31 Ekim 2009 Cumartesi

Henry'nin Barcelona Geleceği


Ezeli rakipleri Real Madrid'e karşı geçen sezon elde edilen 6-2'lik dev zafereden bu yana gol atamayan 32 yaşındaki santrforun, Fransa Milli Takımı'nda yaşadığı sakatlıktan sonra teknik direktör Pep Guardiola ile yıldızı bir türlü barışmadı. AS gazetesi, henüz bu haftasonu Osasuna'ya karşı oynayıp oynayamayacağına yönelik net bir açıklama da almayan Henry'nin formsuzluğu nedeniyle teknik direktör Guardiola'nın ilgisini Pedro'ya yoğunlaştırdığını iddia etti. Guardiola'nın, kulübün rotasyon politikasına tecrübeli Henry'ye nazaran daha uygun olduğu belirtilen Pedro'yu tercih etmesi genç teknik adam ile Fransız yıldızın arasını açtı. Henry'nin gelecek yaz ABD Ligi MLS ekiplerinden New York Red Bulls'a transfer olacağı haberlerinin de çıkması üzerine AS, bu yolculuğun ara transfer döneminde gerçekleşmezse 2010 yazına sarkabileceğini belirtti. Fransa'nın İrlanda Cumhuriyeti ile oynayacağı Dünya Kupası play-off eşleşmeleri, golcü oyuncunun Ocak ayındaki transfer sezonu sonrasında da Avrupa'da kalmak isteyip istemeyeceğini belirleyecek kritik maçlar olacak.

Barcelona'nın transfer politikasında zaten ne kadar yıldız olursa olsun zayıflamaya başlayan halka mutlaka takımdan ayrılıyor. Henry'nin de yaşının 32'ye geldiğini düşünürsek kendisiyle mutlaka yollar ayrılacaktır. Hatta bu bölge için ligin devre arasında Robinho'nun transfer edilmek istendiği söyleniyor. Henry'nin ölüsü aslında çoğu takımda iş yapar ama son zamanlarda yaşadığı sık sakatlıklardan ötürü takımını yalnız bırakmaya başladı. Barcelona'nın 4-3-3'ünün hücum üçlüsünde Messi - Eto'o - Henry'nin gösterdiği büyük uyum göze çarpıyordu. Sonra zayıflamaya başlayan halka olan Eto'o gözden çıkartılınca Ibrahimoviç transfer edildi. Büyük ihtimalle aynı son Henry'nin de başına gelebilir. Henry asıl mevkisi olmamasına rağmen Barcelona'da sol açık gibi oynuyor. Bizler onu Arsenal'de santrafor olarak tanıdık ve Barcelona'da onu aslında santrafor olarak transfer etti. Henry Arsenal'de inanılmaz işler yapmıştı ve heykeli dikilecek futbolculardan birisi olmuştu. Ama onu yıldız yapan Wenger'in gençlere verdiği önemi artık yazmamıza gerek yok. Arsenal'in de transfer politikası gereği Henry'i gelen iyi bir teklife hemen sattılar. Tıpkı bu sezon başında Adebayor ve Kolo Toure'ye yaptıkları gibi.

Henry bu sezon Barcelona'da üçüncü sezonuna girdi ve geçtiğimiz iki sezonu harika geçirdi diyebiliriz. Gerçi takıma ilk katıldığında sisteme uyum sorunu yaşadı ama sisteme alıştığında bizlere neler yapabileceğini gösterdi. Henry için devre arasında veya sezon sonunda takımdan ayrılacağı söyleniyor. Acaba ülkesine mi döner yoksa yeniden Premier Lig'e mi bilemiyorum. Henry'nin müthiş bir profesyonel olduğunu düşünüyorum ve sürekli başarı peşinden koşacaktır. Bu yüzden para uğruna iyi paralar kazanacağı ülkere gitmeyecektir. Bu yüzden acaba Türkiye'ye gelir mi diye hayaller boşuna kurmayalım. Aslında gelmesini çok isterim çünkü gerçekten bu adamın ölüsü büyük işler yapar. Bakalım Henry'nin Barcelona geleceği nasıl şekillenecek. Son zamanlarda Pedro'da büyük çıkış gösterdi ve rotasyonda Henry'nin önüne geçmiş gibi görünüyor. Bu sakatlık Henry'e yaramadı.

Günün Fotoğrafı {Yorumsuz, Bunun Başlığı Yok}

ultrAslan çok güzel bir biçimde tepkisini koymuş ve bizde bu konu hakkında fazla sessiz kalamazdık. Sadece Galatasaray'lı olduğumuz için değil bir spor sever olarak böylesine taraflı, objektiflikten uzak, gazetecilikle alakası olmayan bir insanın Hürriyet'te spor müdürlüğü yapması büyük bir skandaldır. Ayrıca Fenerbahçe Televizyonu'da bu konu hakkında neler yapacak merak ediyorum. Bir müzik programında böyle muhabbetlerin gün yüzüne çıkması onlar açısından da büyük bir skandal. Bakalım Fenerbahçe Televizyonu karakter örneği gösterip bu programı kaldırabilecek mi ve Ercan Saatçi hangi yüzle müzisyenlikten bozma gazeteciliğini sürdürmeye devam edecek?

Gönlümden Geçen Futbol Elçileri {Bülent Korkmaz}

Daha önce Hakan Şükür'ü yazarken bana futbolu sevdiren iki adam var diğerini de haftaya konuk edeceğiz demiştim. İşte bu iki isimden ilki Hakan Şükür ise ikincisi Bülent Korkmaz'dır. İzlediğim tüm forvetleri Hakan Şükür ile kıyaslıyorsam tüm defans oyuncularını da Bülent Korkmaz ile kıyaslarım. O benim için Büyük Kaptan olmuştur her zaman. Cesur Yürek olmuştur. Cengaver olmuştur. Ne futbolcuyken, ne hocalığında bir kere kötü bir laf etmemişimdir. Edene de ciddi ciddi kızmışımdır ki bu konuda zaman zaman blogda bile farklılığa düşmüş ve Burak ile tartışmışızdır. Bülent Korkmaz kadar özel bir ismi yazarken heyecanlandığım, duygulandığım ve dolayısıyla hata yapabilme ihtimalim olduğu için şimdiden özür dileyerek başlıyorum onu yazmaya..

Hayatının ilk seneleri
Nevin-Osman Korkmaz çiftinin 2. oğulları olarak 24 Kasım 1968 yılında dünyaya gözlerini açtı. İstanbul doğumlu olan Bülent hayatının ilk senelerini Fatih'te geçirirken o günlerde bile tam bir futbol aşığıydı. Öyle ki okulu bile Vefa Stadının arkasındaki Hattat Rakım İlkokulu'ydu. Fatih'te başlayan hayatına ailesinin Florya'ya taşınmasıyla yeni bir boyut geldi. Bugünkü Bülent Korkmaz'ın Bülent Korkmaz olma sebebidir Florya'ya taşınmak şüphesiz. Hayatının kırılma noktasıdır. Florya'daki evi tesislerin, ömrünün 20 senesinden fazlasının geçeceği mekanın tam karşısındaydı. Bir gün yine sokakta top peşinde koştururken keşfedildi Bülent. Dönemin altyapı scoutlarından Ahmet Keskinkılıç ve Salih Bulgurlu; Bülent'i aşkına kavuşturmak için karşısına çıkmışlardır adeta. 1979'dadır Florya ile ilk münasebet. Altyapı seçmelerine katılır Bülent. Daha önce kendisini izleme fırsatı bulmuş Salih Bulgurlu dönemin altyapı hocasıdır. Bülent ünlü kaleci Nihat'a çok benzer. Kaleci olmak istemiştir ilk seçmelerde. Ama Salih Hoca kendisini orta sahada oynatacağını söyleyerek kalecilerden ayırır. O günleri şu sözlerle anlatıyor Kaptan; "Galatasaray formasını bir gün giyeceğim diyordum. Ama daha 11 yaşında giyeceğimi rüyamda görsem inanamazdım. Bir gün bana "Seni Galatasaray'a alalım, gelir misin" dediler... İşte o an Galatasaray maceram başladı. O gece sabaha kadar uyuyamadım, 11-12 yaşımda renklerine gönül verdiğim takımın futbolcusu olacaktım. Ertesi günü iple çektim. Tuttuğum takımın, her gün uzaktan baktığım Galatasaray kulübünün içindeydim artık." 5 sene süren altyapı kariyerinin ardından artık profesyonel olmanın vakti gelmiştir.


En Büyük Aşkı İle Seneleri
"Tugay'dan 6 ay sonra çıktım A takıma İhsan ve Hüseyin ile birlikte 4 gençtik" diye anlatır ilk profesyonellik günlerini. 84 yılında Galatasaray; Leverkusen, Glasgow ve Kızılyıldız'ın bulunduğu bir turnuvaya katılır. Bülent o turnuvada tüm dikkatleri üstüne çeker. Leverkusen'den kendisine gelen transfer teklifine "hayır" diye cevap verir. Bülent'in kariyerindeki ilk hayır olan bu cevap sonraki 21 senede de değişmeyecektir. Galatasaray A takımındaki ilk senesinde genelde lig maçlarından ziyade Avrupa Kupası maçlarında oynatılır. Bu yüzden aldığı ilk lakap Avrupa'lı Bülent olmuştur. 1992-1993 sezonunda Karl-Heinz Feldkamp Galatasaray Teknik Direkörü olduğunda, Feldkampf'ın oynattığı çift stoperli ve liberolu sistemde, Bülent Korkmaz, Stoper Stumpf ve Libero Falko ile birlikte görev alır ve 3'lü savunmanın solunda stoper olarak görev yapar. 84'ten 2005'e kadar geçen dönemde yanında kimler oynamamıştır ki Kaptan'ın.. Rambo Yusuf, Falco, Semih, Erhan Önal, kardeşi Mert, Popescu, Emre Aşık, Frank de Boer, Song ve Tomas Kaptan'ın omuz omuza savaş verdiği diğer aslanlardır.

Yıllar sonra Fatih Terim takımın başına geldiğinde onun için bitti demişlerdi. Zira İmparator takımını 4-4-2 oynatırdı ve bu sistem Bülent'in hiç bilmediği bir sistemdi. Ama o takımda en çok çalışan isim oldu her zaman. Fatih Terim demişken o dönemleri atlamak olmaz tabii. 105 yıllık tarihin en şaaşalı dönemlerini; 96-2000 arasını.. Efsane kadronun en önemli parçalarından biriydi Kaptan. Fatih Terim o günlerde Kaptanı anlatırken; "11 Bülent olsa 11'ini de oynatsam. Onun hırsı kafidir zafer için" der. 99-2000 sezonu başlamadan önce tatilini yaparken Kaptan'ın başına ilginç bir olay gelir. Evdeki yardımcıları Kaptan'ın falına bakar kahve içtikten sonra. Kaptan o günlerde inanmasada daha sonra başına gelecektir. Yardımcısı der ki; "üzerinde haç olan bir kupa kaldıracaksın" Kaptan o günlerde bu fala dolu dolu kahkahalarla gülmüştür. Fakat Mayıs 2000 gelip Uefa Kupasını kaldırınca yardımcısının baktığı fal aklına gelmiş ve yüzünde tebessüme neden olmuştur. Uefa Finali'nde omzu çıkmasına rağmen sargılı omuz ve gözlerindeki ateşle formasını tekrar giydiği anlar bile bize kupanın geleceğini gösterir gibiydi. Kupa demişken Kaptan'ın kolları kas yapmıştır kupa kaldırmaktan. Kariyerinde 1 Uefa Kupası, 1 Süper Kupa, 8 Lig, 6 Türkiye Kupası şampiyonluğu vardır. Giydiği 3 numaralı forma müzeye kaldırılmak istendiğinde istemez Kaptan. Haklıdır da.. Metin Oktay forması bile hala futbolcuların sırtlarında geziyorsa 3 numaralı forma neden giyilmesin ki? Hem #3 olmaya yaraşır bir de takipçisi vardır. Uğur Uçar.. Şimdi bayrağı Kaptan'dan o devralmıştır ve aslanlar gibi taşımaktadır.

Gönlümden Geçen Futbol Elçisi; Bülent Korkmaz
Evet bu defa milli takımı ve teknik direktörlüğünü es geçtim Kaptan'ın. O konularda bazı sıkıntılarım, üzüntülerim var. Mesela Galatasaray kısmını da bir yere bağlayamadan kesmek zorunda kaldım. Bu hâle gelmemize kim sebepse Allah onu bildiği gibi yapsın. Kaptan'a dair değineceğim son nokta evliliği olacak. 22 yaşında yıldırım aşkıyla Banu Yenge'mize tutulmuştur. Galatasaray'dan sonra en büyük sevdası Banu Korkmaz'dır. 1990'da başlayan bu evlilikten Selen ve Ezgi adında da iki güzel kız dünyaya gelmiştir. İlk adımlarını Florya'da atan ve Samiyen'in müdavimlerinden olan. Kaptan teknik direktörken yuhlandığı maçlardan birinde Selen'in tribünde ağladığını hatırlarım mesela. Takımın durumunu falan bırakıp Selen'in o hâline kahrolmuştum. Neyse.. Bülent Korkmaz, Cesur, Büyük Kaptan Galatasaray'ımız için bayrak futbolculardan bir tanesidir. Ona duyduğum tarifsiz sevginin ve saygının hiç bitmemesi temennisiyle..

#3 Büyük Kaptan Bülent Korkmaz
Bu hayat burada biter!

Galatasaray - Sivasspor {Maça Doğru}

Son iki sezon Sivasspor şampiyonluk yarışında olmasına rağmen bu yıla baktığımızda oynadıkları 10 maçta 7 mağlubiyet aldılar ve şu an 16. sırada bulunuyorlar. Bülent Uygun bu sezona da şampiyonluk parolası ile başlamasına rağmen takımın böylesine bir düşüş yaşayacağını tahmin etmedi. Kötü gidişin ardından istifa etti ve yerine Muhsin Ertuğral getirildi. Teknik direktör değişikliğiyle Sivasspor'da ne değişti diye soracak olursanız hiç bir şey değişmedi diyebilirim. Bu sezon benim tahminim ligin son sıralarında yer alacaklar ve artık şampiyonluk yarışı falan hayal gibi duruyor. Kadro kalitesine baktığımızda aslında o kadar kötü bir kadroları yok ama takımda inanılmaz bir sistemsizlik hakim. Muhsin Ertuğral'ın kariyerine baktığımda başarılarını hep Afrika takımlarında yakalamış ve Sivasspor başkanının açıklaması. teknik direktörü internetten buldukları yönündeydi. Sırf farklılık yaratmak uğruna böyle bir değişim içerisine girdiler ama başarının gelmesi malesef çok zor. Son iki yıldır Sivasspor bu sene düştü düşecek diyorduk ama bu yıl sanırım bu tahminlerimiz doğru çıktı.

Galatasaray'da derbide alınan mağlubiyetin ardından gündem bir türlü değiştirilemedi. Bizler hala derbiyi konuşuyoruz ve artık Fenerbahçe maçını geride bırakmak zorundayız. Derbide Galatasaray'ın kaybı büyük oldu. Çünkü Keita üç maç ceza aldı ve Baros 2 ay boyunca futbol oynayamayacak. Son oynanan Bucaspor karşılaşmasında Elano'da yediği kırmızı kart yüzünden bu maçta forma giyemeyecek. Bucaspor karşılaşmasında Elano'nun yediği kırmızı karta kadar oynanan çok güzel bir oyun vardı ama kırmızı karttan sonra bütün düzenimiz bozuldu ve maç bir bakıma zora girdi. Yine de o maçta özellikle Baros'un yokluğunda yapacağımız forvet tercihi konusunda sorularımıza önemli cevaplar bulduk.

Sivasspor bu sezon çok kötü bir durumda ve yeniden toparlanmaya çalışıyorlar. Takıma baktığımda Mehmet Yıldız'ın yokluğunda hücum sistemleri zaten bozulduğu gibi defansif anlamda da oldukça fazla hatalar yapıyorlar. Galatasaray gibi bir hücumcu takım karşısında da oldukça fazla zorlanacaklarını düşünüyorum. Galatasaray'da ise Baros'un yokluğu hücum sistemimizde elbette büyük eksiklik yaratacak ama Rijkaard sisteminden asla ödün vermeyecektir. Bu karşılaşmada forvette Nonda'da başlayabilir veya Kewell tercihini yine görebiliriz. Ama Elano'nun da yokluğunda Kewell'a sol tarafta ihtiyaç duyulacağı için forvet hattında Nonda oynayacaktır. Ayrıca Linderoth'un dönüşü Galatasaray'ın uyguladığı bu sistem açısından çok önemli oldu. Çünkü orta saha bir düzene girecek ve oyunun hücum ile defans dengesini daha iyi oturtacağız. Bu dengede Galatasaray'ın daha istikrarlı bir futbol oynamasını sağlayacak. Benim Sivasspor maçı için düşündüğüm ilk 11'i e gelirsek:

Bu maçta ideal kadromuzla çıkmasak bile kadro derinliğini en iyi şekilde kullanacağız. Linderoth'un dönüşü çok olumlu oldu ve bu olumlu tabloyu bu maçta hep birlikte izleyeceğiz. Sivasspor'un da mutlaka puana ve daha önemlisi biz hala ölmedik mesajı vermeye ihtiyacı var. Bu yüzden onlar için bu maçın önemi çok büyük. Galatasaray'da bu maçla birlikte Fenerbahçe maçını unutturmak ve ligde yeniden tırmanışa geçmek istiyor.

Hangi Maç Hangi Kanalda? {31 Ekim-1 Kasım}

Futbol ile dolu dolu bir haftasonuna daha başladık dün akşam. Bugün ve yarında devam edecek tabii maçlar. Hemen hemen her ligde önemli maçlar mevcut. Herkese iyi seyirler, keyifli ve futbol dolu haftasonları dilerim. İşte 31 Ekim ve 1 Kasım maçlarının hangi kanalda saat kaçta olduğuna dair bilgiler;

31 Ekim Cumartesi

13:00 FC Moskova-Zenit; Spormax
13:30 Dardanelspor-Hacettepe; D Spor
14:45 Arsenal-Tottenham; Spormax
16:00 Antalyaspor-Bursaspor; Lig TV
16:30 Wolfsburg-Mainz; TRT 3
17:00 Fulham-Liverpool; Spormax
17:00 Celtic-Kilmarnock; Euro Futbol
17:00 West Brom-Watford; Futbol Smart
19:00 Juventus-Napoli; NTV Spor
19:00 Real Madrid-Getafe; NTV
19:30 Manchester United-Blackburn; Spormax
20:00 Bordeaux-Monaco; Kanal A
20:00 Beşiktaş-Ankaragücü; Lig TV
20:00 Yeni Zelanda-Türkiye; TRT 3 (U17 Dünya Kupası)
20:45 PSV-Vitesse; Futbol Smart
21:00 Osasuna-Barcelona; NTV Spor
22:00 St Etienne-Lyon; Kanal A
22:30 Flamengo-Santos; Spormax
23.00 A.Bilbao-Atl.Madrid; NTV Spor
23:15 Braga-Benfica; Euro Futbol

1 Kasım Pazar

13:30 Ajax-Feyenoord; Futbol Smart
13:30 Bucaspor-Giresunspor; D Spor
14:45 Dundee United-Rangers; Euro Futbol
16:00 Galatasaray-Sivasspor; Lig TV
16:00 Livorno-İnter; NTV Spor
16:30 Freiburg-Hoffenheim; TRT 3
18:00 Birmingham-Manchester City; Spormax
18:30 E.Frankfurt-Bochum; TRT 3
19:00 Cardiff City-Nottingham; Futbol Smart
20:00 Palmeiras-Corinthians; Spormax
20:00 Kayserispor-Fenerbahçe; Lig TV
20:30 İtalya-Uruguay; TRT 3 (U17 Dünya Kupası)
22:00 Sochaux-Paris; Kanal A

Tenis Gündemi {Doha'da Grup Maçları}

Katar'da düzenlenen ve WTA sıralamasında ilk 8 raketin yarıştığı sezonun kapanış turnuvası Doha'da maçlar devam ediyor. Raketlerin beyaz ve kestane rengi olarak iki gruba ayrıldığı turnuvada yarı final öncesi grup maçları oynanıyor. Beyaz grupta Dinara Safina, Karoline Wozniacki, Victoria Azarenka ve Jelena Jankovic yer alıyor. Turnuvada ilk maçında 6 numaralı seri başı Victoria Azarenka ile 8 numaralı 8 numaralı seri başı Sırp Jelena Jankovic karşı karşıya geldi. Belaruslu raket Azarenka, rakibini 6-2 ve 6-3'lük setlerle 2-0 mağlup ederek, Doha Tenis Turnuvası'na iyi başladı. Wozniacki ikinci maçında Belaruslu Victoria Azarenka ile karşılaştı ve maçtan 2-1'lik galibiyet ile ayrıldı. Wozniacki, 20 yaşındaki rakibini 1-6, 6-4 ve 7-5'lik setlerle geçmeyi bildi. Diğer maçta Dinara Safina ile Sırp raket Jelena Jankovic karşılaştı. Safina'nın üçüncü oyunda sahadan çekilmesi nedeniyle kazanan Jankovic oldu. Ertesi gün oynanan maçlardan ilkinde Wozniacki ilk sette rakibine 6-0 üstünlük sağladı ve 1-0 öne geçti. Büyük çekişmeye sahne olan ikinci set tie-break'e kaldı. Zvonareva rakibine üstünlük kurmayı başardı ve setlerde durum 1-1 oldu. Son sette maça ağırlığını koyan Caroline Wozniacki Rus rakibini 6-4 ile geçti ve müsabakayı da 2-1 kazandı. Bu maçtaki en dramatik durum Wozniacki'nin bacağına kramp girmesiydi. Genç raket mücadelenin son anlarını ağlayarak tamamladı.

Kestane rengi grupta da çekişme tıpkı beyaz gruptaki gibi devam ediyor. Serena Williams, Venus Williams, Svetlana Kuznetsova ve Elena Dementieva yer alıyor. Gruptaki ilk maç Serena Williams ile Svetlana Kuznetsova arasında oynandı. Müthiş geçen mücadelenin iki seti de tie-breake gitti. Serena ilk seti 7-6 ikinci seti de 7-5 alarak maçı 2-0 kazandı ve turnuvaya güzel bir başlangıç yaptı. Ertesi gün ise ablası Venus ile karşı karşıya geldiler. Baştan sona büyük bir çekişmeye sahne olan ve daha az hata yapanın kaybettiği maçta, ilk seti Venus Williams 7-5'lik skorla kazanırken, ikinci seti 6-4 ve üçüncü seti de tie-break sonucunda 7-6'lık skorlarla kazanan Serena Williams, maçtan galibiyetle ayrılan isim oldu. Venus ile Serena Williams'ın maçı, tam 2 saat 41 dakika sürdü. Serena son maçında ise Elena Dementieva ile karşı karşıya geldi. 1 saat 34 dakika süren mücadelede ABD'li raket, rakibini 6-2 ve 6-4'lük iki set ile geçti. Ablası Venus ise Svetlana Kuznetsova ile oynadı. Maça iyi başlayan Venus, ilk seti rahat bir şekilde 6-2 kazandı. İkinci sette çok zorlanan Venus, bu seti tie-break sonucu kaybetti. Final setinde tekrar toparlanan Venus, bu seti de 6-4 alarak, rakibini yendi. Maçtan 2-1 galip ayrılan Venus yarı final şansını sürdürdü.

Turnuvada son maçlar bugün oynanacak ve yarı finalistler belli olacak.

Söz Konusu Usain Bolt

Kenya'da bulunan ünlü sprinter Usain Bolt burada düzenlediği basın toplantısında, dünya spor tarihinin efsane isimlerinden birisi olmayı hedeflediğini söyledi. Geçtiğimiz yıl yapılan Pekin Olimpiyat Oyunları'nda hem 100 hem de 200 metrede dünya rekoru kırarak Olimpiyat Şampiyonu olan Bolt bu yıl da Berlin'deki Dünya Şampiyonası'nda aynı başarıyı tekrarlamıştı. Bolt, bundan sonraki hedefinin yine şampiyonalarda birinci sırayı almak ve yerini rekorlar kırmak olduğunu ifade ederek, "Önümüzdeki yıl da benzer şeyler olacak. Şampiyonları kazanacağım ve daha fazla rekor kıracağım ve sonunda da 400 metrede yarışacağım. Amacım sporda efsane olmak" dedi. 23 yaşındaki Bolt, bir süredir basında çıkan -uzun atlama dalında da mücadele edeceği- iddialarını doğruladı.Bu arada basın toplantısında neşeli tavırlarıyla dikkat çeken Bolt, bir basın mensubunun, "Gezegende sizden hızlı koşabilen tek canlı 'çita'lar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?" şeklindeki sorusuna ise gülerek, "Tabii bir çitayla karşılaştırmak onur verici. En azından 'aslan'a benzetilmiyorum. Çünkü çita daha sakin. Bir kameraman onu rahatlıkla görüntüleyebilir. Çitayı ellerimle yakalamak mükemmel bir tecrübe olurdu" diye konuştu.

Sportif Cümleler'i az çok takip edenler atletizmin en çok sevdiğim spor olduğunu tahmin etmişlerdir. Yaz döneminde yarışlar varken çok sık yazmamıza rağmen bu dönemlerde atletizmle ilgili fazla konu bulamıyoruz. Bu yüzden nerede bir haber görsek üstüne atlar olduk. Usain Bolt hakkında artık uzun uzun konuşmaya gerek yok. Kısacası onun için kafasına koyduğu şeyi yapar diyelim. 100 ve 200 metrenin tartışmasız ismi Usain Bolt bu dallarda rekorları kırmaya devam edecektir. Çünkü henüz 23 yaşında ve atletizminin en olgun dönemini yaşamıyor. Olgun olmayan dönemi buysa 28'li yaşlarını düşünemiyoruz haliyle. Yalnız 100 ve 200 metreyi tek başına koştuğu sürece Bolt sadece kendiyle yarışacağından bazı farklılıklar arayabilir. Yarışmacı ruhunu üst düzeye çıkarmak ve atletizmde ulaşılmaz noktaya gelmek için 100 ve 200 metrenin yanına bir dal daha ekleyebilirse o zaman gelecekte de bu adamı geçebilecek birilerinin çıkacağına inanmayacağım.

Geçmişte 400 metre koştuğunu biliyorum bu yüzden Usain Bolt 400 metrede de önemli işler yapabilir. 400 metreye kadar olan yarışlara sprint yarışları deniliyor. Yalnuz 400 metrede hızını korumak oldukça önemli. Bu yüzden Bolt'un kendisini bu konuda oldukça fazla geliştirmesi gerekiyor. 200 metre yarışlarından izlenimlerim Bolt'un hızını rahatlıkla koruyabileceği yönündedir. Uzun atlama ise sprint istiyor ama fazlasıyla teknik bir dal. Hızlanıp atlama tahtasına en iyi şekilde basmak gerekiyor ve havada kalma süresi bile hesaplanıyor. Bu yüzden uzun atlama yarışmak çok kolay bir iş değil ama Usain Bolt çalışırsa bunu da başarır. Bunca yıllık atletizm tarihinde Usain Bolt gibi kimseyi konuşmadık ve konuşacağız gibi de durmuyor. Kendisine 4 dalda birden rekor kırma hedefi koymuş. Başka birisi böyle hedefler koysa bu adam çıldırdı mı deriz ama söz konusu Usain Bolt olunca başımız kıldan ince.

Futbol Hayatı Tehlikede!

Sivasspor Basın Sözcüsü Fikret Ünsal, sezon başında dizinden bir operasyon geçiren Mehmet Yıldız’ın futbol hayatının bitebileceğini söyledi. Best FM'den Özkan Öztürk'e konuşan Fikret Ünsal, “Maalesef Mehmet’in durumu kritik. Kendisini Almanya’ya gönderdik. Son umuduz bu. Dileriz futbolcumuz yeşil sahalara döner” dedi. Ünsal, doktorların başarısız olduğunu vurgulayarak; “Maalesef bizim Türk doktorları fazla başarılı olmadığı için Mehmet Yıldız’ın sakatlık süresi uzadı. Doktorlarımız iyiler fakat hastalarını çok iyi takip etmiyorlar. Bence bundan dolayı oldu. Sakatlık dizinde çok tehlikeli bir yerde. Allah göstermesin Mehmet Yıldız’ın futbol hayatı bitebilir de. Şimdi işinde çok iyi olan bir doktor bulduk. Avrupa’da çok önemli takımların doktorluğunu yapmış bir doktor. Son umuduz o. İnşallah iyi olur. Mehmet Yıldız içinde çok üzücü bir olay. İnşallah en kısa zamanda bunu telafi ederiz" dedi.

Mehmet Yıldız'ı bir anlamda geç keşfettik ama erken kaybetmek üzereyiz. 24 yaşında Sivasspor'un değişmezlerinden birisi olmayı başaran Mehmet Yıldız, Bülent Uygun'la beraber şampiyonluğa oynayan Sivasspor'un en önemli parçalarından birisi olmayı başarmıştı. Bu süre içerisinde Milli Takım'a yükselmeyi başardı ve büyük takımların transfer gözdesi haline geldi. Hatta bir ara Galatasaray'a transferi gerçekleşmek üzereydi ama bu transfer son anda gerçekleşmemişti. Mehmet Yıldız kimilerine göre büyüklerde oynayacak kapasitede bir futbolcu değildi ama ben futbol tarzını çok beğeniyordum. Fiziği ile oldukça öne çıkıyordu ve güçlü fiziği sayesinde onu durduracak savunma futbolcu sayısı çok azdı. Yalnız sürekli fiziğiyle oynadığı için belli sürelerde dinlendirilmesi lazımken Bülent Uygun hiç rotasyona girmedi ve Mehmet Yıldız'a çok yüklenildi. Sonucunda Mehmet Yıldız bir diz sakatlığı geçirdi ve bugün futbol hayatı tehlike altında.

Diz sakatlıkları futbolcuların en çok korktuğu sakatlıkların başında gelmektedir. Mehmet Yıldız'da diz sakatlığından çok fazla çekeceğe gibi benziyor. Türkiye'de yeterli şekilde tedavi edilmediği için Almanya'ya gönderildi ve umarım buradan iyi sonuçlar çıkacaktır. Mehmet Yıldız 28 yaşına geldi ve fiziğiyle ön plana çıkmış bir futbolcunun bu sakatlıktan sonra toparlanması çok zor. Ama bir şekilde de futbola tutunmak zorunda. Bu yıl Bülent Uygun'un sisteminin yaşadığı çöküşte Mehmet Yıldız'ın takımda olmaması büyük etken oldu. Umarım güzel haberler gelecektir ve Mehmet Yıldız'ı yeniden sahalarda göreceğiz.

Hidayet Türkoğlu ''Bay Son Çeyrek''

NBA'deki temsilcilerimizden Hidayet Türkoğlu, kritik anlarda attığı basketler sayesinde "bay son çeyrek" lakabıyla tanınır oldu. Hido dördüncü periyotlarda maç kazandıran basketlere imza atmakla kalmıyor, oyunun sıkıştığı anlarda rakiplerine faul yaptırarak serbest atış çizgisinden takımına da kolay sayı imkanı yaratıyor. Milli basketbolcumuzun kritik anlardaki bu soğukkanlılığı, NBA'in resmi internet sitesinde yayınlanan bir anketle de kanıtlandı. 2001-02 sezonundan bu yana play-off'lar dahil 10 binin üzerindeki NBA maçını değerlendirmeye alan araştırmada, tüm maçların son beş dakikasında farkın beş ya da daha az olduğu durumlar göz önüne alındı. Kritik anlar olarak tanımlanan bu dakikalarda toplam 186 serbest atış deneyen Türkoğlu, 159 isabet bularak ligin bu alandaki lideri oldu. Yani Hido, 2001-02 sezonundan bu yana, baskı altında ligin en çok serbest atış isabeti bulan ismi. Araştırmaya göre normalde serbest atış çizgisinden % 79 isabet oranı tutturan Türkoğlu, kritik anlarda kullandığı faul atışlarında ise oranını % 86'ya çıkarıyor.

Hidayet'in basketbol hayatı her yaşta gelişim üstüne kurulmuş. Çocuk yaşlarda oynadığı Efes Pilsen'den, Sacremanto'ya, Spurs'e, Orlando'ya sürekli gelişim gösterdi. Bunun neticesinde hak ettiği kontratı alarak Toronto'ya geçti. Hidayet Toronto'ya giderken aslında akıllılık yaptı. Daha az paraya şampiyonluğa oynayacağı bir takımda da forma giyebilirdi ama o geleceğini garanti altına alıp önüne güvenle bakmak istedi. NBA'de çoğu basketbolcu için kontratı kaptı sonra yattı deyimini kullanabiliriz. Toronto'da aslında kadro yapısı itibariyle böyle bir yer. Çok önemli isimlerin serbest kalacağı bu sezon sonunda da Bosh'da eğer şampiyonluğa oynayabileceği bir takıma giderse Toronto iyice yatma yeri olacak. Ama Hidayet'in karakter yapısında mücadeleden asla kaçmaya yer yok. Bu sezonda 30 yaşına gelmesine rağmen kendisini geliştirip All-Star olmaya ve Toronto Raptors'u mümkün olan en yukarı seviyeye çıkarmak için gayret gösterecektir. Bu arada Hidayet Türkoğlu transferi en çok Bosh'a yaramış olmalı. Çünkü takımda Calderon gibi bir organizatörün yanına Hidayet gibi bir isim daha eklenince Bosh her kanaldan beslenebilir ve geçtiğimiz sezon D.Howard - Hedo işbirliklerinin çok daha iyisini izleyebiliriz.

Haberde Hidayet Türkoğlu'nun baskı altında faul yüzdesini arttırdığı görülmüş. Zaten son iki sezonda Orlando Magic'de lakabı bay son çeyrek olmuştu. Çünkü maçın en kritik şutlarını o kullandığı gibi, hücum organizasyonlarının yükünü komple üstlenmişti. Bu da Hidayet'in en önemli özelliklerinden birisi oldu. Toronto Raptors'un da maçın kritik dakikalarında Hidayet'e başvuracağını düşünebiliriz. Önümüzde 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası var ve senelerdir bu şampiyona için yapılanıyoruz. Bu yapılanmanında en önemli oyuncusu Hidayet Türkoğlu. Bu yıl yapılan Avrupa Şampiyonası'nda zorlu geçen sezonun yorgunluğunu şampiyonada oldukça fazla hissetmişti. Toronto'da baskı biraz daha azalacak çünkü beklentiler oldukça aşağıda. Bu da Hidayet için çok önemli bir artı olacaktır.

30 Ekim 2009 Cuma

FIFA ''Yılın Futbolcusu'' Adayları

Messi mi Cristiano Ronaldo mu tartışmaları son yıllarda büyük ilgi uyandırıyor. Bu iki futbolcu çoğu kişiye sorduğumuzda Dünya'nın en iyi iki futbolcusu arasında. Geçtiğimiz sezon Şampiyonlar Ligi finalinde bu sorunun cevabını pek alamamıştık ama Cristiano Ronaldo'nun Real Madrid'e transferi sonrasında bu iki futbolcuyu daha yakından karşılaştırma imkanı bulacağız. Geçtiğimiz yıl Fifa tarafından yılın futbolcusu Cristiano Ronaldo seçilmişti. Bu seçimde hem oynadığı mükemmel futbolun yanında takımınında çok başarılı bir yıl geçirmesinin büyük önemi olmuştu. Aslında çoğu zaman Şampiyonlar Ligi'ni kazanan takımın en iyi futbolcusu bu ödülü almaya başladı. Bu yılın futbolcusu 21 aralık'ta açıklanacak. Bu ödül için ise aday futbolculara FIFA’ya üye Milli takımların teknik direktörleri ve kaptanları oy kullanabiliyor. Hatırlarsınız geçtiğimiz yıl Fatih Terim bu ödül için Iniesta'ya oy vermişti. Maradona ise kendi ülkesinin vatandaşlarına oy veremediği için statüyü oldukça fazla eleştirmişti. Maradona bu konu hakkında Messi'nin Dünya'nın en iyi futbolcusu olduğunu bile bile bana başka bir futbolcuya oy attırmaya çalıştılar demişti.

Adaylara baktığımda bu ödülü Messi'nin kazanmasını bekliyorum. Çünkü bu yılı ele alırsak Barcelona'nın oynadığı bütün kupaları almasında Messi'nin payı büyük oldu. Gerçi son zamanlarda Messi'nin arkasında oynayan muhteşem orta sahanın payı olmasa Messi fazla bir şey yapamaz eleştirileri gelmeye başladı. Bunu da Arjantin Milli Takım'ında gösterdiği performansa dayanarak söylediler. Elbette Barcelona müthiş bir sistem takımı ama bu muhteşem sisteminde en mükemmel parçası Messi'dir. Xavi'nin, Iniesta'nın hakkını elbette yemem ama Messi harika bir futbolcu. Arjantin Milli Takım'ında yaşadığı gösteremediği performansları da Maradona'ya borçlu. Bu ödülün en büyük ikinci adayı ise Cristiano Ronaldo olacak. Manchester United'in geçtiğimiz sezon Şampiyonlar Ligi'nde final oynayan ve Premier Lig'de şampiyon olmasında en büyük rolü üstlendi. Cristiano Ronaldo ayrıldıktan sonraki Manchester United'in halini görüyoruz. Elbette onun açığını kapatacaklar ama şimdilerde oldukça zorlanıyorlar. Diğer adaylara baktığımda müthiş futbolcular olmasına rağmen bu ödül Messi veya Cristiano Ronaldo'ya gidecektir. Üçüncü adayım ise Xavi olur. Çünkü o da müthiş bir yıl geçirdi ve Barcelona'nın başarılarında rolü büyüktü. Onun orta sahada oynadığı yaratıcı futbol ve sahaya yansıttığı futbol zekası sayesinde Barcelona önemli işler yaptı. Gönlümün adayına geçersek bu isim elbette Ibrahimoviç olacaktır. Inter'i senelerdir tek başına taşıyordu ama kadronun durumu yüzünden Avrupa'da pek başarı gelmedi. O da tercihini Barcelona'dan yana kullandı. Yalnız şöyle bir durum oluştu. Uzun zamandır bir maçta gösterdiği performansla Barcelona takımı içerisinde Messi'yi gölgede bırakan bir futbolcu olmamıştı. Ibrahimoviç ise zaman zaman bunu yapmaya başladı ve zaman geçtikçe çok daha mükemmel işler yapacaktır. Yılın en iyi futbolcusu adayları:

Michael Ballack (Almanya) – Chelsea
Gianluigi Buffon (İtalya) – Juventus
Iker Casillas (İspanya) - Real Madrid
Cristiano Ronaldo (Portekiz) - Real Madrid
Diego (Brezilya) – Juventus
Didier Drogba (Fildişi Sahili) – Chelsea
Michael Essien (Gana) – Chelsea
Samuel Eto'o (Kamerun) – İnter
Steven Gerrard (İngiltere) – Liverpool
Thierry Henry (Fransa) – Barcelona
Zlatan Ibrahimovic (İsveç) – Barcelona
Andres Iniesta (İspanya) – Barcelona
Kaka (Brezilya) - Real Madrid
Frank Lampard (İngiltere) – Chelsea
Luis Fabiano (Brezilya) – Sevilla
Lionel Messi (Arjantin) – Barcelona
Carles Puyol (İspanya) – Barcelona
Franck Ribery (Fransa) - Bayern Münih
Wayne Rooney (İngiltere) - Manchester United
John Terry (İngiltere) – Chelsea
Fernando Torres (İspanya) – Liverpool
David Villa (İspanya) – Valencia
Xavi (İspanya) – Barcelona

Günün Fotoğrafı {Elano, Kaka, Diego}

Elano, Kaka ve Diego koyu bir sohbete girişmişler ama konusu tam olarak ne bilmiyorum. Büyük ihtimalle üç futbolcuda bu yaz döneminde gerçekleştirdiği transferleri konuşuyorlar veya transferlerden önceyse bu resim o konu hakkında tartışıyorlar.

Gönlümden Geçen Futbol Elçileri {Rio Ferdinand}


Ryan Giggs ile başlayan serinin bir diğer Manchester'lı oyuncusu olan Ferdinand'da sıra. 2008-2009 sezonunun en iyi 50 futbolcusu içinde 24. sırada yer alan kaptanın hayatından kısa başlıkları ele almaya çalışacağım dilim döndüğünce. İngiliz futbolunun en önemli parçalarından birisi olan Rio'nun hayatını yazmak benim için neden özel? Bunu son kısımda elbette paylaşacağız ama Manchester United'ın kaptanı olması ve son dönemlerde eleştirilse de Vidic ile harikalar yaratması Ferdinand'ı sevmemdeki başlıca etkenler. İngiltere futbol takımı ile Manchester United'ın defans sigortasının hayatından başlıkları yazmaya başlayabiliriz..

Hayatının İlk Seneleri
Tam adı Rio Gavin Ferdinand'dır. Rio 7 Kasım 1978 yılında Peckham-Londra'da doğmuştur. Rio İngiliz & İrlanda ortak yapımı bir çocuk olarak yetişmiştir. Çocukluğuna dair en ilginç ayrıntılardan birisi Rio'nun annesi ve babasının evlenmemiş ve Rio 14 yaşındayken ayrılmış bir çift olmasıdır şüphesiz. Ebeveynlerinin bu durumu sebebiyle fırtınalı bir çocukluk geçirmiş olan Rio'nun çocukluk kahramanları Mike Tyson ve Maradona'dır. Fırtınalı çocukluğu ve karakterini; "Her çocuğun yaptığı şeyleri yapmak istesemde, kolay sıkılan bir yapım vardı. Hatta bazen futbol oynamaktan bile sıkılırdım. Sıkılmadan eğlenerek yaptığım tek şey; evden uzaklara gidip yeni insanlarla tanışmaktı." sözleriyle anlatır Rio. Okul dönemlerinde başladığı futbol ile derslerini dengede tutmak Rio için en zor işlerden birisi olmuştur o dönemde. Rio çocukken bile üstün yetenekli bir çocuk olarak dikkat çekerdi. Öyle ki altyapı kariyerindeki ilk hocası olan David Goodwin; "Seni Pele diye çağıracağım evlat. Seni onun oyununa benzetiyorum" diyerek Rio'nun ilk çocukluğundan itibaren ne kadar iyi bir futbolcu olduğunu anlatıyordu. Rio futbola hücuma dönük ortasaha olarak başlamıştır. Milwall, Quenn Park Rangers ve Westham United altyapılarında oynamıştır. Altyapı kariyerinde Frank Lampard gibi oyuncularla akademide birlikte oynama fırsatı yakaladı.

Manchester'dan Öncesi
Altyapı kariyerinin son yıllarını Westham forması ile geçirdi 17 yaşında Westham'ın profesyonel A takım futbolcularından birisi oldu. Kasım 2000'de artık çıtayı yükseltme vakti gelmişti Rio için. Leeds United ile anlaşma imzaladı. Westham'dan Leeds'e gitmesinin bedeli 18 milyon paunddu. Bu bonservis o güne kadar İngiltere'de bir defans oyuncusuna ödenen en yüksek bedel olarak tarihe geçti. Leeds kariyeri, 3-0'lık Liecester City mağlubiyeti ile başladı. Fakat bu mağlubiyete rağmen Ferdinand'lı Leeds Şampiyonlar Ligi'nde yarı finale oynadı. Böylece Rio'nun Leeds'deki yeri de sağlama alınmış oldu. 2001 Ağustos'ta yani ertesi sezon Rio; Leeds'in kaptanı oldu. 2002 yılında Leeds ciddi bir mali krize girmişti. O dönemdeki söylentilere göre; takım yöneticisi Terry Venables içinde bulundukları finansal krizi Rio'yu paraya çevirerek, yani yüksek bir meblağ ile satarak karşılayacaktı. Başlarda inkar edilse de bu dedikodular yazdan sonra gerçeğe dönüştü. Leeds United; Rio'yu 29.1 milyon paund karşılığında Manchester United'a sattı.

Manchester United Günleri
22 Temmuz 2002 yılında Rio Manchester United ile anlaşma imzaladı. Bu anlaşma Premier Lig tarihinin gelmiş geçmiş en pahalı defansının Rio olduğunu söylüyordu. 2003 yılında başına talihsiz bir olay geldi. Evini taşıdığı günlerde doping testine girmeyi unutmuştu. Bu unutkanlık Rio'ya biraz pahalıya mâl oldu. Ocak 2004'ten itibaren 8 ay ki buna Euro 2004'te dahildi maçlardan men ayrıca 50 bin paundda para cezası kesildi. Manchester karara itiraz etti tabii. Benzer olay daha önce Manchester City oyuncusu Cristian Negouai'nin başına gelmiş ve 2000 paund ile kurtulmuştu. Manchester'da buna dikkat çekerek cezanın yeniden gözden geçirilmesini istedi. Fakat Sepp Blatter iki olay arasında farklılıklar olduğunu öne sürerek cezanın kalkmayacağını söyledi. Rio ilk sezonunda oynayamasada Manchester ile kazanmaya devam ediyordu. Cezasının bitmesinin ardından 14 Aralık 2005 tarihindeki Wigan maçında Manchester maçı 4-0 kazanırken Rio gollerden birini atan isim oldu. Bu gol Rio'nun Manchester kariyerinin ilk golü olma özelliğini taşıyor. Bu golün ardından ikinci golünü de hemen ertesi maçta West Bromwich ağlarına atmıştı. Liverpool ile oynanan bir maçta sahanın ortasında acıkmış olacak ki bir şeyler atıştırmış ve maçı izleyen herkesi şaşırtmıştı. Rio 2007-2008 sezonuna çok iyi bir başlangıç yapmıştı. 20 Ekim'de Aston Villa'ya attığı gol Premier Lig tarihinin en erken golü olma özelliğini taşıyordu. Aynı sezon Dinamo Kiev'e Şampiyonlar Ligi'nde attığı gol ise kariyerinin ilk Avrupa Kupası golü olma özelliğini taşıyordu. Bu sezona dair çok ilginç bir ayrıntı da Rio'nun Manchester kalesini korumak zorunda kalmasıdır. Portsmouth maçında kaleci Kuszczak'ın yerine 15 dakika kadar kalede kalmıştı. Kaleci olduğu ilk dakikalarda da bir penaltı ile karşı karşıya kaldı. Köşeyi tutturmasına rağmen topu çıkaramamıştır. Bu sezonun sonunda Barcelona ile transfer dedikoduları çıkmıştı. Fakat Rio Manchester ile 2013 yılına kadar sözleşme imzalayarak dedikodulara son verdi. 21 Mayıs 2008 tarihinde Manchester'ın kaptanı olmayı kabul etti. O günden beri Giggs ile birlikte Man U'nun kaptanlığını yapıyor. Manchester'ın 5 numaralı forması 2002-2003, 2006-2007, 2007-2008 ve 2008-2009 sezonunun şampiyonluklarının en önemli mimarlarından birisidir. Üst üste 4. şampiyonluklarına ulaşmak için de Vidic ile birlikte çaba sarfetmektedir.

İngiltere Milli Takımı'nda Rio
Rio 19 yaşındayken 15 Kasım 1997'de Kamerun Milli Takımına karşı oynanan maç ile başlar milli takım kariyeri. Bu maç Rio'yu İngiltere Milli Takımında oynayan en genç defans oyuncusu olarak tarihe yazan karşılaşmadır. 98, 2002 ve 2006 Dünya Kupalarına İngiltere Milli Takımı ile katılan Ferdinand 2004 Avrupa Şampiyonasına cezası nedeniyle katılamamıştır. 2004 Avrupa Şampiyonası'nda Rio'nun yerine John Terry'yi izledik İngiltere Milli Takım defansında. 26 Mart 2008'de Fransa ile oynanan dostluk maçında sahaya ilk kez kaptan olarak çıkmıştır. Kariyerinin ilk milli takım golünü İngiltere'nin 3-0 kazandığı Danimarka maçında atmıştır. Kariyerinde 3 Dünya Kupası olan Ferdinand 2010 Dünya Kupası yolunda da İngiltere'nin en önemli parçalarından biri oldu. Elemelerde Fabio Capello'nun vazgeçmediği 4 futbolcu; Terry, Beckham, Lampard ve Ferdinand'dı. Şimdi kariyerinin 4. Dünya Kupası için bir sakatlık olmadığı sürece yeri garantide Rio'nun. Capello ondan iyisini bulacak değil ya zaten :) Bu arada Capello'nun Milli Takımı'nın kaptanı da Ferdinand olmuştur Dünya Kupası elemelerinde.

Gönlümden Geçen Futbol Elçisi; Rio Ferdinand
Rio'ya gençliğinde Manchester ile ilgili ne düşündüğünü sormuşlar; "20'li yaşlarımın başında Manchester United'tan nefret ederdim. O dönemde bütün kupaları kazanırlardı, çünkü. Hatta bir taraftar, Man.United'ta oynamak istersin değil mi? diye sorduğunda Asla o takıma gitmem demiştim." demiş. Şimdi ise takımı için yapmayacağı şey yok. Sanırım onu bu kadar değerli kılan gözünü budaktan sakınmayan bir oyuncu olması benim için. Ferdinand, 2002 yılından bu yana giydiği Manchester United formasıyla kuşkusuz her gün biraz daha olgun bir oyun sergiliyor. Onun için artık rahatlıkla, 'dünyanın en komple stoperlerinden biri' diyebiliriz. 2006'da Lorenz isimli, 2008 yılında da Tate isimli iki oğlu olan Rio için hayat bugünlerde gayet güzel geçiyor. Bense bu adamın kaptan olduğu her takımı büyük bir mutluluk ile izliyor ve takip ediyorum.

Derbinin Son Değerlendirmesi {Haldun Üstünel Basın Toplantısı}

Dün verilen cezaların ardından bugün Haldun Başkan'ın bir basın toplantısı ile derbiyi değerlendireceği haberi gelmişti. Belirtilen saatte televizyonları karşısına geçenler bildiğimiz Haldun Üstünel'den farklı bir Haldun Başkan ile karşılaştılar. Mesafesini ve ciddiyyetini korur Haldun Başkan her zaman ama kimse onun sert tarafını pek bilmez. Bugünkü toplantıdan çıkardığım en büyük yorum öncelikle Haldun Abi'nin tersinin çok pis olduğu. Durur durur öyle bir patlar ki keşke patlamasaydı dersiniz türden insanlar vardır. Atasözünde diyor ya sessiz atın çiftesi pek olur diye. İşte Haldun Abi'de tam o cins bir insanmış bugünkü toplantıda farkettim. Toplantıda verilen cezalara, derbinin hakemi Bünyamin Gezer'e, Federasyon'a ve Fenerbahçe'ye verdi veriştirdi. Toplantıdan bazı maddeleri başlık başlık ele almak gerekirse;
  • Bizim Galatasaray olarak yenilgiye kılıf aramak gibi bir düşüncemiz yok. O gece futbol performansımız bizim ve taraftarımızın beklentilerini karşılamaktan çok uzaktı. Biz bunu biliyoruz ve bunu kendi içimizde sorguluyoruz. Ancak Pazar akşamına döndüğümüzde futbola yakışmayan görüntülerin altını çizmek istiyorum. Kadıköy’de yaşananlar, maç öncesi kavgalar ve hakemin başının yarılmasına kadar giden ciddi ve hayati tehlike içeren futbol dışı eylemler tüm Türkiye’nin gözü önünde cereyan etmiştir. Yardımcı hakemin başına dikiş atılmış, maç 10 dakika geç başlamıştır. Kurallarda ve kitapta ya da talimatlarda da belirtildiği gibi hakemin inisiyatifinde olan maçı oynatmama kararında Hakem Bünyamin Gezer’in duramamasının arkasında yatan nedeni gerçekten merak ediyoruz.
    Fenerbahçeli'lerin sürekli o maçta iyi oynamadığınız için kaybettiğiniz laflarına cevaptır bu. Başkanından taraftarına kadar herkes takımının kötü oynadığını kabul ediyor buna laf eden yok bir kere. Zaten bizim şikayetçi olduğumuz nokta eğer dikkat ederseniz mağlup olmak falan değil Saraçoğlu'nda oluşturulan provake edici ortam. Bir de Bünyamin Gezer'in maçtan sonra verdiği demeçte maçı tatil etmeliydim itirafı var mesela. Ama hakeme şu soruyu soran tek bir insan evladı yok; madem tatil etmeliydin neden etmedin?


  • Maç öncesinde taraftarını selamlamaya giden futbolcularımıza durduk yerde yapılan saldırı, özellikle kaptanımıza bilinçli şekilde yapılan taciz ve atılan yumruklar, küfür, yabancı madde yağmuru, futbolculara atılan içi su dolu balonlar. Keita’nın gözüne çıkmasına ramak kalan yaralanması, hakemin başına gelen yabancı cisim ve atılan dikiş, yapılan tıbbi müdahale… Ayrıca küfür konusunda altını çizmek istediğim bir nokta var. Kaptanımız Arda’ya 55 bin kişi toplu halde küfür ediyor. Fenerbahçeli hiçbir yönetici müdahale etmiyor, sessiz kalıyor.
    Arda kötü oynadı evet. Son zamanlardaki performansını da kriter alarak çoğnluk Arda'ya yüklendi. Üzülerek söylüyorum ki bu grubun içinde ben de varım. Ama şimdi mantıklı bir biçimde düşününce, daha doğrusu kendimi Arda'nın yerine koyunca onun üstünde kurulan baskının neticesinde oynayamadığını farkediyorum. Hakkını aldım Kaptan'ın. Binlerce insanın kendisine küfretmesi, sahadaki bir oyuncunun itmesine maruz kalması, sonrasında yaşananlar.. Bir değil iki değil sabrında bir sonu var. Arda'nın ruh hali de buna yakındı sanıyorum o maçta. Özellikle üzerine kuruldu bütün olaylar. Fenerbahçe yönetimine edilecek laf zaten yok. Bir tanesi kılını kıpırdatmadı olaylar karşısında. Ben televizyondan izledim onlarda localarından, tribünlerinden..

  • Tüm Galatasaraylılarla seslenmek istiyorum. Bugüne kadar olan başarılarımızın kanıtları müzemizde var. Bu sezon sonunda kupalar yine müzemizde olacak. Hayal kurmak, hayalperestlik ve vaat yok. Bizde gerçek var. 18. şampiyonluk kupası Mayıs ayında Galatasaray’ın müzesinde olacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. O kupa Ali Sami Yen’de havaya kalkacak. Galatasaray’a gönül verenler rahat olsun.
    Biz birileri gibi 3'ün 5'in hesabını yapmayız diyor başkan :) Artık 3'e 5'e bakmadan şampiyon olacağız. Şimdi birileri Nilüfer şarkılarıyla gülüyorlar kahkaha atıp eğleniyorlar. Eğlenedursunlar.. Son gülen iyi gülecek nasılsa. Hem hep ne diyoruz; mayıslar bizim. Bu sene de durum değişmeyecek inşallah.

  • Galatasaray taraftarı iyi gün dostu değildir. Galatasaray taraftarı takımını her koşulda destekler. Pazar günü de büyük Galatasaray taraftarını takımımızı desteklemek üzere Ali Sami Yen’e bekliyoruz. Her koltukta inanmış, armasına gönül vermiş Galatasaraylıları görmek istiyoruz
    Sevinmek için sevmedik ki!

Servet'in Avrupa'daki Piyasası

İngiltere'de yayın yapan Daily Mail Gazetesi, bu yıl başında Chelsea'nin de takibinde olan Galatasaray'ın milli savunma oyuncusu Servet Çetin için şimdi de Premier Lig ekiplerinden Tottenham ve Arsenal'in transfer girişimlerinde bulunduğunu iddia etti. Gazete, Galatasaray Teknik Direktörü Frank Rijkaard'ın Ocak ayı ara transfer döneminde takımın defans hattında değişiklik yapacağını ve bu nedenle Servet'in gidişine onay vereceğini de savundu. Bu arada, Avrupa futbolunun transfer nabzını tutan tribalfootball.com adlı haber portalı ise Servet ile Tottenham ve Arsenal'in yanı sıra AC Milan, Borussia Dortmund, Wolfsburg ve Köln takımlarının da ilgilendiğini iddia etti.

Servet Çetin için ben profesyonel adamı severim diye bir yazı yazmıştım. Servet Sivasspor'da çok önemli işler yaptıktan sonra Galatasaray'a transfer olmuştu ve o günden bu yana sürekli bir gelişim halinde. 28 yaşına gelmesine rağmen sanki 18 yaşında futbola yeni ısınan birisi gibi futbolunu geliştiriyor ve bunun meyvelerini de şimdilerde toplamaya başladı. Servet Çetin için Avrupa'nın en önemli stoperlerinden birisi desem bazı arkadaşlarımız bana hak vereceği gibi gülen arkadaşlarımızda çıkabilir.

Ben Servet Çetin'in Avrupa'da önemli bir piyasası olduğunu düşünüyorum. Sezon başında Marsilya Servet Çetin için 8 milyon avro'yu gözden çıkarmıştı ve bu transfer gerçekleşmek üzereydi ama son anda transfer gerçekleşmedi. Gerçi Marsilya'da önemli bir Avrupa kulübü olmasına rağmen Galatasaray'dan çok da büyük olmadığı için gitmediği bir bakıma iyi oldu. Ben sürekli yazıyorum futbolcularımız Avrupa'da lig ve takım ayırt etmeden imkanları varsa gitmeleri gerek diye ama kapasitesi olan futbolcularımızda bu kapasitenin aşağısında bir takıma gitmemeliler. Servet Çetin'i devre arası transfer döneminde Arsenal ve Tottenham'ın transfer etmek istediği konuşuluyor. Ayrıca Milan, Borrissia Dordmund, Wolfsburg ve Köln takımlarınında takibi altına girmiş.

Öncelikle Servet'i Premier Lig'de izlemek isterim. Arsenal'in kendisini pek transfer edeceğini düşünmüyorum ama Tottenham bu transferi gerçekleştirebilir. Servet için önerilen bonservis bedelinin ise 10 milyon avro civarında olacağı söyleniyor. Galatasaray geçtiğimiz sezon ortasında Servet Çetin'in sözleşmesini uzatarak çok önemli bir hamle yaptı. Şimdi belki bu transfer gerçekleşecek ve önemli rakamlar kazanabiliriz. Üstelik gelecek parayla da Servet Çetin'in yokluğunu hissetmeyeceğimiz bir transfer yapabiliriz. Ben aslında Gökhan Zan'ın Servet'in olası Marsilya transferi düşünülerek takıma kazandırıldığına inanıyorum. Bu yüzden Gökhan Zan'ın yanına alınacak o topu oyuna iyi sokan stoper dediğimiz tipte bir futbolcuyla Servet'in yerini doldurmaya çalışabiliriz. Diğer taliplere baktığımda ise Milan'ın Onyewu'nun sakatlığının ardından Servet Çetin'i transfer edebileceğini düşünüyorum. Ayrıca Servet Çetin oyun tarzı itibariyle Bundesliga'ya da çok yakışacak bir futbolcu olabilir ama Dordmund ve Köln'e gitmesini istemem. Biliyorsunuz Bundesliga'da kendini gösteren futbolcular mutlaka Bayern Münih yolu tutarlar. Bu yüzden Bundesliga'da başarıya oynayan bir takımda Servet Çetin oynarsa olası büyük bir transfer daha gerçekleştirebilir.

Bülent Uygun & Bursa Nilüferspor

Sivasspor teknik direktörlüğünden istifa eden Bülent Uygun, Bursa 3. Lig takımlarından Nilüferspor ile bu akşam antrenmana çıktı. Sözleşme imzalamayan Uygun'un yarın yönetimle bir araya geleceği öğrenildi. Bu yıl Sivasspor’da istediği başarıları elde edemeyen ve kırmızı beyazlı takımla yollarını ayıran Bülent Uygun, Bursa’nın 3.Lig takımlarından Nilüferspor ile birlikte akşam saatlerinde gerçekleştirilen antrenmana çıktı. Geçtiğimiz günlerde Nilüferspor teknik direktörlük görevinden istifa eden Mehmet Ak’ın yerine bu gün çalıştıran tecrübeli teknik direktör Uygun’un yarın Nilüferspor yönetimi ile toplantı yapacağı öğrenildi. Yönetimin sezon sonuna kadar Uygun’un takımı çalıştırmasını isteyeceği edinilen bilgiler arasında.

Bülent Uygun'un tarzının ülkemizde bulunan çoğu teknik adama benzemediği ortada. Sadece 3.5 sene teknik direktörlük yapmasına rağmen 20 yıldır çalışan bir teknik adam gibi tecrübeye sahip oldu. Sivasspor'da yaptıkları gerçekten benim büyük takdirimi topladı. Küme düşme mücadelesi yapan takımdan iki sezon boyunca büyüklere kafa tutup şampiyonluğa oynayan bir takım yarattı. Bu sezon ise kadroyu daha güçlendireyim derken takım kimyasını bozunca ister istemez başarısızlık geldi. Eğer devam etseydi istikrar sayesinde başarı tekrar gelir miydi bilmiyorum ama Bülent Uygun başarıyı yakaladıktan sonra gerek hareketleriyle, tavırlarıyla oldukça fazla değişti. Konuşmaları çok fazla antipati toplamaya başladı ve Sivasspor şampiyon olsa herkes sevineceği yerde Bülent Uygun sayesinde Sivasspor'dan desteklerini çektiler.

Bülent Uygun'un çalışma tarzına baktığımda uzun süreli düşünen, istikrar arayan ve büyüme potansiyeli olan takımlarda başarılı olabileceğini düşünüyorum. Yani ülkemizde çalışan diğer teknik direktörler gibi 3-4 haftada bir takım değiştirecek bir yapısı yok. Sivasspor'da yaptıklarıyla kendine iyi puanlar topladı. Bu sezon olmasa bile gelecek sezon ben Süper Lig'de iyi bir takımda mutlaka görev alacağını düşünürken çıkan bu haber gerçekten çok şaşırtıcı. Öncelikle Bülent Uygun'un Bursa hayranlığını biliyorum. Kendisinin ailesi de burada yaşıyor ve Bursa'nın onun için büyük bir önemi var. Ama bu kadar önemi olduğunu bilmiyorduım. Kendisi Bursa Nilüferspor'la idmana çıktı ve büyük ihtimalle sezon sonuna kadar veya uzun vadeli bir sözleşme imzalayacak. Sezon sonu büyük bir takıma gidene kadar paslanmak mı istemedi yoksa maceracı davranıp Bursa Nilüferspor'dan bir efsane mi yaratmak istedi bilemiyorum. Bursa Nilüferspor 3. Lig 1. Grupta yer alıyor ve 2. sırada. Baktığımda 3. Lig'in iddialı ekiplerinden birisi olmasına karşın yapacakları ortada olan bir takım. Bursa Nilüferspor'da demek Bülent Uygun'u teknik adam yapabilecek potansiyel varmış. Başarı gelir gelmez bilemiyorum ama Bülent Uygun'un bu tercihi oldukça fazla konuşulur.

Bildiğimiz Ama Duymayı Beklediğimiz Haber

Ben 22 yaşındayım. Kendimi bildim bileli Galatasaray'ın bir stat mevzusu döner durur. Herkesin bir fikri vardır bu konuda ama kimse net bir tarih verememiştir hiç bir zaman. Taa ki bugüne kadar. Aslantepe'de bir stat projesi var fikir Özhan Canaydın'a ait dendiğinde pek ihtimal vermemiştim ilerleyeceğine, biteceğini söylemiyorum bile bakın. Ama Özhan Canaydın'ın gözümde Özhan Başkan olmasının ve kendisine çok ciddi saygı duymamın en büyük sebebidir Aslantepe'deki Türk Telekom Arena. Çünkü gözümle gördüğüm ilk stat projesiydi ilk günlerinde. Sonra forumlarda arkadaşlar fotoğraflarını ekledikçe o projenin, hayalimizin hatta ütopyamızın günden güne yükseldiğini gördük. Hayal değildi artık yeni stat. Gözümüzün önündeydi ve biz yeni bir stadın heyecanını yaşamaya başlamıştık. Samiyen'in hakkını verelim yıkılmaya başlanmadan önce tam bir mabeddi. Atmosferi hiç bir statta yoktu.

Eren Talu-Alke ortaklığı tarafından 2007 aralığında yapımına başlanan Seyrantepe Stadı inşaatı yaşanan ekonomik olumsuzluklar nedeniyle bu yılın Mart ayında durma noktasına gelmişti. NTV Spor'a özel açıklamalar yapan Galatasaray yönetim kurulu üyesi Işın Çelebi stadın açılışının bundan tam bir yıl sonra 29 Ekim 2010'da yapılacağını söyledi. Eren Talu-Alke ortaklığının yapımına yaklaşık 2 yıl önce başladığı ancak farklı sorunlar nedeniyle 8 aydır durma noktasına gelen Seyrantepe Stadı inşaatına geçtiğimiz aylarda TOKİ el koymuş ve inşaatı üstlenmişti. TOKİ projeyi tamamen üstlendikten sonra iç ihale yaparak stadın inşaatını hakediş usulü ile varyap-uzunlar ortaklığına devretmişti. 8 aylık aranın ardından Varyap-Uzunlar ortaklığı geniş bir ekiple inşaatın çalışmalarına başladı.

Toki duruma el koyduğunda yoluna girecek diyordum. Düzelecek, sorun çıkmayacak, seneye Şampiyonlar Ligi'ni stadımızda izleme fırsatı bulacağız diye kendi kendimi telkin ediyordum. Arada çatlak sesler canımı sıktı hatta blogda da görmek istemiyorum artık haber falan diye yazmıştım ama nihayet Işın Başkan'ın ağzından bir tarih duymak mutlu etti. Emeği geçen herkese teşekkürler. Your nightmare is back again.

Komiksiniz! {Derbi Cezaları}

Her derbinin ardından futbolun dışında bir şeyler konuşuyor olmak bana artık saçma gelmeye başladı. Yapmayalım diyoruz sürekli ama mecbur kalıyoruz maçların gidişatı yüzünden. Daha önce oynanan derbiler gibi bir derbi olmasın, yalnızca futbol konuşalım, yazalım, çizelim, mağlup olan galip geleni tebrik etsin, -ki bunu gerçekten istediğimizden blogdaki yazılarda bunu yaptık biz- hakemin adını anmayalım, tribünleri alkışlayalım.. Diyoruz da diyoruz yani. Ama temenniler elimizde patlıyor genelde. Haftasonu oynanan derbide de durum değişmedi malesef. Maça başlamadan yaşananlar, maç boyunca süren gerginlik, sindirme politikası tıkır tıkır işledi. Sonuç olarak mağlup olan taraf bizdik. Bunu tekrar etmenin mantığı yok. Şimdi derbiye dair yazılacak son cümleler derbideki vukuatların cezaları olacak.

Pfdk bugün yaptığı toplantıda derbideki olayları karara bağladı. Kararlardan önce kendi fikrimi belirtmem gerekirse; ben Saraçoğlu'nun minimum 3 maç kapatılacağını, Keita'nın 3 maçtan, Bilica'nın da 2 maçtan men edileceğini düşünüyordum. Beklentim bu yöndeydi. Daha önce Samiyen'de benzer olaylar olduğunda bize 5 maç ceza verilmiş 2007-2008 sezonundaki ilk 5 maçımızı seyircisiz oynamak zorunda kalmıştık. Ayrıca verilen para cezası da mevcuttu. Haftasonu çıkan olaylarda Galatasaray'ın olayından farklı olarak bir de hakem yaralanması vardı. Şimdi dönelim bugün verilen cezalara;
  1. Fenerbahçe Spor Kulübünün, 25.10.2009 tarihinde oynanan Fenerbahçe - Galatasaray A.Ş. Turkcell Süper Lig futbol müsabakasında, taraftarlarının neden olduğu saha olayları nedeniyle takdiren 2 resmi müsabakayı kendi sahasında seyircisiz oynama ile cezalandırılmasına,
    2 mi? Ciddi olamazsınız! Sahaya yağan yabancı maddelere, kötü ve küfürlü tezahürata, hakemin başına atılan onca dikişe rağmen yalnızca 2 maç mı? Bu sayı bana mı az görünüyor yoksa sahiden az mı yahu?

  2. Aynı müsabakada Fenerbahçe Kulübü sporcusu Fabio Alves Da Silva Bilica'nın, rakip takım oyuncusuna yönelik kuraldışı hareketi nedeniyle takdiren 3 resmi müsabakadan men cezası ile cezalandırılmasına.
    Açık konuşmak gerekirse bunu beklemiyordum. Yani beklediğimden fazla verilmiş. Gerçi Keita yumruk attıysa Bilica'da tokat atmış. 3 maçı haketmiş sonuçta.

  3. Aynı müsabakada Galatasaray sporcusu Abdel Kader Keita'nın, rakip takım oyuncusuna yönelik kural dışı hareketi nedeniyle takdiren 3 resmi mübakadan men cezası ile cezalandırılmasına.
    Keita'nın yaptığı hareket doğru değildi. Evet maç esnasında Keita'nın eli hepimizin eli olarak indi Carlos'un yüzüne. Yani biz Keita'nın eliydik, rakiplerin tamamı Carlos'un yüzüydü. Ama dediğim gibi maç esnasında, maçın gerginliği ile olan düşüncelerdi bunlar. Kendi adıma söylemem gerekirse geçti. Şimdiki fikrim hiç olmasaydı keşke yönünde. Çünkü kaybedilen sadece 3 puan değil artık. Baros'tan sonra bir de Keita'dan yoksun kalacağız.
Cezalar bu yönde. Tabii Galatasaray'a 20 bin para cezası da verilmiş. Onun çok üstünde durmadım. Taraftarlar için 15 bin, basın toplantısına futbolcu katılmadığı için de 5 bin para cezası verilmiş. O önemli değil ödenir geçer de Keita'nın olmaması sıkıntı olacak. Gerçi cezanın 3'te 1'ini atlattı. Buca maçında oynamadı ya. 3 maçın biri geçmiş olması lazım. Eğer yanlış değilsem.. Keita ve Bilica'nın cezalarına itirazım yok. Ama Fenerbahçe'nin sadece 2 maçı seyircisiz oynuyor olması bana komik geldi. Yine de saygı duyuyoruz cezalara. Zira duymasak yapacak bir şeyimiz yok.

29 Ekim 2009 Perşembe

Hasan Kabze'yi Anmadan Geçmeyelim

Türkiye'den Avrupa'ya çok fazla futbolcu ihraç edemiyoruz. Bana sorarsanız bu futbolcularımızın kalitesiz olmasından değil ülkemizde uygulanan yabancı kontenjanından oluyor. Ayrıca bu kontenjandan ötürü yerli transferleri çok büyük paralara gerçekleşiyor. Ayrıca Gökdeniz'in dediği gibi Avrupa'ya giden Türk futbolcuları Barcelona, Real Madrid, Manchester United, Arsenal ve bunun gibi dev kulüplerde oynamayınca nedense başarısız gibi görünüyor. Elbette Türk futbolcularını Avrupa'da dev kulüplerde görmek isteriz ama şu aşamada mümkün olduğunca fazla futbolcumuz Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde ve takımlarında forma giyseler ülke futbolu bir adım daha öne gidebilir. Mesela Rus Ligi'ni hor görebiliriz ama Fatih Tekke Zenit'te oynarken Uefa Kupası'nı kazandı, Gökdeniz ve Hasan Kabze gibi futbolcularımız Şampiyonlar Ligi tecrübesi yaşıyorlar. Ama Rusya Ligi'nin Dünya üzerinde olan yerine aldanıp biz bu futbolcularla fazla ilgilenemiyoruz. Hatta Gökdeniz Karadeniz en verimli çağında Milli Takım'a bile alınmıyor. Rubin Kazan'ın Barcelona'yı deplasmanda yenmesi ve Gökdeniz'in attığı gol bir anda ilgimizi bu lige doğru çevirmiş durumda.

Rusya Ligi fikstürü itibariyle zor bir lig ve orada yaşamak gerçekten büyük zorluklar getiriyor. Zengin iş adamlarına sahip olmalarına rağmen bu iş adamları futbolda yönlerini Avrupa'nın önde gelen ülkelerine çekmiş durumdalar. Rusya Ligi'ne para olmasına rağmen büyük yıldızlar bu yüzden gelmiyor. Orada oynayan futbolcularımıza bakarsak Gökdeniz Karadeniz'in harikalar yarattığını söylememize gerek bile yok. Fatih Tekke inişli çıkışlı grafik çizmesine rağmen çok önemli bir istikrar yakalamış durumda. Aynı şekilde Hasan Kabze'de bu ligde çok mutlu olduğunu söylüyor. Diğer temsilcimiz Caner Erkin ise Galatasaray'a transfer oldu.

Bu futbolcular içerisinde haliyle beni en çok Hasan Kabze ilgilendiriyor. Kendisini Galatasaray'da tam anlamıyla ifade edemediği ve gerekli şansları bulamadığı için Rusya'ya gitmek zorunda kaldı. Oysa ki Hagi döneminde çok iyi işler yapmıştı ve büyük gelecek vaad ediyordu. Ama sonrasında Gerets döneminde pek fazla şans bulamadı. Yine de bu dönem içerisinde Beşiktaş'a attığı gollerle kalbimizde efsane olarak yerini aldı. Kalli ise hazırlık kampında bu futbolcuya neredeyse hiç şans vermedi ve takımdan gönderildi. Galatasaray'da kalsaydı ve şans bulsaydı elbette büyük işler yapacaktı. Hatta şu dönemde bile Galatasaray'a geri dönse ben çok fazla şans bulacağına inanıyorum. Hasan Kabze Rusya'da mutlu olduğunu ve Avrupa'da devam etmek istediğini söylüyor. Bence doğru olan da bu diyorum. Futbolcularımız Avrupa'da oynadıklarında şanslarını sonuna kadar zorlamalılar. Türkiye'ye dönmek bence son seçenek olmalı. Hasan Kabze'de son maçlarda Rubin Kazan'da tekrar eski şanslarını bulmaya başladı umarım daha başarılı olacaktır ve Milli Takım'da ki yerini alacaktır.

Günün Fotoğrafı {Elano'nun Pişmanlığı}

Galatasaray - Bucaspor karrşılaşması çok rahat bir biçimde devam ederken kırmızı kart yiyerek maçı krize sokan Elano'nun oyundan çıktıktan sonra yüzünde oluşan pişmanlığı resimde görebiliyoruz.

Galatasaray'da Kaleci Sorunsalı

Galatasaray'ın kadrosunda üç tane çok değerli kaleci olduğunu görüyoruz. Taffarel ayrıldıktan sonra onun yerini Mondragon'la doldurmuştuk ve uzun yıllar Mondragon büyük öz güvenle Galatasaray'ın kalesini korudu. Yalnız Mondragon ayrıldıktan sonra kaleci olayında bir türlü dikiş tutturamadık. Mondragon'dan sonra Aykut Erçetin'in kaleye geçeceğini düşünüyordum ve kendisine bir numara verilerek ona olan güven bir bakıma gösterildi. Ama Orkun Usak transferiyle Aykut ikinci kaleci durumuna düştü ve sezonun büyük bir bölümü öyle geçti. Sonrasında Aykut sezonun en kritik anlarında görev aldı ve ben başarıyla Galatasaray kalesini koruduğunu gördüm. Yalnız yine de bizlerde bir güvensizlik bırakıyordu bu yüzden iyi bir yabancı kaleci alma isteği duyduk. Sonraki sezon De Sanctis kaleye geçtiğinde çok dengesiz performanslar gösterdi. Bir maç iyi oynadıysa ikinci maç olmadık işlere imza attı. Kalecilikte bildiğiniz gibi istikrar ve güven duygusu vermek çok önemlidir. De Sancits'den de bu güveni alamadığımız için kendisinin bonservisini alma ihtiyacı doğmadı ve tecrübeli kaleci Leo Franco transfer edildi. Transfer döneminin sonlarında ise büyük gelecek vaad eden Ufuk Ceylan'ın transferiyle de önemli bir kaleci rotasyonuna sahip olduk. Bu arada Aykut Erçetin'in transfer olacağını düşünürken onun takımda kalması en azından benim için sürpriz oldu.

Leo Franco bu sezona iyi başlamış görünsede hatta hakkında Mondragon'umuzu bulduk yazıları yazdırsa bile son maçlarda yaşadığı form düşüklüğüyle en azından bende bir güvensizlik belirdi. Leo Franco çok tecrübeli bir kaleci ve kariyerine baktığımızda bir ağırlığı var. Ama Galatasaray'ın savunmasında yaşanan hataları göz önüne almama rağmen Leo Franco çok fazla hatalı işler yapmaya başladı. En azından topu ayağında tutma huyu bile beni deli ediyor. Defansımız geriye pas attığında Leo Franco kendine güveninden mi bilmiyorum ama topu ayağında tutuyor, rakip yanına kadar gelmesine rağmen çok riskli işler yapıyor. Bunu çoğu maçta gözlemliyordum ve Rapid Bükreş maçını izlerken mutlaka o topu kaptıracağını düşünüyordum. Neticesinde de Fenerbahçe maçında bu hataya iki kere düştü ve birisi penaltı ve golle sonuçlanmış oldu. Galatasaray savunmasınında zayıf olduğu bu zamanlarda kalecinin bizlere vereceği güven çok önemli. Leo Franco tecrübesiyle defansta bulunan futbolcuları yönlendireceğine olmadık hatalar yapmaya başladı. Elbette iki maçla Leo Franco'yu harcamak istemiyorum ama Galatasaray'ın diğer iki kalecisine baktığımda acaba onlara haksızlık mı yapıyoruz diye kendime sormadan edemiyorum.

Türkiye'de çok fazla Türk kaleci yetişmiyor. Yetişen kalecilerde ya beklenen kalitelerde olmuyorlar ya da önlerinde yabancı kaleciler olduğundan fazla forma şansı bulamıyorlar. Aykut Erçetin aslında bunları oldukça fazla yaşadı. Galatasaray'a geldiğinde önünde Mondragon gibi bir kaleci vardı ve yıllar içerisinde ondan çok şeyler öğrendiğini düşünüyorum. Şu an Galatasaray kadrosunda bulunan futbolculara baktığımda Galatasaray'da en uzun süredir oynayan isimler arasında yer alıyor. Yani artık camianın bir parçası oldu ve transfer olmasını beklememize rağmen sürekli takımda kaldı. Aykut'u Galatasaray'da fazla izleyememize rağmen Kalli'nin ayrıldığı dönemde şampiyonluğa uzanan yolda gösterdiği performans aslında benim için yeterli referanstı. Aykut çok yetenekli bir kaleciydi ve Türk futbolunda önemli yerlere gelebilirdi. Ama şanssızlıklar onun önünü kesti diyorum. Orkun Galatasaray kalesini devraldığında Aykut aslında birinci kaleci olacaktı ama sakatlığı yüzünden oynayamadı. Sonrasında da ancak sezonun sonlarına doğru forma şansı bulmaya başladı. De Sanctis'in önünde ise oynamaya başladığında yaşanan şanssızlıklardan sonra yedek kulübesine resmen hapsedildi. Leo Franco'nun transferini bende destekledim ama Bucaspor karşılaşmasında gösterdiği performansa bakınca kendimi biraz olsun suçladım. Bir maçta yapılacak değerlendirme elbette sağlıksız olabilir ama Türk kalecilerinin çok arka planda kaldığı dönemde Aykut ve Ufuk Ceylan gibi kalecilerin yedek kalması çok iyi bir durum değil.

Aynı şeyleri Ufuk Ceylan içinde söylemek mümkün ama onun yaşı genç sayıldığı için hala zamanı var. Geldiğinde hemen ikinci kaleci olmasını beklememize rağmen Rijkaard haksızlık yapmamak adına önceliğini Aykut Erçetin'e vermiş durumda. Ufuk Ceylan'ın da Aykut Erçetin gibi şanssızlıklar yaşamasını istemem ve Ufuk'a çok güveniyorum. Transferinde de onca futbolcunun takasta kullanılması ve bu kadar uğraşılması zaten ona olan güvenin göstergesi. Manisaspor'a şart koyup idmanlara çıkmaması ve bundan ödün vermemesi ile bizlerin kalbinde yerini zaten hazırladı. Sezer Öztürk'de bugün yolundan dönmese Galatasaray forması giyiyor olabilirdi. Neticeye gelirsek ülkemizde Türk kaleci sorunsalı var ve Volkan Demirel'e hala bir alternatif bulabilmiş değiliz. Fatih Terim bile çaresizlikten 36 yaşına gelmiş Rüştü'yü Milli Takım'ı bırakmasına rağmen kadroya alıyordu. Galatasaray'ın elinde böyle yetenekli Türk kaleciler varken onları kullanmamız gerektiğini düşünüyorum. Leo Franco belki bundan sonra yapacaklarıyla güvenini yine tazeler ama benim güvensizliğimi kazanmaya başladı.

Tüm Zamanların En İyisi

Dünya üzerindeki en klişe, en geyik tartışmalardan birisidir bu. Ben kendimi bildim bileli futbol camiası hemen hemen her ülkede bu konunun atışmasını yapar, en ateşli tartışmalara girer, sonuçta ne Maradona'cılar ne de Pele'ciler galip gelir bu tartışmadan. Peki kızım ne demeye başladın bu yazıya derler insana biliyorum. Benim bu yazıya başlamamın nedeni ne Maradona ne Pele.. Nacizhane fikrimi yazının son paragrafına saklayacağımı söyleyerek başlıyorum karalamaya. Arjantin ve Brezilya arasında belki de futbol doğduğundan beri süregelen bir yarış vardır. Arjantin ve Brezilya Güney Amerika kıtasının iki güzide futbol ekolü ve ülkesidir ya, rakiplerdir, elemlerde aynı grupta mücadele ederler falan. Bu yüzden iki ülke sürekli bir kıyaslanma silsilesinin içindedirler. Arjantin mi Brezilya mı? Maradona mı Pele mi? Kaka mı Messi mi? gibi.. İşte ben kendi penceremden bu tartışmayı Sportif Cümleler'de karalamaya ve 3 başlık ile açıklamaya çalışacağım.

Maradona Is Good;
İlk olarak Arjantinli'yi ele alalım. Boca'nın efsane isimlerinden olan Maradona 70'lerin sonunda başladığı futbol hayatına 90'ların ortasına kadar devam etmiştir. Boca ile başlayan müthiş kariyeri, Barcelona ile devam etmiştir. Barcelona'da 58 maçta attığı 38 gol ile insana yuh! çekme isteği getirmektedir. Maradona'nın, Pele'ye nazaran en büyük artısı şüphesiz müthiş çalım yeteneği, oyunun temposunu istediği şekilde değiştirebilmesi, beklenmedik dönüşleri ve topu kullanmadaki başarısıydı. Pele'yi Maradona'nın gerisinde bırakan en büyük sebep ise şüphesiz Maradona'nın Avrupa kariyerine sahip olmasıydı. Maradona da en az Pele kadar katkı vermiştir Arjantin Milli Takımı'na. 86 Dünya Kupası Finalinde İngiltere'ye karşı eliyle attığı golden ziyade hala bir futbol klasiği olan ve 8 futbolcuyu birden çalımlayarak attığı ikinci gol asrın golü seçilmiştir mesela. Maradona'yı Pele'nin gerisine iten durum ise şüphesiz özel hayatında yaptığı hatalardı. Uyuşturucuya başlaması, bırakması, aldığı aşırı kilolar Maradona'nın mükemmel geçen futbol hayatına gölge düşüren büyük ayrıntılardı..

Pele Is Better;
Sıra geldi işin Brezilya boyutuna; yani Pele'ye. Maradona'ya kıyasla çok daha basit bir futbolcuydu Pele. Zaten oynadığı dönem itibariyle de öyle çok ekşın bir futbola ihtiyacı yoktu. Zira 60'ların futbolunda defans özellikleri çok ön planda değildi. Futbolun yeni yeni şekil almaya başladığı yıllardan bahsediyoruz. Pele'nin karşısında bir Puyol, bir Vidic, bir Terry yok ki. Daha rahat bir dönemde futbol oynadığını bir İngilizin söylediği şu cümleden çıkarıyoruz; "Pele Maradona'nın zamanında futbol oynasaydı bu kadar efsane olamazdı. Ama Maradona Pele'nin zamanında oynasaydı çok daha fazlasını da olurdu" bu da demin söylediğim farklı dönemlerde futbol oynamış insanların nasıl kıyaslanabildiği konusunda bize düşünme fırsatı sunuyor. Pele'nin Maradona'ya göre artısı fiziksel kuvvetiydi. Maradona'ya nazaran çok daha sade bir futbolcu olan Pele çalışkanlığı ile de dikkat çekiyordu. Pele'nin Brezilya Milli Takımına yaptığı katkı da çok önemliydi tabii. Dönemin Arjantin ve Uruguay'ının altında ezilen bir Brezilya'dan bahsediyoruz. Pele bunu değiştiren adamdı. Kendi dönemindeki sönük futbolu kat be kat ileri taşıyan gerçek bir futbol elçisinden bahsediyoruz burada. Ayrıca bu elçiliği bölgeler arası değil zamanlar arası yapmasıyla da tüm Dünya'nın takdirini kazanmış bir insandır Pele. Kulüp kariyerine şöyle bir bakacak olursak; Santos takımında tam 18 sezon oynamış, 952 maç yapmış ve 1024 gol atmıştır. Maradona'ya duyduğumuz yuh! çekme isteğinin Pele'deki durumunu varın siz düşünün.

George Is BEST!
Gelelim benim fikrime. Gelmiş geçmiş en iyi futbolcu bence ne Maradona'dır ne de Pele. İkisi de kendi dönemlerinde müthiş işlere imza atmış futbolculardır evet. Georege için Pele; "O benim gördüğüm en iyi futbolcuydu." Maradona ise; "O benim idolümdü" diyerek George Best'in ne kadar önemli bir futbolcu olduğunu vurgular gibiydi. Zira yüzyılın futbolcuları seçilen Pele & Maradona ikilisinin Best'i bu kadar övmesinin başka nasıl bir sebebi olabilirdi ki? George Best; Manchester United için ilk bayrak futbolculardan biriydi. 15 yaşındayken keşfedilen futbolcu 2 sene sonra profesyonel oldu. 7 numaralı formasıyla 466 maçta 178 defa ağları havalandırdı. Attığı gol sayısı çok çarpıcı sayılara ulaşmamış olsa da müthiş şutları, sıfırdan attığı goller, iğne deliğinden geçirdiği toplar ile kendini ispat etmiş bir insandır. Manchester'da geçen 10 senelik müthiş futbolculuk hayatının ardından yaptığı yanlışlar takımından, 7 numaralı formasından ayrılması anlamına geliyordu. Alkol, kadınlar, antrenmanlara devam etmemek Best için sonun başlangıcı olmuştu. Kendisi de bu durumun farkındaydı. Zira "Hayatta herşeyi çalımladım, alkol hariç" cümlesi onun ne kadar pişman olduğunun göstergesi gibiydi. 25 Kasım 2005'te hayatını kaybetse de biz onu yâd etmekten geri durmuyoruz. 27 yaşında, futbolunun en güzel döneminde futboldan vazgeçmemiş olsaydı eğer şimdi ne Maradona'yı ne Pele'yi konuşuyor olurduk şüphesiz.

Maradona'ya göre Maradona mı Pele mi sorusunun cevabı havada karada Maradona'yken, Pele'ye göre bu sorunun cevabı; "Bana göre dünyanın en iyi futbolcusu Alfredo Di Stefano'dur. Maradona sağ ayağıyla ve kafasıyla topa vuramayan, gol atamayan bir futbolcuydu. Attığı en önemli gol de eliyle attığıdır."dır. Benim için bu sorunun cevabı; Maradona is good, Pele is better, George is Best'tir

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı

Hepimizin naciz vücutları elbet bir gün toprak olacaktır. Ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. Ne mutlu Türküm diyene!

Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.

Bench'in Arkası {Galatasaray Futbolcu Tribünü}

Başlık bir blog adından alıntıdır. Ama yazımı daha iyi açıklayan iki kelime bulamazdım şüphesiz. Bench dediğimiz şey bir nevi yedek kulübesi. Ali Samiyen Stadı'nda yedek kulübesinin yani benchin arkası da futbolcu tribünüdür. Cezalısı, sakatı, kadroya alınmayanı o tribünde oturur. Maçı oradan takip eder. Basın tribününün de altıdır hemen zaten. Başka takımlarda durum ne bilmiyorum ama söz konusu Galatasaray ise futbolcu tribünü çok önemli bir yerdir. Biz futbolcu tribününde; en formda dönemlerinde, Beşiktaş maçında Hakan Şükür & Lincoln ikilisini izlemiş bir taraftar grubuyuz mesela.. Futbolcu tribünü asla boş kalmaz maçlarda. Kuraldır bu; Samiyen'de maçlar tam kadro izlenir, 11 kişi sahada, 7 kişi kenarda, kalanların çoğunluğu da futbolcu tribünündedir.

Yazının tepe resmi olan fotoğraf Trabzonspor maçından alınmıştı. Hemen bu cümlelerin üzerinde gördüğünüz fotoğraf ise Dinamo Bükreş maçından alındı. Kimler var tribünde sayalım derhal; Ufuk Ceylan, Hakan Balta, Emre Aşık ve altyapıdan, A takıma çıkmak için hazırlanan gençler var. Hakan ve Emre bu maçta dinlendirilmişti. Zira haftasonu Fenerbahçe maçı vardı. Gençlere gelecek olursak; gerek Serdar Eylik, gerek Serkan Kurtuluş, gerekse Emirhan Ergün Samiyen'in çimlerinde koşacakları, parçalı formayı ıslatacakları günün hayalini kuruyorlar. Her zaman Galatasaray altyapısı ile övünür, en kalite futbolcular buradan çıkar denir ya. İşte bunun en büyük sebeplerinden birisidir futbolcu tribünü. Zira Galatasaray'da altyapı oyuncularından birisiyseniz; önce top toplayıcı olarak sonra futbolcu tribününde yer alarak en son da o stada futbolcu olarak çıkarak başlarsınız kariyerinize. Tiyatro tabirini biraz değiştirmek gerekirse; sahanın tozunu yutmalısınız..

Sıradaki ekip Sturm Graz maçından bir üçlü. Bu sene ufak ufak A takıma alınan, hatta bence Keita ve Baros'un yokluğunda yine alınacak olan gençlerimizden Serdar yine futbolcu tribününde. Buraya yazıyorum bu senenin sonuna kalmadan Allah kaza bela sakatlık vermezse Serdar Galatasaray A takımının vazgeçilmez oyuncularından birisi olacaktır. Belki sezon sonunda pişmesi için kiraya bile gidebilir. Serdar'ın hemen yanında müzmin sakatımız Emre Güngör oturuyor. Gerçi Emre o sakatlığı artık tamamen atlattı. Zira Buca maçında 90 dakika sahada kalarak hepimizi hem şaşırttı hem de çok mutlu etti. Emre'nin bir maçı tamamlayabilmiş olması bile benim için kocaman bir artıdır. Sturm Graz maçından son ismimiz ise Barış Özbek. Rijkaard'ın takıma gelmesiyle biraz Ayhan, Mustafa ve Elano'nun gölgesinde kaldı Barış. Şimdi bir de Tobias eklendi bu üçlüye. Barış'ın işi gerçekten zor. Bench'in arkasının müdavimlerinden olacağa benziyor.

Son iki fotoğrafımız ise Eskişehirspor maçından. Yer yine Samiyen tabii ki. Eskişehirspor maçında futbolcu tribünü boydan boya dolu olduğu için ikiye bölünerek fotoğraflanmış. Önce ilk fotoğraf; Gökhan Zan, Ufuk Ceylan, Emre Güngör, Barış Özbek ve Ergün Penbe?! Sondan başlayalım; Ergün'ü Samiyen'in tribünlerinde görmek, hem de bu kadar vip bir yerde, çok güzel bir his benim için. Yalnız Ergün de değil, Hakan Şükür gelsin, Hasan Şaş gelsin, Hagi gelsin, bu tribünlerde izlesinler maçı. İzlemekle kalmayıp bu tribündeki gençlere bildiklerini aktarsınlar. Futbolcularımıza dönecek olursak; Gökhan Zan o günlerde sakatlığı yüzünden tribündeydi, Emre Güngör keza öyle.. Ufuk Ceylan; Leo ve Aykut'un arkasından kaleyi zor görecek gibi duruyor ama sabır başarının anahtarıdır bunu da unutmamak lazım. Barış Özbek ile ilgili fikirlerimi bir önceki fotoğrafta yazmıştım. Gelelim ikinci fotoğrafa; Serdar & Serkan ikilisi yine tribünde yerlerini almışlar. Son isim de Tobias. Galatasaray'ımızın şüphesiz en talihsiz futbolcusu. Milyonda bir insanın başına gelen sakatlığı, ardından da menisküs problemi.. Orta sahanın, gerektiğinde de sağ bekin en başarılı oyuncusuyken başına gelenler çok acıydı. Ama şükürler olsun Tobi iyileşti. Dünkü Buca maçında 70 dakika oynadı mesela. O kadar laf etmeme, sabırsızlığıma rağmen ben bile dün en çok onu takip ettim diyebilirim.

Kimbilir daha kimleri göreceğiz Samiyen Futbolcu Tribününde. Ama oraya kim çıkarsa çıksın, takımda kim oynarsa oynasın bu sezon en sağlam bench ve hatta en sağlam bench arkası kardoya sahip takım Galatasaray'dır. As kadro da, yedek kadro da, futbolcu tribününden çıkacak kadro da sahaya çıksa çok başarılı olur ve formanın layığını fazlasıyla yapar.
 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir