30 Eylül 2010 Perşembe

Düşüşe Geçmek, Vazgeçilmez Olmak

Geçtiğimiz sezon ligimizde ilk yarının en iyi performansı kim gösterdi diye sorsalar Harry Kewell ve Ozan İpek derdim. Her iki futbolcu da takımları adına en önemli işlere imza attılar ve takımlarının zirve yarışında olmasında büyük yararlar gösterdiler. Ama Harry Kewell sakatlığı nedeniyle ligin ikinci yarısında ortadan kaybolduğu gibi Galatasaray'ın da ortadan kaybolmasında temel faktör oldu. Baros'un da yokluğunda iyice Kewell'a bel bağlandı ve unuttuğumuz nokta futbolcunun yaşı ve geçirdiği sık sakatlıklar nedeniyle devamlılığının az olduğuydu. Bursaspor cephesinde ise Ozan İpek'in büyük düşüşünü izledik, o fırtınalar yaratan adam bir anda ortadan kayboldu ama takımı şampiyon olmayı bildi. Buna rağmen Ozan İpek, ligin ikinci devresinde geçirdiği büyük düşüşe rağmen takımının as futbolcusu olmaya devam etti ve Milli Takım'a kadar yükseldi. Tabii geçtiğimiz sezon Ozan İpek ve Volkan Şen'in de pek alternatifi yoktu ama bu sezon Bursaspor için durum çok değişik.

Volkan Şen'i konuşup duruyoruz. Teknik, süratli ve futbol zekası üst seviyede bir futbolcu. Tek eksiği Avrupa arenasında daha fazla maça çıkıp tecrübe kazanmak. Mutlaka ilerleyen yıllarda çok önemli yerlere gelecektir. Herkes Sercan Yıldırım'dan umutlu ama Volkan Şen'in Sercan'dan da bir adım önde olduğunu söylemek lazım. Volkan Şen, Ozan İpek ve Sercan Yıldırım üçlüsü Bursaspor'un en kilit noktası olarak görülebilir. Volkan Şen zaten iyi durumda, Sercan Yıldırım ise bazı yeni transferler uğruna çok sık rotasyona uğruyor ve bu durum kendisi adına çok iyi değil. Ozan İpek ise Volkan Şen'in bile rotasyona girdiği haftada ilk 11 başlamasına rağmen hala fark yaratan kimliğinden çok uzaklarda. Ozan İpek de teknik ve hızlı bir futbolcu ama kafa olarak oldukça geriye gittiğini söylemek lazım, zaten Milli Takım'a da çağrılmamaya başladı. Oysa Ağustos ayında Romanya ile oynanan hazırlık maçında kadroya davet edilmişti. Geçtiğimiz sezondan oldukça iyi kredisi olabilir ama bu kadar fazla olmaması lazım.

Rangers maçının en kötüsü bence Batalla oldu. Çünkü hiç etki gösteremedi, ismini bile duyduğumu hatırlamıyorum. Orta sahanın ortasından Insua bütün hücumlara yön veriyorken, bu işi yapması beklenen Insua'nın kayıp olması Bursaspor'un pozisyon bulma konusundaki en büyük handikapı oldu. İkinci durum ise sağ taraftan Volkan Şen'in müthiş çabasına sol taraftan Ozan İpek'in hiç katkı vermemesiydi. Batalla'nın aksine Ozan İpek'in ismini duyduk, topla sık sık buluştu ama bütün tercihleri hatalıydı ve gözünde mücadele anlamında en ufak ışık göremedim. Oysa Ozan İpek uzun zamandır bu durumda ve bu sezon başlayalı da kendini bulabilmiş değil. Hadi geçtiğimiz sezon kadro kısıtlıydı ama bu yıl kadro biraz daha derinleşti. Insua, Nunez, Steinert gibi hücumcular kadroya katıldı. Ertuğrul Sağlam, Sercan Yıldırım'ı oyundan alacağına Ozan İpek'i çıkarsaydı en azından soldan da aktif olan bir Bursaspor izleyebilirdik. Ozan İpek'in bu hali Vederson'u sol tarafta yalnız bıraktı ama hücumcu bir bek olması o bölgede fazla sıkıntıya yol açmadı. Ben Steinert'i merak ediyorum, hızlı bir futbolcu olduğundan bahsediyorlar. Umarım Ozan İpek rotasyonunu görürüz ve Steinert'in takıma neler katacağına hep beraber bakarız.

Barcelona'yı Durdurmak

Dün Rubin Kazan'ı izlerken Lucescu'nun Galatasaray'ını hatırladım. Lucescu, bu tip büyük maçlarda nasıl oynamasını gerektiği iyi bilen bir teknik adamdı. Önceliği gol yememek üzerine verirdi ve yakalanan kontralarla da genelde istediği skoru almasını bildi. Birçok büyük maçı yetersiz gibi görünen kadroya rağmen istediğimiz skorla bitirmeyi başardık. Şimdilerde de Lucescu, Shakhtar ile yoluna aynı gazla devam ediyor ama bizim durumumuz ortada. Bu tip futbolu aslında beğenmiyorduk, her maç yüreğimiz ağzımıza geliyordu ama sonucada gitmesini iyi biliyorduk diyebilirim. İşte dün aynısını Rubin Kazan yaptı, Barcelona gibi bir takıma karşı nasıl oynaması gerektiğini iyi bilerek. Maçın istatistiklerine baktığımızda yüzde 70'lere dayanan bir topla oynama yüzdesi vardı Barcelona'nın, ayrıca maçın temposuda onların elindeydi. Rubin Kazan ise takım halinde savunma yapıp, kontralarla rakibi vurmayı denedi ve başarılı oldu. Hücumda sadece iki tane hızlı futbolcuyla korkulu anlar yaşattılar ve maçı da kazanabilirlerdi. Martins'in son dakikalarda direkten dönen topu gol olabilirdi ama aynı şekilde Barcelona da bu maçtan galip ayrılabilirdi. Daha çok pozisyona giren taraf oldular ama bir gerçek var. Rubin Kazan, Barcelona'ya sürekli ters gelmeye başladı. Rubin Kazan'ın geçtiğimiz sezon Barcelona'ya karşı oynadığı bu futbolun üst modelini Mourinho uygulamış ve amaca ulaşmıştı. Sonuçta rakip Barcelona, anti futbol uygulamaktan başka çare kalmıyor. Ama şu da var, kazanmak uğruna bu yola başvurmak asla eziklik değildir. Herkesin zayıf tarafı var ve o tarafa yönelmek bir teknik adam dehasıdır.

Kayıp İlanı; Gökhan Zan, Serdar Özkan

Bazı futbolcular ağızlarıyla kuş tutsa yaranamazlar. Gökhan Zan ve Serdar Özkan'ın hikayesi de biraz buna benziyor. Özellikle de Gökhan Zan'ın. Mustafa Denizli döneminde gelen şampiyonlukta takımın değişmez isimlerinden birisi olmasına ve şampiyonlukta önemli payı olmasına rağmen Beşiktaşlı taraftarlar futbolcunun Galatasaray'a bedelsiz olarak gelmesine sevindiklerini biliyoruz. Çünkü futbolcu o kadar fazla sakatlık yaşadıki, artık herkesin tak dediği noktaya ulaştık. Ama şunu da atlamamak lazım, ne olursa olsun Milli Takım'ın da vazgeçilmez futbolcusuydu ve Mustafa Denizli'nin Ferrari'yi Gökhan Zan gitti diye alındığına yönelik açıklaması var. Yani değerli bir isimden bahsediyoruz ama dediğim gibi bazı futbolcular ne yaparlarsa yapsınlar yaranamaz. Çünkü zamanında krediyi öyle bir tüketmişlerki, toparlaması artık imkansız duruma geldi.

Aynı durum Serdar Özkan için de geçerli. Kendisi çok genç yaşlarda futbol piyasasına etkili bir giriş yapmıştı, hatta Milli Takım'a kadar yükseldiği dönemde oldu ama beklenen istikrarı bir türlü sağlayamadı. Üstelik çok fazla şans da bulmasına rağmen, Mustafa Denizli bu futbolcuyu kazanma adına elinden geleni yaptı ama Mourinho'nun Adriano'yu kazanma çabalarından farksız bir durum olmadı. Sonuç olarakta gözden düşen bu futbolcu, bir baktık bedelsiz olarak Galatasaray forması giymeye başlamış ve bu durumdan Beşiktaşlılar hiç de rahatsız değil. Çünkü o da krediyi ölesiye tüketenlerden ve Beşiktaş'ın altyapısından gelen bir isim olmasına rağmen sevilmeyen futbolcular kervanına katılanlardan. Serdar Özkan sözleşme yenileme teklifini kabul etmiş olsaydı, bugünlerde Schuster'in rotasyonu içerisinde de yer alabilirdi ama o son şansı olan Galatasaray'ı tercih etti ve görülen bu şansı da henüz çok başlarda teptiği. Sanırım ilerleyen yıllarda Serdar Özkan deyince Arda Turan'a çalım atmayı öğreten denilen adamdan başka birşey akıllara gelmeyecek.

Gökhan Zan'la devam edelim çünkü sezon sonu sözleşmesi bitiyor ve Galatasaray kariyerinin son günlerini yaşamakta. Aldığı yıllık ücretin Kewell'dan fazla olduğunu da es geçmeyelim. Ayrıca Hakan Balta'nın da stoper olarak kullanılmaya başlanması, Gökhan Zan'ı iyice rotasyonun dibine doğru itmiş oldu. Aslında ben Gökhan Zan'ın tarzını beğeniyorum, Servet Çetin'e oranla tekniği daha iyi, daha kontrollü bir stoper. Pas oyununa yatkın stoper bulmak gerçekten zor ve Gökhan Zan biraz da olsa bu futbola yatkın. Ama yaşadığı sık sakatlıklar ve buna orantılı aldığı fazla yıllık ücret takımda kalmasına engel olacak. Bu sezon kendisini sıklıkla yedek kulübesinde göreceğiz, hatta Hakan Balta'nın dönüşü onu tribüne bile çekebilir. Galatasaray'dan sonra da herhangi bir Anadolu kulübünde yoluna devam eder ve hangi noktaya kadar ulaşabilir göreceğiz.

Serdar Özkan ise Adnan Polat'ın açıklamalarından yola çıkarak bir deneme transferi. Yani ya tutarsa mantığı işliyor ve 23 yaşındaki bir futbolcu için doğru bir düşünce. Eğer futbolcuyu kazanmayı başarabilirsek büyük iş başarırız ve kazanamasak bile bundan bizim kaybımız olmaz. Sezon başı hazırlık kampında Serdar Özkan'ı beğeniyordum ve sezonun ilk maçlarında da o maçlarda sağladı krediyle ilk 11 başladı. İstikrarsız ve verimsiz performansı ise formayı çabuk kaybetmesine yol açtı ve bugünlerde Aydın Yılmaz'ın da gerisine düşmüş durumda. Kim tahmin ederdi, Aydın Yılmaz yeniden rotasyonun bir parçası olacak. Ayrıca Arda, Kewell ve Pino gibi isimlerden de formayı kapması çok zor, yeri geliyor Barış Özbek bile sağ kanat olarak oyuna giriyor ama Serdar Özkan şimdiden tribünlerin değişmez futbolcusu oldu. Şimdilik görüntü kötü ve bir an önce toparlanmazsa o da kayıp değerler arasında yerini alacaktır.

Eurocup Yolunda / Galatasaray 69 - 58 Spartak Saint Petersburg

Oktay Mahmuti'nin temel felsefesinin savunma üzerine kurulu olduğunu biliyoruz ve bunu da Galatasaray'a uygulamaya başladı. Galatasaray bu sezon başarılı olacaksa savunmasıyla bir yerlere gelecek. Ayrıca Shipp'in de takıma katılmasıyla ekstra bir skorere kavuşmuş olduk, takımın da ona uyması çok önemli. Detayları Berkan geldiğinde ayrıntılı bir şekilde değerlendirecek. Biz istatistikleri verelim. Bu arada rövanş maçı da 6 Ekim'de oynanacak ve 11 sayılık avantajımız var. Benim düşüncem ise deplasmanda da galip gelebileceğimiz yönünde.

Josh Shipp: (26’, 12 sayı, 6 ribaund, 1 asist, 1 top çalma, 1 top kaybı, 1 blok)
Göksenin Köksal: (1’)
Caner Topaloğlu: (8’, 3 sayı, 1 ribaund)
Preston Shumpert: (23’, 10 sayı)
Taylor Rochestie: (22’, 4 ribaund, 5 asist)
Tutku Açık : (17’, 5 sayı, 4 ribaund, 6 asist, 1 top çalma, 2 top kaybı)
Luksa Andric: (23’, 6 sayı, 4 ribaund, 2 asist, 2 top kaybı, 1 blok)
Radoslav Rancik: (18’, 6 sayı, 6 ribaund, 1 top çalma, 1 top kaybı)
Haluk Yıldırım: (14’, 3 sayı, 5 ribaund, 1 top kaybı)
Evren Büker : (28’, 12 sayı, 5 ribaund, 1 asist, 1 top çalma, 1 blok)
Ermal Kurtoğlu: (16’, 12 sayı, 4 ribaund, 1 top çalma, 2 top kaybı)

I. ÇEYREK : 15-11
II. ÇEYREK : 21-18 (36-29)
III. ÇEYREK : 15-12 (51-41)
IV. ÇEYREK : 18-17 (69-58)

29 Eylül 2010 Çarşamba

Tecrübesizlik Mazeret Değil / Rangers 1-0 Bursaspor

Tecrübe önemli bir mazeret kabul ediyorum ama en azından Ertuğrul Sağlam'ın Şampiyonlar Ligi tecrübesi bulunuyor ve oyuncu tercihleri konusunda hala aynı hataları yapıyor. Bursaspor'un ligde iyi giden bir sistemi var ve bu sezon rotasyonun gelişmesiyle de bunu iyi kullanmaya başladılar. Süper hücumcu bir takımda değiller, harika bir savunma takımı da değiller. Ama iş Şampiyonlar Ligi arenasına geldiğinde bir anda savunmaya ağırlık veren bir takım olmak istiyorlar. Yani tecrübesiz takımların yaptığı gibi ama Bursaspor kaliteli bir takım. En azından Rangers ile başa baş mücadele edebilecek bir ekip, bunu Ergic & Insua değişikliğinden sonra gördük. O ana kadar rakibi durduramayan ve Batalla'nın sıfır etki futboluyla hücumda top tutamayan Bursaspor bir anda hücumda top tutmaya, oyunun hakimi olmaya başladı ama tecrübeli yaratıcı futbolcu eksikliğini büyük ölçüde hissettiler. Rangers zaten savunmacı bir takım, bu maçta da bunu gösterdiler. Hızlı ataklarla etkili olmaya çalışıyorlar ve attıkları golün değerini çok iyi biliyorlar. Bugün de 1-0'ı bulduktan sonra savunma dozajını daha da sertleştirdiler ve Bursaspor oyunu rakip sahaya yıkmasına rağmen pozisyon imkanı tanımadılar.

Batalla bugün sıfır etkiydi. Oynadığı süre boyunca kendisinin ismini fazla duymadım ve Ertuğrul Sağlam kendisine gereksiz derecede çok sabretti. Insua, Ergic'in yerine oyuna girip alıştığı bölgenin biraz daha gerisinde oynamasına rağmen bütün hücumlarda ileri çıkan, pas organizasyonları denedi ama kağıt üzerinde beyin görevini üstlenmesi gereken Batalla'nın hiç etkisi olmadı. Bu yüzden Turgay Bahadır ile değiştirilmesini bekledim ama bu değişiklikte oldukça geç geldi. Ayrıca Sercan & Nunez değişikliğinin de bir kere daha yarar getirmediğini görmüş olduk. Bursaspor'un o dakikalar ihtiyaç duyduğu şey, yaratıcı futbolcuların bolluğuydu. Sercan Yıldırım ve Volkan Şen de bu özelliklerini fazlasıyla kullandılar ama bu isimlere destek gelmedi. Batalla gibi bir diğer etkisiz elaman Ozan İpek de Volkan Şen'in yükünü iyice arttırdı ve oyunun hakimi görünen Bursaspor, doğru dürüst pozisyon bile bulamadan 1-0'lık mağlubiyeti almış oldu. Bursaspor'un en büyük yanlışı Rangers'ı fazla gözde fazla büyütmek oldu, akıllar 40. dakikadan sonra başa düştü ama beşli savunmayı da delmek oldukça zor. Manchester United'in bile zor anlar yaşadığını düşünürsek, Bursaspor'un da işi oldukça zordu.

RANGERS: 1 - BURSASPOR: 0

Stat:
Ibrox

Hakemler:
Serge Gumienny, Mark Simons, Frank Bleyen (Belçika)

Rangers:
McGregor, Broadfoot, Weir, Bougherra, Papac, Whittaker, Davis, McCulloch, Edu, Naismith, Miller (Dk. 87 laffeerty)

Bursaspor:
Ivankov, Ali, Ömer, Stepanov, Vederson, Volkan, Svensson, Batalla (Dk. 72 Nunez), Ivan Ergiç (Dk. 39 Insua), Ozan, Sercan (Dk. 72 Turgay)

Gol:
Dk. 18 Naismith (Glasgow Rangers)

Sarı kartlar:
Dk. 42 Ömer, Dk. 85 Stepanov, Dk. 88 Ali (Bursaspor), Dk. 85 Stepanov, Dk. 80 Papac (Glasgow Rangers)

Türk Örümceği Ağlarını Örüyor

Mehmet Topal, Galatasaray forması altında nadir gollerin adamı oldu yani çok fazla gol attığını hatırlamıyorum. Uzaktan iyi şutlar atıyordu ve bu gol yolunda en büyük özelliğiydi ama bir zamandan sonra bu özelliğini de fazla kullanmamaya başlamıştı. Şimdi ise Valencia formasıyla ilk golünü atmış bulunuyor, üstelik duran topta ceza sahasını içerisine girip golünü buldu. İşte bu nokta çok ilginç, Mehmet Topal'ın Galatasaray'da oynarken hangi kornerde veya duran topta rakip ceza sahasına girdiğini gördük. 1.87'lik boyu olmasına rağmen biz bu özelliğini asla kullanmadık ve bu önemli bir eksiklik. Sürekli söyleriz futbolcu Türkiye'de gelişemez, Avrupa'ya ayak basmalı diye, şimdilerde Mehmet Topal bunu en güzel şekilde yaşıyor. Üstelik 2 ay içinde geldiği nokta bu.

Bizim Mehmet Topal'dan beklentimiz her zaman büyük oldu ve durmadan kendisini eleştirdik. Özellikle ben defansif orta saha olmasına rağmen fazla agresif olmadığı için eleştiriyordum. Ayrıca oyunun hücum tarafında hiç olmaması, basit oynaması derken Mehmet Topal'ı eleştirdik durduk. Şimdi ise maçlarını izlediğimde Topal'ın en önemli özelliği basit oynaması olmuş. Fazla risk almadan, sadece işini yapıyor ve oldukça başarılı. Ayrıca yine agresif olduğunu söyleyemem, korakor mücadelenin içerisinde de değil ama işini iyi yapıyor diyebiliriz. Sürekli arkadaşlarını yönlendiriyor, son derece basit oynuyor, futbolu çok fazla göze batmıyor ama saha içerisinde de Nba tabiriyle x faktör görevini iyi görüyor. Zaman içerisinde de hücumda da fayda sağlayacağını, şut özelliğini daha fazla kullanacağını düşünüyorum ve değeri çok daha fazla olacak. Yakında Türk örümceği yerine Türk karadulu şeklinde bir lakap kullanırlarsa da şaşırmayacağım, bu görüntü örümcekten terfi ettiği yönünde.

Gelelim diğer konuya, o futbolunu geliştirdikçe Nuri Şahin misali yüzüne bakılmayan futbolcu olmasından korkuyorum. Nuri Şahin yine de Milli Takım'a çağrıldı ama Mehmet Topal'ı nedense buna layık bile görmediler. O Valencia formasıyla harikalar yaratırken, kendinden sürekli söz ettirirken biz yüzüne bakmıyoruz, 33'lük Aurelio'yu oynatmaya devam ediyoruz. Aslında Aurelio birçok Türk futbolcunun önünde büyük engel oldu, belki işini iyi yaptı ama o olmasaydı bugün Mehmet Topal'ın Milli olma sayısı daha fazla olacaktı, hatta en kritik maçlarda kendisine başvurulucaktı. Ama Aurelio oynuyor, Mehmet Topal kadroya bile alınmıyor. Nuri Şahin'den ise hiç bahsetmeye gerek yok. Umarım Almanya maçının kadrosunda görmekten yetinmeyip, formayı kendisine veririz.

Sportif Cümleler Ritüeli #6

4-2-3-1 sisteminde iyi bir 10 numaraya ihtiyaç duyarsın. Bu sistemde o futbolcunun yaratacağı pas organizasyonları takımın kilit noktası olur. O çok konuşulan box to box oyuncusunun alınmayıp Misimovic'in transfer edilmesi de bu yüzden. Gaziantepspor ve Bucaspor maçlarında Misimovic'in etkisiz görüntüsü hücumda kısır bir döngü yarattı ama futbolcunun biraz kıpırdanması ve taşların doğru yerlere koyulması İstanbul BŞB karşısında özlenen futbolun fragmanını izletti bizlere. Özellikle son 20 dakikada Baros oyundan çıkmış ve rakip üzerimize geliyorken, Misimovic sorumluluk alarak topu rakip sahada tuttu, paslarıyla bizi rahatlattı ve daha önemlisi takımı, ayrıca kendisini pozisyonlara soktu. Öncelikle bu tarzda bir futbolcuyu Galatasaray da izlemeyi özlemiş misin ve Misimovic'in takım üzerinde yaratacağı etki ne ölçüde olur?


Atilla Çelik: Aslında 10 numara diye bir şey kalmadı. Bu tarz oyuncuların tarihe gömüldüklerini düşünüyorum. Günümüzde daha çok fosilleri kaldı. Günümüzde 10 numara dediğimiz zaman algılayacağımız şey, takımın hücum organizasyonlarının ve pas merkezinin en üst, merkezî seviyesidir. Hücum bölgesi oyuncularını paslarıyla besleyecek ve yeri gelince defansif özelliklerini de yerine getirecek oyuncu modelidir.

Klasik tabirle, eskilerin 10 numarası nedir? Bu öyle bir oyuncudur ki, ne zaman ne yapacağı bilinmez. İnanılmaz goller attırır, hiç beklenmedik anlarda beklenmedik yerlerden müthiş gollere imza atar ve her an skoru değiştirebilir. Takım bütünsel olarak çok kötü olsa bile, yapacakları birkaç hareket ile takımı ipten alır bu tür oyuncular. Tıpkı Hagi gibi. Ya da Maradona gibi. Çok başka bir şeydir böyleleri.

Bir de Misimovic’i düşünelim. Hagi ile kıyaslayalım. Hagi, takım iyi de olsa kötü de olsa her an her şeyi yapabilen ve kusursuza yakın oynayan bir oyuncuydu. Gerekirse 35 metreden bir füzeyle her şeyi değiştirebilirdi. Misimovic ise yıldız oyuncudur, çok kalitelidir, üst seviyede pasördür. Hıza ya da rahatça adam geçebilme özelliklerine sahip değildir. Eğer takım ve hemen yanı başındaki oyuncular iyiyse, aralarında iyi bir bağ kurulursa ve aynı futbol dilini konuşmaya başlarlarsa Misimoviç farkı ortaya çıkar. O zaman performansı üst seviyeye çıkar ve asıl ihtiyaca cevap vermeye başlar. Ama takım kötüyse, çevresindeki oyuncular ile bağlantısı sağlıklı değilse, Hagi gibi bir anda müthiş şeyler yapabilecek ve muazzam oynayabilecek bir oyuncu değil maalesef.

Ayrıca Misimoviç çok sakin bir oyuncu. Hagi takıma öfkesi, hırsı, yürekten oynaması ise güç katıyor ve ateşlendiriyordu. Misimoviç o anlamda çok sakin bir oyuncu modeli. Ama Misimoviç sakinliği ve tamamen futbola odaklanmış ruh hali ile gerçekten çok değerli bir isim. Top kendisine geldiğinde dikkat edin, hiç panik yaptığını göremezsiniz. Ne yapacağını o an aklında kurgulamaktadır ve aktardığı paslar büyük ihtimalle yerini bulacaktır. Eğer ön bölgedeki oyuncular doğru yerlere hareketlenirse, her bir pası önemli tehlike yaratacaktır. İBB maçı ile birlikte yavaş yavaş Misimoviç’ten keyif almaya başladım. Baros çıktıktan sonra, özellikle maçın son 10 dakikasında topun sürekli Galatasaray’ın ayağında kalmasının sebebidir Misimoviç. Olayın merkezinde kendisi vardı.

Misimoviç, Arda’nın dönüşü ve diğer oyuncularla ortak futbol dilini daha yakından konuşmasıyla farkını iyice belli edecektir. Takımın hücuma daha rahat çıkmasında ve en önemlisi golcüleri gol ile burun buruna getirmede önemli işler yapacaktır. Ayrıca duran topları etkin kullanacak olmasının altını çizmek lazım.

Bu çok ilginç bir not. Elano belki ilk 11'de değildi ve sonradan da oyuna girmedi ama en az sahadaki futbolcular kadar kameralar kendisini gösterdi. Çünkü ortada mutsuz bir adam profili var. Takım devre arasında ısındığında hiç hareketlenmiyor bile. Benim düşüncem, Elano'nun Robinho’nun izinden giderek devre arasında ülkesinde bir takıma kiralanacağı, sonrasında ise bonservisi ile Avrupa'da herhangi bir takıma satılacağıdır. Sen Elano'nun gelecek planlamasını nasıl yaparsın ve bu mutsuz adam takım üzerinde olumsuz bir etki yaratmıyor mu? Biz mi Elano'yu, yoksa Elano mu bizi anlamıyor, gerçekten bilmiyorum.

Atilla Çelik: Elano konusunun kangren halini aldığını düşünüyorum. Eğri oturup, doğru konuşalım. Elano’nun performansı üst seviye olsa, antrenmanlarda muazzam çalışsa, ‘ben bu formayı istiyorum’ mealinde gerekli adımları atsa, tam anlamıyla profesyonel davransa ve aldığı paranın hakkını sonuna kadar vermek istese, sizce Rijkaard böyle efor sarf eden bir oyuncuyu dışarıda tutar mı?

Eğer bir oyuncu açık ara en iyi ücreti alıyorsa, takımın en profesyonel adamlarından biri olan Kewell’ın 3,5 katı yıllık ücret alıp, onun profesyonelliğinin onda birini göstermiyorsa, onun içtenliğinin ve çalışmasının minik bir parçasını dahi göstermiyorsa, yedek kulübesinde somurtkan bir surat ile oturuyorsa, devre arasında ısınmaya bile çıkmıyorsa ki hem de açık ara en iyi ücreti alırken, böyle bir oyuncunun varlığından, özellikle yerli oyuncuların rahatsız olmaması mümkün müdür?

Diyelim ki, ailevi problemleri var, ölüm kalım durumu söz konusu. Olsun! Siz eğer profesyonelseniz yine de olmamalı bunlar. Hagi, babasının ölümünün ardından kulübün kendisine verdiği izin hakkını kullanmayıp hemen ertesi gün, bıraktığı sakallarıyla Sarı Kırmızılı formayı sırtına geçirip mükemmel bir oyun tutturuyorsa ve bunu yapabiliyorsa, onun tek tırnağı olamayacak Elano’nun çok daha üstün bir profesyonellik örneği göstermesi gerekir. Bu ruh halindeki bir oyuncunun takıma negatif elektrik vermemesinin mümkünatı yoktur. Kewell’ı kaşı ve gözleri için sevmiyor bu taraftar. Bu kulüp için yaptığı her şeye dair notunu veriyor. Kewell o yüzden şimdiden efsane. Kewell, diğer oyunculara pozitif bir etki verirken Elano’nun bu haliyle nötr bir etki dahi verebilmesi mümkün değildir.

Elano’nun devre arasına kadar nasıl idare edileceğini bilmiyorum ama bu kafa yapısı devam ettiği sürece, sezon sonuna kadar bununla idare edebilmek çok zor. Devre arasında mümkünse Elano elden çıkarılmalıdır. Kulüp hem fahiş bir yıllık ücretten kurtulur, hem de yerine başarıya aç, istekli ve canavar gibi genç bir oyuncu alarak kârlı dahi çıkabilir.

Her İstanbul BŞB maçı sonrasında bu konunun açılmasından çok sıkılıyorum ama bunun da önüne geçemiyoruz. Abdullah Avcı'nın Galatasaray maçlarında takımını yeterince motive etmediği yönünde söylemler var. Bu söylemlerin dayanağı tabii ki istatistikler. Ama aynı eleştiriyi yapanlar Mehmet Özdilek'in çalıştırdığı takımların Beşiktaş'tan puan alamadığını hesaba katmıyorlar. Üstelik bu tip eleştirilerle beraber Abdullah Avcı'nın gelecek planlaması da yapılmış durumda. Şimdiden Fenerbahçe ve Beşiktaş kapıları kendisine kapandı. Galatasaray'a ise günün birinde gelirse, işte amacına ulaştı tarzında söylemler ortaya çıkacak. Sen neler söylemek istersin? Böylesine kaliteli bir teknik adam için yapılan bu eleştiriler ülke futbolu adına büyük bir handikap değil mi?


Atilla Çelik: Bu tarz eleştirileri yapanlar futbola basit bir gözlükle bakıyorlardır. Tıpkı Mehmet Özdilek’i aynı şekilde eleştirenlerin futbola basit bir gözlükle baktığı gerçeği değişmeyeceği gibi. Futbol değişken bir oyun. İçinde sayısız dinamikleri içerir. Bugün fark yiyen bir takım, bir hafta sonra fark atabilir. Bugün sıradan bir takıma yenilen bir takım, yarın çok güçlü bir takıma hezimet yaşatabilir. Futbol tarihi içinde bu türden sayısız örnek maç hikayesi vardır.

Tek bir görüntüden örnek vermem lazım. Tek bir kareyi aklınıza getirin. Bu maça motive olmayan bir hoca, üçüncü golü yedikten sonra inanılmaz bir moral bozukluğuyla yedek kulübesindeki koltuğuna dünyası yıkılmış gibi oturur mu? Sıkıntıdan suratı kıpkırmızı olur mu? Elleriyle yüzünü inanılmaz bir sıkıntıyla ovuşturur mu? Galatasaray’dan üçüncü golü yedikten sonra Abdullah Avcı’nın surat ifadesine ve o yıkılmış haline dikkatle bakmanızda fayda var.

Onu geçtim; geçtiğimiz sezon as takımından 7-8 oyuncunun sakat ve eksik olduğu bir takımla Ali Sami Yen’e gelip, 1-0 geriye düşmesine ve onca as oyuncunun eksikliğine rağmen, İBB beraberlik sayısını kazandığında asla daha önce o kadar sevinmemiş Abdullah Avcı’nın deliler gibi sevindiğini, kendi bölgesine ayrılan çizgi içerisinde deliler gibi koşturduğunu hatırlar mı ilgili eleştirileri yapanlar? Galatasaray’a iyi motive olmayan bir hoca, beraberlik golünü bulduğunda abartılı sevinç gösterisinde bulunabilir miydi?

Olaya tamamen futbol dilinden bakmak lazım. İBB’nin oyun tarzı Beşiktaş ve Fenerbahçe’ye ters gelmektedir. Galatasaray’a ise ters gelmemektedir. Aksine, İBB’nin oyun şekli Galatasaray için bir avantaj oluşturmakta. Öte yandan Antalyaspor’un oyun tarzı Beşiktaş’a pek ters gelmezken, Galatasaray’a aşırı ters gelmektedir. Tıpkı Sivasspor’un da oyun tarzının ters olması örneğinde olduğu gibi. Galatasaray İBB maçına inanılmaz hırslı ve istekli başlamış, sağ kanadı çok iyi çalıştırmış ve rakibinin hatalarını affetmeyerek işi bitirmiştir. Galatasaray’ın hızlı ve istekli başlangıcı rakibin tüm konsantrasyonunu ortadan kaldırmış, rakip oyuncuların motivasyonuna panik denen psikolojik bir süreci yüklemiştir. Neticesi de bu olmuştur.


Alex'le mi oynamak yoksa Alex'siz mi oynamak bilemiyorum. Benim düşüncem, günün birinde mutlaka Alex'in devri bitecek ama böyle kaliteli bir futbolcu hala takım içerisindeyse ondan keyif almayı bilmek gerekiyor. Attığı gol ve yaptığı asistlerle heykeli geçtim, anıtı dikilecek bir futbolcu ama sürekli bir tartışma içerisinde. Senin Alex'le ilgili görüşlerini merak ediyorum...


Atilla Çelik: Alex öncelikle çok zeki bir oyuncu. İyi futbolcu olmak farklıdır. Başarılı bir futbolcu olmak da farklıdır. Ama hem zekiyseniz, hem yetenekliyseniz, hem de raket gibi sol ayağınız varsa siz asla sıradan bir oyuncu değilsinizdir. Öylesine iyi bir oyuncu asla değilsinizdir. Türkiye liglerindeki takımları ve oyuncuları aklınızda tutun. Bunlardan kaç tanesi Alex gibi öldürücü paslara, müthiş isabetli kalçadan teknik vuruşlara ve zekaya sahiptir? Alex’e yüklenen en büyük eleştiri fazla koşmamasıdır. Alex zaten görevi, oyun mevkisi ve yapabilecekleri nedeniyle ırgat gibi koşturacak oyuncu değildir. Eğer Alex’den ırgat gibi koşmasını bekliyorsanız, şu an üzerine yapıştırılmış olan üstün istatistikleri göremezsiniz. Bu adam harika frikik golleri atıyor, ceza sahası içinde top ayağına oturduğunda affetmiyor, ölümcül duran toplar kullanıyor ve gol adına bir çok şeyin altına imzasını atıyor. Bir hücum oyuncusundan başka ne beklenir ki?

Sercan Yıldırım, Nunez ve Turgay Bahadır. Kağıt üzerinde üç farklı forvet tipi. Sercan'a baktığımızda hızlı ve teknik, Nunez de nokta santrfor diyebileceğimiz bir futbolcu. Yani defansı yıpratan, fazla hareketli olmayan ama güçlü bir futbolcu. Turgay Bahadır ise biraz Nonda tarzında. Orta sahaya kadar geliyor, pas organizasyonlarına katılıyor ve rakip savunmanın dengesini bu şekilde bozuyor. Ertuğrul Sağlam ise gerek 4-2-3-1, gerekse 4-2-2 oynattığı Bursaspor'da bu sezon forvet tercihini hâlâ oturtabilmiş değil. Nunez uğruna Sercan Yıldırım'ı kaybetme ihtimali bile doğdu. Senin futbol anlayışında bu üç forvetten hangisi veya hangileri oynar? Insua mı Batalla mı yoksa hiçbirini oynatmadan direk çift santrfor mu?

Atilla Çelik: Eğer takımınıza Insua ve Nunez gibi iki kaliteli ayağı katarsanız, haliyle bir arayış içerisine gireceksinizdir. İki yeni oyuncunun takıma şıp diye oturmasını bekleyemezsiniz. Ertuğrul Sağlam’ın elinde alternatifli bir hücum hattı var. Tek tip bir sisteme bağlı kalmaksızın rakibin durumuna göre çift forvet veyahut tek forvet çıkabilir. Sercan Yıldırım’ı diğer oyunculardan ayıran önemli bir özelliği var. Sadece tek forvet olarak değil, aynı zamanda 4-3-3 diye tabir edebileceğimiz ileri üçlünün sağında rahatlıkla oynayabilecek bir oyuncu. Özellikle Milli Takımın ABD’deki hazırlık maçlarında bu bölgede görev aldığını gördük. Ama Bursaspor Volkan Şen gibi bir değere sahip olduğu için oturtulacak sayısal diziliş anlamında sıkıntılar olabiliyor.

Kim ne derse desin, Sercan gibi bir değeri her daim oynatmak lazım. Turgay mı Sercan mı sorusuna düşünmesizin Sercan yanıtını verebilirim. Ama Batalla mı Insua mı sorusu gerçekten çok zor. Şundan dolayı. Insua gerçekten kaliteli bir oyuncu ve tecrübe kokuyor. Batalla ise Bursaspor’un geçen yılki başarısındaki kilit adamlardan biriydi. Bursaspor futbol takımının futbol dokusuna mükemmel uyum sağlamış bir oyuncu. Hatta bu yönüyle Insua’nın bir adım önünde olması gerekir.

Bursaspor’un elindeki oyuncu kalitesi 4-3-3 sistemine aslında çok müsait. İleri üçlünün ortasına Nunez, sağına Sercan’ı, Sercan’ın hemen arkasına Volkan Şen’i alsanız ve forvet arkasına da Insua ya da Batalla ikilisinden birini koysanız, sırıtacağınızı sanmam. Aksine, Bursaspor özellikle sağ kanattan daha etkili gelen bir takım hüviyetine kavuşurdu.

Misimovic'in Alternatifi Emre Çolak?

4-2-3-1 sisteminde odak noktanın oyunu organize edecek, iyi bir 10 numara olduğunu söylemiştik. Aslında bu forvet arkasında bir futbolcu bulundurduğun bütün sistemler için geçerli. Günümüzde bunun pek örneği kalmadı, hatta 10 numara dediğimiz futbolcular da artık oyunun iki yönünü oynuyorlar. Anlayacağınız futbol gelişiyor ve yerinde saymaya gelmez. Günümüzün 20-21 yaşındaki adamı günümüzden öte geleceği düşünerek kendisine ekstra özellikler katmak zorumda. Çünkü 5 sene sonra futbol nasıl bir yön alacak bilemiyoruz. Konumuza dönersek, dün Misimovic'in 4-2-3-1 sistemindeki öneminden bahsetmiştim. Galatasaray, bu sistemi oynamak adına 1.5 senedir konuştuğu orta saha transferinden de vazgeçerek Misimovic'i transfer etti, üstelik hiçbir koşuldan kaçınmayarak, transferin de son gününe kadar bekleyerek. Bu da futbolcunun bizim açımızdan ne kadar önemli olduğunun göstergesi. Ama bir futbolcuya dayalı, alternatif yaratmadan yola devam edemeyeceğimizin de farkında olmalıyız. Geçtiğimiz sezon Baros'la bunun acı faturasını yaşadık. Bu yüzden iyi alternatifler bulundurmak, kadroyu geniş tutmak önemli.

Hazırlık kampında Rijkaard, 4-3-3 ve 4-2-3-1 sistemlerini denedi. Zaten sürekli de bir sisteme bağlı kalmayacaklarını söylüyordu. Hazırlık maçlarına baktığımızda ise 4-2-3-1 oynadığımız anlarda Emre Çolak'ı oyun kurucu pozisyonunda izledik. Emre Çolak, teknik ve potansiyelli bir futbolcu. Hala işlenmesi gereken önemli bir değer. Zaten Rijkaard'dan da en büyük beklentimiz buydu, Barcelona da olduğu gibi altyapıdan önemli değerleri takıma kazandırması. Geçtiğimiz sezonun ikinci yarısında Emre Çolak'ı denediğimiz anlar oldu ve futbolcuyu da gelişmesi adına kiralık göndermeyip, kadroda tutmayı tercih ettik. Bu da futbolcuya olan güvenin göstergesi ama hala futbolcu da gelişim göremiyorum. Fizik olarak çok düşük ve Arda Turan'ın zamanında verdiği ışık henüz kendisinde yok. Bu fizikle de 4-3-3 gibi bir sistemde orta sahada tutunması imkansız, şu aşamada savunmayla işi olmayan bir oyun kurucu olacağım sinyalini veriyor. Eğer kendini geliştirmezse de gelebileceği konum en fazla Aydın Yılmaz gibi olacaktır.

Buna rağmen futbolcunun da oynaya oynaya gelişebileceğini söylemek lazım. A2 ligi bunun için önemli bir fırsat ama üst düzey mücadele adına Emre Çolak'ın kiralık gönderilmesi sanki önemli bir hamle olacaktı. Ama madem kadroda, 4-2-3-1 sisteminde Misimovic'in alternatifi olarak kendisi düşünülebilir. Normalde Elano'dan bu beklenebilirdi ama o yüz ifadesi, mutsuzluk ve çok lüks futbolcu olması bize bir yarar sağlamayacak. Emre Çolak'ın ise bu haliyle ancak 4-2-3-1 sisteminde fayda sağlayabileceğini düşünüyorum, hazırlık maçlarında da iyi iş yapmıştı. Savunma ile pek alakası olmadı, sadece kendini hücuma verdi ama seri pasları ve tekniğiyle iyi sinyaller vermişti. Umutmayalım, sağ bek yedeğimiz yok diyorken bir anda Serkan Kurtuluş çıka geldi ve şimdilerde Sabri'yi bile zorlar diyoruz. Emre Çolak'ın böyle bir ihtimali henüz yok ama Misimovic'in olmadığı anlarda da Emre Çolak sürprizi hiç de fena olmazdı. Aynı şekilde Baros olmadığında Kewell'dan veya Arda'dan santrafor yaratmak yerine A2'den takıma katkı sağlanabilir. Sonuçta böyle durumlarda bu futbolculara şans verilmeyecekse ne zaman verilecek.

Harry Kewell'dan Devam

Son günlerde sık sık Kewell resimlerini blogda paylaşıyoruz ve tam gaz devam edelim. Bu da gençlik günlerinden güzel bir fotoğraf.

Stadyum Projesi

Güzel bir stadyum projesi olmuş, gerçekten oldukça orjinal. Düşünen arkadaşın eline sağlık...

İlhan Mansız, Kış Oyunlarına Doğru

Süper bir forvetti, hata bence Türkiye'nin gördüğü en yetenekli Türk forvetti {en azından benim canlı izlediğim}. Ama şanssız sakatlıklar falan derken zaten geç keşfettiğimiz bu futbolcuyu yeteri kadar izleyemedik, ona doyamadık. O ise şimdilerde kış oyunlarına hazırlanıyor, kendisini buz patenine verdi. Hedefinin de Kış Oyunlarında Türkiye'ye madalya getirmek olduğunu söylemiş ama futbolda olduğu kadar bu konuda iyi değil. Henüz paten kaymayı yeni öğreniyor gibi, düşünün millet 6-7 yaşlarında bu spora başlar ama İlhan Mansız 35 yaşında ve tek tecrübesi televizyon kanallarından birinde katıldığı buz pateni yarışması.

28 Eylül 2010 Salı

İlk Hamle Ümit Karan'ı Affetmek


Eskişehir'in çok büyük bir şehir olmasının yanında müthiş bir futbol kültürü var. Geçmişe baktığımızda Eskişehirspor'un önemli başarılarını, lige iz bıraktığını görüyoruz ve böyle bir kültür her zaman Süper Lig'in içerisinde olmalıdır. Rıza Çalımbay da Eskişehirspor'un başında bulunduğu süre boyunca önemli işler yaptı, takıma önemli değerler kattı, istikrar anlamında çok başarılıydı ama beklentilerin bu istikrarla doğru orantılı büyümesi gelen ilk başarısızlıkta teknik adamın ayağını kaydırmış oldu. Bunun aynısını Sivasspor geçtiğimiz sezon yaşadı, takım iki sezon boyunca şampiyonluk yarışının içerisinde kaldı ama üst üste gelen kötü sonuçlar Bülent Uygun istifa seslerini ortaya çıkarmıştı. Şimdi ise Sivasspor'un durumu ortada, belki Süper Lig'in içerisinde sürekli yer almaya devam edecek ama zirve yarışında olabilirler mi hiç sanmıyorum.

Eskişehirspor da bence aynı yanlışa düştü, Rıza Çalımbay'dan vazgeçmeleri önemli bir hata ama şehrin potansiyeli ve istikrarı falan derken yine bir noktada kalacaklar ama Rıza Çalımbay'ı çok arayabilirler. Bu sezon yaşanan kötü gidişata baktığımızda bile takımın güzel futbolu var, her maç girilen birçok pozisyon ama bunları değerlendirme konusunda yaşanan noksanlar. Ayrıca iyi de bir takım kuruldu, takımın yapısı geçtiğimiz sezondan daha üst seviyedeydi. Yine de takımın uyum süreci, yaşanan aksaklıklar ve 6 haftada alınan sadece 2 puan böyle bir değişimi beraberinde getiriyor. Şimdi sorulacak soru ise takımın başına kimin geleceği. Eğer Hikmet Karaman, Manisaspor'a gitmeseydi önemli bir adaylardan birisi olurdu. Benim düşüncem Samet Aybaba'nın takımın başına geçebileceği yönünde. Samet Hoca böylesine genç kadroyu sever ve futbol anlamında da güzel işler yapar. Yalnız kim gelirse gelsin, bildiğim tek şey gelen teknik adamın ilk işinin Ümit Karan'ı kadroya tekrar almak olacağıdır.

Dünya Halter Şampiyonası'nın Ardından

Samsun seyahati falan derken Dünya Halter Şampiyonası'na fazla değinemedim ama sıkı bir şekilde takip ettiğimi söylemem lazım. Halter benim en sevdiğim sporlardan birisi ama daha önemlisi Olimpiyatlarda Türkiye'nin belki de bir numaralı madalya ambarı. Naim Süleymanoğlu'nun ardından önemli bir çıkış yakaladık ve Halil Mutlu'nun da katılımıyla halter konusunda bir ekol konumuna geldik. Bir de buna bayan halterde başarılar eklenince söz sahibi konumdaydık ama özellikle bayanlarda yaşanan taciz skandalları, erkeklerde doping olayı falan derken düşüşe geçtik diyebilirim. Şimdilerde ise yeniden toparlanmaya çalışıyoruz ve ilk izlenimler iyi.

Yalnız gözlemim şu yönde, bayanlarda büyük bir çıkış yakalamamıza rağmen erkeklerde yaşanan büyük düşüş devam ediyor. Madalya sayısı bakımından erkeklerde beklenen düzeye gelemedik, ayrıca Taner Sağır gibi Olimpiyat Şampiyonu bir halterciden de faydalanamıyoruz. Sakatlığı falan atlattı dendi ama kendisini bu şampiyonada göremedik. Bir diğer konu da yarışmalarda kilo arttıkça bizim madalya umudu taşıyan sporcu sayımız azalıyor, hatta bazı kategorilerde sporcu çıkartamıyoruz. Yani bayanlarda 63 kilo, erkeklerde ise 77 kilonun üstündeki kategorilerde madalya umudu taşıyan sporcumuz yok. Gerçi eskiden de durum böyleydi, hafif kilolarda oldukça iyiydik ama mutlaka bu olaya el atmak lazım. Halterin bu kadar çok sevildiği bir ülkede ve fizik olarak oldukça uygun gençlerin olduğu bir ülkede bütün kategorilerde söz sahibi olmak gerekiyor. Şunu da eklemek lazım, Çin bir süredir halter konusunda tek başına söz sahibi olmaya başlamıştı ama egemenliğini artık iyiden iyiye hissettiriyor.

Bu şampiyonada yıldızımız tartışmasız Nurcan Taylan oldu. 2004 Olimpiyatları'nda ilk olarak kendisini tanıdık ve fırtına gibi esmişti. Sonrasında ise bir düşüş yaşadı, sakatlıklar falan derken kendisini yeni toparlamaya başladı ve potansiyelini de bu şampiyonada gösterdi. Aldığı üç altın madalyanın yanında, kırdığı rekorlarla da 2012 öncesinde gövde gösterisi yapmış oldu. 2008 Olimpiyatları'nda da gümüş madalyalı sporcumuz Sibel Özkan ise bu şampiyonada iki gümüş ve bir bronz madalya kazandı. İşin güzel noktası ise 48 kiloda yarışan bu iki sporcumuzun beraber kürsüye çıkmaları oldu. En son 2004 Olimpiyatları'nda Halil Mutlu ve Sedat Artuç bunu başarmıştı. Aylin Daşdalen ise 53 kiloda iki gümüş, bir bronz madalya kazandı. Kendisi de büyük potansiyel barındıran ve beklentilerin yıllardır büyük olduğu bir halterci ama kendisini yeni yeni bulmaya başladı diyebilirim. 63 kiloda ise Sibel Şimşek, iki gümüş madalya aldı ve bayanlarda takım halinde üçüncü sırada yer aldık.

Erkeklerde ise 62 kiloda Erol Bilgin, bir gümüş, bir bronz madalya ile yarışmayı tamamladı. 69 kiloda Mete Binay ise koparmada kazandığı altın ve toplamda kazandığı bronz ile iki madalya kazandı ama benim beklentilerimin uzağındaydı. Koparmada bu kadar iyi olan bir haltercinin, silkmede bu kadar zayıf olması inanılmaz. Olimpiyatlarda sadece toplamda madalya verildiğini düşünürsek, silkmesini geliştirmek zorunda. Rakibi olan Çinli, silkme ve toplamda Dünya rekorunu kırdı. Mete Binay'ın ise koparmada bu halterciyi geçmesi güzel ama silkmede 9. olması da tartışılması gereken bir konu. Erkeklerde genel olarak ise derece yapamadık, bunda madalya beklentisi olan haltercilerin şampiyonada olmamasının da faktörü büyük.

Elano Gider, Kalan Sağ Misimovic'tir

Ülkemizde 10 numarayla da olmaz ama 10 numarasız da olmaz gibi bir durum var. Bunun en yakın örneğini Alex ile yaşıyoruz. Attığı gol ve asist bakımından anıtı dikilecek kıvamda olan bu futbolcu takımınında en çok konuşulan isimlerinden birisi. Konuşulan konu ise attığı gollerden ziyade, takımın ona ihtiyacı olup olmadığına yönelik. Özellikle de Aykut Kocaman göreve geldikten sonra bu konuyu sıklıkla tartışıyoruz ama son oynanan Kasımpaşa maçında gördüğümüz Alex hala bu takımın çok önemli bir parçası. Elbette yapılanma olacak ve Alex'in de vadesi bir noktada dolacak ama benim düşüncem bugünü yaşamak, Alex'in futbolundan keyif almak.

Konuyu Galatasaray'a bağlarsak, Hagi'den bu yana yakıla bir 10 numara arayışımız var. Felipe geldi, Lincoln dedik, en son Elano dedik ama sonuçlar genellikle hüsran oldu. Şunu da ekleyelim, Rijkaard'ın geçtiğimiz sezon takıma aşılamaya çalıştığı 4-3-3'de 10 numara tarzında bir futbolcuya ne kadar ihtiyaç var? Sonuçta orta sahada oyunun iki yönünü oynamasını beklediğin futbolcularla oynaman gerekiyor ve ülkemizi tercih eden 10 numaraların ise savunma yönleri neredeyse hiç yok. Yani 4-3-3 oynayarak yoluna devam ediyorsan bu futbolculara takımda yer bulamıyorsun, en yakın örneğini Elano da gördük. Savunma özelliği fazla yok, mücadele gücü düşük ve bir de buna isteksik, ruhsuz, mutsuz bir futbol eklenince Elano'dan verim alamadık diyebilirim. Zaten geçtiğimiz sezon Arda, Mustafa Sarp ve Ayhan üçlüsüyle öyle ya da böyle bir şekilde yoluna devam ediyorken, bu çarkı bozmanın daha fazla güçleneyim derken dengeleri kırmanın fazla alemi yoktu. Belki 4-2-3-1 oynasak Elano daha verimli olabilirdi, bu tür sistem tartışmalarını sürekli yapıyoruz ama geçtiğimiz sezonu kayıp geçirmek ve yaz döneminde sürekli transferle anılmak bu sezona mutsuz girmeyi ve beraberinde hangi sistemde olursa olsun, isterse bütün takım Elano'ya çalışsın iyi futbol getirmiyor.

4-3-3'ü oynamak için de oyunun iki yönüne hakim futbolcularla yola devam edilmeli. Lorik Cana dışında da bu tarzda bir futbolcumuz yok ve transferde de hamle yapılmadığından 4-2-3-1'e dönüş biraz da mecburen oldu. Hatta Rijkaard geçmişten gelen bütün öğretilerini de bir kenara itti diyebilirim ama takımın felsefesi yine aynı. Kanatlardan hızlı çıkmak istiyor, sürekli pas trafiği içerisinde ve pas trafiği ile oyunun kontrolünü ele almak temel hedef. Böyle bir organizasyon kurunca da iyi bir 10 numaraya ihtiyaç var. Bu role başka sebeplerden ötürü Elano'nun soyunamayacağı ortada, Arda Turan'ın da bu saatten sonra 10 numara olarak oynayabilmesini ihtimal dışı görüyorum, o tren geçtiğimiz sezon kaçtı. Bu yüzden de iyi bir 10 numara transferi gerekti ve bunu gerçekleştirdik. Üstelik 1.5 yıldır konuştuğumuz box to box denilen futbolcu tarzını transfer etmeyerek bu 10 numara transferini gerçekleştirdik. Bu kısım oldukça önemli.

Misimovic, uyum aşamasında vef izik olarak çok yeterli değil eleştirilerini getirebiliriz. Her ne kadar bu coğrafyanın insanı olsa da kariyeri boyunca Almanya dışına çıkmamış bir futbolcu, üzerine de bu kadar büyük beklentiyi aldıktan sonra bir süre bocalar ama uyum sorununu aşarsa ve sağlam karakter örneği gösterirse mutlaka başarılı olur, sonuçta kalitesi bu yönde. Mesela Lincoln'ün burada uyum sorunu yaşadığını düşünmüyorum, üstelik bu konuda oldukça da başarılı oldu ama karakter dersinden sınıfta kalarak, Türkiye kariyeri başarısız geçti diyebilirim. Zamanında gelen Felipe de uyum sorununu aşamamıştı, aynı şekilde Elano da lüks bir transfer olduğundan onun için eleştiriler farklı boyutlara gitti. Onun hedefleri, amaçları başkaydı ve Avrupa arenasının ben Elano'ya göre olduğunu düşünmüyorum.

Gaziantepspor ve Bucaspor karşısında oynanan maçları Misimovic için değerlendirmeye almıyorum. Takım olarak belki çok iyi değildik ama yeni sisteme geçişin ve bu sistemde Misimovic'in büyük öneminin oluşu farktörleri var. Uyum sorunu, fizik yetersizlik falan derken de Misimovic etkisiz bir maç çıkardı ve doğal olarak hücum organizasyonları yetersiz kalarak kısır bir Galatasaray izledik. İstanbul BŞB karşısında ise daha tempolu bir takım izledik ve bu futbolda Baros'un rolünün önemi büyük. Maçın son 20 dakikasında ise Baros oyundan çıktıktan sonra Kewell'ın santrafora geçmesi falan derken hücumda kim tıp tutacak sorusu kafamda oluştu. Rakip o dakikalarda hızlı geliyor ve savunmaya kapanarak rakibi yavaşlatmanın imkanı yok. Misimovic ise o dakikadan sonra ortaya çıktı, hücumları organize etti, topu rakip sahada tuttu ve paslarıyla kontralar yarattı, üstelik kendisi de iki pozisyonun içerisine girdi. İşte böyle bir Misimovic bizim beklentimizi oluşturuyor. Bunu bütün maça yaydığında ve Arda Turan'ın dönüşüyle beraber yükünün azalacağını düşündüğümüzde Misimovic'in gerçek değerini görebiliriz. Ben başarılı olacağını düşünüyorum, efsane olur mu onu zaman gösterir. Ama bu sezon şampiyonluk yarışında çok kilit bir rol üstlenecek, bunu şimdiden görebiliyoruz.

Yine de bir futbolcuya bu kadar bağlı bir sistem oluşturmak ne kadar doğru bilemiyorum. Gerekli alternatifleri mutlaka oluşturmak lazım, bunun acısını geçtiğimiz sezon Baros sakatlandığında yaşadık, hatta Karabükspor karşısında da yine yaşayabiliriz. Bu yüzden bütün sistemi Misimovic'in üstüne yıkmadan, gerek saha içerisinde gerekse saha kenarında doğru alternatiflerle bu sistemi yürütmek lazım. Bu konuya da yarın değinelim...

Geldiği Yeri Unutmayan Adam

Bu da Kewell'ın elimdeki son fotoğrafı. Nerede futbola başladığını unutmayan, sürekli futbola başladığı yere giden ve onlar için elinden gelen herşeyi yapıyor. Çok şanslıyız bu adamla aynı takım çatısı altında bulunduğumuz için...

27 Eylül 2010 Pazartesi

Önce Savunma / Kasımpaşa 2-6 Fenerbahçe

Fenerbahçe savunması iki perdeli bir tiyatro oyunu sergiledi. İlk bölümde Lugano ve Bilica'nın arasına atılan her topta tehlike yaşayan ve sol taraftan çıkamadılar, ikinci yarıda ise Yobo ve Caner Erkin değişikliğiyle beraber kontrolü eline alan ve Kasımpaşa'ya pozisyon imkanı vermediler. Kasımpaşa'nın zaten temel silahı hücum, bu takım hücum yaptıkça, şuursuzca ileri çıktıkça kendini bulan bir takım. Eğer siz Kasımpaşa'nın hücum gücünü etkisiz kılarsanız, mutlaka çok rahat bir futbol oynarsınız. Çünkü Kasımpaşa hücumları iyi durumda olmasına rağmen, savunmada aynı etki yok ve bu yüzden de istikrar sağlayamıyorlar. Aykut Kocaman'ın da Yobo ve Caner Erkin hamlesi maçı 45. dakikadan sonra bitirmiş oldu. Aslında Andre Santos yerine Caner Erkin tercihi de kağıt üzerinde tartışılacak bir hamle. Geçtiğimiz sezonki Caner Erkin'in sol bek performansını biliyoruz, savunmadan bir haberdi ama benim sürekli belirttiğim olay bu adam bek oynamaya devam ettikçe kendisini mutlaka bulacağıydı. Biz o sabrı gösteremedik ama gelişimine de önemli bir katkı sağladık ve bugün gördüğüm Caner'in kaymağını Fenerbahçe'nin yedeği.

Dia ve Niang maçın yıldızları oldular. Maçta görülen Kasımpaşa'nın hızlı ve teknik futbolculara karşı koyamadığıydı. Sol tarafta da Caner'in bu performansını gördükten sonra Andre Santos yerine Caner'in oynaması ve açılan yabancı kontenjanıyla da Stoch'un ilk 11 başlaması sanki daha olumlu olacaktı. Dia, Niang ve Alex üçlüsü zaten harika işler yaptılar, Alex'in asistlerinde Dia ve Niang resmen rakip yarı sahayı esir aldılar ve Stoch'un da bu üçlüye katılması çıldırtıcı bir hücum hattını beraberinde getirebilirdi, en azından bu maç için. Aykut Kocaman'a baktığımızda ise sessiz bir gemi görüyoruz. Yine tepki vermiyor ama içinde fırtınalar koptuğu kesin. Gözünde o ateşi bugün gördüm, takım farkı açtıkça büyük bir rahatlama yaşadı. Çünkü bu saatten sonra kaybedilecek her puanın faturası acı olacağından böyle bir galibiyet takıma bir nefes aldırdı. Üstelik ikinci yarıda gösterilen futbol oldukça umut verici. Anlaşılan bu sezon Fenerbahçe'nin hücumları savunmadan başlayacak ve savunma sağlama alındığında mutlaka hücum da bundan büyük yarar görecek. Kasımpaşa açısından ise işler kötü, hücumları kitlendiğinde takımın eksik bütün yönleri ortaya çıkıyor ve şu anki görüntüleri hiç olumlu değil. Yılmaz Vural & Kasımpaşa ilişkisinde de sona doğru diyebiliriz.

KASIMPAŞA: 2 - FENERBAHÇE: 6

Stat:
Ali Sami Yen

Hakemler:
Mustafa Kamil Abitoğlu, Erdinç Sezertam, Mustafa Sönmez

Kasımpaşa:
Murat, Keller, Erdi, Barış, Ergün, Hüseyin , Sarmov, Yekta, İbrahim (Dk. 46 Korhan), Şahin, Ersen Martin (Dk. 80 Gökhan Güleç)

Fenerbahçe:
Volkan, Gökhan Gönül, Lugano, Bilica (Dk. 46 Yobo), Andre Santos (Dk. 46 Caner), Mehmet Topuz, Emre, Selçuk, Dia (Dk. 81 Stoch), Alex, Niang

Goller:
Dk. 6 Şahin, Dk. 25 Ersen Martin (Kasımpaşa), Dk. 15 (Penaltıdan) ve 90 5 Alex, Dk. 21 Emre, Dk. 24, 64 ve 90 Niang (Fenerbahçe)

Sarı kartlar:
Dk. 14 Ersen Martin, Dk. 24 Ergün (Kasımpaşa), Dk. 34 Lugano, Dk. 88 Niang (Fenerbahçe)

Hedef EuroCup: Rakip St. Petersburg


Artık umutlarımızın tükendiği, sadece lige konsantre olduğumuz bir anda almıştık Maroussi' nin Euroleague elemelerinden çekileceği ve buna bağlı olarak EuroCup ön elemesi için bir kontenjan açılacağı haberini. Adaylardan biri de bizdik ama pek de umutlanmak istemiyordum, bir hayal kırıklığı daha yaşamamak için. Karar açıklandı ve EuroCup elemeleri için son bileti kapan takım Galatasaray oldu. Futbolda, Avrupa' dan uzak bir sezon geçireceğimiz bu sezonda; basketbolda Avrupa' da bir şeyler yapmak, Edirne' nin diğer tarafında bir başarı olacaksa bunu yapabilecek takımın biz olduğunu göstermek için bir şanstı bu adeta!

Maç artık çok yaklaştı. 29 Eylül Çarşamba, saat 20.00' de malesef Ayhan Şahenk Spor Salonu' nda oynanacak. Neden malesef diyorum; Galatasaray taraftarı artık Abdi İpekçi' ye çok alışmıştı. Evleri Ayhan Şahenk' e yürüme mesafesinde olanlar bile maçların Abdi İpekçi' de oynanmasını istiyordu. Çünkü Galatasaray' a yakışan Ayhan Şahenk değil; Abdi İpekçi gibi modern bir salon. Bir maçlık zorunluluk umarım fırsata çevrilecek ve o salon tıklım tıklım dolacak, ardından da hep beraber St. Petersburg boğulacak!

Rakip son günlerde art arda transfer haberlerini açıklıyor. kağıt üzerinde çok iyi bir kadroları var. CSKA Moskova ve Khimki' nin ardından Rusya' daki en kaliteli kadro diyebiliriz rahatlıkla. basketbolseverlerin kulaklarının aşina olduğu Smush Parker, Henry Domercant, Pero Antic gibi önemli yıldızları var. Benim en büyük temennim henüz uyum sorununu aşamamış olmaları. Evet bizde yeni bir takımız ama koç Mahmuti etkisi ile bu sorunu onlardan daha rahat aşabileceğimizi düşünüyorum.

Bize gelirsek, yazının başında da belirttiğim gibi artık EuroCup' a katılma ümitlerimiz tükenmişti. Özel bir hazırlık yapamadık belki de bu maç için. Belki sezonu daha erken açacaktık ya da transfer stratejimiz daha farklı olacaktı vs. Belki hazırlıksız yakalandık ama çok istiyorduk bu organizasyonda olmayı. Geçen seneki onurlu yürüyüşün bir ödülü olmalıydı. O mücadelenin, o kenetlenmenin ödülünü bu şekilde almak nasipmiş!

İşimiz çok zor, Euroleague seviyesinde bir takımla oynuyoruz, bunların hepsinin farkındayım ama umudum çok yüksek. Klişe olacak ama Galatasaray' ın olduğu yerde her zaman umut vardır. Ama az ama çok. Yapılacak şey belli. İmkanımız varsa orada olup zaferde pay sahibi olmak. Hadi be Galatasaray! Bir mutluluk daha yaşat bizlere!

Milan Baros'un Golünü Canlı Seyretmek; Paha Biçilemez...

Ali Sami Yen maç öncesi yeni açık'ın önünde oluşan upuzun kuyraktan belliydi farklı birşeylere tanık olacaktı bu taraftar. Çadırın önüde her zamankinden farklıydı, tezahüratlarla inleten taraftarlar kalabalığa rağmen sesini maça saklıyordu adeta.Tribünler yavaş yavaş dolarken ,oyuncular ısınmaya çıkarken herkeste bir tuhaflık varmış gibiydi. Tezahüratlar kesik kesik bıkkın giibydi.Maçta olagandısı bir şey olacağının alametleri Mabedin semalarında dolaşıyordu.

Biz Galatasaray taraftarı yıldız futbolcudan daha cok mücadeleci, yenilmeyi, sevmeyen ,varını yoğunu koyan oyuncuları daha cok sever ,bagrımıza basarız.Üstüne bir de yıldızsa tatlı üstünde kaymak olur bizim için. Aynı Milan Baros gibi...



Dün Ali Sami Yen Stadında olanlar canlı gözlerle bu adamın, bir golunu izledi ki o çimler cok farklı ayaklardan goller izledi hepsinde de sevinç yaşandı ama dünkü gol gerçekten taraftarların gözünden,hafızalarından gidecek gibi değil. Belki Tv karşısında izleyenler tribünlerin gol sevincini duymakta zorlandı. Çünkü kimsenin agzından goooollllllllllllllllllllllllll sesi gelmedi.O golü anlatacak kelimeyi bulmak için cok zorlandı sonunda sadece teşekkür edebildi böyle bir golü izlettiren insanüstü varlığa... Çünkü herkes için bitmişti o pozisyon,kimse inanmıyordu taki bir kişii dısında.Milan Baros'u anlatmak ne kadar zorsa bu golünü de anlatmak cok zor.Keşke o an yeryüzünde olan bütün Galatasaray taraftarı sadece o golü canlı izlemek için mabedde olabilseydi.O vuruşu,o mücadeleyi ve Miilan Baros'un goklere yukselen yumruguna tanık olabilseydi. Sadece o an için bütün yürekler gibi bütün bedenlerde orda olabilseydi.

Yazı: Arzu Keskin

Elano & Galatasaray İlişkisinde Sona Doğru

Galatasaray maçını izleyenler sahada oynayan futbolcular kadar, kulübede oturan Elano'yu da görmüş oldular. Surat ifadesine baktığımızda ruhsuz adamı oynadığını her seferinde görüyordum ama şimdilerde mutsuz adamı da oynuyor. Çünkü bu saatten sonra Galatasaray için verebilecek birşeyinin olmadığını düşünüyorum zaten Rijkaard da Baros'u oyundan alırken Elano'yu değil de Barış Özbek'i oyuna sokmasıyla bunu gösterdi. Benim tahminim Elano'nun ligin devre arasında takımdan ayrılacağı yönünde ama olası bir Avrupa kariyerini kısa vadede göremiyorum. Büyük ihtimalle Robinho'nun izinden giderek, Brezilya semalarına süzülecek ve orada göstereceği olumlu performans kendisine tekrar Avrupa kapılarını açacak. Sanki içimden bir ses Santos, Elano'yu altı aylığına da olsa kiralayacak diyor ve bu kariyerin sonrasında da Galatasaray, Elano'yu bonservisi ile Avrupa da herhangi bir takıma gönderecek. Bu benim tahminim, herhangi bir duyum yok ama gidişata da baktığımızda bunu görebiliriz.

Bazı Brezilyalı futbolcular böyledir, büyük patlama yaparak Avrupa semalarına gelirler, o patlama uzun süre piyasalarını da korur ama Avrupa da asla tutunamazlar. Elano'nun Milli Takım performansına bakınca bunu görebiliyorum. Shakhtar, Manchester City ve Galatasaray kariyeri kendisi açısından olumsuz geçti ama sürekli büyük transferler yapmayı başardı. Mesela Alex için de ilk etapta bu deniyordu, ilk Avrupa deneyimi de bu yüzden başarısız oldu ama şimdi Fenerbahçe'nin heykeli dikilesi futbolcusu durumunda ama Elano neredeyse taşlanıp öyle takımdan gönderilecek.

Takım ona uymadı, bu orta saha hattıyla verimli olması güç gibi eleştiriler getirmek mümkün ama Elano'nun surat ifadesinde iyiye gitme adına herhangi bir çaba göremiyorum. Dün maçın devre arasında yedek futbolcular ısınıyorken Elano hiç hareketlenmedi bile, ya da takım gol attığında tepkisiz bir hali vardı. Sanki o da kafasına gitmeyi koymuş gibi ve bu saatten sonra takım için faydalı olamayacağını da biliyor. Aslında şunu da söylemek lazım, Elano transferi çok lüks olmuştu. Geçtiğimiz sezon Arda Turan orta sahada oynuyorken hayatının en verimli dönemini geçiriyordu ama o bölgeye getirilen Elano'dan sonra düşüşe geçti ve şimdilerde kendisini orta alana çektiğimizde bile kanattan ayrılamıyor. Zaten son Misimovic transferinden sonra da Arda'nın ortada oynamayacağını söyleyebiliriz. Şunu da ekleyelim, Elano'yu 4-2-3-1'in sağ kanadında denemek lazım şeklinde oluşan eleştirilere de Elano'yu sağ kanatta oynatarak cevap verildi ama yine verimsiz bir performans geldi. Yani anlayacağınız Elano & Galatasaray ilişkisi son demlerini yaşıyor ve kadro derinliği anlamında Elano gibi bir ismi yedek tutmak güzel ama yıllık ücretine baktığımızda da bunun fazla lüks olacağını ekleyelim.

Abdullah Avcı'nın Şimdiden Yazılan Kariyeri

Dün İstanbul BŞB maçından sonra Galatasaray'ı tutmayan bazı arkadaşlarım Abdullah Avcı & Arif Erdem faktörü, bu yüzden Galatasaray'ın kazanması doğal gibi bir yorum yaptılar. Üstelik çoğu maçı bile izlemedi ama zaten izlemelerine gerek yok. İstanbul BŞB'nin Beşiktaş ve Fenerbahçe'nin yoluna sürekli taş koyması ama Galatasaray'ın onlara ters gelmesi kendilerini bu tip yorum yapma ihtiyacına yöneltiyor. Gerçekten çok yanlış, bu yorumlardan yola çıkarsak hangi takım kime ters geliyorsa ona maç satıyor gibi çirkin bir yorumla karşı karşıya kalırız. Mesela Galatasaray'ın son iki sezondur Eskişehirspor'a karşı şansı tutmuyor ya da Fenerbahçe deplasmanlarında durum ortada. Aynı şekilde Dünya üzerinde birçok örnek var ama ısrarla Galatasaray'ın İstanbul BŞB karşısında aldığı her galibiyetten sonra bu yorumları okumak canımı sıkıyor. Kanaltürk'te de Telegol programında adamlar herşeyi bırakmış bu konu üzerinde yorumlar yapıyor, istatistikler tutuyor. Hatırlayın geçtiğimiz sezon Ali Sami Yen stadında 1-1 biten maçı. Sırf bu yakıştırmalar ve yorumlar yüzünden atılan son dakika golünden sonra Abdullah Avcı sanki şampiyon olmuşçasına sevindi, üstelik o sezon birçok maç kazandı, inanılmaz işler başardı ama hiçbirinde böyle sevinmedi. Çünkü yapılan yakıştırmalar çok gereksiz ve anlamsız. Galatasaray'ın en zor zamanında Abdulah Avcı'ya teklif yapıldığını ve bunu kabul etmediğini unutmayın, büyük bir fırsatı etik olmaz diye tepti. Belki de gerçekten Galatasaraylı kendisi ama bu durumda da üç büyüklerde oynamış şimdinin teknik adamlarına ne diyeceğiz acaba. Üstelik bu ülkenin geleceği en parlak teknik adamlarından birisinden bahsediyoruz, bu yorumlar Abdullah Avcı'nın geleceğini de karartıyor. Olası Fenerbahçe ve Beşiktaş kariyerini şimdiden bitirdi, sanki tek yol Galatasaray gibi bir durum oluştu. Galatasaray'ın başına geçse bile yapılacak yorumları şimdiden görebiliyorum.

26 Eylül 2010 Pazar

Baros Olmak Böyle Birşey / Galatasaray 3-1 İstanbul BŞB

Alttan Ezel müziği çalsa da Ramiz Dayı misali Baros olmak böyle birşey desem. Gerçekten çok farklı bir futbolcu, Türkiye açısından da fazlasıyla lüks. Kariyeri muhteşem, Avrupa Şampiyonası'nda gol krallığından tutun, Liverpool ile kazanılan Şampiyonlar Ligi'ne kadar harika bir cv var, sonrasında yaşanan bir düşüş ama bugünlerde onca sakatlığa rağmen harika bir performans. Alternatifsizliği büyük bir sorun ama Baros'un da alternatifi yaratmak gerçekten zor. Bucaspor maçında gösterdiği performansa baktığımda pozisyona girmekten uzak bir yapısı vardı ama aynı oranda takımın hücum gücü de oldukça düşüktü. İstanbul BŞB karşısında ise takımın hücum yapmak istemesi, son yıllarda görmediğimiz sağ & sol beklerin hücumlarda uyumu, yakalanan tempo derken aynı oranda Baros'un da çıkışını gördük. Belki maçın büyük bölümünde Misimovic etkisizdi ve hücumları nokta paslarıyla organize etmesini beklediğimiz bir futbolcudan yoksunduk ama Baros o görevi de üstlendi. Koşuları, pozisyon bilgisi, rakip savunma karşısında yıpratıcılığı, orta sahaya kadar gelerek pas organizasyonlarına katılması ve arkadaşlarına boş alanlar yaratmasına kadar kusursuz bir resital izledik. Attığı üçüncü gol ise maçın imzası olmuştur, üzerine fazla konuşmamak gerek. Bana sorarsanızda Baros ligimizin açık ara, rakipsiz en iyi forvetidir.

Lorik Cana'yı Yaşamak

Gerçekten çok güzel bir duygu, böylesine bir futbolcuya sahip olupta onu kullanmamak çok büyük bir lüks olmalı. Barcelona, Real Madrid falan olupta Cana'yı oynatmazsın bunu anlarım ama orta saha hattı yüzünden aylardır kıvranıyorken, Cana'yı yabancı kontenjanını bahane edip kullanmamak çok büyük bir yanlıştır. Benim haftalardır temel felsefem belliydi, gerekiyorsa Kewell yedek otursun ve Aydın Yılmaz oynasın ama Cana'ya yer açılsın. Nitekim Rijkaard bunu uyguladı ve Cana'lı Galatasaray'ın farkını görmüş olduk. Cana, agresif, lider ve tam bir takım oyuncusu. Ayrıca pas kabiliyeti ve saha görüşü de mevcut orta saha rotasyonumuza oranla oldukça iyi durumda. Bucaspor maçının son 10 dakikasında oyuna girdiğinde farkını ortaya koymuştu, takım bir anda sertleşmiş ve aradığı kontralara çıkmaya başlamıştı. Oysa maç boyunca bitse de gitsek dediğimizi biliyorum. İstanbul BŞB karşısında ise maçın başından, sonuna kadar agresiflik düzeyimiz, mücadele gücümüz oldukça yüksekti ve daha önemlisi Ayhan Akman'ın da futbolundaki yukarıya çıkışı gördük. Daha haddini bilen, sadece işini yapan bir Ayhan Akman izlediysek bu da biraz Cana'nın sayesinde. Ama Cana'nın bu agresif futbolu her maç sarı kart yeme potansiyelini de beraberinde getiriyor ve ülkemizde böyle futbolcuları pek sevmezler, Lugano'dan biliyoruz. Bu durumda da Cana'yı 90 dakika kaç maç kullanabiliriz merak ediyorum, nitekim yerine Mustafa Sarp girdiğinde takımın bozulan dengesi ortada.

Serkan Kurtuluş ve Insua {Beklerin Hücuma Çıktığını Görmek}


Önce Serkan Kurtuluş'la başlamak lazım. 3 yıldır bu anı bekliyoruz, Serkan Kurtuluş'un patlama yapacağı günü. Sanırım o patlama bu sezon gerçekleşmeye başladı. Sabri Sarıoğlu'nun yokluğunda sağ bek kim oynayacak diye ölüp bitiyorduk, bu yüzden güzel bir cevap almamız çok olumlu oldu. Maçta gerçekleşen penaltıyı da hesaba katarsak, iki tane asisti var, son derece kontrollü hücuma çıkıyor ve savunmada asla açık vermiyor. Ayrıca gençliğinin de kattığı büyük bir enerjisi var. En kritik bölgelerden birinde iyi bir alternatif yaratmak önümüzdeki haftalar açısından olumlu bir gelişme. Aynı şekilde Insua, son üç haftadır bizlere mükemmel bir resital sunuyor. Şunu söyleyeyim, Hakan Balta'nın sol bek olarak 3 yılına bedeldir bu 3 haftalık performans. Hakan Balta'da belki iyi bir stoper yaratılacak {Servet'in bu formundan sonra onu da kesmesi artık zor} ama bek anlamında bu sistemde yetersiz. Çünkü hücuma çıkışları çok büyük bir sorun. Insua da çok hücumcu bir bek izlenimi vermesede, tekniği yüksek ve ileri çıktığında tehlike yaratıyor. Durum böyle olunca da bekleri iyi çalışan Galatasaray, kanatları oldukça iyi kullanmaya başladı. Üstelik Pino ve Aydın Yılmaz'ın maç boyunca çok iyi durumda olmamasına rağmen. Arda döndüğünde Insua'nın onunla uyumunu tekrar izlemek lazım.

20 Dakikada Misimovic

Misimovic henüz ısınma turlarını atıyor, Insua'nın aksine o hala kendi potansiyelini gösterebilmiş değil ama maçın son 20 dakikasında iyi sinyaller verdi. Baros'un da oyundan çıkıp yerine Barış Özbek'in girmesiyle beraber takımın hücumda neler yapacağı, rakip sahada nasıl kalacağı önemli bir soruydu ama Misimovic'in basit futbolu bizi hücumda tuttu ve pozisyonlara soktu. Misimovic biraz daha rakip sahaya yaklaştığında daha verimli oluyor, bu yüzden kendisine sorumluluk vermek lazım. Son 20 dakikada yarattığı pas organizasyonları, kendini pozisyonun içerisine sokması ve en önemlisi takımda hücumda tutup, rahatlatması çok önemliydi. Durum böyle olunca da İstanbul BŞB fazla risk alamadı, takım halinde hücumu düşünemedi. Çünkü biraz risk aldıklarında Galatasaray fazlasıyla açık alan bulmaya başladı ve Pino & Kewell'ın futbollarıda bir üst seviyeye ulaştı.

Benim anlamadığım olay ise eğer Baros sakatlanmasaydı Rijkaard böyle bir değişikliğe gider miydi? Barış Özbek orjini defansif orta saha olan bir isim ama sağ kanatta da oynayabilme özelliği olduğundan onu sağ kanatta da kullanabiliyoruz. Değişiklikten sonra da Kewell santrafora geçti ve Barış sağ kanattaydı. Ama Misimovic sorumluluk almasa bu değişikliğin acısını fena yaşardık diyorum. Çünkü sistemden ödün vermem diyerek, takım gerideyken bile çift santrafora dönmeyen Rijkaard, Türkiye'de kaldığı bir zamandan sonra skoru tutmak adına forvet çıkarıp, savunmaya yönelik bir futbolcu oyuna alabiliyor ve bunu faturasını da ödediğimiz maçlar oldu. Benim düşüncem Baros çıktığında yerine Elano'nun girmesiydi ama Rijkaard böyle bir tercihte bulundu. Gerçi Elano'nun da yüz ifadesine baktığımızda oyuna girse vereceği katkı ne derecede olurdu bilemiyorum. Kısacası 4 maç üst üste kazanmak, kazanma alışkanlığını edinmek ve özgüveni toparlamak güzel. Haftaya Karabük deplasmanından çıkacak bir üç puan bizleri çok farklı noktalara getirebilir ama Baros'un o maçta oynamayacak olması beni şimdiden kara kara düşündürüyor.

GALATASARAY: 3 - İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESPOR: 1

Stat:
Ali Sami Yen

Hakemler:
Bülent Yıldırım, Serkan Ok, İsmail Şencan

Galatasaray:
Ufuk, Serkan, Neill, Servet, Insua, Ayhan, Cana (Dk. 60 Kewell), Pino, Misimovic, Aydın (Dk. 60 Mustafa), Baros (Dk. 73 Barış)

İstanbul Büyükşehir Belediyespor:
Hasagic, Rızvan (Dk. 61 Kus), Can, Metin, Ekrem, Holmen (Dk. 61 Tevfik), Mahmut, Gökhan Süzen, İbrahim Akın, İskender (Dk. 74 Efe), Tum
Goller:
Dk. 5, 13 (Penaltıdan) ve 41 Baros (Galatasaray), Dk. 66 Tum (İstanbul Büyükşehir Belediyespor)

Sarı kartlar:
Dk. 12 Rızvan, Dk. 58 Ekrem, Dk. 58 Metin, Dk. 82 İbrahim Akın (İstanbul Büyükşehir Belediyespor), Dk. 19 Cana, Dk. 58 Pino, Dk. 65 Ayhan, Dk. 81 Barış, Dk. 90 Serkan (Galatasaray)

Şenol Güneş'in Yanlış Rotasyonu / Kayserispor 0-0 Trabzonspor

Schuster'i sık rotasyon uyguladığı için övüyoruz, çünkü takımın felsefesini değiştirmeden kadrodaki bütün futbolculara şans veriyor ve felsefe değişmediği için istediği katkıyı mutlaka alıyor. Aynı şekilde Şenol Güneş de sık rotasyon yapan teknik adamlardan, çünkü Trabzonspor'un kadrosuda oldukça alternatif içeriyor ama takımın felsefesi sürekli değiştiği için beklenen katkı gelmiyor ve son iki haftada da istenmeyen sonuçlar alınmaya başladı. Benim düşüncem Selçuk İnan, Colman ve Ceyhun Gülselam üçlüsünün ne olursa olsun bozulmaması gerektiğidir. Bu üçlüyü yerleştirdiğinizde önüne ve arkasına hangi futbolcuları koysanız Trabzonspor bildiğimiz güzel futbolunu mutlaka oynar. Eğer bu üçlü üzerinde de rotasyon yapacaksanız, sistemi değiştirmemek gerekir ama bu maçta Selçuk İnan & Colman ikilisi ortada oynadı ve kağıt üzerinde orta sahada görünen Engin Baytar sürekli kanatlara kaydığı için orta sahanın dengesi bildiğimiz gibi olmadı. Yattara'nın yerine oynayan Alanzinho da beklenen faydanın çok uzaklarında olunca Trabzonspor hücum açısından çok kısır bir maç geçirdi. Kayserispor'un ne olursa olsun değişmeyen temel felsefesi savunma, çok güçlü bir savunmaları var. Siz de bu savunmanın göbeğinde Teofilo'yu tek bırakınca pozisyona girmekte zorluk çekiyorsunuz.

İkinci yarıda ise Umut Bulut, Yattara gibi oyuncular oyuna girse bile Trabzonspor açısından herhangi bir değişim yaşandığını söyleyemem. Kayserispor cephesinde de aslında hücum organizasyonu sıkıntısı yaşandı. Cangele'nin yokluğunda takımı organize edebilen bir isim ortaya çıkmadı ve Trabzonspor'un iyi savunması karşısında da Mehmet Eren, Santana ve Furkan gibi hızlı futbolcularda aradığı boşlukları bulamadı. Zaleyeta'yı da yönlendiren, pozisyona sokabilen bir futbolcunun olmadığını düşününce Kayserispor da hücum anlamında çok zorluk yaşadı. Yine de maçın ilerleyen bölümünde Trabzonspor'un direnci düşmeye başladıkça Kayserispor kanatları biraz olsun kullanmaya başladı, rakibin 10 kişi kalması da oyunun temposunu oldukça yükseltti, hatta Trabzonspor da bu dakikalarda kontradan bir gol bulabilirdi. Genel olarak mücadelenin çok olduğu, kartların havada uçtuğu, her iki takımın da alınan bir puandan çok rahatsız olmadığı bir maç izledik. Dediğim gibi Şenol Güneş'in yanlış rotasyonları Trabzonspor'u istikrar anlamında kötü etkiliyor. Kayserispor ise bildiğimiz çizgisini koruyor ama Cangele'nin yokluğunda hücum anlamında yeni planlar kurmak gerekli.

KAYSERİSPOR: 0 - TRABZONSPOR: 0

Stat:
Kadir Has

Hakemler:
Bünyamin Gezer, Erdem Bayık, Asım Yusuf Öz

Kayserispor:
Souleymanou, Hasan Ali, Serdar, Aleksandre, Ufuk, Troisi (Dk. 37 Ömer Hasan), Marcelo (Dk. 88 Moritz), Mehmet Eren, Santana, Furkan (Dk. 65 Abdullah Durak), Önder Turacı

Trabzonspor:
Onur, Serkan, Giray, Egemen, Hrvoje Cale, Selçuk, Colman, Burak (Dk. 69 Yattara), Engin, Carlos Gomes (Dk. 46 Umut), Teofilo Antonia (Dk. 80 Ceyhun)

Sarı kart:
Dk. 18 Troisi, Dk. 86 Marcelo (Kayserispor), Dk. 48 Burak, Dk. 50 Giray, Dk. 84 Selçuk, Dk. 88 Cale (Trabzonspor)

Kırmızı kart:
Dk. 79 Giray (Trabzonspor)

Maç Öncesi: Galatasaray - İstanbul BŞB

İstanbul BŞB'nin büyük takımlara ters geldiği doğru ama Galatasaray'ın da İstanbul BŞB'ye ters geldiğini söylemek lazım. Hatta Galatasaray'ın İstanbul BŞB karşısında bariz üstünlüğünden yola çıkarak, İstanbul BŞB'nin de Fenerbahçe ve Beşiktaş karşısındaki durumu konuşulunca konu nedense Abdullah Avcı'nın Galatasaraylı oluşuna bağlanır ve bunun üzerine yorumlar görebilirsiniz. Geçtiğimiz sezon Ali Sami Yen'de oynanan ve 1-1 biten maçta da Abdullah Avcı kazanılan puandan ziyade Galatasaray'dan puan aldığına çok sevinmiştir, nedeni de getirilen bu eleştiriler. Abdullah Avcı ise Galatasaray'ın en kritik zamanında kendisine gelen teknik adamlık görevini etik olmadığı için kabul etmeyerek zaten kendisini kanıtlamıştı.

İstanbul BŞB, her sezon üzerine biraz daha koyarak yoluna devam eden bir takım. Felsefeleri pozitif futbol üzerine kurulu ve bunu genç futbolcularla yapmaya çalışıyorlar. Ayrıca kimle oynarlarsa oynasın asla futbollarından taviz vermiyorlar, işte bu özellikleri de büyük takımlara karşı çoğu zaman ters geliyor. Şu anda ligde 3 galibiyet 2 mağlubiyetle 5. sırada bulunuyorlar ve şu ana kadar gösterdikleri performansla istikrarlarını koruduklarını kanıtladılar.

Galatasaray'a geçersek ise Arda Turan, Sabri Sarıoğlu, Hakan Balta ve Çağlar Birinci'nin sakatlıkları devam ediyor. Sabri, Hakan Balta ve Arda'nın da bu maçta oynamayacak olmaları Galatasaray'ı yine farklı arayışlara itebilir. Sabri'nin yokluğunda Ali Turan'dan sağ bek olarak verim alınamadı ve geçtiğimiz maç Serkan Kurtuluş burada denendi ama onun da beklenen düzeyde olmadığını gördük. Rijkaard bu maçta yine Serkan Kurtuluş'u deneyecektir ama Neill'i sağ beke çekse ve Gökhan Zan & Servet Çetin ikilisini oynatsa savunma konusunda daha düzgün bir duruma geçebiliriz. Ne kadar sisteme uymuyor desekte Gökhan Zan & Servet ikilisi ligimiz açısından iyi bir ikili. Üstelik sol taraftan Insua ile hücum katkısı aldığımız gerçeğinden yola çıkarak, aynı katkıyı sağ taraftan da almamız gerekiyor. Bucaspor karşısında Pino'nun maçın genelinde etkisiz oyununun bir sebebi çok yalnız kalmasıydı. Neill ise bildiğiniz gibi kariyerinin büyük bölümünü sağ bek olarak geçirmiş bir futbolcu. Neill'in bu maçlıkta olsa sağ beke geçmesi, kanatları daha iyi kullanan Galatasaray'ı beraberinde getirir.

Bir diğer soru işareti de orta saha ikilisinin kimlerden oluşacağı. Yani Rijkaard'ın Arda'nın yokluğunda o bölgede Kewell veya Pino'ya şans vereceğini düşünerek, Cana'yı oynatıp oynatmayacağı sorusudur. Benim bu konuda düşüncem sabit, gerekiyorse Kewell otursun Aydın Yılmaz oynasın ama Cana mutlaka saha içerisinde yer alsın. Bucaspor maçının son 10 dakikasında oyuna girdiğinde takıma getirdiği agresiflik ve tek topları ile kanatları hızlı hücuma taşımasını çok beğendim. Bizim de eksikliğimiz tam olarak bu, orta sahada olumlu pas kullanan bir futbolcu yok. Ayhan Akman bu konuda etkili olmaya çalışıyor ama ileri her çıktığında ya da seri pas trafiğinde yetersiz kaldığını gördük {attığı gole rağmen}. Mustafa Sarp'ın ise mücadeleci görüntüsü altında büyük bir mücadeleden yoksun hal var. Bu yüzden Cana'nın oynaması işin savunma tarafında olduğu kadar hücum kısmında da daha derli toplu bir takım yaratır. Üstelik son iki maçın Galatasaray adına en çok koşan futbolcusu olan Misimovic'i de rahatlatır. Onun rahatlaması da organize bir Galatasaray'ı beraberinde getirir ve hücumda kısır döngüyü biraz olsun aşmaya başlayabiliriz. Benim bu maçtan beklentim öncelikle güzel futbol olacak, sonrasında ise hücumda ne kadar organize olabildiğimiz maçın kaderini belirleyecektir.
 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir