31 Mayıs 2010 Pazartesi

Vassell'in Vedası

Vassell'in Ankaragücü'ne transferi, sezon başında bu takımın vizyonunu ortaya koymuştu aslında. 100. yıllarında şampiyonluk hedefini koymuşlar, Gökçekler daha konuşulmuyor falan derken Ankaragücü'nü takip etmek için çok heyecanlanıyordum. Bir de transferde Maniche, Sol Campbell isimleri falan konuşulurken iyi bir yoldaydılar diyebilirim. Ama Gökçeklerin olaya el atması, yaşanan kargaşalar falan derken sürekli arada kalan Vassell oldu ve adam blogunda resmen roman yazdı. Sanırsınız esir kampına düşmüş ya da Guantanamo'da falan yatıyor. Sonrası ise malum. Bu ruh haline soktukları futbolcudan istedikleri verimi alamadılar, sakatlıklar falan geldi, 50 kişilik kadro arasında bir kaos ortamı falan derken, Vassell'in ayakları iyice geriye doğru gitti ve en son olarak sözleşmesini tek taraflı fesh ederek, Ankaragücü macerasını bitirmiş oldu.

Aslında bu adamı Ankaragücü değil de büyük takımlarımızdan birisi transfer etseydi, yine müthiş bir transfer derdim. Çünkü sözleşmesi bitmiş, en son oynadığı takım Manchester City, yaşı 29 falan derken hala iyi bir takımda, maksimum faydayı verecek bir futbolcuydu. Olmadı Premier Lig'de kalırdı ve her türlü forma şansını da yakalardı. Nasıl ikna ettiler, neler yaşandı bilmiyorum ama Vassell'i Ankaragücü'ne getirmek büyük bir iş oldu. Yaşı 33'lere gelse, son yılları Geremi misali göçebe geçse neyse diyeceğim ama sezon başı ortaya koyulan Vassell vizyonu ancak bu şekilde bitirilebilirdi.

Bir de 7 aydır parasını alamaması durumu oluştu ve bunun üzerine sözleşme tek taraflı fesh oldu. Şimdi işin Fifa ve TFF boyutları da olacak ve Vassell her türlü parasını alacaktır. Bu da Ankaragücü'nün bugüne kadar yediği en büyük vurgunlardan birisi olmalı. Tabii Gökçekler yine çıkıp açıklamalar falan yapar ama sezon başında yaşanan Hikmet Karaman sendromunun aynısı yaşanacaktır. Bu arada futbolcunun da avukatının Cem Papila olması ilginç. Hakemliğin ardından kendi mesleğine geri dönmüş ama yine de futboldan kopamıyor diyebiliriz. Sonuç olarak Vassell'i Türkiye'de doğru dürüst izleyemediğim için üzgünüm. Vassell için iyi şeyler düşünüyordum, hala da düşünüyorum ama yanlış takımda, yanlış ortamın içinde O da Geldi Geçti tadında bir veda hikayesi izledik.

Jose Mourinho Saati #12

"Bu süre içinde beni tanıdılar ve neler yapabileceğimi gördüler. Her kulübe yeni bir anlayış getirdiğimi fark etmişlerdir. Chelsea'de de Inter'de de benim kurduğum teknik ekipler hala görev yapıyorlar. Ben gittiğim her kulübe aldığım kupalar ve getirdiğim anlayışla damgamı vuruyorum"

Benim de en çok üzerinde durduğum konu bu yönde. Son zamanlarda Mourinho'nun Chelsea günleri hakkında çok fazla tartışmalar yaşıyorum. Benim düşüncem, Mourinho'nun bugüne kadar çalıştırdığı hiçbir takımda başarısız olmadığıdır ve başarısız olma lüksünün de pek olduğunu sanmıyorum. Bir bakıma başka bir takıma gittiğinde başarı garantisini yanında götürüyor. Tabii olayın sadece başarı yönünden ziyade yarattığı sistem. Çünkü Jose, takımdan ayrıldıktan sonra bile bıraktığı kalıntıları hep birlikte izliyoruz. Bunun en büyük örneği Chelsea'dir. Şu an Premier Lig'de şampiyon olan Chelsea'nin hala Mourinho'nun mirasından yediğini düşünüyorum. Futbolcu kadrosuna baktığımda Jose'nin kurduğu iskelet ve teknik ekip yoluna devam ediyor. Bunu geçtim, takımın başında Grant varken yaşanan Şampiyonlar Ligi finali ise tamamen Jose'nin eseridir. Ama Abramoviç, Şampiyonlar Ligi'ni göstererek Mourinho ile yolları ayırmıştı. Oysa ki, işlerin öyle olmadığını yaşlı amcalar bile biliyor. Jose'den önce Abramoviç'e bakalım. Günümüzün Arapları misali önüne geleni transfer etmeler, parayla inanılmaz işler yapacağını düşünmeler. Ne zaman takımın başına Jose geldi ve bir sistemden söz etmeye başladı. Tabii Jose'den sonra da yerine gelen Hiddink ve Ancelotti gibi kalite adamlar mirası iyi kullandı. Şimdi ise Inter'in elinde böyle bir şans bulunuyor. Eğer doğru hamleler yapılırsa Jose'nin mirası en iyi şekilde kullanılıyor. Ama eski parayla saadet olur felsefesinin hortlaması durumunda Inter'in işi zor. Şu an Inter, sudan çıkmış balık misali. Bu şok onların Seria A günlerini bile zora sokar. Bu yüzden en doğru teknik direktör hamlesini atmak zorundalar.

Adamsın Neeskens

''Evet bir maçı kaybedebilirsin ama bunu göstermen lazım. Fenerbahçe’ye kaybettiğin zaman da bir oyuncu o gece dışarı çıkmamalı. Profesyonel oyuncusunuz tamam sahada mücadelenizi veriyorsunuz ama sonunda bunu yapmamalısınız, ben bunu kabul edemem.''

Adamsın Neeskens demek dışında elden birşey gelmiyor. Neeskens, Galaatsaray TV'ye çok güzel bir sezon değerlendirmesi yapmış. Sezon değerlendirmesine buradan ulaşabilirsiniz.

Türkiye'nin Neeskens'i Olma Yolunda

Türkiye'nin tartışmasız en istikrarlı sol beklerindendi. İnegölspor'da altyapı kariyerinin yaşadıktan sonra, Beşiktaş'a transfer olmuştu ve yıllar boyunca Beşiktaş formasını giydi. Ertuğrul Sağlam'la da bu dönemde arkadaş oldular ve yıllarını bu takıma verdiler. Aslında futbolculuk dönemini düşündüğümde çok istikrarlıydı, takımın en önemli parçalarından birisiydi ama o da çok fazla konuşulan, üstüne yorumlar yapılan bir futbolcu falan olmadı. Zaten görev adamlarının bir bakıma kaderi bu oluyor. Öyle ki Google'de arama bile yaptığımızda Mutlu Topçu'nun fotoğrafını bulmakta bile zorlanıyoruz... Mutlu Topçu, belki sessiz ve derinden ilerliyor ama Türkiye tarihinin en iki 2. adamlarından birisi olmak üzere. 2003 yılından bu yana Ertuğrul Sağlam'ın yardımcılığını yapıyor, birlikte Samsunspor, Kayserispor, Beşiktaş gibi takımlarda çalıştılar ve şimdilerde Bursaspor'ın gerçekleştirdiği büyük devrimde ayak izleri var. Ama bizler Ertuğrul Sağlam'a ve öne çıkan bazı futbolculara çok takıldığımızdan Mutlu Topçu hakkında pek fazla birşeyler yazamadık. Gerçi yazılacak çok şey var ama ben de fazla uzun geçmeyeyim. Şimdiye kadar birinci adam olmak için çabasını görmediğimden egosunun sıfır olduğunu düşünüyorum, arka planda kalmayı seviyor ve Türkiye'nin böyle ikinci adamlara da ihtiyacı var. Bursaspor'u yaşayanlar daha iyi bilirler ama yaşanan bu şampiyonlukta, Ertuğrul Sağlam'ın bu kadar değerli bir adam olmasında mutlaka Mutlu Topçu'nun da payı büyük. İkinci adam dediğimizde benim aklıma doğal olarak Neeskens geliyor ama Türkiye'de kendi içerisinden yeni bir Neeskens çıkarmak üzere diyorum, belki de çıkardı.

30 Mayıs 2010 Pazar

Ronaldinho da ABD Semalarında

Ronaldinho ve Pato'ya reva mı bu demek istiyorum. Brezilya Milli Takımı, Dünya Kupası için hazırlıklarına devam ederken, bu adamlar Milan'ın ABD turnesinde boy gösteriyor. Gerçi bu ABD turnesi işini de anlamadım. Genelde sezonlar bittikten sonra futbolcular tatile çıkar diye bilirim ama Milan ve Juventus, ABD turnesine çıktılar, hazırlık maçları oynuyorlar. ABD'de futbol sezonu ne zaman başlıyor bilmiyorum ama Avrupa'da kulüpler bazında futbol sezonunun da hala bitmediğinin göstergesini yaşıyoruz. Konuya dönersek, Brezilya kadrosunu yazımızda eleştirmiştik. Dunga'nın sistemine, felsefesine saygım olduğunu belirttim. Ama Brezilya'da da insan yıldızları bir arada görmek istiyor. Çünkü Brezilya'nın, Arjantin'in diğer ülkelerden farkı bu. İnanılmaz yıldızlara sahipler ve insan hepsini bir arada izlemek istiyor. Maradona, bazı konularda alakasız işler yapmasına rağmen yıldızları bir arada tutmuş ama Dunga tamamen sistem diyerek Ronaldinho ve Pato başta olmak üzere birçok yıldızını kadroya almadı. Bu da benim çok sevdiğim Brezilya'ya karşı antipatik olmama yol açıyor. Hadi geçtiğimiz yıllarda Ronaldinho, eski halinden uzak olduğu için kesik yedi ama en azından bu sezon gösterdiği çabaya hürmet edilerek kadroda yerini alabilirdi. Nilmar veya Grafite, Ronaldinho'dan çok daha mı iyiydiler. Hadi bunu da geçtim, tercih meselesidir falan ama yedek liste çıkarmak ve Ronaldinho'yu buna dahil etmek çok büyük saygısızlık oldu. Ronaldinho'yu ABD turnesinde izleyerek, keyif almaya çalışıyoruz. Hem de önümüzde 2010 Dünya Kupası varken.

Maradona'nın 2010 Dünya Kupası Serüveni #1

Mourinho herhangi bir Milli Takım'ın başına geçene kadar, Maradona görevde kaldığı sürece Milli Takım gündemini belirleyen kişi olacak. En başa dönersek, Maradona göreve getirilirken amaç Arjantin'li futbolcuların taktikten öte motivasyona ihtiyaç duyduğuydu. Maradona'da şimdiye kadar taktik, teknik gibi konularda birşey bilmediğini gösterdi. Gelmiş geçmiş en büyük futbolcunun, iyi bir teknik direktör olamayacağının kanıtıdır. Ama motivasyon konusunda üstüne bir de Mourinho'yu eklerim. İkisinin de metodları farklı tabii. Maradona, Dünya Kupası uğruna herkesi karşısına aldı. Bir de Dünya Kupası'nı Arjantin'in kazanması durumunda olabilecekleri düşünemiyorum bile. Maradona, ''Eğer kazanırsak, soyunacağım ve kentin merkezinde koşturacağım'' diyor ki biliyorum koşar. Böyle bir durumu düşünemiyorum bile. Tabii Messi konusu da var. Messi'yi pek hazırlık maçlarında riske etmek istemiyor ve doğal olarak bu konular hakkında kendisine sorular soruluyor. O da ''Eğer bu maçta Messi'ye birşey olsaydı tekmelenirdim. Sanıyorum neremden olduğunu tahmin edebilirsiniz'' şeklinde cevaplar verebiliyor. Bu arada hazırlık maçlarında Arjantin iyi sinyaller veriyor. Dünya Kupası'nı kazanmaları da benim için sürpriz olmazi gruptan çıkamamaları da benim için sürpriz olmaz. Hangi durum oluşursa oluşsun Maradona faktörü derim. Gerçi Javier Zanetti ve Cambiasso'yu kadroya almamasını hala hazmedemedim. Bu arada Dünya Kupası öncesi ve sonrasında Maradona'nın maceraları devam edecek gibi, bu yüzden durumu seriye bağlamak lazım.

Kewell ve Neill'i Aynı Forma Altında Görmek

Belki Kewell'ı bir daha Galatasaray'da göremeyeceğiz. Bu yüzden Dünya Kupası'nda Avustralya'ya daha da bir bağlanmak istiyorum. Üstelik Neill'de bu takımda oynuyorken. Bu arada Kewell ve Neill'i de aynı anda Galaatsaray forması altında görmek isterdim.

Tebrikler Manga

Eurovision, Milli meselemiz ve bu konuda oldukça hassas durumda oluruz. Ama Manga büyük bir başarı göstererek ikinci oldu ve Türkiye'ye büyük bir gurur yaşattı. Spor bloguyuz falan ama bunu da asla es geçmemek lazımdı. Birincilik için Almanya çoktan farkı yakalamıştı ama ikincilik mücadelesi inanılmazdı. Her zaman olduğu gibi siyaset falan da yarışmanın farklı bir tadı oldu tabii. Ne olursa olsun ilk ikinciliğimiz hayırlı olsun diyorum...

Değişim Rüzgarları #3 {Türkiye 1-2 ABD}

Bu sefer pek değişim rüzgarları diyemeyeceğim. Özellikle de savunma konusunda. Çünkü aynı hatalar, aynı anlayışlar falan devam ediyor. Bunun sebebinin de Servet ve Gökhan Zan ikilisi üzerinde kurulan ısrarın üzerine olduğu ortada. Ama fazla alternatifte yok. Malesef ülkemiz stoper yetiştiremiyor ve yakın gelecek için de alttan gelen iyi stoper adaylarımız yok. Bu yüzden Rijkaard misali farklı savunma anlayışlarını aramak ve bulmak zorundayız. Elbette yabancı transferi yapamayacağız ama en olmadı İbrahim Toraman'ı oynatırsın ya da yenilikler deneyebilirsin. Hiçbiri bu savunma ikilisinden saha kötü sonuç vermeyecektir. ABD maçına hücum anlamında iyi başladık. Arda Turan'ın kaliteli orta saha ile beraber nasıl fark yarattığını gördük. Onun sol kanatta bulduğu maden, Tuncay'ın hareketli futbolu falan derken, ilk yarıda güzel işler yaptığımızı söylemek mümkün. Orta saha demişken, Hiddink'in de bu maçta takımı 4-3-3'e döndürdüğünü izledik. Ama ilk iki maç olduğu gibi orta saha futbolcu tercihlerinin hepsi oyunun iki yönünü oynayabilen futbolcular. Selçuk İnan yerine normalde defansif aksiyonu daha ağır basan bir orta saha tercih edilir ama Mehmet Topal'a rağmen, üçüncü orta saha tercihini de oyunu iki yönlü oynayan isimden tercih etmesi güzel haber. Görüntüde çok ısıran orta sahamız olmamasına rağmen, topu ayağımızda tutmamız, hücumcuların formu falan derken ilk yarı harikaydı. Ama ikinci yarıda ABD'nin baskısı ve Donovan & Altidore ikilisi karşısında savunmanın denize dökülmesi sonucunda maçı 2-1 kaybetmiş olduk. Buna rağmen ABD turnesinde izlenimler gayet güzel, iyi işler yaptık, felsefemizde bazı değişimleri gördük ama Hiddink'in mümkün olan en kısa sürede bu savunma olayına el atması gerekiyor. Savunma dörtlüsünün Galatasaray'dan kurulduğunu görüyoruz ama Rijkaard'ın da boşuna bu futbolcuları ıskartaya çıkarmadığı ortada.

Stat: Lincoln Field

Hakemler:
Sliviu Petrescu (Kanada), Joe Fletcher (Kanada), David Belleau (Kanada)

ABD:
Howard, Spectator (Dk. 46 Torres), Bocanegra (Dk. 75 Bornstein), Bradley, Dempsey, Donovan, Clark (Dk. 46 Cherundolo), DeMerit, Feilhaber (Dk. 46 Onyewu), Altidore, Goodson (Dk. 46 Findly)

Türkiye:
Volkan, Sabri, Servet, Gökhan Zan, Çağlar, Emre Belözoğlu, Selçuk İnan (Dk. 53 Mehmet Topal), Hamit Altıntop (Dk. 73 Semih), Tuncay (Dk. 78 Nihat), Arda, Kazım (Dk. 62 Sercan)

Goller:
Dk. 27 Arda (Türkiye), Dk. 58 Altidore, Dk. 75 Dempsey (ABD)

Sarı kartlar:
Dk. 42 Clark (ABD), Dk. 56 Mehmet Topal, Dk. 90 Gökhan Zan (Türkiye)

29 Mayıs 2010 Cumartesi

O da Geldi Geçti {Shabani Nonda}

Bu adamı Monaco formasıyla izlerken, o günlerde yolunun Türkiye'ye falan düşeceğini hiç tahmin etmezdim. Çünkü o günlerin, Drogba'sı gibi birşeydi desek abartmış olmam. 2000/2001 sezonunda Galatasaray'la Monaco'nun oynadığı Şampiyonlar Ligi maçlarını da hatırlarım. İşte o zamanlar Nonda ile ilk olarak yolumuz kesişti ama bu adamın o günlerde gösterdiği potansiyel Türkiye semalarının oldukça üzerindeydi. 5 sezon oynadığı Monaco'da 115 maçta 57 gol atarak, beklendiği gibi transferini gerçekleştirdi ve Roma yolunu tutmuştu. Gerçi 28 yaşında transfer oldu ve bu futbolcunun daha genç bir yaşta büyük bir takımda olmasını bekliyordum. Ama o zamanların Monaco'sunu da yabana atmayalım. Şampiyonlar Ligi finali falan oynadılar ve Nonda'nın da gittiği Roma, bugünlere nazaran daha iyi konumdaydı. Ama biz Nonda'dan patlama beklerken, sakatlıklar patlak verdi ve Nonda'nın sürekli geriye gidişini izledik. Roma'da ise iki sezon kalmayı başardı ama sakatlıklar yüzünden bir türlü forma giyemedi. Sonrasında Blackburn Rovers'e falan kiralık gitti derken, 2007 yılında kendisini Galatasaray'da bulmuş oldu. Normalde bu transfer tam bir kumar olarak görünüyordu ve bu durum hoşuma gitmedi. Ama sonrasında yaşanan güzellikler, Nonda'yı bizler için farklı bir noktaya getirecekti.

Kalli'nin sezonu, Galatasaray açısından iyi geçmesine rağmen kolay bir sezon değildi. Lincoln, Linderoth gibi yabancılar takıma kazandırılarak büyük heyecan uyandırıldı ama sakatlıklar, aşırı disiplin falan derken Nonda dışında başka bir yabancımızdan faydalanamadığımızı gördük. Ayrıca yıllarca sakatlıklarla boğuşan bu futbolcunun, sakatlık cenneti yaşayan Galatasaray'da ayakta kalabilmesi de büyük olaydı. Şampiyon tamamladığımız sezonda, Nonda'nın attığı gollerin payı büyük oldu ve onca yabancıdan sadece Nonda'da aradığımızı bulabilmemiz, transfer konusunda bazı durumları sorgulamamıza neden oldu. Gerçi Nonda'nın da Galatasaray'da kariyeri bir bakıma Semih Şentürk olayı gibi. Ben dahil Nonda'ya güvenemediğimizden, Baros transfer edildi ve Nonda'nın papucu biraz dama atıldı. Ama bu sezonda da sakatlıklar falan derken, Nonda'nın futbolu biraz geriye gitti. Koskoca sezonda hatırladığım sadece bir sezonunun olması ''Nonda gitmeli'' gündemini doğurmuştu. Buna rağmen o sezonun başında sözleşmesi bir yıl daha uzatıldı ve Rijkaard'ın Galatasaray'ında da kendisini izledik. Baros'lu dönemde sonradan oyuna girerek harika işler yaptı, hatta Galatasaray formasıyla en iyi dönemini geçiriyordu ama Baros'un sakatlığı bütün dengeleri değiştirdi.

Sonrasında işler Nonda'ya kaldı derken, tek santraforlu hayatı Nonda kaldıramadı, futbol olarak geriye gitmemize başladığımızda Kewell santrafor oynadı, sonra o sakatlandı yine Nonda derken, Jo ve Gio transferleri sonrasında kendisiyle yollar ayrıldı. Tabii bu operasyonda Kewell ve Baros'un en geç Mart ayında dönecekleri bekleniyordu ama işlerin beklenildiği gibi gitmemesi, Nonda açısından son oldu. Sonra ise Jo gelmemeliydi, Nonda kalmalıydı tartışmalarını çok duyduk. Nitekim tepki de oldukça haklı. Onca gol atmış bir futbolcuyu, bir çırpıda göndermenin iyi bir fikir olmadığını sezonun bitimine doğru anladık.

Sonuç olarak, Galatasaray forması altında geçirdiği 2.5 sezonda elinden gelenin en iyisini yaptı, formasının hakkını sonuna kadar verdi. İlerleyen yıllarda zihnimizde kalacak güzel hatıralar da bırakmış oldu. Belki kariyerinin sonlarına gelmiş, futbol olarak oldukça gerilerde olan bir Nonda'yı aldık ama transfer başında giriştiğimiz kumardan kazançlı çıktık. Nonda, şimdilerde boşta ve hangi takımda oynayacağını merakla bekliyorum. Artık 33 yaşına geldiğini ve yarım sezonu da futbol oynamayarak geçirdiğini unutmamak lazım. Türkiye'de yine iş bulur mu bilmiyorum ama 1-2 sezon daha Nonda'nın futbol oynadığını bilmek güzel olacaktır. Merak ettiğim son konu ise Nonda'nın sırtı kaleye dönük topu aldığında yaptığı dönüşleri, 2.5 yıl boyunca hiç bizde yapmadı. Hep o hareketi yapmasını bekledim ama olmadı. Belki de ayaklar eskisi gibi hızlı ve çevik olmadığından yapabileceklerinin yüzde 60'ı ile bile bizleri çok mutlu etti.

Ceremesi Inter'e, Kaymağı Roma'ya

Kafayı futbola vermiş bir Adriano'yu izlemek güzel olacak. Ama kafasını gerçekten futbola verdiyse. Flamengo günlerini sürgün sayarsak, kendisini toparlamış gibi görünüyor. Gerçi Sao Paolo'ya da gittiğinde kendisini toparlamış gibiydi ve sonrasını hatırlıyoruz. Jose Mourinho'nun bu adamı kazanmak uğruna verdiği çabaları, hatta bunun için neredeyse bir sezonunu harcadığını. Adriano eğer kafayı toparlayıp, yeteneklerini konuştursa belki de bugün Milito'dan konuşuyor olmayacaktık. Jose'ye rağmen olmadı işte. Bütün çabalara, uğraşlara rağmen Adriano kurtarılamadı ve kendisiyle yollar ayrıldı. Adriano ise bu süreden sonra Flamengo'da kendisini buldu, Brezilya şampiyonlukları falan derken bir anda aklı yeniden yerine geldi. Sanırım sorduğu ilk soru ''Tanrım benim burada ne işim var'' olmalı. ''Benim ait olduğum yer'' İtalya misali yeniden yıldızlaştığı topraklara Roma formasıyla dönmek üzere. Toni'nin de takımdan ayrılmasıyla beraber, boşluğu Adriano ile doldurmak istiyorlar. Adriano'nun yıllık ücretinin 3.5 milyon avro olacağı konuşuluyor ve herhangi bir bonservis bedeli yok. Bu noktada işte Inter'e acırım. Sen adamı hazırla, yıldızlaştır, göklere çıkart ama o senin ellerinden {hem de kazanmak uğruna da büyük uğraşlar vermene rağmen} kayıp gitsin. Sonrasında da kaymağını Roma yesin. Bakalım bundan sonra Adriano ve Roma için zaman neleri gösterecek. Artık Mourinho'da yok ve Roma'nın önünde Inter'in Seria A hakimiyetini yıkmak adına büyük bir fırsat var.

Gökhan Zan'lı Çanakkale Dardanel

Biraz nostalji yapalım dedik. Özellikle Gökhan Zan ve Fevzi Elmas'ı da gördükten sonra. Gökhan Zan, buradan doğru Beşiktaş derken şimdilerde Galatasaray'da. Tabii o günlerde gösterdiği istikrardan uzaklarda. Fevzi Elmas'ın ise nerede olduğunu bile bilmiyorum. Bize geldiğinde büyük yetenek deniyordu ama çabuk kaybettik. Umarım Ufuk Ceylan, böyle bir sorun yaşamaz.

Galatasaray; Transfere Giriş #2

Uzun zamandır yerli futbolcu transfer gündemini konuşuyorduk. Serdar Özkan, Mehmet Batdal ve Çağlar Birinci'nin imzaları, Veli Kavlak & Yasin Pehlivan falan derken yabancı transferi konusunda oldukça sessiz olduğumuz göründü. Ama Haldun Üstünel'in şu sıralarda İngiltere'de olması ve Stoch'un menejeri ile kulüple görüşmeleri bir heyecan yarattı. Benim bu konuda heyecanım ise bu transferin tamamen Rijkaard'ın isteği doğrultusunda yapılacak olması. Tabii anlaşma sağlanır, sağlanmaz bilemem ama Stoch, Galatasaray'a gelmesi durumunda Ribery'den sonra atılmış en iyi adım gibi görünüyor. Stoch, Chelsea'ye büyük umutlarla gelmişti, sonrasında Twente'ye kiralandı falan derken yaşadığı Hollanda şampiyonluğu yeniden Stoch ismini gündeme taşıdı. Futbolcu 20 yaşında ve önünde inanılmaz bir gelecek var. Belki Chelsea'ye transferi çok erken oldu ama çok iyi bir takımda 2-3 sezon oynadıktan sonra çok iyi bir bonservise yeniden Avrupa'nın dev kulüplerinin kapısını çalacak cinsten. Tabii bu adamı getirdikten sonra, sonunun asla Ribery'e benzememesi lazım. İkinci bir şoku kaldırabileceğimizi düşünmüyorum. Sonuç olarak çok iyi bir futbolcunun peşindeyiz. Tamamen sistemimize uyan, Rijkaard'ın çok istediği bu futbolcuyu transfer etmemiz durumunda çok önemli bir hamle yapmış olacağız. Unutulmaması gereken nokta ise futbolcunun Dünya Kupası'nda oynayacak olması ve kendini göstermesi durumunda fiyatının katlanacağıdır. Bu yüzden transferi Dünya Kupası'ndan önce bitirmek gerekiyor. Ayrıca bu transferler beraber Gio'dan resmen vazgeçtiğimizi, Kewell'la yolların iyiden iyiye ayrıldığı ve Arda'nın artık Galatasaray'da orta saha dışında bir mevkide oynamayacağının sonuçları da çıkıyor. Neyse, futbolcunun transferi resmen gerçekleşirse daha uzun uzun analizler falan yapacağız. Şimdilik girişi yapmış olduk.

28 Mayıs 2010 Cuma

Arda Turan; Kalsın Mı, Gitsin Mi?

Kafası rahat, kendini futbola vermiş Arda Turan'ın futbolundan, futboldan anlayan herkes keyif alır. Ama dediğim gibi, sadece futbola odaklanması, başka işlere pek dalmaması gerekiyor. Tabii Arda'nın da rahat olması için gereken ortam yaratılmak zorunda. Bu adamın ilk palazlandığı zamanları düşünelim. Hani Gerets'in mecburiyetten oynatmaya başladığı ama performansıyla ilk sinyalleri verdiği günler. Sezona fırtına gibi başlayan bu çocuk sonrasında Zidane misali rakip futbolcuya kafa atar vaziyete gelmişti. Oysa ki, Şampiyonlar Ligi arenası Arda için çok önemli bir adım olacaktı ama takımın da düşüşte oluştu ve tecrübesizlikler neticesinde büyük bir fırsat kaybedildi. İşte o zamanlarda ''biz bu çocuğu doğru yönlendirebilecek miyiz'' sorusunu sormaya başladım. Görüntü malesef iyi değildi ve o günlerde yaşanan kötü görüntüyü şimdilerde yeniden izliyoruz. Sezon başında fırtınalar estiren, maça çıkarken bile bütün futbolcuları Bülent Korkmaz misali tek tek kucaklayan Arda, bir anda işi sermiş, performansından uzak, kafalarda ''gitmek istiyorum'' düşüncelerini uyandırır konumda. Bunu da bir hafta önce yokları oynayıp, sonrasında futbol sanatını konuşturduğu Milli Takım performansına bakarak söylüyorum.

Önce Arda Turan'ın gelecek sezon takımda kalması üzerine yorum yapalım. Çünkü benim temennim, en az iki sezon daha Arda'yı Galatasaray forması altında görmek ve büyük başarılar kazanmak. Tabii bu başarılar geldiğinde de kupanın Arda'nın ellerinde olması. Zor bir ihtimal olarak görünüyor ama hayal değil. Bunun için doğru kadro kurulması gerekiyor ve mutlaka ama mutlaka Rijkaard'a duyduğumuz sabıra devam. Ama burada Arda'nın da büyük sorumlulukları olmalı. Kimi örnek alıyor bilmiyorum ama önünde Bülent Korkmaz gibi bir değer varken, bu adamı harfi harfine ezberlemeli. Kaptanlığının hakkını sonuna kadar vermeli. Takım düştüğünde sahneye çıkmalı, mücadelesini asla esirgememeli ve gerektiğinde yumruğunu masaya vurmalı. Tabii bu Arda'nın görevi. Yönetime düşen ise Arda'nın etrafında sisteme uygun, daha mücadeleci futbolcular bulmak. Sonrasında ise gerisi zaten gelecektir.

İkincisi ise Arda Turan'ın yurt dışına transfer olma durumu. Adnan Polat, takımda kalacağını falan söylüyor ama Arda kafasına taktıysa mutlaka gider. Zaten günün birinde bu mutlaka olacak ama ayrılığın en iyi şekilde olmasını temenni ediyorum. Ayrıca Adnan Polat'ın dediği gibi, Arda takımdan ayrılacaksa gidebileceği en iyi takıma gitmeli. Tuncay Şanlı'ya da büyük saygım var ama onun gibi asansör futbolcu olmasını istemem. Haberlerde çıktığı gibi Liverpool, Tottenham ya da Arsenal gibi takımlar Arda'ya yakışır. Mehmet Topal misali Arda'yı da iyi yerlerde görmek isteriz. Soru ise Arda'nın şu an Avrupa için hazır olup olmadığıdır. Kafa olarak kendisini hazırladıysa bugün gitsin ama geçmişte yaşanan kötü örnekler ortada. Mesela Mehmet Topal görev adamıydı ve Valencia ihtiyaç duyduğu için gitti. Orada ondan beklenti belirli limitlerde. Bunu hem Valencia hem de biz için söylüyorum. Arda için ise beklentiler büyük olacak. Gittiği takımda fark yaratması beklenecek, Türkiye'de Arda'nın oraları kasıp kavurması beklenecek. Bu yüzden hala hazır olmadığını düşünüyorum. Kaptanlığın Arda'ya verilmesi sorumluluk duygusunu geliştirmek adına güzel bir hamleydi, şimdi ise futbol vizyonunu biraz daha geliştirmek gerekiyor. Bu da Rijkaard'ın işi. Aslında bunu yapmaya başladı da diyebiliriz. Sadece kanatlarda izlediğimiz, orta sahaya geçtiğinde performans veremeyen Arda'nın 10 numara gibi de oynamaya başladığını görüyoruz. İşte bu repertuarı ve futbol vizyonunu daha da geliştirmek zorunda.

Euro 2016, Fransa'da


Fransa, Türkiye ve İtalya'nın girdiği Euro 2016 yarışında Fransa ve Türkiye'nin finale kalması bekleniyordu ve finalde de Fransa'nın kazanılacağı düşünülüyordu. Nitekim öyle de oldu ve finalde 7-6 biten oylama ile Fransa kazanmış oldu. Ben Euro 2016'yı kazanamayacağımız konusunda kendimi şartlamıştım ama 7-6 gibi bir sonucu da gördüğümde içimin acıdığını söylemem lazım. Türkiye bu şampiyonayı düzenlemek için çok çalıştı, iyi hazırlandı, projeler falan harikaydı ama bazı ön yargılar, siyasi etmenler, Platini faktörü falan derken bir oy farkla turnuva kaçtı. Sanırım böyle bir şampiyonayı düzenlemek için bizlerin de bir başkan çıkartması gerekecek. Adaylar falan konuşulduğunda, Şenez Erzik'in Platini olmasaydı iyiydi söyleminden zaten başkan faktörünün etkisi ortada oluyor. Yine de bizlerin durmaması, önümüzdeki şampiyonalar için hazırlanması gerekiyor. Harika projeler sonmuştuk ve umarım bu projeler Euro 2016 rüyasının bitmesiyle beraber rafa kalkmaz. Bir kararlı ilerleyişe devam edersek, en azından Euro 2020 için en büyük aday konumuna gelebiliriz. Kısacası üzüldük, çok çalışmıştık, son derece iddialıydık ama olmadı.

Türkiye'den Song Geçti

Bu adam Türkiye'de geçirdiği 6 yılda çok güzel işler yaptı ve Türkiye'de çok sevilmeyi başarabilen nadir yabancılardan birisi oldu. Tabii ben daha çok Galatasaray kariyeriyle ilgileniyorum ama Song'u Trabzonsporlularla da paylaşmak durumundayız :) Galatasaray'da oynadığı 4 sezonda olsun, Trabzonspor'da oynadığı 2 sezonda olsun formasının hakkını sonuna kadar verdi. Mücadelesiyle, hırsıyla, kalitesiyle, futbola bakış açısıyla çok değerli bir futbolcuyu bu ülkede izledik. Galatasaray'dan ayrılması da, Trabzonspor'dan ayrılması da Song'a yakışan ölçüde kaliteli geçti. Kendisini gerçi Dünya Kupası'nda tekrar izleyeceğiz ama Türkiye'de bir daha izlemeyecek olmanın bir burukluğu var. Sadece Türkiye'nin değil, Dünya futbol tarihinin en çok saygı duyduğu isimlerden birisidir. Yolun açık olsun Song diyelim...

Not: Song için geçmişte yazdığım O da Geldi Geçti yazısını da eklemek istedim.

Albelda & Mehmet Topal Rekabeti

Futbol bir bayrak yarışı. Vadesi dolan arkasından gelen futbolcuya bayrağı devrediyor. Valencia bunu Baraja ile yaşadı, şimdi ise sıra Albelda'ya geldi. Bu sezon büyük ihtimalle Albelda'nın da son sezonu olacak ve arkadan gelen uzun yıllar boyunca Valencia'da oynamış başka bir orta saha futbolcusu yok. Bu yüzden Mehmet Topal'ın transferini çok olumlu oluyorum. Belki de uzun yıllar boyunca bu takımda kalacak ve o da Baraja ve Albelda misali arkasından gelen bir futbolcuya bayrağı devredecek. Şimdiden bunları konuşmak için erken, hatta bu kadar büyük düşündüğüm için komik bile kaçabilirim ama Mehmet Topal'a yakışır bu. Böylesine karakterli, kaliteli, efendi bir ismin çok başarılı olmasını ve Tugay misali oynadığı ligde iz bırakmasını isterim. Tabii Mehmet Topal'ın Tugay'a göre de avantajı daha büyük. Birincisi genç yaşta Avrupa yolcusu oldu, ikincisi büyük bir takıma gitti. Belki Tugay'da genç yaşlarda takımdan ayrılsa daha da büyük bir isim olurdu ama devri yanlıştı diyelim. Albelda da bu arada Mehmet Topal için çok güzel açıklamalar yapmış. Büyük ihtimalle takımda son sezonu olduğunu söylüyor ve bu bir sezonu da en iyi şekilde geçirmek istiyor. Mehmet Topal transferinin de kendisi için yeni bir heyecan, rakebet duygusu yarattığını belirtmiş. Kendisi ayrıca Gerard, Farinos, Mendieta, Deschamps, De Los Santos gibi futbolcularla girdiği rekabetleri kazandığını belirtmiş. Bakalım Mehmet Topal da Albelda'nın zamanında yaptığı gibi giriştiği rekabetlerden galip ayrılacak mı?

27 Mayıs 2010 Perşembe

Ümit Özat da Fatih Terim Misali Başlıyor

Ankaragücü'nde Gökçekler göreve gelirken tek hedef 100. yılda şampiyon olan ya da şampiyonluğa oynayan bir takım yaratılması yönünde olmuştu. Aslında Ankara'dan şampiyon bir takım çıkarma fikri falan çok güzel. Bursaspor'un yarattığı bu devrimde, başkentten bir takımında şampiyon olabilmesi falan önemli. Ama futbolu, futbolu bilen insanlar yönetmek zorunda. Şan, şöhret, güç, gövde gösterileri falanla bu iş olmuyor. Sezon başında Ankaraspor'la birleşme çalışmalarında neler oldu gördük. Ya da transfer çalışmalarında. Takım içinden çıkmaz bir kaosa girdi falan derken, küme düşmekten son haftalarda anca kurtulabildiler. Eğer Ankaragücü bu sezonu başarılı geçirdik, beklentileri karşıladık falan diyorsa, yapacak bir yorumum yok.

Bildiğiniz gibi 100. yıllarını bu sezon yaşayacaklar. Doğal olarak hedefler yine büyük. Hatalarından dersler falan çıkardılar mı bilmiyorum ama yine hedefleri en yukarıya dikerek işe başlamak istediler. Bu yüzden ilk hamle olarak Lemerre ile yollar ayrıldı. Bu bana göre doğru karar mıydı diye sorarsak, tabii ki hayır derim. Lemerre, kalitesi belli olan bir teknik adam ve arap saçına dönmüş kadro içerisinden çıkarak, takımını ligde tutmayı başardı. Oynadıkları futbola çok iyi, gelecekleri parlak falan diyemem ama yine de yola devam edeceksem benim tercihim Lemerre olurdu. Ama Ankaragücü, Lemerre'nin yardımcısı olan Ümit Özat'ı takımın başına getirdiler. Bu durumdan da Ümit Özat'ın geçtiğimiz sezonun ikinci yarısında yardımcı teknik direktörlüğünün bir staj gibi görüldüğünü düşünüyorum. Ümit Özat'ın ilk teknik adamlık deneyimi olacak ve işin çok başında. Kalp rahatsızlığını yaşamasaydı bugün hala Köln formasını giyiyor olabilirdi ama şimdilerde hedefini yukarı dikmiş bir takımda teknik adamlık yapacak. Ümit Özat'ı severim, futbolculuk döneminde de elinden gelenin en iyisini yapan, lider özellikleri üst düzey bir futbolcuydu. Teknik direktör olarakta neler yapabileceğini izleyeceğiz ama keşke bu işe Ankaragücü yerine daha çok istikrara inanan bir takımda başlasaydı diyorum. Çünkü gelecek 2-3 mağlubiyette Ankaragücü'nün sürekli bir değişim arayacağını biliyorum. Yukarıda da dediğim gibi futbolu bilen insanlar o takımda futbolu yönetmiyor. Biz yine de Ümit Özat'ın hatrına hayırlı olsun diyelim. Fatih Terim gibi ilk teknik adamlık deneyimini Ankaragücü'nde yaşayacak Ümit Özat'ın ileride inşallah Terim gibi çok başarılı olur.

Bülent Uygun, Bucaspor'da

Bülent Uygun, şu Mayıs ayına damgasını vurmaya devam ediyor. Çeşitli takımlarla görüştükten sonra, Gaziantepspor'la anlaştığı açıklanmıştı ama 80 küsür maddelik sözleşme olayı falan derken o iş yatmıştı. Şimdi ise Bucaspor'la anlaştığı ve yarın sözleşme imzalanacağı söyleniyor. Bucaspor için hayırlı olmasını diliyorum ama keşke daha önce görüştükleri Tolunay Kafkas takımın başına getirilseydi.

Değişim Rüzgarları #2 {Türkiye 2-0 Kuzey İrlanda}

Çek Cumhuriyeti maçından sonra o maçta oynadığımız sistemle mi devam edeceğiz diye düşünürken, Kuzey İrlanda karşısında da yine 4-4-2'yi izledik. Orta sahanın göbeğinde yine iki klasik orta saha ve çift santrafor. Kazım hedef santrafor olarak görünürken, Tuncay daha çok gezerek oynadı. İlk maçta da Halil Altıntop hedef santrafordu ve Nihat gezerek oynadı. Bu da farklı hücum sistemlerini beraberinde getirdi. Yani kanatlar yeri geldi durumu 4-2-3-1'e getirdi, top rakibe geçtiğinde kendi yarı sahamıza kadar gelerek mücadele ettiler. Oyun şablonuna da baktığımda fazla uzun top kullanmadan, kısa toplarla, hedefe oynayan ve topu daha çok ayağında tutan bir Türkiye var. Bunun için de orta sahada Selçuk İnan ve Nuri Şahin tercihlerini gördük. Maçın ilk yarısında düşük bir tempo vardı ama tempoyu ayarlayan taraf da bizdik. Selçuk ve Nuri işin hücum tarafında etkili olamadıkları gibi, Ozan İpek ve Hamit Altıntop'un da kanatlarda hücum performansı iyi değildi. Bir de buna hedef santrafor oynayan Kazım'ın, güçlü savunma karşısında etkisizliği eklenince sadece Tuncay'ın ayağına bakan bir Milli Takım vardı. İkinci yarıda ise Kazım'ın sağ kanada geçip, Sercan'ın santrafor oynamaya başlamasından sonra ise gol geldi ve tempo giderek arttı. Mehmet Topal'ın oyuna girişi işin savunma tarafında güçlenmemize, Arda ve Emre'nin oyuna girmesi ise işi resmen şova döndürdü. Sağ kanatta Kazım'dan sonra Sercan, sol tarafta Arda ve sürekli dikine oynayan Emre ile beraber gerçek hücum silahlarımızı izledik. Tabii hedef santrafor olarak da Sercan ve sonrasında Semih'in olması pozisyon anlamında daha zengin bir Milli Takım'ı beraberinde getiriyor. Bu sistemde işlerin iyi gittiğini, Türkiye'nin bir vizyon değişikliğine doğru gittiğini söylemek mümkün ama görülen stoper konusunda rotasyonumuzun veya oyuncu profilimizin düşük olduğudur. Her mevkide sağladığımız bolluğu, stoper konusunda da yaşamalıyız.

Stat: Veterans
Hakemler:
Terry Vaughn (ABD), Thomas Supple (ABD), Adam Wienckowski (ABD)
Türkiye:
Onur, Servet, İbrahim Toraman, Caner, Sabri, Nuri (Dk. 46 Mehmet Topal), Selçuk İnan (Dk. 66 Emre), Ozan (Dk. 66 Arda), Kazım (Dk. 62 Semih), Tuncay, Hamit (Dk. 46 Sercan)
Kuzey İrlanda:
Blayney, Little, McGivern (Dk. 76 Coates), McAuley, Craigan, Evans, Garnett (Dk. 80 Lawrie), Patterson (Dk. 60 Magennis), Mulgren, Braniff (Dk. 60 McArdle), Gorman (Dk. 66 Bryan)
Goller:
Dk. 48 Sercan, Dk. 72 Semih (Türkiye)
Sarı kart:
Dk. 20 Gorman (Kuzey İrlanda)

Ertuğrul Sağlam & Onur Recep Kıvrak

Futbol Plus Dergisinin düzenlediği ''Yılın Futbol Oscarları'' ödül töreninde yılın genç yeteneği ödülünü kazanan Onur Recep Kıvrak'a ödülünü Ertuğrul Sağlam verdi. Tabii ödülü o verince bu ödül bir anlamda daha değerli oldu. Çünkü sezonun son maçında Onur Recep'in gösterdiği performans bir bakıma Bursaspor'u şampiyon yaptı. Tamam çok iyiydiler, sezon boyunca müthiştiler falan ama bu adam bir gol daha yese bütün devrim yazılarımız rafa kalkabilirdi. Bu açıdan da Kirita'nın şampiyonluk kutlamalarında Trabzonspor formasını açtığı fotoğraftan sonra en anlamlı fotoğraf bu olmuş.

Çok Önemli Duyuru

Gelen bir mail üzerine bunları yazmak istiyorum, çünkü çok önemli. Galatasaraylı bir arkadaşımızın kardeşine lösemi teşhisi konulmuş. Bu kardeşimiz yıllardır abisiyle beraber Galatasaray tribünlerinde olan ve Sundaysuprize isimli blogun da sahibi. Kardeşimizin tedavisine acilen başlanması gerekiyor ve tedavinin en iyi yapılacağı yerler Çapa ve Cerrahpaşa Hastaneleri. Arkadaşlarımızın isteği ise bu iki hastaneden birisine sevk yaptırmaları için bu hastanelerde çalışan bir doktor bulmaları gerekiyor ama kendi çabalarıyla bunu pek başaramamışlar. Bu yüzden bizlerden bunu duyurmamızı rica ettiler ve bizlerde elbette kabul ettik. Çünkü bu durum ihmale gelmez ve hepimizin elimizden gelenin en iyisini yapmamız lazım. Sizden ricam, eğer arkadaşların isteklerine yardımcı olabilecek durumdaysanız aşağıda vereceğim telefon veya e-mail adresine başvurmanızdır. Kardeşimize tekrar acil şifalar diliyorum.

YUNUS DİNÇ (Kardeşi ŞÜKRÜ DİNÇ)
yunus_dinc@colpal.com
only_you89@hotmail.com
Telefon: 0 538 891 49 49

Mourinho, Real Madrid'de

Önce Pellegrini'den başlayalım. 96 puan almayı başardığı sezonda takımdan kovularak sanırım yeni bir rekora imza attı. Ama Real Madrid'in geçtiğimiz zamanlarda da bu tip hamleleri olmuştur. Mesela Capello ile de takımın şampiyonluğunu kutladığı gün yolları ayırmışlardı. Çünkü takım şampiyon olmasına rağmen belirlenen hedeflerin uzağında kaldı. Aynı şekilde Pellegrini de bu sezon takımı şampiyonluğa ulaştırsa yine kovulacağına emindim. Belirlenen bir hedef vardı ve Şampiyonlar Ligi'nde son yıllarda olduğu gibi yine erken havlu atılması o günlerde hedefi Mourinho'ya yöneltmişti. Yine de Pellegrini için çok üzüldüm. Real Madrid'e bu sezon iyi futbol oynattı, golcü bir takım yarattı ve oynadıkları futbol keyif veriyordu. Hatta Barcelona'yı bir maçta yenmeyi başarsalar şampiyon da olacaklardı. Ama Barcelona hezimetleri, Şampiyonlar Ligi falan derken sezonun kupasız kapatılması olayı bitirdi. Üstelik Cristiano Ronaldo, Kaka, Benzema gibi yüksek ücretli transferler yapıldıktan sonra. Bana göre Pellegrini başarılı olmuştur, özellikle sezon başı çok tartışılan ''yıldızları tartamaz'' durumunu hiç yaşamadan sezonu tamamladı. Sezon başında da o gitti, bu kaldı olayı çok olduğundan aslında transfer olayı da biraz Pellegrini'nin dışında kaldı ama zor olan görevini en iyi şekilde yapmaya çalıştı.

Şimdi Mourinho'ya geçelim. Bana sorarsanız Dünya'nın en iyi teknik adamlığını, Porto'yu üst üste hem UEFA hem de Şampiyonlar Ligi şampiyonu yaptığında hak etmişti. Sonrasında bunun ödülü olarak Chelsea'nin başına geçti ve bugünlerin temelini atmış oldu. Mourinho'dan önce Chelsea, bugünün Manchester City'si gibiydi. Yani önüne geleni almaya çalışan, transfer sistemi falan olmayan, bol parayı nereye harcayacağını bilmeyen bir takımdı. Mourinho'dan sonra ise ellerinde bulundurdukları yüksek imkanları en iyi, en doğru şekilde kullanarak başarı geldi. Abramoviç'in de futbol vizyonu Mourinho ile beraber arttı. Doğru transferler yaptılar, çok iyi genç futbolcuları buldular ve bugünün Chelsea takımı hala o temellerin üstünde ilerliyor. Ama hakimiyetin elinden gittiğini gören Abramoviç ise Mourinho'yu takımdan kovarak yeni bir ilke imza attı. Şampiyonlar Ligi'ni falan bahane gösterdi ama 1-2 sezon daha Mourinho o takımda kalsaydı bugün çok farklı konuları konuşacak olacaktık. Sonrasında ise Inter macerasını hep birlikte izledik. İlk sezonunda İtalya'ya alışma evresini geçirdikten sonra, yine yüksek imkanlar neticesinde kendi istediği takımı kurarak Inter'in bir numaralı rüyası Şampiyonlar Ligi kazanılmış oldu. Ama Jose'nin dediği gibi ''kendimi evimde hissetmiyorum'' olayı gözlerinden belli. Bu adam mücadele istiyor, savaşmak istiyor ama İtalya Ligi'nde ortam Inter ve diğerleri üzerine. Premier Lig'de ise çok farklı bir durum vardı.

Jose Mourinho, bu duyguyu Barcelona ile mücadelesinde tekrar yaşayacaktır. Ayrıca hedefini de üç farklı ligde şampiyonluk kazanmaya diktiği için Real Madrid en doğru adres oldu. Yine Chelsea'de olduğu gibi müthiş imkanlar elinde ama Jose'nin Cristiano Ronaldo misali bir futbolcuya 80 milyon avro'lar falan ödeteceğini sanmıyorum. Büyük yıldızlar gelecektir, sistem içerisinde doğru futbolcular transfer edilecektir ve mutlaka yeni genç yetenekleri Real Madrid'de izleyeceğiz. Son yıllarda Barcelona'nın yetiştirdiği futbolcuları izliyoruz ve Dünya futbolunu da bu sayede hakimiyetleri altına aldılar. Barcelona'nın sürekli kendi futbolcularıyla yola devam ettiği bir ortamda {tabii transferde para harcaması gerektiği zamna harcayarak} Real Madrid'in Los Galaktikos'a dayalı düzenleri fazla uzun sürmez. Zaten böyle de başarı gelmediğini gördükleri için Pellegrini'nin yerine Jose Mourinho'yu getirdiler. Bu yüzden çok doğru bir hamle yaptıklarını düşünüyorum ve yaşanacak transfer döneminde Mourinho'nun takıma kimleri kazandıracağını çok merak ediyorum. Tabii diğer bir merak ettiğim konu ise Cristiano Ronaldo ile ilişkileri olacak. Inter'in başındayken Ibrahimoviç, Cristiano Ronaldo'dan iyi futbolcu derken bir anda Cristiano Ronaldo'yu bir numara ilan edecektir. Bu da Jose'nin farkı diyelim.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Galatasaray, Takas Sever

Türkiye'de piyasa bulan futbolcular bildiğiniz gibi büyük takımlara olmadık ücretlere satılırlar. Tabata 8 milyon avro, İsmail Köybaşı 5.5 milyon avro, Mehmet Topuz 10 milyon avro gibi bonservis rakamlarına transfer oluyorlar. Beşiktaş'ın Quaresma'yı 6-7 milyon avro gibi bir rakama takıma getireceğini düşünürsek, ülkemizde yaşanan bu dengesizlik kendiliğinden ortaya çıkıyor. İşte bu bonservis rakamlarını yerli futbolculara vermediği için Galatasaray'ı sürekli övüyordum. Gerçi geçmiş yıllarda ekonomik sorunlar yaşanmasa belki de bu ücretleri bizde verecektik ama Adnan Polat döneminde böylesine ücretler yabancı futbolcular için ödenirken, yerli transferi genellikle ya sözleşmesi biten isimlerden ya da çok makul ücretli futbolculardan gerçekleştiriliyor. Ama son zamanlarda yaşadığımız en büyük soruna bakacak olursak, biz de genç dediğimiz, gelecek vaad ettiğini söylediğimiz değerleri bir bir harcamaya başladık ve yerli futbolcu transferinde takas dediğimiz olayı çok kullanmaya başladık. Aslında kadroda düşünmediğin futbolcuları yollamak iyi fikir ama oluşan durum, sanki Galatasaray altyapısının futbolcu transferinde kullanılan bir araç olduğu yönündedir. Ben de son yıllarda takasla gerçekleştirdiğimiz yerli transferlere falan bir bakayım dedim. Bu arada yerli transferlerinde de sanki NBA'i örnek alıyor gibiyiz...

Ufuk Ceylan = Mehmet Güven, Yaser Yıldız, Orkun Usak

Ufuk Ceylan, genç ve gelecek vaad eden bir kaleci olduğundan transferini çok olumlu karşılamıştım. Hala da kendisine çok güvendiğimi söylemeliyim. Galatasaray, geçtiğimiz sezonun başında Ufuk Ceylan ve Sezer Öztürk için çok uğraşmış ama Manisaspor'un istediği ücreti ödemeye yanaşmadığı için bu transferler çok sarkmıştı. Sonunda futbolcular kadro dışı falan bırakıldı derken, Sezer Öztürk takımda kaldı ve Ufuk Ceylan transferin son günlerinde de olsa Galatasaray'a geldi. Tabii takas yöntemi kullanılarak. Öncelikle Orkun Usak'a birşey diyemem çünkü genç bir isim değildi. Gerçi bu iki futbolcu da beklentileri karşılayamadığından bu takas hamlesine fazla ses çıkaran olmadı. Yaser Yıldız zaten oynadığı bir sezonda çok şans bulmasına rağmen etkisiz bir elemandı ama Mehmet Güven'den benim umudum vardı. Nitekim Manisaspor forması altında da şanslar buldu ve bunu iyi değerlendirdi.

Ferdi Elmas = Çağrı Yarkın, Uğur Akdemir

Ferdi Elmas, Galatasaray'a çok lazım bir futbolcu muydu bilmiyorum ama sırf transfer yapalım diye alınan bir isimdi. Genç yetenek dediler, aldılar falan ama Galatasaray'da bir maç oynadığını bile hatırlamıyorum. Ama bu isim uğruna Çağrı Yarkın ve Uğur Akdemir gibi genç futbolcular harcanmış oldu.

Volkan Yaman = Fevzi Elmas

Fevzi Elmas, transfer edildiğinde Ufuk Ceylan kadar potansiyeli olan, gelecek vaad ettiği için getirilen bir kaleciydi. Hazırlık kamplarında, oynadığı bazı özel maçlarda falan da bu kaleciyi çok beğeniyordum ama Volkan Yaman transfer edilirken takas yoluyla Antalyaspor'a gönderilmişti. Sonrasında da düşüş evresine geçti zaten. Volkan Yaman ise belirli bir standartı hiç tutturamadı, alternatif bir futbolcu olarak görülüyordu ama 2 sezon içerisinde gözden düşerek Eskişehirspor'a gönderildi.

Hakan Balta = Ferhat Öztorun

Ferhat Öztorun'u yakından tanıyor olmalıyız. Çünkü Galatasaray formasıyla çok fazla şans buldu, gelecek vaad eden bir isim olarak kendisini gördük, hatta Ergün'ün veliahtı bile diyenler oldu ama Hakan Balta transfer olurken, kendisini takas yoluyla Manisaspor'a yolladık. Hakan Balta transferine falan asla lafım yok ama Ferhat Öztorun da takımda kalması gereken br isimdi. Sonuç olarak Ferhat, Galatasaray'a Manisaspor ile sözleşmesi bittiğinde Trabzonspor'a giderek attı diyebilirim. Çünkü Galaatsaray'ın da teklifi olmuştu.

Tabii son olarak Çağlar Birinci = Semih Kaya, Serdar Eylik, Murat Akça, Erhan Şentürk takası yaşandı. Büyük ihtimalle Mustafa Pektemek için de bu gerçekleşecek. Aslında takas olayı deyince en yararlı işi Ayhan Akman = Ahmet Yıldırım, Mehmet Aksu takasında gerçekleştirmiştik. O Ayhan hala Galatasaray'da forma giyiyor ve kısa vadede her iki takım, uzun vadede ise kazanan Galatasaray olmuştu. Bir de PCLion, twitter'da Arda Turan ve Uğur Uçar konusuna da değindi ve müthiş tespit yaptı. Bu futbolcular zamanında Ersun Yanal ve Ertuğrul Sağlam gibi teknik direktörlerle çalışmasaydı, bugün büyük ihtimalle onların da adını takas dedikodularında duyabilirdik. Yani yine çıktığımız nokta, Galatasaray altyapısının güçlü olduğu ama son derece güçsüz yönetildiğidir.

Hakan Balta, Caner Erkin Arası Bir Bek; Çağlar Birinci

Makul bir ücretler bu transfer gerçekleştirilmiş olsaydı çok daha mutlu olurdum. Gelecek vaad ettiğini belirttiğimiz dört genç futbolcunun takas malzemesi yapılması, henüz işin başında transfere farklı bir gözle bakmamıza neden oldu. Çağlar Birinci öyle üst düzey, takımı alır uçurur dediğim bir isim değil. Ya da İsmail Köybaşı misali çok genç olsa, büyün potansiyel olsa yine sesimi çıkarmazdım. Ama bu futbolcu belirli bir ortalamanın üstünde olan, büyük takımlarda ancak alternatif olabilecek bir isim. Hakan Balta'dan daha iyi bir isim diyemem ama Hakan Balta'ya göre de ekstra özellikleri var. Sol bek olarak baktığımız Caner Erkin'den ise daha iyi performans gösterir diyebilirim ama yıllar içinde Caner'in yaşayabileceği gelişimi Çağlar Birinci zor yaşar. Bu futbolcu 24 yaşında, 1.80 boyunca güçlü bir bek. İki sezondur sürekli transfer gündeminde adı geçiyordu ama transferini ancak gerçekleştirebildi. Kendisi ayrıca Milli Takım'ın hazırlık kampında da bulunuyor ve Çek maçında gösterdiği performansı beğendim diyebilirim. Aslında en kötü ihtimalle Fenerbahçe'de Vederson'un yarattığı alternatif olanağı Çağlar, Galatasaray'da da sağlar. Ama şimdiden bu futbolcu alır bizi, uçurur falan diyemem. Bunun için hazırlık kampında neler olacak, Rijkaard'ın yaklaşımını görmemiz gerekiyor.

Çağlar Birinci'nin altyapı kariyeri Trabzonspor'da geçti. Çok küçük yaşlarda başladığı futbol macerasında Trabzonspor'da tutunamadı ve öncelikle Orduspor'a kiralık gönderildi. Sonrasında ise Bakırköyspor, Denizli Belediyespor falan derken Denizlispor'a transfer oldu ve bu futbolcunun adını ilk olarak orada duyduk. Gerçi Denizlispor'a geldiğinde de yine kiralık olarak dolanmışlığı var ama son yıllarda takımın en önemli isimlerinden birisi olmayı başardı. Ayrıca 2008 yılında burada gösterdiği performans sonrasında Milli Takım'a kadar yükseldi ve şimdilerde ise ABD kampında bulunuyor. Denizlispor küme düşmesine rağmen, takım içerisinde ender ayakta kalabilen isimlerden birisi oldu ve bu çıkışını Galatasaray'a transfer olarak ödüllendirdi.

Çağlar Birinci'ye Hakan Balta'ya baktığımız gibi bakabiliriz. Hakan Balta da transfer olduğunda hemen hemen Çağlar ile aynı yaşlardaydı. Ayrıca özellikleri de birbirine oldukça benziyor. Çağlar da sol bek ve stoper olarak oynayabiliyor, yani repertuarı yüksek olan bir futbolcu. Ama stoper özellikleri Hakan Balta'ya göre çok sıradan. Yani Çağlar'ı sırf stopersizlikten stoper oynatırım. Hakan Balta'nın ise oyun zekası ve top kullanma becerisi onu daha kaliteli bir futbolcu haline getiriyor. Ama Hakan Balta'nın eleştirdiğimiz yönü, bek olarak oynadığında çakılı futboluydu. Bu tarz mesela Kalli'nin sisteminde müthiş iş yapar ama Rijkaard'ın beklerden beklentileri çok daha farklı. Rijkaard, hücum ve hareket istiyor. Yani bekler sürekli hücuma katılacak, önlerinde oynayan isimleri sürekli besleyecek ve en önemlisi hücum presi yapacaklar. Çağlar Birinci de işte böyle bir oyuncu. Kendisi için bek oğlu bek diyebiliriz. Bu anlamda da Caner Erkin'e benzer. Yani hareketli oynar, hücum presini de yapar ama artısı bek oynamanın bütün özelliklerini beraberinde barındırır. Yine de süper, inanılmaz, bu adam bizi uçurur diyebileceğim bir futbolcu değil. Alternatif anlamında çok yararlı olacaktır, hırslı, mücadelesi sebebiyle kendisini sevdirmesi zor olmaz ama dört genç futbolcu ile takas edilmesi onun başlangıçta yaşayabileceği sorulara işaret. Çünkü kafalarda Semih Kaya, Serdar Eylik gibi isimler var. Gerçi Hakan Balta da transfer olurken Ferhat Öztorun ile takas olmuştu. O dönemde bunu çok konuştuk ama Hakan Balta futboluyla bu takas olayını çabuk unutturmuştu.

Kıscası almamız gereken bir futbolcuyu olmadık isimleri göndererek transfer ettik. Yine de olmuşla ölmüşe çare çok diyerek, Çağlar Birinci'nin Galatasaray'a hayırlı olmasını diliyorum. Mutlaka hırsı ve mücadelesiyle iyi işler yapacaktır, şimdiden üzerinde oluşan '' 2. Volkan Yaman olur'' yakıştırmasını da bir an önce atlatır. Bir ara aslında Volkan Yaman'ı da yazmak lazım. O da Milli Takım'a seçilmiş ama Çağlar'a göre daha genç yaşlarda Galatasaray'a gelen bir isimdi ama çok düz bir futbolcuydu. Çağlar'ın artısı repertuarı ve hırsı olacak.

Not: Dövmeli resim, Futbol ezilen halkların mutluluğudur blogundan...

Jose Mourinho Saati #11

Bana kolay tabii, Jose nereye ben oraya. Takım falan farketmez, Jose olsun yeter. Ama Materazzi manyağı bile bakın ne hale gelmiş. O, Zidane'ye kafa atan, olmadık sözler söyleyen, duygusuz görünen dev bile Jose'nin ayrılık kararının ardından yıkıldı. Tabii bu ayrılık Jose için de kolay değil. Bakmayın ayrılmaya falan çok gönüllü göründüğüne. Jose, duygu insanıdır, adam gibi adamdır. Bu adama zaten tapıyordum, şimdi ise sevgimi ifade edecek terim bile bulamıyorum.

O da Geldi Geçti {Semih Kaya, Erhan Şentürk, Serdar Eylik, Murat Akça}

Beşiktaş'ı genç futbolcularını, başka bir futbolcuyu transfer etmek için takasda falan kullandığı için çok eleştiriyordum. Altyapıdan çıkardıkları olsun veya umut vaad eden futbolcu diye aldıkları isimleri yeni yeni isimler için rahatlıkla harcıyorlardı. Malesef bu durum Galatasaray için de geçerli olmaya başladı. Potansiyel vaad ettiği söylenen, genç yetenekler yurt içi transferlerde kullanılmaya başlandı. Uzun yıllardır {belki de ekonomik sorunlardan} yurt içinde bir futbolcuya olmadık bonservis ücretleri vermiyoruz. Ama yaptığımız yerli transferlerini de takas yoluyla gerçekleştiriyoruz, gençlerimizi bir bakıma harcıyoruz. Şimdiden bu isimleri görerek, gelecek sezon Denizlispor'un gelecek sezon Süper Lig'de olduğunu söyleyebilirim. Çünkü harika bir işe imza attılar. Kadrolarında en piyasası olan futbolcu olan Çağlar Birinci'den müthiş bir bonservis kazanamayacaklarını bildikleri için Galatasaray'ın takas teklifini hemen kabul ettiler. Semih Kaya, Erhan Şentürk, Serdar Eylik ve Murat Akça gelecek sezon Denizlispor formasını giyecekler. Tek dileğim bu futbolcuların inanılmaz bir aşama kaydetmeleri ve günün birinde Galatasaray'ın bu futbolcuları tekrar takıma kazandırmak için büyük uğraş vermeleri. Bu giden isimler iyi birer Galatasaraylı, tekrar takıma mutlaka geri dönmek isterler ama bu iş çok kolay olmamalı.

Semih Kaya: Bu futbolcu 15 yaşındayken altyapıya kazandırmıştık ve geleceğin önemli stoperleri arasına gireceği söyleniyordu. Özellikle Kalli takımın başına geldiğinde Semih Kaya'nın üzerinde çok durdu, hatta kadroya alacağını açıkladı ama o dönemler yaşadığı şanssız sakatlık sonucunda sezonu kapatmıştı. Sonrasında ise hazırlık çalışmalarında yer buldu, yine sakatlık nöbetleri geçirdi falan derken takımın stopersizlikten kıvrandığı dönemlerde şans bulmasını bekliyordum ama Kewell stoper oynadı, Semih şans bulamadı. Gerçi ligde 3-4 maç ilk 11 oynamışlığı oldu ama bu sakatlık illeti yüzünden Semih Kaya'yı tam olarak izleme fırsatı bulamadık. Bu sezon hazırlık kampını ise yine sakatlıklar yüzünden kaçırdı derken, devre arasında Gaziantepspor'a kiralık gönderildi ve Couceiro'nun da gönderilmesi üzerine futbolcu Galatasaray'a geri döndü ve ayağının tozuyla Denizlispor yolunu tuttu.

Erhan Şentürk: Bu futbolcu da Galatasaray altyapısının çıkardığı önemli değerlerden birisi olarak gösteriliyordu. Paf takımından 2008 yılında Skibbe tarafından A takıma çıkartılmıştı ve Steaua Bükreş ile oynanan Şampiyonlar Ligi ön elemesinde falan da sonradan oyuna girmişliği vardı. Hazırlık kampında iyi performans gösterdi falan derken pişmesi için Diyarbakırspor'a kiralık gönderilmişti ve bu takımın da Süper Lig'e çıkmasında önemli payı vardı. Sonrasında Galatasaray'a geri döndü, Rijkaard da bu futbolcuyu hazırlık kampında falan denedi, hatta Tobol maçında da ilk 11 oynattı ama tekrar Diyarbakırspor'a kiralık gönderildi ve şimdi o da Denizlispor yolcularından.

Serdar Eylik: Ben bu ismi ilk olarak geçtiğimiz sezonun başında hazırlık kampında duydum. Bir anda yakaladığı iyi çıkışla beraber takımın rotasyonunda yer bulacağını düşünüyordum. Rijkaard da Serdar'ın bu çıkışı sonrası Emre Çolak'ı almayıp, bu futbolcuyu A takıma almıştı ama sezonun genelinde hiç şans bulamadığını gördük ve Orduspor'a 1.5 sezonluk kiralık olarak gönderildi. Orada pişer, bize de düşer gibi olmadı ve Denizlispor'un yolunu tutacak. Ayrıca Serdar Eylik'in neden gönderildiği hakkında bir bilgim yok. Ne oldu da bu futbolcu bir anda gözden düştü anlamış değilim. Denizlispor adına bu futbolcudan çok umutluyum. Kanatlarda oldukça etkili, hızlı bir futbolcu. Eğer gelişimini sürdürürse önemli bir isim olur, Galatasaray da kendi haline ağlar.

Murat Akça: Bu üç futbolcuya göre en az tanıdığım futbolcudur. Skibbe, hazırlık kampından sonra Murat Akça'yı A takıma almıştı ve o sezonu A takımda geçirdi. Rijkaard da gerçi bu futbolcuyu hazırlık kampında denedi ama sonrasında A2 takımına gönderildi ve şimdi o da Denizlispor yolcusu. Semih Kaya'nın stoper özelliklerini falan sayarız ama Murat Akça'nın stoper özelliklerini ancak gelecek sezon Denizlispor'un oynadığı maçlarda çözebiliriz.

Buradan çıkan sonuç, Galatasaray altyapısının iyi futbolcular çıkardığı ama sistemsizliğin neticesinde Arda Turan gibi üst düzey yetenekte olmayanların takımla ilişkisinin erken kesildiğidir. Gerçi Gerets'e kalsa az daha Arda da gidecekti ama neyse. Gerçekten altyapı olayına daha iyi eğilmemiz ve sistemi mecburen daha sağlam hale getirmek zorundayız. Bu konuda Tugay Kerimoğlu'na çok büyük işler düşecek. Şu an görüntü Galaatsaray altyapısının futbolcu takası için kullanılan bir araç olduğunu gösteriyor. Mesela şimdiden olası Mustafa Pektemek transferinde acaba hangi genç futbolcular gider diye düşünüyorum.

25 Mayıs 2010 Salı

Futbolun 1 Mayıs'ı Olsa; Javier Zanetti

Futbolda bayrak futbolcu kavramı çok önemlidir. Günümüzde yıldızlardan, futbol sanatçılarından falan çok bahsederiz ama benim asıl saygımı bütün kariyerini neredeyse bir takıma harcamış futbolcular alır. Mesela Galatasaray'dan Bülent Korkmaz buna en iyi örnektir. Galatasaray o dönemlerde çok büyük yıldızlar falan görmüştür ama Bülent Korkmaz'ın yeri her zaman ayrı olmuştur. Bülent Korkmaz gibi de sevdiğim diğer isim Javier Zanetti'dir. Bu adamın özelliği bayrak futbolcuları saydığımız zaman bile kendisi bazen es geçilebilir. Her zaman iki adım geride gibi durmuştur ve bu yüzden bana sorarsanız Dünya futbol tarihinin en çok hakkı yenen futbolcularının başında gelir. 36 yaşına gelmesine rağmen hala takımı Şampiyonlar Ligi finali oynadığında kadroya ilk yazdığı isim Javier Zanetti olmuştur. Bu adam yıllar boyunca Inter'in her dönemini gördü. Başarısızlıkta da o vardı, en büyük başarılarda yine o var. Inter, sırf Avrupa'da başarıyı yakalamak, Milan, Juventus gibi takımların arkasında kalmamak için müthiş transferler yaptı, inanılmaz paralar harcı, bu kadro çok büyük yıldızları gördü ama gelen hiçbir futbolcu ya da teknik adam Javier Zanetti'nin önünü kesemedi. Geçmişi bırakıp, sadece bu sezona bakarsak bile Javier Zanetti'nin hakkını sonuna kadar vermeliyiz. Kariyerinin sağ kanat, orta saha hattında yaşayan bu adam çoğu maçta sol bek oynamak zorunda kaldı ama yine futbolun hakkını verdi. Daha önemlisi Mourinho o bölge için alternatifler yaratabilecekken yine de ilk güvendiği isim Zanetti oldu.

Zanetti'nin kariyerinde aslında çok çarpıcı olaylar, transfer hikayeleri falan yok. Dile kolay, günümüzde 15 senedir aynı takımda oynayan kaç tane futbolcu var? Hadi 15 senedir oynayan futbolcuyu bulduk diyelim, kaçı 36'lı yaşlara gelmesine rağmen üst düzeyde kalmayı başarabilmiş? Javier Zanetti, böyle bir futbolcu işte, anlatılmaz yaşanır dedikleri örneğe birebir uyuyor. Bu adamın kariyeri Tallares takımında başladı. Sonrasında ise Banfield ile Arjantin Birinci Ligi'ne adım attıktan sonra sesini ilk olarak burada duyurdu. Bu takımda oynarken Milli Takım'a seçilmeye başlamıştır ve Arjantin'in köklü kulüpleri Boca ve River'ın listesine girdi. Ama o çoğu Arjantinlinin yaptığı Boca veya River kariyerlerinden birisini yapmayıp 22 yaşında Inter'e transfer oldu ve hala bu takımda forma giyiyor. Dediğim gibi bu adam Inter'in en başarılı dönemlerinde de vardı, en başarısız dönemlerinde de vardı. Gençliği belki Inter yıllarında büyük başarılar göremedi ama çağımızın en yıllanmış şarap futbolcusu olduğunu 30'lu yaşlardan sonra Inter formasıyla giriştiği madalya koleksiyonculuğunda göstermeye başladı. Bu takımda bir Uefa Kupası şampiyonluğu, 5 Seria A, 3 Lig Kupası, 3 İtalya Süper Kupası ve en sonunda Moratti'nin en büyük hayali Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu. Uefa Kupası hariç, diğer bütün şampiyonluklarını da 30'lu yaşlardan sonra kazandığını tekrar söylemek gerekiyor.

Yukarıda dediğim gibi çağımızın en yıllanmış şarap futbolcusundan bahsettik. Bana göre gerçek bir futbol işçisi, sanatçısı ve Dünya tarihinin hakkı en çok yenmiş isimlerinden birisi. Gerçi kariyerinin bu döneminde 136 kere formasını giydiği Milli Takım'la Dünya Kupası'nda olmayı da sonuna kadar hak ediyordu ama gel gelelim Maradona'nın icatlarına. Cambiasso da olduğu gibi Javier Zanetti'yi de kadroya almadı ve tarihin en büyük ayıplarından ikisine imza atmış oldu. Görünüşe göre Zanetti birkaç sezon daha futbola devam etmeyi düşünüyor, çünkü temposu da bu adam 36 değil de 25 yaşındaymış gibi. Gerçi artık Mourinho olmayacak ve Inter'in kan kaybı yaşaması kaçınılmaz ama Mourinho ile beraber geçen iki sezon Zanetti'nin en güzel iki yılı olmalı. Bu Avrupa'da başarıya aç, bunun için mücadele veren Inter'de yıllar boyu sıkıntıları görmüş, yaşamış olan Zanetti'nin ellerinde Şampiyonlar Ligi Kupası'nı görmek çok güzel bir duygu oldu. Mourinho manyağıyız falan ama ondan çok, bu kupayı Zanetti kazandı diye seviniyorum.

Çağlar Birinci Galatasaray'da

Dördüncü resmi transfer Çağlar Birinci oldu. Uzun süredir gündemdeydi ve bugün itibariyle bu transfer gerçekleşti. Ama bu transfer için Semih Kaya, Murat Akça, Erhan Şentürk ve Serdar Eylik'ten de vazgeçildiğini belirtmek gerek. Ayrıntıları zamanla yazarız. Galatasaray'a hayırlı olması dileğiyle.

Arjantin'de Milito Kaçıncı Tercih Olur?

Maradona'yı haklı olarak yerden yere vuruyorum. Çünkü Javier Zanetti ve Cambiasso'yu kadroya almamak bana göre vatana ihanettir. Bu futbolcular Inter'in zafer yürüyüşlerinde, en önde bayrağı taşıyan isimler oldular ama kişisel hesaplaşmalar falan derken çiziği yediler. Bu konuda Maradona'yı yerden yere vuralım ama Milito'yu da kadroya aldığı için derin bir oh çekelim. Çünkü kaliteli forvet havuzunda kulaçlarını atan Arjantin'de Messi dışında dışarıda kim kalsa çok alternatif vardı da ondan seçmedi falan mazereti getirebilirdik. Gerçi Palermo'nun olduğu bir kadroda mazeret bile getirmek saçma ama neyse. 23 kişilik kadroya baktığımda forvet tercihlerinin Messi, Agüero, Tevez, Palermo, Higuain ve Milito'dan oluştuğunu görüyoruz. Yani yeryüzünde bugüne kadar oluşturulan bütün Milli Takımları ele alırsak, böylesine zengin bir forvet hattı hangi dönem vardı merak ediyorum. İşin kötü noktası ise böylesine bir zenginliğin Maradona'nın elinde olmasıdır. Ama bu hücum zenginliğinden öte, bizim konumuz Diego Milito olacak. Çünkü bu adam bana göre, NBA ödüllerini yürürlüğe koyarsam yılın en büyük çıkış yakalayan futbolcusu olmasının yanı sıra X faktör ödülü verilse onu da kazanacaktı. Inter'in muhteşem işleyen çarkının en önemli parçalarından birisiydi, golleriyle takımını zafere taşıdı ve bütün bunları 30 yaşında yaptı. Yani böyle bir kalitenin 29-30'lu yaşlarda ortaya çıkması beni üzüyor. Keşke Milito, bu cevheri bizlere daha önceden izletebilseydi. Diğer bir konu ise yıllarca Zaragoza'lı Oliveria'nın transferi için ölüp bittik. Acaba Galatasaray, Oliveria ile uğraşacağına Milito'ya yönelse nasıl olurdu? Ayrıca sormak istediğim ise bu forvet havuzunda Milito'nun kaçıncı tercih olacağıdır?

Real Madrid, Puzzle'ı Tamamlanıyor

Artık Real Madrid cephesinden resmi açıklamayı bekliyoruz. Bildiğiniz gibi Jose'nin imzası benimde Avrupa'da yeni takımıma imza atmam anlamına gelecek :) Gerçi sağır sultan bile biliyor Mourinho'nun Real Madrid'e gideceğini ama Jose'dir bu, ne olur olmaz falan deyip resmi açıklamayı bekliyoruz. Resimde de görüldüğü gibi tek eksik parça Jose...

Robben'i Seviyorum Çünkü...

Ribery, bildiğimiz gibi Bayern Münih ile olan sözleşmesini 2015 yılına kadar uzattı. Bu adam için sezon başında konuşulanların hepsi transfer üzerineydi. Real Madrid de peşinde koştu, Barcelona da istedi, Chelsea de istedi, Manchester United'e kadar çoğu takım istedi. O da doğal olarak, başarı uğruna zıplamayı seven bir isim olduğu için takımdan ayrılmak istiyordu. Ibrahimoviç'in Inter ilişkisi misali kendisi için Bundesliga topraklarının yeterli olmadığını ve Şampiyonlar Ligi'nde çok önemli yerlere gelmeyi hedefliyordu. Aslında daha büyük başarılar için takımdan ayrılmayı düşünme olayına saygı duyarım ama para konusunda Ribery sabıkalı bir isim olduğundan kendisine gram saygı duymam. Nitekim Ibrahimoviç gibi transfer olamadı, biraz da mecburen Bayern Münih'de kaldı ama gördü ki Bayern Münih finale kaldı ve bu takımda ışık var, sözleşmesini uzatmaya karar verdi. Ibrahimoviç de Inter'de kalsa ve bu şampiyonluğu görse, takımdan ayrılmak ister miydi diye kendime sormuyor değilim.

Gelelim Robben'i neden çok sevdiğime. Gerçek bir futbol sanatçısı olmasından, bu yılın bana göre en değerli futbolcusu olmasından öte bu adamın yıldızı Ribery'nin ışığını biraz söndürdü. Hatta birazdan da öte. Takımın bir numaralı yıldızı olan Ribery bir anda ikinci plana düştü ve bizler Robben'i konuşur olduk. Robben'e sırf Ribery'i aşağıya çektiği için bile minnet duyabilirim. Aslında bunu bir yana bırakırsam, bu adamın Şampiyonlar Ligi'ni kazanmasını isterdim. Çünkü gerçekten hak etti ama Messi'yi bile durdurabilen Mourinho felsefesi, Robben'e de geçit vermemiş oldu. Yine de buradan Van Gaal'e bir teşekkür. Çünkü böylesine bir futbol sanatçısını tekrar bizlere kazandırdı ve Dünya Kupası öncesinde ağzımıza bir parmak bal çaldı. Ribery ise sanırım bu sözleşme uzatma olayından sonra biraz daha takım oyuncusu olmaya karar vermiştir. Bu takımın bir numaralı yıldızının Robben olduğunu unutmamak lazım. Ama Ribery'nin de hakkını verelim ki, Bayern Münih Ribery'siz de yürümüyor. Özellikle Robben'in durduğu finalde gözler Ribery'i aradı. Malesef Hamit Altıntop da Ribery'nin olmadığı Lyon maçında gösterdiği etkiden çok uzaklardaydı.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

SC Sunar; Sezonun Enleri {TSL} #2

Sezonun enlerinde ikinci bölümü, yılın 11'ine ayırmak istedim. Tabii bu 11'in benim şahsi düşüncem olduğunu ama sizlerinde yorumlarınızda kendi 11'lerinizi yazarsanız çok mutlu olacağımı söyleyebilirim. Kadroyu oluştururken daha çok istikrara önem vermeye çalıştım. Mesela aslında Andre Santos'un ligin ikinci yarısında gösterdiği sol bek performansı çok iyi olmasına rağmen, istikrar anlamında Mustafa Keçeli'yi daha iyi bulduğumdan onu yazdım. Ya da Baros'un oynadığı dönemde yaptıklarından çok, sakatlık döneminin uzun geçmesini göz önüne alarak listeye eklemedim. Kadromuza geçersek;

Dimitar Ivankov {Kaleci}: Aslında Volkan Demirel'in de hakkını yemek istemezdim. Çünkü Fenerbahçe'nin şampiyonluk yürüyüşüne başladığı son haftalarda kalesini gole kapatarak yılın kalecisi olmayı hak ediyordu ama sezonun geneline baktığımızda Ivankov'u kaleci olarak seçmeye karar verdim. Bu sezon golcü kaleciliğiyle kendisini daha çok konuştuk ama en kritik maçlarda yaptığı kurtarışlarla şampiyonluğu Bursaspor'a getiren isimlerin başında geliyordu.

Ali Tandoğan {Sağ Bek}: Bu sezona baktığımızda Bursaspor'un attığı gollerin birkaç futbolcudan öte bütün takıma yayıldığını görüyoruz. Özellikle duran toplarda Bursaspor'un stoperleri oldukça etkili oluyordu. Tabii bu stoperleri etkili kılmak konusunda da Ali Tandoğan'un kullandığı frikikler çok önemliydi. Ayrıca bunun yanında bütün sezon müthiş bir istikrar gösterdi ve geçtiğimiz sezon kovulurcasına gönderildiği Beşiktaş'a da aslında mesajını vermiş oldu. Üstelik bütün sezon boyunca Beşiktaş, sağ bek konusunda önemli sıkıntılar yaşamışken.

Diego Lugano {Stoper}: Bana göre sezonun en önemli iki futbolcusundan birisi olmayı başardı. Özellikle, Fenerbahçe'nin ligin son haftalarında kalesini gole kapattığı zamanlarda, savunmanın bel kemiği oldu, sezon boyunca ise inanılmaz işler yaptı. Lugano'nun sakat olduğu ve oynamadığı döneme bakarsak ise Fenerbahçe'nin bu sezon en büyük sıkıntı yaşadığı dönemlerin Lugano'suz geçen günler olduğunu görebiliriz. Oysa ki, sezon başında Lugano'nun daha büyük bir takımda oynamak için gösterdiği çabaya üzülmüştüm. Sonrasında Fenerbahçe ile daha büyük paraya tekrar anlaştı ama parasının hakkını sonuna kadar verdiğini söylemek istiyorum.

Ömer Erdoğan {Stoper}: Ligin ilk devresinde Ferrari fırtınası esiyordu ama ikinci devreye baktığımızda sakatlıkların da etkisiyle Ferrari'den eser kalmadı. Neill de aslında iyi işler yaptı diyebilirim ama ligin ikinci devresinde geldiği Galatasaray'ın en kötü zamanlarına denk geldi. Ömer Erdoğan ise bütün sezon boyunca gösterdiği istikrar, karakter ve duruşuyla burada olmayı sonuna kadar hak etti. Bursaspor'un kaptanlığını yapan bu adam, futbolunu falan geçtim sadece gösterdiği karakterle bile burada olabilirdi. Ama bu karakterin yanında gösterdiği harika futbol aslında onun Milli Takım'da da olmasını gerektiriyordu. Şimdi düşünüyorum, acaba Ömer Erdoğan'ı Galatasaray'da çabuk mu harcadık diye.

Mustafa Keçeli {Sol Bek}: Yukarıda dediğim gibi, istikrara baktığım için Mustafa Keçeli ismini buraya yazıyorum. Yoksa ligin ikinci devresinde bek olarak gösterdiği performansla Andre Santos burada olmalıydı. Sol bek konusu aslında bu kadroyu kurarken çok canımı sıktı. Çünkü güzelim Türkiye'de bu sezon performansıyla iz bırakan sol bek sayısı çok az, hatta sadece 2-3 tane diyebilirim. Mustafa Keçeli de aslında Bursaspor'u bütün olarak aldığımda kadronun en az göze batan isimlerinden birisi ama performansıyla iyi işler yaptı, şampiyonluk yolunda katkısı büyüktü. Bu performans yine de Bursaspor'un yeni sezona iyi bir sol bek alacağı zorunluluğunu değiştirmiyor.

Emre Belözoğlu {Orta Saha}: Bu sezon Fenerbahçe'nin kalbinin Emre Belözoğlu olduğunu söylersek, yalnış bir adım atmamış oluruz. Uzun yıllar sonra iyi bir hazırlık dönemi geçirdiğinden son yıllarda ilk defa bu kadar istikrarlı bir görüntü çizdi. Normalde Emre'yi sık sakatlanmasıyla tanırız ama neredeyse sakatlık bile geçirmeden sezonu tamamladı. Ama Daum gerekli rotasyonları zamanında yapamadığı için Emre'nin son haftalarda yaşadığı düşüş, Fenerbahçe'nin futbolunu oldukça etkiledi diyebilirim. Ama Alex'in kendini unutturmamasında, Selçuk Şahin'in Milli Takım'a seçilmesinde daha önemlisi Fenerbahçe'nin şampiyonluk yarışında katkısı çok büyük oldu.

Gustavo Colman {Orta Saha}: Aslında Emre'nin yanına Alex veya Arda'yı almayı düşündüm. Arda ligin ilk yarısında, Alex ise Fenerbahçe'nin çıkışa geçtiği dönemlerde inanılmaz işler yaptılar ama kadroyu kurarken sezon istikrarını göz önüne aldığımdan Colman'ı yazıyorum. Bu adam kötü geçtiğini kabul ettiğimiz Broos döneminde de iyiydi, Şenol Güneş geldikten sonra ise zirve yaptı. Geçtiğimiz sezonda iyi durumdaydı ama zirveyi bu sezon gördüğünü düşünüyorum. Ekstra bir futbolu yok, işine bakıyor gibi görünüyor ama oyunun iki yönünü harika oynadığı gibi, uzaktan attığu şutlarda da aslında çok can yakıyor. Türkiye Kupası'nı kazanan Trabzonspor'da en büyük pay sahiplerinden birisiydi.

Kader Keita {Sağ Açık}: Bu sezonu kötü geçiren Galatasaray'ın en iyilerinden birisi olmasından ziyade, oynadığı futbol izleyenlere büyük keyif verdi. Attığı çalımlar, hareketli futbolu, asistleri falan derken sezonun en keyif veren futbolcusunun Keita olduğunu düşünüyorum. Tabii bunları kafasına koyduğunda yapıyor. O da sezon içerisinde gelgitler yaşadı, performansının düştüğünü falan gördük ama son haftalarda iyice çamura saplanan Galatasaray'ın daha iyi olması için büyük mücadele veren isimlerden birisiudi.

Volkan Şen {Sol Açık}: Normalde Ozan İpek'i sol açık olarak görmeye alıştık ama Keita'yı kadroya aldığımdan Ozan İpek kadronun dışında kaldı, Volkan Şen'i de sol tarafa kaydırdım. Ama özelliklerine baktığımızda iki kanatta da rahatlıkla oynayabildiğini görebiliyoruz. Volkan Şen, bana göre sezonun en değerli futbolcusu olmuştur. Bursaspor, şampiyonluğa giderken takımın en iyisiydi. Ömer Erdoğan, takım liderliğini üstlenmişti ama hücumun liderinin Volkan Şen olduğunu düşünüyorum. Ozan İpek, Turgay Bahadır, Battalla ve Sercan Yıldırım gibi futbolcularla mükemmel bir uyum oluşturdular ve şampiyonluğa yürüdüler.

Ariza Makukula {Forvet}: Açık ara gol kralı olan bu adamı kadroya almasak olmazdı. Sezon boyunca muhteşem istikrarlı bir görüntü çizdi, gol sorunu yaşayan Kayserispor'u hücum yollarında Cangele ile beraber ayakta tuttu. Ama bu performanslar ligin ilk devresinde Kayserispor'u lider yapmasına rağmen, yaşanan sorunlar onları giderek aşağı sıralara geçti. Cangele'nin de uzun sakatlığı derken Makukula da sıkıntılar geçti ama bu sezonun en iyi forveti olmayı başardı.

Necati Ateş {Forvet}: Antalyaspor'a geldiğinde sıfır bir görüntüsü vardı, benim beklentim artık Necati'nin dikiş tutturamayacağı yönündeydi ama inanılmaz bir diriliş öyküsü çizerek, kendisini yeniden kanıtlamayı başardı. Bu sezon övdüğümüz Antalyaspor'un da en önemli parçasıydı. Kalitesini çoğu maçta konuşturdu, bu sezon 12 gol atmayı başardı ve tekrar büyük takımlara göz kırpıyor.
 

Tüm Telif Hakları Sportif Cümleler 'e Aittir © 2009 -- Blogger Tarafından Desteklenmektedir