31 Temmuz 2011 Pazar

Kim Bu Dostumuz / Javier Hernández

Uzun zamandır yapmıyorduk, fotoğrafı yakalamışken soralım dedik. Gerçi hemen bileceksiniz, futbol uzmanları her yerde...

Ronaldo Böyle Uygun Gördü

Şampiyonaya katılırsak önümüz açık. Fikstürden, futbola kadar bütün şanslar yanımızda oluyor ve bizim ekol durumumuz da aslında bu tip şampiyonalarda ortaya çıkıyor. Maç aralıkları sık olunca, herkesin de Milli Takım dışında başka birşey düşünmediği ortam oluşunca biz başarıya uzanıyoruz. O mücadele, hırs ve istek mutlaka ortaya çıkıyor.

Ama katılmak mesele tabii. Sorun da burada. Grup eleme maçlarında sürekli sıkıntı yaşıyoruz. Maç aralığı uzadıkça bizdeki o Milli ruh gidiyor mu bilmem ama basit maçlar bile kaybediliyor. Sonra da bu maçların arkasından fazla üzülmediğimizi görüyorum ve çok olumsuz bir tablo oluşuyor. Bütün bu olumsuz havayı silmek adına da yapılması gereken şu şampiyonalara katılma istikrarını yakalamak ve zor bir süreçten geçmek yerine de rahat bir sürecin içerisinden çıkmak. Bu açıdan da 2014 Dünya Kupası grup elemeleri aşaması çok önemli, genel itibariyle baktığımızda da çok da zor olmayan bir gruptayız aslında.

Birinci olan takımların direk olarak katıldığını düşündüğümüzde Norveç, Yunanistan veya Hırvatistan gibi takımların birinci kategoriden gelmesini isterdim. Hollanda, bu açıdan zorlu bir rakip diyebilirim ama Türkiye'nin puan almasının imkansız olduğu bir takım da değil. Liderlik açısından çok büyük favori elbette Hollanda ama Türkiye'nin fikstür avantajı da yakalarsa eğer Hollanda'dan puan alabileceğini düşünüyorum ve işin daha da güzel kısmı ise 2. mücadelesi için yarışacak takımlara baktığımda Türkiye çok büyük avantaj sahibi. Bu grupta Belçika gibi ya da Avusturya misali bizi zorlayabilecek bir takım göremiyorum.

Benim bir düşüncem de şu aslında. Yakın zamanda karşılaşmadığımız takımları grubumuzda görmek isterim. Yenilik iyidir her zaman, farklı ülkelere de gitmek lazım. Macaristan ile Euro 2008 eleme gruplarında karşılaşmıştık ama Romanya bizler açısından yeni olacak. Romanya da son yıllarda büyük düşüş yaşayan ve yeniden çıkış arayan ama bulamayan bir takım. Macaristan ise her zaman belirli bir istikrarı tutturmuş ama yarış içerisinde de pek görünmeyen bir ekip. Bu açıdan her iki takıma karşı da şansımız çok yüksek.

Estonya ise ters takım. Çünkü bizim bu kuzey ülkelerine karşı pek şansımız tutmuyor, alakasız puanlar kaybedebiliyoruz. Estonya'ya 2010 Dünya Kupası elemelerinde de puan kaybetmiştik ve olumsuz bir fikstür durumunda da böyle birşey yeniden belirebilir. Bu yüzden rakibi asla hafife almamak önemli. Andorra ise değerlendirilemez bir takım. Son zamanlarda o son kategori takımları da az da olsa puan almaya başladı, kıpırdanmalar var ama Andorra onlardan biri değil. Son kagetori için bile kura şansı lazım, bu açıdan da şanslıyız diyebilirim.

Genel olarak şanslı bir kura, özellikle de 2.'lik şansımızın yüksek olduğu bir ortam. Euro 2012'ye katılır mıyız bilmem ama eldeki jenerasyonun 2014 için daha avantajlı olduğunu düşündüğümde daha da umutlanıyorum ama o jenerasyonu doğru değerlendirmek adına da istikrar hamlelerini yapmalıyız ve bitmek bilmeyen Hiddink söylentilerine bir son vermeliyiz. Umarım Euro 2012'nin ardından 2014'ü de görürüz de şu şampiyona istikrarı artık bizim için konuşulur olur...

Diğer gruplar ise şu şekilde oluştu:

A Grubu: Hırvatistan, Sırbistan, Belçika, İskoçya, Makedonya, Galler

B Grubu: İtalya, Danimarka, Çek Cumhuriyeti, Bulgaristan, Ermenistan, Malta

C Grubu: Almanya, İsveç, İrlanda, Avusturya, Faroe Adaları, Kazakistan

D Grubu: Hollanda, Türkiye, Macaristan, Romanya, Estonya, Andorra

E Grubu: Norveç, Slovenya, İsviçre, Arnavutluk, Kıbrıs Rum kesimi, İzlanda

F Grubu: Portekiz, Rusya, İsrail, Kuzey İrlanda, Azerbaycan, Lüksemburg

G Grubu: Yunanistan, Slovakya, Bosna, Litvanya, Letonya, Liechtenstein

H Grubu: İngiltere, Karadağ, Ukrayna, Polonya, Moldovya, San Marino

I Grubu: İspanya, Fransa, Belarus, Gürcistan, Finlandiya

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Kraliçenin Dönüşü

Atletizm bireysel bir spordur ama ben Isinbayeva'yı takım tutar gibi desteklerim. Atletizmin çok önemli idol isimlerinden biri ve onun dönüşü en çok beni mutlu etti. Uzun bir ayrılık oldu tabii, geri dönmek için fazla acele etmedi. Nasıl olsa kazanabileceğim herşeyi kazandım mantığıyla hareket etti ama yaş 29 ve hala çok erken.

Kariyerinde çıkışlar vardır, sonra biraz daha çıkışlar, daha da çıkışlar. Ama bir anda bakarsınız dibi görmüştür, olmadık bir yükseklikte sıfırı çekmiştir. O sıfırı çektiği yer de Dünya Şampiyona'sıdır ve bakarsınız bir hafta sonra Dünya rekoru kırmış. Çizgisi inanılmaz yüksek ama inişleri ve çıkışları da bir hayli yüksek olan bir atlet. Onu en son bıraktığımızda inişteydi, 1.5 yıllık rehabilitasyon dönemi de yaşadıktan sonra geri döndü.

Bu kadar uzun süredir atletizmden uzak olan bir atletin de dönüşünde neler yapacağı bilinmez. Ne kadar iyi atlet olursa olsun. Isınbayeva da sezona iyi başlamadı ama Diamond League Stockholm Grand Prix’sinde formda olduğunu gösterdi. Rahat bir birincilik kazandı diyebiliriz ama eski çizgisinden de uzakta. Daegu'ya kadar bu çizgisinin de mutlaka üzerine koyar ama 5.00 civarlarında dans ettiği zamanlara ulaşmasına biraz daha var. Dünya Şampiyonası'nda rahat bir şampiyonluk elde etmesini bekliyorum ama 5 metrenin üzerine çıkması, Dünya rekoru kovalaması için 2012 Londra'yı bekleyeceğiz.

4.76 atlatarak geri döndüğünü belirtelim, bu yılki en iyi derecesi ise 4.60'dı. Üstelik rüzgar etkisi olan bir günde atlanan 4.76 da çok önemlidir.

Usain Bolt da belli ki bu yılı eksiklerini kapatmaya odaklanmaya adamış. Nasıl olsa Tyson Gay de yok ve önünde de ciddi sayılabilecek bir rakip yok. Özellikle de 200 metrede. 20 saniye civarı bir derece elde etmesine rağmen rahat kazanıyor yani. 100 metreye oranla 200 metrede daha rahat. Onun da Daegu'ya kadar eski çizgisine yaklaşacağını düşünüyorum ama dediği gibi rekor kırmaktan öte unvan koruma peşinde olacak.

Şunu da eklemeden geçmeyeyim, Semanya kafa olarak hala çok gerilerde. 2009'daki temposunun çok uzaklarında seyrediyor ama yaşadıklarını düşündükçe de normal bunlar. Çok genç bir atletin üzerine resmen bir enkaz bıraktılar ama Semanya bunu aşacaktır. Şu anki 800 metre görüntüsü iyi olmasa da onun da zamanı var.

Vivian Jepkemoi Cheruiyot ise Daegu'nun en büyük yıldız adayı. 5000 metre tarihinin en iyi 3. derecesini Stockholm Grand Prix’sinde elde etti, üstelik kendisiyle yarıştığı bir ortamda. Rekoru elinde bulunduran Dibaba ile bu rekoru kırarken çekişmeli bir ortam vardı. Dibaba şimdilerde uzaklarda ama dönüşünde Cheruiyot ile baş etmesi imkansız. Daegu da Dünya rekoru beklenir yani, çekişmeli bir yarıştan uzaklarda ama Cheruiyot'un kalitesinde.

Bekele de yarışta çok uzaklarda kaldı bunu belirtelim, sakatlığının derin izleri hala mevcut. Ama ısrarla Diamond League de yer alarakta Türk atletizminde ezber bozuyor, olması gerekeni gösteriyor. Ben de bunu her Diamond League Grand Prix'i sonrası demeye devam edeceğim.

Bonservisi Olmayan Futbolcular Okyanusu

Muslera konusunda eleştiri getirmem artık. Copa Amerika performansıyla son önyargıları da sildi, bununla da beraber yüksek maliyetine de ses çıkarılmadı. Bizler Cana ile takas olur ve iş biter diye beklerken, hatta bu transfer neden gecikti derken bir anda ikinci bir takım da piyasaya çıktı, ona da ödenen yüzde 50'lik dilimle beraber 12 milyon avro'luk bir yatırım Muslera. Genç kaleci, geleceği de fazlasıyla parlak, hepsinden önemlisi ezber bozan bir transfer. Hem 30 yaşının üstünde yabancı kaleci alalım tabusunu yıktı, hem de 12 milyon avro'luk değeriyle.

Ama bu yaz döneminin şöyle bir özelliği de var. Bu transfer dönemi bir bakıma bonservisi olmayan futbolcular okyanusu gibi. Selçuk İnan böyleydi, Elmander böyle, Ceyhun Gülselam da böyle. İki önemli, bir de hayati adım. Mesela Klose de böyle bir adım olabilirdi ya da bu tip örnekler çoğalır. Haliyle Frey de bu örnekler arasına eklenir.

Ünal Aysal, çıkıp ''kaleci transferi bitmek üzere'' dediğinde akıllara Frey gelmişti doğal olarak. Güzel de bir hamle olurdu, önemli bir kaliteyi takıma katmış olurduk ama gerçekleşmedi bu iş. Sonrasında da ibre Muslera'ya döndü derken bu transfer bitirildi. Dediğim gibi Muslera da çok iyi bir adım, maliyeti de bir yana harika bir adım hatta ama Frey'in de bonservisi olmadan Genoa'ya uçuşu hadi be dedirtti. Frey de gelse kimse ''bu adam neden geldi'' asla demezdi ama şöyle bir durum da var. Fiorantina bize Frey'i bırakmazken, Genoa'ya bırakabiliyor. Galatasaray da bu transfer döneminde çeşitli futbolculara önerdiği yüksek ücretlerle yeni bir akım oluşturdu. Doğal olarakta biz birini istediğimizde alın gidin demiyorlar, ne koparsak kazançtır gözüyle bakıyorlar.

29 Temmuz 2011 Cuma

Ve Agüero Transfer Olur

En güzel ayrılıklar, dostane ayrılıklardır. Her iki tarafın da memnun kaldığı, içlerinde hala karşılıklı sevgi barındıran güzel ayrılıklar. Buradan çıkan sonuç şu, bir yere giderken o bıraktığın kapı günün birinde sana yine açılabilmeli.

Agüero, o kapıları sonuna kadar kapattı. Atletico Madrid'den Manchester City'e transfer olması mesele değil. Atletico Madrid ayarındaki bütün kulüpler ister, futbolcularına Manchester City gibi bir para babasının talip olmasını. Mesela ben de isterim gelsinler Galatasaray'dan 1-2 futbolcuya talip olsunlar. Çünkü ederinin üstünde para verir bu takım, bir bakıma acımaz paraya. O para da senin için çok mühimdir.

Atletico Madrid de ekonomik anlamda sıkıntılar yaşıyor. Bu yüzden de talip olunan futbolcularını da gözden çıkarabiliyor. Ujfalusi bunlardan biriydi, hatta Reyes de Forlan da. Ama bu ikili takımdan ayrılmak istemedi, ya da beklediği teklifi alamadı. Eğer o teklifi alabilselerdi belki de bugün Türkiye sularında yüzüyorlardı, bilemeyiz. Şunu ise söyleyebiliriz, bu iki futbolcu ayrılsa bile arkalarında onlara alkış tutacak bir Atletico Madrid taraftarı olacaktı. Özellikle de Forlan için.

Agüero ise bu takımın en büyük yıldızıydı, bu tartışılmaz. Hatta bundan seneler önce Messi ile yakın seviyelerde geziyorken, Messi'nin hızlı yükselişini ve bir numara olmasını ama Agüero'nun yerinde saymasını izledik. Yine de o yerinde saymış hali bile 45 milyon avro ediyor bu adamın. Böyle bir yetenek, inanılmaz bir gol sanatçısı bu adam. Atletico Madrid forması altında da harika işler yaptı, müthiş goller attı, başarılar kazandı ama yıllarını verdiği takıma da ihanet etti. İhanet ise transfer olmasından öte açıklamalarından kaynaklı. Sanki Madrid günleri işkence ile geçmiş, cehennemden cennete sayılan günler misali akmış zaman gibi söylemleri oldu Agüero'nun. Böyle de olunca nefret beraberinde gelir, bu taraftar Agüero'yu asla iyi hatırlamaz.

Agüero'nun İngiltere'de neler yapacağı da merak konusu. Ben onun o lige uygun bir futbolcu olduğunu hiç düşünmedim, özellikle de Manchester City'e. Manchester City, yıldız futbolcuları öğütmeyi seven bir takım. Özellikle de forvet dediğimiz yıldızları. Tevez ise o yıldız isimler arasından parlayandı ama o da psikolojik sorunlar içerisinde, ilginç ayrılık hikayeleri yazıyor. Bu ayrılık hikayelerinin üzerine geldi Agüero zaten ama Tevez'in boşluğunu doldurmak kolay olmaz. Benzer özellikli ama bir o kadar da aykırı iki futbolcu. Bir arada oynama imkanları dolsa belki iyi bir Arjantin düeti izlerdik ama Tevez gider diyorsak Agüero'nun da böyle bir takımın gol yükünü nasıl çekeceği merak konusu.

45 milyon avro kolay harcanır ama mutlaka karşılığı beklenir...

Tek Çelişmeyenin Karabükspor Olduğu Bir Çelişki

Emenike'nin gidişine yönelik iki tane basit soru sorulabilir. Fenerbahçe bu işten zararlı mı çıktı yoksa herhangi bir zararı yok mu. Aslında yaşanan kaos ortamına ve fiyat dengesine baktığımızda zarar yokmuş gibi görünebilir. Neticede hiç oynatmadığın bir futbolcudan 1 milyon avro kazançısın. Üstelik transfer gerçekleştiğinde ödenen bonservis anlamında büyük eleştiriler aldığın bir transfer olmuştu bu.

İkinci seçenek ise zararın büyük olduğu. Sonuçta Emenike genç bir futbolcu ve senin bu futbolcu üzerindeki yatırımın büyüktü, beklentilerin fazlaydı. Yeni sezona yönelik umut beslerken bir anda yıldız misali kayıyor elinden futbolcun, buna da yapabileceğin birşey yok.

Dediğim gibi Emenike genç bir futbolcu, yabancı bir futbolcu. Bu yaşananları kaldırabilmesi, sanki birşey olmamış gibisinden Fenerbahçe formasıyla futbola odaklanması zordu. Şu ortamda herhangi bir Fenerbahçe futbolcusunun futbola odaklanması zorken, Emenike'nin imkansızdı. Bu yüzden de Emenike'nin satılması, üstelik bu transferden mali açıdan zarar görülmemesi önemli bir durum bana göre.

Şimdi o Emenike, Rusya'da harika işler yapabilir. Orada da beklentiler büyük olacak, 10 milyon avro gibi bir bonservis var. Yani var birşeyler bu adamda. Fenerbahçe, 7+2 milyon avro gibi bir rakamı gözden çıkarırken düşünüyormuş bunları. Hiç oynamamış bir futbolcunun 10 milyon avro ettiği bir ortamda, Fenerbahçe formasıyla {Şampiyonlar Ligi'ni de hesaplayarak} bir sezon geçirmiş Emenike'nin daha fazla edebilmesi hayal olmayacaktı. Ayrıca Emenike'nin yerine de şu an bir transfer gerekecek ama ortadaki kaos ortamı yabancı transfer yapmayı engelliyor. Böyle de bakınca zarar çok büyük.

Her açıdan bir çelişki denizi var yani. Ne dersek diyelim bu çelişkinin içerisinden çıkmak zor. Tek çelişmeyen nokta ise şu. Bu işten Karabükspor'un büyük kazanç sağladığı. Bir anda 7 milyon avro denilen bonservisin üzerine 2 daha koy. 9 milyon avro'luk büyük yatırım. 300 bin avro karşılığı hem de.

28 Temmuz 2011 Perşembe

Forvet Mi Diyorduk / Galatasaray 3-0 Liverpool

Başlık romantik biliyorum. Baros var Elmander var derken başka forvete ne gerek var gibisinden. Var ama o ihtiyaç, açık ne net. Tartışılması gereken nokta ise o forvetin özelliği, yapısı. Baros veya Elmander gibi santrafor özelliklerinin ön plana çıkmasından ziyade orta saha özelliklerini de beraberinde barındırıp Forlan misali Arshavin misali tarzı olan bir forvet lazım. En ileri uç ile orta saha arasındaki dengeyi sağlayacak bir isim. Bu konuda da çalışmalar var, mutlaka o transfer de en kısa zamanda gerçekleşir ama gördüğümüz gibi golcü anlamında sıkıntı yok. İyi bir Baros'un ya da takıma uyumunu sağlamış bir Elmander'in gol atamama gibi bir lüksü yok.

Galatasaray'da işler kademe kademe yoluna giriyor. Bir anda süper bir yemek ortaya çıkmayacak. Önce savunma der gibisinden o yönde takımın ileriye gitmeye başladığını gördük, yeni transferler derken takımın hücum tarafında da organize olabilmesi sağlandı ve şimdilerde oyunun genelinde de istediğimizi yapabiliyoruz.

Liverpool karşısında da bunu gördük. Hücum oynamak istediğimiz zaman pozisyonlar yakaladık, oyunu rakip yarı alana yıktık. Skoru koruyalım, tempoyu düşürelim derken de Liverpool'a kendi yarı sahamızda rahat hareket alanı bırakmayıp, hemen hemen pozisyon vermedik. Tabii bunda orta sahanın pres ve mücadele gücü, beklerin işin savunma kısmında yeterliliği de büyük etken ama Servet Çetin ve Gökhan Zan'ın da altını çizerim. Uzun vadesini bilmem ama kısa vadede bu ikilinin sunduğu uyum en azından Türkiye Ligi ayarında.

Bu takımda da asıl fark yaratmasını beklediğimiz futbolcu Arda Turan aslında. Arda ise henüz hazır değil, hala o fizik formunu sağlayamadı. İşin güzeli ise şurada, Arda Turan'ın fark yaratmadığı ortamda bile böylesine güzel bir futbol ortaya çıkabiliyor. Arda Turan'ın pek etkisi olmasa bile orta sahadaki sağlanan o devrimin halkaları işte burada farkını ortaya koyuyor. Bu sayede de kişilerden bağımsız olarak sistemini ortaya koyan, felsefem bu diyen bir takım izleme imkanı bizlere doğuyor.

Selçuk İnan, Melo ve x futbolcu. O x isim Sabri Sarıoğlu değil. Pres tamam, mücadele tamam ama işin hücum kısmında da o fark yaratılmalı. Yine de Sabri artık orta saha için bir alternatif ama yukarıda bahsettiğim o orta saha özelliklerini beraberinde getirecek forvetin gelmesiyle beraber de Sabri'yi daha çok sağ kanatta izleyeceğiz. Tabii sağ bekten ziyade sağ açık. Kazım'ın malesef maç içerisinde kopmaları çok fazla, Ujfalusi'nin hücum performansı bu açığı minumum seviyeye düşürdü ama durum bu. Sabri'yi sağa kaydırıp, arkasında Ujfalusi veya Eboue derken sağlam bir sağ kanat performansı gelebilir.

Liverpool'un eksikleri vardı, şöyleydi ya da böyleydi bir yana. Herşeye rağmen önemli bir maçtı, güzel bir maçtı ve gelecek adına harika bir fragman izledik. Sineması 3D mi olur bilmem ama Fatih Terim'in bizlere sunmaya çalıştığı bu sinema teknolojisinin üzerine de fazlasıyla konuşmak gerekecek.

26 Temmuz 2011 Salı

Mourinho & Van Gaal

Bugün Samsun'da olduğumdan fotoğraflarla gideyim dedim, Cuma günü bloga tekrar bir dönüş yaparız. Mourinho ve Van Gaal, eski usta çırak ilişkisi. Boynuz kulağı geçti tabii ayrı konu ama o boynuz nereden geldiğini asla unutmuyor ve her zaman saygısını gösteriyor...

Cantona & Materazzi

Cantona reyislerin reyisidir ama Materazzi'yi Zidane mevzusundan sonra silmiştik. Mekan neresi bilmiyorum ama bu ikili yan yana gelmiş, güzel bir fotoğraf vermişler. Bu fotoğrafı da Serap Bahar'ın arşivinden aldığımı belirteyim. Affetmez o Cantona ile ilgili hiçbir şeyi...

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Boas'ın Gelişi Drogba'nın Kalışına İşaretti

Boas geldi, değişim başlar ve yaşlanmaya yüz tutmaya başlayan takım biraz olsun değişir dedik ama şu transfer döneminde inanılmaz ağır hareket eden bir Chelsea var. Oysa geçmiş yıllardan edindiğimiz alışkanlık, her teknik adam değişimi zamanında büyük transferlerin geleceğine işaretti. Romeu, Thibaut Courtois gibi genç isimler açıklandı son olarak. Ama beklentiler büyük, Chelsea'nin önemli transferlere imza atacağını düşünüyorum.

Drogba gündemiyle de çok uğraştılar aslında. Drogba'nın adını Galatasaray'la çok andık bu yaz. Geldi, gelecek derken gelmedi. Üstelik takımında kalmaya karar verdi. Daha büyük para, artık başarılara doydum mantığından uzakta Chelsea ile yola devam etmeye karar verdi. Boas'ın gelişinin ardından da beklediğim bir hareketti bu. Çünkü Boas da Mourinho'nun geninden gelme bir teknik adam ve o gen de sizlere bu tip karakterli oyuncularla yola devam etmeyi emrediyor. Drogba da böyle bir karakter. Liderlik vasfı inanılmaz yüksek ve bu vasıflar da zamanla Drogba'yı Chelsea'nin bayrak adam olmaya yüz tutan futbolcusu konumuna getirdi.

Haliyle de ayrılık gelmedi, yola devam edilecek ama Drogba'nın geçmiş zamanlara oranla önünde bir engel var. Artık yaşlandığını iyice hissetmesi ve formasının garanti olmadığı...

"Artık 33 yaşındayım. Forvet hattının en yaşlı oyuncusuyum. Gerçekten bu kadar uzun bir aradan sonra yeniden forma savaşı verecek olmak, bana garip geliyor. Hakettiğim taktirde formayı giyerim. Aksi halde yedek beklemeyi sorun etmeyeceğim. Takım birçok cephede savaşacak ve mutlaka sıramın geleceğini biliyorum"

Müthiş Bir Karakter ve Felsefe

Uruguay ortaya müthiş bir karakter ve felsefe koydu. Sert bir takım Uruguay, hem de inanılmaz sert bir takım. Ama bu sertlik onların felsefesi olmuş ve o felsefeyi de mükemmel uyguluyorlar. Savaşan bir takım, her dakika mücadele eden ve elindeki değeri de en doğru bir şekilde kullanan. Copa Amerika'yı da kazanmayı sonuna kadar hak ettiler, Dünya Kupası'nın ardından futbol dünyasına çok önemli bir mesaj daha verdiler. Muslera ve Lugano'nun da bu kupayı kaldırmış olmaları ayrı bir mutluluk. Düşünüyorum, Muslera transferini erkenden bitirmiş olmasaydık ne yapardık acaba. İnanılmaz piyasaya yaptı ve müthiş bir özgüvenle beraber geliyor Galatasaray'a. Lugano ise artık buraların emektarı oldu, Fenerbahçe'nin değişmez halkası. İşin ilginç tarafı ise şu, Uruguay o kadar sert ve agresif bir takımki, Lugano bu agresif yapının içerisinden fair-play ödülünü kazanıyor. Yakıştı da ona, yanlış anlaşılmasın taş atmıyorum...

İkinci Kamp Döneminin Ardından

Formayı kaybedenin bir daha alamayacağı bir takım yaratmak istediğini söylüyor Terim. 2000'in Galatasaray'ı da böyle değil miydi. Müthiş bir rotasyon, oynayanın oynamayanı aratmadığı, harika bir sistem. Bunu tekrar yaratmak zor, bayağı da bir zaman alacak. Çünkü son 3 sezondur kazanılan yanlış alışkanlıklar var ve bunlardan arınmak gerekiyor. Fatih Terim'in de en önemli icraatı bu olur zaten, mazisini bilmeyenin geleceği olmaz felsefesini tekrar yaratması.

Tabii iyi futbolun da iyi futbolcularla oynandığını söyleyelim. Eldeki malzemeden iş yapacak olan futbolcular tekrar kazanılmaya çalışıyor, üzerine doğru takviyeler geldi derken birkaç rötuşluk iş daha var. Transfer gerekiyor yani, en az 2-3 futbolcunun daha bu rotasyon içerisine dahil olması lazım. Bunlar da gördüğümüz kadarıyla santrafor, sağ bek ve Melo'ya rağmen orta saha olacak.

Eboue ile başlamak lazım. Fatih Terim de dün söyledi zaten. İstediğimiz bir futbolcu, transfer edilmeye de çok yaklaşıldı. Sağ beke alternatif yaratılmak isteniyor. Sabri Sarıoğlu veya Ujfalusi tamam ama Terim'in Ujfalusi'yi stoper, Sabri'yi ise sağ bekten ziyade daha farklı kullanmak istediğini düşünüyorum. Inter karşısında orta sahada oynattığı gibi ya da sağ açık gibi. Eğer bu alternatif yaratılırsa takımın sağ kanat rotasyonu çok derinleşecek. Aslında Ujfalusi'yi sağ bek olarak tutup bir stoper daha alınabilirdi {mesela Ersan Gülüm transfer edilseydi} ama tercih sağ bek yönünde ve Eboue isteniyor. Hem sağ bek olarak, hem sağ açık ya da daha farklı mevkiler adına kullanılabilecek bir futbolcu.

Şaşırdığım nokta ise orta saha tercihi anlamında. Terim'in ''bir değil iki orta saha istiyorum'' dediğinde bir ön libero ve bir de hücumcu orta saha düşündüğünü sanıyordum. Ön libero için de Cambiasso ısrarla istendi ama Melo transfer edilmişti. Melo'nun transferinin de ardından Diego misali bir hücumcu orta saha beklerken bir defansif orta sahanın daha istendiğini görüyoruz. Bu da Terim'in 4-4-2 gibi bir sistemden ziyade 4-3-3 üzerinde ısrarcı olacağının ya da 4-2-3-1'e geçiş yapacağının göstergesi.

Lass Diarra dendi, ilgileniyoruz anlamında ama zor o transfer. O olmasa bile o ayarda bir ön libero daha gelecek zannedersem. Melo ve o x oyuncuyu yan yana kullanıp önlerinde Selçuk İnan'ı kullanmak yürürlükteki plan gibi. Bu da daha güçlü bir savunma hattını, yönlü bir orta sahayı beraberinde getirir. Sorunun kaynağına güzel inmiş Terim. Son 3 yıldır orta saha konusunda çok büyük sıkıntılar yaşandı, o sıkıntılar içerisinde vasat olan bir futbolcu bile fark yarattı. O kadar aciz bir durum vardı ama bahsedilen değişim orta sahadan başladı.

Bir de şu konu var. Ben Stancu gider diyordum ama Culio gidecek gibi sanki. Israrla bir orta saha daha istenmesinin yarattığı sonuçlardan biri de bu. Ayrıca Inter karşısında da 90. dakikada oyuna girdi, maçın ikinci yarısında da bunu düşünüyordum. Ya Selçuk İnan'ın alternatifi olacak ya da kaleminin kırıldığı misali. Büyük ihtimalle kırıldı o kalem, İstanbul dönüşü yollar ayrılabilir ve bu kararın ne kadar yanlış veya doğru olduğunu o zaman konuşuruz. Ben doğru olduğunu zannetmem ya, neyse. 4-3-3 gibi bir sistemde de Stancu'ya gün doğar ayrıca. Hücum kanatlarında da oynayabiliyor olması onun önemli bir avantajı. Direk nokta santrafordan ziyade böyle bir sistemde rotasyonda kalmak adına şansı büyük. Sistemin değişmesi de bir anda Culio ve Stancu arasındaki ibreyi değiştirdi...

24 Temmuz 2011 Pazar

Fatih Terim'in 4-3-3'ü / Galatasaray 0-0 Inter

Fatih Terim ismi geçtiğinde temel felsefe pres ve mücadele üzerine kuruludur. Her ne kadar hazırlık maçları olsa da oynanan ilk üç maçtaki 4-4-2 sisteminde bu pres ve mücadele yaratılamadı. Orta saha mühim çünkü, o bölgede oynayacak savaşan futbolcular. Selçuk İnan ve yanına çakılı bir ön libero eklediğimizde savunma anlamında sıkıntılar doğdu. Bu durum Selçuk İnan'ın hücum performansını da etkiledi, dolayısıyla takımın hücumdaki organizasyon gücünü de. İlk iki maçı bir kenara bırakalım ama Twente karşısındaki tablo buydu ve maç sonunda da Fatih Terim'in sinirini açıklamalarından gördük.

Inter karşısında ise sistem 4-3-3'e dönüştü ama 4-5-1'e yakın bir 4-3-3'dü bu. Yani savunmada Arda ve Kazım'ın geri dönüşleriyle orta saha beşlendi, en ileri uçta da Elmander'in varlığı presi en önde başlatan günleri bizlere hatırlattı. Sabri'nin orta sahaya getirdiği dinamizm, Ayhan'ın hücum kısmında olmasa bile savunmadaki faktörü Selçuk İnan'ı da doğru kullanmamıza yol açtı. Hücumda daha etkili oldu haliyle ve daha organize bir Galatasaray izleme imkanını yakaladık. Belli oldu ki bu sistemin en temel parçası Selçuk İnan olacak, iyi veya kötü futbolcu bizler onun üzerinden konuşacağız.

Yine de Elmander'in bitirici anlamında eksikliği oldu, henüz tam olarak kaynaşma meydana geldi diyemeyiz. Arda'nın fizik olarak eksikleri var {her geçen gün iyiye gitse de}, Kazım'ın da maç içi kopmalar yaşadığını görüyoruz. Bu da daha seri pozisyon bulma konusunda handikap yaratıyor ama bunlar zamanla düzelecek şeyler.

Ayrıca Ujfalusi'nin sağ beke geçişini Eboue'nin transferine yoruyorum. Fatih Terim'in Sabri'yi daha farklı kullanma düşüncesi her zaman vardı ve ısrarla bir sağ bek izliyordu. Ujfalusi de sağ bek açığını kapatabilecek bir isim ama bu sefer de stoper anlamında eksikler oluşuyor. Servet ve Gökhan Zan'a uzun vadede güvenmek imkansız, her ne kadar kısa vadede olumlu bir görüntüleri olsa da. Bu yüzden Ujfalusi'yi stopere çekip, Eboue'yi sağ beke kaydırmak daha sağlıklı bir düşünce. Hakan Balta'nın da daha az hatalı oyunu, Ujfalusi ile kıyasladığımızda çok çakılı görüntü verse de savunma anlamında verdiği ışık olumlu. Takımın en zayıf halkası görüntüsünden bir an önce kurtulmalı.

Eksikler var elbet. Yukarıda da dediğim gibi bu kadar iyi pres yaptığımız, topu ayağımızda tuttuğumuz ve oyuna hükmettiğimiz bir maçta sık pozisyona girememek olumsuz. Ayhan'ın yerine Melo oynadığında ve düşünülen sağ bek transferi gerçekleştiğinde mutlaka işler biraz olsun rayına oturur. Genel olarak Inter karşısındaki görüntümüz olumluydu, iyi bir futbol vardı ve gelecek adına da ilk defa umutlandık. Merakım ise Liverpool maçına yönelik. Bakalım Fatih Terim 4-3-3 üzerinde mi ısrar edecek yoksa 4-4-2'ye dönüş yapıp Selçuk İnan & Melo ikilisini mi kullanacak.

GALATASARAY: 0 - INTER: 0

Stat:
Rewirpower

Galatasaray:
Aykut, Ujfalusi, Servet, Gökhan, Hakan, Kazım (Dk. 78 Stancu), Sabri (Dk. 64 Ceyhun), Ayhan (Dk. 64 Yekta), Selçuk (Dk. 90 Culio), Arda (Dk.80 Emre), Elmander (Dk.58 Baros)

Inter Milan:
Castellazzi (Dk.8 Orlandoni), Nagatomo (Dk.58 Faraoni), Ranocchia, Samuel (Dk. 58 Bianchetti), Chivu (Dk.58 Caldirola), Obi (Dk. 81 Crisetig), Snejder (Dk.58 Longo), Stankovic (Dk.63 Mariga), Castaignos (Dk.58 Pandev), Alvarez (Dk.81 Muntari), Eto'o (Dk. 63 Pazzini)

Sarı Kartlar:
Dk. 45 Elmander, Dk. 58 Servet, Dk. 83 Ceyhun

Umarım ''Kurtlukta Düşeni Yemek'' Kanun Değildir

Futbolda olan futbolda kalmaz, bunu hep söylerim. Her ne kadar spor kulübü olursanız olun, futbol depreme uğrarsa bu enkazın altında diğer branşlar da kalabilir. Çıkan haberler de Fenerbahçe'nin kadın basketbolunda küçüleceği yönünde. Çünkü, Acıbadem veya Ülker gibisinden sponsoru yoktu ve dolayısıyla da küçülme olacaksa ilk bu branşlara bakarlar. Yine de söyleyelim, tam olarak kesin bir haber değil bu ya da içeriğini tam olarak bilmiyoruz. Bazı oyuncular için gelen tekliflerin değerlendirileceği de söylentiler arasında, bazı isimlerden maaş indirimi istendiği ya da böyle bir konunun gündemde bile olmadığı. Yani tam anlamıyla bilgi kirliliği ama Fenerbahçe'nin de çıkıp bu konuda açıklama yapmaması kafaları karıştırıyor.

Bir tarafta küçülme olursa, normal şartlarda beklenen ''kurtlukta düşeni yemek kanundur'' hükmü. Juventus'u akla getirin mesela. Küme düştüklerinde en önemli isimleri kapış kapış gitmişti. Bunun gibi de birçok örnek var spor dünyasında. Şimdi de Fenerbahçe'nin bu küçülme haberleri sonrası Birsel Vardarlı, Nevriye Yılmaz gibi kaliteli yerlilerin ismi Galatasaray'la geçiyor. Normal şartlarda da bu isimlere ilk talip olacak takımın Galatasaray olması beklenir. Rakibinden en iyi oyuncuları kapmak, önündeki Avrupa arenasında daha da güçlenmek normal şartlarda beklenen davranış.

Ama böyle olacağını pek düşünmüyorum, özellikle de Ünal Aysal'ın yeni döneminde. Şunu tekrar söyleyeyim, Galatasaray'a rakip lazım. Fenerbahçe olduğu sürece Galatasaray kendini bir adım daha öne atar. Suçu olan cezasını çeker ve sonuçlarına katlanır ayrı konu ama rakibin de düştüğü bu durumdan faydalanmamak, kendi işine bakmak bana göre en doğrusu. Bu yüzden de her ne kadar Birsel Vardarlı manyağı olsam da onu şu şartlarda Galatasaray'da görmek istemem. Ya da Nevriye Yılmaz'ı veya Fenerbahçe'den kim düşünülüyorsa artık.

Basketbolfaul.com'da da bir haber gördüm ve umarım doğrudur dedim. Haber de Galatasaray'ın Fenerbahçe'nin serbest bırakmaya hazırlandığı hiçbir oyuncuya teklif yapmayacağı kararlaştırıldı diyor. Yani Galatasaray, şu şartlarda rakibinin oyuncularına teklif yapmayacak ve ''kurtlukta düşeni yemek kanundur'' hükmünü yerine getiremeyecek. Takdir ederim bu hareketi ve yukarıda da dediğim gibi. Şu şartlarda istemem bu oyuncuları, ayrıca Fenerbahçe'nin küçülmeye gitmesi kadın basketbolu açısından büyük handikap olur. Galatasaray'ı tek bırakmak Galatasaray'ı başarılı kılar ama ligin değerini de bir o kadar düşürür...

Bakalım Tanrı Bu İşe Ne Diyecek

Galatasaray'ın Brezilyalılardan yana şansı iyi değildir. Takımdaki en iyi Brezilyalı kimdi diye anket açsam Taffarel ve Capone kafaya oynardı ama üçüncü bir Brezilyalı bulamıyorum. Üstelik çok iyi de Brezilyalı futbolcularımız oldu, inanılmaz piyasası olan isimler.

Lincoln mesela. Tanrı'nın olmamı istediği yerdeyim diyordu ama olmadı, işler iyi gitmedi. Sonra da Elano. Yine böyle Tanrılı söylemleri vardı ama o da olmadı. Üstelik onu Lincoln'le kıyasladığımızda hiçbirşey veremedi desem de yeridir. Şimdi de Melo. Galatasaray'a transferim Tanrı'nın bir lütfu diyor. Geçmiş örneklere baktığımızda bu girizgah kötü ama göreceğiz ilerleyen zamanlarda neler olacağını.

Bakalım Tanrı bu işe ne diyecek?

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Çotank Çotaparangat Melo

Dün de söylemiştim, bugün de tekrar edeyim. ''Şeftali bulduk tüylüsünü aramayalım'' derken Melo transferinin aslında önemli bir hamle olduğunu vurguladım ama 10-12 milyon avro aralığında bir rakamın da ödenmemesi gerektiğini söylüyordum. Juventus'un 25 milyon avro yatırım yaptığı bir futbolcudan bahsediyoruz, her ne kadar 2 sezonu çok iyi geçmese de bu adamın hala alıcısı var ve albenisi oldukça yüksek. Bu yüzden de Juventus bu adamı ucuza bırakmazdı.

Oysa Melo gelmeden önce bana söylenen futbolcunun 2.5 milyon avro yıllık alacağı, 1.5 milyon avro kiralama bedeli oldu, kiralama anlaşmasının 1+1 olduğu ve opsiyonun da 3-4 milyon avro arasında gezdiği yönündeydi. Meğer bu büyük bir hayalcilikmiş, bir an Haldun Üstünel buralarda sanmışım. Gerçi Haldun Üstünel'in de hamleleri büyüktü büyük olmasına ama yıllık ücret ve bonservis olarak bakınca işe yine çok yüksek rakamları görüyoruz.

Yani iknadan öte para her zaman ilk sırada.

Melo için de bu geçerli oldu tabii. Biz şeftali ararken tüylüsüne bulaşmadık ama Melo hem şeftaliyi aldı, hem de yanına meyve tabağını. 3.3 milyon avro yıllık ücret büyük para, üstelik 4.2 milyon avro'ya da yolu olan bir ücret bu. Kiralama bedeline birşey diyemem ama opsiyon da bir hayli fazla. Hadi onun için Fernandes örneği geçerli. Fernandes'in de opsiyonu çok fazlaydı, yine de Beşiktaş bir şekilde o opsiyonu halletti. Orta yolda buluşmasını bildiler, büyük ihtimalle Melo için de bu geçerli olacak ama bidon yakıştırmalarından öte ilk handikapı belirlendi. Aldığı ücret her kötü performansından sonra yüzüne vurulacak, bir bakıma Elano sendromu.

Tabii iyi futbol geldiği sürece bunları asla konuşmayacağız. Yine de ödenen ücret çok fazla, bunu söylemek lazım. Özellikle de bir ön libero için. Galatasaray rakorunu kırdı adam, hücumcu bir futbolcuya ödenen paraları biliriz de ön libero için nasıl olacak göreceğiz. Ben yine de işin maddi tarafından öte futbol kısmına bakmak istiyorum, Melo ne olursa olsun iyi transfer. Daha makulu olabilirdi ama daha iyisini alabilir miydik bilmiyorum. Cambiasso büyük bir hayaldi yani, gerçi bu paralara onu bile ikna etmek mümkünmüş bir bakıma da herkes para için koşmuyor.

Sakatlıklar Bolt'u Çok Yıpratmış

Geçen sezon yaşadığı sakatlık Bolt'u çok gerilere götürmüş. Bunu net şekilde görüyoruz. Daha Dünya Şampiyonası'na da çok var, o zamana kadar toparlar diyorum ama tam rekor beklemekte büyük hayalcilik olur bana göre. Bolt da zaten biraz geri plana atmış kendini ve kazanmak için yarışacağını söylüyor. Yani beklentileri bir hayli aşağıda ama geçen yıl yaptığı büyük yanlışlıkların da faturası ağır olabilirdi, eğer Tyson Gay sakatlanmasaydı. Tam onun senesiydi aslında, sezona da çok formda girmişti ama şanssız sakatlığı Bolt'u gafil avlamasına elvermeyecek. Bu açıdan büyük bir şansı kaçırdı, çünkü Bolt'u bir daha böyle yakalamak imkansız gibi. 2012'de çok daha hazır, bazı hatalarından arınmış, rekor için koşacak bir Bolt gelecektir.

Ayrıca bu yılın en iyi derecelerini çeşitli branşlarda görüyoruz. Ağustos sonuna kadar da bu dereceler daha da gelişmeye devam edecektir. Vlasic'i de rekorlardan uzak görmek üzücü, eski seviyesinden bir hayli uzaklarda ama hala başarı için rakipsiz gibi. Eskiden rekoru kovalardı ama rakipleri de vardı, şimdi iş değişik. Isınbayeva ise bu yıl döneceğini açıklamasına rağmen hala piste çıkmadı, yine her rahat havalar içerisinde, onun vardır böyle gariplikleri. Hiçbiri değil de benim anlamadığım birşey oldu ve bunca yıllık atletizm manyağıyım ama ilk defa atletizm içinde kavga gördüm.

Son Yılların En Hain Transfer Kumpası

Tam bir transfer kumpası bu aslında. Barcelona'nın Bojan konusunda Roma'yı düşürdüğü konumu takdir ettim desem yeridir. İki açıdan bunu söyleyebilirim. Birincisi, Bojan'ın 12 milyon avro edecek bir futbolcu olmadığını düşünüyorum. Barcelona'da da bekleneni asla veremedi, pek verecek gibi de durmadı aslında. Barcelona'daki hücumcuların çıtası inanılmaz büyük, Bojan'a ekmek yoktu orada. İkincisi ise hadi Bojan kendini buldu, toparladı diyelim. Bir sezon içerisinde inanılmaz bir çıkış yakaladı ve Roma formasıyla harikalar yarattı. Luis Enrique de Bojan'ı en iyi tanıyanlardan zaten, istediyse ve bu bonservisi ödediyseler bildiği vardır diyelim. Bu sefer de 13 milyon avro'ya bir sonraki sezon geri alma hakkı var Barcelona'nın. Yani bu işten Roma'nın kazancı 1 milyon avro olur, üstüne de Bojan'dan mahrum kalırlar. Kiralık anlaşma gibi diyelim, Barcelona'nın Bojan'ın gelişimi adına gözden çıkardığı 1 milyon avro gibi. Nereden baksak çok kazançlı bir anlaşma, hatta son yılların da en hain transfer kumpası...

22 Temmuz 2011 Cuma

Barcelona ''Fantom'' Hamleleri

Oturmuş bir sisteminiz varsa nokta atışlarına yönelirsiniz ya da alternatif yaratma anlamında bazı çalışmalar yaparsınız. Bana sorarsanız da Barcelona'nın özellikle stoper ve ileri üçlüde alternatifler yaratma zorunluluğu var. Puyol & Pique ideal ikili mesela ama Puyol'un da yaşlanmaya başladığını düşünürsek bir futbolcuyu o bölgeye aşılamaya başlamak lazım. Hepsinin ötesinde ise Abidal'i, Busquets'i hatta Mascherano'yu stoper olarak devşirmek ya da Milito'yu kadroda bulundurmanın aksine alternatif anlamda doğru iki tane stopere ihtiyaç var.

Hücumda da Bojan'lı günler yerine daha güvenilir bir isim gerekliliği vardı. Messi, Villa ve Pedro ile doğru tınıyı yakaladın, Affelay ile alternatiflendirdin ama Alexis Sanchez gibi bir adama da ihtiyaç vardı. Kafalarda hala Pedro kesilebilir mi düşüncesi de var, bu açıdan da Alexis Sanchez çok doğru bir hamle oldu. Hem gelecek adına, hem de mevcut kadroyu daha da güçlendirmek adına yapılması gereken hamlelerden biriydi.

Alexis Sanchez'in önündeki rakip Pedro gibi. Tabii Pedro'nun avantajı bu sistemin evladı olması ve onun alışık olduğu bir düzen. Sanchez ise yeni katılım gösterdi, yavaş yavaş hazırlanacak. Yine de karşılaştırma anlamında baktığımızda Sanchez bir adım önde diyorum, Barcelona sisteminde de çok iş yapacaktır. Messi misali topu ayağına aldığında dikine çok hızlı gidiyor ve durdurulması da bir o kadar güç.

Çok hareketli ve kıvrak bir adam. Hem en uçta, hem de biraz daha sağ tarafta oynayabiliyor. Messi ve Sanchez ikilisi birbirine yakın ama uyum anlamında da birbirlerini çok daha üste taşıyacak isimler. Rol tartışması asla olmaz, Ibrahimoviç'in katılımındaki kargaşalar yaşanmaz. Direk sisteme yapılmış bir transferdir. 26 milyon euro bonservis ödendi ve performansa göre de 11,5 milyon euro daha ödenecek.

Şimdiki hedefte haliyle Fabregas. Eğer o transfer de gerçekleşirse Barcelona bu sefer daha da durdurulması imkansız bir takım halini alacak ve ne kadar Mourinhotapar biri olsam da Barça gerçeğini en baştan kabul etmiş durumda olacağım...

Felipe Melo de Carvalho Galatasaray'da

Melo hakkında iki farklı düşünce doğdu. Birincisi futbolcunun ''bidon'' geçmişinden kaynaklı, kasap havası günlerinden kalma kullanılan ''yabancı Mustafa Sarp'' tabiri. İkincisi ise daha gerçekçi bir yaklaşım. ''Şeftali buldun, tüylüsünü mü arıyorsun'' gibisinden Melo'nun iyi bir transfer olduğuna yönelik.

Benim düşüncem ise şuydu. Bu futbolcuya 10-12 milyon avro aralığında bonservis ödeyene kadar daha farklı bir futbolcu alabiliriz yönündeydi. Ama şu anki şartlara baktığımızda Melo'nun transferi oldukça uygun. 1+1 yıllık kiralama modeli var. Bir sezon kiralık oynadıktan sonra ikinci sezonda da bu futbolcuyu kiralık olarak kadroda tutabiliriz. Ya da opsiyon maddesini kullanarak bonservisini alabiliriz. Kiralama modeliyle beraber Melo riskini en aza indirmiş oluyoruz.

Riskten ise kastım futbolcunun karakteri ile ilgili. Çok sert bir futbolcu, bazen de karakter zafiyeti gösterebiliyor. Ama istediğinde de kendi bölgesinin Dünya'daki en iyi isimlerinden biri. Brezilya Milli Takım'ının kısa zamana kadar vazgeçilmez isimlerinden biriydi, geçtiğimiz sezonki yaşadığı düşüş sonrası Milli Takım'a seçilememeye başladı. Yoksa hala o havuzun içerisinde. Ama bunu Juventus'la da başarabilmesi artık imkansızdı. 25 milyon avro bonservisli büyük bir yatırımdı o, tıpkı Diego gibi.

İkisi de büyük hayal kırıklığı yarattı ve Diego bugünlerde Wolfsburg'dan da gönderilmek üzere, Melo'nun ise Galatasaray, ülkesine giden tren öncesinde son şansı. Şunu da ekleyeyim, İtalya'da yılın bidonu ödülü seçilmesinin nedeni, 25 milyon avro'nun hakkını verememesi neticesinde oldu. Bu bonservisin altında ezildi Melo ama nedense bu tabir yapıştı kendisine.

Melo'nun kafasında futbol varsa eğer Galatasaray formasıyla iyi işler yapacağını söylemeliyim. 4-4-2 mi oynarız yoksa Fatih Terim de üçlü orta sahaya döner mi bilmem ama şu anki sistem olan 4-4-2 üzerinden konuşacak olursak Selçuk İnan'ın ideal partneri olabilir. Aranan ön libero teknik özellikleri, hücuma çıktığında da fark yaratacak kapasiteyi beraberinde bulundurmalıydı. Düz, safi defansif ön liberonun bu sistemde pek yeri yok, hücumdaki bütün yük Selçuk İnan'ın sırtına binmemeliydi. Melo'nun Brezilya geninden kaynaklı bir tekniği var, pas özelliği de ayrıca oldukça iyi. Hatta üç senedir bizim orta sahaların bulunduramadığı bir özellik o pas yeteneği. Bu açıdan da baktığımızda Melo içim güzel transfer diyorum, tabii transfer ediliş şekline bakarak.

Şeftali bulunca tüylüsünü aramaya gerek yok. Cambiasso'yu almak imkansıza yakındı veya bu ayarda bir ön liberoyu getirmek. Melo'ya da inanılmaz sıcak bakan biri değilim ama alternatifler içerisinde de doğru hamle. Özellikle de bu transferi şu günlerde bitirebilmek. 28 yaşındaki bu adamın Galatasaray kariyeri nasıl şekillenecek hep birlikte göreceğiz...

Not: Juventus, Melo ile ilgili açıklamayı yaptı ve durum biraz değişik. Bize söylenen opsiyon ile Juve'nin açıkladığı opsiyon arasında sıra dağlar var. 13 milyon avro'luk opsiyonu var Melo'nun. Kiralama bedeli ise 1.5 milyon avro. Juventus'un transfer açıklamasını burada.

Not 2: Futbolcunun da yıllığı 3.3 milyon avro olarak açıklandı. Hatta performansa göre bu rakam 4.2 milyon avro'ya kadar çıkıyor. İşte bu işin seyrini değiştirdi, yukarıda dediğim herşey bu futbolcunun maliyetinin az olduğuna odaklıydı. Bize ilk etapta söylenen oydu çünkü ama işin seyri çok daha değişik çıktı...

Bu Sıcaklarda İyi Futbol Değil, Bireysel Yetenekler Taşır Seni

Bu sıcaklarda ve sezonun da yeni açıldığını düşünerek ön eleme oynayan hiçbir takımımızın çok iyi futbol oynamalarını beklemem. Zordur yani, ne kadar oturmuş bir takım olursanız olun. Kendinizi bulmanız çok zordur, sisteminiz doğru işlemez ve bu etaptaki rakipte kuzey ülkelerinden, dirençli bir takım olduğunda zorlanırsınız ama kaliteli ayaklarınız bir şekilde turu size getirir.

Wagner o kaliteli ayaklardan biri mesela. Bir anda sahneye çıkıp attığı bir şutla ya da pasla maçın seyrini değiştirebilecek bir futbolcu.

Hepsinden öte ise Olcan Adın. Bir futbolcu ancak bu kadar kendisini geliştirebilir. Her yılı geçtim her geçen gün üzerine birşeyler koyarak gelmeye devam ediyor. Temposu her dönemde üst düzey, inanılmaz hareketli ve tam bir futbol sanatçısı olmaya başladı. Tekniği üst düzey, inanılmaz şutlar çıkarabiliyor derken takımın ateşleyici gücü durumunda. Hala da hakettiğini alabilmiş değil, ısrarla gözden kaçırılıyor Milli Takım adına. Yine de tırnaklarıyla kazıya kazıya o formayı da alacaklardır. Bu futbol yeteneği, bu gelişim bunu emreder.

İşte bu Olcan Adın'ın harika performansı sonrasında Gaziantepspor turu geçmeyi bildi. Takım olarak hiç hazır görüntü vermediler, savunmada çok aksadılar, hücumda teknik ayakları doğru organizasyonlar içinde kullanamadılar ama Wagner'in inanılmaz şutu, Olcan Adın'ın ateşleyici gücü derken bireysel yetenekler sonucu belirledi.

Legia Varşova karşısında ise iş daha zorlu olacak ama Gaziantepspor'un her geçen gün daha da hazır olacağını ve kendisini bulacağını düşünüyorum. Bu turda da favori durumdalar ama ondan sonraki turda fazlasıyla kura şansına ihtiyaç duyabilirler.

21 Temmuz 2011 Perşembe

Bu da Bizim Basketbol Gündemimiz

NBA lokavtının uzağında, sezon öncesi tüm transferleri bitirmenin rahatlığında, kurulan kadronun tecrübeli ve genç isimlerinin harmanında güzel bir dönem. Geçtiğimiz sezonki çekirdeğin üzerine çok iyi hamleler yapıldı ve hedef Eurolegue.

İşin mutluluk kaynağı ise tecrübeli oyuncuların arasında tutulan genç oyuncular. Ümit Milli Takıma baktığımızda birçok Galatasaraylı ismin olduğunu görüyoruz. Furkan Aldemir de bunlardan biri. İki sezondur transferi adına büyük uğraşlar verdiğimiz ve neticelendirdiğimiz bir isim oldu. Beklentiler ise doğal olarak büyük, özellikle de Ümit Erkekler Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda çıtasını daha da yukarıya çekti.

''Bay Ribaund'' namını yaymaya başladı zaten. 25 ribaund herhangi bir yaş kategorisinde bugüne kadar düzenlenen tüm altyapı organizasyonları için de ulaşılan en yüksek ribaund sayılarından biri oldu. Ayrıca 2008 yılında Romanya'dan Titus Nicoara'nın 23 ribaundluk derecesinin iki adım önüne geçen Aldemir, ayrıca Bulgar oyuncu Yavor Ivanov'a ait 15 hücum ribaundu rekorunu da egale etti.

Yani her geçen gün kendini bir adım daha yukarıya taşıyor, umarım Galatasaray ferformansıyla da büyük başarılar elde eder ve Milli Takım'ın da değişmez bir ismi olur.

''Ama Kobe Be'' de Deriz

NBA lokavtı basketbolun dengesiyle inanılmaz şekilde oynuyor. NBA yıldızlarının bu lokavt süresi boyunca boş geçmek istememesi ve kendilerini hazır tutmak adına Avrupa veya Çin pazarına gitme isteği basketbolun genetiğine vurulan bir neşter gibi.

Beşiktaş'ta ilk mızrağı savaş alanına yollayan takım oldu, Deron Williams transferiyle birlikte. Ama Deron Be diyeceğiz demiştim bir önceki yazıda. NBA'in en iyi 2-3 guardından biri çünkü. Kısa süre için bile bu ülkeye teşrif edecek olması önemli, özellikle de tanıtım açısından. Şu an Beşiktaş'ın NBA gündeminin zirvesinde olduğunu söyleyelim. Allen Iverson transferinin sağladığı popülaritenin de üzerinde bir popülarite oturtmuş durumdalar. Bu açıdan önemli bir hamle ama dediğim gibi. Başarı hedefleyen hiçbir takım, popülaritenin ve kısa vadeli uğraşların içerisine girmez.

Lokavt Şubat - Mart gibi değil de Kasım ayında bitti diyelim. Bu sefer ne olacak. Zaten kısa vadeli hedeflerin içerisindeydin, bu vade daha da kısaldığında b planın var mı?

Deron Williams'ı Türkiye'de görmek, izlemek güzel olacak. Ama Galatasaray formasıyla değil de Beşiktaş formasıyla izlemek veya bizim dışımızda diğer bir Türk takımının alacağı NBA yıldızını ülkemizde izlemek gibi. Gerçekten bu bir düş ama Beşiktaşlılardan ziyade basketbolseverler için.

Ama Deron be diyeceğiz demiştim. Kobe için ise ne deriz bilmiyorum. NBA'in en iyi 2-3 isminden biri de ülkemize gelmek üzere. Kobe düşü daha büyük, çünkü onun popülaritesi kimseyle kıyaslanmaz. Hatta şöyle diyelim, Digitürk Süper Lig açısından kaybettiği popülariteyi, basketbol sayesinde kurtaracak gibi. Kobe'yi de tartışacak değiliz elbette, çok şey katar bu ülkeye. Yine de yukarıda dediklerim aynen geçerli, kısa vadeli hareketler bunlar ve bu düş Beşiktaşlılardan öte basketbolseverler için.

Lokavt bittiğinde bu oyuncular geri gidecek ve o ana kadar çok başarılı giden Beşiktaş bir anda şoka uğrayacak. Devamında da yeni transferler, oturmuş kadroyu tekrar oturtma çabası derken yaşanabilecek büyük sarsıntı.

Bütün bunların hepsi işin hikaye kısmı aslında. Bu tip isimleri ön plana çıkarıp, kadronun esas yapı taşlarını ikinci plana atmak üzücü. Mesela, Beşiktaş şu ana kadar sponsorluk anlaşmasını da yapabilmiş değil. Üzerinde çalışılıyor ama istenen bütçeden uzaklarda bir durum. Anlaşılan bazı isimler var ama bu maddi sorunlar yüzünden sözleşme imzalanamıyor. Hepsinin ötesinde herkes tatil yapıyorken, üç oyuncuları yaz sıcağında günde üç idman yaptılar. Bu üç isimle de yolların ayrılması düşünülüyordu ama bu basketbolcuların kulüpten alacağı var. Haklı olarak hem bu alacaklarını, hem de tazminatlarını istediler ama Beşiktaş buna yanaşmadı, bu isimlerle de yolları ayırmak adına bu tip yanlış ve çirkin bir uygulamanın içerisine gitti. Şimdilerde bu üç idman olayı bitti ama hala anlaşma sağlanabilmiş değil.

Ergin Ataman ise işin keyfinde. Torunlarına ''ben Deron'un, Kobe'nin coachlığını yaptım'' demek adına bütün bu maddi problemlerini, takım hedeflerini bir kenara bırakıp kısa vadeli düşünüyor. Uzun vadeli planlar kurmak, yoktan varı elde etmeye çalışmak, bir felsefe oturtmak ve Beşiktaş duruşu dediğimiz o duruşun arkasında durmak yerine Deron, Kobe gibi NBA yıldızlarının sihrine o da kapılmış durumda. Maddi durumlar sorulduğunda da hiç oralı olmuyor. İyi olarak bilinen bir coach'ın yıllar içerisinde bu kadar geriye gitmesi de inanılmaz...

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Değil Pozisyon, Şut Bile Yok / Galatasaray 0-1 Twente


İlk ciddi sınav, mevcut kadro içerisinden de çıkabilecek en ideal 11. 4-4-2 sistemiyle tabii, Terim'in ilk etaptaki düşüncesi bu. Saha içerisinde mutlaka çift santrafor bulundurmak istiyor ve eldeki çift santrafor rotasyonunda da en iyi uygulayabileceği sistem bu gibi. Bu sistemin de yarattığı önemli sorunlar göze çarpıyor tabii.

Öncelikle 4-3-3'den keskin geçiş. 4-3-3, 4-2-3-1 derken çift santrafor oynamayı unuttuk. Üstelik Elmander de yeni transfer. Bu yüzden Baros'la uyumları henüz sağlanmış değil ve her ikisi de maç içerisinde topu aldıklarında dikine gidiyorlar, organizasyondan uzaklar. Kanatlar da bu aksiyonun içerisine giremediler bu maç. Arda ve Kazım'ı da oldukça etkisiz gördüm. Özellikle Arda'nın fizik anlamda hazır olmadığını söyleyebiliriz.

Bir diğer detay ise orta sahada. Ceyhun Gülselam, inanılmaz çakılı oynuyor. Fenerbahçe'deki Cristian eleştirilerini hatırlayın. Cristian'ın savunma anlamında işini iyi yaptığını söylüyoruz ama ekstrası yok. Ben savunmacıyım deyip başka işlere yönelmiyor. Bu da bazen yanında oynayan isimleri sıkıntıya sokabiliyor. Twenter karşısında aynısını biz de yaşadık. Selçuk İnan çok yalnız kaldı, üstüne inanılmaz yük bindi. Biraz da bu yüzden ön libero büyük ihtiyaç diyoruz zaten.

İşin olumlu tarafı ise mücadele anlamında. Bu da Fatih Terim'in etkisi tabii. Her an savaşıyoruz, büyük mücadele gösteriyoruz ve rakibe az pozisyon veriyoruz. Direncimiz iyi ama bunu hücumla süsleyemediğimiz sürece koca bir hiç oluruz. Twente karşısında pozisyonu geçtim, şutumuz bile yok. Herhangi bir organizasyonumuz yok, bizi heyecanlandıran bir an yok. İkinci yarıda Culio'yu orta sahaya alıp o bölgeyi hareketlendirme düşüncesi, Stancu'yu hızlı çıkışlarda kullanma planı da işe yaramadı. Malesef genel anlamda organizasyon açısından sınıfta kaldık.

Yine de hazırlık maçı tabii, yeni transferler de gelecek. Karamsar olmamak gerekli ama Fatih Terim'i çok sinirli gördüm. Birkaç kelle de gidecek gibi...

TWENTE: 1 - GALATASARAY: 0

Stat:
Osnatel Arena

Hakemler:
Peter Gagelmann, Christoph Bornhorst, Malte Dittrich (Almanya)

Twente:
Mihaylov, Cornelisse (Dk. 64 Vogelsang), Wisgerhof, Brama (Dk. 64 Tiendalli), De Jong (Dk. 78 John), Bajrami (Dk. 46 Janko), Berghuis (Dk. 46 Buysse), Janssen, Leugers (Dk. 46 Ruiz), Douglas (Dk. 64 Bengtsson), Chadli

Galatasaray:
Aykut, Sabri, Ujfalusi, Servet, Hakan, Kazım (Dk. 82 Anıl), Selçuk (Dk. 70 Yekta), Ceyhun (Dk. 64 Ayhan), Arda (Dk. 64 Aydın), Elmander (Dk. 46 Stancu), Baros (Dk. 46 Culio)

Gol:
Dk. 77 Wisgerhoff (Twente)

Sarı kartlar:
Dk. 63 Janssen, Dk. 86 Tiendalli (Twente)

Cambiasso Derken, Felipe Melo'yu Duymak

En erken beklediğimiz transfer bir anda zor bir hal aldı, uğraştırdı, ilginç detaylar ortaya çıktı ama bir şekilde bitirildi. Sanırım kimse Muslera'nın yetenekleri anlamında önyargılı değil. O önyargılar bende vardı aslında ama ben bir şekilde erittim, güven tazeledim. Bu transfer hakkında maddiyat kısmı daha fazla ön plana çıkar, bu konuşulur, bunun üzerine yorumlar yapılır.

Ön libero transferi de en az kaleci kadar büyük ihtiyaç ama uğraştırıyor o da. Çünkü Cambiasso gibi isimlerden bahsediyoruz ve yine pahalı bir transfer bizleri bekliyor olacak. Bizler Cambiasso'nun gelmesinin imkanından bahsederken Felipe Melo ismi atıldı ortaya ve kafalar karıştı. Cambiasso imkanı varsa o alınır, alınmalı da. Üstelik ödenecek ödenecek meblâğa bakmadan ama alternatif yaratmak açısından Felipe Melo doğru adım mı olur bilemiyorum.

Juventus'un onun için büyük yatırımı vardı, 25 milyon avro gibi bir bonservis ödemişlerdi. Böyle büyük bir rakama da o oranda beklentiler doğar ve büyük ihtimalle de o beklentilerin altında ezilirsiniz. Diego da ezilmişti mesela, Felipe Melo da ezildi. Ama Melo'nun ezilişi daha büyük bir destan oldu, yılın bidonu seçildi derken öyle ya da böyle 2 sezonu geçirdi Juventus'ta. Şimdi ise gözden çıkarılmış durumda ve yüzde 99 ihtimalle transfer olacak. Büyük yatırımlar yapan, bu sezon çok büyük paralar harcayan PSG'nin de Melo'nun peşinde olduğu söyleniyor, bir yandan da futbolcunun Galatasaray'la anlaşacağı yazılıyor.

Bekleyip görelim en iyisi ama şahsi fikrim Melo'nun saatli bomba havasında bir futbolcu olması. İnanılmaz sert oynayan, o sertlik yüzünden büyük antipati sağlayan, kart yeme konusunda hür irade yaşayan ama herşeye rağmen yararlı olabilecek bir futbolcu. Özellikle de bu ligde, tam onun kalemi senaryolar yazılıyor bazen. Ama Melo için 10-12 milyon avro harcayacağına başka bir futbolcu al derlerse de pek haksız olmaz insanlar.

Yerli transfer olarakta Volkan Şen'in ismini okuyoruz, hatta yanına Sercan Yıldırım'ı da katarak ikili bir paket düşünülüyor. 8 milyon avro + takas gibi bir transfer. Sercan Yıldırım'ı bilmem ama Volkan Şen ısrarla isteniyor, oysa ben Sercan Yıldırım'ı ısrarla isterdim. Yerli forvet alternatifi kalmadı takımın ve Sercan Yıldırım'ı birçok mevkide kullanmak mümkün olduğundan sanki daha faydalı bir hamle olurmuş gibi duruyor.

Volkan Şen'in yeteneklerine lafım olamaz ama pahalı bir kanat oyuncusu transferine de ihtiyaç yok bana göre. Arda Turan'ın yeri zaten garanti ve Volkan Şen'in de Kazım Kazım'dan daha iyi bir futbolcu olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca illa yerli bir kanat alınacaksa Mervan Çelik ismi var. Daha ucuza, daha geleceğe dönük bir hamle olmaz mı?

19 Temmuz 2011 Salı

Fernando Muslera Galatasaray'da

Kaleci işi zor mevzu. Özellikle de Galatasaray'da. Son zamanlarda lanete bile dayanan bir süreç. Ama biz sürekli 30 yaşın üstünde yabancı kaleciler aldık, kadroya kattığımız yerliler üzerinde de çok fazla duramadık. Çünkü yeterli gelişimi gösteremediler, bunu da çözmek adına sorunun kaynağına inmeyi sonunda başardık. Taffarel'in takıma katılışı bu açıdan önemli. Genç kaleciler adına çok büyük şans olduğuna inanıyorum.

Bu genç isimlerden biri de Muslera olacak. Ezber bozan yabancı kaleci transferidir bu. Alıştık biz 30 yaş üstü kalecilere, hep tecrübe dedik ama bir artı elde edemedik. Muslera ise 25 yaşında, önünde çok uzun yıllar var ve bu yaşa gelene kadar da olağanüstü bir uluslararası tecrübeyle geliyor. Her açıdan potansiyeli yüksek, yatırıma açık bir kaleciydi.

Muslera'yı daha yakından tanıtan, taktik teknik konulara girdiğim yazıyı buradan okuyabilirsiniz. Bu yazıdaki mevzu, işin biraz daha maddi boyutuna yönelik.

Genç bir yabancı kaleciyi almamız, zaten ezber bozan bir hareketti. Üstüne çok büyük paralar ödememiz de daha bi ezber bozan hareket oldu. Muslera'nın açıklanması neden bu kadar uzun sürdü şimdi daha iyi anlıyoruz. Biz işin Lazio boyutuna odaklandık sürekli ama bu futbolcunun yüzde 50 hakkını Wanderers Montevideo kulübü elinde tutuyormuş. Haliyle Lazio ile anlaşmak yetmedi sadece, Wanderers Montevideo bizi epey uğraştırdı.

Lazio boyutunu Cana'yı vererek aştık. Wanderers Montevideo'a ise ödenen 6 milyon 750 bin dolarlık bonservis var. İşin içine Cana'yı da eklediğimizde yaklaşık 12-13 milyon avro'luk bir transfer ortaya çıkıyor. Bu da sadece Galatasaray'ın değil, Türk futbolunda pek görülmemiş bir bonservis rakamı. Özellikle de Galatasaray olunca işin içerisinde ödenen bu paralar bir hayli şaşırtıcı olabiliyor ama bu dönemin önemli bir özelliği de ezber bozmak.

Muslera'ya duyulan güvenin göstergesidir bu. Önemli bir yatırım yapıldı ve mutlaka geri dönüşü bekleniyor. Copa Amerika performansından sonra da Muslera'nın bu bonservisin altında ezilme ihtimalini neredeyse yok görüyorum, kredisiyle beraber gelecek. Kalecinin potansiyeline bakarak beklentim ise uzun yıllar Galatasaray'ın kalesini koruması. Eğer bir sene sonra gidenlerden olacaksa işimiz iş ama dediğim gibi yatırım transferidir bu. 5 yıllık sözleşme yapıldı ve seneliği de 2 milyon avro.

Kalemiz güvenli ellerde diyebilirim, Taffarel etkisini de Muslera'nın gelişimi üzerinde göreceğiz. Hala zirve noktasına ulaşmamış, potansiyelli, hataları olan ama büyük gelecek vaad eden bir kaleciyi bünyemize kazandırdık...

Elano & Andre Santos / Penaltı İnsanları

Üzgün dostları görmek beni de üzdü diyemeyeceğim. Penaltı noktasında sorun vardı, o bölgeye Milli Takım'a seçilmediği için intikam almaya gelen Bilica'nın suikasti oldu diyorlar ama Brezilya tekniği sevdası o penaltıları dağa taşa vurdurdu, stadyum arkasında bekleyen çocukları sevindirdi. Hangimiz Elano'dan veya Andre Santos'dan topu dağlara taşlara vurmasını bekler. 10 tane penaltı kullansalar 9 tanesini çok klas şekilde kaleye bırakırlar ama bazen olayı ayarlamak gerekiyor. Paraguaylılar misali zemin bozuksa hafif dokunuşlar yapacaksın, sen teknik sevdası ile afil yaratmaya çalışırsan sonucu bu olur.

Tevez'in Yarın Ne Yapacağını Kim Bilebilir

Ağır psikopat bu adam, açık ve net. Bunun başka tarifi olmaz. Yine de çok severim Tevez'i, favori isimlerimden biridir. Bu yüzden de onun gelgitli futbol yaşantısını takip etmek hoşuma gidiyor. Her an patlamaya hazır bomba misali gündemi sarsabiliyor. Onun gideceğim, kalacağım demesi bile olay yani. Karakter olarak malesef futbol yaşantısının başından beri sağlam bir duruş gösteremedi ve bu da onu saygın futbolcular listesinden çıkarıp, yeteneğine ihanet eden futbolcular klasmanına soktu.

Tevez'e güvenilip yatırım yapılmaz. Çünkü yarını kestiremezsin, çıkar yarın başka birşey der. Robinho örneğini getirin hemen akıllara. Real Madrid'e gelmek için bir çaba, Chelsea'ye gelmek için bir çaba, oradan Manchester City çalımı derken ülkeme döneceğim diye yine bir çaba. Şimdi de kendisini Milan'da izliyoruz ama yarın nerede izleyeceğimiz belli değil.

Para için desem değil, başarı için desem değil, inanın kestiremiyorum bu karakter yetersizliğini. Bir futbolcu neden kendisini kafa olarak geliştirmez ve daha büyük bir adım atmak uğruna uğraşmaz. Ya da Allah neden o yetenekleri bize vermez. Kendimden örnek vereyim, bende olsa böyle kudretli bir futbol sanatçılığı sürekli daha iyi olmak adına adımlar atarım. Başarı için adım at saygı duyalım, para için adım at ona da saygı duyalım ya da gel 30'lu yaşlara ülkeme dönmek istiyorum de ona da saygı duyalım. Ama böyle virajlı bir kariyerin saygı duyuyacal tarafı yok.

Benim için Tevez, komple bir takım demek. Çok büyük bir yetenekten bahsediyoruz. Hücum için bir takımın herşeyi bile olabilir, Manchester City formasıyla neler yaptığını gördük. Üstelik mutsuzum diye gezindiği bir ortamda. Eğer takımda kalsa yine büyük işler başarır ya da bir ileri adım daha atıp daha büyük bir takıma geçse. Manchester United de onu bırakmak istemiyordu aslında ama o farklı bir yolu seçti. Para için dedik, Manchester United'in inadına dedik hiçbiri değilmiş. Tevez, içindeki boşluğu çeşitli dinlerle doldurmaya çalışan insanlar misali o boşluğunu bu tip transferlerle dindirmeye çalışıyor.

Tevez'in Corinthians tercihi asla ilginç değil. Brezilya geçmişi var onun, insanlar onu Boca'dan sonra iyi bir Avrupa takımına gider diye beklerken o sıralar Tevez, Brezilya'nın transfer rekorunu kırmak adına uğraşıyordu. Şimdilerde de o çıtayı daha da yukarıya taşıyacak. Çünkü Corinthians'ın 45 milyon avro gibi çılgın bir önerisi var.

Eder mi bu parayı, yeteneklerine bakarsak eder ama karakter anlamında sıkıntı yaratır. Bol param var, keseden harcarım diyen takımlara saygı duyarım {Manchester City misali} ama bu bonservis ilerleyen dönemde sıkıntı yaratabilir. Çünkü kimse Tevez'in bir sene sonra Avrupa'ya dönmek istiyorum demeyeceğini kestiremez ve büyük ihtimalle de der. Bakarsınız 2 sene sonra futbolu bırakmış ya da bizler Corinthians'ı konuşurken o Juventus'a falan gitmiş. Herşey olabilir yani.

Manchester City ise para kazanmaya devam ediyor. Tevez'den 45 milyon avro gibi bir rakam gelecek ve bir süre önce de Boetang'ı Bayern Münih'e sattılar. Ezber bozan hareket bunlar, bizler harcamasına alıştık bu takımın kazanmasına değil. Gerçi kazanıyorlar da, onu yine harcıyorlar. Tevez'in halefi Agüero olacak gibi. Onun için de büyük paralar dönecekler ama Tevez'e oranla da daha iyi bir yatırım gibi duruyor. Yetenek olarak baktığımızda Tevez'in üstünde asla değil, hatta bir ayar aşağıda bile diyebilirim ama o boşluğu da doldurmaları gerekli.

Agüero için City doğru tercih mi, onu da bilmiyorum. Real Madrid sanki daha doğru bir adres gibime geliyor, bakalım ne karar verecek...

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Az İle Çok Arasındaki Fark

Endüstriyel futbolun hatta sporun ulaşamayacağı bir yer yok gibi. Futboldan, NBA'e, oradan başka bir spora. Her yerde artık onlar var ve yıllar ilerkedikçe bu ağ büyümeye devam edecek. Belki çok sonraları nostaljiye dönüş hareketi ortaya çıkar, ekonomik krizler derken endüstri sarsılır demek isterdim ama birileri kriz geçirirken diğerleri zenginleştiği için bu sefer bütün hakimiyet onlar eline geçebilir.

Arsene Wenger de bu duruma karşı ayakta kalmak isteyen neferlerin başında. ''Arsenal, İngiliz kalmalı'' diyen bir insana Fransız denmez, futboltapar denir. Yıllar yılı takımı gençleştiriyor dedik, Arsenal bu yüzden başarılardan uzaklaştı dedik ama o büyük borçları da başka türlü kapatabilmek imkansızdı. Gençleştin, o gençleri parlattın ve birer yıldız haline getirdin, sonra da önemli paralara sattın. Bu sayede de borçları azalttın, Arsenal'i Arap veya Rus sermayesinden kurtardın.

Bu yüzden Wenger'in gençleşme uğruna başarılardan uzaklaştığını söylemek yanlış. Arsenal'e en şaşalı günleri o yaşattı, yine yaşatır. En son Barcelona'yı pozitif futbolla yenen tek teknik adam. Manchester United bile Şampiyonlar Ligi finalinde Barcelona karşısında nefes alamazken, Arsenal Barcelona karşısında iyi futbolla galip geldi ama nefes yetmedi, Premier Lig'de de yetmediği gibi.

Çünkü o kalite derinliğini yaratamadılar ama o derinliği yaratabilmek adına artık fırsatları var. Stadyum borçları benim bildiğim bitti ve artık yatırım yapma zamanı. İlk yatırım da aslında transfer yapmaktan öte Fabregas, Nasri gibi futbolcuları takımda tutabilmek. Geçmiş yılların ezberi bu futbolcuların mutlaka takımdan gönderileceğine işaret ama o ezberi bozmak adına bu futbolcuları takımda tutmak, üstüne önemli transferler yapmak lazım. Gervinho gibi mesela ama o da yetmez. Hedef Premier Lig ve Şampiyonlar Ligi'yse daha fazlası lazım.

Son olarak şunu söylerim. Şu borç döneminde Wenger değil de başka bir teknik adam Arsenal'in başında olsaydı, borç kapatabilmek uğruna yıldızlarını satan yapının başında ayakta duramazdı. Bu yapıda sürekli üretmeniz lazım, üstelik daha ucuza. Bu yüzden de Arsenalliler bence Wenger'e şükran borçludur.

Bu Wenger'in tablosuydu. Bir de işin Mancini tarafı var. Inter günlerini akıllara getirelim. Kimi istediyse aldılar, sürekli paralar harcattı, şike skandalı derken İtalya'da rakipsiz bir Inter yarattı ama o istenen Avrupa başarısı gelmediği için gönderildi. Sonra da Manchester City günleri. Yine kimi istediyse alıyorlar, almaya da devam edecekler. Ben hep söylerim, kısıtlı bütçelerle büyük işler başaran teknik adama da saygım var, çok büyük paraları doğru idare edebilen teknik adama da. Mourinho'yu bu yüzden seviyorum zaten. Adam Porto ile de harikalar yarattı, Chelsea ve Inter'le de. Azı ve çoku iyi biliyor ama Mancini'nin göstergesi sadece çokta.

Dolayısıyla da kendine güveni sağlam, çıkar Nasri şu tarihte bize gelecek der. Wenger de ''Böyle açıklamalar yapmak yasaktır. Bu futbolun temel kurallarına aykırı ve Roberto Mancini'nin bu kuralları bilmesi lazım. Biz saygı istiyoruz'' der, futbol farkı da böylece ortaya çıkar...

Teknik, İdari ve Sportif Direktör

Yeni sahne yeni oyuncular demiştik. Eğer bir değişim yaşanacaksa bu lafta kalmamalı, mutlaka o değişim yaşanmalı. Şu tabloda kadronun sil baştan değişmesi elbette imkansız, mevcut kadrodan mümkün olduğunca fazla futbolcu kazanılması en büyük transfer ama dönülmez akşamın ufkunda olan futbolcularla da yolları ayırmak lazımdı. Bu isimler ise Mustafa Sarp, Serkan Kurtuluş, Musa Çağıran, Mehmet Batdal ve Pino.

Pino'nun ayrılığıyla başlayalım. Atilla Çelik'le beraber favori futbolcularımızdan biriydi. Onun için ben ''yabani bir at gibi'' benzetmesini yapıyordum. Yetenekleri inanılmaz, potansiyeli çok büyük ve patlama gücü yüksek bir futbolcuydu. Ama Keita'nın gidişinin ardından transfer edilmesi de onun en büyük handikapı oldu, çünkü beklentiler büyüdü. Pino da bu beklentilerin altında kaldı ama mali dengeleri gözettiğimizde yani aldığına göre verdiğine baktığımızda o kadar da kötü değildi.

Bir kanat futbolcusundan öte forvette çok daha güzel işler yaptı ama o bahsettiğim yabani at gibi benzetmesi de burada ortaya çıkıyor. Şut özelliği mükemmel olmasına rağmen bunu dizginleyememesi, gördüğü her yerden kaleye vurması, takım oyununa bir türlü ayak uyduramaması, yeteneklerini doğru orantıda kullanamaması onun sonunu hazırladı. Ben yine de Terim'in elinde bu ehlileşmeyi sağlar diyordum ama Terim, Pino'nun üzerinde fazla durmadı ve yollar ayrıldı. İyi bir teknik adamın elinde Pino doğru gelişmeyi sağlar, umarım o transferi gerçekleştirebilir.

Diğer dörtlü ise benimde gitmelerini beklediğim isimlerdi. Özellikle de Mustafa Sarp. Tabunun yıkılmasıdır onun gidişi, başka bir tarifi yok. Çünkü taraftarların beyninde psikolojik bir sorun haline gelmeye başlamıştı, biraz da günah keçisi oldu. İlk geldiği zamanları hatırlarım da forma yırtma hadisesinde adı ''Büyük Mustafa'ya'' çıkmıştı, sevilen bir futbolcuydu. Zamanla takımın kötüye gidişi sonrasında da en çok göze batan futbolcu oldu, bam destanları yazıldı, bam'ın b'si gitti derken m'si ile de yollar ayrılmış oldu. Ayhan Akman ise tecrübe kontenjanından takımda kalır diyorum, geçmiş yıllar onu kurtaracaktır.

Serkan Kurtuluş ise torpilli futbolcu. Artık, herkes gider o kalır demeye başlayacakken gidişini görmek nasip oldu. Galatasaray'da oynadığı 3 sezon boyunca bir adım ileri gidemeyen, aksine yerinde bile sayamayan bir futbolcu konumundaydı. Birçok şans bulmasına rağmen, farklı mevkilerde de denenmesine rağmen olmadı ama inadına zorlandı. Haliyle de gidişi normal ama mutlaka bir sağ bek alternatifi transferinin gerçekleşmesi gerekiyor.

Mehmet Batdal ve Musa Çağıran ise neden geldim İstanbul'a modunda olan futbolcular. Büyük umutlarla transfer edildiler derken o umutların boşa çıktığını gördük. Batdal eğer geçtiğimiz sezon sakatlanmasaydı bir şansı olabilirdi ama yaşadığı şanssız sakatlıklar, Rijkaard'ın gidişi derken bir anda gözden düştü. Musa Çağıran ise zaten şans bulamıyordu, A2 kıvamında bir futbolcuydu ama potansiyeldi sonuçta. Geçtiğimiz sezonun ikinci yarısında da kiralık olarak bir takımda forma giymelerine rağmen o gelişme sağlanamadı ve bugün yollar ayrılıyor.

Şunu da yazalım, bu beş futbolcu da olası yerli transferlerindeki takas adaylarıdır. Ayrıca Fatih Terim, Almanya kampı sonrasında da bazı ayrılıkların yaşanabileceğini belirtti. Kalan isimlere baktığımızda ise en şaşırtıcı gelen Semih Kaya oldu. Çeşitli takımlarda forma giydi, gözden düştü, sakatlandı, o oldu bu oldu derken sonunda formayı kapmayı başardı. Hani diyorduk ya bir tane yerli stoper alternatifi lazım diye, sanırım Semih Kaya'yı kazandık artık.

Fatih Terim'in de görev yetkileri hoşuma gitti. Teknik, idari ve sportif direktör. Konuyla çok alakasız birşey yazdım ama yazmadan da edemedim...

17 Temmuz 2011 Pazar

Muslera & Galatasaray



Dünkü Arjantin - Uruguay maçının benim için asıl önemi Muslera'dan ötürüydü. Alıcı gözle bakalım dedim yeni kalecimize ve kafamdaki önyargıları da yıkmak açısından iyi oldu bu maç. Kaleci konusunda benim ilginç kıstaslarım vardır. Kısa boylu ve fiziksiz kalecileri pek tutmak mesela. Herşeyden öte kalecinin bana güven vermesi gerekir, çünkü bu kaleci olayı güven ve karizma işi biraz da. Futbola aykırı bir düşünce belki, biraz da önyargılı ama ben böyle düşünüyorum.

Muslera'da da bu güven ve karizma olayını ilk etapta göremedim. O havayı bende yaratmadı. Çok iyi bildiğim bir kaleci olduğunu da söyleyemem, daha önceleri alıcı gözle hiç izlememiştim ama bana anlatılanlar ve az çok tanımışlığım Muslera'nın da istikrarsız bir kaleci olduğunu söylüyordu. Yani bir bakarsınız müthiş bir top çıkarmış, bir bakarsınız inanılmaz bir gol yemiş. Galatasaray'ın da yıllardır yaşadığı sorun bu aslında, kalecilerimizde istikrar yok. Bu istikrarsızda zaman içerisinde onlara duyulan güveni azaltıyor ve bir süre sonra da taraftar tepkisini beraberinde getiriyor.

Bu yüzden yapılması gereken istikrarlı bir kaleciyi transfer etmekti. İstikrarı da genelde tecrübede ararız ama son yapılan yabancı kaleci hamlelerine de baktığımızda hep 30'un üstünde yaşlarda isimlere yöneldik. De Sanctis, Leo Franco ve Zapata gibi. De Sanctis üzerine biraz daha gidilse gerçi iyi bir kazanım yaratılabilirdi ama böyle bir uygulamaya gidilmedi. Sürekli bir deneme yanılma yöntemi içerisindeydik, bu süre zarfında iyi olabilecek genç ve yetenekli yerli kalecileri de harcadık derken yıllar böyle geçti.

Sorunun ise temel kaynağı derinlerdeydi aslında, önce bu derinlere inip o işi için Taffarel'i geri döndürmek çok önemli oldu. Muslera'nın da, Ufuk Ceylan ya da Emirhan, Eray İşcan gibi genç kalecilerin de en büyük avantajı bu olacak. Muslera'nın farklı ezberleri bozması olacak. Çok uzun zamandır genç bir yabancı kaleciyi takıma getirmemiştik. Muslera henüz 25 yaşında ve önünde çok uzun yıllar olacak. Kariyerinin de zirvesinde değil elbette ama müthiş bir uluslararası tecrübesi var.

Heybetli bir görüntüsü olmamasına karşın fiziğinin ona getirdiği çabukluk, kıvraklık ve refleks etkisini de mükemmel şekilde kullanıyor. Hızlı bir kaleci, inanılmaz atik. Bir anda üst üste kurtarışlara rahatlıkla imza atabiliyor. Zayıf noktası ise bana göre cepheden gelen sert toplar. Bu yönde hakimiyeti biraz zayıf gibi, top sektirme ihtimali o oranda yüksek. Bunlar ise zamanla aşılabilecek sorunlar, Taffarel'in bu konuda katkısı büyük olacaktır ama yapmamız gereken en önemli şey sabretmek, Muslera'nın üzerinde durmak.

Önyargılar benim için yıkılmaya başladı ve Muslera'nın olası iyi görüntüsü Cana'nın gidişini de unutturabilir. Ama Fatih Terim'in dediğine geliyoruz hepsinden önce, kalemizde birçok pozisyon görüyorsak sıkıntı var demektir. Kaleyi güvenli ellere teslim etmek güzel ama önce savunma olayını aşmamız gerekiyor. İyi bir ön libero şart, Ujfalusi ve Servet Çetin uyumu önemli ve sol bek oynayan Hakan Balta ve Çağlar Birinci arkadaşların artık toparlanması hepsinden önemlisi.

Parçalı, Sarı ve Siyah / Yeni Sezon Formaları

Nike'a geniş süreci hepimizi heyecanlandırdı. Bu tip giyim işlerinin kalitesinden pek anlamam ama Adidas'dan Nike'ye geçiş, üstelik elit kategoriden farklı bir heyecan yarattı. Çünkü bu elit kategorinin getirdiği birçok avantaj var, bu avantajlardan da Türkiye'de tek yararlanacak takım olarak biz görünüyoruz.

Forma mevzusu ise büyük sorunsaldı. İlk etapta beklentiler büyüdü, sonrasında bize özel olacak formaların yetişemeyeceği öğrenildi ve bu hayal kırıklığıydı. Bunun da sebebi anlaşmanın çok geç olmasından kaynaklı. Şubat ayında Nike'a geçiş sağlandı ama özel formaların yapımı için en az bir sene gerektiğinden formalar yetişmedi aslında. Ama bundan sonraki sezonlarda bizlere özel elit kategori dedikleri formaları görmeye başlayacağız.

Nike'nın Galatasaray için büyük yatırımları olacak. Bunu da ilerleyen dönemde göreceğiz.

Kısaca yazmak gerekirse siyah formadan başlamak lazım. Çünkü hayal kırıklığı oldu. Sarı forma misali düz siyah olsa neyse ama formanın da 64 liradan satışa sunulması hayal kırıklığının imzası bana göre. Yakalı olması da ilginç tercih tabii.

Parçalı forma ise klasik parçalıdan uzaklarda ama ısrarla klasik parçalı etiketi yapıştırılmak istenen bir forma. Galatasaray'ın klasiğidir zaten parçalı, olmazsa olmazı. Fena olmamış yine de, müthiş beğenimi kazanmasa da alınacak formalardan biri. Eğer sırt tarafı da düz kırmızıdan öte parçalı olsa {Avrupa Kupası'nda olmadığımız bu sezonda} daha güzel bir detay olacaktı.

Sarı forma ise bu işin zirvesi. Geri dönüşümlü maddelerden üretilmesi, çevre dostu olması bir yana bu bahsedilen elit kategorinin ilk ürünü. Onun da satışı Ekim başı gibi olacak. 90'ların başına dönüş olmuş bu forma, son derece sade ve bir o kadar da etkileyici. Bu forma bir sonraki sezonların ise fragmanı bir bakıma.

Hepsinden öte ise diğer yan ürünler çok kaliteli. Günlük hayatta kullanılabilecek ürünler harika. Bunun gibi de birçok ürün var. Nike'ın asıl yararını bu noktalarda göreceğiz aslında, bu işbirliği bizlere ilerleyen dönemlerde çok daha güzel yarar sağlayacak. Dünya'nın her noktasında bizim ürünlerimiz satışa sunulacak mesela.


 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir