şeyler var. Daha farklı değerler söz konusu. Yıllık 10 milyon banka hesabınıza geçebilir ama içinizde bir yerde vicdanınız sizi esir alır. Size büyük emekler vermiş bir kulübün taraftarlarının bedduasını alabilirdiniz. Bu sizi hiç iyi hissettirmezdi.

Bu transfer aynı zamanda, son yıllarda ülke içinde kendisini kanıtlamış kaliteli yerlilerin yıllardır peşinden koşturmayan ve orta sahasına uzun zamandır doğru düzgün adam yerleştiremeyen bir spor aklının yeni yönetim anlayışı ve vizyonuyla gereğini yapması, yeni başlangıcın nasıl olacağına dair ufak bir dokumadır. İnan transferi bir camianın gücünün farkına varabilmesi anlamında aydınlatıcı bir yol çizecektir.



Şu ana kadar açıklanan iki isime baktığımızda öyle muazzam yıldızlar olmadıklarını, fakat kaliteli oyuncular olduklarını ve her şeyden önemlisi kaliteli olmaktan öte bir takım oyuncusu olduklarını göreceğiz. Elmander ve Selçuk İnan transferlerinin yıldız transferleri adı altında yapıldığını düşünmüyorum. Takıma katkı sağlayacak, ortak bir uyumla takımın önemli bir parçası olacak, takımın kimliğine savaşçılık ve yeteneği ekleyecek isimlerdir. ’Elmander 10 gol atsın, kellemizi keseriz’cileri dikkate almaya gerek olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Elmander seçimi gollerin bitiricilik tarafından ziyade hazırlayıcılık ve yardımcılık tarafını temsil edecektir.

Burada asıl ilgi çekici olan noktalardan biri ise oldukça kaliteli olan iki isimin bonservis bedelsiz olarak alınmasıdır. Bu şu anlama geliyor. Kulübün kasasından hâlâ para çıkmadı. Hâlâ çok büyük olarak tabir edilen yıldızlar açıklanmadı. Onlara yönelik olarak bir harcamaya girilmedi bile. Eğer başlangıç bonservis bedelsiz olarak Elmander ve Selçuk İnan ise asıl büyük bombalar kimler olacaktır heyecanla beklemek lazım. Bu mavi fil de olabilir, sevinçten ‘inle’yip duran Galatasaraylılar da olabilir.

Fatih Terim’in yardımcılarının eski oyuncuların olacak olması ve taraftarlar arasında sözü çok geçen ‘yeniçerilik’ kavramının iyice hortlayacağından korkanlara gelince, bu yönetim ve vizyonla böyle bir şeyin söz konusu dahi olmayacağını adım gibi biliyorum. Fatih Terim ve ekibi sadece yeşil sahadan sorumlu olacaklar. Takım içerisinde herhangi bir ayrımın söz konusu olacağına inanmıyorum. Çünkü yönetimin kontrolü hep buranın üzerinde olacak.

Florya’ya disiplini getirecek olan Fatih Terim’in elindeki sopa değil, yönetimin elindeki kontrol kılıcı ve hâkimiyet baltası olacaktır.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Selçuk İnan Galatasaray'da

Drogba diyoruz, Elmander diyoruz ya da Kallström. Başka isimleri de sayacağız ilerleyen günlerde. Drogba'yı alıp, onun etrafında takım kurmak ya da kaliteli yabancıları bu sistemin içerisine katmalı. Ama şunu unutmadan, bu söyleyeceğim Türkiye'nin en büyük gerçeği. En azından zirve yarışında bende varım diyorsan. Kaliteli yerlileri takımında bulundurmak zorundasın. Özellikle de en can alıcı dediğin, Avrupa'dan bir isim almayı denesen büyük paralar harcayacağın o bölgelerde yerli futbolcu kullanabilmek çok önemli.

Bu saydığım mevkiler de orta saha ve forvet. Daha çok orta saha aslında, özellikle de Galatasaray cephesinden baktığımızda. Son iki sezonda BAM üçlüsü gerçeği var, herkes gider biz kalırız diyen bir durumdaydılar. Bunu da aşmanın en büyük yolu, transfer stratejinde merkezi orta saha olarak göstermen. Hele ki ülkemizin yerli, yabancı futbolcuları arasından bir transfer gerçekleştirme gibi bir olaya girersen ödenen bonservisler ortada. En son Emenike 7+2 milyon avro'ya gitti işte. Baros'un Galatasaray'a 5 milyon avro bonservisle geldiğini hatırlayın. Maksatım karşılaştırma yapmak değil, ülkemizin gerçeklerini tekrar göstermek.

Ülkemizin gerçekleri işte böyle. Bonservisi olan bir futbolcuyu transfer etmek inanın çok zor. Bu açıdan da baktığımızda Selçuk İnan gibi bir futbolcuyu şu ortamda ikna edebilmek çok önemliydi. Haftalardır Selçuk İnan'ın Fenerbahçe'yle anlaştığı gibisinden haberler okuyorduk. Şampiyonlar Ligi faktörü gibisinden söylemler. Ya da futbolcunun Avrupa'ya gitme isteği. Galatasaray'ın ise bu sezon elinde Avrupa yok ama Galatasaray hala Galatasaray. Malesef medyada Galatasaray'ı yerden yere vurma çabası devam ediyor, karamürsel sepeti gibisinden görme sendromu var. Sebebi de açık, bu sezonu 8. tamamladığımız için.

İşte bu faktörlerin hepsiniz göz önüne aldığımızda Selçuk İnan bir kere daha çok büyük bir transfer oldu diyorum. Takımın en ihtiyaç duyduğu, en can alıcı noktasına, alınabilecek en kaliteli futbolcu. Bonservisinin olmaması, o bölgeye alınan bir yerli olması derken her açıdan harika bir iş. Şu söyleme de katılıyorum. Hem mali, hem de psikolojik açıdan harika bir hamle oldu. Artık Galatasaray'ın eli daha güçlü, özgüveni daha yüksek ve gelecek adına çok daha güzel şeyler düşünüyor.

Arda Turan olayını da es geçmeyelim, onun da çok yakın arkadaşı. Arda'nın takımda kalmasında önemli bir faktör de olabilir, bunu atlamamak lazım. Takımın gelecek sezona nasıl bir sistemde oynayacağını, diğer transferleri görmediğimiz için Selçuk İnan adına teknik analiz yapmak adına erken. Şuna da üzülüyorum aslında, Trabzonspor çok derin bir kan kaybı içerisine girdi ve Şenol Güneş gelecek sezon adına neler düşünüyor acaba? Bir anda şampiyon kadronun temel taşlarını kaybetmeye başladın. Ama şu durumda da Selçuk İnan'ı kaybedemezdik.

Değişim Treni

Bazen değişim kaçınılmaz oluyor. Önemli olan bu değişim trenini kaçırmamak. Bursaspor da bu değişim trenini kaçırmamak adına şampiyon kadrosundan 5 futbolcu ile yollarını ayırdı. Ivankov, Ali Tandoğan, Ergiç, Mustafa Keçeli ve Hüseyin Cimşir giden isimler. 5'inin de ortak özelliği takım şampiyon olurken banko futbolcular olması ve o tarihin yazılmasında büyük pay sahipleri olmaları. Yani güzel bir uğurlama törenini, eller üzerinde taşınmayı hak eden isimler. Ama şimdiye kadar gelen haberler ayrılık şeklinin hoş olmadığı yönünde tabii. Taraftarlar bu vedayı en güzel şekilde yine yapar ama kulübün tutumu garipsenebilir. Yine de ben garipsemem, çünkü Galatasaray'da da bu tip ayrılıkları çok yaşadım ve hepsinde de kulübe hak verdim. Sonuçta bu değişim treni ve bu treni zamanında kaçıranların nerelere düştüğünü gördük. En kısa örnek; Sivasspor.

Bu kararlar neye göre alındı onu bilmiyorum ama. Mesela Ali Tandoğan. Geçtiğimiz sezon yaşadığı çok şanssız bir sakatlık vardı ve onun alternatifsiz oluşu yerine oynayan futbolcunun da ipini çekti diyebilirim. O şanssız isim de Mustafa Keçeli. Adam sol bekken, sağ bek performansı yüzünden takımdan ayrılıyor. Oysa o sağ beke neden bir transfer yapılmadı, alternatifsiz kaldı. Diğer isimler için ise birşey diyemem, yaşı gelmiş futbolcular sonuçta. Ergiç bile olsa bu ayrılıklar mutlaka yaşanır ama Ali Tandoğan gibi Mustafa Keçeli gibi yararlı olabilecek futbolcuların da gidişi üzücü.

Insua, Stepanov ve Svensson'un da ayrılma ihtimalleri var, çok da iyi olur. Zaten Bursaspor ne çektiyse sezon başında getirdiği yabancılardan çekti. Koskoca sezonda onca alınan adamdan gelen katkı bana göre sıfır. Sadece Kenny Miller'ı sayabiliriz ve Kenny Miller'ın varlığı umarım gelecek sezon yaşanacak transfer politikasını da etkiler.

Egemen Korkmaz, Gurbetçi Akını & Beşiktaş

Bazı futbolcular için kafadan önyargılar oluşur. Mesela Servet Çetin diyelim. Söylenecek ilk söz çok ağır bir futbolcu olduğudur, inanılmaz hatalar yaptığıdır. Bütün bunlar da futbolculuğunun ilk yılları ve fiziğine bakılarak söylenir. Karakterini sevmezsiniz o ayrı, ben de sevmiyorum ama hakkı olanın hakkını vermek lazım. Bugün Servet Çetin alternatifsiz bir futbolcu ve şu kötü Galatasaray'ın çok az sayıdaki istikrarlı isimlerinden biriydi. Ayrıca Marsilya'nın da 8 milyon avro'luk teklifini akıllara getirmek lazım, zamanında iyi teklif yapmışlardı ama olmadı. Yani işin özü Servet Çetin iyi bir isim. Herkes takımında görmek ister ama takımında göreceği süreye kadar da futbolcuyu eleştirir.

Egemen Korkmaz da böyle aslında. Ülkemizin en değerli stoperlerinden biri. Ama onun için de hep bir ön yargı vardı. Hatta Milli Takım cephesinde de. Kadroda mutlaka olması gereken zamanlarda kendisini göremedik, Hakan Balta ve Emre Aşık'ı stoper olarak izledik. Burada da Fatih Terim'i eleştiriyorum aslında, Egemen konusundaki kararı yanlıştı. Sonrasında Hiddink de bu yanlış içine düştü, Serkan Balcı yanlışında olduğu gibi. Son Belçika maçının açıklanan kadrosuna kadar kendisini göremedik ama sonunda hak ettiğini aldı diyebilirim Egemen için.

Bu sezon sonu Trabzonspor için zor. Sözleşmesi biten futbolcuların yerini doldurmak önemli. Selçuk İnan ve Egemen Korkmaz'ın boşluklarını doldurmak zor olacak. Egemen'in de takım kaptanı olduğunu unutmayalım, yani gemiyi en son terketmesini beklediğiniz adam. Ama o 2-3 hafta önce çıkan haberleri doğrulayarak Beşiktaş'la anlaştı. Bu anlaşma neticesinde de Beşiktaş ne kadar doğru adımlar attığını bir kere daha gösterdi.

Geçtiğimiz sezonun en can alıcı iki noktası vardı. Birisi savunma, diğeri ise gol sıkıntısı. Sivok'un, Ersan Gülüm'ün sakatlıkları bütün dengeyi bozdu. Gözden çıkan Ferrari bile bir ara bu takımın vazgeçilmez futbolcusuydu. Bu sıkıntının da sebebi kadro mühendisliğini doğru yapmamaktan geçiyor. Quaresma, Simao, Guti gibi isimleri almak güzel ama arkayı da doldurmalı. Bu yüzden de yabancı kontenjanını da göz önüne alarak Beşiktaş savunmasını Türkleştiriyor. Egemen de bu açıdan doğru bir adım oldu. Hatta son zamanlardaki Egemen Korkmaz {sol bek bile oynadı} çok daha farklı, geniş bir repertuarla geliyor.

Şu da var ayrıca. Beşiktaş'a gurbetçi akını başladı. Yurt dışındaki genç ve kaliteli yerlileri de toplamaya başladılar. Veli Kavlak'a zaten değindik, şimdi de Tanju Kayhan geliyor. Kendisini hiç izlemediğim için bir yorum yapmam güç ama araştırdığım kadarıyla potansiyeli olan bir yetenek. Hatta Ekrem Dağ'ın genç şubesi. Her iki kanatta da gerek bek gerekse açık olarak oynayabiliyor. Bu da ayrı bir kadro genişliği tabii, böyle joker futbolculara hele de gençse herkesin ihtiyacı var. Burak Kaplan'ı da atlamayalım. O da gündemde...

Günah Çıkarma #2 / Ateşten Gömlek Giyen Ama Başarısız Olan Adam

''Galatasaray ne zaman iyi ben burada yok, Galatasaray ne zaman kötü ben burada'' diyen koca bir yürek. En zor zamanda görevi devralmış, ateşten gömleği giymiş bir isim. Fatih Terim'in bile geri durduğu bir zamanda Hagi kayıtsız şartsız görevi kabul etti. Şu tip eleştiriler geliyordu gerçi, Hagi ne kadar büyük bir teknik direktörki gelmeme gibi bir lüksü olsun gibisinden. Ama durum böyle değil, Hagi'nin o imkanlarda çok iyi geçen bir Galatasaray dönemi var ve olası bir başarısızlıkta da o iyi günler unutulacaktı. Peki unutuldu mu derseniz, ben unutmam ama ortada da geçen çok kötü bir dönem var.

Bu dönemin kötü geçmesinin ise sebebi Hagi'nin ligin devre arasında gerçekleştirdiği transferler. İstediği bütün futbolcular alındı çünkü ve ortaya da hedef koyuldu. İddiasını, heyecanını kaybetmiş ve gelecek sezonu düşünen Galatasaray'a da bir anda heyecan geldi. Türkiye Kupası denildi, ligde daha üst sıralar dendi ve o umudu yaşadık.

Ama işler istenildiği gibi gitmedi. Gaziantepspor'a kupada şanssız bir şekilde elendiğimizi elendik, ligde ise sürekli alınan kötü sonuçlar. Ligin ikinci yarısı başlarken neredeyse bizimle aynı puanı olan Gaziantepspor'un bugün geldiği noktayı görüyoruz. Onlar Avrupa Kupası'na gitmeye hak kazandılar, biz ise küme düşmemekten bile bahsettik. Eğer ligin devre arasında pahalı sayılacak transferler gelmeseydi, mevcut kadroyla yola devam edilseydi Hagi'nin başarısızlığından söz etmek bana göre güç olacaktı.

Çünkü kadro kalitesi belli, bu kadronun da gelebileceği bir yer var. Sen ise bunu düzeltmek için Stancu'ya 5 milyon avro gibi bir rakam veriyorsun, Culio - Kazım ve Zapata gibi isimleri takıma getiriyorsun. Culio ve Kazım kötü mü oldu peki, asla hayır. Çok da iyi futbolcular. Stancu ise tartışma konusu, kimi büyük potansiyel der kimi ise bu adamdan birşey olmaz. Zapata'yı ise hiç konuşmayalım. Genel toplamda devre arasında ödenen transfer ücretlerine baktığımızda da bu durum başarısızlığın damgası oluyor.

Tabii bir de Misimovic mevzusu, Elano'nun gidişi var. Belki de kağıt üzerinde Galatasaray'ın en değerli iki futbolcusu diyebileceğimiz isimler bunlar. En azından aldıkları yıllık ücret bunu gösteriyordu diyebilirim. Ama aşı tutmadı, Hagi geldikten sonra da ipler tamamen koptu. Mesela hala Misimovic'in neden kadro dışı bırakıldığını anlamış değilim. Sakız çiğniyordu geyiklerinden ziyade sorun başka olmalıydı. Hagi, Misimovic için isteksiz gibisinden şeyler diyordu ve bende bu duruma ilk zamanlarda katılıyordum ama sonrasında gelinen sürecin Misimovic'i haklı çıkardığını düşünüyorum. Sonuçta kaybeden Galatasaray oldu. Bugün Hagi de gitti ama bizler Misimovic gibi bir değerden hiç faydalanamadık. Oysa bugün kadroda olsa, gelecek sezon adına çok büyük bir ümit olabilirdi.

Elano ise Hagi'nin gelişiyle beraber farklı bir role süründü, daha sorumluluk alan, aktif bir isim olmayı başardı. Beklentileri karşılama boyutunda da iyi işler yaptı ama takımın kötü gidişatı veya bizim bilmediğimiz başka bir sorun onu da ülkesine doğru yolladı diyebilirim. Genel olarak aldığımızda {1.5 sezonunu} Elano da bir hayal kırıklığı ama bu ayakların neden Hagi döneminde gitme meyillisi olduğunu da düşünmek lazım.

Sonuç olarak başarısız bir dönem. Hagi'nin ilk Galatasaray dönemiyle de ikincisini kıyaslayınca başarısızlık kat sayısı daha da büyüyor. Ama Hagi ateşten gömleği giydi, o göreve talip olmadı. Biz ona zor durumdayız, gel dedik ve o da geldi. Tugay Kerimoğlu da bir anda o sorumluluğa girdi aslında, onu da es geçmemek lazım. Hagi birşeyler başarmak istedi, ona da yeterli imkanlar bana sorarsanız verildi ama olmadı. Zaten kötü giden takım iyice çöküşe geçti, galibiyet almayı iyiden iyiye unuttu. Devamında da zaten görevden ayrılmak zorunda kaldı, çünkü yönetim gelecek sezonu Hagi ile geçirmeyi düşünmüyordu.

Hagi gidince de o anki şartlar artık bizim gençleri kazanmamız gerektiğini gösteriyordu. Ortam oydu yani, iddia falan yoktu. Bülent Ünder de zaten biraz bunun için getirildi, onun da giydiği ateşten gömlek olmasa da sezonu tamamlamaktan ziyade, gelecek adına 1-2 hamle yapabilmesi adına yapılan bir hamleydi. Ama işler yine farklı, amacından uzak gelişti. Devamı da yarın gelecek...

24 Mayıs 2011 Salı

Hasan Şaş, Ümit Davala, Vedat İnceefe ve Taffarel

2000 ruhu dediğimiz olay bizim geçmişe takılma sürecimiz aslında. Sürekli geçmişle yaşadığımız için önümüzü çok da sağlıklı göremiyorduk. Her dara düştüğümüzde, sıkıştığımızda o dönemin bir efsane ismini göreve getirerek çıkış yolunu bulmaya çalıştık ama olmadı. Göreve gelen isimler de bir bakıma ateşten gömlek giydi, onları suçlayamayız. Ama olmadı, çünkü eskiye çok bağlı kaldık. Şimdi ise yine aynı bir süreç içerisindeyiz ama biraz daha farklı bir durumla.

Fatih Terim'in üçüncü gelişi farklı bir durum. Malesef Fatih Terim için büyük önyargılar var. Kafalarda yine Terim'in eskiye dönük, astığım astık, kestiğim kestik modunda olduğu fikri var. Bunu Ünal Aysal'da dile getirdi, böyle bir önyargı içerisinde olduğunu. Ama durum farklı, Canaydın dönemindeki yanlışlarla bugünkü tabloyu karşılaştırmamak gerekiyor. Doğru bir yapıyla beraber Terim'in arkasının çok güçlü olduğunu düşünüyorum ve bu enkaz denizinde de Terim'den başka bir çıkış yolu olduğunu da düşünmüyorum.

Terim'i getirmek ise 2000'lere dönüş yolu olmasından ziyade önümüzü daha sağlıklı görebilmek amaçlı. Ama yardımcılarını gördükten sonra 2000'lere dönüş izlerini görmeye başladık.

Fatih Terim ismini duyduğumda ne kadar heyecanlandıysam Taffarel haricindeki yardımcıları da görünce o kadar heyecanlanmadım derken Hakan Ünsal isminin antrenörler arasında olmadığını öğrendim. İşte bu iyi bir gelişme ve onun yerine gelen ismin Ümit Davala olması güzel.

Çünkü Ümit Davala'ya bir vefasızlık yaptık, Skibbe döneminde tabii. Durduk yere kendisi ile yollar ayrıldı. Amaç ise Skibbe'nin elini kolunu bağlamaktı. Ben olsam yardımcılarımın kovulduğu bir yerde istifayı vermiştim tabii ama Skibbe yoluna ne olursa olsun devam etti. Olan ise Ümit Davala'ya oldu tabii. Bu yüzden onun dönüşüne sevindim. Hem futbolcu olarak, hem de teknik direktör olarak Galatasaray'da da çalışması çok büyük bir avantaj olacak.

Hasan Şaş için ise farklı düşünceler içerisindeyim. Onun ateşleyici bir yanı var, ne kadar iyi Galatasaraylı olduğunu biliyorum. Ama antrenörlük deneyimi başka ve onun da bu konuda bir deneyimi yok. Bir bakıma staj gibi olacak ya da Adanalılar buluşması. Bu yüzden Hasan Şaş isminde kararsızım ama yine de görelim derim.

Vedat İnceefe'nin ise teknik direktörlük deneyimi var. Belki futbolculuk döneminde olmazsa olmaz bir futbolcu olamaması kafamızda önyargı oluşturuyor. Popescu deselerdi Terim'in yardımcısı şu an farklı şeyler konuşuyorduk, tıpkı Taffarel için konuşacağımız gibi. Ama Vedat İnceefe'nin deneyiminin olması iyi bir hamle gibi geliyor gözüme. Duyduğuma göre de A2 takımı ona emanet edilecekmiş. Eğer Tugay Kerimoğlu altyapının başında kalmaya devam ederse onun altında çalışacak demek bu.

Son olarak ise Taffarel. O bizim için bir ilah, öyle bir kaleci görmedik biz. Hala Taffarel ismini konuşup duruyoruz, her kalecide onu arıyoruz. Onun dönüşü ise bu açıdan önemli. Artık bizler Taffarel'i aramayı bırakacağız, Taffarel kendisini bulmaya çalışacak. Mesela Ufuk Ceylan eğer kalacaksa ya da diğer genç kalecilerimiz için Taffarel müthiş bir şans. Ayrıca Terim'in yanında 2. adam olabilme ağırlığını kaldırabilecek bir isim lazımdı, bu da Taffarel olabilir. Kaleci antrenörü olarak görülse bile Taffarel'den yararlanabilecek birçok durum var.

Genel olarak baktığımda fikrim olumlu. Özellikle de Hakan Ünsal isminin antrenör listesinde olmadığını öğrendikten sonra. Tabii bu ekibe ABD'li kondüsyoner Scott Piri'nin de olacağını söylemek lazım ama yine de gözlerim Terim'in yanında bir 2. adam arıyor. Terim'in buna ihtiyacı yok denebilir ya da Terim güçlü teknik adamlarla çalışmaz düşüncesi doğmuş olabilir ama böyle bir isim şart olabilir, bunu da ilerleyen zamanda görürüz. Şimdilik diyebileceğim, Terim'in 2. Milli Takım macerasına başlerken yaptığı tüm yaş gruplarındaki teknik adam değişimini Galatasaray'da da uygulamak istemesidir ve kendinden sonraki sistemi de kurma düşüncesi. 2000'lere dönüş bir anlamda kötü, geçmişe saplanmak ama işin başında Fatih Terim olduğundan farklı düşünüyorum.
 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir