31 Mart 2012 Cumartesi

Doğru Yapılanma ve İmkanlarla Başarı Kaçınılmaz


 Doğru bir yapılanmaya gidildiğinde, biraz da imkan anlamında çıta aşıldığında başarı beraberinde geliyor. Hem de birkaç sezona yaydığınız bazı başarılar 1-2 sezon içerisinde sizi bulabiliyor. Kadın voleybol takımının da yaptığı bu oldu biraz, çıta yukarı çekildi, güzel bir yapılanma kuruldu ve bu yapının ilk sezonunda Cev Cup finali yaşamış olduk. İlk maçı 3-1 kazanmıştık, bu maçta ise 3-1 yenildik ve altın sete giden maçta mağlup olduk. Olsun, moralleri bozmamak gerekiyor. Bu yapılanma devam ettiği sürece, imkanların da mutlaka daha yukarıya çekileceğine ben inanıyorum ve başarılar otomatik olarak gelecektir. Canınız sağolsun kızlar, ilerleyen yıllar mutlaka bizim olacaktır, buna inanıyoruz...

Geçen 5 Yıl Büyük Haksızlıkmış


Bu transfer gerçekleştiğinde de yazmıştım, futbol anlamında fazlasıyla takdir etmiş olsam bile karakter anlamında çok da ısındığım bir futbolcu hiç olmadı. Nedenini bilmiyorum, bana öyle geliyordu. Bu yüzden de Kalli kendisini gözden çıkardığında o kadar da tepki göstermemiştim, oysa istatistik anlamında baktığımızda takımın en verimli futbolcusuydu diyebilirim. Özgüveni de yüksek bir futbolcu oldu daima, taraftarın 10 numara diye tutuştuğu zamanlarda o sorumluluğu alıp 10 numarayı da giymişti, hakkıyla da taşıdı ama kendisine fazlasıyla ayıp ettiğimizi şimdilerde daha iyi anlıyoruz.

Hem bu 10 numara, hem de takımdan yollanması mevzusunda. En verimli dönemlerini en verimsiz hale soktuk bir bakıma ama Necati Ateş'in Galatasaray'dan uzak geçirdiği zamanlarda kendini kafa olarak geliştirdiğini görüyoruz, biraz da yaşı itibariyle o olgunluğa erişti. Aslında onun takıma geri dönmesi, Galatasaray'ın bir bakıma ona ihtiyaç duyması Necati Ateş açısından büyük gurur ve yapılan haksızlığın da ne kadar haksız bir durum olduğunu daha da gösterdi.

Nitekim 5 yıl aradan sonra nokta atışı etkisi göstererek, belki de şampiyonluğa yürüdüğümüz şu zamanlarda attığı gollerle takımını taşıyan unsurlardan biri. Deplasman golcüsü imajını da bozmasına ayrı olarak sevindim, eskiden bizlere alıştırdığı o gollerin bir benzerini de Sivasspor'un ardından Orduspor'a da attı. Kim ne derse desin, zamanında fazla iyimser olamadık ama bundan yıllar sonra da kendisini iyi hatırlayacağız, bu tabuyu kendi adına yıktı...


Gönül Bağı


4 sene üst üste şampiyonluk ve Uefa Kupası derken Fatih Terim belki de o zamanlar Galatasaray'daki misyonunu tamamladığını düşünüp, hayallerinin peşinden koşmak istedi ve İtalya yolunu tuttu. Yarım sezon içerisinde de Fiorentina'lıların bugün bile andığı, hatırladığı ve çok sevdiği bir isim olmayı başardı. Devamında da bir adım daha yukarı çıkarak Milan'ın başına geçti, bazı işler ters gitti, Milan'ın da biraz kısa vadeli kalkınma planları neticesinde o birliktelik fazla olmadı ama öyle ya da böyle hiçbir Türk antrenörün belki de bir daha ulaşamayacağı tüm konumlara Fatih Terim yerleşmiş oldu.

Devam da edebilirdi aslında bu kariyere ama Galatasaray duyguları ön plana çıkarak görevi yeniden devraldı ama o zamanın şartları, hem yönetimin hem de Terim'in ''ben değişmem, gelişirim'' mantığının tutmaması sonucunda 1.5 sezon sonunda istenilen hiçbir noktaya ulaşılamadı ve ayrılık yaşandı. Yıllar sonra 3. Terim dönemini yaşıyoruz. Fatih Terim bu döneminde akil, olgun ve kendi karakteriyle Galatasaray felsefesini son derece birbirine yakıştırmış derecede bir izlenim veriyor, enkaz durumda olan şu takımı getirdiği nokta ortada. Şunu söylemek lazım, bu şartlarda ve bu kadar kısa sürede Fatih Terim dışında herhangi bir teknik adam Galatasaray'ı bu noktaya taşımayabilirdi, bu yüzden hocamızın değerini bilelim.

Lig TV'nin haberi de doğruymuş bu arada, her Mayıs ayında opsiyonlu bir şekilde 3 yıllık bir kontrat imzalanmıştı kendisiyle ama bu kontratı garanti altına alıp yola devam etme, kafalardaki soruları silme düşünceleri doğmuş olacak ki, kendisiyle sözleşme uzatılması konusunda görüşmelere başlandı. Korkmadım da değil aslında, Inter haberleri çıktığında ama o ideallerin yerini artık Galatasaray idealleri aldı diyebilirim, umarım bu birliktelik daha uzun devam eder ve devamında da yönetim bazında Terim'i daha üst noktalarda görebiliriz...

Galatasaray 2-0 Orduspor / Kaliteli Gol Ayağı



Galatasaray'daki sistemin verimliliği Elmander'le alakalı, bunu her maç daha iyi görüyoruz. Takımı hücumda tutan, önde basan ve rakibi bozan, kısacası bir forvetten beklemediğiniz birçok özelliğe sahip olan bir futbolcu. Ayrıca yanında oynayan partneri de yücelten, bu çok önemli. Necati Ateş ve Baros'un birlikte üçüncü maçı oldu bu ve her üç maçta da bu ikilinin uyumsuzluklarından bahsetmek mümkün. Sorun Necati Ateş'le de akalalı değil tabii, Baros'un ısrarla ben bittim mesajıyla alakalı bir durum. Bu uyumsuzluk içerisinde Necati Ateş hem mücadelesi hem de kalitesiyle her şekilde ayakta ama Baros'un istemsiz futbolu onu takımdan kopartacak olan temel unsur ve 45. dakikada oyundan alınarak bunun imzası da Terim tarafından atılmış oldu.

Orduspor bir savunma takımı, önceliğini savunmaya veren ve bu tip maçlarda kontrayı düşünen bir takımlar. Bu anlamda Stancu'yu aradılar, hızlı akınlarda çok önemli bir silah çünkü. Bruno o etkiyi veremedi mesela ve orta sahada da top tutma, takımı organize etmek anlamındaki kozları olan Gosso'nun da maçla hiç alakasının olmaması ve erken oyundan alınması da Orduspor'un hücum anlamında verimsiz olmasını sağladı. Pozisyon dahi bulamadılar bu maçta, istekliydiler, çabaladılar ama bal yapmayan arı misali sadece Galatasaray yarı sahasında pas yapabildiler, verimlilikleri sıfırdı.

Diyorum ya sürekli, Galatasaray'ı durdurman için önce orta sahasını kitlemen lazım diye, bu sefer Galatasaray orta sahası Orduspor orta sahasını kitledi ve Gosso'nun düşüşü bu yüzdendir. Sayı olarak bir kişi fazlaydılar orta sahada ama Melo'nun muhteşem oyunu Galatasaray adına en büyük etken oldu ve Orduspor'un organize olmak anlamındaki direncini kıran temel unsurdu diyebilirim.

Ama Galatasaray'ın da hücum verimliliği yok, bu da Elmander'le alakalı. Bu noktada bireysel yetenekler ön plana çıkar ve Necati Ateş'in attığı muhteşem gol oyunun kontrolünü Galatasaray'a getirdi. 0-0'a yatkın bir maçtı bu yoksa, erken golü bulmak bu yüzden önemliydi. 1-0'dan sonra oyunun kontrolünün Galatasaray'da olduğunu gördük, oyunu istediği gibi yönlendiren, rakibine pozisyon vermeyen ve tempoyu arttırdığı anlarda da rakip sahada etkili olabilen. Pozisyon anlamında o kadar üretken olunamadı ama Selçuk İnan'ın daha fazla ön plana çıkması, biraz da Emre Çolak ve Engin Baytar'ın kıpırdanması derken 2. gol gelebilirdi, olmadı. Baros'un bu istemsiz halleri en önemli etken, hücumda bir kişi eksik gibisiniz.

Trabzonspor karşısında da yaptı bu değişikliği aslında Terim, Necati Ateş'i alıp Sabri Sarıoğlu'nu oyuna alarak. Bu sefer de Baros oyundan çıktı ve Sabri Sarıoğlu oyuna girdi. 1-0 öndesiniz, hücumda çok da verimli bir gününüzde değilsiniz ama hücumda kalmak zorundasınız. Bu değişiklik bu anlamda garip gelebilir ama Sabri Sarıoğlu'nun oyuna girmesiyle o sağ tarafa geçti ve Engin Baytar biraz daha gizli forvet misali bir görev aldı, bu da Galatasaray orta sahasını daha güçlü, verimli ve mücadele gücünü de yüksek kıldı. İşte bu dakikadan sonra Orduspor'un daha da verimsizleştiğini gördük, ilk yarıdaki o istekli görüntüleri de bitti ve bu baskı sonucunda da 2-0 geldi derken maç o noktada bitti diyebiliriz.

Futbol kalitesi düşük ama tempo anlamında kaliteli bir maçtı. Galatasaray'ın aldığı bu 3 puan önemli, nitekim son maç Manisaspor'la ve Fenerbahçe'nin de yarın Trabzonspor deplasmanını düşünerek oluşan bu puan farkı daha da yükselebilir. Aynı zamanda silkinme maçı oldu, takım toparlandı ve Elmander'in de dönüşüyle birlikte play-off'ta asıl formu yakalayabiliriz...

Dimitar Berbatov, Didier Drogba, Diego Forlan


Sezon öncesinde de çok konuştuk, herkes yeni bir santrafor bekledi. Kabul edelim, Fatih Terim bile Elmander'in böyle bir etki yaratabileceğini tahmin etmemişti, nitekim öncelikli tercihi onun da Baros oldu. İyi bir Baros'un yapabileceklerini biliyoruz çünkü, günümüzde istikrarlı golcüler pek bulunmuyor. Hele ki yabancı transferiyse bu tam bir kumara dönebiliyor ama bu kumarı her şekilde oynamak zorundasın. Tabii Baros uzun sakatlıkların ardından beklenilen düzeyde dönemedi, bu sezon parladığı bir dönem oldu ama yaşadığı sakatlık yine onu çok gerilere götürdü ve şimdi de sezon sonunda ayrılması gerektiğini konuşuyoruz. Elmander ise sürekli yükseliyor, giderek daha da vazgeçilmez bir konuma geliyor.

Ama şöyle birşey var, 4-4-2 oynuyorsunuz ve ligde bir şekilde Necati Ateş sizi götürüyor ya da ne olursa olsun Baros da var yabi. Bu lig için idealdir ama yüzünüzü Avrupa'ya döndüğünüzde çok daha iyisini yaratmak zorundasınız ve hem eksik noktalara hem de bazı iyi dediğiniz noktaları daha üst bir seviyeye çıkarmak adına yapacağınız kaliteli transferler çok önemli ve bunun da başında santrafor gündemi yine gelecek.

Sezon öncesindeki iki aday Drogba ve Forlan'dı. Ujfalusi, Reyes ve Forlan'lı bir paketi konuşuyorduk mesela ama o paketin {o günlere bakınca} alınabilesi en kolay halkası diyebileceğimiz Ujfalusi getirebildi sadece. Ama o Ujfalusi neler yapıyor, hep birlikte görüyoruz, orası ayrı. Forlan da Inter yolunu tutmuştu, Inter'deki günleri ise istediği gibi geçmedi, sezon sonunda da ayrılması gündemde. Drogba'nın ise sözleşmesi bitiyor ve kariyerinin son virajında da voleyi vurmak istiyor haliyle, Chelsea'nin bir yıllık kontrat önerilerini kabul etmemesinin de nedeni bu yani. Sağlam bir anlaşma yapmak istiyor, işini daha da garantiye alıp. Haliyle de Chelsea'den ayrılacak ama nereye gider bilemiyoruz. İşin özü, her iki futbolcu da bu transfer döneminde yeniden Galatasaray gündemine gelecektir, haberlerini okuyoruz zaten şimdiden.

Bir de Berbatov var tabii, o da Manchester United'ın gözünden düştü, sezon sonunda da kesin olarak ayrılacağını açıkladı. Çok değerli ve kaliteli bir golcü, bu üç futbolcu arasında benim de tercihim Berbatov olur ama yine büyük bir maddiyattan söz etmiş olacağız. Kendi yıldızımızı yaratalım, genç isimlere yönelelim söylemleri kulağa çok hoş geliyor farkındayım ama uzun vadeli düşüncelerin yanında biraz da kısa vadeli düşünmek zorundasınız, bazı özlenen başarıları erkene çekmek adına. Bu yüzden de böylesine kaliteli ama yaş haddi 30'ların üstünde bir isim transfer edilebilir, bu maddi şartları göze almak durumundasınız.

Ben de twitter ve facebook'tan sordum, bu üç isim arasından hangisini tercih edersiniz diye. Gelen cevapların büyük çoğunluğu Berbatov yönünde oldu, Berbatov diyen arkadaşlar da benim gibi düşünüyor. Cevaplar arasında bir de, Bulgar bir futbolcu olduğu için uyum sıkıntısı da doğmaz gibisinden bir cevap geldi ve bu da aslında doğru bir düşünce. Ama genel olarak istikrarlı bir gol ayağı olduğu için Berbatov tercihi var. İkinci sırayı Drogba aldı, Drogba yazan arkadaşların çoğu da ''Drogba can'dır'' demiş, yani Drogba hayranlığı, onu özel kılan özellikleri Drogba'nın tercih edilmesindeki sebep olmuş. Forlan ise üçüncü sırada, onun yüzüne pek bakan olmadı gelen oylara bakınca ama çıkan haberlere de bakarak Forlan sanki bu iki futbolcuya göre de bir adım daha önde gibi. Gelen iki Raul oyunu da unutmayalım tabii, onun da sözleşmesi bitiyor ve Schalke'nin bir senelik kontrat teklifine yanaşmıyor. Drogba misali o da garantiyi arıyor, alternatifler arasına onu da almak mümkün diyebilirim.

Hayal Kırıklığı


Daha önceden de yazdığım gibi, Avrupa Ligi şampiyonluğu adına pek umudum yoktu, çünkü o ışığı malesef veremiyoruz. Çok anladığımdan değil ama az çok takip eden herkesin de aynı şeyleri söyleyeceğini biliyorum. Bu takımın en önemli kozu, Tina ve Fowles'ı beraber kullanabilmek ama bunu ABD'li oyuncu kontenjanından ötürü kullanamıyorsunuz. İşin Taurasi cephesine bakıyoruz, Fenerbahçe maçında aldığı aşırı sorumluluk mesela takımın ivmesini bozdu. Bazen de takım o kadar kötü gidiyor ki, mecburen bunu yapmak zorunda kalıyor ama benim görüşüm açık.

Taurasi en iyisidir kabul ama Galatasaray forması altında Augustus > Taurasi diyorum. Artı olarak bir takım oyun kurucusu kadr konuşur ve bizim de elimizde sadece Epiphanny Prince var bu anlamda ve coach faktörünün etkisizliği bazen onu da geri planda bırakıyor, başka arayışlara giriyoruz ve tablo ortaya çıkıyor haliyle. Tabii, işin kilit noktası Türk oyuncular üzerinde ama bu kadar fazla yabancı arasında kalan birkaç yerli oyuncumuzun da geçmişe oranla daha da aşağıya indiğini görüyoruz, çünkü o ruh kaybedilmiş. Herşey biraz da coach faktöründe, malesef Ceyhun Yıldızoğlu çok büyük bir hayal kırıklığı.

Takımın oynadığı basketbol falan bir yana, ruhunu kaybetmiş gibi oyuncular, işler kötüye doğru yol alırken malesef iyiye doğru bir ışık yanmıyor ve en iyi zamanda bile işlerin kötüleme imkanı doğabiliyor. Cem Akdağ gibi bir karakter varken neden başka isimlere yöneliriz bilmem ya da o olmuyorsa Taurasi, Fowles ve Tina Charles gibi isimleri getirebilen bir takımın çok da kaliteli bir yabancı coach getirebileceği düşüncesi. İşte, tüm bunlar olmayınca kendi düzenlediğin, ev sahibi olduğun turnuvadan boynu bükük ayrılıyorsun...

30 Mart 2012 Cuma

Bayağı Bir Nostalji, Josep Guardiola

Bizim Arda Turan'ın vardı bu tip bir anı, Hagi'nin golünden sonra. Guardiola da tabii Barcelona günlerini en alt kademeden başlatanlardan, işaretli çocuk kendisi...

Bobby Robson, Mourinho ve Ronaldo


Mourinho'dan devam edelim. O da bu sahneye gökten inmedi, çeşitli hocaları oldu. Robson gibi, Van Gaal gibi. Barcelona günleri önemlidir Mourinho'nun, teknik direktörlük temelini attığı günler. Şimdi gelinen nokta ise büyük bir Barcelona - Mourinho savaşı şeklinde devam ediyor. Fotoğrafta da üstad Robson, gerçek Ronaldo ve Mourinho'yu görüyoruz...

Mourinho'nun Benfica Günlerinden


Mourinho'nun Benfica günlerinden bir kare bu da...

Arsene Wenger

Arsene Wenger'in eski günlerine inelim dedim ve bu fotoğraflara da rastlamışken paylaşmamak olmaz...



29 Mart 2012 Perşembe

Emre Belözoğlu, Fenerbahçe & Atletico Madrid Üçgeni



Bir takıma gönülden bağlı kalmakta candır, profesyonel hareket etmekte. Yeter ki bu iki olgu birbirine karışmasın. Ben, Emre Belözoğlu'nun asla bir Fenerbahçe'li olduğunu düşünmedim, düşünmeyeceğim. Profesyonel hareket ettim deseydi, bugünleri görmezdik, yine tepki gelirdi ama bir saygı cephesi de oluşurdu. O ise Newcastle United'den ayrılma arifesinde önce Galatasaray'a haber yollamış, Galatasaray'da oynamak istediğini dile getirmiş ama o zamanki Galatasaray'ın maddi şartları ve Emre Belözoğlu'nun büyük ücreti karşısında böyle bir hamle yapamadı, devamında da Fenerbahçe'nin teklifini kabul etti.

Yıllık 3.5 - 4 milyon avro arasında bir rakama oynuyor diye biliyorum, gerçekten büyük bir ücret. Her ne kadar Avrupa kariyeri kendisinin istediği şekilde gitmemiş olsa da, hatta bu yılların çoğunda sakatlık etmeni olsa da Emre Belözoğlu değerli bir futbolcu ve bir şekilde Avrupa'da kariyer yapabilmiş yerli futbolcuyu da ülkeye geri döndürmenin bazı şartları var. Fenerbahçe de bunu karşıladı ama Fenerbahçe cephesinden oluşacak bir tepki karşısında da klasiklerden olan ''ben küçükken bu takımı tutuyordum'' felsefesi yine doğdu ve Emre Belözoğlu'nun Fenerbahçe günleri başladı.

Yani Emre Belözoğlu & Fenerbahçe ilişkisi biraz da para ilişkisidir, profesyonel anlamda atılan bir adımdır ama yukarıda da dediğim gibi gönülden bağlı kalmak mevzusuna da karışmıştır. Şu var ama, Emre Belözoğlu'nun geçen dört yılına baktığımızda da Fenerbahçe forması altında oldukça başarılı olduğunu görüyoruz. O, kronik sakatlık izlenimini silmek zaten başlıca büyük bir adımdı ve Aragones dönemiyle, biraz da şu zamanları bir yana bırakırsak aradaki o iki sezonda Emre Belözoğlu'nun Fenerbahçe'ye katkısı maksimum düzeydedir, bu da zaten çoğu Fenerbahçeli açısından yeterli bir durum. Buna asla lafım olamaz.

Ama şöyle birşey var. Bu sezonki kriz patlak verdiğinde, Fenerbahçe cephesinden küçülme haberleri geliyordu. Bu haberlerin yanlış olduğunu şimdilerde daha net görüyoruz ama bir dönem bu haberler vardı. Futbol takımında da yüksek ücretler alan bazı futbolcuların bu yıllık ücretlerinde indirim olabileceği haberleri ilk geldiğinde Emre Belözoğlu'nun ayaklanmasını izledik ve o dönem kadro dışı da kalmıştı. Sonrasında hemen affedildi ve takıma döndü ama o günlerde de tek ayaklanan isim o olmuştu, Atletico Madrid haberlerinin de ilk çıktığı zamanlar bu olmuştu.

Sezon sonunda sözleşmesi bitiyor ve yaş 32. Şu an aldığı ücreti en azından buralarda alması imkansız bir durum ve Aykut Kocaman'ın da artık kendisine eskisi kadar sıcak bakmadığını görüyoruz. Son 1-2 maçtır kadroya da alınmıyor, ortada bir sakatlık durumu da yok, aksine Atletico Madrid iddiaları hiç olmadığı kadar daha canlı. Emre Belözoğlu açısından bir şans aslında, hala Avrupa'da önemli bir piyasası var ve Atletico Madrid gibi bir takım peşine düşebiliyor. İlk olarak Fenerbahçe'yi bekleyecektir ama beklediği teklifi ona yapacaklarını düşünmediğim için Atletico Madrid olayının gerçekleşeceğini düşünüyorum, ateş olmayan yerden bir bakıma duman çıkmıyor.

Bask Aşiretinin Reyisi; Burak Yılmaz


''2 sezondur Türkiye'yi kasıp kavuran Burak Yılmaz rüzgarı, ülke sınırlarını aşmış durumda. Valencia- Athletic Bilbao ve PSV Burak'la ilgileniyor.''

Milliyet'te gördüğüm bir cümle, yani haber yaparken hiç mi düşünülmüyor, bunun gözden kaçırma olduğunu hiç sanmıyorum, başka birşey...

Kaynak:  http://spor.milliyet.com.tr/burak-yilmaz-avrupa-nin-kiskacinda-/spor/spordetay/29.03.2012/1521434/default.htm

Mourinho & Boas ve Veliaht Kavramı


Önceden de dediğim gibi, Mourinho'nun veliahtı olmak zor. Aslında bu veliaht kavramını da sevmem, herkes kendi yolunu çizmeli, kendi duruşunu yaratmalı. İşin başında birileri mutlaka sizin elinizden tutar, sizin kendinizi geliştirmenizde yardımcı olur, siz de onu örnek alırsınız, o yoldan yürümek istersiniz ama kendi benliğinizi de yaratmak zorundasınız. Boas bu açıdan Mourinho'nun veliahtı değildir ama Boas'ın Porto günlerine bakarak kendi benliğini yarattığını söylemek lazım, mutlaka çok önemli bir teknik adam olacaktır. Biraz aceleci davrandı, fırsatı bulmuşken Chelsea'ye gitmeliyim dedi ama Chelsea'nin iç işleri oldukça karışık ve bir dönemin sonlarına doğru yaklaşmışken Boas o ağırlığı kaldıramadı. Oysa Porto'da 2-3 sezon daha kalsa ve kendisini de daha da geliştirse çok sağlamcı adımlarla yoluna devam etmesi mümkün olacaktı. Şimdi herkesin kafasındaki soru ''Boas için henüz erken mi?'' yönünde. Bu yaşta Chelsea'ye de gittikten sonra çok daha alt limitli bir takım Boas'ı kesmez, teklifler o yönde gelmeyecektir ve şunu da ekleyelim. Hepimiz Boas'ın sezon sonunda Inter'e gideceğini bekliyorduk ama sanırım bu gerçekleşmeyecek. Mourinho'nun bazı evleri vardır, sürekli kapılar ona orada açık ve hala Mourinho'dan tavsiye de alırlar. Porto gibi, Inter gibi. Porto neyse ama Inter'de bu izlenimi bırakmakta ayrı bir olay tabii. Porto'ya Boas'ı öneren Mourinho, Inter'e Boas'ı önermemiş aksine bu işin de önüne geçmiş diyorlar. Ne kadar doğru bilemem ama Mourinho'nun gerçek anlamda Boas hakkındaki düşüncelerini de çok merak ediyorum.


28 Mart 2012 Çarşamba

Nihad Djedovic Galatasaray'da


Hala önemli bir potansiyel, 90 doğumlu bir oyuncudan bahsediyoruz. Ama ilk piyasaya çıktığı dönemlerde konuşulan bir basketbolcuydu ve bunun neticesinde de Barcelona onu çok genç yaşlarda transfer etti, pişmesi adına çeşitli takımlarda kiralık olarak oynattı ama beklediğini bir türlü alamadı. Yine de Lottomatica Roma gibi bir takıma transfer olmayı başardı, son iki sezonunu da burada geçirdi. Ben şöyle düşünüyorum ama, çok iyi durumda olsaydı Roma da bırakmazdı onu. Hala beklenti var üzerinde, Bosnalıların hevesle beklediği bir isim ama neler yapabileceğini göreceğiz, patlama yapması beklenen bir basketbolcu. Takip edebildiğim kadarıyla atmayı seven, skor öncelikli bir isim ama Oktay Mahmuti'nin sisteminde de elinize geleni atamazsınız, o sistemin içerisine dahil olmak zorundasınız. Shipp'in de yerine alındığını düşünmüyorum, çünkü belki pozisyon olarak aynı ama tarz anlamında çok farklı iki isim. Mahmuti onu belki de takımın skor olarak sıkıştığı anlarda kullanacak ve şöyle diyelim, tutarsa eğer gelecek sezonlarda da kalır. Savoviç misali ya tutarsa transferidir bu da, genç bir oyuncu, bakalım neler yapacak.

Ve Nuri Şahin...


''Onun için ideal bir maçtı, çünkü topa çok fazla sahip olacağımızı biliyordum. O da hızlı düşünüp, topu hemen oyuna sokmayı bilen bir futbolcu. Nuri'nin oyunundan çok memnunum. Ben de takım arkadaşları da memnunuz, çünkü hepimizin sevdiği mükemmel bir çocuk. Bu sezonu çok kötü geçirdi. Oynamadan ve antreman yapmadan Madrid gibi bir kulübe gelip, zor bir durumu aşmaya çalıştı''

Mourinho bir futbolcuyu nasıl kazanması gerektiğini gerçekten iyi biliyor. Birkaç hafta önce Nuri Şahin için neler söylediğini hatırlayın. İki şeye yol açar o tip bir ayar. Birincisi futbolcu küsüp gider, tüm umutlarını kırar ya da daha da hırslanır ve mücadelenin içerisine dahil olur. Nabza göre şerbet bir bakıma, Nuri Şahin'in de bu şerbeti içtiğini Apoel karşısında gördük. Apoel deyip geçmeyelim tabii, bu sezonun sürpriz takımı durumundalar. Kanije Savunması diyerek bu tip maçlarda 11 kişi kendi yarı sahalarına gömülüyorlar ama bir gol yediklerinde de nasıl çözüldüklerini görüyoruz. Bu tip maçlarda orta sahanızdaki ince düşünen futbolcularınız ön plana çıkarlar, Nuri Şahin de bana göre fazlasıyla çıktı, Benzema boş kaleye golü atsa çok da güzel bir asistin sahibi olacaktı. Hepsinden güzel ise Nuri Şahin'in ayağa kalkması, Mourinho'nun ona 11'de yer vermesi. Cidden kolay değil, sezona sakat girip Real Madrid gibi bir takımda formayı kovalamak. Sezon sonunda başka bir takıma kiralanır, belki de Galatasaray'a düşer hayallerine başlamışken Nuri Şahin'in Real Madrid'de kalıcı olacağını söylemek mümkün artık, tek maça bakarak değil, Mourinho'nun onun için düşündüklerine bakarak. Inter'de Adriano gibi bir psikopat için bile koca bir sezonu yemeyi göze alan Mourinho'nun Nuri Şahin için de birşeyler yapacağı ortadaydı zaten. Sen Khedira ve Granero'dan daha iyi futbolcusun diyelim Nuri Şahin'e.

Değişim


Geçen sezondan bir fotoğraf, geldiğimiz nokta adına biraz da. Şu fotoğraftaki isimlere bakıyoruz. Misimovic, Neill, Kewell, Elano, Insua ve Pino. Pino dahil hiçbirinin kalitesinden şüphe etmem, gayet mükemmel bir yabancı rotasyonu hatta. Ama işler iyi gitmeyince gitmiyor, yapacak birşey yok. Bu fotoğraftaki herkes bugün kadroda yok, bir şekilde takımdan ayrılmışlar. Neill ve Kewell yaş haddinden, Elano sezonun ortasında Avrupa adına pes diyerek ülkesine gitmiş, Insua'yı bu sezonun başında Liverpool tekrar denemiş ama Sporting'e yollamış, Misimovic bildiğin kaçırılmış ve Pino da gözden çıkarılarak kiralanmış ama gelecek sezon adına bir şansı daha olacak. İlginç bir kare cidden, takımın nasıl bir değişime uğradığına yönelik.

27 Mart 2012 Salı

Geleneksel Ibrahimoviç & Barcelona Şenlikleri


Bir futbolcu birçok büyük takımın formasını giyince otomatik olarak o maçlar öncesinde gündem oluyor. Inter, Juventus ve Barcelona gibi takımların formasını giydi Ibrahimovic, şimdi de Milan formasını terletiyor. Kariyer olarak baktığımızda da sürekli bir lig şampiyonluğunun garanti olduğunu görüyoruz, istatistik anlamda da oldukça başarılı {gol oranlarına bakınca} ama Barcelona beklentileri içerisinde sınıfta kaldı. Barcelona onu almak için 40 milyon avro + Samuel Eto'o gibi bir ismi gözden çıkarmıştı. Sonrasında o Eto'o Inter'in Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunda kilit faktörlerden biri oldu ama Ibrahimoviç böylesine büyük meblağlar karşısında hayal kırıklığı oldu.

Ama herşey onun için Şampiyonlar Ligi demek, bu değişimlerin de nedeni oydu aslında, o kupayı kaldırmak istiyor. Her sene lig şampiyonu, madalya koleksiyonunda yok yok gibi birşey ama o madalya yok ve onun adına da herşeyi yapabilir. Çeyrek finalde de rakip Barcelona olunca yine bu ilişki gündeme geldi ve sürekli birşeyler okuyoruz. Laporta, onu almak büyük bir yanlıştı diyor. Ibrahimoviç yine Guardiola hakkında konuşuyor derken kısır bir döngü yani. Bakalım Barcelona karşısında Ibrahimoviç neler yapacak ama Milan'ın işi çok zor diyorum. Bu sezon tamamen Şampiyonlar Ligi'ne odaklanmış bir Barcelona bulacaklar karşılarında.

Bu arada Thiago Silva'yı da Barcelona'nın istediği söyleniyor. Bana göre Milan'ın en büyük kozu bu futbolcu. Dünya'nın da en teknik stoperi diyebilirim, anlayacağınız Barcelona'nın dönen çarkları içerisinde biçilmiş bir kaftan gibisinden. Puyol yaşlanıyor, stoper anlamda da doğru alternatifleri göremiyoruz ve Thiago Silva'ya da ihtiyaçları var bana göre. Burada iş Milan'a düşecek, onu takımda tutmak adına kaptanlığı dahi önerdiler. Yeri dolmayacak isimlerden biri çünkü...

Bank Asya Birinci Lig'in Panik Atakları


Bank Asya takımlarındaki bu panik atak dönemini bir türlü anlamıyorum. İstikrar oralarda pek işlemez kabul ama biraz sarsıntı yaşandığında o sezon yapılan bütün iyilerin üstüne bir değişim halkası mutlaka eklenir. Bazen bu durum başarılı olabilir elbette, kan değişiminin iyi geldiği takımları geçmiş yıllarda çok gördük ama genellikle de bu hamlelerin başarısız olduğu görüşünü savunurum. Bank Asya'dan Süper Lig'e çıkmak çok zor, denk güçler fazlasıyla var ve kimsenin başarı garantisi yok, sürprize çok açık bir lig. Son yıllarda da puan farklarının olmadığını görüyoruz, puanlar birbirine yakın ve 2-3 maçlık seri yakalayan bir takımın bir anda potaya dahil olabileceğini görüyoruz.

Aynı şekilde 2-3 maçta alınan istenmeyen skorların yaratabileceği durumları. Kasımpaşa dün Uğur Tütüneker'le yolları ayırdı mesela. Dün gelen haberler hocanın kendi istifa ettiği yönündeydi ama bugün öğrendiğimiz üzere bu yönetimin insiyatifi oldu. Yerine kim gelecek göreceğiz ama liderin sadece 2 puan gerisindeyken ve iyi de bir kadroya sahipken böyle panik bir harekete hiç gerek yoktu. Aynı şekilde Elazığspor.

Bu sezon harika işler yaptılar, şu anda da lider durumdalar. Her ne kadar Akhisar Gençlikspor, Kasımpaşa ve Konyaspor gibi takımlar ense takibini sürdürse de ipler Elazığspor'un elinde ama birkaç maçta alınan istenmeyen skor neticesinde Hüsnü Özkara ile yolları ayırdılar ve Bülent Uygun takımın başına geliyor. Bülent Uygun'u Bank Asya'da görmek ilginç olacak aslında ve şu da var. Neden bu görevi kabul etti, Süper Lig umutlarını bir süreliğine dindirdi mi acaba. Kendisi bildiğimiz gibi bir sürecin içerisindeydi ve o süreç içerisinde mutlaka yıpranmıştır ve kendini ne kadar futbola hazır tuttu. Zor bir görev devralıyor çünkü, kısa vadede bir başarı elde etmek zorunda.

Beşiktaş'ta Yerli Teknik Adam Dönemine Doğru


Bazı ekonomik şartlar neticesinde Beşiktaş'ın gelecek sezon küçülmeye gideceği bir gerçek. Yıldırım Demirören döneminin enkazını kaldırmak kolay olmayacak. Yıldırım Demirören döneminin özeti aslında, başkanlığı korumak adına sürekli kısa vadeli atılan adımlar, maddi durumlara bakılmadan gerçekleşen dev transferler ve bu transferlerin yüzde 80'inden de geri dönüş alınamadığı için oluşan borç sarmalı. Bir de bunun üstüne başkanın cebinden verdiği paralar ve Beşiktaş genelinde oluşan tekel dönemi.

Fikret Orman'ın kısa vadede halletmesi gereken en büyük sorunu bu ekonomik sorunlar olacak. Ama siz Beşiktaş'sınız ve ne durumda olursanız olun lige şampiyonluk parolasıyla giriyorsunuz. Bunun için de küçülmenin yanında doğru futbol aklını takımın başına getirerek, bu küçülme içerisinde zirve yarışından da kopmamak çok önemli. Sağlam adımlar atılmalı her noktada. Yıldız transfer hamleleri yerine, yıldızları kendi içinden çıkarmak, potansiyelli futbolcuları almak veya nokta atışlarını yapmak gerekiyor. Tabii, istenilen verime bir türlü ulaşamayan futbolcular için de nasıl bir karar alınacağı merakla bekleniyor, bana kalsa Quaresma, Simao ve Almeida gibi yıllık maliyetleri inanılmaz yüksek ama fayda anlamında sınıfta kalmış futbolcularla ilk işim yolları ayırmak olurdu.

Bu şartlarda da yabancı bir teknik adam yerine, Beşiktaş'ı iyi bilen, tanıyan ve özellikle de camia içerisinden çıkmış, taraftarın hemen benimseyebileceği, arkasında durabileceği bir teknik adamla yola devam etmek en mantıklısı gibi görünüyor. Carvalhal'le yola devam edilmeyecek, bu kesin birşey. Tayfur Havutçu hamlesinin de ben sağlıklı olmayacağını düşünüyorum, bu yapıyı kuran herkesle yolları ayırmak gerekiyor çünkü. Haliyle de mevcut alternatifler içerisinde en göze çarpan isim Mehmet Özdilek.

Kendisiyle ön protokol imzalandı şeklinde haberler çıktı ama şimdilik bu konuda bir gelişme yok gibi. Ama atılacak adımın bu yönde olacağını düşünüyorum ve Mehmet Özdilek açısından da bu müthiş bir yükseliş olacaktır. Daha önce de Beşiktaş'la çalışmadı, denenmedi yani bu formül. Rıza Çalımbay, Ertuğrul Sağlam ve çok kısa bir dönem de olsa Tayfur Havutçu'yu biliyoruz. Genel itibariyle bu hamleler geçmiş yıllarda başarıyı getirmedi ama şu noktada Beşiktaş'ın buna ihtiyacı var. Mesela Samet Aybaba ismini de duydum, kendisi de çalışmak istediğini dile getirmiş ama teknik direktörlük cv'sine bakınca Beşiktaş'lılar buna burun kıvırabilir. Oysa diyoruz ya, Beşiktaş'ın elinde muhteşem genç bir kadro var, şans bekliyorlar diye. Bu şansı da gözü kapalı verebilecek yegane teknik adamlardan biri Samet Aybaba olurdu.

Culio Üzerinden Yaratılan Algı

Dün de bu konuyla ilgili bir yazı yazmıştım ama Orduspor Başkanından gelen açıklamaları okuyunca ayrılış şekliyle olan fikrim değişti. Daha güzel bir ayrılık olsun isterdim demiştim, Orduspor taraftarı da Culio, Ordu'ya geldiğinde onu alkışlasın. Gelinen noktada bunun imkansız olduğunu belirtmek gerekiyor.

Culio'nun ilk etaptaki fikri tabii ki Galatasaray'dan hiç ayrılmamak üzerineydi ama gözden çıkarılınca da başka bir seçenek kalmadı. Aslında kimse beklemiyordu bu ayrılığı, çünkü değerli bir futbolcuydu. Orduspor ihtimali dolaşınca da gitmez diyordum, ihtimal vermiyordum ama oldu bu iş, Orduspor beni inanılmaz şekilde yanılttı ve sezonun geri kalan dönemine bakınca da yanıldığıma yanıldım aslında. Vizyon hamleleri sırayla geldi, son halkası Cuper oldu bu işin. Farklı bir durumda Orduspor.

Şöyle birşey var ama. Opsiyonu kullanılmadığı sürece Culio, Galatasaray'ın futbolcusudur. Galatasaray tarafındaki düşünceler değişince de Culio'nun ayrılmak istemesi doğal. Üstelik bunu 1.5 ay önce dile getirmiş. Mesela biz sezon başında Arda Turan ayrılığını yaşadık, bir anda geldi ve tam onun üzerine planlar kurulduğu sırada yeniden kağıtları dağıtmak zorunda kaldık. Sezon sonunda olacak bir iş değildi bu bana göre, Culio'nun düşüncesini erken dile getirmesi ve Orduspor'un da gelecek sezon planlarını daha önceden kurmasına yardımcı olması doğru olandır bana göre, bu işte bir sıkıntı görmüyorum.

Şampiyonlar Ligi'ydi falan fikirler değişir, aylar önce kalmak isteyen bugün gitmek isteyebilir, buna saygı duymak gerekir. Ama Ordusporluların da tepkisini anlayabilirim, onların da kendi açısından haklı tarafları mutlaka vardır, olayın içini çok iyi bilmiyoruz.

Emenike mevsuzu var bir de, yaz döneminin en çok konuşulan konularından biriydi. Bu mevzudan yola çıkarak bugün Culio üzerinde yaratılmaya çalışılan bir algı oluştu. Yukarıda da dediğim gibi, 1.5 ay önce ayrılmak istediğini dile getirdi ama Galatasaray maçından önce tek taraflı şekilde sözleşmesini fesh eden Orduspor yönetimidir. Bu konuda Galatasaray'a suç atmak, bunun üzerinden yorumlar yapmak komik.

Bir de şu var tabii, geçmiş yıllarda bazı takımlarımızın kiralık olarak gönderdikleri futbolculara bakalım. Sözleşme maddelerinde genelde ''bize karşı oynayamaz'' ibaresi mutlaka bulunur. Çok örneğini yaşadık bunun. Galatasaray da bunu yapabilirdi, Culio ve Stancu bize karşı oynayamaz maddesini koydurabilirdi, ya da diğer kiralık gönderdiği futbolcular için. Ama çok uzun süredir bunları yapmıyor ve bunu yapan takımların taraftarlarının da Culio konusunda gösterdikleri tepki daha da komik.

Şunu da ekleyeyim yani, o kadar üzerinde konuşulacak konu da değil. Gereksiz gündem büyüdü, bir anda Culio dahi kendisini Messi falan zannedebilir, Galatasaray'a dönüşü durumunda da alternatif bir futbolcu olacak, ilk 11 günleri zor, o çıtayı geçen sezon bıraktık diye düşünüyorum. Culio'nun dönmesini çok isterim, güzel alternatif ama dönmesi veya dönmemesi Galatasaray'daki planların çok küçük bir parçası olabilir ancak.

26 Mart 2012 Pazartesi

Bayern Münih'in Av Mevsimi

Bayern Münih için av mevsimi başladı, gerçi o mevsim hiç bitmemişti. Bundesliga'yı da sömürge imparatorlukları gibi kullanmayı seviyorlar, hangi futbolcu parlıyorsa hemen orada Bayern Münih'in attığı kancayı görüyoruz. Kullansınlar veya kullanmasınlar farketmiyor, o futbolcuyu bir şekilde transfer ediyorlar. Sıradaki halka da Huntelaar gibi görünüyor. Schalke formasıyla geçirdiği iki sezonda 39 maçta attığı 40 gol var, muhteşem bir rakam gerçekten. Geçtiğimiz sezon Schalke 04'ün yeniden ayağa kalkma düşünceleri içerisindeki transferlerinden biriydi, Raul'la da birlikte mükemmel işler yapıyorlar. Geçtiğimiz sezon ligde işler iyi gitmedi ama Şampiyonlar Ligi başarısı geldi. Bu sezona baktığımızda da Bundesliga'da 3. durumdalar. Huntelaar'ı da bırakmak istemeyeceklerdir, Raul'la da yaşadıkları sözleşme krizi var çünkü. Ama Bayern Münih mutlaka kafasına koyduysa reddedilemeyecek bir teklifi yapar, bunu iyi biliyoruz. Şöyle de bir durum var, Bayern Münih kendisi adına her başarısız geçen sezonun ardından transfer şovunu başlatır, imkanları seferber eder. Dortmund'un da bu sezon şampiyonluğa yakın olduğunu görüyoruz ve iki sezon üst üste şampiyonluğu kaybetmek Bayern Münih'in alışık olmadığı bir tablo...

Culio'nun Dönüşü Yakın Gibi

"Bana kalsa Galatasaray'a karşı oynamak istemezdim ama Orduspor için forma giyiyorum, oynamak zorundayım"


Galatasaray'a bağlılık ve dönmek istemek farklı birşey ama Orduspor'un da Culio'ya birşeyler kattığını düşünüyorum {iyi anlamda} ve bu yüzden de Culio açısından talihsiz bir açıklama olmuş bu. Bir sonraki sezon tepki yersin yani, bu çok açık. Oysa alkışlanma imkanın da vardı, takımdan ayrılacak olsan bile. Stancu bu alkışı alabilir mesela.

Çok yazdım, çizdim ama kısa bir özet geçeyim. Culio'nun takımdan en başta ayrılmaması gerekiyordu, üstelik Arda Turan takımda kalmış olsa bile. Orta saha ve sol kanat için çok kaliteli bir alternatif olmuş olacaktı ama satın alma opsiyonu da bırakılarak bildiğin gözden çıkarıldı, Stancu'dan farklı bir durumu vardı. Fatih Terim'in sevdiğim özelliği bu, hatasını çok rahatlıkla kabul edebiliyor ve Culio'yu da geri istediğini belirtmişti. Böyle bir durumda da Culio da geri dönmeyi mutlaka isteyecekti ve bu opsiyon durumu sanırım halledilecek, bu açıklamadan da sonra Orduspor'un herhangi bir zorluk çıkaracağını sanmıyorum.

Gelecek sezon adına iyi bir hamle yani, güzel oldu bu.

Kimse Bu Şansı Yakalayacağını Tahmin Edemezdi

Şans her türlü geliyor, mesele onu değerlendirmekte. Bugünü Mehmet Batdal bile hayal etmedi aslında, sezon başında böyle düşünmediğine eminim. Hazırlık kampının ilk bölümünde kadro dışı kalan isimlerden biri olmuşsunuz, kiralık olarak başka bir takıma gönderilmişsiniz. Yaşınız da 26 ve genç sayılmazsınız. Yani, Galatasaray gibi bir takımın sizi takımında tutmak için fazla bir sebebi yok elinde. Buna rağmen Fatih Terim'in babacan kontenjanından yararlanarak takıma geri dönmeyi başardı ama başarmaktan öte zorunda kaldı diyelim.

''Ben futbolcumu bu durumda bırakmam'' mesajıydı bu, çünkü Karabükspor yüz üstü bıraktı Batdal'ı. 19 numarayı verdiler, takımın içerisinde tuttular ve idman futbolcusu modundayken Elmander'in sakatlığı, Sercan Yıldırım'ın da eline geçen tüm şansları elinin tersiyle itmesi sonucunda ilk 18'e girmeyi başardı, hem de Trabzonspor gibi zor bir karşılaşmada. Fatih Terim de 18'i doldurmak adına onu kadroya almadığını gösterdi, Batdal'ı oyuna alarak.

İşte mesele burada başlar, Batdal'dan ne beklediğiniz önemli. Bazı anlar vardır, sıfırdan bir anda krallığa geçiş yaparsınız. Batdal adına Trabzonspor maçı kırılma anıydı. Sezon boyunca ilk defa Galatasaray formasını giymiş bir futbolcudan fazlasını beklemezsiniz ama o Batdal sırıtmadı maç boyunca ve Elmander'in tarzıyla oynadığından mıdır bilmem ama geçen sezonu da işin içerisine katarak en iyi maçını çıkardı diyebilirim. Elmander'e alternatif arıyoruz ve bulamıyoruz, zor da buluruz. Ama o tarza yakın olarak Mehmet Batdal var, tarz olarak diyorum yani, yoksa alternatif anlamda o da yanından geçemeyecek bir durumda.

Yine de, bütün bu iyileri tek bir hareketiniz kötüye dönüştirebiliyor. Mehmet Batdal o son dakikada yakaladığı pozisyonu gol atsa, o soğukkanlılığı gösterse ilerleyen haftalar ve gelecek sezon belki de onun adına farklı geçecekti. O gol gelmeyince doğal olarak oynanan futbolddan öte kaçan gol konuşuluyor ve bunun hikayesi yazılıyor.

Son zamanlarda bu kadar haykırdığımı bilmem, kendimi televizyonun önüne atmışım ve müthiş bir haykırış gelmiş benden. Hatırlamıyorum, doğaçlama gelişen durumlar bunlar. Oysa öfkemi ve tepkilerimi içimde yaşarım, dışa yansıtmam ama bu sefer farklı oldu, çünkü kaçan o gol gerçekten inanılmaz. İki haftadır galibiyetler son pozisyonlarda kaçıyor ve can sıkıcı bir durum. Yine de Batdal'ı asmıyorum ama herhangi bir beklenti de kurmuyorum onun üzerinde. Şansı yakaladı, değerlendirdi ya da değerlendiremedi, bu karar Terim'in olacak.

Şu kesin, kimse Batdal'ın bu şansı bulacağını tahmin etmiyordu. Hem kendisi, hem bizler, hem de Fatih Terim...

Elmander'in Sadece Elmander Olmadığını Gördük

Kiminin görevi sadece gol atmak, kiminin görevi ise gol atmaktan öte takımın dişlilerini ayakta tutan futbolcuların başında gelmek. Elmander'in olayı da bu, takımın dişlilerini ayakta tutmak. Gol de atıyor, takımını hücumda tutuyor, en kötü anda bile o mücadelesi takımı ateşliyor, savunmayı başlatan futbolcu o oluyor, maçın en çok koşan futbolcusu da o oluyor. Yani buram buram her açıdan mücadele kokan bir futbolcu. Onun varlığı büyük kazanç, yokluğu ise derin bir yara. Bunu da iki maçtır çok net şekilde görüyoruz.

Sezon başındaki öncelik ve beklentiler Baros üzerindeydi aslında. Terim de ilk fırsatı ona verdi ama değerlendiremedi. Sakatlıklar sık gelmeye başlayınca geri dönüşleri bir o kadar geç ve ağır olmaya başladı ve Baros'un da bunu aşması çok uzun sürdü. Devamında gelen 4-4-2'yle beraber ise Baros & Elmander uyumu gayet maksimum düzeyde ilerliyordu ve hücumun en verimli dönemlerini yaşıyoruz derken gelen Baros sakatlığı, yerine oynayan Sercan Yıldırım şansı değerlendiremedi ve Necati Ateş'in geri dönüşü derken, bir bakıma Baros'un kel iyiden iyiye görünmeye başladı. Çünkü sakatlıktan yine iyi dönemedi, tam döndü derken yediği kırmızı kart cezası, Elmander ve Necati Ateş'in uyumu Baros'a oyuna sonradan girme fırsatı dahi doğurmadı neredeyse.

O Baros'a bugünlerde ihtiyaç çok büyük işte, sıkıntının büyüğü de biraz burada. Elmander'in yokluğunda Elmande performansı bekliyoruz, o tarz işler belki de ama Elmander farklı bir adam, türünün az bulunduğu bir forvet. Haliyle de o yokken, onun alternatifinin olmadığı bir ortamda o performansları bekleyemeyiz. Bu da sorunlardan ilki.

İkincisi ise ne olursa olsun Baros'un kendisi. O performansı bekleyemeyiz tamam ama Baros'un da getirdiklerini, verdiklerini unutmuyoruz. Bu sezonun önemli bölümünde de böyle oldu, Baros tekrar ayağa kalktı ve gollerini de atmaya başlamıştı. Şimdi yine o toparlanma sürecinde belki de ama kötü bir futbol var, iyi gitmeye de bir ışık yok gibi ve onun her kötü performansı Galatasaray açısından güzel şeyler doğurmuyor, çünkü hücumun temelinde o gol ayağı yatıyor. Elmander yoksa Baros, bu çok net.

Elmander'in yokluğu ayrıca Necati Ateş üzerinde de olumsuz şeyler yarattı ve Baros'la da a ve z kadar farklı görüntüler gösteriyorlar. Uyum sıfır, bu uyumsuzluk tüm takımın sistemini bozuyor ve hücumdaki kısır döngünün bir diğer nedeni de bu. 4-4-2 Elmander yokken biraz çatırdıyor gibi, çünkü Elmander farklı bir futbolcu. Mesela onun mücadelesi, savaşı, çok koşması, rakibin bizden bir orta saha fazla oynadığı maçlarda o kadar etki etmiyor, çünkü o mücadele takımın da mücadele gücünü yükseltiyor.

Böyle uzar gider durum yani, Elmander'in sadece Elmander olmadığını görüyoruz ve onun da yokluğunda işler umarım daha kötüye gitmez, dönüşü de bir o kadar çabuk olur...

25 Mart 2012 Pazar

Galatasaray 1-1 Trabzonspor / O Golün Kaçtığını Görmek

Trabzonspor maçı kazanmaya gelmiş, bu belli. Açık şekilde istediler ve bu istekleri doğrultusunda da yakaladıkları tempoyla maça mükemmel bir giriş yaptılar. Alanzinho, Volkan Şen ve Olcan Adın'ı aynı anda 11'e yazmak bu tempo isteğinin göstergesidir. Ama şu da var, Trabzonspor adına maçın en kötüleri kim desek, Olcan Adın ve Volkan Şen'i yazarız, en azından ben. Buna rağmen o tempo geldi, Zokora ve Colman'ın muhteşem futbolları Trabzonspor'u ileri taşıdı ve 1-0'ı buldular. Aslında ilk yarının da 1-0 bitmesi Galatasaray adına büyük şanstı çünkü inanılmaz gergin, panik halinde olan ve sanki ligde 9 puan önde değil de 9 puan gerideymiş gibi bir izlenim veren taraf Galatasaray oldu.

Bu gerginlik ve panik atağın tarifi yok. Elmander'in sadece Elmander olmadığı bir maç izledik aslında, bu tanımı yapmak mümkün bunun ardından. Necati Ateş ve Baros uyumu birbirine çok uzak ve birbirlerinden öte tüm takıma zarar veren bir uyum. 4-4-2 oynuyorsunuz ve sisteminizin temel iki parçası da orta sahanızdaki ikili ve forvet ikiliniz oluyor. Orta sahanız zaten ilk yarıda kiliti yemiş, ileri ikiliniz de uyumdan uzak olunca hücum denilen kavram size çok uzak oluyor.

Diğer durum da paniğin ve gerginliğin yarattığı pas tercihleri, basit hatalar. Trabzonspor'un bu temposunda panik ve gerginlik ilk yarı boyunca artarak sürdü. Şunu da ekleyelim, Galatasaray'ın artılarından bahsediyoruz, savunması gibi, az gol yeme oranı gibi. Savunmanız beklenen düzeyin aşağısında kalınca, ilk yarıda Semih Kaya, Burak Yılmaz karşısında yenik tarafa düşünce 1-0'lık skor ilk yarıda gerçekten sizin avantajınız oluyor.

Kulübe zaafiyeti de var, bu çok açık. Kenardan gelip direk etki edecek futbolcu sayınız yok gibi birşey. Durum da bu olunca zaten Sabri Sarıoğlu, Mehmet Batdal ve Yiğit Gökoğlan gibi isimler oyuna giriyor. Ben yine de üçünü beğendim. Necati ve Sabri Sarıoğlu değişikliğine başta anlam koyamadım ama bu değişiklikler Galatasaray'ı hücumda tuttu, rakip yarı sahada etkili kıldı ve yaratılan baskıyla da 1-1 yakalandı, Batdal'la 2-1'de yakalanabilirdi. Mehmet Batdal'ın kaçırdığı golün tarifi yok, Galatasaray'da kalmanın anahtarı onun eline geçmişti ama elinin tersiyle itti. İyi oynadığı da bir maçtı, en azından Sercan Yıldırım değil de Batdal oynasın izlenimini yakalamıştık ama o kaçan gol kaçan herhangi bir golden öte, tüm iyileri kötüye dönüştürür.

Selçuk İnan konusunda en sevindiğim taraf, takım geriye düştüğünde aldığı sorumluluk. İkinci yarıda bu sorumluluğu aldı ve Melo'nun da ona eklenmesiyle göbekten hızlı çıkan, tempo silahını yakalayan taraf bu sefer Galatasaray oldu. Panik ve gerginlikten uzaklarda, doğru bir kurguyla oynayarak. Baros'un hiçbir şekilde etkili olmaması, sizi golden bir o kadar uzaklaştırdı aslında ama takımın bu mücadelesi, ayağa kalkmayı bilmesi önemli noktalar. Ama bu beraberlik play-off öncesinde fazlasıyla mesajı verdi ve üzerimizdeki o rehaveti bir şekilde atmak zorundayız.

Şenol Güneş adına bir eksi şu aslında, bu hücumcu futbolda fazlasıyla ısrar etti ve Galatasaray'ın ayağa kalktığı dakikalarda beklenen o değişiklikleri gerçekleştirmedi. Daha defansif ve kontra bir futbolla hem 1-0'ı koruyup, hem Galatasaray kalesinde daha etkili olabilirdi ama aynı 4-3-3 içerisinde tempoyu biraz daha düşürerek ve ısrarla kanatları kullanarak skoru korumak ve 2-0'ı bulup rahatlamak istedi ama yukarıda da dediğim gibi Volkan Şen ve Olcan Adın'ın beklenenden uzakta olması istediklerini yapmalarında engeldi, Burak Yılmaz'ın da ikinci yarıda tamamen düştüğünü gördük. Bu sefer kazanan Semih Kaya oldu.

Bu futbola 1-1'lik skor çok kötü diyemem ama galibiyet ayağınıza kadar gelmişken o golün kaçtığını görmek insanın içini acıtıyor, canını sıkıyor...

Formula 1 2012 | Malezya Grand Prix

Geçtiğimiz haftaki Avustralya etabından sonra, yağmurlarıyla ünlü Malezya'daydı Formula 1 bu hafta. Bu seneki yarışa da yağmur damgasını vuracaktı ki, yarışın son anlarında Perez ve takımı Sauber'in yaptığı hamle yağmuru başrolden alıp, Perez'i başrole getirdi. Dünkü yapılan sıralamalar sonucunda Pole Pozisyon'da yarışa başlama hakkı Hamilton'daydı. Yarışa ilk sırada başlamanın da verdiği avantajla Hamilton ilk turlarda yarışı domine etmeyi başardı. Fakat yağmurun şiddetini artırmasıyla piste giren kontrol aracı, yarışın devam edemeyeceği tespitinde bulununca, kırmızı bayrak çekildi ve araçlar başlangıç sıralamasında toplandı. Hemen hemen bir saatlik aranın ardından havanın bir nebze açılmasıyla yarış kaldığı yerden devam etti.

Araçların sık sık lastiklerini değiştirmeleri ve pit noktalarındaki hatalar nedeniyle, bol bol vakit kaybının yaşandığını söylemek mümkün. Gelelim Perez'in olayına. Birkaç gün önce Perez için Ferrari'nin Sauber'e teklif götürüldüğü konuşuluyordu. Günahı boynuna, bu yarışta da farkı 2 saniyenin altına indirmesine rağmen, Alonso'yu geç(e)memesi, Perez hakkındaki dedikoduların alıp yürümesine neden olabilir. Gerçi kenardan gelen telsiz emriyle hareket etmiş de olabilir Perez ama, Massa bıraktıktan sonra Alonso'nun takım arkadaşı, yeni kırmızı kim olacak artık cevabı çok uzakta aramamıza gerek yok sanırım. Malezya'da birincilik Alonso'ya ait. Perez yarışta ikinci, yarışa ilk sırada başlayan Hamilton ise üçüncü oldu. İkinci yarış olan Malezya Grand Prix'in ardından ilk beş pilot ve takım şu şekilde sıralanıyor;

Pilotlar;
1- Alonso 35 puan
2- Hamilton 30 puan
3- Button 25 puan
4- Webber 24 puan
5- Perez 22 puan

Takımlar;
1- McLaren-Mercedes 55 puan
2- Red Bull-Renault 42 puan
3- Ferrari 35 puan
4- Sauber-Ferrari 30 puan
5- Lotus-Renault 26 puan

Bittiği Yerde Uzatmamalı Hikayeyi

Şöyle birşey farketmiştim aslında. Her transfer edilen yabancı futbolcuya sorulur imza töreni sırasında, ''x takımından hangi futbolcuları daha önceden tanıyorsunuz'' gibisinden. Lucas Neill'e bu soru geldiğinde ilk söylediği isim Sabri Sarıoğlu olmuştu ve bunu söyleyen başka yabancı futbolcular da oldu aslında. İlginç bir tanınmışlık durumunda yani, burada kendisi için edilen dalgaların arasında yaşıyoruz ama yüzü Avrupa'ya döndüğümüzde az da olsa tanınan, bilinen ve belirli de bir piyasa edinmiş bir futbolcu.

Güzel de bir karakter aslında, en azından Galatasaraylılar açısından. Bu tip futbolcular böyledir biraz da, oynadıkları takımda çok sevilirler ama diğer takım taraftarları da bu isimlerle sürekli uğraşırlar. Sabri Sarıoğlu'nun ilk ortaya çıktığı dönemlerle bugününü kıyasladığımızda beklenen noktaya gelemediği ortada ama kalıcı olmayı da başardı yine de. Herkes gider o kalır modunda yani ve İbrahim Üzülmez olma yolunda da hızla ilerliyor. Yani kariyeri boyunca sürekli eleştiri alan, şu noktası bu noktası eksik denilen ama mücadelesi ve yüreği takdir gören futbolculardan.

Yetmiyor tabii, mücadele ve yürek bir zamandan sonra karın doyurmuyor ve zarar vermeye de başlıyor diyebilirim. Sabri Sarıoğlu'nun kariyerine baktığımızda zirve dönemleri de oldu ama düşüş yaşadığı dönemler daha da fazla ve her düşüş yaşadığında çok daha geriye gidiyor. Önceki sezonları bırakıp, bu sezonu ele alalım mesela.

Fatih Terim takımın başına geliyor ve kafalardaki ilk beklenti haliyle şu, ''bazı Türk futbolcular Terim'in elinde inanılmaz bir çıkış yakalar, en iyi dönemlerine dönerler''. Hakan Balta'ya bakalım, bir önceki sezonun en çok yerden yere vurulan futbolcusu ama bugün yeniden kral. Belki de en kötü anından en zirve günlerine döndü, Galatasaray'ı geçtim Türkiye açısından alternatifsiz bir futbolcu. Sabri Sarıoğlu'dan da bekleniyor bu çıkış haliyle, daha iyisi olur deniyor ve o şansları da fazlasıyla kazandığını görüyoruz ama beklediğini alamamak bazı soruları da doğuruyor.

O soruların da başında, ''bu adam gelecek sezon takımda olmalı mı olmamalı mı'' sorusu oluyor ve cevabı da yüzde 80 itibariyle ''olmasın'' oluyor. O yüzde 20'nin de olsun cevabını vermesinin nedeni Sabri Sarıoğlu'nun Galatasaraylılığı, mücadelesi falan gibisinden şeyler. Mantıksal bakınca da olaya artık bu işin giderinin olmadığını görüyoruz. Eboue'nin oynadığı bu futbol ve Sabri Sarıoğlu'nun da sakatlık dönüşünde gelemediği nokta ve sürekli geriye gitmesi gelecek sezonun planlamasında da ona yer vermedi. Hele de sözleşmesinin sezon sonu biteceği düşünülünce.

Ama ilk başta da dediğim gibi. Sabri Sarıoğlu'nun ne olursa olsun o piyasası var, bizim kafamızda tasarladığımızdan çok daha fazla değerli Avrupa arenasında ve Wolfsburg'un da kendisine talip olduğu konuşuluyor. Şöyle düşünüyorum, Galatasaray eğer Sabri Sarıoğlu'nu takımda tutmayı düşünseydi işi şimdiye bırakmadan çoktan hallederdi ve Semih Kaya misali o sözleşme erkenden uzatılırdı. Israrla uzatılmıyor ama gündeme dahi gelmiyor, bence bu ipler koptu ve Sabri Sarıoğlu açısından da eğer bu haber doğruysa güzel bir şans yakalamış diyebiliriz.

Üzülüyorum da bu kadar fazla dalga geçildikçe, buralardan uzaklaşması bence en mantıklısı olacak..

22 Mart 2012 Perşembe

Fatih Sonkaya'ya Ömür Boyu Men

Zamanının en önemli potansiyel isimlerinden biriydi aslında. Gurbetçi akımının bizlere getirdiği bir futbolcu oldu, Hollanda'da parladı, genç Milli Takımlar derken Beşiktaş'a kadar geldi. Çok fazla forma şansı bulamadı tabii, Beşiktaş'ın da o dönem bir transfer fırtınası oluyordu, Demirören'in ilk dönemleri ve Fatih Sonkaya da o fırtına içerisine dahil olmuş bir futbolcuydu ve çoğu futbolcu gibi o da tutunamadı. Ama potansiyeli vardı dediğim gibi ya da çok iyi bir menejeri. Beşiktaş'tan Porto'ya transfer olması büyük bir sürprizdi ama Porto'nun da nadir kötü hamlelerinden biri sanırım bu oldu. Devamında da FK Hazar Lankaran ve Kayseri Erciyesspor derken izini kaybettim, sanırım yeniden Hollanda'ya dönmüş ve alt liglerde oynamaya başlamış. En son formasını giydiği 3 Mart Cumartesi günü Kerkrade kentinde oynanan maçtan sonra iki arkadaşıyla birlikte kavgaya karıştığı öne sürülen Sonkaya'ya ömür boyu men cezası verilmiş. 30 yaşında kariyerine nokta koymuş oldu böylece, karar değişmezse tabii. İlginç hikayeler bunlar, o potansiyeller nasıl oluyor da bu noktalara gelebiliyor. Genç Milli Takımlardan takip ettiğim kadarıyla iyi de bir sağ bekti, bayağı iş var diyorduk ve o ölçüde şanslar da yakaladı aslında ama hiçbirini değerlendiremedi, kayboldu gitti. Şu da geldi aklıma, Cm 03-04'de Galatasaray'la sezon açtığımda yaptığım ilk iş kendisini transfer etmek olurdu.

Özhan Canaydın...

Geçmişte söylediklerimizi şimdi de dile getirmeliyiz. Özhan Canaydın'ın başarılı bir başkan profili çizmediğini düşünüyorum ama hayatımda gördüğüm en düzgün, en beyefendi ve daha önemlisi de en büyük Galatasaraylılardan biri. Galatasaray'ı yaşayan bir insandı ve bu Galatasaraylı profilin de üstüne düzgün insan imajını eklediğimizde 7'den 77'e herkesin sevdiği, büyük saygı duyduğu bir önce sporcu sonrasında da Galatasaraylı profili ortaya çıktı. Ölümünün 2. yılında tekrardan Allah rahmet eylesin diliyorum, başımız sağolsun. Onun çizdiği yol ve verdiği imaj günümüzde birçok sorunun aydınlanması için çok büyük bir ışık aslında...

Gekas'ın Samsunspor'a Vedası

Bu da bir saat içerisinde aldığım ikinci ayrılık haberi oldu ve Gekas'ın sakatlığı yüzünden sezonu kapatmasının ardından Samsunspor'dan ayrıldığını öğrendik. Fazla diyecek birşey yok aslında, umutları bitme noktasına gelmiş takıma katılarak o umutları törpüledi ve tüm Samsunsporlulara o umut ışığını yayarak lige tutunmasını sağladı.

Bir futbolcunun tek başına herhangi bir takımı çok yükseklere taşıdığı nadir görülmüştür, Gekas da bir bakıma başaramadı bunu, çünkü bu Gekas'la ilgili bir durum değil, Dünya sahnesinde az görülür bunun örneği. Ama Gekas çabaladı, savaştı, mücadele etti, çok kısa zamanda büyük işler başardı bir bakıma. Gekas'ı izleyenler bilir, tarzı itibariyle ona o pozisyonları yaratacaksınız, arkasında yaratıcı bir takım olacak ve Gekas'ın golleri sıralı bir şekilde gelecek. Hep böyle oldu ama Samsunspor'un bu yaratıcılıktan uzak olduğunu hep söyledik.

Belki de ligin hücum anlamındaki en kısır takımıydı ve bu soruna da o parmak hiç basılmadı. Buna rağmen Gekas'ın neler yaptığını gördük, büyük heyecanlar yaşattı ve o tecrübe kavramının nasıl birşey olduğunu bizlere gösterdi. Kalite ve tecrübe karışımının bir araya gelmesi sonucunda ortaya çıkan tadın keyfi hiçbir şeyde yok aslında. Keşke Samsunspor bu hamleleri en başından yapsaydı ve ligde kalsaydı, biz de Gekas'ın tadına Samsunspor forması altında varıyor olsaydık. Umarım Türkiye Ligi'nde kalır diyorum, onu izlemeye devam ederiz ama en azından benim için onu her gördüğümde Samsunspor kavramı daima aklıma gelecektir.

Herkes Giderken O Kalırdı Ama O da Gitti

Son zamanlarda kendisini çok anıyordum. Diyordum ki, ''eğer Jeff Foster başka bir takıma takas edilirse takımı bırakırım''. Senin Pacers'lılığın nedir falan demeyin tabii, maç izlemezsin etmezsin gibisinden. Benim NBA'i takip etmem, Pacers'ı tutmam 98'li yılları bulur ve 2000'lerde de yakın detaya aldık bu olayı. Ve ben NBA'i adam gibi takip edip, Pacers'ı tuttuğumdan beri Jeff Foster hep bu takımdaydı. 2000 yılında draft edildi diye hatırlıyorum ve bu takımın en iyi günlerini de, en sıkıntılı günlerini de o yaşadı. Bir bakıma herkes gitti ama o kaldı. 13 yıllık bir kariyeri de geride bırakmış oldu, 13 sene giydi Pacers formasını ve sık sakatlanması, yaşının da ilerlemesi yüzünden basketboldan emekli olma kararını aldı. Şöyle diyeyim, yıldız diye adlandırmadık asla kendisini, bir çizgisi oldu ve o çizgi yolunda yürüdü ama mücadele deyince de ilk onun ismini yazdık takımda. Tam bir görev adamıydı, bir bakıma da asker gibi bıraktı basketbolu. Bu yüzden de çok seviliyordu aslında, Pacers için boşluğu büyük olacak ama umarım bu operasyonun içinde kalmaya devam eder. Şunu eklemeliyim ama, son zamanlarda kendisinin ismini bir hayli çok anıyordum ve buna işaretmiş demek...

21 Mart 2012 Çarşamba

Her Kötü Sonucun Ardından Gelen Ses; Zenkeeee Zenkeee

Emenike'nin başlattığı akım aslında bu. Önce Karabükspor'u Süper Lig'e taşıyan isimlerin başını çekti, devamında Süper Lig'de de ne kadar kaliteli bir isim olduğunu kanıtladı. Önemli bir durum bu, bazen ''Bank Asya'' topçusu apoleti yapışır size, öyle kalırsınız.

Simon Zenke bunu yaşayan bir futbolcu işte. O da Samsunspor'un Süper Lig'e yürüyüşündeki en önde gelen futbolcu oldu, geçen sezon Bank Asya Birinci Lig'in gol kralıydı. Haliyle de Süper Lig'e hasret kalan taraftarların sevgilisi oldu, arkasına aldığı güç çok büyüktü. Beklentiler de haliyle çok büyüdü tabii, bu sezonda da Zenke'nin harikalar yaratması beklendi ama o kendi yarattığı harikalar diyarının kahramanı dahi olamadı.

Açık ve net, Zenke bu ligin futbolcusu falan değil, o kaliteye ulaşamadı. Bunu rahatlıkla söylüyoruz ama herkes gibi benim de beklentilerimin aşağısında kalan bir durum bu. Geçen sezon bana soruyorlardı, ''Zenke ne yapar, büyük takımlarda oynar mı'' gibisinden. Ben onu hiçbir zaman o seviyeye koymadım, blogu okuyanlar bilirler ama Samsunspor formasıyla da iyi işler çıkarır diyordum, en azından bu ligin ortalama seviyedeki isimlerinden biri olur.

Bu potansiyeli beraberinde taşıyan futbolcu kendini daha da geliştirir ve taraftarın da bu sevgisi karşısında mücadelesini, yüreğini ortaya koyar ve efsane olur. Zenke ise hiçbirini olamadı, yine de bu taraftar daima onun arkasında durdu, hala da arkasında duranlar var aslında ama bu sevgi Zenke'yi biraz da bu konuma getiren unsurdu.

Petkoviç'e gelen ilk eleştiriler Zenke üzerindendi mesela, neden oynatmıyor gibisinden. Oysa haklıydı Petkoviç, Bance ve Ekigho gibi isimler çok daha ön plandaydı, Zenke neden oynasın. Ama o da fazla dayanamadı ve Zenke'ye formayı verdi. Devamında da ne olduğunu gördük, sağdan sola dahi adım atmaya zorlanan bir futbolcu, yürümeye hali yok. Maç kondüsyonunu nasıl yaratıyor asıl bu tartışılması gereken durum.

Samsun Basket'in maçlarını izlemeye giderdim, gelen her kötü sonuç karşısında orada dahi Zenke Zenke seslerini çok duydum, düşünün artık Zenke üzerinde yaratılan sevgiyi. Haliyle de Mesut Bakkal'da bu duruma kayıtsız kalamıyor, o da Zenke'ye şans veriyor ama gördüğünüz gibi bu sevgi zarar verdi ve Zenke son hareketiyle de bütün ipleri kopardı.

Adem Alkaşi'nin mücadelesi ve karşısına da Zenke'nin halini koyalım. Durumu özetler bu...

Rotasyonsuzluk

Fatih Terim, bu sezon takımın başına geçtiğinde şöyle bir hava vardı aslında, ''Terim kendi futbolcularını oynatır, bir önceki sezon yapılan transferleri kapının önüne koyar'' gibisinden. Culio, Pino ve Stancu gibi ayrılıklar da yaşanınca iyiden iyiye konuştuk onu ama durum böyle değil tabii ki. Aksine sürekli kazanmayı isteyen bir Terim var ama bana göre sezon başında bazı yanlışlar yapıldı, hatta Terim de bazılarını kabul ediyor. Culio'nun gidişi mesela, keşke takımda kalsaydı dediğimiz bir isim. Şu rotasyonsuz günlerde doğan bir ışık olurdu ve hem orta saha hem de sol kanat açısından mükemmel bir alternatifti. Aynı şekilde Pino ve Stancu. Fatih Terim bu isimlerin üzerinde biraz daha dursa kazanabilirdi diyorum, hele ki Emre Çolak ve Aydın Yılmaz üzerinde bu kadar ısrar ettikten sonra. Bu isimler sizi bir kademe yukarı taşımaz ama rotasyon anlamında Sivasspor gibi kupa maçlarında götürebilirdi. Sivasspor karşısında bunu aradık yani, rotasyon yapamıyoruz malesef. Kenardan Sercan Yıldırım geliyor ve sıfır etki. Riera oynuyor ve sıfır etki, Aydın Yılmaz yeni yeni palazlanıyor ama o da sakatlandı. Orta sahada Melo ve Selçuk İnan dışında oynatabileceğimiz kimse yok {o boşluğu aratmayacak}. Ama doğru ve kaliteli bir 11'imiz var. Gelecek sezon şu 11'i yukarıya taşıyacak 2-3 hamle yapılması önemli ama asıl operasyon yedek kulübesini güçlendirmek adına olmalı diyorum.

Elmander'in Yokluğu

Kilit noktası Elmander, bu çok açık. Farklı özellikleriyle kattığı birçok farklılık var Galatasaray adına ve onun yokluğunda her maç sıkıntı yaşamaya mahkum bir hava oluştu. Daha önce de dediğim gibi, bu sezon sakatlık belasından uzak durmamız en büyük avantajımız oldu. Rotasyon yapmaya imkan yok, bunu dün de daha iyi gördük ve bu rotasyonsuzluk içerisinde de eldeki 11'i iyi korumak gerekiyor. Elmander'in sakatlığı her açıdan büyük handikap, kupa maçında dahi bu sıkıntıyı yaşarken Elmander'in Trabzonspor maçında da olmayacak olması büyük bir soru işareti. Kulübeye bakıyoruz, Baros var birşey olmaz gibi bir izlenim doğuyor ama Baros'la da yola devam edilemeyeceği iyiden iyiye açık bir hal aldı, gidişatı çok kötü, sezon sonunda da büyük ihtimalle aramızda olmayacak. Yine de Trabzonspor maçında onun ayağına bakıyor olacağız, umarım toparlar ve eski günlerden pasajlar sunar, en azından Elmander'in yokluğunda. Ama Elmander'in tarzı farklı, bu tarzda kimse yok ve o tarz olmadığında hücumlar çok farklı ve eksik olacak. Ne bileyim, transfer döneminde Umut Bulut'u alın diyor insan. Elmander tarzında alınabilecek bir isim, o yokken boşluğu doldurmaya en yakın futbolcu. Elmander'in iki alt modeli belki ama çok sevdiğim, beğendiğim bir futbolcudur, isterim Galatasaray'da görmek. Şimdi olsaydı mesela bu kadar panik olmayacaktım...

Muslera'yla Değil Ufuk Ceylan'la Açıklamak Mümkün

Galatasaray'da yaşanan kaleci devrimi var, bunun üzerine de çok konuştuk ama şunu demeyi unuttuk aslında. Bu devrimi Muslera ile de açıklamak mümkün. Genç bir kaleci, potansiyelli ve önümüzdeki yıllar da onun. Artı olarak nokta atışı, genç ama kalitesi de belli olan bir isim ve önemli bir yatırım kendisi. Geldiğinin ertesi de takımın iyi gidişatında faktör isimlerden biri oldu, her açıdan mükemmel bir kaleciye sahibiz. Ama devrimin esas noktası Taffarel üzerinde, bunu da Ufuk Ceylan'ın şu gelişimine bakarak söylüyorum. İki sezondur izliyoruz Ufuk Ceylan'ı, hele ki geçen sezon bu kaleciyle yattık kalktık. Verdiği izlenim ise tamamen hayal kırıklığı oldu, çünkü genç denilen bir kalecinin daha iyi olması için iyi bir kaleci hocasına ihtiyaç var. Tekrar edeyim, Nezih Ali Baloğlu ile geçen yıllar tamamen bir kayıptır, bu açıdan Ufuk Ceylan'ın da Galatasaray forması altında kaybettiği bir iki yıl var. Fazla maç da oynamadı, bu ikinci maçı ama iki maç bile ondaki gelişimi görmek adına mümkün. Daha kontrollü, topu oyuna iyi sokan, hareketliliği artmış, düşünerek hareket eden ve geçmişteki o potansiyelinden izlenimler sunan bir görüntü. Muslera'yla olan yakın arkadaşlığı da temel bir etken, ondan da öğreneceği çok şey var. Muslera üzerinden gidiyoruz ama iyi de bir yedek kaleciye kavuşmak üzereyiz, bu da güzel.

Galatasaray 0-1 Sivasspor / Elde Kalan Lig

Fatih Terim'in kupa alışkanlığı vardır, yani oynadığı her kupayı kazanmak ister. Hazırlık turnuvası olsa bile bu durum değişmez, o kupa kazanılmak için oynanır. Bu yüzden de ''lige odaklanalım, kupa önemli değil'' geyiklerini şimdiden bırakmak lazım. Bu takım robot değil, her maçını kazanamaz, Real Madrid ve Barcelona dahi maç kaybediyorken Galatasaray'ı bu kadar üst düzeye yerleştirmek {Türkiye düzeyinde} ne kadar doğrudur bilinmez ama ikinci yarıdaki kötü futbol, rotasyonun getirdiği kötü etki ve kupanın da 2005 yılından bu yana kazanılamaması, finali dahi görememek bu geçen yıllarda sorulması gereken sorular.

Bir de şu var tabii, ne kadar kötü oynarsanız oynayın futbolun size ne getireceğini bilemezsiniz. Son pozisyon penaltıydı, bu çok net ama hakem katli yaşanmıştır bu maçta, bunun da altını çizmeli. Ama genel olarak {özellikle de ikinci yarıdaki futbolla} turu Sivasspor haketti diyebilirim, tebrik etmek lazım kendilerini.

Yukarıda da söylediğim gibi, Galatasaray'ın rotasyon yapmaya imkanı yok. Bu kendini çok açık belli etti ve bazı futbolcuların da neden gelecek sezon olmaması gerektiği sorusuna cevapları da almış olduk. Baros, Sabri Sarıoğlu, Riera, Sercan Yıldırım gibi isimler mesela. Sercan Yıldırım üzerinden gidersek yanılgım çok büyük oldu, bunu da itiraf etmiş olayım ama Baros'un geldiği şu nokta {yine 2-3 gol atsa bir anda kral ilan edilebilir, altını çizelim}, Riera'nın bir türlü istenilen düzeye gelememesi ve rotasyonda bana göre Aydın Yılmaz'ın da gerisine düşmesi, Sabri Sarıoğlu'nun sakatlık döneminin ardından geldiği şu nokta üzüntü verici.

Sahaya çıkan 11'e baktığımızda oldukça ofansif bir yapı vardı aslında. Selçuk İnan & Engin Baytar orta sahası daha öncede denenmiş, başlarda iyi gitmesine rağmen ilerleyen maçlarda uygulandığında bazı sıkıntılar yaşanmıştı, bu maçta da yaşandı aslında. Melo'nun rolü büyük, özellikle de defansif kurgunun içerisinde. Yine de oyuna etkili başlayan, ilk yarıyı domine eden taraf Galatasaray oldu. Selçuk İnan'ın aldığı sorumluluk neticesinde onun organize ettiği ataklarda pozisyonlar da yakaladık, Terim'in de dediği gibi rakibe ilk şutlarını 43. dakikada attırdık ama o gol gelmedi işte, devamında da yapı oldukça sarsıldı.

Çünkü Sivasspor hücum oynamayı seven bir takım. Kurdukları üçlü orta sahayla zaman ilerledikçe oyunu bu sefer onlar domine etmeye başladı, Selçuk İnan'ı iyi kitlediler ve Aydın Yılmaz'ın sakatlanıp çıkması, Riera ve Sabri Sarıoğlu'nun kayıp performansları neticesinde de organizasyon gücü sıfıra inen bir Galatasaray vardı. Sivasspor ise hızlı oynamaya başladı, Galatasaray her geçen dakika biraz daha öne çıktı ve risk aldı derken Eneramo'nun hücumda tuttuğu toplar ve fizik avantajı, Erman Kılıç'ın da dikine koşularıyla Galatasaray savunması çok sıkıntı yaşadı ve pozisyonlar verdi. Pedriel hamlesiyle de zaten iyiden iyiye Sivasspor hücumunu ilerletti ve turu da kazanmış oldu.

Gaziantepspor yenilgisi misali bu maçın da bize verdiği bazı mesajlar var ama dediğim gibi, rotasyonu kaldıramıyor bu takım. 13-14 futbolcuyla yoluna devam ediyor ve bu kadro derinliği daha da sıkışık bir fikstürde bizi iyiden iyiye sıkıntıya sokabilirdi ama Avrupa'nın olmaması, şimdi de kupadan elenmek derken bu açıdan sıkıntı yaşamayız. Gerçi sakatlıklardan da çok çekmememiz bir diğer avantajdı ama şimdi Elmander'in Trabzonspor karşısında olmayacağı da açıklandı. Bakalım neler olacak...

18 Mart 2012 Pazar

Avrupa'nın Yükselen Değeri: S. L. Benfica

Hemen bazı aklıevveller "Zaten Benfica yüksek bir değerdir, ne yükselmesi!" diye atılacaklardır ama bahsedecekleri çok uzun seneler önce yaşanmış, birtakım başarılardan ibaret kalacaktır. Benfica 2010-11 sezonunda Şampiyonlar Ligi'ne, Portekizin de 3 büyük takımı olduğunu varsayarsak (ki sen bu satırları okuyan güzel insan, onları, benden daha çabuk ve statlarına varana kadar hızlıca sayabilirsin) tam 4 sezon sonra katılabildi. 1993-2004 arasındaki ekonomik krizi ve 8 sene şampiyon olamamalarını, tam da o sırada en büyük rakiplerinin tarihinin en büyük başarılarına ve en büyük transferlerine ve en büyük yatırımlarına imza attıklarını; hatta neredeyse Portekiz'in en büyüğü sayıldıklarını varsayarsak bence yeniden "yükselen değer" dememizde bir sakınca yok.

Benfica bildiğiniz gibi Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale kadar geldi, ki bu çok büyük başarı; ama benim inandığım ise şudur: Benfica, bu sezon için kıyaslarsak Chelsea'den çok çok daha iyi futbol oynuyor ve turu geçecek. Manchester'ı eleyen de biraz Benfica'ydı aslında. ("Manchester" derken, Cityliler biraz kızacak sanırım ama onların ilk akla gelen olabilmesi için bir-iki şeyhin daha katkı yapması ve en azından 20 senelik istikrar lazım.) Chelsea'nin tek futbol oynayan adamı ise Benfica'dan satın aldıkları David Luiz. Şu dünyada iki senedir her anını severek takip ettiğim bir Galler takımı olan Swansea A.F.C var, bir de S. L. Benfica. Aslında kişisel olarak Pablo Aimar sevgisinden başladı Benfica'yı takip etmem bir 4 yıl kadar önce, ama her an gözümün önünde büyüdüler sanki. O yüzden onları da, bir dönem Valencia'yı azılı bir şekilde takip ettiğim gibi izliyorum. Bu başarının sırları ne tabii onu da açmak lazım:

Öncelikle iyi bir finansal yapısı var Benfica'nın. Stadı en büyük, ortalama seyircisi en fazla olan takım. (Bu bile aslında, neredeyse 40 senedir pek bir başarısı bulunmayan takımın büyüklüğünü gösteriyor.) Sonra oyuncu satım alım işlerinde Porto'yu bile geride bıraktılar 3-4 sezon içinde. Angel Di Maria, Ramires, David Luiz Avrupa'nın en büyük takımlarına, hayli iyi paralarla gönderildi. Yerlerine de nispeten ucuza Gaitan, Nolito, Witsel ve Garay gibi gidenlerin özelliklerine tıpatıp benzeyen oyuncular alındı ve neredeyse eksiklikleri hiç hissedilmedi. (Eğer geçen sezon Porto'nun açık araya yaptığını söyleyecek ve "Nereye hissedilmedi olm?" diye soracak olursanız, o sezonun çok ekstrem bir sezon olduğunu ve bu sezona bakmanızın gerektiğini söyleyebilirim size.) Hakeza, daha önceki sezonlarda transfer edilen Avrupa'nın Eski En İyi Oyuncuları'ndan Saviola ve Aimar hücum hattını oluştururken; Real Madrid altyapsından yetişmiş Javi Garcia (ki Real Madrid alt yapısı şimdilerde kötü gibi gösterilse de çok iyi bir alt yapıdır) defansif orta saha oyuncusu boşluğunu doldurdu. Zaten elde Maxi gibi dünyanın en iyi 5 sağ bekinden biri var -zaman zaman acemice hatalar yapmasına rağmen-; bunlara sakatlanmaz ise kalitesi hiçbir zaman tartışılmayacak iki oyuncu yani sonvuruşuçoksertvemükemmeleyakın Cardozo ile kaptandefans Luisao da eklenince tadından ve seyrinden yenmeyen bir takım ortaya çıkıyor.

Diğer bir özellik de istikrar. 2009'dan beri aynı teknik direktörle çalışıyorlar, ki bu da Benfica gibi sabırsız büyük takımların çok fazla yapabileceği bir şey değil. Futbol Şube Sorumlusu gibi bir şey olan bir dönemin çok usta oyuncusu Rui Costa'nın da bu başarılarda büyük payı var. İstikrar demişken Aimar ve Saviola gibi Avrupa'nın yetenekli ama istikrarsız veya çabuk sakatlanan oyuncuları artık sakatlanmıyor ve istikrarlı bir şekilde oynuyorlar. Hatta Aimar takımın ikinci kaptanı! Portekizin genel olarak yumuşak bir oyun tarzı olması değil artık benim bahanem: İyi bir sağlık ekibinin olması ve belli bir yaşa erişince gelen olgunluk, akıllanma. Gerçi bu sezon bazında konuşursak Saviola için işler pek de iyi gitmiyor. Sözleşmesini en iyi arkadaşından daha önce uzatmasına ve yine ondan iki yaş daha küçük olmasına rağmen altyapıdan üzerine takım kurulabilecek bir isim, Nelson Oliviera geliyor. Rodrigo ile birlikte Benfica'nın ileri ikilisini oluşturabilecek kalitede. Özellikle son Beira-Mar maçını izler, hadi tamımını izlemeyi geçtim özetini bile izlerseniz yaptıklarını, şu arkadan yeni nesil forvet çıkmayan ve "Sahi bir dönem 'santarfor' denen bir şey vardı, ne oldu onlara?" diye hayıflandığımız dönemde, sizi yeniden santraforların var olduğuna inandırabilecek yetenekte bir genç kendisi.

Burada bahsetmediğimiz takımın gelecekleri olacak Miranda ve eksikliği hissedilen, Emerson'la kalmaması gerektiğini düşündüğüm Fransız sol bek Carole; özellikle Türkie Futbol Ligi'ne çok uyabileceklerini sandığım Carlos Martins ve Ruben Amorim, büyük umutlarla alnınan Alan Kardec, Jara, Mora; klasik evimiözlerimbenbrezilyalıları'ndan Airton, Menezes ve Bastos ile Beşiktaş'tan tanıdığımız Sidnei de Benfica'nın satsa ederi çok ama geleceklerine hala umutla bakılan/bakılabilen kiralık oyuncuları.

Özü sözü şudur ki Benfica bu sene olmazsa seneye, o da olmazsa öbür seneye Şampiyonlar Ligi'nde yarı finali görür, yazın bir yere. He, yarı final oynayamasa ne mi olur? Hiçbir şey. Sadece güzel oyun oynayarak gönüllerin şampiyonu, ve bizim gibi kadirşinas insanların gözünde en güzel yerde kalmaya devam ederler.

Can Çetin

Lucas Neill

Avustralyalı çocuklar böyle, genellikle temiz ve pak yüzlü çocuklar oluyorlar. Kewell'ın küçüklüğünün resmine bakmıştık mesela, şimdi sıra Neill'de...

Fenerbahçe - Galatasaray / Foto - Roman

Galatasaray dün akşam yerin dibine batasıca playoff'lardan önceki en sıkıntılı maçına çıktı Saraçoğlu'nda. Takım, bu sene çok iyi bir futbol ortaya koysa da, geçtiğimiz senelerden gelen birikimin baskısı ve seyirci baskısından etkilendiği bir gerçekti. Yine de gecenin sonunda zor deplasmandan istediğini alan Galatasaray'dı. Öyle ki, son ana kadar 20. dakikadan itibaren galibiyet isteyen, galibiyete yakın olan hatta tek kale oynayan taraf oldu. Maç 2-2 berabere biterken Galatasaray ile en yakın Fenerbahçe arasındaki 9 puanlık fark korundu ve Galatasaray playoff'lara lider girmeyi garantiledi. Gelelim gecenin en önemli anlarına;


Maçın henüz başında Sow'un rövaşatayla attığı gol gecenin gollü ve gergin geçeceğinin habercisi gibiydi. Alex'in golüne de geleceğim ama, öncelikle şunu söylemek istiyorum; Galatasaray'ın dün akşam yediği goller bile güzeldi. Düşünün ne kadar şahane bir takım olduğunu!


Sow'un golünden henüz 5 dakika sonra da Alex'in golünü izledik. Alex'in golü, bu sezonki atılan en güzel gollerden birisidir şüphesiz. Aslında Alex'i tek başına alacaktım da, Emre'nin golden sonra Alex'e yaptığı, yapmaya çalıştığı, şeyi bir kez daha hatırlamak istedim. O ayak dize konursa cilalama hareketi yapılır panpa. El kramponun bi soluna bi sağına vurarak değil. Yani üstümün vazifesi değil ama bi dahakine doğru yapsın isterim. Futbolun güzelliğidir gol sevinci.


Gelelim benimkilere.. Öncelikle Elmander! Büyük ihtimalle bu kadar güzel, başarılı, iyi kalpli,, uyumlu ve melek bir insan aynı anda futbolcu olmamıştır daha önce. Olduysa da Galatasaray'a gelmemiştir. Her hafta Elmander'e methiyeler düzmekten yorulmadık, yorulmayız. Necati'yle çok güzel ikili oldular. Baros'la da olmuşlardı. Allah başka formayla görmeyi nasip etmesin Elmander'i.


Eşini çok seven Hakan Balta'nın da attığı golden sonra kamerayı öpmesi gecenin hoş ayrıntılarındandı. Hakan Balta bile gol attıysa, evet bu sene o sene! Bi penaltı alsak da Muslera da gol atsa içinde kalmasa çocuğun. Bu arada Hakan'ın golüne minik bir parantez açmak gerekirse, bulunduğu pozisyon gereği soğukkanlı olunması gerekiyordu. Hakan'dan başkası orada olsaydı büyük ihtimalle o golü atamazdı. Mesela çok net pozisyonlar yakalayan Melo ve Engin'in gol atamamış olmasını da aynı sebeple açıklayabiliriz.


Fatih Terim'in çocuğu gibi sevdiği Emre'yle futbolcusu Eboue arasındaki gerginliğe müdahale ettiği bu an da gecenin duygu karışıklığı yaşanan anlarından birisiydi.


Maçta yaşanan tek gerginlik Eboue ve Emre arasındaki değildi şüphesiz.


Elmander'in kaşının açıldığı anda yüreğimiz ağzımıza gelse de, meleğimizin durumu gayet iyiydi tabii..


Yerin dibine bat direk, öl direk, yan direk, kül ol direk, Allah belanı versin direk.


Maç esnasında ve maçtan önce bol bol yağdırdı Fenerbahçe taraftarı. Mert Çetin'in yüzünde patlayan su, Hasan Şaş'ın başının yarılması, Fatih Terim'in kaşının açılması gecenin tatsız detaylarıydı. Edilen küfürlere girmiyorum bile.


Gecenin sonunda artık en iyi olduklarını tescilleyen Galatasaray'ın şu fotoğrafın huzuruyla yazıyı noktalayalım..


ExclamationExclamationExclamationExclamationExclamationExclamationExclamationExclamationExclamationExclamationExclamationExclamation
 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir