31 Aralık 2010 Cuma

Türkiye Seviyor Samsunspor'u / Emrah Hamurcu Röportajı

Samsunspor sonunda beklediği konuma ulaşmaya başlıyor desek yeridir. Bu sezon Süper Lig'e duyulan özlemi daha iyi hissetmek mümkün. Takıma da biraz yatırım yapılınca zaten potansiyelin nasıl ortaya çıktığını görüyoruz. Ligin ilk yarısına da genel olarak baktığımızda iyi bir Samsunspor profilinin olduğunu gördük, umarım da Süper Lig'e yani ailt olduğumuz topraklara adımımızı atmış olacağız. Futbolekstra.net sahibi, radyo programcısı, Goal.com yazarı ve Misli.com'un da editörü olan Emrah Hamurcu'yla da Samsunspor'un da ilk yarıdaki performansı, bugünü ve yarını üzerine kısa bir söyleşi gerçekleştirdik. Kendisine tekrar teşekkür ediyorum...

Samsun şehri kültürel anlamda da futbol anlamında da Türkiye'nin iyi ekollerinden birisi aslında. Yıllarca çok önemli futbolcular çıkarmış, 20 Ocak 1989'daki kaza olmasa belki de bugün Bursaspor'un yaptıklarını o dönem yapmaya aday olmuş ama son yıllarda da yatırım anlamında, destek anlamında aradığını bulamamış bir takım. Bu sezon ise biraz destek görünce, biraz yatırım yapınca neler olabileceğini görüyoruz. Bank Asya'da bile düşmeme mücadelesi veren bu ekip, şimdilerde Süper Lig'in en büyük adaylarından birisi. Senin genel anlamda ve sezonun da ilk yarısını göz önüne aldığında Samsunspor'la ilgili düşüncelerin nelerdir?


Emrah Hamurcu: 20 Ocak 1989… Hem bir şehrin hem de komple bir takımın geleceğini olumsuz yönde etkilemişti. O talihsiz kazadan sonra Samsunspor’un kırmızı-beyaz renklerinin yanına eklenen ‘siyah’ renk Türk futboluna ‘kara’ nokta olarak eklenmişti. Senin de söylediğin gibi o kaza yaşanmasaydı Samsun şehri bambaşka duyguları yaşabilirdi. Yasa bulanmak yerine ‘yaşa’ sesleri yükselebilirdi.

4 büyükler dışında 1. Lig’de en çok lider olarak kalan takımdır Samsunspor. Tam 23 hafta o koltuktan kalkmayarak bu anlamda önemli bir iş yapmıştır. Bir diğer önemli iş de kazanın hüznü, karalığı, yası atlatılmadan havaya kaldırılan Balkan Kupası’dır.

Samsunspor denince akla bu zamana kadar Tanju Çolak, Serkan Aykut, Cenk İşler, Celil Sağır gibi yetiştirdiği golcüler gelir akla. Kimilerinin çok sevdiği kimisinin ise hiç sevmediği bir başkan olan İsmail Uyanık gelir akla. Katkısı büyüktür Samsunspor’a ancak dediğim gibi kimisi için soyadıyla müsemmadır. İlhan Mansız ve Tümer Metin ikilisi gelir. Benim bir de aklıma toprağı bol olasıca insan Teoman Taş, nam-ı diğer Timofte gelir. Lakabını Samsunspor’a gelmiş en iyi yabancılardan biri olan ve 7 sene kırmızı-beyaz formayı terleten Rumen oyuncu Daniel Timofte’den almış bir Samsunspor sevdalısı gelir aklıma. Daniel Timofte’de de gelir. Kral penaltıcı 90 Dünya Kupası’nda Romanya Milli Takımı ile İrlanda’ya karşı penaltı kaçırmış ve ülkesinin kupaya veda etmesine neden olmuş olan Timofte. Solak oluşu ile de severdim ben onu. Solaklar penaltı atamaz diyenlere inat attığı penaltılarını severdim. Futbolu bıraktıktan sonra açtığı barın ismini Penalty koymasını sevmiştim.

Türkiye seviyor Samsunspor’u, Samsun’u… 19 Mayıs Stadı’nı özlemiştir artık Süper Lig takımları. Amblemindeki gibi Atatürk’ün Samsun’a ayak basışı ile atını şaha kaldırması gibi Samsunspor’un da şaha kalkması bekliyoruz. 5 yıllık bir aranın ardından Samsunspor yeniden 1. Lig’e bekleniyor.

Samsunspor'un yaptığı en önemli işlerden birisinin Hüseyin Kalpar ısrarı olduğunu düşünüyorum. Geçtiğimiz sezonun ortasından bu yana takımın başında olan Hüseyin Kalpar'la yakalanan istikrarın da başarıda önemli bir payı var. Hüseyin Kalpar için neler söylemek istersin ve bu başarıdaki en önemli etkenlerden birinin de istikrar olduğunu söylesem senin görüşün ne olur?


Emrah Hamurcu: Başarının en temel noktalarından biri aslında istikrar. Özellikle de teknik direktör istikrarı. Teknik direktör değişikliğinden sonra sahasında yeni hocasıyla ilk maçına çıkan takımlar genellikle o maçı kazanırlar deplasmandan da en az 1 puanla dönerler. Ancak sonrasında sistem tam manasıyla oturtulmadığı için takım düşüşe geçebilir. Samsunspor’da ise Hüseyin Kalpar takımın başında çıktığı ilk iç saha maçında Gaziantep Belediyespor’a kaybetmişti. Hatta 5 maçlık periyotta sadece Erciyesspor’u yenebilmişti Samsunspor. Ancak o galibiyetin ayrı bir anlamı, önemi vardı.

Samsunspor, Erciyes’i deplasmanda 5-1 yenmiş, kontra atak futbolunun denemeleri yapılmış, Turgut Doğan Şahin üzerine çalışılmış ve Turgut da 3 gol atarak farklı galibiyete katkıda bulunmuştu. Bu galibiyetle birlikte Hüseyin Kalpar’ın üzerinde durduğu nokta deplasmanda maç kazanma hadisesi ve bir sistemi oturtma meselesiydi. Bunu yapmaya çalışırken öyle dönemler geldi Samsunspor üst üste 5 maç kazandı ya da arka arkaya 4 maç kaybetti. Ama şimdi belki de çok önemli bir şey kazanacak Kırmızı-Beyazlılar. Bu anlamda da Hüseyin Kalpar’ın katkısı ve hakkı çok büyük.

İlk yarıyı genel olarak göz önüne aldığında, en beğendiğin, bu benim için hayal kırıklığı oldu dediğin ve beklentilerim dahilinde bir performans gösterdi dediğin {iyi veya kötü anlamda} Samsunsporlu futbolcular kimler oldu?


Emrah Hamurcu: Samsunspor’da ilk yarı itibariyle en beğendiğim isimler tabi ki ilk etapta kaleci Ahmet Şahin. Bank Asya 1. Lig’de tecrübeli bir kaleci çok önemlidir. Bu ligde ağabeylik görevini de bu tip isimler üstlenebilir. Ahmet Şahin’in arkasında yine bu lig tecrübesi olan Kılıçaslan Kopuz’un bulunması da önemliydi. Bir diğer isim ise takımın en golcüsü Simon Zenke. Attığı kadarından fazlasını kaçırsa da rakip savunmayı yıpratan bir fiziğe sahip olması Samsun’un etkili kanatlara sahip olmasını sağlayan bir başka noktaydı.

Hayal kırıklığı ise Sercan Temizyürek oldu. 2 sezon önceki performansı ile dikkatimi çeken Sercan beklediğim patlamayı bir türlü yapamadı ve takım ile de yolları ayrılacak. Yine Sezer Sezgin de bu ligde iş yapabilecek sol beklerden biriydi o da beklentilerin uzağında kaldı. Cenk İşler ise ne saha içinde ne de dışında beklentileri karşılayamadığı için vedaya hazırlanıyor.

Cenk İşler, Savaş Esen, Sercan Temizyürek, Jonathan Quartey, Sezer Sezgin, Anıl Taşdemir ve Can Özgür Arslantaş ile yollar ayrıldı ve Samsunspor'u da ligin devre arasında önemli transferler yapacağı açıklandı. Öncelikli sorum Cenk İşler'in sence neden başarısız olduğu ve Savaş Esen sorunu üzerine olacak. Devamında ise Samsunspor'un ligin devre arasında sana göre hangi mevkilere, hangi niteliklerde futbolcu transfer etmesi gerekiyor?


Emrah Hamurcu: Yolların ayrıldığı isimlere baktığımızda kimisi forma şansı bulamamış ve önü açılmak istenen isimler, kimisi ise takım içersinde sıkıntılara yol açan isimler. Savaş Esen kazanılan Erciyesspor maçından sonra Hüseyin Kalpar’a hakaret etmesinden dolayı kadro dışı bırakılmış ve bileti zaten 1 ay önce kesilmişti. Takıma bu sezon başında katılmış ve 9 numaralı formayı kapmıştı. Diyarbakır maçında da çok güzel goller atmıştı Savaş ancak Hüseyin Kalpar’ın taviz vermediği noktalara takıldı gitti.

Cenk İşler’in başarısız olmasının en büyük sebeplerinden biri öncelikle kendi formsuzluğu ardından da Samsunspor’un bu sezon geçtiğimiz yılki kadar kontra atak futbolu oynamaması. Cenk geçen yıl bu takımda olsaydı, Doğan Şahin ve Oktay Delibalta ile birlikte oldukça iş yapabilirdi. Tabi Hüseyin Kalpar’ın takımda fazla düşünmemesinden dolayı bir takım sorunlar çıktı Cenk ile ilgili. Hüseyin Hoca’nın ayrılmak istediğini açıklamasının ardından kendisi ile yapılan ikna çalışmalarında Cenk İşler’den vazgeçiş de bir maddeydi bence.

Hem Cenk’in hem de Savaş’ın gönderilmesinden sonra Samsunspor’un mutlaka bir forvet transferi yapması gerekiyor. Şu anda tipik santrafor anlamında bir tek Zenke kalmış durumda. Adı geçenlerden biri olan Gökhan Güleç iş yapabilir. Bunun dışında Jonathan’ın gönderilmesi ile oluşacak yabancı oyuncu boşluğu yine bir yabancı stoperle doldurulmalı. Bir de forvet arkası transferi yapılmalı.

Simon Zenke'ye değinmeden olmaz. Bu sezon Bank Asya'nın en göze batan isimlerinden ve önemli de bir potansiyeli olduğunu düşünüyorum. Zenke'nin bugünü ve yarını için neler söylemiek istersin?

Emrah Hamurcu: Samsunspor’un transferdeki en iyi hamlelerinden biri Zenke. Fransa 2. Ligi takımlarından RC Strasbourg’dan alınmıştı. Hem Nijerya doğumlu oluşu hem de fiziği ile Emenike’ye benzetiliyor zaman zaman. Ancak şimdilerde adı hem 3 büyükler hem de Avrupa takımları ile anılan Emenike kadar devamlılığı ve bitiriciliği olan bir golcü değil. Ligin ilk haftasında Altay deplasmanında takımının galibiyet golünü atarken Agbetu’nun getirdiği topu boş kaleye zar zor gönderebilmişti. Ama yer tutuşu, fiziği ile ön plana çıkıyor. Hüseyin Kalpar da kendisini çok iyi kullanıyor. Bank Asya’da iş yapabilir ancak Süper Lig ayarında olduğunu düşünmüyorum.

Samsunspor'u ilk haftalarda sana sorduğumda, ilk etapta istikrarsız skorlar alabilir ama devamında önemli bir çıkış yakalar demiştin ve öyle de oldu. Peki Samsunspor'u şimdi sana sorduğumda, ligin ikinci yarısı için neler söylemek istersin? Süper Lig şansımız nedir ve en önemli rakipler kimler olur sana göre?

Emrah Hamurcu: Bunu dememdeki en büyük etkenlerden biri Samsunspor’un geçtiğimiz yıl oturmaya başlayan sisteminde giden oyunculardan dolayı bir değişikliğin oluşması. Kontra atak futbolunun iki kilit ismi hem Turgut Doğan Şahin’in hem de Oktay Delibalta’nın Ankara takımlarının yollarını tutması Hüseyin Kalpar’ın hesabında yoktu fazla. Tabi bu durum Samsun’un mali hesaplarına oldukça yarar sağladı. Bu iki ismin gitmesinden sonra Hüseyin Kalpar yeni isimlerle daha farklı bir sistem oluşturmak zorundaydı. Bu da tabi biraz zaman alacaktı ve de öyle oldu. Aslında hala Hüseyin Kalpar’ın Samsunspor’u istediği çıkışı yakalayamadı. Ne Hüseyin Hoca’nın kafasındakiler oturdu ne de benim beklentilerimi tam olarak karşıladı. Farkındasındır ki neredeyse her cümlemde Hüseyin Kalpar ismini geçiriyorum. Eğer Samsunspor yeniden Süper Lig’e dönerse Samsun kentinin sokakları, meydanları onun ismini geçirmeli. Diyarbakırspor’daki kadar maddi sorunlar yaşanmasa da Samsun’un da var sıkıntıları. Onlar içersinde ilk yarının bu konumda bitirilmesi de başarıdan sayılmalı.

İkinci yarı için ise üst üste oynanacak Boluspor ve Adanaspor maçları Samsun için çok önemli. Ligin son karşılaşması olan Karadeniz Derbisi, Rizespor maçı final niteliği taşıyabilir. Samsunspor’u ilk 6 için oldukça şanslı görüyorum. İlk 2 durumu için ise bahsettiğim maçların önemi çok büyük. Rize ile oynanacak maç 2.’lik 3.’lük maçı bile olabilir.

Nereden Nereye Ronaldinhom

"Ronaldinho ile karşılıklı anlaşarak yollarımızı ayırmaya karar verdik. Bizimle antrenmanlara çıkmasına gerek yok, çünkü artık gelecek planlarımızda yer almıyor"

Ronaldinho karmaşası bu Ocak ayının en büyük şenliklerinden birisi olacak. Belli ki, özellikle de benim gibi Ronaldinho sevdalılarını yoğun bir gündem bekliyor.

Gremio'ya gitti, Beckham'ın yanına gitti falan derken Ronaldinho için tek kesinleşen durum artık Milan defterinin kapanmış olmasıdır. Milan kariyerini genel olarak düşündüğümüzde ise Rivaldo kadar olmasa da ya da yılın bidonu yakıştırması yapacak kadar kötü olmasa da iyi yıllar geçirdiğini söylemek güç. Malesef Milan'ın düşüş anlarında, prostatlaşmaya yüz tutmuş anlarında gelen bir yıldız futbolcunun yaşayacağı kaderi yaşadı. Yani oluşan büyük beklentilerin yanında oluşan Milan ağırlığı ve ikisinin arasında kalan eski bir yıldız.

Ronaldinho artık eski yıldızlar statüsündedir ve bu saatten sonra da büyük bir takım devri onun için kapanmıştır. Bu saatten sonra ya çok parayı düşünerek ABD, Katar gibi tercihleri kullanır ya ülkesine döner ve yeni bir efsane yazar, son olarak ise Avrupa tercihini kullanır {paradan da fedakarlık ederek} Avrupa'da yeniden ''ben de varım'' mesajı verir.

Bu ihtimali de sürekli aklıma getirdiğimden, neden Galatasaray olmasın sorusu beynimi kazıyor. Gerçi çok büyük yıldızlardan uzak, potansiyelli, genç isimlere yöneliyoruz ve yapılanma adına da doğru hamleler ama Ronaldinho be kardeşim de demek isterim. Aslantepe de yazılacak bir şiir varsa, Ronaldinho çok ünlü bir şairdir.

Gerçi Ronaldinho, yıllardır Fenerbahçe'nin de kurduğu büyük bir hayal. Yıllardır adı Fenerbahçe ile geçer ama bu transferin gerçekleştiğini bir türlü göremeyiz. Daum falan olsaydı takımın başında belki bir ihtimal derdim ama bu düzende Aykut Kocaman istemez bu adamı.

Önce Robinho, şimdi de Cassano bu adamın önüne geçmiş durumda. Ronaldinho fanatiği başkan Berlusconi bile bu adama sırt çevirdi. Nereden nereye Ronaldinhom...

Galatasaray'ın Transfer Harekatı

Galatasaray'ın transfer politikası evrim mi geçiriyor ne? Böylesine bir durum da {yeni stadyum da açılıyorken ama takım bu kadar kötü gidiyorken} işe biraz heyecan katmak adına büyük yıldızlar transfer edersiniz ve paraya da acımazsınız. Yarını düşünmeden, bugünü kurtarmak istersiniz.

Çünkü yönetiminiz de sarsılıyordur ve taraftar da size sırt dönmüştür. Kendinizi kurmarmak adına da ekonomik dengeleri sık sık gündeme getirmek yetmez. Sonuçta taraftarlar başarıya bakar ve geçmişi de düşündüklerinde {parasızlıkla gelen büyük başarılar} şu paralı günler size daha büyük bir ızdırap olabilir.

Bu yüzden büyük transferler yapmak taraftara büyük heyecan katar, üzerine bir de stad heyecanı falan derken şu kötü sezonu bile farklı bir moda sokabilirsiniz. Hatta şimdiden yazayım, olmaz ama hadi oldu diyelim, Ronaldinho Galatasaray'da tarzında bir haber okuduğumuz dakika bu yönetim benim için efsane klasmanına girer. O an geleceği falan düşünmem, anı yaşarım.

Ama yönetim anı yaşamaktan ziyade, gelecek adına önemli adımlar atıyor. Hani şu iki yıldır yapmaları gereken ve bunun için de önemli imkanlar yarattıkları yapılanma. Rijkaard gibi bir değer yenildi aslında, önce işe buradan başlamak lazım ama madem günü yaşıyoruz, bu yüzden sonuna kadar Hagi demek gerekiyor.

Yapılacak hamlelere de baktığımızda 25 yaşın altında, gelecek vaad eden isimler düşünülüyor. Yerli transferinde de durum bu yabancı transferinde de. Yabancı isimlerin de ilk hamleleri Biglia ve Formica olacak gibi. Bunu yazmakta artık bir mahsur kalmadı.

Biglia, bu takımın uzun süredir gündeminde olan bir isim. 1-2 senedir sürekli Biglia'nın transferinde kafa patlatıyoruz ve budurum bir sezon daha devam etse Biglia'nın Insua klasmanına terfi etme ihtimali vardı. Galatasaray'ın vardır aslında böyle hayalleri. Uzun yıllar peşinde koşup alamadığı futbolcular. Neyse ki Biglia bu kategoriye girmekten son anda yırtıyor gibi.

Orta saha mevzusu bizim en büyük sıkıntımız. Uzun zamandır orta sahasız oynuyoruz desek yeridir aslında. Nitekim bu orta saha hattının olmaması bu sezon iyice yokuş aşağı gitmemizin sebebi oldu ve akıllar yeni başa gelmiş gibi görünüyor. Sezon başında yapılan Cana hamlesi orta sahaya getirilen sertlik anlamında isabetli bir girişim oldu ama Cana'nın yanında iyi bir partner olmadığı sürece de mevcut rotasyon işi sıkıntıya sokuyordu. Bu yüzden Cana'nın yanına yine en az o sertlikte ama oyunun iki yönünü oynayabilen bir isim şarttı. Biglia'nın da bu şartları karşıladığını söylemek mümkün. Biglia da mücadelecidir, hırslıdır ve sert bir oyuncudur. Cana'ya göre farkı ise oyunun ofansif yönünde de katkı verebilmesi. İleri çıkışlarında ekstra işler yaptığı çok olmuştur ve defansif orta sahaya göre de tekniği oldukça iyidir. Yaşının 24 olmasının getirdiği avantajı da söylemeye gerek yok. Eğer planlama tutacak olursa, Biglia'ın yıldızı burada parlayabilir.

Formica ise Newell's Old Boys'un Dünya sahnesine sunmaya hazırlandığı futbolculardan biri. Aslında Arjantin'in büyük potansiyelli futbolcularının henüz çok genç yaşlarda Avrupa kulüpleri tarafından kapıldığına şahit oluruz ama Formica'nın da çok konuşulan bir isim olduğunu atlamamak gerek.

Gerçi Arjantin dendiğinde akıllara hemen Carrusca gelir. Carrusca da müthiş potansiyelli bir futbolcu olarak bize tanıtıldığında büyük heyecan duymuştuk ama bu adamın şanssızlığı, bizim ise büyük şansımız Arda oldu. Carrusca'dan beklenen patlama Arda'dan gelince, yıllar içerisinde Carrusca unutuldu gitti. Beklenmedik şansları da buldu aslında, kendini ispatlayabilirdi ama bu topraklar ona uymadı. Şimdilerde de nerededir, ne alemdedir bilmiyorum gerçekten. Korktuğum nokta ise Carrusca'yı getiren adam Adnan Sezgin'di ve Formica ismini de bize kazandıracak olan isim Adnan Sezgin olacak.

Formica'yı çok iyi biliyorum dersem yalan olacak, üstünkörü bir araştırayla Formica'dan kısaca bahsedebilirim. Aslında Formica'yı gerçek anlamda şu Ocak döneminde değerlendirmek mümkün olacak. Newell's Old Boys'da klasik 10 numara oynayan bir futbolcu. Forvet arkasında görev yapıyor ve takımının da beyni durumda.

Klasik 10 numara olarak oynamasına da rağmen Riquelme tarzında da bir futbolcu değil aslında. Hızlı bir futbolcu, topla da oldukça hareketli. Ayrıca forvet arkasından ziyade, kanatlarda da rahatlıkla oynayabilecek bir yapısı var. Yani hücum rotasyonunda onu birçok alanda kullanmak mümkün. 83 maçta da attığı 20 gol var. Ayrıca 22 yaşında ve gelecek adına da çok doğru bir hamle olacak. Ama şunu da atlamayalım, Misimovic'i yiyebilen bir yapımız var.

Biglia ve Formica transferlerinin de kesinleştiği an daha kapsamlı bir analiz yazısı yazarız, şimdilik kısaca bu futbolcuların ve yeni transfer zihniyetinin üzerinden geçmek istedim. Bakalım bu hamleler neler getirecek, Galatasaray ligin ikinci yarısında nasıl bir ivme kazanacak?

Herkes Futbolcu Yetiştiredursun

Mourinho'nun başarıya endeksli bir teknik adam, gittiği takımın istekleri doğrultusunda mutlaka bir başarı yakalar. Ama onun en büyük eksiği diyebileceğimiz olay ise ''şu futbolcu da Mourinho'nun elinde parladı ve futbol dünyasına adım attı'' söylemi olur.

Mourinho yine de farklı bir adam, belki yıllar içerisinde bu tip futbolcular çıkarmayacak ve yıldız olan futbolcuların yıldızını parlatmaya devam edecek ama arkasında da Andre Villas Boas gibi bir armağan bıraktı diyeceğiz. Herkesin futbolcu yetiştirdiği ortamda, o veliahtını hazırladı bile. Üstelik bu veliahtın da padişahı devirme potansiyeli var desek yeridir. Andre Villas Boas, 33 yaşında Porto ile harikalar yaratmaya devam ediyor ve bu genç yaşta kazandıkları inanılmaz.

Son olarak da Mourinho'nun Porto'nun başındayken yakaladığı 33 maçlık yenilmemezlik serisini yıkmış durumda. Bu tip rekorların da mutlaka devamı gelecektir ve Villas Boas ismini ilerleyen dönemde çok farklı şekilde duymaya devam edeceğiz.

Kısacası, çakmadan öte yeni bir Mourinho daha geliyor, hatta geldi diyebiliriz.

30 Aralık 2010 Perşembe

Kaymağı Mı Yenir, Elde Mi Patlar?

Gökhan Ünal ve Mehmet Topuz. Bir dönemin bulunmaz Kayseri kumaşları. Bütün büyükler bu adamların peşinde ama bir türlü Kayserispor transfere yanaşmaz. Hatta Galatasaray'la da Gökhan Ünal konusunda verdikleri savaşı hatırlarım, resmen Galatasaray'a savaş açılmıştı.

Mehmet Topuz da var tabii. Onun için de Fenerbahçe ve Beşiktaş birbirine girmişti ama kazanan Kayserispor oldu. Gökhan Ünal'ın transferinden gelen 6 milyon avro, Mehmet Topuz'dan gelen 10 milyon avro falan derken transferin kitabını yazdılar desem yeridir. Ayrıca diğer bir ortak nokta, bu iki futbolcunun bir şekilde Fenerbahçe'de buluşmaları oldu. Mehmet Topuz, şu sıralar takımın en önemli parçalarından biri ve sürekli bir gelişim halinde ama Gökhan Ünal konusunda düşülen çok büyük bir yanılgı var.

Gökhan Ünal'ın tarzı biraz Ümit Karan'a benziyor ama kalite kıyaslaması yaptığımda da Ümit Karan gibi bir santrafor diyemem. İşi gol ortalamasına vurduğumuzda Gökhan Ünal'ın daha verimli bir futbolcu olduğu sonucu ortaya çıkabilir ama bir de işin büyük takım futbolcusu olayı var ve Gökhan Ünal büyük takım futbolcusu olamadı. Kayserispor formasıyla yakaladığı golcü kimliği ve piyasası Trabzonspor forması giyerken epey düşürdü. Umut Bulut'la beraber bir ara taraftarların tepkisini yaşayan futbolcuların başında geliyorlardı ama Şenol Güneş'in rehabilitesi Umut Bulut'a beklenen potansiyele ulaştırdı. Gökhan Ünal ise Fenerbahçe yoluna düştü, belki takımda kalsa bugün Teofilo mevzusuna da hiç girilmeden, Şenol Güneş bu futbolcuyu da kazanacaktı. Sonuçta Burak Yılmaz'dan bile harikalar yaratan bir adam.

Diğer bir kazanan da aslında Trabzonspor oldu. 3+5 milyon avro ve Burak Yılmaz gibi önemli bir kazanç elde ettiler. Bugün Gökhan Ünal ve Burak Yılmaz'ı kıyaslamayız bile, düşünün bir yıl içinde gelinen noktayı.

Şimdi ise İstanbul B.B yolculuğu başlıyor, Gökhan Ünal bir çıkış yolu daha arayacak ve daha güzeli İstanbul'dan kopmayacak. Abdullah Avcı da diğer bir rehabilite hocasıdır, düşen yıldızları yeniden ayağa kaldırmayı sever. Onun da yarattığı bir İbrahim Akın mucizesı var ve Gökhan Ünal'da da aynısını deneyecek. Sezon sonuna kadar kiralık olarak anlaşıldı, demek hala Fenerbahçe'nin bu futbolcu adına bir umudu var ve kendisini görmek istiyor. Bu yüzden de ligin ikinci yarısında Gökhan Ünal'ın çıkış yakalamasını bekliyorum ama o eski günlere de bir daha ulaşması zor. Yaş da 28'e geldi, artık tecrübeli kıvamına gelen futbolculardan biri.

Merak ettiğim nokta ise Gökhan Ünal'ın kaymağı mı yenecek yoksa gidenin elinde mi patlayacak?

Neill, Kewell ve Cana / SC Ritüeli #14

2010 yılı, Galatasaray'ın listesine kara bir yıl olarak geçmiş durumda. 2010'a girerken Avrupa Ligi ve şampiyonluk üzerine kurulan hayaller vardı ama işin sonunda bütün beklentilerden çok uzaklarda olduğumuzu gördük. Rijkaard'la yeni bir umut dedik ama ikinci sezonda beklentiler sezonun henüz başında yıkıldı. Karpaty faciasından tutun, ligdeki bulunduğumuz noktaya kadar. Sonra ise Hagi dendiğinde hepimizde bir heyecan, farklı bir umut oluştu ama gördüğümüz asıl sorunun Rijkaard'da değil yönetimde olduğuydu. Yanlış futbol yönetimi, değişmeyen zihniyetler derken bugün çıkmaz bir durumdayız. 2011'e ise yine de umutlu giriyoruz, Aslantepe'ye geçiş başlıyor. Yeni stad yeni heyecan demekten başka da bir yol yok aslında. Ayrıca futbol takımını da bekleyen büyük bir operasyon. Atilla Ağabey'le yılın son ritüeli karşınızda...

Kendimi insülin vurulmuş şeker hastaları gibi hissediyorum. Bunun sebebi de Lorik Cana. Türkiye'den Cana gibi 50 futbolcu bulurum diye dursunlar, biz bu adamın keyfini yaşamaya devam ediyoruz. Şu sıkıntılı, kalitesiz orta sahamızda tek başına ayakta duran, -10 derece havada bile formasını sırılsıklam edecek kadar mücadele eden, bütün bu teknik bilgilerin yanında da harika bir karakter. Anıl gol attıktan sonra ona golün oluşumunda büyük katkı sunan Kewell, Neill ve Hakan Balta'ya da teşekkür etmesini söylüyor. Saha içerisinde de arkadaşlarını yönlendiren önemli bir lider. Öncelikle böyle bir futbolcuya sahip olduğumuz için {özellikle bu sıkıntılı sezonda} çok mutluyum. Sen Lorik Cana hakkında neler söylemek istersin? Senin de takım kaptanı adayın Cana mıdır ve Konyaspor maçında Cana yerinde sen olsan aynı tepkiyi verir miydin, o kimse benim arkadaşlarıma dokunamaz tepkisini?


Atilla Çelik: Hani bir laf vardır, “ağlanacak halimize gülüyoruz” diye. Şu anki Galatasaray’a cuk diye oturan bir tabir. Cana’nın sahadaki hali, performansı, karakteri ve reaksiyonları bir takım oyuncusunun sahip olması gereken özelliklerdir. En azından Galatasaray’da oynayan bir oyuncunun takımdaşlık ve performans anlamında o ayarda olması lazım. Normali bu yani. Normal olması ve karşılanması gereken bir şeyin bu kadar konuşulması, üzerine destanlar yazılması ise Galatasaray’ın an itibariyle ne kadar dibe düştüğünün göstergesi. Galatasaray’da eksik olan çok şey var. Takım olma olgusu yok, kenetlenme yok, gerçek anlamda futbol birlikteliği yok, sistemli bir yapı yok. Son yılların en kötü Galatasaray’ı söz konusu. Bunu sahip olunan o kadar kaliteli oyuncuya rağmen başardılar. Özellikle bu sezon ise tamamen bir çöküştü.

Bir takımda bu kadar şey çökmüşken bizlere konuşacak ne kalıyor? Cana’nın geçireceği bir yumruk.. Kewell’ın fuck off çekmesi.. Neill’in yeri gelince efeler gibi yeşil zeminde oynaması. Bu oyuncuların takım adına yaptıkları..

Neden?

Çünkü Galatasaray bir takım değil. Kendi içinde parçalanmış. Bölünmüş.. Oyuncular arasında gerçek anlamıyla bir dostluk, ortaklık olsaydı Cana, Kewell ve Neill’in takımdaşlık anlamında yaptıklarından bahsedilmezdi bile. Bu öyle bir parçalanmadır ki, Galatasaray için futbol ve futbol güzelliği adına konuşacak bir şeyler olmayınca bu ufak nüvelerden mutluluk alıyoruz. Misal efsane takımda bu tür şeyler konuşulmazdı. Olay olmazdı. Çünkü futbol adına doyurucu bir takım olmasının yanında tam bir takım vardı. Arkadaşlığın üzerinde nüanslar vardı. Şimdi ise ne var?

Lorik Cana, ortalama bir Galatasaray oyuncusunun olması gereken ruh halidir. Sahadaki görünümüdür. Normal şartlar altında uzaya çıkarılmasına bile gerek yoktu. Nerede kaldı, Konyaspor maçının son dakikasında Neill’in o diklenmesi olmasaydı o olayların hiçbiri olmayacaktı bile. Bir takım arkadaşını korumak güzel. Kötü giden her şey arasında bundan güzel anlamlar çıkarmaya çalışmak da anlaşılabilir. Bilindik futbol hamleleri ve sistemi dışındaki her şeyle ilgilenir olduk. Çünkü bizi bu keşmekeşe mecbur ettiler..

Bu tip kötü sezonlar genelde yeniden yapılanmayı beraberinde getirir ve altyapılarda oynayan genç futbolcular için büyük şanstır aslında. Çünkü bu yapılanmaların temelinde genelde genç futbolcular yatar ama Hagi, ancak ligin ilk yarısının son maçında böyle bir değişim içerisine girdi ve Mehmet Batdal'ı yedek bırakarak Anıl Dilaver'e şans verdi. Altyapıda da öcü olmadığını Anıl'ın bu performansıyla beraber görmüş olduk. Hagi'nin ligin ikinci yarısında da gençlere fazlasıyla şans vereceğini düşünüyor musun ve Anıl Dilaver için neler söylemek istersin?

Atilla Çelik: Anıl’ın gösterdiği performansı aslında abartmamak lazım. Galatasaray’ın şu anki durumunu göz önüne aldığımızda, biraz vasatı tutturacak bir performansın bile gözlere çok etkili gelebileceğini düşünmek gerekiyor. Anıl’a bir de Galatasaray futbol anlamında kendine geldiğinde farklı gözlerle bakmak gerek. İşlerin biraz daha rayına oturduğu, futbol denen şeyin daha oturaklı olduğu bir ortamda neler yapabileceğini görebilmek daha sağlıklı yorum yapmamızı sağlayacaktır.

Şu gerçeği de unutmamak lazım. Eğer genç bir oyuncuda gerçek anlamda bir potansiyel varsa, farklı özelliklere sahipse kendisini belli eder. Oyun karakteri ve futbolu oynama şekliyle kendisini belli eder. Tıpkı Arda Turan’ın daha ilk günlerde futbol oynama rengini belli etmesi gibi. Diğer gençler yeterli durumdaysalar farklarını zaten belli edeceklerdir. Ya da olaya şu taraftan bakabiliriz; olaylara üstünkörü bakacak kızgın bir taraftar edasında.. Mustafa Sarp, Servet, Ali Turan, Serdar Özkan ve Ayhan oynayacağına bu gençler oynasın. Daha kötü bir durumda olmayız ve onlardan daha kötü bir performans sergilemezler. Bu da ihtimal dahilinde tabii ki.

Fakat gözden kaçırılmaması gereken bir şey var. Gençlerden nasıl yararlanmak lazım? İşler çok kötü giderken mi? Yoksa sistem anlamında bazı şeyler oturduğunda mı? Zaten kötü durumda olan, psikolojik ve moral motivasyon anlamında dibe vurmuş, futbol sistemi anlamında büyük sıkıntılar yaşayan bir ortamda, bu hastalıklı yapıya dahil olacak gençler olumsuz anlamda etkilenebilirler. Daha sağlıklı işleyen yapılarda gençlerin daha başarılı olması beklenebilir. Ayrıca bir futbol takımına altyapıdan bir anda 4-5 oyuncu birden monte edilmez. Her yıl mümkün mertebe en fazla bir, bilemediniz ii oyuncu monte edilir. Tıpkı Barcelona’nın kusursuz yapısına gençleri yavaş yavaş monte etmesi gibi. Eğer varsa ortada potansiyelli bir genç, Hagi’nin gözü karadır ve gözünü hiç kırpmadan sahaya sürecektir.

Sorun Rijkaard da değilmiş, Hagi bunun sağlamasını yaptı aslında. Ligin ilk yarısına genel olarak baktığında nasıl bir Galatasaray vardı ve Rijkaard ile Hagi'ye karne vermeni istesem neler söylersin?


Atilla Çelik: Uzun uzadıya analizlere girmeye gerek bile yok. Berberdeki çıraktan kıraathanedeki sıradan bir futbol izleyicisine kadar herkes Galatasaray’daki sorunlar üzerine bir şeyler söyleyecek ve doğruluk paylarından demetler bulacaksınızdır. Ligin ilk yarısında kaliteli kadro derinliğine sahip olmayan, sahada takım olamayan, geriye düştüğünde buna reaksiyon gösteremeyen ve sahadaki oyuncular arasında kalite anlamında büyük farklılıklar olan bir Galatasaray vardı. Bu herhangi bir teknik direktörü aşan noktalardı. Eğer puan verilecek bir merci varsa o da futbolcular ve yönetimdir. Ama öyle hocalar vardır ki, eldeki bu verilerden bile şu anki durumdan daha iyi bir durumda olan takım bile yaratabilir. Bu biraz da hoca ve oyuncular arasındaki uyum meselesidir. Eğer ortada bir kalite sorunu varsa işiniz çok daha zor oluyor haliyle.

Devre arasında 4 tane transfer yapılacağı söyleniyordu ama ben bu sayının fazla olacağını düşünüyorum. Yeniden yapılanma seslerinin duyulduğu ve yeni stadın da açılacağı şu zamanlarda transfer olmazsa olmaz diyorum. Yerli rotasyonunda ise önerim gurbetçi gençlere yönelmek. Hem altyapıları sağlam hem de ucuz maliyetleri var. Senin transfer stratejisi için önerilerin neler olacak ve klasik olacak ama hangi mevkilere futbolcu ihtiyacını görüyorsun?


Atilla Çelik: Transferde öncelikli iş geleceğe yatırım yapmak mı, yoksa takıma hemen katkı verecek oyuncuları kadroya dahil etmek mi? Bu transfer döneminde en zorlayıcı unsur bu olacaktır. Düşünceme göre bu iki soruyu da aynı anda cevaplandırmak doğru karar olacaktır. Galatasaray’ın şu anki kadrosunu dikkate aldığımızda, sezon başından beri iskelet kadrosuyla doğru düzgün oynayamadığını görürsünüz. İskelet kadroda olması gereken isimler ise bellidir: Sabri, Neill, Arda, Baros, Cana.. Bunlara Kewell ve Pino’yu ek güç olarak ilave edebilirsiniz. Arda ve Baros’un uzun dönemli sakatlıkları Galatasaray’a büyük sorunlar yaşattı. Bu yüzden onların mevkilerine eksikliklerini aratmayacak oyuncu ihtiyacından dem vurulabilir. Adı geçen oyuncular ile takıma bir an önce katkı verecek bir kaleci ile iki yönlü orta saha ihtiyacının daha kritik olduğunu düşünüyorum. Takımın ilk 11’ine değişmez bir şekilde katılabilecek ve ihtiyaçlara hemen cevap verebilecek 4 oyuncu alınması kesin bir ihtiyaçtır. Diğer isimleri ise şimdiden kendisini belli eden ve ileride daha da iyi olacak, Galatasaray’ı uzun yıllar taşıyabilecek genç oyunculardan seçmek gereklidir.

Bu konuda söylenebilecek en net şey, transfer yapmak için yapmamaktır. Takıma hemen katkı verecek doğru oyuncuları seçebilmektir. İskelet kadroyla hemen bütünleşebilecek her seçim doğru olacaktır.

Bugünkü nostalji durağı da Necati Ateş olsun. Son zamanlarda zaten transfer konusunda da ismini çok duymaya başladık ve olası geri dönüşü bize ilahi bir tokat olabilir. Necati Ateş'i nasıl bilirdik dersem neler söylersin?

Atilla Çelik: Necati, ilk geldiği dönemlerde Galatasaray’a çok şey katmış bir oyuncudur. Galatasaray adına attığı gollerin kalitesi üzerine konuşmak gereksizdir. Son dönemlerinde takıma olan katkısında bir düşüş söz konusuydu. Necati’yi Galatasaray’dan gönderen şey sahadaki futbolu değil, saha dışındaki tavırlarıydı. Necati takım içinde fevri tavırları, çenesini tutamaması gibi nedenlerden dolayı takımdan uzaklaştırılmıştı. Aradan geçen yıllar sonrasında Necati’nin çenesinden daha fazla çene çalan, demediğini bırakmayan oyuncuların hala takımda barınıyor olması ilahi bir tokattır. Bu durum bile eski ve yeni Galatasaray yönetiminin futbolu yönetme kalitesine ışık tutmaktadır.

Necati Ateş’in takıma katılıp katılmaması noktasında kararsızım. Baros olduğu sürece yedek kulübesine mahkum olacaktır. Ama kaliteli yedek sıkıntısı yaşarken, bu boşluğun hiç de fena olmayan bir Necati ile doldurmak baş ağrıtmayacaktır. Kendisinden çok şey bekleme yanlısı değilim.

Birkaç dengesizin U17 maçında çıkardığı olayları gördük. Bütün Türkiye bu olayların üzerine gitti. U17 maçında bunlar oluyorsa ilerisi adına olabilecekleri düşünmek dahi istemiyorum. Sen bu derbi profili ve çıkan olaylar hakkında neler söylemek istiyorsun?


Atilla Çelik: Bir insana saldırmanın, tekme tokat girişmenin insanlıkla bir alakası olmadığı gerçeğini bir kenara yazmak gerekiyor. Hele bir de bunlar 17 yaşından ufak evlatlarımız ve çocuklarımız ise bu büyük utanç duyulacak bir olaydır. Bir çocuğa el kaldırmanın, hastanelik edene kadar dövmenin toplum olarak ruh sağlığımızın ne boyutlarda olduğunu gösteriyor. Bu ruh halinin salt futbol ile alakası yok. Biz toplum olarak bu durumdayız. Kendi kızının ırzına geçebilecek ruh hastaları ve sapkınlarının olduğu toplum bireylerine sahibiz. Hayatın her alanında ve noktasında ruh hastalarından dem vurabiliyoruz. Futbol bu alanların minik bir parçası. Bu insanlık dışı tavırları bir takım ile yan yana koymaya çalışmak ise faydasızdır. Bu hastalıklı tohumları insanoğlunun beynine eken şartları dikkate almak ise üzerinde düşünülmesi gereken bir noktadır.

Ligin ilk yarısını göz önüne aldığımızda, Galatasaray adına senin beklentilerinin üzerine çıkan, beklentilerin düzeyinde kalan ve hayal kırıklığı oldu dediğin futbolcular kimler?

Atilla Çelik: Galatasaray’ın takım olarak kötü olması nedeniyle kaliteli olan ayakların bundan çok etkilendiğini biliyoruz. Kaotik yapı söz konusuyken yine de ellerinden geleni yapan oyuncular vardı. Beklentilerin üzerine çıkmak noktasında ilk devrenin açık ara en iyisi Juan Pablo Pino’dur. Fiyat/Performans anlamında verimli olmasını geçtim, Galatasaray adına bizleri en çok heyecanlandıran,adrenalin salgılayan oyuncuların başında geliyordu. Eğer oyun yapısına devamlılığı, doğru karar almayı ve bitirici son vuruşları eklerse takımda tutmanın en zor olacağı futbolcuların başında gelir.

En büyük hayal kırıklığı ise tartışmasız Ufuk’tur. Umut verdiği bir maçtan söz edemeyiz. Ya da farkını belli ettiği! Takımın savunma olarak iyi görüntü sergilediği maçlarda bile kale bölgesinde ekstra kaliteden söz edemezdik. Mehmet Batdal’ın kalitesini göstereceğini umuyordum ama bir türlü kendisini gösteremedi. Kewell’ın da bazı maçlar hariç özellikle bitirici vuruşlarda bir düşüş yaşadığını düşünüyorum.

Beklentilerin düzeyinde kalan oyuncular ise Sabri, Lucas Neill gibi oyunculardır. Bu iki isim zaten en sıradan performanslarında bile takımına katkı veren oyuncular. Ayhan için her ne kadar olumsuz düşünceler olsa da o da beklentiler düzeyinde bir oyun tutturmuştur. Daha fazlasını beklemiyorduk ya?

29 Aralık 2010 Çarşamba

Savunma Sanatı / Galatasaray 67 - 56 Fenerbahçe

Oktay Mahmuti, maç sonunda ''düzene inanan bir teknik adamım, çok hamle yapan bir hoca değilim'' dedi. Zaten onu Oktay Mahmuti yapan da bu zaten, belirli bir oyun felsefesi var ve şartlar ne olursa olsun bu düzenin dışına çıkmayan bir isim. Temel felsefesi de her zaman mücadele, azim ve bu mücadelenin getirdiği savunma üzerine kurulu olmuştur. Fenerbahçe maçını bize getiren temel etken de zaten bu savunma sanatıdır.

En önemli pazantezlerden birini de Tutku Açık için açalım, çünkü bu maçı Galatasaray'a getiren kilit isim olmuştur. Tecrübesini ve kalitesini zaten tartışmaya gerek yok, böylesine zorluk derecesi yüksek anlarda sahneye çıkmasını bekliyorduk da. Sezon başında Tutku Açık'ın transfer olduğunu öğrendiğimde de en çok bu tecrübe ve kalite hamlesi için sevinmiştim. Nitekim tecrübenin meyvelerini yemeye başlıyoruz. Fenerbahçe'nin maça hızlı girişinin ardından bir anda oluşabilecek panik havasını çok iyi sezdi ve takımı toparlamayı başardı. Devamında da savunmaların çok ön plana çıktığı anlarda kritik basketleri, takımı organize etmesi ve oyun görüşünün çok yüksek olması neticesinde rakibin açıklarını iyi görerek, takımını o eksiklere doğru yönlendirdi ve hücumda Fenebahçe'ye oranla daha verimli olmayı başardık.

Galatasaray'ın bir guard sıkıntısı da var aslında, Rochestie'nin tam anlamıyla beklentileri karşıladığını söyleyemem. Bu maçta da atmosferin kurbanı olduğunu ve maçın ağırlığını da kaldıramadığını düşünüyorum. Rochestie'nin bu günden sonra da Tutku'ya duacı olacağını düşünüyorum, çünkü onun açıklarını da kapattı. Ayrıca uzun rotasyonunda da oluşan faul probleminin takımı sıkıntıya soktuğu anları gördük ama Vidmar'dan sonra Fenerbahçe'nin de bu çok övülen sisteminin biraz olsun sekteye uğraması avantajımızdı. Oğuz Savaş haricinde pota altında etkili olan bir isim daha çıkaramadılar ve Galatasaray'ın sert, mücadeleci oyunu da rakibi çok fazla dış atışa yönlendirdi. Bu atışlarda da yüzdenin düşük olması, Galatasaray'ın savunmasının ne kadar iyi olduğunu gösteriyor.

Bizim ihtiyacımız olan bu, aranan kan basketbol takımlarının damarlarından akıyor. Galatasaray adına yakışan bir mücadele, inanılmaz bir azim, inanılmaz bir kazanma duygusu ve sonucunda da gelen liderlik. Acaba o sene bu sene mi derken boş bir laf söylemedik, ben Galatasaray'ın bu yıl beklenenden daha iyi bir iş yapacağını düşünüyorum. Gerek kısa gerekse uzun vadede erkek takımını iyi günlerin beklediğini söyleyebiliriz. Yeter ki şu mücadeleci ruh kaybedilmesin. Bu galibiyete bizlere yaşatan herkese tebrikler...

GALATASARAY (67): Joshua Shipp 11 (8 ribaund), Caner Topaloğlu 2 (1 ribaund), Preston Shumpert 16 (4 ribaund-1 asist), Taylor Rocheste (2 ribaund- 1 asist), Tutku Açık 12 (6 ribaund- 7 asist), Luksa Andric 5 (2 ribaund), Radoslav Rancik 11 (3 ribaund- 2 asist), Haluk Yıldırım (1 ribaund- 1 asist), Evren Büker 5 (3 ribaund), Sertaç Şanlı, Ermal Kurtoğlu 5 (4 ribaund).

FENERBAHÇE (56): Roko Ukic 8 (1 ribaund- 3 asist), Mirsad Türkcan 3 (3 ribaund), Ömer Onan 16 (2 ribaund- 1 asist), Lynn Greer (1 ribaund), Darjus Lavrinovic 1 (7 ribaund- 2 asist), Kaya Peker 6 (9 ribaund), Oğuz Savaş 14 (4 ribaund- 1 asist), Tarence Kinsey 2 (5 ribaund- 1 asist), Marko Tomas 3 (3 ribaund), Emir Preldzic 3 (1 ribaund- 1 asist)

Sporun Getiremediği Popülarite Geldiği An

Türkiye'nin üç yanı denizlerle çevrili ama bir tane bile adam gibi yüzücüsü yok derler. Oysa bu yorumu yapanların, yüzme sporunun havuzlarda yapıldığını hatırlaması gerekiyor. Macaristan'a baktığımızda sutopunda ekol olarak kabul ediliyorlar ve o ülkenin denizle yakından uzaktan alakası yok. Ama yüzme sporuna karşı inanılmaz bir sevgi ve bunun getirdiği büyük yatırımlar var. Biz ise yüzme konusunda Dünya'nın çok ama çok gerisindeyiz. Olimpiyatlara katılacak sporculara bakınca, en çok sporcuyu atletizimden sonra yüzmeye götürdüğümüzü görürüz ama bu yüzücülerin hangisi en azından yarı finale katılabilmeyi başarmış.

Ya da şöyle düşünün, bu ülkenin en büyük yüzücüsü kim desek çoğumuz Derya Büyükuncu ismini verir. Bugün 34 yaşına gelen bu yüzücü, Türkiye'nin yüzme anlamında en tanınan ve en başarılı ismi. Uzun kulvardan ziyade daha çok kısa kulvar yarışlarında büyük başarıları olmuştur ama genel itibariyle baktığımızda, kendimizi Dünya ile kıyasladığımızda o da ülkenin karanlık yüzlerinden biri durumuna geliyor.

Peki bu durum da kendisinin suçu var mı? Bence hayır...

Bugünlerde Derya Büyükuncu daha da popüler. Yıllarca yüzme yarışlarında kazanamadığı popülariteyi, Acun Ilıcalı'nın yapımcısı olduğu Yok Böyle Dans'ta yarışarak kazanmış durumda. Hatta bu programa katılmak onun kendi işlerini de yapmasını aksatmış durumda. Dans edeyim, dans provaları yapayım derken katılması gereken Dünya Yüzme Şampiyonası'nı da es geçmiş durumda. Gerçi katılsaydı da sadece bizi temsil etmiş olacaktı, kendisinden de beklenen bir başarı vardı diyemem ama federasyondan aylık 10 bin tl'sini alan, bunun yanında her türlü kamp ve idman masrafları da karşılanan bir ortamda ondan bazı beklentiler duyulur. En azından orada ülkemizi temsil etmesi, şu dans yarışmasında kazanacağı popülariteden daha önemliydi.

Tabii burum bununla da bitmiş değil. Kendisi yıllardır Galatasaray'ın sporcusu ve Milli Takım gibi Galatasaray'a da sırt çevirmiş durumda. Büyük Erkekler Kısa Kulvar Yüzme yarışlarına da katılmayınca Galatasaray en önemli kozunu yitirdi ve Fenerbahçe'ye geçilmiş oldu. Böylesine bir sorumsuzluk karşısında Galatasaray'ın da sessiz kalacağını düşünmüyorum.

Derya Büyükuncu ise bizleri yüzmeyi bırakmakla tehdit ediyor, bu durumda kaybeden asla Türkiye olmayacaktır. Bu dans yarışmasında gelen popülaritenin yanında, dizi teklifleri falan da gelebilir ama bu popülarite bir noktada tıkanır ve birkaç seneye Derya Büyükuncu ismini hatırlayan kişi sayısı da o oranda tükenir. Sonuç olarak kaybeden kendisi olacaktır ve işin kötüsü mazide bıraktığı birkaç güzel hatıra bile yokolup gider.

Sonuç olarak, önemli şampiyonalarda madalya falan alamaması asla Derya'nın suçu değil, o kapasitesi dahilinde elinden geleni yaptı ve özellikle de kısa kulvar yarışlarında ülke bayrağını dalgalandırmayı başaran bir sporcu oldu. Aslında biraz da bu ülkenin spor, özellikle de yüzme kültürünün olmamasına kurban gitti ama şimdi girdiği yol ise oldukça yanlış. Bu yanlışın da onu felakete doğru sürüklediğini ekleyelim.

Kaptanlık Mevzu Bahisi

Kaptanlık ve 10 numara namına büyük umutlarım vardı. Blogu ilk açtığım günlerde benim bir hayalim var diyerek, Arda Turan'ın takım kaptanlığına getirilmesini ve 10 numaranın da ona verilmesini istiyordum.

10 numara ona verilmeliydi çünkü, 10 numara Galatasaray için çok özeldir ve o formayı sırtına giyen isim o numaranın hakkını vermelidir. Metin Oktay'ın, Hagi'nin numarasıdır 10. Bu yüzden de Arda'ya yakışır diyordum ama o günden bugünlere gelen süreçte Arda Turan ismi 10 numaranın altında ezildi gibi, ya da ezdirdiler.

Kaptanlık da ona verilmeliydi çünkü, Arda Turan bu sorumluluğu kaldırabilecek güçteydi. Ona genç yaşta verilecek bu sorumluluk, Arda Turan'ın futbol anlamında zihinsel gelişimi açısından da büyük önem taşıyordu. Şimdi gelinen süreçte ise Arda'nın kaptanlığı tartışılıyor ve şu takımda Neill, Cana ve Kewell gibi lider özellikli futbolcular olmasa takım Ayhan Akman'ın mı eline kalacak düşüncesi bizleri korkutuyor.

Durum da böyle olunca kaptanlık mevzusunu yeniden açmak istedim ve anket olarak sizlere sordum. Yüzde 28'lik kesim Harry Kewell'ı takımda kaptan olarak görmek istiyor. Yüzde 24 ise Lorik Cana'dan yana oyunu kullanmış ve Cana'nın oy oranının da son birkaç günde inanılmaz arttığını söylemek lazım. Yüzde 17'lik kesimde ise Ayhan Akman kaptan olmasın da düşüncesi hakim, düşünün artık gelinen noktayı. Yüzde 14'lük dilimlerde ise Lucas Neill ve Arda Turan aynı oranda ama oy sayısına baktığımızda Arda Turan'ın en az oy aldığını görmek, taraftarların da Arda Turan'ın bu işi pek iyi götüremediğini düşünüyor.

Benim Arda hakkındaki düşüncem artık sabit, çünkü bu yönetim zihniyetinin elinde büyük hedef koyan bir futbolcunun gelişimi çok ama çok güç. Mehmet Topal'ın da kısa bir süre içerisinde Valencia'da gösterdiği gelişimi gördükten sonra Arda hakkındaki beklentilerim daha da büyüdü ve bunu gerçekleşmesi adına Arda'nın artık başka denizlere yol alma vakti geldi. İstediği noktaya da mutlaka gelecektir. Ama herşeye rağmen Arda Turan'ın Aslantepe'ye ilk adımını atacak olan kaptan olması da onun gibi iyi bir Galatasaraylı adına büyük bir gurur, hatta bizim adımıza da. Herşeye rağmen.

Kötü bir dönem geçiriyoruz ve birlik, beraberlik duygusuna en çok ihtiyaç duyduğumuz zaman dilimindeyiz. Şu aşamada Kewell, Cana veya Neill farketmez, bu isimlerin önemi çok büyük. Kaptan olup olmamaları da aslında pek mühim değil, takımın içerisindeki liderlik vasıfları ve takım arkadaşlarını yönlendirme kabiliyetleri şu sıkıntılı günlerden çıkış adına görülen ışıktır. Bu futbolculara sahip olduğumuz için önce derin bir oh çekelim.

Benim kaptan adayım ise Lorik Cana'dır. Hatta Cana hangi takıma giderse gitsin o kaptanlık mutlaka ona gelir. Bazı isimler doğuştan lider doğar, doğuştan kaptan doğar. Cana'nın da böyle bir isim olduğunu düşünüyorum ve Konyaspor maçından sonra da bu düşüncemi sabitledim. Anıl Dilaver'e attığı golden sonra yaklaşımı, maç sonu çıkan kavgamsı olayda arkadaşlarını korumak istemesi, saha içerisinde yönlendirmeleri falan derken Cana'yı takip etmek benim için ayrı bir keyif, çok büyük bir tutku.

Galatasaray'da da durum değişmez ve Marsilya, Sunderland'da da olduğu gibi takım kaptanlığı bir şekilde Cana ile buluşur. Bu kader asla değişmez...

Doğuştan Ego

Adam doğuştan ego olarak dünyaya gelmiş, sürekli kendini kanıtlama çabası, en çok iyiyim havaları ve bunun getirdiği olağan şımarıklık. Nate Robinson, böyle bir isim, onu artık böyle kabul ettik ama onun küçüklüğünü bilenler daha derinlere inmiş demektir. Şu fotoğrafda verdiği pozu günümüzde de çok uyguluyor, özellikle de katlettiği smaç yarışmalarının ardından..

28 Aralık 2010 Salı

Ergun Gürsoy'un Transfer Tanımından, Mustafa Sarp Sendromuna

Bu aralar sıklıkla 2003/2004, 2004/2005 sezonlarını ve Ergun Gürsoy'u hatırlıyorum. Bildiğim kadarıyla, Hagi'yi de o dönemler takımın başına kendisi getirmişti ve yaptığı da doğru bir hamleydi demek mümkün. Yani o imkansızlıklar içerisinde, Hagi'nin başarılı olduğunu düşünüyorum.

Bir de tabii Ergun Gürsoy'un aklıma takılan transfer tanımı var. Herkes büyük bir hevesle yıldız isimler beklerken, kötü geçen bir dönemin ardından büyük transferler beklerken Ergun Görsoy'un takımdan ayrılan futbolcuları da transferden sayması. Hatırlayın 2004/2005 sezon başlangıcını. Takıma katılan tek yerli isim İbrahim Yavuz'du ve yabancı futbolcular içerisinde de Saidou'dan falan bahsediyorduk. Bunlar da kendisinin hamleleriydi. Conceicao ve Song farklı hamleler oldu ama asıl güzel transferlerin ligin devre arasında gerçekleştiğini gördük. Yani, Hagi takımı tamamen kontrolü altına alana kadar. O kontrol de bizlere Ribery, Hasan Kabze gibi nokta atışlı transferleri kazandırdı.

Ergun Gürsoy'un o zamanlar yaptığı transfer tanımının aslında bugüne baktığımızda ne kadar doğru olduğunu görüyoruz. Bugün Galatasaray'la adı geçen birçok futbolcu var ve büyük de bir revizyon olacak, bu belli. Çok fazla futbolcu gelip gidecek, ligin devre arası ve sonu bu açıdan büyük bir harekata şahit olacak diyebiliriz. Ama bugün çoğu transfer bizlere kadrodan Mustafa Sarp'ın, Ayhan Akman'ın, Barış Özbek'in, Servet Çetin'in, Serdar Özkan'ın ve bu tip bazı isimlerin ayrılması kadar mutlu etmez. Ramiz Dayı moduna girecek olursak ''mesele yapacağın transferler değil, asıl mesele kendi takımın içerisinde transfer gerçekleştirmek'' söylemini kullanırız.

Bu takım içerisinde transfer olayı da; kadrodan gitmesi gereken isimleri göndermek ve devşirme piyangosunu bulmak üzerinedir. Mesela, forvetsiz zamanda Pino'yu forvet olarak kazanmak ya da Hakan Balta'yı, Neill'i orta saha olarak kullanmak gibi.

Ayrıca eskiden transfer olsun taştan olsun mantığı da vardı. Aslında transfer de bir bakıma heyecan demektir. Aldığın futbolcu kariyerli de olsa, kariyeri olmasa da, takıma geldiğinde büyük ihtimal patlayacağını bilsen de, beklentilerinin aşağısında da olsa bir yanın ya tutarsa der ve kafanın içerisinde kadro kurguların başlar. Bu adam şurada oynar, burada oynar gibi. Bir anda internetinin başında sohbetlerin başlar, her yeri takip edersin, videolarını izlersin, blog yazıyorsan yazını hazırlarsın. Eskiden bu durum daha fazla heyecan vericiydi ama şimdi bile bu mantığın işlediği zamanlar olur.

Ama bu anlattıklarım rakip takımlar için, bu iş biraz Galatasaray'ın dışında. Çünkü bizlerin içerisinde bulunduğu sendromun adı, Mustafa Sarp sendromudur.

Bahsedilen Hürriyer Güçer transferi de bu sendrumun tetikleciyi isimlerinden. Ankaragücü'nün bile kadrosunda düşünmediği ve yolları ayırdığı bu futbolcuya Galatasaray talip deniyor. Bonservisi yok, baldan tatlı deyimi de işlemez bu sefer. O hata Mustafa Sarp'la bir kere yapıldı ve Hürriyet'le umarım yapılmaz. Zaten şimdiden herkesi büyük bir korku saldı, bana 50 yerde bu haber soruluyor ve nolur bu adam alınmasın deniyor. Keşke Adnan Sezgin'in yerinde ben olsaydım dediğim anlardan biri daha.

Şu kadro revizyonunu, kimlerin alınıp alınmayacağını bende merak ediyorum. Medyaya çıkan bazı isimler var, kafalarda kurulan planlar var, Aslantepe açılışı var, Sami Yen'e veda var derken tarihin en çok kafa bulandırıldığı zamanları yaşıyoruz.

Futbol, Şut ve Gol Oyunuysa

Karakterini severim, sevmem bu ayrı konu ama Lincoln'ün {o gün kafa olarak maça teşrif ettiyse} futbolu bana büyük keyif veriyordu. Çünkü klasik 10 numaralardan değildi, her an maçın içerisinde ve her dakika farklı bir hareketle onu izleyebilirdik. Yaptığı çalımlarla, attığı şutlarla, sağa bakıp sola attığı paslarla falan büyük keyif veren bir futbolcuydu. Zaten Lincoln'ün bu yaptıkları, ayrılma şekli ve benim de sürekli onu kötülemem bu yüzdendir.

Misimovic bugün yarın ayrılır ve ayrıldığı günden iki gün sonra büyük ihtimal unuturum ama Lincoln kafamda bir yerde sürekli yer alacak.

Yukarıda da dediğim gibi beni Lincoln tarzında futbolcular heyecanlandırır. Hücum repertuarı geniş, hareketli oynayan, yaptığı bir çalımla veya attığı bir şutla kalpleri hop ettiren ama sürekli maçın içerisinde olmayı başaran futbolcular. Şu kötü zamanda da bu tarzda yakın bir futbolcumuz var aslında. Pino'dan bahsediyorum, yaşadığımız kötü sezonun içerisinde fazla konuşulmayan adamdan.

Dışarıdan birine Pino'yu sorsak fazla beğenmez, sürekli gol kaçırıyor falan der. Doğrudur, iyi bir bitirici olmayabilir, çok da golcü bir futbolcu olmayabilir. Üstelik takımdaki yegane görevi gol atmak olmasına rağmen. Yine de bu Pino'nun iyi bir futbolcu, büyük potansiyeli olan bir isim olduğu gerçeğini asla değiştirmez.

Pino'nun attığı şutlar eleştirilir, neden bu kadar fazla vuruyor diye. Oysa futbol şut ve gol oyunu. Ne kadar fazla şut atarsan bu senin o kadar lehine, mesafelerin pek bir önemi yok. İstersen ceza alanının içinden vur, istersen 50 metreden. Şut potansitelin varsa bunu kullanacaksın, gitsin de Mustafa Sarp her yerden vursun demiyorum. Zamanında Mehmet Topal'a demiştim ama o bu özelliğinin üzerine gitmedi, şimdi ise Pino vuruyor diye onu eleştirmek çok manasız. Gaziantepspor'a attığı gol ortada, Hagi gibi bir üstadın elinde de zaten bu özelliği mutlaka gelişir. Belki 20 tane vurduğundan 2'si gol olur ama o 2 gol üzerine de aylarca konuşuruz.

Hagi'nin de benim gibi düşündüğine ve Pino'yu da vazgeçilmezlerinin arasına yazdığını eminim. Hagi, sever böyle futbolcuları. Teknik, güçlü ve takım savunması içerisinde de var olan isimleri. Pino'dan da vazgeçmemesinin sebeplerinden biri bu aslında. Onun bu hareketli yapısı, sürekli koşup efor sarfetmek isteyen havası takım savunmasında da yardımcı. Geriye kadar gelip top kovalıyor. Bir de şöyle düşünün. Uzun zamandan bu yana hangi forvetimiz takım savunması içinde yer almış ve kendi ceza sahasının derinliklerine kadar adam kovalayıp top almış?

Aslında sürekli dönüp dolaşıp şu gol mevzusuna geleceğiz. Pino'nun da ilerleyen dönemde bu gol vuruşunu düzelteceğine eminim, en azından uğruna büyük paralar dökülen Sercan Yıldırım'dan da çok büyük bir yetenek. Bunu da atlamayalım ama Pino'yu daha etkin kılmanın yollarını düşünelim. Mesela Baros ve Pino'yu 4-4-2 gibi bir sistem içerisinde çift forvet olarak düşünün. İkisi de olan performanslarının üzerine çıkmaz mı? Pino şu anda görüldüğünden daha büyük bir caka kazanmaz mı?

Şu saatten sonra Pino'nun kanatlarda falan oynaması söz konusu olamaz, çünkü ona o bölgelerde ekmek yok. Açık alanda oynayan, kontra atak takımı değilseniz Pino ile kanatları çalıştırmanız çok güç. Kewell gibi Arda gibi teknik, soğukkanlı isimlerle önünüze bakarsınız. Hagi de zaten bize kanat oyuncusu diye tanıtılan futbolcunun sunumunu iyi yaptı, tezi hazırladı ve bugün Pino gibi iyi bir forvet kazandık diyebilirim. Belki Hakan Balta'dan da iyi bir orta saha kazanırız, ya da Neill'i daha çok bu bölgede izleriz. Bunların hepsi zaman meselesi, ben şu aşamada Hagi'nin aldığı bütün kararlara saygılıyım ve bu hamleleri görme taraftarıyım. Tabii Pino'yu da bu değişen sistem içerisinde görmek, en büyük mutluluklardan.

Aslında bu kötü sezonda taraftarı heyecanlandıracak, yıldız hücumculardan beklenen hamlelerin çoğunu yapan Pino'ya da bir teşekkür borçluyuz...

O Sene Bu Sene Olur Mu?

Başlığı atarken korktum aslında. Her sene Kadıköy deplasmanına giderken bu muhabbet açılır. O sene bu sene! Bu sene kırılacak şeytanın bacağı diye. Ama sonuç istediğimiz gibi olmaz hiç. Konumuz bu defa erkek basketbol takımı. Yine bir Fenerbahçe maçı öncesi ama bu defa tamamen tesadüf. Çünkü bu yazıdaki konumuz Fenerbahçe maçından çok, milyonlarca Galatasaraylının hayallerini süsleyen şampiyonluk kupası.

Yıllar sonra Galatasaray taraftarı ciddi ciddi şampiyonluktan söz etmeye başladı. Henüz bunu konuşmak için erken olduğunun, çok yeni bir organizasyona sahip olduğumuzun farkında herkes ama taraftarlık her durumda takımını zirvede görmek istemek sanırım. Çok zor olduğunun farkındayız ama zoru başarmanın bizim işimiz olduğunun da farkındayız. Oktay Hoca ve Aslanları şimdilik yüzümüzü kara çıkarmadılar. Hem ligde hem de EuroCup da yollarına iyi bir şekilde devam ediyorlar.

Oktay Hoca demişken devam edelim. Hocayı benchte görmek herkese inanılmaz bir güven veriyor. Hani duruşu yeter diye bir deyim var ya; Oktay Hoca' ya ithafen söylenmiş sanki. Şu kısa sürede takıma kattıkları gerçekten inanılmaz. Muhteşem savunma isteği, hücumda izlerken mest olduğumuz oyunlar, son ana kadar pes etmeyen bir takım... Verilebilecek ne varsa Oktay Hoca bu kısa zaman zarfında takıma aşıladı. Oktay Hoca' nın başımızda geçireceği uzun yılları düşünmek, başarıların, kalkan kupaların hayallerini kurmak, basketbolda kupaya aç Galatasaray taraftarını en mutlu eden şeylerden birisi heralde.

Konumuz Fenerbahçe maçı değil dedik ancak bu maça da değinmezsek olmaz tabiki. Çarşamba günü Abdi İpekçi' de inanılmaz bir maç olacak. Lider Fenerbahçe Ülker ile onu liderlik koltuğundan indirip, koltuğun sahibi olmayı planlayan Galatasaray kozlarını paylaşacak. Son yıllarda ev sahibi olduğu maçlarda Fenerbahçe karşısında kazanan Galatasaray' ın en büyük avantajı tartışmasız taraftarı olacak yine. Tribünde 12.000 sahada da 12 hedefe kitlenmiş Aslan karşısında Fenerbahçe Ülker' in işi gerçekten çok çok zor.

Bu maçla ilgili Fenerbahçe Ülker' in kadrosunun Galatasaray' dan üstün olduğu ve bu avantajını kullanarak sonuca gidebileceği yorumlarını da okuyorum. Ancak bana kalırsa bu tür maçlarda en önemli etken kadro kalitesi değil. Eğer öyle olsaydı geçen sene tek uzunla nasıl devirebilirdi Fenerbahçe'yi Galatasaray? Bu maçlarda inanç, motivasyon ön plana çıkıyor. E arkasında 12000 taraftarı olan bir takım için de motivasyonu sağlamak pek zor olmasa gerek.

Saha avantajını ele geçirmek için normal sezonu lider tamamlamak çok önemli. Şu anda Galatasaray' ın elinde bu fırsat var. Çarşamba günü o koltuğa oturup bir daha hiç bırakmamasını umuyorum. Ondan sonrası mı? Siz saha avantajını elinize geçirin de gerisini taraftar halleder...

27 Aralık 2010 Pazartesi

NBA'deki Türkler

Bir basketbolcu nasıl olur da böyle bir değişim içerisine girer. Sanırım bu durum, taş yerinde ağar deyimini bizlere gösteriyor. Hidayet Türkoğlu, 1.5 sezondur kayıp olduğu, İtalya Ligi'nde futbol oynasa Ballon d'Or ödülünü kazanacak kıvamından kurtuldu ve özüne döndü. Şimdi yine Orlando sisteminin olmazsa olmazı, sistemin temel noktası pas dolaşımının anahtarı ve kritik zamanlarda da eli yanan isim oldu. Aslında Lewis'in ayrılması o bildiğimiz Orlando sisteminden farklı bir sisteme doğru geçiş demek de mümkün. Bass'ın Lewis'e oranla özellikleri çok farklı ama Orlando felsefesi yine aynı. Bu da Hidayet'in önemini bizlere gösteriyor. Yine de hala Orlando için konuşmak adına erken. Gilbert Arenas kayıp sezonlarını arıyor, J-Rich ben nereye geldim diyor ve takımın da bir uzuna daha ihtiyacı var. Kenardan gelen R.Anderson'la bütün sezon gitmez, Howard'ın arkasına mutlaka en azından ayakta kalacak bir uzun lazım. Ben Orlando adına ilerleyen günlerin güzel olduğunu düşünüyorum ve Hidayet'i de yeniden keyifle izlemek büyük mutluluk.

Ömer Aşık'ın ise durumu çok ilginç. Aslında Noah'ın sakatlanması onun adına şans oldu demek mümkün ama Noah'ın sakatlığında bile çok az süreler alıyor ve bu süreleri de zaten Noah varken de alıyordu. Boozer'ın falan dönmesi de Ömer Aşık'ın önünü kapatan durumlar oldu ama Ömer'in de beklentilerin aşağısında kaldığını eklemek lazım. En azından Semih Erden'le kıyasladığımızda bunu söyleyebiliriz. Semih, onca yıldız uzunun arasında yine de süre alıyor ve bu uzunlar yokken de takımın iyi bir parçası olmayı başarmıştı. Şimdi Perkins de dönünce durumu biraz daha kötü olacaktır ama onun bu çalışması, gelişimi derken NBA'de kalıcı olacağını düşünüyorum. Bunca yıldız uzunun arasında oynamak, Semih'in basketbolunun gelişimi açısından büyük şans.

Mehmet Okur ise geri döndü ve yavaştan ısınmaya başlıyor. İlk 5'deki yeri şu aşamada garanti değil ama Utah'ın da ona büyük ihtiyaç duyduğunu belirtelim. Şu uzun sakatlığı olmasaydı, Milli Takım'da da kendisini izliyor olacaktık ama kısmet önümüzdeki seneye. Ersan'ın performansı ise Milwaukee gibi dengesiz. Bakıyoruz bir maçta takımının en önemli parçası, bir maçta piyasada yok, bir maçta ortalama düzeyde falan derken istikrarsız bir tablo var. Sanırım Ersan adına en önemli hamle takımdan ayrılıp, kendisine farklı bir sistemde yer aramak olacak. Milwaukee'nin sisteminde işi gerçekten zor.

Yıllanmış Şarap Mı, Eski Toprak Mı?

Yıllanmış şarabın kelime anlamını hepimiz biliriz. Bunu futbola uyarladığımızda ise yıllar geçtikçe futbol kalitesine kalite katan, yaş ilerlemesine rağmen hala takımın vazgeçilmezi olmayı başarmış ve izleyenler adına da büyük beğeni bırakan futbolcudur.

Bunun da birçok örneği var. Mesela Tugay Kerimoğlu, Premier Lig'in yıllanmış şaraplarından biriydi. Yıllar ilerledikçe onun futbol tadı daha büyük keyif vermeyi başardı ve 30'undan sonra çıktığı Avrupa macerasında büyük işler başardı.

Ya da Emre Aşık. Onun gibi profesyonelini de az görmüşüzdür. Kaç yaşında olursa olsun, isterse 50 maç oynamasın ama 51. maçta sahaya çıktığında her zaman yürekten oynar ve elinden geleni yapardı.

Dünya üzerinden gideceksek ise Del Piero ya da Inzaghi. Del Piero, 36 yaşına gelmesine rağmen hala büyük bir futbolcu ve geçmiş yıllarından kesitler halinde muhteşem gollerini izletmeye devam ediyor. Inzaghi de 37 yaşına geldiği şu zamanlarda hala Milan'ın vazgeçemediği bir isim ve sözleşme uzatmaya da devam ediyor. Bu örnekler gibi birçok örneği de vermemiz mümkün.

Yani yıllanmış şarap dediğimiz futbolcular, futbolu bıraktıktan sonra ''keşke bırakmasaydı, ona doyamadık'' dediğimiz futbolculardır.

Gelelim malum konu yani x şarabına. Yukarı da dediğim gibi yıllanmış şarap dediğimiz adamlar, gittiğinde arkasından üzüldüğümüz adamlardır. Acaba kaçımız Ayhan Akman takımdan gittikten sonra üzüleceğiz? Çok merak ettiğim sorulardan birisidir bu. Malesef son 1-2 sezondur gösterdiği ya da gösteremediği performans yılların emeklerini görmezden getirten cinsten. Galatasaray kötüye gittikçe, taraftar da doğal olarak en kötülere sarıyor. Mustafa Sarp, Barış Özbek, Servet Çetin ve bunun gibi futbolculara. Ayhan Akman da bunlardan birisi. Onu diğer isimlerden ayıran nokta ise 2001/2002 sezonundan bu yana Galatasaray forması giymesi. Şu anda da zaten takımın en eski futbolcusu durumunda.

Ama belli bir yaşa gelen futbolcuların artık geriye doğru çekilmesini bekleriz. Tabii yıllanmış şarap kategorisine girmiyorsa. Yaş 33'lere geldiğinde artık rotasyonun içerisinde yer alır, takımın banko isimlerinden birisi olmaz. Bir zaman sonra da futbolu bırakır zaten. Giderken de geçmişin getirdiği düzey duygularla alkışlarla uğurlanır. Emre Aşık gibi...

Ayhan Akman'ın ise giderken alkışlarla uğurlanacağını pek sanmıyorum. Büyük ihtimalle de son dönemlerini yaşıyor desek yeridir. Bu yapılanma içerisinde kendisine düşen bir rol yok, çünkü Galatasaray'ın mutlak suretle orta saha transferi yapması lazım. Hem 11'e, hem de kulübeye. Bu da Lorik Cana ve altyapıdan gelen isimler dışındaki orta saha futbolcularının biletini kesmesi anlamına geliyor.

Kafama takılan soru ise Ayhan Akman'a nasıl bir tanım yapacağımız yönünde? Ayhan Akman, bu sezon 17 maçın 16'sında oynayıp 1395 dakika sahada kaldı ve takımın da en çok oynayan ismi olmuş. Ayrıca ilk 11'de sahaya çıktığı hiçbir maçta da 90 dakikanın altında bir süre almamış. Bu istatistikler Ayhan Akman'ı yıllanmış şarap kategorisine sokuyor desek, Ayhan Akman'ı hiç tanımayan bir futbolsever için doğru bir soru olur. Ama biz Galatasaray orta sahasının halini ve Ayhan Akman'ın son zamanlarını iyi biliyoruz. Eskiden kalan futbol hastalıklarının nüksetmesi {topu aldığında sürekli geriye dönmesi / ben buna sırtı dönük orta saha diyorum} ve kötü performansın getirdiği de gereksiz hırçınlık. Futbolun haricinde, Ayhan Akman'ın kaptan olarak sahaya çıkma mevzusu da var tabii.

Yani, Ayhan Akman'ın Galatasaray'ın en çok oynayan futbolcusu olması aslında şu ligin ilk yarısının portresi. Galatasaray orta sahası hiç bu kadar aciz bir durumda olmadı, yıllarca çok iyi ve kötü futbolcular da gördü ama en kötüsünde bile bu kadar kötü değildi. İmza da bu istatistik diyebilirim.

Soru da şu. Sizce Ayhan Akman yıllanmış şarap mı yoksa eski toprak mı?

26 Aralık 2010 Pazar

Kaçan Penaltıyla Başlayan Kupa, Kaçan Penaltıyla Biter

94 Dünya Kupası'nın açılışı. Diana Ross, topa doğru gelecek ve penaltıyı kullanacak. Uygulanmak istenen olay ise Ross'un golü atması. Bunun için de kaleci zaten elinden geleni yapıyor. O gol geldiğinde de kale ikiye ayrılacaktı. O zamanların teknolojisi buna yetmiş sanırım, şimdi olsa akıllara gelmeyecek uygulamalar düzenlenir. Neyse, Ross topa geldi ve inanılmaz bir şekilde de penaltıyı kaçırdı. İşte, Ross'un penaltıyı kaçırarak başlattığı kupa Roberto Baggio'nun da kaçırdığı penaltıyla sona erdi.



Dedeler

Bu adamlar öncelikle akraba. Sonrasında kaderleri birbirine çok benziyor. Devamında da ne olursa olsun, altın çamura da bulansa yine de altındır teorisini gerçek yapacak isimler. Iverson misali yaş kaç olursa olsun, kariyer hangi noktada olursa olsun müthiş bir popülariteleri var. Çünkü şov adamlar, bu ikilinin hala inanılmaz smaçlarını tekrar tekrar izliyoruz. Mazileri güzel ama biri sakatlıklar yüzünden, diğeri ise yanlış seçimlerle beraber dibe doğru hızla yol alıyor. T-Mac şu sıralar minumum kontrat seviyesinde Pistons forması giyiyor ve 2-3 sene önceye göre takımın ilk opsiyonu falan asla değil. Carter ise takas malzemesi olmaya başladı, oradan oraya savrulma evresinde ama hala alıcısı oluyor. Phoenix'e de bir heyecan kattığı kesin. İlerleyen zaman ise bu ikilinin Iverson misali daha da dibe gidebileceğinin göstergesi, belki de 2-3 yıl içerisinde olası bir Avrupa seyahati mi?

Ne dersiniz?

25 Aralık 2010 Cumartesi

Adam Haklı Beyler

"Benim seçimim açık... 11 ay boyunca 57 maçta takımlarımı yönettim. Üç kupa kazandım. Bu kupaların arasında en önemli turnuva şampiyonlar ligi de vardı. Bir teknik adam bundan daha fazlasını yapamaz. Ödül benim olmalı"

Sneijder mevzusundan başlamalı aslında. Çünkü yapılan büyük haksızlık. En iyi futbolcu ödülünde Sneijder'in de mutlaka yer alması gerekiyordu. Mourinho, Messi'ye lafım yok demiş ama bence Messi'nin yerine o olmalıydı. Messi'nin Dünya'nın en iyi futbolcusu olduğunu herkes biliyor, bu uzun bir süre de değişmeyecek gerçek olacak ama 2010 yılı Messi'sini düşünelim. Dünya Kupası'nda ne yaptı ya da geçtiğimiz sezon Barcelona neler yaptı. Eylül ayından bu yana Messi yine ortalığı kasıp kavuruyor ama 2010'u genel olarak almak lazım.

Mourinho'nun Iniesta beş ayı sakat geçirdiği için o olmamalıydı durumu misali. Ama Iniesta'ya lafım olamaz, çünkü Dünya Kupası performansı ortada. Ödülü kazanması gereken isim ise Xavi, büyük ihtimalle de o kazanacaktır zaten ama geçtiğimiz yıl kupaları toplayan, Dünya Kupası'nda filan oynayan Sneijder'in de burada olması şart oğlu şarttı.

Gelelim en iyi teknik direktör olayına. Adaylar Guardiola, Del Bosque ve Mourinho. Guardiola mutlaka bu ödülü 2011 için kazanır ya da kazanacağı zamanlar, hatta seri yapacağı zamanlar olacak. Barcelona gerçeği ortada ve bu takımın başında da Guardiola var. 2010 yılını ele aldığımızda ise Mourinho gerçeğini atlamayalım, sadece 5-0'lık mağlubiyete odaklanmayalım.

Konuşulması gereken olay ise ortadaki ego. Mourinho yine egosunu konuşturmuş, genelde bizler teknik adamların mütevaziliğine alışan insanlarız ama Mourinho farklı, onu farklı kılan unsurlar var. Bu da onlardan biri, zaten egosu onu bu kadar tutulan bir isim haline getiriyor. Bu ego bir kişiyi kral da yapar, dünyanın en antipatik adamı da. Ben kral ilan edenlerdenim ve bu ödülü kazanan isim mutlaka Mourinho olmalı, olacaktır da.

Allah'ın Şanslı Kulu, Leonardo

Moratti'nin yavaş yavaş şuur sorunu tekrar hortlamaya başladı diyebilirim. Mourinho'dan sonra birşeyler olduğu kesin. Benitez zaten çok yanlış bir tercihti, bir bakıma olası başarısızlığın altına atılan imza gibiydi ama onun yerine getirdiği ismin Leonardo olması da bir hayli garip. Hoş, şimdiki durumdan daha kötü bir Inter oluşmaz hatta iyiye gidiş sinyalleri bile verilmeye başlar ama geçen sezon yakalanan başarılar düşünüldüğünde de Leonardo ilaç olur mu diye pek tartışmam.

Leonardo da Allah'ın şanslı kullarından olmalı. Teknik direktörlük kariyerinin başlangıcı gerçekten inanılmaz. Guardiola olsa ve alttan yetiştirilen bir teknik adamdı desem, öyle değil. Gerçi Milan'ın da Leonardo'yu getirirken etkilendiği projenin Barcelona ve Guardiola modeli olduğunu düşünüyordum ama geçen sezon beklentilerin aşağısında kalmak Leonardo'nun biletini kesmişti. Böylece de ilk teknik direktörlük deneyimi koca bir sıfır olmuştu diyebiliriz.

Şimdi ise Inter'in başında ve işi daha da zor.

Takım kötüye gidiyor, bu kötü gidişe rağmen hala beklentiler büyük. Geçtiğimiz sezonun Şampiyonlar Ligi şampiyonu olarak unvan koruma peşindeler ama takımın başına getirilen tecrübesiz Leonardo. Ligin devre arası döneminde yapılan hamlenin hata şansı olamaz ve durum da Benitez'in olayına benzemez.

Böylece Leonardo'ya ikinci büyük şans gelmiş oldu. Teknik direktörlük hayatının henüz ikinci yılında da Inter'in başına geçti. Milan'a kıyasla şartlar zorlu ama imkanlar geniş. Ligin devre arası döneminde Moratti ona transfer anlamında yardımcı olur, kesenin ağzını açmaktan geri kalmaz. Leonardo'nun ise teknik yeterliliğini geçen sezon sorgulamıştık ama zorlu bir görev devraldı deyiminin gerçekleştiği şu sıralarda da karakter sınavı verecek.

Ayrıca bu Milan - Inter rekabeti kadar da suni bir rekabet görmedim. Bu son yıllarda rekabet dozajı Inter'in şahlanmasıyla bayağı azalmıştı. Mancini'nin geçtiğimiz sezon kiralanması, Leonardo'nun Milan efsanesi olması, geçen yıl teknik adamlığını yapması ama şimdi Inter'in başına geçmesi gibi bizim alışık olmadığımız durumlar yaşanabiliyor.
 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir