31 Ekim 2010 Pazar

İdeal 4-4-2 Takımı / Samsunspor 3-1 Diyarbakırspor

Diyarbakırspor'un içinde bulunduğu durumu da göz önüne alınca Samsunspor'un rahat bir galibiyet alacağını bekliyordum ve öyle de oldu. İlk yarıda oynanan tempolu hücum futbolu beraberinde birçok pozisyon getirdi ve atılan üç golle de beraber maçın erken koptuğunu söylemek lazım. Yalnız Diyarbakırspor açısından şu iyi gelişme olabilir, futbolu çirkinleştirmeden, iyi futbol oynamaya çalışıyorlar. Rakibin de kim olduğuna aldırmadan oynadıkları futboldan keyif alma peşindeler ama kadro kaliteleri ve finansal durumları yetersiz olduğundan bunu başarmaları imkansız görünüyor.

Samsunspor'un ise haftalardır yükseline geçen bir futbolcu var. Sezon başladığında sıkıntı gol bulma yönündeydi. Birçok pozisyona giriliyor ama son vuruşlarda inanılmaz bir beceriksizlik vardı. İşin savunma tarafında ise iyi durumda olmak, Samsunspor'u zirve yarışının içerisine soktu. Şimdilerde ise futbol kalitesinin yukarı çıkması, gol sıkıntısını biraz olsun aşmak takımı rayına oturttu. Bunda da Zenke'nin yanında Savaş'ı kullanmanın payı büyük. Savaş, son vuruşlar konusunda etkili bir golcü. Bu açıdan Samsunspor'un gol sıkıntısına şimdilik ilaç oldu diyebilirim. Kanatlarda da Agbetu ve Abdülaziz'in teknik, hızlı futbolları Samsunspor'un kanatları iyi kullanmasını sağladığı gibi takımın istediği an tempo kurabilmesini sağlıyor. Diyarbakırspor savunmasının da evlere şenlik olduğunu söyleyelim ama zayıf savunmalarının da yıkılmasında Samsunspor'un kanatlardan hızlı ve dikine geldiği hücumların payı büyük. Henüz ne olduğunu anlamadan pozisyonlar geldi. Ama işin bir de rehavet boyutu var. Maç 3-0 olduktan sonra bir anda oyundan düşüş rakibin birçok pozisyon bulmasıyla sonuçlandı, hatta bir ara maç sıkıntıya girer mi düşüncesi bile oluştu. Ancak Anıl'ın oyuna girmesi Samsunspor cephesinde yeniden hücumları hatırlattı diyebilirim.

Kısacası Samsunspor iyi bir 4-4-2 takımı olma yolunda ilerliyor. Hızlı kanatları var, forvet hattı kaliteli ve şu ana kadar da ligin en az gol yiyen takımlarından birisi. Gol yollarında biraz daha beceri oranı yukarıya taşınırsa işler daha iyi olabilir.

SAMSUNSPOR: 3 - DİYARBAKIRSPOR: 1

Stat:
19 Mayıs

Hakemler:
Kutluhan Bilgiç, Mehmet Kısal, Muhammet Yumak

Samsunspor:
Ahmet, Adem, Ersin, Kemal, Orhan, Hakan Bayraktar (Dk. 46 Murat), Savaş (Dk. 70 Anıl), Abdulaziz, Zenke, Agbetu (Dk. 59 Cenk), Turgay

Diyarbakırspor:
Korcan, Suat, Kerem, Erhan, Tufan (Dk. 44 Kadir), Halil, Mustafa Çiçek (Dk. 46 Vedat), Engin, Onur (Dk. 67 Ali Cansun) Caner, Ufuk

Goller:
Dk. 10 ve 30 Savaş, Dk. 11 Zenke (Samsunspor), Dk. 68 Ali Cansun (Diyarbakırspor)

Sarı Kartlar:
Dk. 33 Agbetu, Dk. 66 Kemal, Dk. 76 Anıl, Dk. 90 1 Murat (Samsunspor), Dk. 57 Caner, Dk. 89 Ufuk, Dk. 90 3 Kerem (Diyarbakırspor)

Artık Pino'yla Güzel

Belki tekrara düşmüş olacağım ama yine de yazayım. Çünkü gökten beklenmedik bir taş düştü ve bu taş takımın inanılmaz şekilde çehresini değiştirdi. Baros'u tattıktan sonra ondan kopması bizler adına çok acı verici. Adam sakatlıktan dönüyor ve harikalar yaratıyor. Çok kısa bir zaman sonrasında da yine sakatlanıyor. Bu süreçte ise takım inanılmaz şekilde sıkıntı çekiyor. Yani biz Hagi gibi bir inanılmaz futbolcuyu da yaşadık. Ama o olmadığında da bir şekilde yolumuza devam ettik. Hatta bugünlerde ise Arda olmadığında yine de yola devam edebiliyoruz. Çünkü alternatif var, kadro geniş. Baros'un ise alternatifi yoktu, o olmadığında ne yapacağımızı bilmiyoruz. Takım bir anda yüzde 60 güç kaybı yaşıyor. Yönetimde zaten bu konuda alternatif yaratmadığı için bu duruma çanak tutuyordu. Taa ki Hagi gelene ve ayağının tozuyla takım içerisinden iyi bir Baros alternatifi yaratana kadar.

Şimdi Pino'yu transfer edenler kral ilan edilebilir, haklı bir durum da. Biz Pino'yu Keita'nın yerine kanat oyuncusu diye aldığımızı düşünüyorduk ama bu adam bildiğin forvetmiş. Hatta çok da iyi bir forvetmiş. Biraz gol becerisi zayıf, tercih hataları da fazlasıyla var ama senin takımını ileride tutuyor, oldukça hızlı ve rakip savunmanın bütün dengesini bozuyor. Top tekniğinden ise hiç bahsetmiyorum bile. İşte biz Baros'a alternatif düşünüyorken o gökten indi. Şimdi ise Hagi, Baros ve Pino'yu yan yana kullanır mı sorusunu soruyoruz. Çok ileri de girip, Baros'un formayı kapmak adına artık iyi bir rakibi var diyebiliriz. Pino'nun bu performansı Galatasaray'ın büyük avantajı durumuna geçmiş durumda, umarım ilerleyen dönemde bu durum en iyi şekilde kullanılır. Pino da bu konuyla ilgili açıklama yapmış.

''Uzun zamandır forvet pozisyonunda oynamıyordum, ancak hocamız bana güvendi ve iki haftadır burada görev veriyor. İyi oynadığımı düşünüyorum. Bu hem benim için hem de takım için önemli. Zor bir maçtı. Bütün hafta 3 puan için çalıştık. İyi oldu. Bundan sonra da her gün çalışacağız, çalışacağız, çalışacağız ve en iyi pozisyona ulaşmaya çalışacağız''

Hagi'nin En Büyük Sınavı

Antalyaspor maçında Arda Turan, Baros, Kewell, Elano gibi çok önemli futbolcuları kullanamadık. Hatta bir ara tribünde oturan futbolculara baktığımda bu isimlerin toplam değerinin, belki de sahada olan futbolculardan daha fazla olduğunu farkettim. Bir bakıma varlık içerisinde yokluk çekme durumu diyebilirim. Takımın en ana üç silahı dediğimiz isimlerden yoksunuz, bir de buna geçen haftanın en kilit futbolcusunun da yokluğu eklenince zor şartlarda Antalyaspor karşısına çıkıyorsun. Yedek kulübende de yeterli alternatif olmadığından zor durumda kalma potansiyelin oldukça yüksek ama Hagi'nin de bu kriz dönemini çok iyi atlattığını söylemek lazım. Şimdiden 4-3-2-1 gibisinden iyi bir sisteme sahip olduk, bu dönemde farklı opsiyonları yaşadık ama eksik olan isimlerin dönmesinin ardından bu sistemde devam etmek oldukça güç. Bir de buna geniş ve kaliteli kadronun beraberinde getirdiği kadro kurma zorluğu geliyor. Mesela Misimovic'in şu anda oynadığı bölgeye Arda'yı koyduğumuzda Misimovic nerede oynayacak. Ya da Baros döndüğünde son haftalarda harikalar yaratan Pino'nun akibeti ne olacak? Bu sınavların, şimdiki sınavlardan çok daha zor olduğunu düşünüyorum.

Hagi'nin takımın başına gelmesinin ardından benim görüşüm takımın 4-4-2'ye dönüşü üzerine oldu. Baros ve Kewell'ın forvet olarak oynamasını, Arda'nın solda Elano'nun ise sağda oynamasını ve orta sahanın göbeğinde de defansif olarak Cana'nın tek bırakılarak yanında da Misimovic'in kullanılmasını bekliyordum. Şimdi ise durum biraz daha değişti. Pino'nun şu formunun ardından çift santrafora dönüş adına olan inancım daha da arttı ama Baros ve Pino'nun beraber kullanılma ihtimalinin fazla olduğunu da düşünürsek Kewell artık iyi bir alternatif konumundadır. Pino'nun forvet olarak şu performansını da gördükten sonra Baros'la inanılmaz işler başaracağını, her iki futbolcunun da birbirini tamamlamasından yola çıkarak beklenen performansın da üzerinde işler yapacağını düşünüyorum.

Orta saha konusunda ise kafamda soru işaretleri var. Elano ve Misimovic'in kanatlarda iyi işler yaptığını görüyoruz. Özellikle Elano'nun şu durumundan sonra o bölgeden kesilme ihtimali çok zor. Arda'nın dönüşüyle beraber ise mutlaka kadrodaki yerini alacağı belli. Bu durumda da Misimovic'in nerede oynayacağı soru işareti. Cana, Mustafa Sarp ve Barış Özbek'li orta sahada bile defansif olarak sıkıntı yaşıyorken, Cana'yı tek bırakmak takımın savunma yükünü oldukça düşürür. Misimovic ve Elano'nun da savunma katkıları var ama mücadele anlamında çok iyi işler yapamayabilirler. Bizi o bölgede taşıyabilecek savaşan isimlere ihtiyaç var. Bu yüzden de Cana ile beraber Ayhan, Mustafa Sarp veya Barış Özbek üçlüsünden mutlaka birini göreceğiz. Durum böyle olunca da Misimovic'e kadroda yer kalmıyor gibi.

4-4-2'nin aksine 4-3-3 veya 4-2-3-1'le de devam etmek ihtimaller arasında. 4-3-3 sisteminde de Cana, Elano ve Misimovic'li bir orta sahanın kurulmasını beklemiyorum. Mutlaka Elano veya Misimovic'ten birisi orta sahadaki yerini alır {İspanya Milli Takım'ının orta saha üçlüsünde Xavi rolü gibi} ama hücüm üçlüsünde de Pino veya Elano'dan birini tercih etmek gerekiyor. Eğer 4-3-2-1 veya 4-2-3-1 oynamayacaksak Pino'yu kullanmak daha isabetli. Ama olası bir 4-2-3-1 sisteminde de Pino alternatifler arasında yer alır, Baros tek forvet oynar. Cana ve x'in önünde ise Arda, Misimovic ve Elano'yu izleriz.

Görüldüğü gibi işin içerisinden çıkmak oldukça zor. Alternatif açısından da geniş olan bir hücum hattımız var ve böylesine bir rotasyonda birçok sistemi denemek mümkün. Ama hangi isimlerin alternatif durumuna düşeceği, kimlerin nerede oynayacağını ise en iyi Hagi biliyor. Böylesine iyi bir hücum hattını en mükemmel şekilde kullanmak gerek. Aslında ligde durumumuz biraz iyi olsa ve Avrupa Kupaları'nda da devam ediyor olsaydık elimizde rotasyon kozu da olacaktı ama şimdi en iyi kadroyla çıkma zorunluluğumuz var.

10'la Sekiz

Kafamızda kurduğumuz Kıvanç Tatlıtuğ imajının aksine Ezel'deki rolüyle harikalar yaratan bir isim izlemiştik. Hatta bunca yıllık dizi geçmişimi de göz önüne aldığımda, en sevdiğim karakterlerden birisinin Sekiz karakteri olduğunu söyleyeyim. Ama dizideki rolünün bitmesinin ardından Sekiz imajından eser kalmamış, yine eski haline dönüyor. Daha güzeli ise kendisini Galatasaray tribünlerinde görmek oldu. Bizim kadroda olmayan futbolcuların değişmez mekanı olan basın tribünün alt tarafında Kıvanç Tatlıtuğ, futbolcularla beraberdi. Arda ile de sık sık muhabbet ettiğini gördük. Acaba aralarında Ezel diyalogları mı geçti dersiniz?

Sadece Forvet Arkası Oynar Diyedursunlar

''Her geçen gün daha iyiye gidiyorum. Yeni bir ülke, yeni oyuncular alışmak için zamana ihtiyaç var. Son iki haftadır sol tarafta oynadım. Alışık olduğum bir pozisyon değil ama elimden geleni yapmaya çalıştım."

Misimovic sadece forvetin arkasında oynayabilir gibisinden eleştiriler gele dursun Misimovic'in son iki maçtır sol tarafta gösterdiği performansı oldukça beğeniyorum. Rijkaard'la Hagi'nin sistemini bir noktada ayırmak zorundayız. Rijkaard'ın 4-3-3'ü veya 4-2-3-1'in de kanat oyuncularının hızlı ve dikine oynaması gerekiyordu. Hagi'nin son iki maçtır denediği 4-3-2-1'de kanat oyuncuları takımın beyni görevinde. Elano sağ tarafta, Misimovic ise sol tarafta bunu iyi uyguladılar. Kontrollü, defansa da yardım eden, topu aldıklarında dikine oynamak yerine oyunu daha geniş açıdan görmeye çalışan yapıdaydılar ve bu da sistemin temel parçalarından birisi. Böylece Pino da ekstra bir performansa ulaşmış oldu ve önümüzdeki dönemde Baros'un da takıma katılmasıyla beraber kanat rotasyonu bakımından bu tarz isimleri kullanmanın önemi daha fazla ortaya çıkacak.

Antalyaspor karşısında ise durum biraz daha farklıydı. Eldeki alternatif yetersizliğinden Elano yerine Sabri oynamak zorunda kaldı ve Elano'dan beklediğiniz katkıyı Sabri'den alamazsınız. Sabri bildiğiniz kanat oyuncusudur ve bu özelliklerini sahaya yansıttı. Bu durumda da Misimovic üzerinde oluşan yük oranı daha fazla arttı ama o bu yüzü iyi taşıdı. Fazlasıyla sorumluluk aldı ve hücumların genelinde de onun organizasyonlarının payını görüyoruz. Sol tarafa daha yakın gibi olmasına rağmen de sanki bir oyun kurucu gibi katkı verdi. Yani sol tarafa yapışık olmak yerine saha içerisinde çok fazla dolaştı ama bunun kötü yanı da Hakan Balta'nın hücum katkısının sıfır olmasıyla sonuçlandı. Emre Çolak'ın oyuna girmesinden sonra ise 4-2-3-1'e dönüldü ve Misimovic bu sefer tam anlamıyla bir oyun kurucu gibi oynadı. Emre Çolak ise sol taraftan fazla ayrılmayınca ve Insua'nın da oyuna girmesiyle sol kanattan iyi ataklar izledik. Ama ikinci yarının bir bölümünden sonra oluşan atakların hepsinde Misimovic'in adını duyduk. Dediği gibi ilerleyen haftalar onu daha iyi noktaya taşıyacak ama Arda'nın dönüşünün ardından Misimovic hangi bölgede kullanılacak bilmiyorum.

30 Ekim 2010 Cumartesi

Kazanılması Gereken Bir Maçtı / Galatasaray 2-1 Antalyaspor

Fenerbahçe maçındaki sistemin önceliği rakibi durdurmak üzerineydi. Rakibin en güçlü yanı olan orta sahası, Galatasaray'ın o bölgeyi kalabalık tutmasıyla durduruldu. Kanatlarda ise Galatasaray'ın yardımlaşarak gösterdiği çabayla beraber amaca ulaşıldı. İşin güzel noktası ise böylesine bir defans kurgusunda bulunan pozisyonlar ve kaçan galibiyetti. Ama aynı sistemi Antalyaspor karşısında da uygulamak bana göre doğru olmadı. Bir de bunu üstüne Elano'nun yokluğu da eklenince takımın beyin takımından bir isim daha eksilmiş oldu ama bu durumu Misimovic'in sorumluluk almasıyla çözüldü. Pino'nun ise geçtiğimiz maç olduğu gibi forvette oldukça etkili olması ilk yarıda rahat bir futbol, skor avantajı ve özgüveni beraberinde getirdi. Sıkıntı ise skoru koruyamamak, bir gol yedikten sonra bir anda dağılmak. Galatasaray'ın rahat maç kazanamama sorunu devam ediyor gibi, artık iki farkı yakalamakta Galatasaray adına önemli değil. Yine de Misimovic, Pino ve biraz Sabri'nin dışında ortalamayı yakalayabilen bir futbolcumuzun olmadığı maçta, Antalyaspor gibi formda bir rakibi yenmek oldukça önemliydi, zorlu süreç öncesinde de güzel bir moral oldu. Eksik futbolcuların dönmesiyle de beraber bu skoru tutma olayını da çözebileceğimizi düşünüyorum.

4-3-2-1'in Devamı

Fenerbahçe maçında oynadığımız sistemin rakibe özel bir durum olduğunu söylemiştim. Benim bu maç öncesinde beklentim ise cezalı Ayhan'ın yerine Barış Özbek'i koymak yerine Mehmet Batdal'ı oynatıp forveti çiftlemek yönündeydi. Bir bakıma 4-4-2'ye dönüş, zaten de uzun vadede bu sisteme döneceğimizi düşünüyorum. Özellikle Pino'nun da bu futboluyla beraber Hagi onu Baros'la beraber oynatmak isteyebilir. Geçtiğimiz hafta maçın adamlarından birisi olarak Elano gösteriliyordu, çünkü Galatasaray'ın beyin takımının liderliğini yapmıştı. Bu maçta ise Elano olmayınca {biraz da alternatif yetersizliğinden} Sabri ön tarafta çekildi ve Serkan Kurtuluş sağ bek oynadı. Aslında bu durum da fazla sırıtmadı, beyin takımının liderliğini bu maç Misimoviç alınca Sabri'nin de ekstra işlere girmediğini gördük ve fena da bir performans göstermedi. Onun sağdan hızlı çıkışları, Misimovic'in oyun kurgusu ve Pino'nun etkisi de derken zaten ilk yarıda istenen skor geldi. Ama bu skoru tutmak için Arda, Baros, Elano gibi futbolcuları gözler arıyor. Antalyaspor golü bulunca takımın bir anda dağıldığını gördük, üçlü orta saha hattı bir anda düştü. Serkan Kurtuluş'un da sakatlanıp oyundan çıktıktan sonra Ali Turan'ın oyuna girmesi ise bizim sağ kanadımızı çökertti ve maç sonuna kadar Antalyaspor'un etkili ataklarını gördük. Yani bu sistemin uzun vadede iş yapması zor görünüyor, mutlaka 4-4-2'ye dönüş şart.

Cana & Emre Çolak Değişikliği

Fenerbahça maçında da dakikalar 60 civarına geldiğinde Cana oyundan çıkan isim olmuştu. Bu maçta da yine aynı durumu yaşadık, her maç yaşanan bu değişikliği ise Cana'nın fizik gücüne bağlıyorum. İlerleyen haftalarda bu durum aşılabilir ama benim merak ettiğim nokta maç 2-1 olduğunda Hagi'nin Cana'nın yerine Emre Çolak'ı oyuna almasıdır. Yani defansif orta saha çıkıyor ve yerine giren isim ofansif bir futbolcu. Bu değişikle beraber de Emre Çolak sol tarafa geçti, Misimovic ise serbest futbolcu rolüne geçti. Yani sistemin 4-2-3-1'e geldiğini gördük. Kulübeye de baktığımızda Musa Çağıran dışında bir orta saha alternatifi yoktu ama Rijkaard döneminde genellikle bu anlarda takımın ileri çıkması yerine daha da kapanıp, skoru korumaya çalıştığını görüyorduk. Genelde de bu skoru koruyamıyorduk. Hagi ise takımı biraz daha ofansif bir hale soktu ve oyundan düşen, rakip yarı sahaya gidemeyen Galatasaray bir anda tekrar hücumu hatırlamış oldu. Emre Çolak'ı fizik yetersizliği, tercih hataları yüzünden eleştirebiliriz ama Hagi'nin felsefesini de aynı şekilde kutlamak lazım. Antalyaspor'un da risk aldığı dakikalarda, bu değişiklik sayesinde kontra atak imkanları yakaladık ama skor 3-1'e gelmeyince de sıkıntılar doğal olarak büyüdü.

Pino'nun Yükselişi

Hepimiz Baros'u bekliyoruz ama bu yükseliş sanki Baros için önemli bir mesaj. Hagi bu takımda hiçbir şey yapmasa bile sadece Pino'yu takıma kazandırmasıyla da benim için başarılıdır. Yokları oynayan bu adamın iki haftada gösterdiği yükseliş gerçekten inanılmaz. Ben Baros'un alternatifinin olmadığına ve mutlaka transfer yapılması gerektiğine inanıyordum ama Pino çok iyi bir alternatif görüntüsü veriyor. Fenerbahçe maçında Pino'yu tam bir kontra atak golcüsü olarak izlemiştik ama bu maçta Pino'nun pasör özellikleri de ortaya çıktı ve tam bir forvet olduğu izlenimini bana verdi. Hızlı olması, kanatlara doğru açılması da rakip savunma açısından oldukça sıkıntı yaratan gelişmeler. Antalyaspor'un da Pino'yu durduramadığını gördük ve ilk yarıda ve maçın son 20 dakikalık bölümünde oldukça etkili oldu. Umarım Baros'un dönüşü Pino'nun gidişi anlamına gelmez.

Galatasaray'ın kötü olduğu anlarda bile düşmemesi ve kazanma alışkanlığı elde etme yolunda iyi bir adım atması oldukça olumlu gelişmeler. Antalyaspor'u bu kadar formda olduğu bir zamanda yenmek önemliydi. Bu arada Antalyaspor açısından da Tita oldukça önemli bir isim. Ali Turan oyundan çıktıktan sonra bizim sağ kanadı felç etti ve bu kanattan oldukça iyi ataklar geldi. Ayrıca ikinci yarıda orta sahayı ele geçirmeleri, Necati'nin de oyundan çıktıktan sonra Zitouni'nin bizim savunma karşısında güçlü futbolu bizlere zor anlar yaşattı. Bir de bunlara Djiehoa'yı eklediğimiz zaman Antalyaspor'un harika bir hücum hattı ortaya çıkıyor. Ama sıkıntıları savunmada, bir o kadar da kolay gol yiyorlar. Bu maçta Deniz Barış'ta olmayınca savunma konusunda önemli sıkıntılar yaşadılar ama ikinci yarı oynadıkları futbol saygı duyulacak cinsten. Galatasaray'ın da aynı şekilde kolay gol yeme sorununa çözüm getirmesi şart, ayrıca da bu sistemi değiştirmek gerekiyor. Sanırım eksiklerin takıma katılmasının ardından bunu göreceğiz.

GALATASARAY: 2 - MEDİCAL PARK ANTALYASPOR: 1

Stat:
Ali Sami Yen

Hakemler:
Bünyamin Gezer, Alpaslan Dedeş, Orkun Aktaş

Galatasaray:
Ufuk, Serkan (Dk. 43 Ali Turan), Neill, Servet, Hakan Balta (Dk. 71 Insua), Sabri, Barış, Cana (Dk. 60 Emre), Mustafa Sarp, Misimovic, Pino

Medical Park Antalyaspor:
Ömer, Erkan, Radeljic, Musa, Yenal, Kerem, Sedat, Uğur, Tita, Necati (Dk. 55 Ali Zitouni), Veysel (Dk. 76 Djiehoa)

Goller:
Dk. 31 Servet, Dk. 34 Pino (Galatasaray), Dk. 55 Musa (Medical Park Antalyaspor)

Sarı Kartlar:
Dk. 21 Yenal, Dk. 24 Uğur, Dk 27 Radeljic (Medical Park Antalyaspor), Dk. 42 Serkan, Dk. 60 Ali Turan, Dk. 74 Misimovic, Dk. 90 Barış (Galatasaray)

Ferguson'un Varisi Kim?

Mourinho, önce Guardiola'yı övmüş ama sonra ise onu başka takımlarda da görmek isteriz şeklinde bir açıklama yapmıştı. Yani Barcelona dışında da başarılar kazanması gerektiğini vurguluyor. Jose de bildiğiniz gibi kariyerini tek bir takımdan ziyade gittiği her yerde başarılı olarak sağladı. Benim düşüncem de Guardiola'nun mutlaka Barcelona dışına da çıkması gerektiği yönünde. Guardiola da zaten sözleşmesini uzun vadeli uzatmak yerine, birer sene uzatarak bunun sinyallerini veriyor. Futbolculuk döneminde de bunu bir noktadan sonra gerçekleştirmişti ve teknik direktörlük döneminde de bunu yapacaktır. Çıkan haberler ise Ferguson'un varisinin Guardiola olacağı yönünde. Manchester United'de yıkılması güç, zemini inanılmaz sağlam bir sistem var ve bu sistemi de devam ettirebilecek bir teknik adam mutlaka bulacaklar. Yani Ferguson'da elbette teknik adam olarak vadesini dolduracak ve bunun altyapısını da sağlamak gerekiyor. Bu ne zaman gerçekleşir bilemiyorum ama biraz atak yapmak lazım. Guardiola da böyle bir teklife mutlaka sıcak bakacaktır, eğer bir isim Barcelona'dan ayrılacaksa Manchester United gibi bir takım için olabileceği fikrini taşıyorum. Hatta Mourinho'ya bile Manchester United'i teklif etseler, sırf Ferguson'un düzenine çökmek adına Real Madrid günlerinden bile kolaylıkla vazgeçecektir.

Teofilo'nun Geleceği / Yattara'nın Hakettiğini Alması

Bazı futbolcular Avrupa'da yapamaz. Özellikle de Güney Amerika'dan getirilen çoğu futbolcuda bu yaşanıyor. Robinho'nun bile Avrupa'da sorunlar yaşadığı bir ortamda Teofilo'nun falan sıkıntı çekmesi bana hiç de ilginç bir durum gibi gelmiyor. Düşünün bu adam kar yağışını bile hayatında ilk defa Türkiye'de görmüş. Hayatı boyunca ülkesinden dışarı çıkmamış ve karakter anlamında da çok sıcakkanlı bir insan değil. Trabzon da yaşanması zor yerlerden, çoğu futbolcu bu şehirde sıkıntı yaşar. Çünkü karadeniz iklimi çok farklıdır ve daha önemlisi Trabzon taraftarı çok farklıdır. Önce seni bağrına basar, istediği olmayınca beklemediğin tepki yersin ama iki dakika sonra iyi bir işe imza atsan yine kral edilirsin. Çok büyük değişkenlikler vardır ama bu şehirde tutunanın da sırtı bir daha yere gelmez. Yattara örneğinde olduğu gibi. Teofilo ise Trabzon'da yapamayanlardan ve ülkesine dönmek adına 40 takla atıyor. Takımından habersiz şekilde şehirden ayrıldı ve şimdilerde Kolombiya'ya gidecek uçağı günlerdir bekliyor. Son gelen haberler de parası bittiği için ülkesine gidemediği yönünde. Şunu ekleyelim Trabzonspor bu davada sonuna kadar haklı. Büyük beklenti duyduğu ve bunun için önemli yatırım yaptığı bir futbolcu. Şenol Güneş de futbolcuyu kazanmak adına büyük çaba gösterdi ama Teofilo bütün bunlara sırtını dönerek kendi başına bir yola girdi. Bu yüzden hakkında hayırlısı demek lazım, Trabzon için de hayırlısı bu aslında. Teofilo adına Umut Bulut'un yedek kalması çok yazıktı, ayrıca Jaja gibi de bir gerçek var. Trabzonspor'a birşey olmaz, Teofilo kendi geleceğini düşünsün.

Yabancı kontenjanı adına yer açıldı, Trabzonspor'un avantajına bir durum oldu geyiklerini şimdiden geçelim. Sonuna kadar bu vatandaşlığı hakeden bir isim sonunda hakettiğini almıştır. Mesela Milli Takım adına devşirilen futbolcular için yapılan en büyük eleştiri ''bu adamlara Türk vatandaşlığı veriyoruz ama burayı ne kadar sahipleniyor'' yönündeydi. Hatta şunu da eklemek lazım, Yattara'nın Türkiye adına oynama şansı da yok ama davranışları, hareketleriyle tam bir Türk gibi hatta tamamen bir Trabzonlu durumunda. Zaten yabancı bir futbolcuya kutsal olan 61 numara kolay kolay verilmez. Yattara adına hayırlı olmasını diliyorum, umarım futbolu bıraktıktan sonra da buraları unutmaz.

Maç Toplantısı / Galatasaray - Antalyaspor

Haftalardır özgüvenini tamamen kaybetmiş, kimsenin kimseye saygısı kalmamış bir Galatasaray vardı. Üstelik böylesine bir ortamda da hala futbolcularını profesyonel zanneden, pozitife yönelik birşeyler tasarlayan bir Rijkaard figürü vardı. Rijkaard'ın ise bu kadar fazla pozitif, modern futbolu hedeflemesi futbolcularla arasında oluşan diyalogu oldukça azalttı ve sonunda çöküşe geçen bir takım izledik. Bu ortamda ise yapılması gereken tek şey, herkesin saygı duyacağı, daha önemlisi ise kimsenin gözünün yaşına bakmayacak ve ülke şartlarını çok iyi bilen bir teknik adam getirmekten geçiyordu ve Hagi tercihi bu açıdan çok isabetli oldu. Göreve geldiği iki günde, onca sıkıntıya rağmen bir anda yarattığı etki ve takım şartlarına uygun çıkarılan kadro derken Fenerbahçe deplasmanında özgüvenini kazanmış, bunun üstüne de psikolojik faktörleri yıkmış bir Galatasaray izlemiş olduk. Fenerbahçe deplasmanından alınan bir puanın değerli olması ise, Antalyaspor maçında alınacak bir galibiyetten öte, iyi bir futbolla kazanılacak bir maçtan geçiyor. Eğer bugün iyi futbol ve yanında rahat bir galibiyet gelirse bu zorlu süreçte Galatasaray için umut ışığı doğabilir.

Antalyaspor bu sezon sadece iki yenilgi almış ve aldığı yenilgilere baktığımızda da ligin ilk haftası çok kötü oynadıkları bir Fenerbahçe deplasmanı, ikinci olarakta son dakikada boyun eğdikleri Beşiktaş deplasmanını görüyoruz. İçeride de, dışarıda da oynadıklarında kesinlikle galibiyeti düşünen, oyun felsefesinden ödün vermeyen bir ekip. Ligde de 13 gol atıp 12 gol yediler. Bu da gol yollarında sıkıntı yaşamadıklarını ama savunma konusunda da istediklerini yapamadıklarını gösteriyor. Zaten savunma hattında da yaşadıkları sorunları aşsalar bugün çok daha farklı bir Antalyaspor profili olurdu. Hücumda Tita bu sezon en büyük kozları durumunda, ayrıca hücum hattında oynayan isimlerinde uzun zamandır beraber olması Antalyaspor'un büyük kozlarından. Bir de Necati Ateş'in Galatasaray maçlarına farklı motive olduğu gerçeğini unutmayalım. Bu açıdan da baktığımızda zorlu bir maç bizleri bekliyor, rakibin en formda olduğu zamanda oynanacak bir karşılaşma olacak.

Bu maçta Arda, Kewell, Baros, Aydın Yılmaz ve cezalı Ayhan Akman olmayacak. Merak ettiğim konu ise Hagi'nin Fenerbahçe maçındaki sistemi değiştirip değiştirmeyeceği yönünde. Fenerbahçe maçındaki kadro daha çok rakibin etkili silahlarını, güçlü yönlerini durdurmak üzerine kurulmuştu ve başarılı oldu. Ali Sami Yen'de ise Antalyaspor'u durdurmak üzerine kurulacak bir kadroyu taraftarların hoş karşılayacağını düşünmem. Eğer Hagi, Galatasaray Galatasaray'dır sözünün arkasında duracaksa kafasında planladığı 4-4-2'ye geçişi bu maçta başlayabilir. Yani cezalı Ayhan'ın yerine yeni bir orta saha oynatmak yerine Mehmet Batdal'ı forvet olarak sahaya sürer ve Pino ile beraber gol arar. Orta sahanın göbeğinde ise Cana ve Sarp defansif yükü çekecektir. Fenerbahçe maçında da iyi iş yapan Elano ve Misimoviç'te kanatlarda oynar ve hücuma derinlik katarlar. Böylece 4-4-2 uygulanmaya başlar ve sakat futbolcular da dönmeye başladıkça bu sistemin içerisine girer. Ama Hagi'nin Ayhan'ın yerine Barış Özbek'i oynatması ve sistemi değiştirmemesi daha muhtemel gibi görünüyor.

Güle Güle Rijkaard


Rijkaard'ı getirip vizyonu gösterdik tamam ama devamında o vizyonun ''v'' harfinden yoksun bir politika izleyerek bugünlere gelmiş bulunmaktayız. Tabii bütün suç yönetimde de değil, elbette Rijkaard'ın da hataları büyük {özellikle Elano'nun, Pino'nun şu etkisini gördükten sonra} ama artık bunları konuşmak için çok geç ve gereksiz bir gündem olur. Galatasaray yönetiminin şu huyunu seviyorum. Asla kötü ayrılmıyor ve günün birinde bu adamlara tekrar ihtiyaç duyabiliriz mantığıyla hareket ediyorlar. Gerets'le de yolları ayırmak çoğu kesime göre yanlıştı ama dostane şekilde ayrılan yollar sayesinde bugün Gerets'i arayıp ön libero için bilgi alabiliyorsun. O da sana Cana'yı öneriyor. Belki günün birinde de Rijkaard aranacak, ondan çeşitli bilgiler alınacak ve bu büyük futbol insanlarıyla ilişkin devam edecek.

Hata Futboldan Ümidini Kesiği Günde

"Barcelona'ya ve oynadıkları oyuna büyük bir saygı duyuyorum. Ancak benim kalbim her zaman Real Madrid ile birlikte, bu sezon Mourinho önderliğinde onların şampiyon olacağına inanıyorum. "

Beckham'ın kalbi gerçekten kimde çözemiyorum. Oynadığı her takımı sahipleniyor ve sonrasında yaptığı açıklamalarda da sürekli bu takımları övüyor. Tekrar o takımlara dönmek adına ayak yaptığını da düşünmüyorum aslında ama sürekli bunu gündeme alması da ilginç. Önceleri Manu hakkında yorumlar yapardı, tekrar Premier Lig aşkını dile getirirdi. Sonra tribünde Milan forması ile kendisini gördük, Milan'ı öven açıklamaları vardı. Şimdi de Real Madrid'i överek onların şampiyon olacağını dile getirmiş. Ama birgün Los Angales Galaxy ile ilgili bir açıklamalasını göremeyiz, sanırım kendisine sen nerede hata yaptın diye sorsak ''futbolumdan ümidimi kestiğim gün'' diye cevap verirdi. Futbolundan ümidini kesiği an ABD'ye büyük paralara gitti ve biz onu zaten paraya, şöhrete düşkün diye eleştiriyorduk ve ABD'ye gitmesinin ardından da buna imza atmış gibi oldu. Ama 32-33 yaşından sonra kafasına dank eden düşünceler onun bizlerde yarattığı imajda büyük değişimlere yol açtı. İngiltere Milli Takımı adına hala büyük çaba göstermesi, Milan'da kiralık oynadığı dönemde gösterdiği büyük mücadele ve kontratım bittiğinde mutlaka Avrupa'ya döneceğim açıklamaları. Görüntüsü de 40'lı yaşlara kadar rahat oynayabileceği yönünde, böyle de bir profesyonel işte. İnşallah ABD günleri çabuk biter diyelim, Beckham'ı izlemek ne kadar eleştiri yapsakta iyidir.

29 Ekim 2010 Cuma

Kazanılan Birer Puan / Bursaspor 1-1 Fenerbahçe

Aykut Kocaman için öncelikle şunu söylemek lazım. Bu sezon oynadığı büyük maçlarda henüz galibiyet göremedi. Trabzonspor ve Galatasaray karşısında iyi futbol yoktu, Beşiktaş ve Bursaspor karşısında ise girilen pozisyonları değerlendirememe ve daha önemlisi skoru koruyamama zaafı gösterildi. Ayrıca Galatasaray maçından kalan bir detay daha. Geçen hafta da sadece Semih'i oyuna almıştı ve bunun dışında bir hamlesi olmadı. Bu maçta da aynı şekilde Andre Santos oyuna girdi ama asıl gerçekleşmesi gereken değişiklikler oldukça gecikti. Orta sahada Cristian, sağ tarafta ise Mehmet Topuz resmen beni oyundan alın diye bağırdılar. Sol tarafta Stoch slalomlarını yapıyorken kağıt üzerinde sağ kanat görünen Mehmet Topuz'un ısrarla içe gömülmesi o bölgeyi sadece Gökhan Gönül'e bıraktı ve onun da temposu bir süre sonra düştü. Oysa Kazım'ı zamanında sağ kanat için oyuna alsa kanatlarda daha hakim bir Fenerbahçe izlememizin yanında, Bursaspor'un da bu kadar fazla kontra atak şansı yakalayacağını düşünmüyordum. Bursaspor'un özellikle ikinci yarıda çok hızlı şekilde hücuma çıktığını gördük ve kanatları iyi kullandılar.

Alex faktörü ise Fenerbahçe açısından kilit nokta olmasına rağmen santrafor olarak Semih artık bu takımda işim yok mesajını vermiş oldu. Bir kere Niang'ı yaşadıysanız, o olmadığında onsuz birşeyler yapmak oldukça zor oluyor. Yıllar Semih'in ektra özelliklerini almış götürmüş, çok fazla durağan oynuyor ve ancak üzerine gelen toplarda servis yapmaya çalışıyor. Bunun dışında pozisyona girme çabasını da pek göremedim. Tabii aynı durum Gökhan Ünal oyuna girdiğinde de yaşandı. Benim teorim Niang'ın bu takımın yüzde 40'ı olduğu yönünde. Oysa bu kadar formda olan, kazanma isteğini sahaya yansıtan Alex'in önünde Niang olsa durum farklı olurdu. En azından ilk yarıda kurulan baskıda Fenerbahçe'nin tek golle yetinmeyeceğini düşünüyorum.

Bursaspor'da kazanmak istedi ama kazanmak istemeyen isim ise Sercan Yıldırım oldu. Üç tane bire bir pozisyonu harcayarak bugün takımının en büyük handikapıydı. Bursaspor aslında takım halinde işl yarıda oldukça etkisiz, temposu düşük ve orta sahayı da komple rakibe verdiklerinden rahat nefes alamayan görüntüdeydi. İkinci yarıda ise mücadele gücünü yukarı taşımalarıyla beraber bu sefer orta saha üstünlüğü Bursaspor'a geçti ve oyun tempo kazandı. Fenerbahçe de geri çekilmeyip, bu tempoya cevap verince ortaya da çok güzel bir futbol çıktı. Sercan Yıldırım ve Volkan Şen'in tercih hataları aslında Bursaspor'u hücumda geri planda tuttu ama Ergiç'in ofansif katkısı, kanatları iyi kullanmaları ve Insua'nın oyuna girdikten sonra yarattığı etki Bursaspor'a da galibiyeti getirebilirdi. Sonuç olarak her iki takımında iki puan kaybetmesinden ziyade birer puan kazandıklarını düşünüyorum. Tabii bu skor bütün rakiplerine yaradı, özellikle de yarın maçını oynayacak olan Trabzonspor'a.

BURSASPOR: 1 - FENERBAHÇE: 1

Stat:
Atatürk

Hakemler:
Cüneyt Çakır, Bahattin Duran, Tarık Ongun

Bursaspor:
Ivankov, Ali, Ömer, İbrahim, Vederson, Turgay, Hüseyin, Ergiç, Batalla (Dk.71 Insua), Volkan Şen (Dk.76 Ozan İpek), Sercan (Dk.90 1 Nunez)

Fenerbahçe:
Volkan, Göhan Gönül, Yobo, Bilica, Caner, Mehmet Topuz, Baroni (Dk. 86 Kazım), Emre, Stoch (Dk.71 Dos Santos), Alex, Semih (Dk.86 Gökhan Ünal)

Goller:
Dk.17 Semih (Fenerbahçe), Dk. 52 Ergiç (Bursaspor),

Sarı Kartlar:
Dk.25 Turgay, Dk.58 Sercan, Dk.70 Ali Tandoğan (Bursaspor), Dk.45 Mehmet Topuz, Dk.58 Bilica, Dk.83 Dos Santos (Fenerbahçe)

Mehmet Ekici'nin Tercihi Türkiye


Mesut Özil ve Serdar Taşçı'nın Almanya tercihlerinin ardından öne çıkan bazı gurbetçi futbolcuların Türkiye'yi tercih etmesi pek beklenmeyen bir durumdu. Almanya'da imkanların daha iyi olması, Türkiye'yi seçmeleri durumunda yaşanabilecek bazı zorluklar derken gurbetçi futbolcuların tercihi bizden yana olmuyordu. Bir de işin ilgi boyutu var tabii. Bundan bir önceki zihniyet Milli Takım pazarlık konusu olmaz zihniyeti vardı ve bu futbolcularla yeterince ilgilenildiğini düşünmüyorum. Zaten Almanya veya diğer ülkeleri tercih eden gurbetçilerin de ilk söylemi, bizlerle çok ilgilendiler oluyordu. Şimdi ise baktığımızda Hiddink bu futbolcularla görüşüyor, onların maçlarını izlemeye gidiyor ve sürekli bir sıcak temas halinde. Durum da böyle olunca bizi tercih etmez dediğimiz çoğu futbolcunun artık Türkiye tercihini kullanacağını düşünüyorum. Mehmet Ekici de olduğu gibi. Fazla bir umut yokken bir anda böylesine kaliteli bir futbolcuya sahip olduk.

Hiddink'in bir gençleştirme operasyonu yapacağından bahsediliyor ve bunun için de bazı isimleri şimdiden belirlemiş durumda. Bu operasyonun önemli halkalarından birisi de Mehmet Ekici'ydi. Ayrıca İlkay Gündoğan'ı da es geçmemek lazım, umarım onun da tercihi bizden yana olur. Mehmet Ekici'yi dönersek bu futbolcu özellikle bu sezon gösterdiği performansla iyi işler yapıyor. Kendisi Bayern Münih altyapısından yetişen bir futbolcu ve bu yıl Nürnberg formasını kiralık olarak giyiyor. Oyunun iki yönünü oynayan orta saha dediğimiz tarzda ve büyük de gelecek vaad ettiğini belirtelim. Bayern Münih'in de bu futbolcu üzerinde büyük planları var ve gelecek sezon takımın önemli kozlarından birisi olacak. Aynı şekilde de Almanya'nın de planları arasında yer alan bir futbolcuydu ama tercihini Türkiye'den yana kullandı. Nürnberg'in bu yıl oynadığı 8 Bundesliga maçında forma şansı bulan Mehmet Ekici, bir de gol kaydetti. Ekici, 2007'den bu yana Alman U17, U19 ve U21 milli takımlarında forma giydi.

Türkiye Kupası'nda Gruplar

Ligden erken kopan, şampiyonluk ümitlerini gittikçe azaltan takımlar için Ziraat Türkiye Kupası son yıllarda kurtuluş reçetesi oldu. Ligi 3. veya 4. bitirsen bile bu kupayı aldığında artık o sezonu başarılı geçirdin sayılıyor. Bu açıdan Galatasaray ve Beşiktaş için de Türkiye Kupası'nın önemi bu sezon çok büyük. Lig bir maraton, daha çok puan kayıpları yaşanır ama sezona kötü başlamak ligin ilerleyen dönemi için sıkıntı yaratabilir. Bu yüzden Türkiye Kupası'nın kazanılması oldukça önemli gibi duruyor. Bir de Galatasaray'ın bu kupayı son olarak Hagi yönetiminde kazandığını unutmamak lazım. Mutlaka ekstra bir motivasyon olacaktır ve Galatasaray'ın geçmiş sezonlara oranla daha fazla bu kupaya odaklanacağını düşünüyorum. Gruplara baktığımızda;

A Grubu: Galatasaray, MP Antalyaspor, Gaziantepspor, Denizlispor, Beypazarı Şekerspor

Bana göre oldukça zorlu ve dişli bir grup. Galatasaray'ın da Gaziantepspor ve Antalyaspor'la deplasmanda oynayacağını düşünürsek grubun dengeleri oldukça ilginç bir noktaya dayanıyor. Ayrıca Denizlispor gerçeğini de es geçmemek lazım, çok ilginç sürprizlere imza atabilirler. Görünen Galatasaray ve Antalyaspor'un ilk iki adına avantajlı olduğunu söyleyebilirim ama Gaziantepspor da bu yarışın mutlaka içerisinde olacaktır.

B Grubu: Trabzonspor, Beşiktaş, Manisaspor, Gaziantep BŞB, Konya Torku Şekerspor

Trabzonspor'un şanssızlığı bu diyebilirim. Geçtiğimiz sezonda da Galatasaray seribaşı değildi ve Trabzonspor'un grubuna düşmüştü. Şimdi ise Beşiktaş'la eşleştiler ve maçın İnönü de olması onlar açısından handikap yaratacak. Ayrıca Manisaspor gerçeğini de es geçmemek lazım. Bana sorarsanız Trabzonspor ve Beşiktaş'ın içerisine gireceği mücadelenin arasından Manisaspor'un sıyrılabileceğini düşünüyorum. Gaziantep BŞB ve Konya Şekerspor ise grubun averaj takımları.

C Grubu: Fenerbahçe, Gençlerbirliği, Ankaragücü, Bucaspor, Yeni Malatyaspor

Fenerbahçe'nin bu gruptan zorlanmadan lider çıkacağını düşünüyorum. İkincilik mücadelesi ise büyük keyif verecek ama favorim Bucaspor. Zaten iyi bir takımları var, ayrıca Samet Aybaba da takımın kimyasına uyan bir teknik adam. İlerleyen haftalarda da takım olarak daha iyi bir konuma geçmeleri mümkün. Gençlerbirliği ve Ankaragücü ise farklı sorunlar içerisinde olduğundan bu kupaya ne kadar odaklanabilirler bilmiyorum.

D Grubu: Bursaspor, İstanbul BŞB, Kasımpaşa, Karşıyaka, Kırıkhanspor

Bursaspor ve İstanbul BŞB'nin ilk iki adına fazla zorlanmalarını beklemiyorum. Ama Kasımpaşa açısından ligdeki kötü gidişat onların kupaya daha fazla yönelmelerini sağlayabilir. Ayrıca kendi sahasında Kayserispor'u eleyen Karşıyaka da özellikle kendi evinde alacağı sürpriz skorlarla da grubun belirleyecisi olacaktır.

Arda Turan'la 2013'e Kadar

Adnan Polat ''Arda Turan bu takımdan kupa kazanmadan gidemez'' diye dursun, Arda için Avrupa günlerinin artık çok da uzak olmadığını düşünüyorum. Hatta bu sezonun ardından da bu seyahat gerçekleşebilir. Burada önemli nokta ise Galatasaray'ın bu transferde elini güçlendirmesiydi. Yani Arda Turan'dan elde edebileceği en yüksek bonservisi kazanmak zorunda. Bunun için de en az bir yıl daha sözleşmesini uzatmak gerekiyordu ve bu başarıldı. Mesela bu sezon başında Mesut Özil'in Real Madrid'e transferini izledik. Bu futbolcu 15 milyon avro gibi bir bonservise transfer oldu. Oysa Dünya Kupası'nı da göz önüne aldığımızda daha yüksek bir ücrete gidebilirdi, bu potansiyelde olduğunu da bu sezon oynadığı futbolla da gösteriyor ama sezon sonunda sözleşmesi biteceğinden Werder Bremen bu futbolcudan ne kazansam kazançtır mantığını gütmek durumunda kaldı ve bu transfer gerçekleşti. Bu sezonun sonuna geldiğimizde de aynı durum Arda için yaşanabilirdi ve bu futbolcunun sözleşmesi 2012'de biteceğinden Galatasaray da beklediği ücreti kazanamayacaktı. Bu yüzden transfer adına elini güçlendirmesi, hem de Arda'nın alacağı ücrette iyileştirmeye giderek Arda'nın kafasını biraz daha rahatlatması isabetli oldu.

Arda Turan gerek Galatasaray gerekse Milli Takım adına vazgeçilmez bir futbolcu. Özellikle Milli Takım o olmadığında daha büyük sıkıntılar yaşıyor, bu yüzden Arda Turan'ın mümkün olduğu en iyi noktaya gelmesi şart. Mehmet Topal'ın da kısa sürede gösterdiği gelişimin ardından Arda'nın daha büyük bir patlama yapacağını düşünenlerdenim. Yine de Arda'nın gelişiminde Hagi'nin de payının olabileceğini düşünüyorum. Hatırlıyorum, Hagi 1-2 sezon önce ''Arda Turan, Uğur Uçar gibi genç isimleri ben şimdilerde oynadığı mevkilere kaydırmıştım'' der. Hatta A takıma da ilk olarak {87 jenerasyonunun genelini} Hagi almıştı. Sonrasında ise Gerets, Kalli derken bu isimler şans bulmaya başladı ama bizlere kalan iki futbolcu Arda ve Aydın Yılmaz olarak görünüyor. Bu yüzden Hagi'nin önemi büyük, gençlere de verdiği önemi düşünürsek bu bizler adına büyük bir avantaj.

Arda Turan bütün sistemin üzerine kurduracak kadar büyük bir potansiyel. Özellikle de ülkemiz şartlarında. Hagi'nin de Arda'yı temel alarak bir sistem kuracağını düşünenlerdenim. Fenerbahçe derbisinde önceliğini rakibi durdurmaya dayalı bir takım vardı ama sakatların da dönmesiyle beraber kendi sistemini rakibe kabul ettirecek bir takımla karşılaşacağız. Bunun da kilit noktaları Arda Turan ve Baros olacak. 4-3-3 de oynayabiliriz, 4-3-2-1'de veya 4-2-3-1'de. Hangi sistem olursa olsun Arda takımın beyni görevini görecektir. Ayrıca Elano'nun da özgüvenini yeniden kazanmaya başlaması, Misimovic'in varlığı da derken Arda'nın sorumlulukları azalacak ve kendini futbola daha fazla vermeye başlayacak. Bunun da performansında bir artış yaratacağını düşünüyorum. Elimizde iyi bir hücum kadrosu var ve bunu en iyi şekilde kullanmak gerekiyor. Orta saha anlamında alternatiflerden bahsedemiyoruz ama hücum konusunda yelpaze oldukça geniş. Yelpazenin en ucunda da Arda Turan var.

Rıdvan Dilmen & Tanju Çolak & Sergen Yalçın

Fotoğrafa bakınca öncelikle genç Sergen kelimesini kullanmak gerekiyor. Tanju Çolak'ın kanatları altına girmiş ve muhabbete dahil olmuş. Ama fotoğrafın yılını çıkartamadım, büyük ihtimalle 90'lı yılların ilk bölümünden bir kare.

O da Geldi Geçti / Carlos Alberto de Oliveira Capone

Fatih Terim döneminin yabancı transferlerine baktığımızda ilk etapta Rumen futbolcular vardı ve Güney Amerikalı futbolculara pek yönelmezdi. Zaten kariyerine de baktığımızda Güney Amerika dolaylarından aldığı futbolcularda pek başarı oranı yakalayamamıştır. Bu zincir ise önce Taffarel'le açıldı ama bu adamın kariyerini konuşmaya gerek yok. Takıma getirdiğinde bir bakıma başarı garantisini sırtına alarak gelmişti. Diğer halkalar ise Capone ve Marcio ile kırıldı. Ben Marcio'yu da başarılı sayanlardanım, sonuçta iki sezon boyunca takımda kaldı. Uefa Şampiyonu olduğumuz dönemde de Hakan Şükür ve Arif Erdem için iyi bir alternatif yarattı diyebilirim. Capone ise bildiğin fenomene dönüşenlerden. Galatasaray formasını giydiği üç sezonda büyük başarılar gördü ve bu başarılarda da payının yüksek olduğunu söyleyebilirim. Aslında Galatasaray'dan önce de herhangi bir kariyerinin olduğunu söyleyemem, kim nasıl bulmuş gerçekten bilmiyorum ama bu transfere ilk etapta kumar diyeceksek başarılı bir kumar oldu. Özellikle de duran toplarda arka direk organizasyonları unutulmaz, birçok golü bulunur.

1999/2000 sezonu öncesinde Marcio ile beraber transfer edildiğinde futbolcu hakkında fazla bir bilgimiz yoktu. Ama sezon içerisinde izlediğimizde çok isabetli bir transfer olduğunu görmüştük, kendisi stoper ve sağ bek olarak oynayabiliyordu. Özellikle de sağ bekte oldukça iyi işler yaptı ve Fatih Terim'in de değişmez isimlerinden birisi oldu. O sezon Milan'a attığı gol sayesinde belki de bu Uefa Kupası süreci başlamıştı diyebilirim. Bir sonraki sezonda da Lucescu kendisinden vazgeçmedi ve forma şansı vermeye devam etti. Yine takımın önemli alternatiflerinden birisi olmuştu ama bir sonraki sezona geldiğimizde ise papucu biraz dama atıldı. Kadro içerisinde iyi bir alternatif halini almıştı ama önceki iki sezona oranla takımın bankolarından birisi değildi artık. Sezon sonunda ise takımın başına Fatih Terim geldiğinde takımdan gönderildi. Onu bu takıma transfer eden Terim, ayağının tozuyla kendisinden vazgeçen isim olacaktı. O da Kocaelispor da şansını denedi ve devamında ülkesine dönerek futbol hayatını noktaladı.

Bize ise kalan güzel geçen üç sezon ve efsane olmasa bile ona yakın derecede zihnimize yazılacak olan 35 numara kaldı. Son derece kontrollü futbolu vardı, top tekniği oldukça da iyiydi diyebilirim. Stoper olarak Popescu & Bülent Korkmaz ikilisinin iyi bir alternatifiydi, özellikle de Popescu olmadığında o geriden oyun kurma becerisi durumunda Capone başvurulan isimdi. Ama genelde sağ bek olarak oynadı ve kendisini bu bölgede ben daha başarılı buluyordum. Tabii duran toplarda da ileri çıkıp attığı golleri unutmamak lazım.

28 Ekim 2010 Perşembe

Kewell & Capone

Galatasaray - Leeds günlerinden bir kare. Capone'nin Kewell ile mücadelesi. Hatta Leeds'le oynanan ilk maçta da Capone'nin golünün olduğunu unutmayalım.

Zararın Neresinden Dönülse Kâr Mı?

Fenerbahçelilerin Güiza'nin yüzünü bile görmek istemediklerinden eminim. Hele de şu Niang'ı izledikten sonra. Niang tarzında bir forveti aradılar durdular, büyük paralar harcadılar ama giden yıllara yazık oldu. Özellikle de Semih Şentürk açısından. Kendisine oranla kötü durumda olan isimlerin arkasında bile yedek bekledi, üstelik en iyi zamanlarında. Şimdi ise Niang'ın alternatifi durumunda ama gelebilecek herhangi bir futbolcunun da Niang'ın önüne geçme şansını az görüyorum. Güiza da bu isimlerin başında geliyor ve kendisi İstanbul'a gelmiş durumda. 3 hafta sonra da takımla idmanlara başlayacak. Aykut Kocaman, Güiza ile ilgili ''eğer bu futbolcuyu başka bir takıma gönderemezsek, kendisini kazanmak durumundayım'' tarzında bir açıklama yapmıştı. Yani Güiza takıma katıldığında ona da bir şans tanıyacak, büyük ölçü de bu futbolcu eski şanslarını bulamayacak elbette ama çok da kötü bir alternatif olmayabileceği düşüncesindeyim. Güiza'yı ben Mallorca'nın kontra atak golcüsü olarak tanıdım, bu şekilde gol krallığına ulaştı. İspanya da ise kalite isimlerin arkasında iyi bir alternatifti ama sistemi oturmuş bir takımın asla birinci santraforu olamayacak nitelikte. Bir diğer eleştiri de Güiza'nın tek santrafor oynamayacağı yönündeydi. Acaba Niang ile beraber oynatılsa, Niang'ın büyük kudreti Güiza'yı kendine getirebilir mi? Ya da Güiza geldiğinde Semih'in yine mi önüne geçecek. Son sorum ise bu adam şans bulamazsa, nasıl bir piyasa yapacak. Zaten aylardır piyasada yok ve şu aşamada kendisini hangi takımın isteyeceği merak konusu. Her açıdan Güiza transferi büyük bir yara olmuştur, en kötü Schuster'in Tabata'yı kazandığı gibi kazanılsa yine de zararın neresinden dönülse kâr mantığı devrededir.

Hagi'nin Şifreleri

Hagi'nin takımın başına getirildiği açıklandığında kafamdan gidecek ve gelecek futbolcuların kimler olacağını kurgulamıştım. Hagi'nin futbolculuk ve teknik adamlık dönemine baktığımızda mücadele ve hırstan beslendiğini düşünerek Elano, Insua, Pino gibi futbolcularla işi olmaz, Cana sisteminde kral olur gibisinden düşüncelerim vardı. Insua için hala aynı düşünüyorum, Hakan Balta ve Çağlar Birinci'nin olduğu bir ortamda sol bek için üçüncü alternatifin bir yabancı olması büyük lüks ama Elano ve Pino konusunda büyük yanılgıya düştüm. Hagi'nin zaten idmana ilk adımını atmasıyla beraber yaptığı ilk iş Elano'yla görüşmek ve ona güven vermek oldu. Bu güveninin de karşılığını Fenerbahçe deplasmanında aldı. Pino ise forvet olarak gösterdiği performansla bütün dikkatleri üzerine çekti ve mutlaka forvet alternatifi yaratılması gerekiyor dediğimiz ortamda ilaç niyetine gelmiş oldu. Hagi de Pino ile ilgili "O genç bir oyuncu. Potansiyeli iyi, ileride her üç mevkide de oynayabilecek bir futbolcu. Öğreneceği çok şey var, ama kaliteli bir oyuncu" cevabını verdi. Bu da Pino üzerinde büyük planları olduğunun göstergesi.

Diğer önemli konu ise Rijkaard'dan kendisine nasıl bir kadro kaldığı yönündeydi. Hatırlıyorum, Bülent Korkmaz'ın Skibbe'nin yerine gelmesinin ardından kurduğu ilk cümle futbolcuların fizik açıdan çok kötü olduğu ve bir enkaz devraldığı yönündeydi. Hagi de buna benzer açıklamalar yapmış. Direk enkaz aldım tarzında bir sözü yok ama yorumları buna yakın. Bu konuyla ilgili ise "Takımla ilgili fazla yorum yapmak istemiyorum. Buradaki durumu herkes biliyor. Böyle bir zor durumda buraya gelmeyi kabul ettim ve çok çalışmam gerektiğini biliyorum. Takım çok iyi gitseydi herhalde ben burada olmazdım diye düşünüyorum. Dolayısıyla bunu bildiğim için, ancak şu mesajı verebilirim; gerçekten çok çalışmam gerekiyor ve işleri yerine oturtmam gerekiyor. Taraftarımız, camiamız yanımızda olsun, oyuncularda çok çalışmamız gerektiğini anlasın ve biz bunları plan-program yaparak bu durumu değiştirmemiz gerekiyor. Çünkü Galatasaray;da işler iyi gitseydi, o zaman ben burada olmazdım." diyor. Takımın durumunun kötü olduğu ortada, özellikle de ruhsal açıdan. Ama takımın fizik durumunun düşük olması falan tartışılması gereken konular. Hatırlayın, Rijkaard geldiğinde yanında getirdiği kondüsyonerler Dünya'nın en iyi kondüsyonerleri arasında gösteriliyordu ama şimdi getirilen eleştiriler çok farklı. Şimdi ise Hagi ayağının tozuyla bazı günlerde idmanları ikiye çıkardı. Bu da fizik durumuyla ilgili endişeleri olduğunun göstergesi.

Bu Adam Futbol Demek



Rıdvan Dilmen'in bir sözünü hatırlarım. Allah bana ölmeden bir gün önce top oynamayı nasip etsin der. Bazı insanlar böyle, futbol onlar için vazgeçilmez tutku. Futbolu bırakıp teknik direktör olsalarda, yorumcu olsalarda veya herhangi bir iş yapsalarda o sahalardan kopamazlar. Hagi de futbol için yaşayan insanların ilk sırasında geliyor. Ama o olayı biraz daha ileriye taşıyıp, her fırsatta takım idmanlarına da dahil olacakmış gibi görünüyor. Aralarına Tugay'ı da aldıklarında tadından yenmeyen bir durum oluşur mu dersiniz.

Fatih Terim & Bülent Uygun & Hakan Şükür

Fotoğraf 92 Akdeniz Oyunları sırasında çekilmiş. Fatih Terim'in imajı harika, Bülent Uygun ve Hakan Şükür de asker selamı vermişler.

27 Ekim 2010 Çarşamba

Skibbe'nin Günahı Neydi?

Skibbe benim en inandığım, oynattığı futbolu beğendiğim ve gelecek adına büyük umutlar bağladığım bir teknik direktördü. Takıma geldiğinde birçok eleştiri aldı, Galatasaray yönetimi de isimsiz bir teknik direktörü getirdi diye çok eleştirildi ama o zamanlar Skibbe'ye inanan yönetimin futbolu da çok iyi bildiğini düşünüyordum. Aslında hala öyle düşünüyorum, Rijkaard'ı getirerekte o vizyonu gösterdiler ama sorun futbol yönetiminde. Malesef gerçekleştirdikleri icraatın devamını getiremiyorlar ve sonuç genelde kötü oluyor. Skibbe de bunu yaşayanlardan birisi olmuştu, hatta Rijkaard'a gösterilen sabrı da gördükçe ''acaba Skibbe'nin günahı neydi'' sorusunu kendime sıklıkla sordum. Bu yüzden de bir anket açıp, konuyu sizlere sormak istedim.

Gelen cevapların yüzde 50'si Skibbe'nin günahının Adnan Polat yönetimiyle çalışmak olduğunu söylemiş. Rijkaard'ın gidişinin ardından herkes yönetime tepkili ve Skibbe zamanında aynı tepkiyi böylesine vermemelerine rağmen Rijkaard gidince durum daha da ortaya çıktı. Yüzde 31'lik oy ise Skibbe'nin yeterince sesinin çıkmadığına gitmiş. Çünkü yardımcıları gönderildi ses çıkarmadı, belki de istediği oyuncular transfer edilmedi ses çıkarmadı derken çok pasif bir görüntüsü vardı. Bu da yönetim kendisine maşa mı arıyordu sorularını beraberinde getirdi. Yüzde 15'lik dilimler ise Skibbe'nin karizmasının olmamasına ve takımdaki sakatlık sorununa ayrılmış. Galatasaray gerçekten o dönemde de birçok sakat futbolcu verdi ve o sakatlıklar zaten başarı önündeki en büyük engeli oluşturdu. Karizma konusu ise tartışılır, eğer bir Mourinho bekleniyorsa diyecek birşeyim olamaz. Yüzde 11'lik kesim Lincoln ile arasının çok iyi olmasından ötürü Skibbe'nin günahı vardı demiş. Lincoln'ü seven de çok, sevmeyen de ama şunu söyleyelim. Lincoln'ü de en iyi kullanan teknik adam Skibbe olmuştu. Verdiği tavizler ise sonradan başımıza belalar açtı. Yüzde 10'luk kesim ligdeki kötü gidişten ötürü, yüzde 6 ise Galatasaray ismini kaldıramamasını söylemiş. Benim düşüncem ise Skibbe'nin ileride Löw kıvamına gelmesi kimseyi şaşırtmasın.

Olası 4-4-2'ye Geçişte Santrafor Alternatifi

Ramiz Dayı gibi konuşacak olursam ''mesele takımı santraforsuz bırakmak değil, mesele eldeki alternatiflerden santrafor yaratmak'' demek isterdim ama meselelerden birisi takımı santraforsuz bırakmak. En azından birinci tercihin Baros'sa en azından bu kalitenin bir aşağısında bir futbolcu daha bulundurmak. Hadi geçen sezon Kewell'la bunu hallettin diyelim ama iş Nonda'ya geldiğinde Jo'ya kadar uzun bir süreç yaşandı. Şimdi ise Baros yine yok ve Rijkaard hala görevde olsa takımın yüzde 70'i gitti derdim. Çünkü bir sistemin var ve bunun asla dışına çıkmıyorsun. Hagi ise böyle bir teknik adam değil, rakibe göre de sistemler yaratıyor. Bazı maçlar ilginç tercihler izleriz ve başarılı olmasını umarız. İlk Galatasaray tecrübesine baktığımızda cv'si iyi şeyler söylüyor, bu yüzden Hagi açısından olumlu düşünüyorum. Fenerbahçe maçına bakarsak ben dahil çoğumuz Pino yerine Mehmet Batdal'ı beklerdi ama Pino oynadı. Gösterdiği performansta oldukça olumlu, hatta şöyle düşünün. Karşısında oynayan Yobo'ya maçın adamı deniyor, bu da Pino'nun aslında normalde daha büyük bir etki gösterebileceğinin göstergesi.

Şimdi ise Baros'un Antalyaspor maçında da olmayacağı söyleniyor ama Pino ile bu durumu en azından bu maçta rahat geçeriz. Ama Baros döndüğünde Hagi'nin Pino üzerindeki düşüncelerini merak ediyorum. Pino eskisi gibi kanatlarda zor şans bulur. Elano sağ tarafta, Arda ise sol tarafta forma vermez. Üstelik daha Kewell, Misimovic gibi futbolcular da var. Benim düşüncem Baros'un dönmesine rağmen Pino'nun da forvet olarak oynayacağıdır. Hagi ilk geldiğinde 4-4-2'ye geçer ama devre arası mutlaka bir santrafor transferi gelir, olmadı Kewell oynar diyordum ama şu aşamada Baros ve Pino'yu beraber kullanmak mümkün. Baros'un zaten santrafor özelliklerini saymaya gerek yok. Pino ise hızlı, teknik ve gözü kara bir futbolcu. Çok ilginç şutlar çıkarabiliyor ve bu şutların geneli de oldukça isabetli. Kanatlarda da Elano ve Arda oynadığında çok dengeli bir hücum hattı oluşuyor. Tek merakım ise orta sahanın ortasında Cana'nın yanında Misimovic'i mi kullanacağı yönünde. Fenerbahçe maçında gördüğüm Misimovic işin savunma tarafında da oldukça iyiydi ama orta sahanın ortasında oynadığında etkisi ne olur bilmiyorum. Hücumda elbet iyi işler gelir ama Gerets zamanında olduğu gibi tek ön liberoyla bu işi götürebilir miyiz? Gerçi Saidou ile Cana'yı da kıyaslamaya gerek yok.

Neill’in Tanımı Olsa Olsa Savaşçı Olur / SC Ritüeli #8

Tek kale oynuyoruz, pozisyonlara biz giriyoruz ama yenilen yine biz oluyoruz. Sonra yıllar geçiyor ve Kadıköy psikolojisi giderek büyüyor, bu sefer de ortaya sinmiş bir Galatasaray çıkıyor. Bizim kendi evlatlarımız dediğimiz insanlar televizyonlara çıkıyorlar, bazı olayları gülerek anlatıyorlar ama aslında kendi hallerine ağlıyorlar. Kadıköy böyle bir psikoloji olmuştu ve bu psikolojiyi mutlaka aşmak gerekiyordu. Zaman içinde gördüğümüz ise taktik, teknik gibi konulardan ziyade biz bu olayı kafada aşmalıydık. Sinen taraf biz değil, karşı taraf olmalıydı ve bir şekilde bu kaosun içerisinden çıkmalıydık. Aslında kaosu yaşayan taraf biz olduk, Rijkaard gitti, Hagi geldi derken iki günlük idman ve motivasyon 10 yılın yapamadığını yaptı. Tabii akıllara Rijkaard'ın beceremeyip, Hagi'nin iki günde becerdiği ne sorusu da geldi. İşte bu noktada devreye Atilla Çelik girer. Atilla Ağabey de mücadele insanıdır, hırslıdır, başarmayı sever eğer işi futbola döküyorsak bu mücadeleyi tuttuğu takımda görmek ister. Haftalardır zaten Galatasaray'ın mücadele etmediğinden, ruhsuzluğundan bahsediyoruz. Bu ruh nasıl geri gelirdi, sonuçta Arda yok, Kewell yok, Baros yok. Ama Neill var, bir general gibi takımını sırtladı. Cana var, bu adam zaten savaşın içerisinde doğmadı mı. Durum bu olunca da bu haftaki ritüelin ana teması mücadeledir...

Teknik direktör değişimleri bazen kısa vadede sonuçlar verir. Manisaspor'da Hikmet Karaman örneği gibi. Bir anda seri galibiyetler ama uzun vadede ne getirecek büyük bir soru işareti. Bunun gibi birçok örnek sayabilirim. Hagi'nin gelmesi ve iki gün içerisinde ne yaptıysa takıma kattığı ruhsal sinerji Fenerbahçe deplasmanında oldukça üstün bir futbolla son 10 yıldır oluşan ezberleri bozdu. Bunun yanında taraftarın yüzünü güldürdü. Sen iki günde takımın böylesine değişeceğine inanabiliyor musun yoksa Rijkaard döneminden bize kalan ruhsal anlamda çökmüş bir Galatasaray mı vardı?


Atilla Çelik; Galatasaray’ın iki günde bu kadar değişmesini ve Fenerbahçe karşısında sergilediği futbolu ortaya koymasını beklemiyordum. İnanmayı geçtim, umudum bile yoktu. Ne oldu da oyuncular bu kadar değişti ve oldukça hırslı bir futbol ortaya koydular? Günlerdir konuşulan bir mevzu var. O da oyuncuların Rijkaard’ı sabote etmek için son maçlarda doğru düzgün oynamadıkları, kendilerini oyuna vermedikleri.. Bu ne kadar doğru, kesin kanıtlar var mıdır bilemiyorum ama Rijkaard döneminde bu kadar hırslı ve içten oynamayıp Hagi döneminde bu kadar hırslı oynamak neyin nesidir diye sorabilir, kızabilir Rijkaard hayranları.

Bir de olaya şu açıdan bakmak lazım. Eğer ortada bir inanç yoksa, feci bir özgüven kaybı varsa, bazı oyuncular kendilerini hiç iyi hissetmiyorlarsa ve ilgili merciler bu sorunların üzerine mantıklı bir şekilde yaklaşmıyorsa o takım her geçen gün inişe geçecek, revire dönmüş bir takım göreceksiniz. Özgüvenini ve asıl kimliğini kaybetmiş oyunculara güven aşılamak, onları motive etmek çok önemli bir nokta. Olaya Rijkaard’ın üzerinde pek durmadığı veyahut pek tercih etmediği oyunculardan bakarsak, işe yeni başlayan bir hocanın idmana daha çıkar çıkmaz Elano’yu karşısına alıp onunla çok önemli şeyler konuşup sana çok güveniyorum ve senden çok şey bekliyorum demesinin akabinde, bu, o oyuncu için yeni bir başlangıç, yeni bir sayfadır. Elano’nun F.Bahçe derbisinde suratına baksaydınız boğa kadar hırslı bir oyuncu görürdünüz.

Ya da bir türlü Cana’ya forma verilmezken, Hagi Cana’yı karşısına alıp ondan çok şey beklediğini ifade eden motivasyonun dibine vurursa, ortaya boşluğuna gelen darbeden sonra bile ayakta durmaya devam edip, kendisini tekrar siper eden bir cengaveri görebilirsiniz.

Bir oyuncuya özgüven aşılamak, ona çok farklı bir tavırla yaklaşıp daha ısırgan ve buyurgan motivasyon yolunu seçmek önemli şeylerdir. Mesela Terim bu ülkenin en iyi motivasyoncularından biri olabilir ama bazen üst üste gerçekleşen kötü olaylar ve sonuçlar sonrasında, kendisine güvenini kaybetmiş ve morali dibi boylamış oyuncuları kendine getirmek çok zordur. İkinci döneminde ilgili kötü gidişi o bile durduramamıştır.

Bazen yeni bir nefes, yeni bir başlangıç çok farklı şeyler ifade eder. Yeni bir hayat başlar. Yeni bir sayfadır bu ve o sayfaya yazmaları için kendilerine güvenini kaybetmiş oyuncular beklenir. O oyuncuların bir şeye ihtiyacı vardır. Bir kıvılcıma değil ama! Bir Storyteller’a ihtiyaç vardır. Davudi sesli, etkileyici bir karizmaya sahip bir Storyteller’a.. Hagi, bu takımın yeni bembeyaz sayfalarına bir şeyler karalanmasını sağlayabilecek Storyteller’ın ta kendisidir bana göre.

Futbolcu profesyonel olmalıdır muhakkak. Ne olursa olsun, işini en iyi şekilde yapmalıdır. Yüreğini koymalıdır. Bu onun ekmek parasıdır ve o parayı sonuna kadar hak etmelidir. Şartlar ne olursa olsun! Her maç elinden geleni ardına koymamalıdır. Ama her futbolcunun karakteri bir olmuyor. Onlar da bir insan ve bundan kaynaklı olarak motive edilmeleri çok önemli olabiliyor. Olay sadece motivasyonda bitmiyor tabii ki. Elinizdeki mevcut oyuncuların genel yapısına uygun oyun sistemini uygulamaya çalışmak daha sağlıklı bir oyun yapısına sebebiyet verebiliyor.

Yeni bir başlangıç söz konusuydu. Profesyonel ve oldukça efendi biri olan Rijkaard’ın yerine, takımın içinden biri, Galatasaray’ın çok önemli ve efsane parçası olan, disiplinli, komutan özelliklerine haiz ve her şeyden önce savaşçı ve mücadeleci bir kimliğe sahip olan Hagi gelmişti. Hagi’nin karakterini bilenler, onun oyuncularının nasıl olmasını istediğini ve onları nasıl motive edebileceğini bilir. Hagi’nin tek yaptığı sadece motivasyon değildi, Tugay ile birlikte yeşil zeminde uygulanmak üzere ortaya çıkardığı akıl dolu diziliş ve oyuncu seçimiydi.

Sormak istediğim diğer iki futbolcu ise Elano ve Pino olacak. Çünkü Fenerbahçe maçını izlediğimde gözlerime inanamadım. Bu futbolcular bir anda nasıl bu duruma nasıl geldiler bilmiyorum. Rijkaard, Elano'yu daha önce de sağ kanat olarak denemiş ama sahada ruhani bir Elano ile karşılaşmıştı. Geçtiğimiz sezonki durumu ise zaten biliyoruz. Pino ise büyük umutlarla gelmiş ama gösterdiği performansla sınıfta kalmış ve Keita'nın yerine geldiği akıllara geldikçe bizleri üzmüştü. Şimdi ise sorumluluk alan, mücadele eden, inanılmaz bir performans ortaya koyan bir Elano, daha önceleri neredeydin dedirtecek bir Pino. Sen nasıl karşılıyorsun bu değişimleri?


Atilla Çelik; Elano’daki değişikliğin en önemli nedeninin yeni hocanın işe başlar başlamaz, daha ilk antrenmanına çıkar çıkmaz bu oyuncuyu karşısına alarak onunla özel bir konuşma yapmasıdır. Hagi’nin o konuşma esnasında ona sarf ettiği sözlerin Elano için patlayıcı bir güç olduğunu düşünüyorum. Uzun zamandır oynatılmayan bir oyuncunun bu anlamda motive edilmesi, futbolu özlemesi ve artık elini taşın altına koyması gerektiğini iyice anlaması sonucunda boğa gibi hırslı bir Elano ile karşı karşıyaydık.

Pino ise kendi bireysel yeteneklerine uyan bir sistemde ve en uç bölgede çok iyi oynayarak hepimizi şaşırttı. Asıl dikkat çekici olan kaleye çektiği şutların oldukça etkili olması ve %80 kaleyi tutturmasıydı. Top kendisine gelir gelmez aniden belden dönerek rakibini ekarte etmesi, topu çok iyi saklaması ve iyi sürmesi gibi yeteneklerini sergileme fırsatı buldu. Açık alan bulacak bir Pino’nun bunları yapabileceği görmüş olduk.

Ne yalan söyleyeyim, F.Bahçe maçına dair beni şok eden bir şey varsa o da Pino ve Elano’nun ortaya koyduğu oyundur. Hiç beklenmedik, dumur edici bir durumdu. Maçın ilk yarısı kendi adıma çok garipti. Kendimi çok acayip hissetmiştim. Gözlerim Pino ve Elano’ya odaklanmış, garip bir haz ve gururla, büyük bir şaşkınlıkla izliyordum oyunlarını. Beni bu maça dair en çok etkileyen, garip bir şekilde hislendiren bir şey varsa, o da bu iki oyuncunun aslında ne kadar önemli bir potansiyele sahip olduğunu görebilmemizdi. Demek buymuşsunuz hissi farklı bir şey. Elinizde bu kadar değerli iki oyuncu var. Birinden 1,5 yıldır, diğerinden de birkaç aydır yararlanamıyorsunuz bile. Bu aynı zamanda çok üzücü ve düşündürücü..

Arda ruh, Kewell mücadele, Baros'a ise azim diyorum. Bu üçlü benim için Galatasaray'ın üç temel elementidir. Dördüncü elementin ise Neill olduğunu düşünüyorum. Avustralyalıların geninden mi geliyor bilmiyorum ama mücadele bu insanların geninde var. Geçtiğimiz sezon oynanan Kayserispor deplasmanını hatırladım. Makukula bildiğimiz gibi bu ülkenin fizik güç bakımından belki de en güçlü futbolcusu ama Neill onu mücadele anlamında sindirmişti. Şimdi aynı şekilde Niang'ı da silmeyi bildi. Üstelik Niang'ın ekstra özelliklerini saymaya bile gerek yok. Benim için Niang Fenerbahçe'nin yüzde 30'udur, hücumun ise yüzde 70'idir. Neill ise Niang'ı durdurarak bu yüzde 70'i bitirmiş oldu. Sen Neill için neler söylemek istersin ve yukarıda verdiğim üç tanımın yanında Neill'in tanımı ne olabilir?


Atilla Çelik; Neill ilk geldiği günden beri savaşçı ve mücadeleci yapısının yanında, kalpten ve hırslı oyunuyla çoktan taraftarların gönlünde önemli bir yere sahip. Galatasaray’ın 10 yıldır rakibini yemediği Saraçoğlu’nda yaşadığı en büyük sıkıntılardan biri, rakip takımın kendini sindirmesine karşılık bir cevap verememesi ve bu anlamda yokları oynamasıydı. Yıllardır şu stadyumda rakibini sindirebilen tek bir oyuncu bile çıkmamıştı. Lucas Neill işte bu sıkıntıya uzun yıllar sonra son veren adam oldu. Rakibin en önemli gol ayağını sindirerek takımını büyük ölçüde rahatlatan adamların başında geliyordu. Tabii bunu yaparken Servet’ten yardım alamadığını söylemek lazım.



Neill’in tanımı olsa olsa savaşçı olur..

Galatasaray'ın geçtiğimiz sezon en önemli sıkıntısı savunmasıydı. Bu sezon ise savunma sıkıntısı en üst seviyeye ulaştı. Çok fazla ve basit goller yiyorduk. Bireysel olarak baktığımızda savunma oyuncularımız iyi isimler olarak görünüyor ama kurgu anlamında sıkıntılar vardı. Fenerbahçe maçında ise böylesine golcü bir takıma çok az pozisyon şansı tanıdık, en güçlü yanlarını durdurmayı başardık. Üstelik bunu vatan milet sakarya anlayışıyla değil, hücumda da etkin olup, daha çok pozisyonlar bularak başarabildik. Ben Galatasaray'ın iyi bir savunma takımı olabileceğini düşünüyorum. Sence Hagi'nin uzun vadede düşüncesi ne yönde olur? Hatırlarsan bir Song & Tomas uyumu vardı ve önlerinde de Conceicao & Ergün gibi isimlerle de yine iyi bir savunma takımıydık.


Atilla Çelik; İnsanların bazen yanlış anladıkları bir konu var. Defansif anlamda bazı tedbirleri aldığınızda ya da defansif aksiyonunuzu çok güçlü tuttuğunuzda sizi defansif takım olarak nitelendirebilirler. Defansif aksiyonları güçlü tutmak başkadır, defans takımı olmak başkadır. Eğer futbolda başarılı olmak istiyorsanız, öncelikle takım savunmanızın güçlü olması lazım. Günümüzün en hücumcu ve atak oynayan takımlarından biri olan Barcelona’nın bile çok iyi bir takım savunmasına sahip olduğunu unutmamak lazım. Geçtiğimiz yıl, Inter ŞL Kupasını müzesine götürürken öncelikli yaptığı iş muazzam bir defansf örgüsüne sahip olmasaydı.

Rijkaard’ın en çok başarısız göründüğü noktalardan biri takım savunmasındaki zafiyetler olmuştur. Aynı sorun Skibbe zamanı futbolunda da vardı. Bu oyuncular sadece bu yıl ya da geçen yıl değil, çok iyi oynadıkları Skibbe zamanı futbolunda da sıkıntılar yaşıyordu. Bu ilgili hocaların oyun anlayışından kaynaklanmaktadır. Hagi iki hocanın aksine ilk önce defansif örgüyü oturtan ve akabinde hücumlara bakan bir hocadır. Bu Hagi’nin takımı defans oynatacağı anlamına gelmesin. Görüldü ki, eldeki en kaliteli hücum oyuncuları yokken bile bu takım Fenerbahçe karşısında etkili ataklar yapmış ve olayın hücum tarafını hiç unutmamıştı. Eğer siz hoca olarak nasıl bir diziliş ve oyun taktiği isterseniz, oyuncularınız da ona göre reaksiyon göstermeye çalışır. Fenerbahçe maçındaki kusursuza yakın defans anlayışının ilk mimarı Hagi ve Tugay’ın verdikleri taktiklerdir. Skibbe ve Rijkaard döneminde bekler mümkün mertebe sürekli atağa katılırken, bu maç öncesi bekler fazla ileri açılmadı. Bu bence bu maça özgü bir durumdu. Çünkü Stoch ve Dia gibi iki hızlı ve seri açık oyuncusunun olduğu bir ortamda o bölgeleri boş bırakmak, intihar etmekle eşdeğerdi.

Uzun uzun anlatmama gerek yok. Hagi diyorum ve sözü sana bırakıyorum. Kısa ve uzun vadede neler bekliyorsun?

Atilla Çelik;
Kısa vadede Hagi’den beklenenler belli. Revir halini almış bu takımın oyuncularına özgüven yükleyerek, kendi yapılarına uygun yeni oyun sistemini oturtmaya çalışmak ve çıkışa geçmektir. Ama bu yıla dair Hagi’den kesinlikle bir şampiyonluk beklentisi içinde olmamamız gerekiyor. Gerçi, Hagi bu! Kendisi şartlar ne olursa olsun, kalbinde özel bir yeri olan bu takımın her daim şampiyon olması için elinden geleni yapacaktır. En azından ŞL biletini alabilmesi bile başarılı bir durum olacaktır.

Uzun vadeye gelince, Hagi’nin bu takıma yakışmayacak oyuncuları göndermesini ve takımın genel yapısına uygun, kaliteli oyuncularla ikame etmesini bekliyorum. Sistemli bir yapıya geçiş için iş sadece Hagi’de bitmeyecektir. Yönetimin bu konuda kendisine çok yardımcı olması gerekiyor. Bu takımın her şeyden önce disiplinli bir yapıya, kaliteli kişiliklere ve futbolcuya dayalı düzenin en yakın zamanda sonlandırılmasına ihtiyacı vardır.

Hagi gibi oldukça disiplinli, çalışmayı inanılmaz seven, otoriter ve sert bir insanın takımında laçkalığa izin vereceğini sanmıyorum. İpler bu anlamda güçlü bir şekilde elinde olacaktır. Oyuncuların nezdinde Rijkaard’a nazaran daha saygıdeğer olacaktır. Özellikle temelden beri Galatasaray’ın içinde yer alan ya da bu takımın taraftarı olan futbolcular üzerinde.. Çünkü Hagi onlar için büyük bir idol, bir efsane. Çocukken hayranlıkla izledikleri bir futbol duayeni. Çocukken hayalini kurdukları bir insan artık onların hocası..

Ve altyapıda yer alan gençler için Hagi çok büyük bir nimettir. Hagi futbolcudan anlar ve belli bir yeteneği olan oyuncuların kendisini geliştirmesi için elinden gelen her şeyi yapar. Hagi’nin varlığı Emre Çolak, Musa Çağıran, Mehmet Batdal gibi gençlerin yanında, akademideki gençler için de çok önemlidir. Hagi, aynı zamanda yabancı oyuncuların performansını da yukarı çekecektir. Tüm oyuncularına antrenmanlarda oldukça yüklenecek, fiziksel anlamda güçlü bir takım yaratacaktır.

Hagi’nin başarılı olacağına inancım tam. Savaşçı, defans yapmasını çok iyi bilen ama hücum konusunda da oldukça güçlü bir takım yaratacağını düşünüyorum. Eğer ki yönetim önemli bir destek verirse ve alışıldık katakulli politikasını uygulamazsa Hagi’nin başarısız olması için çok büyük saçmalıklar yaşanması gerekiyor.
 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir